Freud ve Sahte Anı Sendromu
Tûrkçesi:
Gürol Koca
Sahte Anı Sendromu
1990’lann başlarında, psikoterapi görmüş veya danışma
seanslarına katılmış kişilerde, kendini çocuklukta hiç yaşanmamış bir tacizin
“hatırlanması” şeklinde belli eden yeni bir zihinsel hastalık (sahte anı
sendromu) ortaya çıktığı bildirildi. Bu hastalığın iyatrojenik bir durum olduğu
(yani, yanlış teşhis ya da tedaviden kaynaklandığı) ileri sürülüyordu.
Bu durumdan, yetişkinlerdeki rahatsızlıkların ve
psikolojik sıkıntıların çoğunun, çocukluk döneminde yaşanmış olan, unutulmuş
veya “bastırılmış” cinsel istismar deneyimlerinden kaynaklanmış olabileceği
inancına dayalı “ortaya çıkarılmış anı terapisi”ni uygulayan psikoterapistler
sorumlu tutulmuştu.
Bu yöntemi uygulayan terapistlerin, hastalarını, hipnoz
dahil çeşitli özel tekniklerin yardımıyla, bastırılmış anılarım araştırmaya
teşvik ettikleri iddia edilmişti.1 Terapistlerin ısrarcı etkisiyle,
hastalar, aslında uydurulmuş olayların gerçekten olduğuna inanabiliyor,
kendilerini ailelerinden koparabiliyor, hatta (ABD’de) tacizci olduklarını
zannettikleri kişilerden - ki bu kişiler genellikle babalar oluyordu-, davacı
olabiliyorlardı. Bu kişilerin masum olduklarını söyleyip duruma itiraz etmeleri
de, hasta tarafından zanlının inkâr etme ve kendi suçunu itiraf edememe durumunun
bir belirtisi olarak görülebiliyordu. Böylesi durumlarda hem hasta hem de ai-
leşi, terapide ileri sürülen yanıltıcı fikirler nedeniyle yok yere sıkıntı
çekebiliyordu.
Cinsel
istismar suçlamalarının giderek yaygınlaştığı anlaşılınca, zanlılara destek
vermek ve aynı zamanda belleğin belirsizlikleri konusunda insanları uyarıp,
onları “sahte anı sendromu” hakkında bilgilendirmek için çeşitli lobi gruplan
oluşturulmaya başlandı.
Gelgeldim,
amaçları kamuoyunun dikkatini “sahte anı sendromu”ndan mustarip ailelere
çekmek olan kuruluşların varlığına ve bu konunun gerek psikiyatri yayınlarında
gerekse medyada geniş yankı bulmasına rağmen, bu sendromla ilgili bir tanımlamaya
rastlanmaması oldukça tuhaftır. Üstelik bu sendrom, hiçbir psikiyatri ders
kitabında veya psikiyatrik veya diğer tıbbi vakalarla ilgili hiçbir listede de
yer almaz. Ancak burada, bilişsel psikolog ve ABD’deki Sahte Anı Sendromu
Vakfı’nm danışmanı John Kihlstrom’un aşağıdaki tanımı önerdiğini
söyleyebiliriz:
Bir kişinin kimliğinin ve kişiler arası
ilişkilerinin nesnel açıdan yanlış olan, ama kişinin gerçek olduğuna inandığı
travmatik bir anı etrafında toplanması durumu. Sendro- mun sahte anılarla
karakterize edilmediğine dikkat edin... Dahası, anı, bireyin bütün kişiliğini
ve hayat tarzını kendi merkezine çekecek, böylece diğer tüm uyuma yönelik davranışlarını
bozacak denli derinleştiğinde bile sendroma teşhis konabilir... Böyle bir
durumda kişi, bu anıya meydan okuyacak her olaydan sürekli kaçınır.2
Bu açıkça ilan edilmiş sendrom, resmi teşhis
metinlerinde henüz onaylanmamış, diğer teşhislerin arasında listeye dahil
edilmemiştir ve onun özelliklerini ortaya koyan klinik bir vaka incelemesi,
herhangi bir tıbbi veya bilimsel bir yayında yer almamıştır. Ayrıca kendisini
“ortaya çıkarılmış anı terapisti” olarak adlandıran hiçbir psikoterapist de yoktur.
Öte yandan, bu konuyla ilgili tartışmaların derinliği ve yoğunluğu da abartı
sayılmayacak kadar çoktur. Örneğin, yenilerde çıkmış bir makalede durum şu
şekilde tanımlanır:
Bu tartışma başından itibaren, günümüzdeki bilimsel
anlaşmazlık örneklerinde rastlanmayan türden bir kısırlık içinde ilerliyor.
Partizanlık nedeniyle bilim geri plana itildi. Onun yerini, bilim olarak hizmet
etmek yerine, her şeye aldanan bir medyayı işine gelecek duygusal lokmalarla
besleyen... sert ve yanlış ifadeler veya “abartı" ve “retorik aygıtlar”
almıştır.3
Ne var
ki, bazı psikoterapistlerin çalışmalarının temelini oluşturan çocukluk
anılarına ve yanıltıcı kanılara güvenmenin haklı tarafları da vardır.4
Cinsel
istismar konusundaki yanlış kanılar ve yanlış suçlamalar çok büyük duygusal
hasarlara ve ızdıraplara neden olur. Bugün anıyla ilgili elimizdeki bilgiler,
anıların birçok çarpıtmaya maruz kaldığını göstermektedir. Hatırlama, hikâye
anlatma gibi bir yeniden inşa etme sürecidir; yoksa, bir olayın kesin kaydına
girme süreci değildir. Belli “terapiler”, yani telkin, hatırlatma öğüdü, grup
baskısı veya hem hastanın hem de terapistin kritik ve hassas bir perspektiften
vazgeçmesi gibi görüşme usulleri, anının aldatıcı esnekliği üzerinde rol
oynayabilir ve kişinin çocukluğuyla ilgili aslı olmayan hikâyeler anlatmasına
neden olabilir.
Ancak bu süreçler karmaşıktır; onun için, çocukluk
travmasını unutma ve hatırlama sürecine nelerin dahil olduğu, zararlı terapi
uygulamalarının niteliği ve kapsamı konusunda halen yoğun bir tartışma
süregitmektedir.
Suçlu Freud mu?
Sahte anıyla ilgilenen derneklerin görüşlerini
destekleyenler, sahte anı sendro- munun iddia edilen epidemisini suçlayacak
bir sürü etkene dikkat çekerler. Bu etkenler arasında feminizm, erkek-karşıtı
ve aile-karşıtı tutumların yanı sıra, insanların her zaman hayatın sorunları
için suçlayacak binlerini aradıkları (ve bu insanlan dava edebildikleri) bir
durum olan ve sürekli gelişen bir kültür haline gelen mağdurluk da vardır.
Ancak bu insanlar daha belirgin biçimde, terapistlerden oluşan bir alt-kültürün
bilimdışı inanç ve teknikler geliştirdiğini ve bu gelişimle ilgili suçlanabilecek
nihai kişinin Freud olduğunu da ileri sürüyorlar. Örneğin, sosyolog Ofshe ve
Watters bu konuda şunlan yazıyorlar:
Ortaya çıkarılmış anı terapisti figürünü Freud bulmuştur...
ve
Freud’un, ortaya çıkarılmış anı modasının babası olduğu
kanıtlanmıştır.5
Aynı şekilde, edebiyat profesörü Fred Crews da, ortaya
çıkanlmış anı terapisinin yaratıcısının Freud olduğunu iddia etmekte ve
şunları eklemektedir:
Psikanaliz, çağımızın paradigmatik söz-
de-bilimidir.6
O
halde Freud, toplumu gayrimeşru fantazilerle hamile bırakan, yüz yıl sonra
sahte anı sendromu canavarının ortaya çıkmasına neden olan kötü baba mıydı?
Kırılgan hastanın zihnini ve belleğini bile isteye kullanan, hiç olmamış bir
travmanın yeniden hatırlanmasında ısrar eden, bütün psikolojik sorunlardan
kaynaklanan tavırların kökeninde çocukluk döneminde yaşanmış cinsel
istismarların olduğuna inanan ve doğruluğu su götürür anı görüşlerine değer
veren günümüz “ortaya çıkarılmış anı terapisti” karikatürünün köklerini
Freud’da bulabilir miyiz? Yoksa bu tür iddialar, kendileri de bir psikanali-
tik araştırma ihtiyacı ortaya çıkaracak denli hakikatten uzaklar mı?
Bu
sorulan cevaplamak için öncelikle Freud’un gözlemlerini, nevrozun nedenlerine
ilişkin kuramlannı ve bellekle ilgili görüşlerini değerlendirmemiz gerekir.
Freud’un Psikopatolojiyle İlgili Görüşleri
Freud’un
psikanalizin başlangıcına işaret eden ilk büyük çalışması, Dr. Josef Bre-
uer’le birlikte yazdığı Histeri Üzerine İncelemeler7 adlı
kitabıydı. Bu kitapta Freud’la Breuer, o zamanlar son derece yeni olan bir
tedavi yöntemini, “konuşma tedavisi” ni açıklıyorlardı.
Freud’la
Breuer’in buluşu, hastanın özgürce konuşması sağlandığında, semptomun
kökeninin izini sürmenin çoğunlukla mümkün olacağı, böylece semptomun ki-
şiler-arası ve psikodinamik bağlamı içinde anlaşılır kılınabileceğiydi. Tabii
semptom, bu şekilde anlaşılır kılındıktan sonra çözülecekti de.
Konuşmanın
kendi başına, felç gibi bedensel işlevlerin histerik rahatsızlıklarını
iyileştirebileceği fikri ilk ortaya atıldığında, bayağı bir şaşkınlık yaratmış
olmalı.
Ne yazık ki bu kitaptaki bazı konularla ilgili yanlış
anlamalar çoğalmıştır ve günümüzde ortaya çıkarılmış anıyla ilgili tartışmalarda
yeniden ortaya çıkmıştır. Örneğin, bellek alanında çalışan ve seçkin bir
araştırmacı psikolog olan Daniel Schacter şunları belirtmektedir:
Sigmund Freud ile Josef Breuer’in histeri
konusundaki klasik çalışmaları, çocukluk döneminde yaşadıkları cinsel istismarı
açıkça hatırlayamayan, ama travmanın anısına zımnen işaret eden kuvvetten
düşürücü korkulardan, zihni ikide bir rahatsız eden kaygılardan, zorla araya
giren düşüncelerden veya rahatsız edici imgelerden mustarip hastalan
kapsıyordu. Ancak, hastanın bağımsız biçimde işbirliğine girmesi diye bir şey
çoğunlukla söz konusu olmadığı için bu vakalan yorumlamak çok zordu.8
Böyle bir iddia, sahte anı tartışmalarında
Freud’u “ortaya çıkarılmış anı terapisti” kategorisine sokma girişiminde
kullanılabilecek tipik bir retoriktir. Ancak bu girişim, metnin okunmasına
değil de, Freud’la Breuer’in söylemiş olabilecekleri şeylere dayanarak kurulan
bir fantaziye dayandırı- labilir, çünkü kitapta geçen beş vaka öyküsünün
hiçbiri, çocuklukta yaşanmış cinsel istismardan kaynaklanan sorunlarla ilgili
değildir.
Histeriyle İlgili İncelemeler
Bu vakalardan en ünlü olanı, yani Anna O.
vakası, aslında Freud’un psikanaliz kuramıyla ve çatışmah zihin modeliyle
fazla ilgili değildir. Tersine bu olay, daha çok histerinin çözülme
semptomlarının temeli olarak Breuer’in ileri sürdüğü “hipnoid durum”
(kendiliğinden ortaya çıkan kendini hipnotize etme durumu) kuramına işaret
ediyordu. Diğer dört vaka Freud’un- du. Bir tek Katherina vakasında, bu kadın
on dört yaşındayken yaşadığı bir cinsel tacizden söz etmesine rağmen, diğer
dört vakanın hiçbiri çocukluk döneminde yaşanmış bir cinsel istismar anısını
unutmayla ilgili değildir.
Engellenmiş Libido
Freud,
Emmy von N. vakasında kadının yetişkinlik döneminde yaşadığı ve histerik
semptomlarının ortaya çıkmasına neden olan birçok travmayı sıralamaktadır.
Freud örneğin, kadının yaşadığı dehşet verici ani şokları, kocasının ani bir
kalp krizi geçirmesine tanık olmasıyla; bir yabancının yavaşça odasına
gireceği korkusunu, bir gün bir hizmetçi odasına girdiğinde gölgeler arasında
bir adamın gizlendiğini fark etmesiyle; canlı canlı gömülme korkusunu, kocası
gömülürken onun ölü olmadığına ilişkin inancıyla ilişkilendirmek- tedir.
Freud, bu kaygıların bir türlü silinmemesini, kadının
birkaç yıl cinsel yoksunluk içinde olmasıyla açıklamıştır. Böylece Freud,
kadının histerik semptomlarını, (daha sonraları tümüyle vazgeçilecek olan) eski
kuramının, psikolojik bir içeriğe sahip olmayan, engellenmiş libido’nun yol
açtığı psikosomatik koşulların bir sonucu olan nevrozları tanımlamak için geliştirdiği
güncel nevroz kuramının bir örneği olarak görmüştür.
Yanık Puding
Lucy R., depresyondan ve yanık puding kokusu duyduğu
bir koku halüsinasyo- nundan mustarip bir mürebbiyeydi. Freud onu, kokuyu ilk
duyduğu anı hatırlamaya teşvik etmiş ve Lucy R., iki ay önce annesinden
sıkıntılı bir mektup aldığını, o dalgınlıkla o sırada pişirmekte olduğu pudingi
yaktığını söylemişti.
Daha sonra Lucy R.’nin, o sıralarda çelişik
bir durum içinde olduğu ortaya çıkmıştı. Kısmen diğer hizmetçilerin kendisi
hakkında dedikodu yaptıklarını sezdiği için, ama aynı zamanda da kendisini çocuklara
bakmaya devam etmek zorunda hissettiği için (çünkü çocukların annesine, ölüm
döşeğindeyken onlara bakacağına söz vermişti) annesinin yanma dönmek istiyordu.
Freud vakayı biraz daha deşince, Lucy R. patronunu terk
etme düşüncesine ilişkin başka bir etkeni daha açığa vurmuştu. Patronunun ona
romantik bir ilgi duyduğu izlenimini verdiği, bu yüzden onunla ilgili arzu ve
fantazileri uyardığı bir durum gerçekleşmişti. Ancak, başka bir gün de patronu
ona bağırıp çağırmış ve azarlamış, bu da Lucy R.’nin ona ilişkin romantik
umutlarını söndürmüştü. Oradan ayrılmak istemesinin nedeni, patronunun kendisine
indirdiği bu aşağılayıcı darbeydi.
Freud, Lucy R.’nin işinden ayrılma arzusunun,
çocuklann annesine verdiği sözü tutmakla bağdaşmadığı, bu yüzden bu arzunun
dışta bırakıldığı veya “bastırıldığı” hipotezini öne sürmüştü. Bastırılmış
ayrılma fikri -ki muhtemelen annesinden gelen mektupla daha da uyarılmıştı-,
bilinçli haldeyken akla gelen bir çağrışımın, yanık puding kokusunun sürekli
bilinç düzeyine çıkmasına neden olmuştu. Freud’un yorumu, Lucy R.’nin
patronuna âşık olduğu şeklindeydi. Kadın da bunu onaylamış ve eklemişti:
“Bilmiyordum veya daha çok bilmek istemiyordum. O düşünceyi aklımdan çıkarmak,
bir daha üzerinde düşünmemek istiyordum; son zamanlarda bunun üstesinden
geldiğime inanıyordum.” Freud bir dipnotta şunları belirtmişti:
Kişinin bir şeyi aynı zamanda hem bildiği hem de
bilmediği bu tuhaf zihin durumuyla ilgili olarak, herhalde bundan daha iyi bir
açıklama getiremezdim.9
Kısa psikoterapi konusunda harika bir örnek olan bu analiz
dokuz hafta sürmüş ve sonu mutlu bitmişti. Lucy R. depresyon semptomlarıyla
koku halüsinasyonundan kurtulmuş ve patronunun kendisine romantik duygular
beslemediğini kabul etmişti.
Nahoş Sahneler
Katherina
on sekiz yaşında bir kadındı. Freud’a, psikanalist tatilini dağda geçirdiği
sırada gitmişti. Kaygı, nefessiz kalma ve ikide bir çirkin bir surat görme
halüsinas- yonundan mustaripti. Bu semptomlar iki yıl önce başlamıştı. Freud
ona iki yıl önce rahatsız edici bir deneyim yaşamış olabileceğini söyleyince,
kadın, “tabii ya, bu tam da eniştemi kuzinim Franziska’yla yakaladığım zamana
rastlıyor,” demişti.
Daha sonra, eniştesiyle kuzininin sevişerek birbirlerine
sarıldıklarını görünce, Katherina’mn nefessiz kaldığı ve aynı zamanda kustuğu
ortaya çıkmıştı. Freud onu konuşmasını sürdürmeye teşvik edince, Katherina, on
dört yaşındayken eniştesinin kendisine de aynı amaçla yaklaştığını, ama
tecrübesiz olduğu için onun bu hareketlerini cinsel taciz olarak görmediğini
söylemişti. Freud, eniştesiyle Franzis- ka’yı sevişirken görünce, Katherina’mn,
“bana o gece ve başka zamanlar yapmak istediği şeyi şimdi de onunla yapıyor,”
diye düşündüğü sonucuna varmıştı.
Katherina bu yoruma katılmıştı. O halde travma
geçmişe dönüktü, eniştesinin davranışının anlamını sonradan çözmesiyle
ortaya çıkmıştı. Aynı zamanda, Katheri- na’nın, eniştesiyle Franziska’yı o
halde gördüğünü teyzesine anlattığı, bunun teyzesiyle eniştesi arasında “nahoş
sahneler”e neden olduğu da anlaşılmaktaydı. Eniştesi bunu öğrenince
Katherina’ya korkunç öfkelenmişti; öyleyse Katherina’nm halüsi- nasyon olarak
gördüğü “çirkin surat” da eniştesinin suratıydı. Freud 1924 tarihli bir
dipnotunda, “nezaket örtüsünü kaldırıp” Katherina’nm eniştesinin aslında babası
olduğunu belirtmişti!
Bacak Ağrısı
Elizabeth
von R., bacaklarındaki ağrılardan ve yürüme güçlüğünden şikayetçiydi;
histerik kabul edilen semptomlardı bunlar. Freud, kadının düşünce silsilesini
takip ederken, kadın hasta babasına bakarken yaşamış olduğu bir duygusal
çatışmasını hatırlamıştı. Bir gün bir partiye katılmış ve çok hoşlandığı bir
erkek eve kadar kendisine eşlik etmişti. Ancak eve döndü- günde babasını çok
kötü bir halde bulmuş ve kendini babasını ihmal etmekle suçlamıştı.
Analitik araştırmanın ileri safhalarında, önceki çatışmadan
birkaç yıl sonra kadının benzer bir başka çatışma daha yaşadığı ortaya
çıkmıştı. Kadın bir ara eniştesinden de etkilenmiş, ama bir süre sonra kız
kardeşi hamileliği sırasında ölmüştü. Fre- ud, Elizabeth von R.’nin kız
kardeşinin ölümünden sonra, eniştesinin artık kadınla evlenmek için hiçbir
engeli kalmadığını düşünmüş, sonra da bundan büyük bir suçluluk duymuş ve bu
fikrini hemen dışta bırakmış veya bastırmış olabileceği yorumunu yapmıştı. Freud
bu her iki psişik çatışma durumunda da, Elizabeth von R.’nin bilinçli ahlâkıyla
çelişen bir erotik düşünce ve arzu deneyimi yaşadığını, böy- lece arzusunu ve
isteğini bastırdığını, çağrışımlı duygunun acı duygusuna dönüştüğünü ileri
sürmüştü.
Hasta bu analizle iyileşmiş, sonra da eniştesiyle değil,
başkasıyla evlenmişti.
Freud notlarında, daha sonra Elizabeth von
R.’nin de davetli olduğu bir baloya katıldığım ve onun bacaklarındaki sorunlarından
kurtulduğunu gösterircesine “canlı bir dans eşliğinde” yanıbaşmdan hızla geçtiğini
belirtmişti.
Yorumlar
Schacter’in iddialarının aksine, Histeri Üzerine
İncelemeler’de yer alan vakalar ne anının bastırılmasıyla, ne ortaya
çıkarılmış anıyla, ne de çocukluk döneminde yaşanmış cinsel istismarla
ilgilidir. Freud’un ilgilendiği dört vakanın dördü de, boşalmamış ve
engellenmiş duygu veya libidoya neden olan duygusal çatışma ve travma örnekleri
olarak sunulmuştur. Histeri semptomları, tıkanmış duygu veya libidonun yer
değiştirmiş dışavurumları olarak görülürler. Bu nedenle, Emmy von N., cinsel
yoksunluğundan kaynaklanan boşalmamış libidoyla birleşmiş travmatik stresten
mustarip kabul edilmiştir. Karşılıksız aşk acısından mustarip Lucy R.,
annesinin evine dönmekle baktığı çocuklar ve onların annesine duyduğu bağlılık
arasında kalmıştı. Katherina, babasını kuziniyle birlikte yatakta görmüş,
babasının birkaç yıl önce de kendi yatağına girmeye çalışırken aynı şeyi
kendisine yapmayı istediğini fark etmenin şokunu yaşamıştı. Elizabeth von R.
ise, kız kardeşi öldükten sonra eniştesiyle evlenmek istemenin suçluluğunu
hissetmiş, dolayısıyla bu arzusunu bastırmıştı.
Emmy
von N.’nin vaka çalışması, diğerlerinin içinde tatmin edici olmaktan en uzak
olanıdır. Kadının nasıl bir duygusal çatışmayla mücadele ettiği açık değildir,
bu nedenle psikodinamik yorum eksiktir. Freud, Emmy von N.’de, cinsel
tatmin eksikliği durumunda doğrudan hastalanma sendromu olan güncel nevroz
kavramının bir örneğini gördüğünü belirtir. Oysa, diğer üç vakadaki hastalar
arzu, suçluluk ve utanç (okurun da hemen anlayabileceği gibi bunlar ıstırap
halleridir) gibi acı verici duygusal çatışmalar ve ikilemlerden mustaripti. Bu
kadınların, muhtemelen yaşadıkları ikilemleri kendilerine veya başkalarına açma
veya onları paylaşma fırsatları pek yoktu. Dile dökülemeyince çektikleri acı,
bedenlerinde ifade imkânı bulmuştu, ta ki Freud’la yaptıkları iyileştirici
konuşma sayesinde dile dökülüp öz- gürleşene kadar.
Freud’un belirttiğine göre, bu vakaların hiçbiri anı
baskısını içermiyordu. Bastırılan şeyler düşünceler, duygular ve arzulardı.
Freud’un
Psikopatolojik Açıdan
Cinsel İstismar Kuramı
Freud’un histeriyle ilgili olarak kısa bir cinsel istismar
etiyolojisi (veya nedenselliği) kuramı vardı. Bu kuramı iki tebliğde
geliştirmişti ve ikisi de 1896’da yazılmıştı. İlk tebliğin başlığı, Savunmanın
Nöropsi- kozları Üzerine İlave Mütalaalar’dı. Freud yazısına, birtakım
psikopatik durumları “savunmanın nöro-psikozları” genel terimi altında
topladığını belirterek başlıyor ve hepsinin şu ortak özelliğe sahip olduğunu
belirtiyordu:
[Sjemptomları psişik bir savunma (bi- linçdışı) mekanizması aracılığıyla ortaya
çıkar; yani, hastanın egosuyla rahatsız edici biçimde karşı karşıya gelmiş
uyumsuz bir fikri bastırma girişimiyle.'0
Freud, Histeri Üzerine Incelemeler’de
de belirttiği önceki görüşlerine, histeri semptomlarının psişik travmalara
kadar geri izlenebileceği görüşünü ekliyor, ama şunları ileri sürerek daha da
ileri gidiyordu:
[B]u cinsel travmalar erken çocukluk döneminde
(ergenlikten önceki dönemde) gerçekleşmiş ve bu travmalar genital organlardan
(çiftleşmeyi anıştıran süreçlerden) tam anlamıyla iğrenmeyle ilgili
olmalıdır."
Freud ilginç biçimde, her ne kadar kadın
histerisiyle ilgili iki vakadan söz etse de, histerinin kadınlarda daha yaygın
olmasının nedeninin, kız çocuklarının cinsel saldırıya daha fazla maruz
kalmaları olduğunu ileri sürüyordu.
İki Travma Kuramı
Freud, o zamanlar çocukların yaşadığı cinsel tacizin
mutlaka zarar verici olabileceğini düşünmüyordu:
Küçük çocuklar o kadar çok cinsel saldırıya maruz kalırlar
ki, bu saldırıların hiçbir etiyolojik önemi yoktur.12
Dahası, çocuklukta yaşanan cinsel istismarın patojenik
etkisinin daha sonra (ergenlikten sonra), eskiden yaşanan o cinsel istismarı
yeniden harekete geçiren bir travmayla karşılaşıldığında ortaya çıktığını
ileri sürüyordu. Histerinin ortaya çıkışı çocuğun kendi genital organlarının
doğrudan uyarılmasını gerektirirken, eski cinsel taciz anısını yeniden
canlandıran sonraki travmanın,
...fiili bir cinsel şiddetten masum cinsel
hamlelere, başka insanların cinsel edimleri-
ne şahit olmaktan cinsel süreçlerle ilgili haberler
almaya kadar...
türlü türlü şeyler olabileceğini belirtiyordu.13
Anının bizatihi kendisi bastırılmış ve ilgili duygu, histerik semptoma dönüştürülmüştür.
Dahası Freud, bu noktada, daha sonra (ergenlikten sonra) yaşanan bir cinsel
tacizin anısının ancak bu deneyimin çocukluk döneminde yaşanmış bir travmayı
harekete geçirdiğinde hatırlanacağı tezini ileri ortaya atıyordu.
Dükkân Korkusu
Sonraki deneyimlerin öncekilerini uyararak
semptomlara neden olduğu bu ertelenmiş travma eylemi, Freud’un Bilimsel Bir
Psikoloji Projesi (1895) adını taşıyan ve psikolojiyle nörolojiyi
birleştirmeye yönelik ilk çabalarından biri olan kitabında da tartışılmıştır.
Freud orada klinik bir örnek olarak, tek başına dükkâna gidemeyen bir hasta
olan Emma örneğini vermişti. Emma on iki yaşındayken bir dükkâna girdiğini ve
birini çekici bulduğu iki erkek tezgâhtarın elbiselerine güldüğünü hatırladığı
bir anı yaşamış, bunun üzerine kaygıyla, dükkândan koşa koşa uzaklaşmıştır.
Freud “biraz daha araştırma” dan sonra ikinci bir anının açığa çıktığını
bildirmiştir: Sekiz yaşındayken bir şekerci dükkânı sahibi tarafından cinsel
tacize uğramıştır. Bu iki sahne arasındaki çağrışımsal bağ, tezgâhtarların
gülüşüydü ki onların gülüşleri Emma’ya genital organlarını avuçlayan dükkân
sahibinin sırıtışını hatırlatmıştı. Diğer bağ, Emma’nm bu iki dükkâna da yalnız
girmesiydi. Freud, ilk anı (sekiz yaşındaki anısı) yeniden canlandığında neler
olduğunu şu şekilde açıklamıştır:
Anı, o zaman olması imkânsız bir şeyi, bir cinsel boşalmayı harekete geçirmişti, ki bu boşalma da
sonra kaygıya dönüşmüştü. Emma bu kaygıyla, tezgâhtarların da kendisine aynı
şekilde taciz edeceklerini düşünmüş ve kaçmıştı.14
Freud ikinci anıdaki (on iki yaşındaki) ayrıntının, yani
Emma’nm tezgâhtarlardan birini çekici bulmasının, ilk anıyla olan bağı kopuk
olmasına rağmen, cinsel boşalmanın onun bilinç düzeyine çıktığının bir
belirtisi olduğunu eklemiştir.
Ertelenmiş Eylem
Bir
anlamda “ertelenmiş eylem” kavramı, çocukluklarında tacize uğramış hastalarla
uğraşanların aşina olduğu günlük bir klinik gözlemle ilintilidir.
Yetişkinlikteki bir olay ile çocukluktaki bir travma arasında bağ
kurulduğunda, kaygı ve cinsel travmayla ilgili diğer duygular harekete geçer.
Bunun, çocukken cinsel istismara uğramış birinin kendi çocuğu olduğunda veya çocuğu
onun cinsel istismara uğradığı yaşa geldiğinde meydana gelmesi yaygın bir örnektir.
Ne var ki bugün bu etkiyi her ikisi de Freud’un ortaya koyduğu anlamdan farklı
olarak iki şekilde anlarız.
Birincisinde,
yetişkinlikte yaşanan olay, kendi başına travmatik olan (örneğin, korkutucu,
aşırı uyarıcı, kafa karıştırıcı) çocukluk deneyimini harekete geçirir.
İkincisinde,
yetişkin kişi büyük cinsel farkmdalığını çocukluk deneyimine yükler ve hatta
çocukluğunda o deneyimine böyle bir anlam yüklememiş olsa bile ona travmatik
bir anlam atfeder.
Freud’un
kastettiği şeyse, ergenlikten sonra harekete geçen çocukluk anısının, çocukluk
dönemindeki olayın yapmadığı şeyi yaptığı ve cinsel uyarıya neden olduğuydu.
Bu cinsel enerji, yani libido, doğrudan cinsellik olarak yaşanmaz, psikolojik
olarak kaygıya dönüştürülür. Kuramının bu noktasında Freud, kaygının, libidonun
engellenmesiyle ve normal dışavurumun inkâr edilmesi halinde de dönüştürülmesiyle
ortaya çıktığını düşünmüştü. Dahası Freud, bu aşamada henüz çocuk cinselliği ve
çocuğun arzuları hakkındaki kuramlarını geliştirmeye başlamamıştı bile.
Freud, savunma kuramını obsesif nevroza ve paranoid
şizofreniye de uygulamıştır.15 Bu iki durumda da, semptomlar bastırılmış
olanın, yer değiştirmiş ve gizlenmiş biçimde geri dönüşünü temsil
ederler. Bastırılmış olan şey bir duygu, bir fikir veya bir anı olabilir.
Takıntılı ve zorunlu eylemler nevrozunda, hasta aynı şekilde yine koruyucu bir
işlevi olan, bastırılmış olanla mücadelesinde egoya yardım eden zorunlu
eylemlerle ilişkiye geçmektedir.
Bir Yatak Zamanı Ritüeli
Freud, takıntılı ve zorunlu eylemli koruyucu
tedbirlere örnek olarak, on bir yaşındaki bir erkek çocuğun aşağıdaki birkaç
yatak zamanı ritüelini verir: Yatmadan önce annesine o günün olaylarını anlatması;
halıyı, üzerinde hiçbir kâğıt veya başka bir çöp olmadığına emin olana kadar
yoklaması; yatağının duvara karşı yerleştirilmesi; yatağın önüne üç sandalye
konması; yastıkların yatağa belli bir şekilde yerleştirilmesi; havaya belli
sayıda tekme savurması ve yana yatıp uyuması.
Freud, birkaç yıl önce bir hizmetçi kızın
çocuğu yatağında taciz ettiğini saptamıştı. Daha sonra, yenilerde meydana gelen
bir olay bu anıyı yeniden canlandırmıştı;
...anı, çocuğun bilincine çıkmış ve onu
söz konusu seremoniyi icra etmeye zorlamıştı.'6
Bu yüzden çocuk, cinsel istismarı bilinçli
olarak hatırlamıyordu, onun yerine ritüeli icra etme zorunluluğunu
yaşıyor, ki bu ritüel de cinsel travmanın tekrarlanması olasılığına karşı bir
korunma işlevi görüyordu. Ritüel şu anlamları taşıyordu: Sandalyeler yatağın
önüne diziliyordu, böyle- ce kimse yatağına giremezdi; yastıklar istismara
uğradığı zamankinden daha farklı biçimde yerleştiriliyordu; çocuğun havayı
tekmelemesi, üzerine abanmış olan kızı uzaklaştırmak içindi; yana yatarak uyumasının
amacı, istismara uğradığı sıradaki pozisyonuna tezat oluşturmaktı; günün olaylarına
ilişkin itirafları, tacizcisinin olanları başkalarına söylemeyi yasaklayışına
karşı bir başkaldırıydı; yatak odasının zeminini temiz tutmakla bu kadar meşgul
olmasının nedeni ise, odasını temiz tutmaması halinde annesi tarafından
ayıplanma korkusuydu ve bu korku da, cinsel eylemin ayıplanması korkusunun
bir yansımasıydı.
Bir Paranoya Vakası
Freud,
bastırma ve bastırılmış olana geri dönme kuramını şiddetli bir paranoid
şizofreniden mustarip bir kadın vakasında da uygulamıştır. Frau P. otuz iki
yaşında, evli ve iki çocuk annesi bir kadındır. Çocuğunun doğumundan altı ay
sonra psikoza yakalanır, içine kapanır, kimseye gü- venmemeye başlar ve
insanların kendisine karşı olmasından şikâyet eder. Hastalığı kötüleşince,
gözlendiğine ve insanların kendisinin düşüncelerini okuduğuna inanmaya başlar.
Bir gün, soyunurken izlendiği fikrini üretir. Daha sonra çıplak kadın
halüsinasyonları görmeye başlar. Hatta, bir kadının karşısındayken onun kendisinin
çıplak resmine baktığını hayal eder. Ayrıca eylemlerine komuta eden bir ses de
duyar.
Freud, bu semptomların kökenini araştırmak için kendi
yöntemini uygulamıştır. Kadının gördüğü çıplak kadın halüsinas- yonlarınm
kadının kaplıca tedavisinden sonra başladığını saptar, ki orada çıplak kadın
görmüş olması doğaldır. Frau P. çıplaklık düşüncesinden utandığını belirtir.
Freud utanç deneyiminin, aslen kadının utanç duygusuyla ilişkili olmayan
eski bir deneyimine karşı gösterilen takıntılı bir tepki olabileceği fikrini
ileri sürer. Frau P., ailesinin veya doktorun önünde çıplak görünmekten utandığı
sekiz yaşma ait bir dizi sahne hatırlar. Ancak bu hatırlama süreci, ağabeyinin
önünde hiç utanma duygusu yaşamadan soyunduğu altı yaşma ilişkin anılarıyla
doruğa ulaşır. Ondan sonradır ki, Frau P. ve ağabeyinin, yataklarına gitmeden
önce birbirlerine kendilerini çıplak olarak teşhir etmeyi bir alışkanlık
haline getirdikleri ortaya çıkar.
Böylece Freud, Frau P.’nin birdenbire ortaya
çıkan soyunurken izlendiği fikrinin,
...kendi kendim ayıplamayı içeren, eski anının değişmemiş
bir parçası [olduğu] ve çocukken
hissetmediği utancı bu şekilde telafi etmeye çalıştığı
sonucuna varmıştır.17 Yavaş yavaş Frau P.’nin,
ağabeyiyle en azından altı yaşından on yaşma kadar süren çok uzun bir cinsel
ilişki yaşadığına ilişkin ayrıntılar ortaya çıkaracaktı. Frau P. evlendikten
sonra sekse karşı korkunç bir iğrenme duymaya başladığını ve kocasıyla
sevişmelerinin yan daireden duyulacağı konusunda çok endişelendiğini açığa
vurmuştur. Freud da, kadının evliliğinin bilinçdışmda bir zamanlar ağabeyiyle
evcilik oynadığı o çocukluk ilişkilerini uyandırdığı ve bunun kadının
bastırdığı kendi kendini ayıplama duygusuna neden olduğu yorumunda bulunmuştur.
Ses halüsinasyonları, cinsel deneyimleriyle ilgili bu bastırılmış kendi kendini
ayıplama duygusunun örtülü bir versiyonudur. İçerik bakımından zararsız gibi
görünse de bu sesler çok usturuplu bir biçimde ayıplanma duygusu
yaratmaktadır. Böylece bu sesler, bastırma güçleri ile bastırılmış olan şeyin
geri dönüşünü sağlayan güçler arasında bir uzlaşma sağlıyordu.
Freud,
Frau P.’nin depresyon tepkileri ve paranoyasının başlangıcı hakkında ayrıntılı
fikirler vermektedir. Kadının depresyonu, kocasıyla ağabeyi arasında cereyan
eden ve ağabeyinin ziyareti kesmesine neden olan münakaşadan sonra başlar.
Bunun ardından, herkes tarafından aşağılandığının “açık bir şekilde ortaya
çıktığı” bir durum yaşar. Bu durum, görümcesiyle olan ve görümcesinin, “böyle
bir şey benim başıma gelmiş olsaydı, üzerinde durmazdım,” sözlerini
kullandığı konuşması sırasında meydana gelmiştir.
Frau
P. bu sözlerin kendisini ayıplamak için söylendiğini düşünür, ama bu amacı
nasıl taşıdığını bilemez. Ayıplandığını düşünmesine neden olan şeyin,
görümcesi-
nin o sözleri söylerken kullandığı ses tonu olabileceği
sonucuna varır. Freud bu sözlerden önce neler söylendiğini sorunca, Frau P.
görümcesinin kendi ailesinin evinde ağabeylerle ilgili her türlü sorun yaşandığını
belirttiğini ve ardından şu sözleri eklediğini hatırlar: “Her ailede örtbas
edilmek istenecek türden şeyler olur. Ama böyle bir şey benim başıma
gelmiş olsaydı üzerinde durmazdım.” *
Freud, Frau P.’nin ağabeylere ilişkiif bu ilk
cümleyi, muhtemelen ağabeyiyle olan cinsel ilişkisiyle ilgili bir anıyı
uyandırdığı için bastırdığı ve ilgisini ikinci ifade üzerinde yoğunlaştırdığı
şeklinde yorumlar. Ayıplandığı duygusu -ki gerçekten de ağabeyiyle olan cinsel
ilişkisiyle ilgilidir-, konunun üzerinde durulmamasma ilişkin ifadeye
bağlanmıştı: Bu bir yer değiştirme örneğidir. İfadenin içeriğinde herhangi bir
ayıplama belirtisi olmadığı için Frau P. görümcesinin ses tonunda böyle bir
belirti olduğu sonucuna varmıştı. Freud, bunun paranoid kişinin yanlış
yorumlamalarının nasıl bastırmaya dayandığına ilişkin bir örnek oluşturduğunu
belirtmektedir.
Yararlı İğrençlik
Freud, histeri, obsesif nevroz ve paranoyanın benzer
kökenlere sahip olduğu sonucuna varmıştır.
Hepsinde de bastırmanın, psişik mekanizmanın çekirdeğini
oluşturduğu görülür ve hepsinde de bastırılmış olan şey çocuklukta yaşanmış bir
cinsel deneyimdir.19
Freud, on üç vakasının on üçünün de ağır olduğunu ve
çocukluk travmalarının, bazıları “yararlı anlamıyla iğrenç” olan “ciddi cinsel
hasarlar”a neden olduğunu belirtmiştir. Cinsel istismarların failleri,
...çocukların bakımının düşüncesizce ellerine teslim
edildiği dadılar, mürebbiyeler ve hizmetçilerdi; öğretmenlerdeyse cinsel istismar
oranı acınacak derecede azdı.19
Ancak
bu vakaların yedisinde, “saldırganlar masum çocuklardı,” özellikle kendilerinden
birkaç yaş küçük kız kardeşleriyle yıllarca cinsel ilişkiye girmiş olan
ağabeyler. Bazı durumlarda, erkek çocuk önce bir kadın tarafından cinsel
istismara uğramakta, daha sonra uğradığı cinsel istismara benzer şekilde kendi
kız kardeşine cinsel saldırıda bulunmaktadır.
Freud, cinsel istismarın aileler içinde nasıl
yankılandığını ve tekrarlandığını açıklamıştır. Bir vakada bir ağabey, bir kız
kardeş ve bir kuzenin üçü de nevrotiktir. Ağabeyin analizinden, kız kardeşine
cinsel istismarda bulunarak hastalığına neden olduğu için kendini ayıpladığı
ortaya çıkar; ona da kuzeni cinsel istismarda bulunmuştur; kuzenine de dadısı
aynı şeyi yapmıştır.
Histerinin Etiyolojisi
...histeri semptomları bilinçdışı bir işleyişe sahip
anıların türevleridir.20
Savunmanın nöropsikozları üzerine yazdığı tebliğden birkaç
hafta sonra Fre- ud, psikiyatristlerle nörologların dinleyici olarak katıldığı
bir konuşmasına dayanan bir bildiri daha hazırlamıştı. Histerinin Eti-
yolojisi adlı bu bildiri, önceki gözlemleriyle sonuçlarını yeniden onaylar
nitelikteydi ve onların üzerine inşa edilmesi, ona Fre- ud’a özgü bir tavırla
ve dinleyicilerinden birine cevap verirken dediği gibi, gelebilecek itirazlara
ve eleştirilere önceden yer vermekteydi.
Anılar Zinciri
Freud yazısına, eski çalışma arkadaşı Josef Breuer’e atıfta
bulunan bir keşifle başlamıştır:
Histeri semptomları... hastanın travmatik bir işleyişe
sahip olan ve psişik hayatında hatırlatıcı simgeler biçiminde yeniden üretilen
belli deneyimleri tarafından belirlenir.21
Freud
bundan sonra, histerik bir semptomu travmatik sahneye doğru izlemenin, ancak
bu sahne şu iki özelliğe sahipse uygun olduğunu ileri sürecektir: İçeriği semptomun
içeriğiyle bağlantılı olacak şekilde, bir belirleyici olarak hareket etmeye
elverişliyse ve yeterli travmatik güce sahipse.
Ayrıca
Freud, ortaya çıkarılan ilk travmatik sahnenin bu iki özelliğe sahipmiş gibi görünmediğini
açıklayacaktı ve bu, çağrışımlar dizisi takip edilerek birinci sahnenin ardına
gizlenmiş ikinci bir travmatik sahne bulmak üzere, analiz çalışmasının geriye
doğru daha da sürdürülmesi gerektiği anlamına geliyordu. Aslında, diye devam
etmişti Freud, bir histeri semptomu asla tek bir güncel deneyimle üretilmez,
daha önceki bir travmatik deneyimin anısının tepkiselliğinin bir sonucudur.
Freud,
çeşitli semptomlarla bağlantısı olan kompleks çağrışımsal anılar zincirini
tanımlamış, bunu üyeleri iç evlilik yapmış bir ailenin soyağacma benzemiştir.
Ancak burada şüpheye yer bırakmayacak bir sonuç çıkardığı da hemen
eklenmelidir:
Hareket noktamız olarak hangi vakayı ve
hangi semptomu seçersek seçelim, sonunda şaşmaz biçimde cinsel deneyim alanına
gelir dayanırız.12
Freud, ortaya çıkarıcı sonraki sahnelerin
cinsellikle ilişkileri büyük bir çeşitlilik arz ederken, önceki travmatik
sahnelerin her zaman çocuğun bedeninin cinsel istismarını içerdiğini ileri
sürmektedir:
Analizi erken çocukluk dönemine, geriye,
insan belleğinin ulaşabileceği en alt sınıra kadar sürdürme kararlılığını
gösterdiğimizde, her zaman için hastayı birtakım deneyimler; hem kendilerine
özgü özellikler hem de hastanın daha sonra ortaya çıkan hastalığının
semptomlarıyla ilişkileri bakımından aramakta olduğumuz nevrozun etiyolojisi
olarak kabul edilmeleri gereken deneyimler üretme aşamasına getiririz. Bu
çocukluk deneyimleri, içerik olarak yine daha cinseldir, ama daha önce
keşfedilmiş olan ergenlikteki sahnelerden çok daha tektiptir.1'
Tiksindirici Sahneler
Dinleyicisinin iğreneceğini ve tepki göstereceğini tahmin
eden Freud kendi duygularını şöyle ifade etmektedir:
Bu çocukluk dönemine ait cinsel sahneler, cinsel açıdan
normal bir insan için son derece tiksindiricidir; bu sahneler, yanak boşluğunu
ve rektumu cinsel amaçlı kullanan sefihlerle iktidarsızların bildiği tüm
istismar biçimlerini içerirler.24
Freud,
cinsel arzularını çocuklarla tatmin etme yoluna giden kişilerin cinsel tatmin
araçları konusunda çok titiz olmadıkları göz önünde bulundurulduğunda, cinsel
edimlerin sapkın doğasının daha anlaşılır bir zemine oturduğunu belirtmiştir.
Bu edimler, karşı cinsten yetişkin biriyle normal cinsel ilişkiye giremeyen
iktidarsız kişilerin edimleridir. Bu bağlamda, iktidarsız kişiler cinsel
istismara uğramış ve cinsel açıdan aynı şekilde iktidarsız olan çocuklarla aynı
kefededir. Burada, Fre- ud’un zamanında oral seksin (“yanak boş- lugu”yla
ilişkili olan) “ayıp” sayıldığını da belirtmek gerekecektir.
Freud, cinsel istismarın uzun dönem etkileri konuşunda
günümüze uygun bir anlayış sergilemiş; örneğin, çocuk ile tacizcisi arasındaki
güç dengesizliği ve otoritenin oynadığı rolün sapkınlığı hakkında aşağıdaki
önsezili yazıyı kaleme almıştır:
Dengesiz eşleşmiş çiftin aşk ilişkilerinin bütün tekil
koşulları (bir yanda, bir cinsel ilişkinin gerektirdiği karşılıklı bağlılıkta
yer alamayan, şimdiyse tam bir otoriteyle ve cezalandırma hakkıyla kuşanmış
olan ve ruhunun doyurulmamış tatmini doğrultusunda bir rolden başka role
geçebilen yetişkin; diğer yanda, çaresizliği içinde bu keyfi arzunun insafına
kalmış, vaktinden önce her türlü hassasiyetle uyarılan ve her çeşit hayal
kırıklığına açık hale gelen, cinsel eylemlerde kendisine atfedilen performansı
sık sık kendi doğal ihtiyaçlarının üzerindeki denetimin yetersizliğiyle
kesintiye uğrayan çocuk), bütün bu grotesk ve trajik uygunsuzluklar,
kendilerini çocuğun sonraki nevrotik gelişiminde, en ufak ayrıntısına kadar
izinin sürülmesi gereken sayısız ve daimi etkiler halinde damgalanmış olarak
belli ederler.25
Cinsel Sahnelerin Gerçekliği?
Freud
elde ettiği sonuçların kanıtlarını açıklarken, “savunma nevrozu”ndan mustarip
olan ve bu etiyolojiyi gösteren on sekiz hasta üzerinde çalıştığını belirtmiştir.
Bu vakaların her biri “çoğu zaman yüz saat veya daha fazla zaman” almıştır.26
Bu nedenle, vardığı sonuçların “boş spekülasyonların bir ürünü”
sayılamayacağını ileri sürer.27
Freud
aynı zamanda, “çocukluk dönemindeki cinsel sahnelerin gerçekliği” konusundaki
kanıtlarını da ortaya koymuştur. Dinleyicilerinin kuşkucu davranacaklarının
farkında olan Freud, bu cinsel sahnelerin gerçek mi yoksa hayali mi olduğu
konusunda son derece hassas davranmış ve bu sahnelerin gerçeğe uygun olduklan-
na ilişkin sonuçlarını destekleyecek pek çok etken sıralamıştır.
Önce, çeşitli hastaların, bu kişilerin birbirlerini
tanımıyor olmasına ve cinsel istismarla ilgili ortaya çıkarılmış anı üzerinde
yoğunlaşan herhangi bir grup veya kültür olmamasına rağmen, ifadelerinde yer
alan ayrıntıların bazı ortak özelliklerini not etmiştir.
Sonra da, hastaların bazen zararsız saydığı,
önemlerini değerlendiremediği olaylar veya laf arasında,
...ancak hayat deneyimi olan birisinin anlayabileceği
ve gerçekliğin aldatıcı yönleri olarak değerlendirebileceği...
türden ayrıntılar anlattığına dikkat çekiyordu.28
Dahası gerçeklik izlenimi, cinsel sahnelerin vaka
öyküsünün bütünüyle olan ilişkileriyle de desteklemiştir. Freud bu durumu
bulmaca benzetmesiyle açıklamıştır: Eksik yere uyan tek bir parça vardır. Ancak
Freud, başka bir kanıtın -“gerçekten de çürütülemez” bir kanıtın- daha olduğunu
belirtmektedir: Analizi yapılan kişinin elindeki malzemenin işe yararlılığının başka
birinin tamkhgmca doğrulanması. Bugünkü sahte anı derneklerini destekleyenlerin
talep ettikleri kanıtın standardı da budur zaten.
Bu
doğrulamaya bir örnek, iki çocuğun cinsel ilişkiye girdiği ve birinin diğerinin
anılarını sonradan onayladığı vakadır. Fre- ud bu tür onaylamayı, on sekiz
vakasından ikisinde gördüğünü belirtmektedir.
Bir
vakada, bir ağabey kız kardeşiyle çocukluğunda cinsel ilişkiye girdiğini
onaylamıştır. İkinci vaka, çocukluklarında aynı adamla ayrı ayrı ve
birbirleriyle üçlü cinsel ilişki yaşamış iki kadının vakasıdır. Bu kadınların
ikisi de, Freud’un çocukluk olaylarından kaynaklandığını anladığı aynı
semptomlardan şikayetçi olmuşlardır.
Freud,
kendisinin ulaştığı, genital organların doğrudan uyarılması ve “cinsel ilişki
benzeri hareketler” biçiminde çocuklukta yaşanan cinsel deneyimlerin, ergenlikte
veya ergenlik sonrasında yaşanan travmalarla yeniden canlanan ve sonra da
histerik semptomların ortaya çıkmasına neden olan temel travmalar olduğu sonucuna
karşı, birbirine iki zıt itiraz geleceğini tahmin etmiştir.
Bu
argümanlardan biri, çocuklara yönelik cinsel istismarların çok seyrek olduğu,
dolayısıyla bunun histeri gibi yaygın bir sendromun belirleyicisi olamayacağı
savıydı.
İkinci
sav ise, bu deneyimlerin çok yaygın olduğu, öyle ki sırf bu nedenle, özellikle
çocukluğunda cinsel istismara uğrayıp da histerik olmayan birini bulmak zor
olmayacağı için, etiyolojik bir önemi olamayacağı biçimindeydi.
İlk
itiraza yönelik olarak Freud, çocukların genelde sanıldığından daha fazla cinsel
istismara maruz kaldığını ileri sürmüş ve pediyatristlerin, dadıların ve bakıcı
kızların küçük bebeklere dahi uyguladığı cinsel istismarların sıklığına
dikkati çeken yayınlarından alıntılar yapmıştır.
Freud
on sekiz vakasını, çocuklara cinsel istismarda bulunan yetişkinlere göre üç
gruba ayırmıştır. İlk grupta yabancı kişilerin yaptığı cinsel istismarlar;
İkincisinde dadı, mürebbiye, özel öğretmen “veya ne yazık ki” çocuğu yıllarca
süren bir cinsel ilişkiye alıştıran ve “yakın akraba” gibi çocuğa bakma
görevinde bulunan bir yetişkinin yaptığı cinsel istismarlar; üçüncü- sünde de
çocuklar, çoğunlukla ağabeyle kız kardeş arasında olan ve genellikle ergenlik
sonrası döneme kadar devam eden cinsel ilişkiler yer almaktadır.
Freud, vakalarının çoğunda bu etiyolo-
jilerden iki veya daha fazlasının birlikte etkili olduğuna dikkat çekmiştir:
Birkaç durumda farklı bölgelerden gelen
cinsel deneyimlerin üst üste gelişi çok şaşırtıcıydı?9
Ancak, hastalarının hepsinin “hayatı zehir
eden ciddi nevroz hastahğı”ndan şikâyetçi oldukları düşünülürse, bu ilginç gözlemin
daha anlaşılır olabileceğini de ekleyecektir?0
Freud, iki çocuk arasında cinsel bir ilişkinin söz konusu
olduğu durumlarda, bazen karşısındaki kız çocuğunu ilişkiye zorlayan erkek
çocuğun daha önce bir kadın tarafından cinsel istismara uğradığı ve erkek
çocuğun kadının onun üzerinde yaptığı aynı şeyleri bu sefer kendisinin kız
çocuğuna yaptığı şeklindeki ilginç gözlemini de dile getirmiştir.
Sonra da, çocuklara yönelik cinsel istismarın
çok yaygın olduğu ve bu deneyimi geçirmiş herkesin histerik olmadığı biçimindeki,
çocuklukta geçirilen cinsel travmanın rolüyle ilgili hipotezine yönelik olarak
gündeme getirilebilecek ikinci muhtemel itiraza geçmiştir. Histerik olanların
hepsinin böyle bir istismar yaşamış olduğu ortaya çıktığı sürece, çocuklukta
cinsel istismara uğramış birçok kişinin histerik olmamasının kendi hipotezine
sarsıcı bir zarar getiremeyeceğini savunmakta ve bu durumu çiçek hastalığıyla
örneklemektedir: Çiçek hastalığına yakalanmış biriyle temasta olan herkes bu
hastah- ğa yakalanmaz, ama hastalığın bulaşarak yayılması, bilinen tek ortaya
çıkış nedenidir. Freud ayrıca, çocukluktaki cinsel travmanın etiyolojik
önemine ilişkin hipotezin, tümüyle histeriklerin çocukluklarında meydana
gelişlerine bagh olmadığını, cinsel istismar sahneleriyle histeri semptomları
arasında “çağrışımsal ve mantıksal bağlar” bulunmasına bağh olduğunu söylemektedir.
Sahneler Sahte Anılar Olabilir mi?
Freud, çocukluktaki cinsel istismara ilişkin
anıların, otoriter bir doktor ile itaatkâr bir hastanın birlikte yarattığı
sahte anılar olduğu biçiminde, alternatif bir hipotez atılabileceğinin
farkındaydı. Ve be- lagatle şunu sormuştu:
Acaba doktor, bu tür sahneleri, bunların
kendisine ait anılar olduğunu ileri sürerek uysal hastasına zorla kabul ettiriyor
veya hasta doktora bilerek keşfettiği veya hayal ettiği ve gerçek zannettiği
şeyler anlatıyor olamaz mı?31
Freud bu görüşe karşı birçok sav öne
sürmüştür. Önce, hastaların analize gelmeden önce çocukluktaki cinsel istismar
anılarının bilinçli olarak farkında olmadıklarını, bu anıların ancak
“tedavinin en etkili zorlaması”yla hatırlandığını belirtmiştir.32
Hastalar bu anıları hatırlarken, üzüntüyü, “vahşi duygular”ı ve utancı bir
arada yaşamaktaydılar. Dahası, sahneleri inandırıcı biçimde tekrar canlandırdıktan
sonra bile hâlâ gerçekliklerini inkâr etmeye çalışıyorlardı. Freud şöyle bir
soru sormuştu:
Hastalar kendilerinin keşfettiği bir şeyi
yalanlamak için -artık hangi güdüyle yapıyorlarsa bunu-, neden beni bunların
doğru olmadığına bu kadar ısrarla inandırmaya çalışsınlar ki?33
Freud, hastaları, bu sahneleri hayal etmeye
bizzat kendisinin ikna ettiği ve telkinin etkisiyle bunları onlara kendi
anılan gibi sunduğu şüphesini yalanlamanın çok daha zor olduğunu belirtmiş ve
tabii böyle bir şeyi kabul edilemez bulmuştur:
Bugüne kadar, herhangi bir hastanın diğer duygularıyla
uyumlu olduğu izlenimi veren ve bulmayı ümit ettiğim tek bir sahneyi bile
kabul ettirmeyi başarabilmiş değilim.54
Freud
bu yazısında, hastaya bilinçdışı anılarını hatırlatmak için uygulanan yöntemlerden
söz etmez. Anıların serbestçe açıklanmadığını, hastanın direncine karşın
üretildiğini belirtmiştir. Ancak, Bre- uer’le birlikte yazdığı kitabın sadece
kendisine ait bir bölümünde, yöntemini açıklamış, o zamanlar diğer histeri uzmanlarının
yaptığı gibi önceleri hipnozla araştırma yaptığını yazmış, ama bunun her hastada
başarılı olmadığına dikkat çekmiştir.
Daha sonra, hastalara semptomlarının ilk ortaya çıktığı
zamaıiı hatırlamalarını ve o zamana yoğunlaşmalarını talep ettiği, ardından
çağrışımları zamanda geriye doğru izlediği bir yöntem geliştirmiştir. Freud’un
.bu yöntemini, hastalara, ahnlarına bastırdıklarında bir şeyler
hatırlayacaklarını söyleme hilesi tamamlamaktaydı. Bu ve buna benzer birçok
yolla Freud, hastalarının bilinçli istemlerini bir kenara bırakıp, beklenmedik
fikirlerin, imgelerin ve anıların akıllarına gelmesini sağlamaya yardımcı
olmaktaydı. Freud, ciddi patojenik anıların berrak bir biçimde ve kolayca
ortaya çıkmalarının ender rastlanan bir durum olduğunu belirtmiştir.
Bulunanlar, daha ziyade, bir çağrışım zincirindeki orta boyutlu bağlardı ve bu
bağlar da genellikle kırık ve parçalı oluyordu.
Bir analizin ileri aşamalarından önceki
aşamalarına doğru baktığımızda, genellikle hastaya baskı yaparak elde ettiğimiz
bütün o fikir ve sahnelerin nasıl bozuk biçimde ortaya çıktığını görür ve
şaşarız 35
Freud’un Histerinin Etiyolojisi’ni
yazdığı sıralarda kullandığı yöntem buydu. Bugün ise insanların, hipnotizma
ve benzeri yöntemlere, gerçek anılan ortaya çıkarmak yerine daha çok masal
uydurmak için başvurmaya eğilimli olduğu dikkate alındığında, böyle bir yöntem
kuşkusuz artık önerilemez. Yine de Freud, kendi yöntemi ve mantığını oldukça
berrak ve kapsamlı bir şekilde açıklamış; hastanın hatırlamaya karşı direnmesi
(ki bu, histerinin savunma özelliğinin bir görünümüydü) ve doktorun
görevinin bu direnci kırmak olduğuna ilişkin varsayımı üzerinde kapsamlı
biçimde durmuştur.
Freud’un
Yaklaşımının Günümüz Bakış Açısıyla Uyumluluğu
Histerinin Etiyolojisi harika bir metindir; zekâ dolu ve sarsıcıdır. Bu metni yazarken
Freud, anıların yer değiştirici, yanlış yönlendirici, hain doğasını ve
fantaziy- le birleşip masal uydurma eğilimini henüz fark etmemişti. Yine de
çocuklukta cinsel istismarın yaygın oluşu, bu istismarın son derece derin
patolojik etkileri, istismar edilen kişinin kendisinin istismar eden kişi
haline geldiği saldırganla özdeşleşme fenomeni konusundaki kavrayışlarıyla,
bir yetişkin travmasının etkisini eskiden yaşanmış bir travmayı yeniden
canlandırmasından aldığını fark edişiyle; bütün bunlarla Freud’un içgörüleri,
yüz yıl sonra günümüzde bile bazı bakış açılarına hâlâ çok yakındır. Freud’un
genel fikirleri yirminci yüzyılın fikirleriyle pek bağdaşmasa da böyledir,
çünkü çocuklara yönelik cinsel istismarın yaygın ve etkili oluşunun belirlenmesi
ve travmanın etkilerinin kavranması ancak yakın zamanlarda gerçekleşmiştir.
Freud’un
“Ayartma Kuramı”ndan Vazgeçişi
Freud, histerinin cinsel istismar etiyo- loj isine ilişkin
temel kuramından vazgeçtiyse de, çocukluktaki cinsel travmanın yaygınlığı ve
etkisi konusundaki düşüncesini tümüyle bırakmış değildir. Örneğin daha sonra,
1924’te Histerinin Etiyoloji- si’ne eklediği ve hastanın direnmesine karşın
cinsel istismar sahnelerini hatırlatma süreciyle ilgili açıklamasına koyduğu
bir dipnotta şunu yazmıştır:
Bunların hepsi doğru; ama bunu yazdığım
zamanlarda henüz gerçekliğe aşırı değer, fantaziye
de az değer yüklediğim unutulmamalı.36
Sonraki fikirlerini yine 1924 tarihinde, Savunmanın
Nöropsikozu Konusunda Ek Fikirler başlıklı yazısına eklediği dipnotta
ayrıntısıyla açıklamıştır:
Bu bölüme, ilk yazdığım zamandan beri
sürekli onaylayıp düzelttiğim bir hata hâkim. 0 zamanlar hastalarımın çocukluk
yıllarındaki fantazilerle gerçek anılarını birbirinden ayırt edebilecek
durumda değildim. Bu nedenle, ayartmanın etiyolojik etmenine, aslında sahip
olmadığı bir önem ve evrensellik özelliği atfettim. Bu hata giderildiğinde, Cinsellik Kuramı Üzerine Üç Deneme (1905) adlı
çalışmamda tanımladığım, çocukların cinselliğinin kendiliğinden tezahürü
konusunda belli bir fikir edinmek mümkün oldu. Yine de yukarıdaki metindeki
her şeyi yok saymamalıyız. Ayartma belli etiyo- lojik bir öneme sahiptir; hatta
bugün bile bu psikolojik yorumların bazılarının geçerliliğini hâlâ koruduğunu
düşünüyorum.37
Bu,
çok yerinde ve psikanalitik bilgiye sahip kişilerin çoğunluğunun katılabileceği
bir yorumdur. Çocukların baştan çıkarılması veya cinsel istismarı, bazı
psikolojik sorunların ortaya çıkışında rol oynar oynamasına ama, temel ve
evrensel etiyo- lojik bir öneme sahip değildir. Dahası, çocukluk dönemine ait
fantazilerin gerçek anı zannedilmesi de mümkündür.
1914 yılında yayımlanan Psikanalitik Hareketin Tarihi
Üzerine başlıklı bildirisinde de Freud, “bu genç bilim için neredeyse
ölümcül etkileri olmuş olan” diye tanımladığı “hatah fikri” ne tekrar atıfta
bu-
lunmuştur. Analizin, bugünkü semptomları geçmişteki
şeylere doğru biçimde yönelttiğini, ama, özellikle o zamanlar çocuk cinselliği
konusundaki kuramlarını henüz geliştirmediği için, analiz sonucunda ortaya
çıkan cinsel ayartma sahnelerini gerçek kabul ettiğini açıklamıştır. Freud,
kendisini etiyoloji hipotezinden “imkânsızlığının ağırlığı altında ve kesin
olarak soruşturula- bilir durumlarla olan çelişkilerinin ışığında”
vazgeçmek,zorunda hissedince “çaresiz bir şaşkınlığa” düştüğünü ve “gerçekliğin
katı zemini ortadan kalktığı” için “bütün çalışmasını seve seve
bırakabileceği”ni de belirterek sözlerine devam edecektir.38
Ümitsizlik duygusunun ardından ise,
beklentileri yanlış çıktığına göre bunları tekrar gözden geçirip düzeltmesi
gerektiğini anlamış ve bu, onu yeni bir kavrayışa götürmüştür.
Histerik öznelerin semptomları kurgusal
travmalara dayanıyorsa eğer, o zaman ortaya, onların bu tür sahneleri
fantazilerinde yarattıkları ve bu psişik gerçekliğin pratik gerçeklikle
birlikte dikkate alınması gerektiği sonucu çıkar.39
Böylece
Freud çocuk cinselliği kuramına, Oedipus kompleksine ve fantazinin, psişik
gerçekliğin ve kendini aldatmanın zihinsel hayattaki yaygın rolüne geçmiştir.
Bugün
bazı yorumcular, Freud’un bu fikir değişikliği nedeniyle doğru konumlamayı
bozduğunu ileri sürüyorlar.40 Freud’un, önce hastalarını çocukluk
dönemlerine ait sahte cinsel istismar sahneleri üretmeye zorladığını -ki
bunları da zaten kendisinin uydurduğunu-, sonra hatasını fark edince,
hastalarının cinsel sahneleri kendiliğinden anlattıklarını, böylece çocuk
cinselliği ve Oedipus kompleksi fikrinin doğmasında kendisine kaynaklık ettiklerini
öne sürdüğünü iddia ediyorlar.
Freud’un,
çocukları cinsel açıdan istismar edenlerin başında ilk olarak dadıları,
mürebbiyeleri, vb., saydığını, ama sonra, çoğu hastasının babaları tarafından
cinsel istismara uğradıklarını söylediklerini iddia ettiğini de ileri
sürüyorlar; ki onlara göre Freud, böylece hastalarının anlattıkları ile çocuğun
fantazisinde babasını veya annesini arzuladığı fikri üzerine kurulu olan
Oedipus kompleksi arasında bir uyum zemini hazırlamış oluyordu.
Oysa
bu iddialar asılsızdır. Hepsi de Freud’un günlük metinleri ve sonradan yazdığı
dipnotlar üzerine kuruludur. Freud, ilk yazılarında babanın baştan çıkarıcı-
hk rolünden, bu fikir okurlarına rahatsız edici (belki aynı şekilde kendisine
de rahatsız edici) geleceği için söz etmediğini açıkça kabul ediyordu. Cinsel
istismarın ne kadar önemli olduğu konusundaki fikrini değiştirmesi, sonraki
klinik deneyim ve düşüncelerinin ışığında görüşlerini sürekli gözden geçirdiği
daha geniş ve kapsamlı bir modelin bir parçası olarak görülebilirdi.
Histeriyle ilgili “ayartma kuramı”ndan vazgeçmesine rağmen,
Freud bazı vakalarda çocukluktaki cinsel istismarın patoje- nik rolüne zaman
zaman değinmiştir. Örneğin Musa ve Tektanrıcıhk’ta, genel olarak
psikolojik travmaların etkilerinden söz etmekte ve lâf arasında şunları söylemektedir:
Erken çocukluk döneminde cinsel istismarın öznesi olmuş
bir kız, ilerideki cinsel hayatını sürekli benzer saldırıları tahrik edecek
şekilde yönlendirebilir.41
Freud,
geç dönemlerde yazdığı başka bir bildirisinde (Egonun Yarılması, 1940)
bir erkek çocuğun iğdiş edilme tehdidinin “gerçekliği”ne nasıl inanır hale
gelebileceğini klinik bir örnek üzerinde açıklamaktadır. Üç yaşındaki bu
çocuğun, “kadın ge- nital organıyla kendisinden daha büyük bir kızın baştan
çıkarması sonucunda tanıştığı” m ve sonrasında “dur durak bilmeden eliyle
mastürbasyon yaparak” “enerjik bakıcısının” onu iğdiş etme tehdidinde bulunarak
“bu cinsel uyarı kurgusunun sürmesini sağladığı”m anlatmaktadır.42
Freud’un bu örneği vermesindeki amacı, çocuğun kadın genital
organım ve penis yokluğunu görmesinin, iğdiş edilme tehdidiyle birleşince,
çocuğun bu tehdidi gerçek olarak algılamasına neden olabileceğini tasvir
etmektir. Ancak bugünün bakış açısıyla değerlendirildiğinde, bu örneğin
tasvirinde çocukluktaki cinsel istismar fikrinin son derece gelişigüzel
işlenmesi ilginçtir.
Doğruluk ve Yanlışlık
Freud ortaya çıkarılmış anılan, doğrulukla
yanlışlığı içerebilecek yapıda görmeye devam etmiş ve ayrışmayı engelleyen bu
içkin gerilime aşağıdaki güçlü paragrafında değinmişti:
Analiz sayesinde günışığına çıkan çocukluk
deneyimleri, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde gerçekse, o zaman sağlam bir zeminde
olduğumuzu hissederiz; ama bunlar sürekli yanlışlanır ve hastanın fantazilerin-
den çıkma uydurmalar oldukları anlaşılırsa, bu kaygan zeminden kaçıp, kurtuluşu
başka yerde aramak gerekir. Bunların ikisi de doğru değildir: Analiz sırasında
kurgulanan veya hatırlanan çocukluk deneyimleri, bazen kuşkuya yer
bırakmayacak biçimde yanlış olabilir, ama aynı kesinlikte doğru da olabilir ve
birçok durumda doğrulukla yanlışlık bir ar adadır.
Cinsel İstismar “Yeterince Yaygm”dır
Freud, çocukluktaki cinsel istismarın önemine, görüşlerini
özetlediği son metinlerinden birinde de işaret etmiştir: Psikanaliz
Üzerine Bir Taslak (1940). Burada, evrensel olmasa da “yeterince yaygın”
olan belli deneyimlerin etkilerinden söz etmektedir. Bu deneyimler şöyle
sayılmıştır:
Çocukların yetişkinler tarafından cinsel istismara
uğratılması, çocukların kendilerinden biraz daha büyük başka çocuklarca
(ağabey veya ablalar tarafından) baştan çıkarılmaları ve hiç aklımıza
gelmeyecek bir şey, çocukların cinsel izlenimlerle ilgilenebileceklerini veya
bunları anlayabileceklerini veya bunları ileride hatırlayabileceklerini hiç
düşünmediğimiz bir yaştayken büyüklerinin (anne babalarının) birbirlerine
karşı gösterdikleri cinsel davranışları ilk elden görmekten veya duymaktan
dolayı derinden tahrik olmaları™
Freud bu deneyimlerin şu etkileri yaptığını
belirtmektedir:
...çocuğun hassasiyetini arttırır ve kendi cinsel
itkilerini, sonradan dışına çıkamayacakları belli kanallara doğru yönlenmeye
zorlar.45
Freud’a göre, travmatik cinsel aşın uya- nmlann böyle erken
dönemlerdeki izlenimleri, kişiye anı biçiminde yeniden dönme tehdidinde
bulunması durumunda bastırılmakta, böylece “egonun cinsel işlevi denetlemesini
imkânsız hale getirecek olan nev- rotik zorlama” ortaya çıkmamakta, bunun
sonucu da kendisini ya cinsel ketleme ya da cinsel sapkınlık şeklinde
göstermektedir.
Freud çocukluktaki cinsel travmayla ilgili
bu düşüncelerine, kendini daha fazla adadığı Oedipus kompleksi konusuna girerken
kısaca ve söz arasında değinmektedir. Ancak bu düşüncelerinin son yazdığı
metinlerde yer alması, Masson’un (1984) eleştirilerine rağmen, Freud’un bazı
vakalarda cinsel istismarın gerçekliği ve dehşet verici gelişimlerinin meydana
getirdiği sonuçlar konusunda şaşmaz bir görüşe sahip olduğuna işaret
etmektedir.
Freud’un Bellekle İlgili Görüşü
Bir aralar Freud’un, bir kişinin hayatındaki
bütün olayların sürekli çalışan bir video kasedi gibi net biçimde zihninin bir
yerine kaydedildiği, bu olaylara anıların baskıdan kurtarılması halinde
ulaşılabileceği görüşünü savunduğu ileri sürülmüştür. Peki, Freud’un böyle
düşündüğüne ilişkin herhangi bir kanıt mevcut mudur?
Freud en ünlü kitabı Rüyaların Yoru- mu’nda
(1900’de yayımlanmıştır, ama çoğu bölümünün 1896’da yazıldığı bilinir,)
rüyaların anıları tasvir ediş biçimleri üzerinde durmaktadır:
İnanıyorum ki, rüyalarla ilgilenen hiç
kimse, bir rüyanın uyanık haldeki öznenin sahip olduğunu bilmediği bilgi ve
anıların kanıtlarını vermesinin yaygın bir durum olduğunu keşfetmekte zorluk
çekmez*
Buna
birçok örnek vermektedir. Freud, rüyalarından birinde eski kasabasında doktor
olduğunu bildiği (rüyasında) bir adamı görür; adamın suratı belirsizdir, ama
ortaokuldaki öğretmenlerinden birine benzetir. Annesini biraz sorguya çekince,
çocukluğunda böyle bir doktorun var olduğunu ve adamın tek gözlü olduğunu öğrenir;
söz konusu öğretmeni de tek gözlüdür, bu da rüyanın bu iki adam arasında
kurduğu bağdır. Freud bu doktoru otuz sekiz yıldan beri hiç görmemiştir ve onun
hakkında hiçbir bilinçli anısı yoktur.
Ancak, demiştir Freud, anılardan çeşitli parçalar alıp da
daha önce kaydedilmiş bütün deneyimlerin aslında ilksel olarak
hatırlanabileceği izlenimi söz konusu olsa da, rüyalarda genellikle sadece
reprodüksiyonlardan parçalar görülür ve bir deneyimle başka bir deneyimin
ayrıntıları dış gerçekliği yadsıyacak şekilde birbirinin içine karıştırılır.
Burada Freud’un rüyalarla ilgili gözlemlerinden önemli bir
noktaya varılmaktadır. insan hayatı boyunca yaşanan her türlü deneyimin
izlenimleri bir şekilde beynin içinde depolanıyor ve rüyalarda kullanılıyor
olabilir, ama bu, bu anıların bilinçli, tutarlı ve doğru biçimde tekrar ortaya
çıkarılmasının mümkün olacağı anlamına gelmez. Aslında rüyalar eskiden yaşananları
yeniden üretmez, sadece parazit yapar. Freud’a göre rüyalar, arzunun yerine
getirilmesi isteğinin örtük ifadeleridir; iç çatışmadan kaynaklanan çarpıtmalardır;
“bir çeşit iç sahtekârlıklardır.”47
Rüyalar, gerçekliği dışarıda bırakmanın, farklı deneyim ve
izlenimlerden ayırt etmeksizin her türlü parçayı almanın bir biçimiyse, o zaman
tarihsel gerçekliği bulgulamak için gidilen yollar olarak görülemezler.
Freud anıların, özellikle de uzak geçmişe
ait olayların, rüyalar şeklinde nasıl yeniden kurulabileceğini gösterdiğinde
bu durumun çarpıcı yansımaları iyice belirginleşmektedir. Freud bu konuyu,
1899’da yayımlanan, ama muhtemelen Rüyaların Yorumu’ndan sonra yazılmış
olan Perde Anıları’nda incelemişti.
Perde Anılan
Freud bu metnine, en eski yıllanmıza ait izlenimlere
“zihnimizin derinliklerinde yok edilmesi imkânsız izler”48
bıraksalar da, bilinçli anılarımızda doğrudan ulaşamayacağımızı belirterek başlamıştır.
Daha sonra, ancak altı, yedi, hatta daha geç bir yaşımızda hayatımızı birbirine
bağh olaylar dizisi olarak hatırlayabilecek duruma geldiğimizi söylemektedir.
“Perde anısı” kavramını -duygusal açıdan önemsiz olan, ama çağrışımsal bir bağ
kurabilecek daha can sıkıcı bir anının yerine geçen anı kavramını- bunun için
ortaya atmaktadır. Böyle bir anı, Freud’un rüyalarla ilgili incelemelerinde
rastladığı yer değiştirme mekanizması tarafından, kısmen belirlenmiş
olmaktadır.
Freud
buna ilişkin olarak, otuz sekiz yaşındaki bir adamın anlattığı (ve genellikle
otobiyografik olarak kabul edilen) bir anıyı örnek vermiştir. Anlatıcı, dikdörtgen,
meyilli, yeşil ve sık bir çayır görmüştür. Sarı çiçekler vardır, hindibalar.
Çayırın bir ucunda bir kulübe vardır; kulübenin önünde iki kadın, bir dadı ve
bir köylü kadın lâflamaktadır. Üç çocuk çimenlerin üzerinde oyun
oynamaktadır. Bu çocuklardan biri anlatıcıdır, iki veya üç yaşındadır,
çocuklardan bir diğeri ondan bir yaş büyük kuzeni, diğeri de anlatıcıyla aynı
yaştaki kuzinidir. Çocuklar sarı çiçekleri toplayıp demet haline
getirmektedirler, ama kızın demeti içlerindeki en güzelidir. İki erkek çocuk,
kızın üstüne çullanıp çiçekleri kaparlar. Kız ağlayarak koşmaya başlar ve
köylü kadın ona koca bir dilim ekmek verir. Anlatıcıyla kuzeni çiçekleri atar
ve kulübeye doğru koşarlar, onlar da ekmek isterler. Köylü kadın uzun bir bıçakla
ekmeği keser ve ikisine de birer dilim verir. Ekmeğin tadı nefistir.
Anının
anlatımının rüyaya benzer bir hali vardır, Freud da bu yüzden rüya yorumunda
kullandığı ilkeleri kullanmış, çeşitli ayrıntıların çağrışımlarını araştırmış
ve nihayet “anı”yı bastırılmış arzu ve fantazi- ler bağlamında açıklamıştır.
Anıya ilişkin araştırması uzundur. Ancak bunun anlamı, anlatıcı on yedi
yaşındayken âşık olduğu kızın canlı sarı renkli elbisesini hatırlayıp da
çiçeklerin sarılığıyla bağ kurulmasını sağlayınca hemen ortaya çıkar. Ailesi
zengin olan bu kız, taşrada yaşıyormuş.
Önceleri anlatıcının yaşadığı ev de aynı bölgede, güzel bir
ormanın yanındaymış, ama babasının işi bozulunca orayı terk edip şehirde yarı
yoksul bir hayat sürmeye başlamışlar. Sarı elbiseli kızla on yedi yaşında
karşılaşmasından üç yıl sonra amcasını ziyarete gitmiş ve anısında yer alan o
iki çocukla karşılaşmış. Babasıyla amcası onun yaptığı karışık işleri bırakıp
daha somut bir işe girmesi, kuziniyle (sarı çiçekli kız) evlenmesi ve
amcasının yaşadığı bölgeye yerleşmesini içeren bir planda anlaşmışlar.
Anlatıcı bu planı kabul etmeyip akimdaki işlerin peşine düşmeyi yeğlemiş.
Freud
bu anıyı şu şekilde yorumlamıştır: Anlatıcı, babasıyla amcasının tasarladığı
plana uymuş olsaydı nasıl rahat bir hayat sürebileceğini hayal etmiş, ama hayalinde
(babasıyla amcasının kararlaştırdığı gibi) kuziniyle evleneceği yerde sarı elbiseli
kızla evlenmişti. Bu harika hayat o nefis ekmekle temsil ediliyordu. Kızın
elinden çiçekleri almak onun “çiçeğini koklamak,” yani bekâretini bozmak
anlamına geliyordu; kızla gerçekteki karşılaşmasında takındığı utangaç
tavrıyla tezat oluşturacak bir hareketti bu. Çiçekleri atmak, pratik olmayan
fikirlerinden kurtulup babasının sunduğu “yağlı ekmekli” işin peşinden gitme
biçimindeki bir isteği dile getirmekteydi. Bu arzu fantazisi anısı, anlatıcının
çok çalıştığı ve “ekmeğini kazanmak” için kıyasıya mücadele verdiği bir
dönemde ortaya çıkmıştı.
Bu yoruma karşılık anlatıcı şunları söylemiştir:
Öyle görünüyor ki, hayatımın daha rahat
nasıl olabileceği konusundaki iki fantazi serisini birleştirmişim; yani “sarı”
ve “köy ekmeği” nin geçtiği fantaziyle, çiçekleri ve olayla ilgili gerçek
kişileri bir kenara attığım diğer fantaziyi.
Freud da ona şu cevabı vermiştir:
Evet. İki fantaziyi birbirine yansıtmış ve
onlardan bir çocukluk anısı yaratmışsınız..■ İnsanların bu tür şeyleri bilinçsizce,
neredeyse kurgusal bir yapıt gibi, çok sık oluşturduğu konusunda sizi temin
ederim.*9
Böylece
Freud bu anının, anlatıcının şimdiki hayatında yaşadığı zorlukların
yönlendirmesiyle bir arzu fantazisi biçiminde inşa edildiği ve tıpkı
rüyalarda olduğu gibi metafor ve cinastan yararlanarak farklı kaynaklardan
parçaları bir araya getirip yoğunlaştırdığı tezini ileri sürmüştür. Buradan
sadece görünür anıların yanıltıcı ve temelde rüya benzeri oldukları değil,
[aynı zamanda] bugün yaşanan zorluklara karşılık olacak şekilde yaratılmış
olabilecekleri de ima edilmektedir.
Freud bu metninde, çocuklukluk dönemine ilişkin anıların
hangilerinin perde anısı, hangisinin başka türden anılar olduğunun açık
olmayabileceğini belirtmiş ve sonra, aşağıdaki hayret verici açıklamaları
yapmıştır:
Çocukluğumuza ilişkin herhangi bir anımızın
olup olmadığı da sorgulanabilir: Belki de elimizdeki tek şey çocukluğumuza yönelik anılardır. Çocukluk anılarımız bize eski yıllarımızı
oldukları gibi değil, anıların canlandığı sonraki dönemlerde göründükleri gibi
sunarlar. Bu anıların canlanma dönemlerinde, çocukluk anılan, insanların ağız
alışkanlığıyla söyledikleri gibi ortaya çıkmamışlardır; o zamanlar
daha yeni biçimlenmişlerdir. Tarihsel doğrulukla ilgili olmayan birçok güdü,
anıların seçiminde olduğu kadar onların biçimlenmesinde de rol oynar.50
Bu nedenle Freud, çocukluk anılarının
göründükleri gibi olmayabileceklerini, yani hatırlamanın öznel anlamının
anının tümüyle doğru olduğu anlamına gelmediğini ileri sürmüştür. Anılar,
demiştir Freud, rüyalar veya kurgusal yapıtlar gibidir; psiko- dinamik
çatışmalardan inşa edilir, arzunun yerine getirilmesine ve kendini kandırmaya
hizmet ederler. Hakikat veya gerçekliğine bakmaksızın farklı kaynaklardan
parçaları bir araya getirirler. Çocukluğa ilişkin doğru anılar elde edilemez.
Bugün hatırladığımız anılar, sonradan oluşturulmuş uydurma sahneler olabilir.
Freud’un
Psikanalizde Yeniden Kurma Konusundaki Görüşleri
Freud’un, analistin muayene odasında serbest
çağrışım ve davranışlardan elde ettiği bulgular doğrultusunda, hastanın ilk
gelişimiyle ilgili bir resim oluşturmasına yardımcı olan yeniden kurma süreci
konusundaki görüşleri, bellekte insanın başından geçen ilk olayların video
benzeri temsillerinin yer aldığı, doğru yöntem uygulandığında bu olayların
her zaman bilinçli biçimde hatırlanabileceği yönlü varsayımına zemin oluşturan
kaynaklardan biri olabilir. Örneğin, Analizde Yapı Oluşturma (1937)
başhkh tebliğinde, o bilinen arkeoloji metaforunu tanıtmakta; analistle arkeologun
ikisinin de özgün yapının görüntüsünü eldeki ipuçlarını değerlendirerek
yeniden oluşturmaya çalıştığını söylemektedir. Ancak, diye de eklemiştir Fre-
ud, psikanalist daha uygun şartlarda çalışır, çünkü arkeologun uğraştığı kaybolmuş
veya parçalanmış nesnelerin aksine, analistin “fiziksel nesnesi” parçalanmamış
haldedir:
Bütün gerekli unsurlar muhafaza edilmiştir; tümüyle
unutulmuş gibi görünen şeyler bile öznenin ulaşmasını imkânsızlaştıracak
şekilde, neredeyse baştan aşağı gömülü halde bir yerlerde dururlar.51
Bu sözler ilk başta insanın, Freud’un, psikanalistin bir
olayın anısı, cinsel istismardan kaynaklanan bir travma gibi gömülü bir
“fiziksel nesne”yi araştırdığını kastettiğini düşünmesine yol açabilir. Ancak
Freud, bir hastanın çocukluğunun ilk yıllarına ilişkin unuttuğu bir parçanın yapısının
yeniden oluşturulmasıyla ilgili olarak aşağıdaki örneği vermektedir:
Filanca yaşınıza kadar kendinizi annenizin tek ve sınırsız
sahibi gibi görüyorsunuz; sonra başka bir bebek dünyaya geliyor ve hayalleriniz
yıkılıyor. Anneniz sizi ara sıra terk ediyor, tekrar göründüğünde bile tümüyle
sizinle ilgilenmiyor. Annenize karşı duygularınız yine karışıyor, babanız sizin
gözünüzde yeni bir önem kazanıyor...52
Dolayısıyla Freud, burada doğrulanabilir dışsal bir
olaydan -bir bebeğin gelişi- söz etse de, bu dışsal olay yeniden kurma sürecinin
odağını oluşturmaz. “Fiziksel nesne” hastanın duygu, fantazi ve yanılsamalarından,
özellikle de annenin tek sahibi olduğunu sanma yanılsamasından oluşan kompleks
bir birleşimdir. Bu fiziksel nesne doğrudan gözlemlenemez; dışsal bir gözlemci
tarafından asla incelenemez, ancak ve ancak geçmiş zihinsel hayatın artıklarının
bugüne nasıl sızdığını araştırırken hasta ve analist tarafından beraberce
değerlendirilebilir. Fiziksel nesnenin varlığı, hastanın muayene odasında
kendini tanıtırken elde edilen ipuçlanyla çıkarsanır. Freud yeniden kurmanın
dışsal olayları değil, içsel olayları, temel olarak içe bakış ve empa- ti
verilerini içerdiğini belirmektedir.
Freud’un Bastırma Kavramı
Bastırma, Freud’un en önemli ve sahte anıyla ilgili
tartışmalar sırasında başvurduğu en temel kavramlarından biri olmasına rağmen
bu konuyu bilerek sona bıraktık, çünkü bastırma, aynı zamanda birçok açıdan en
basit kavramlarından biridir de. Freud’un zihnin belli içeriklerinin, şekil
değiştirmiş biçimde rüyalar, semptomlar, dil sürçmeleri, kazalar veya abartılı
karakter özellikleri halinde tekrar ortaya çıkmak üzere bilincin dışında
bırakılabileceği veya bilinçten atılabileceği şeklindeki gözlemi, “psikanalizin
bütün yapısının üzerine kurulduğu temel taşı”dır.53 Bu temel fikir
muazzam bir açıklama gücüne sahiptir, ama son derece muğlak, gizemli veya
karşı-sez- gisel bir süreci de ima etmiyor mudur? Freud bu konuyu 1915 tarihli Bastırma
başlıklı bildirisinde şöyle açıklamıştır:
Bastırmanın özü, basitçe bir şeyi geri çevirmek ve onu
uzakta, bilinçten uzakta tutmakta yatar...54
Zihinsel bir içerik, tanımı gereği, bastırıldıktan sonra
bilinçdışı haline gelse de, Fre- ud’un açıklaması, bastırma sürecinin başlangıçta
tümüyle bilinçdışı olmak zorunda olduğu ve tam anlamıyla başarıyla sonuçlandığı
anlamını taşımaz. Bastırma süreci, kişinin kendisine acı veren bir şeyi kasten
zihninden atma veya artık üzerinde durmama çabasıyla da başlayabilir. Bu tuhaf
veya gizemli bir şey değildir. Bilişsel terapistler buna “bilişsel sakınma”
adını verirler.
Bu nokta önemlidir, çünkü anı tartışmasına katılan bazı
eleştirmenler, bir kişinin bir şeyi unu tuşunun veya bilmeyişinin o şeyi bilmek
istememeyi veya onun üzerinde düşünmemeyi seçmesinden başka bir şey olmadığını
farzetmenin bir anlamı olmadığı için, belli bir durumda bastırmanın herhangi
bir kanıtı olmadığı şeklindeki bir akıl yürütme döngüsünün içine girerler.55
Freud “ilk bastırma” ile “tam bastırma”
arasında daha ince ayrımlar varsaymış olsa da, bu bizi burada çok da
ilgilendirmez. Freud bastırmada etkili olan bir güç kombinasyonu
kurgulamışlar: Yukarıdan, bilincin dışlamasıyla (tam bastırma) ilksel olarak
bastırılmış bir şeyin etkisiyle, aşağıdan bilinçdışmın çekmesi biçimindeki bir
güç bileşimidir bu. Ancak Freud, kendisini bu ayrımı yapmaya neyin ittiğini
gösterecek herhangi bir klinik materyal sunmaz, ki bunun, elinizdeki kitabın
yazarı için de hiçbir zaman klinik bir anlamı olmamıştır.
Neyin Bastırması?
Bastırılan şey nedir? Freud yazısına aşağıdaki
şekilde başlar:
İçgüdüsel bir itkinin geçireceği değişimlerden
birisi, onu işlemez hale getirmeyi amaçlayan dirençlerle karşılaşınca ortaya
çıkar... itki “bastırma" durumuna geçer.56
O
halde Freud’un, 1915’te bastırma konusuyla anılar bağlamında değil, temel olarak
itkiler bağlamında ilgilendiği açıktır. Sırf bir itkiden, sürekli kendini ifade
etmek için zorlayan bir itkiden dışsal bir kaçış söz konusu olmadığı için bastırma
zorunludur ve sürdürülmelidir. Ancak bir kez bastırıldıktan, böylece bilinçli
etkisi kaybolduktan sonra, itki daha az karışarak gelişir.
Adeta karanlıkta çoğalır
ve aşırı ifade biçimlerine bürünür...57
Bastırılmış olanın türevleri, ilksel olarak
bastırılmış olandan yeterince uzaklaşınca, tekrar bilince sızar, semptomlar,
rüyalar, serbest çağrışımlar ve “günlük hayatın psikopatolojisi”nin bütün o
sayısız biçimleri halinde ifade imkânı bulur. Fre- ud’un kuramı özetle
böyledir.
Sonuç: Freud’un Anı ve İstismarla
İlgili Düşünceleri
Freud, psikodinamik çatışmanın -zihin içindeki duygusal
güçler arasındaki ihtilafın-, kabul edilemez bir fikri veya itkiyi hem gizleme
hem de ifade etme işlevi gören nevrotik (histerik) semptomlara dönüşebileceğini
keşfetmiştir. Bu tür çatışmaların şu veya bu biçimde cinselliği içerdiğini
bulgulamış ve bir yıl gibi kısa bir süre boyunca histerinin, sonuçta
çocuklukta yaşanmış ve bastırılmış (unutulmuş) cinsel istismar deneyimlerine
dayandığına inanmıştır. O zamanlar kullandığı “analiz” yöntemleri, hastaları
çağrışım zincirlerini izlemeye ikna etmek için oldukça zorlayıcı çabalardan
oluşmaktaydı. Freud analiz çalışmasını hastanın direnişine rağmen sürdürmesi
gerektiğine inanıyordu. Bugün olsa bu yöntem, uydurma imgelere katkıda bulunan
hatalı yöntemlerden biri sayılırdı.
Freud bunun farkında olmayan biri değildi, çünkü daha
önceki yazılarında bu ihtimallerden sık sık söz etmişti. Ancak çok geçmeden,
ıstırap dolu bir iç mücadeleden sonra, yanlış yaptığını anlamıştır, çünkü
bastırmadan kurtardığını düşündüğü görünür anıların hepsinin doğru olması
imkânsızdır. Sonra da dikkatini “ruhsal gerçeklik”e, içgüdülerin, arzuların ve
fan- tazilerin iç dünyasına çevirmiştir. “Ayartma kuramı”ndan vazgeçtikten
kısa bir süre sonra, zihnin sürekli iş başında olan kendini aldatma
kapasitesine nasıl doğallıkla sahip olduğunu açıklayan rüyalarla ilgili
kitabını yazmaya başlar. Aynı zamanda, çocukluk anılarının gerçek anılar değil,
uzak geçmişe geri-gözlem biçiminde atıfta bulunan yapıntılar olabileceğini
ileri sürdüğü “perde anılarTyla ilgili yazısını da kaleme almıştır. Bu
yazısında, anıların rüyalar veya kurgusal yapıtlara benzeyebileceğim ve öznel
hatırlama deneyiminin bir anının doğruluğu konusunda bir garanti oluşturmadığını
göstermiştir.
Bilinçli
amaç ve bilgi yanılsamalarını daha da irdeleyerek, günlük hayatın psikopatolojisiyle,
bilinçdışı arzu ve düşüncelerin dil sürçmesi, hatalar, kazalar, unutkanlıklar,
vb. yoluyla örtülü biçimde dışavurulmasıyla ilgili yazmıştır. En sağlam ve
şevkle kucaklanan inançların bile (dinsel inançlar gibi) çocukluk dönemine ait
bilinçdışı ve bastırılmış temellere dayanabileceğini göstermiştir. Bir
zamanlar bu yazıyı yazarken hissettiği şaşkınlığı belirtmek için ifade ettiği
gibi: “Gerçekliğin sağlam zemini kayıp gitmişti.”58
Freud,
bilinçli zihnin sahip olmadığı bilgi ve anıların belli biçimde bilinçdışında
depolandığına dair çeşitli (örneğin rüyalarda) kanıtlar bulmuştur. Ne var ki
aynı zamanda, deneyimlere ilişkin anıların, özellikle uzun yıllar öncesine ait
olanların, her türlü çarpıtmaya nasıl maruz kaldığını, farklı kaynaklara ait
unsurları nasıl bir araya getirip karıştırdıklarını ve tutarlı ve doğru biçimde
çok ender olarak bilinçli hatırlandığını da vurgulamıştır, ki bu da son derece
önemlidir.
Bu
şekilde, Freud’un çocukluktaki cinsel istismarın etkisiyle ilgili anlayışı
olduğu kadar bellekle ilgili görüşleri de bugünün bakış açısıyla ahenk içinde
görünür. Ancak, görünür düzeydeki kesinlik ve gerçekliklerimizin ardındaki bataklıklara
çektiği dikkatlerle, Freud’un “ortaya çıkarılmış anı modası”ndan ziyade
postmoder- nizmin babası olarak kabul edilmesi daha doğru olur.
On dokuzuncu yüzyılda Viyanah bir nörologun
psikanaliz -zihnin kendini kandırma yeteneği- hakkında yazılar yazmasının
ardından yüz elli yıldan fazla bir zaman geçmiştir. Ama işte, bu adam, yirmi
birinci yüzyılın arifesinde zihnimizi meşgul etmeye hâlâ devam ediyor.
Freud’dan Bu Yana Psikanaliz
Freud 1939’da Londra’da öldü. O zamandan beri psikanaliz,
canlı bir entelektüel, klinik ve bilimsel tartışma ve araştırma alanı olma
özelliğini koruyor. Birçok araştırma alanı, bu analistin anlayışını zenginleştirdi;
örneğin, erken bağlanma ve onun yıkıcı etkileri konusundaki araştırmalarda
böyle oldu. Bugün Britanya’daki üniversitelerde psikanalitik çalışmalara eğilen
birçok bölüm var. Psikanalistler yavaş yavaş, gerek bireyin zihnindeki, gerekse
insanlar arasındaki daha kompleks ve incelikli duygu ve fantazi süreçlerini
açıklayacak ve anlayacak bir duruma gelmişlerdir. Birkaç yıl haftada beş kez
uygulanan tam psikanaliz, zaman tüketici ve pahalı olsa da, daha kısa süreli
psikanaliz seansları da vardır (örneğin psikanalitik psikoterapi) ve bunlar
oldukça yaygındır. Britanya’daki Tavistock Kliniği, psikanaliz ve psikanalizin
Ulusal Sağlık Hizmeti olarak uygulanması konusunda yapılan klinik
araştırmalarda yıllarca başı çekmiştir. Psikanalitik sonuçla ilgili
araştırmalar komplekstir, ama Uluslararası Psikanaliz Derne- ği’nin dünya
genelinde kırk yedi çalışmayla ilgili yaptığı araştırma birçok vakada iyi
sonuçlar alındığını göstermektedir.59
Psikanaliz eğitimi uzun bir dönemi kapsar ve otuzlu
yaşların sonlarına gelinene kadar kimse uygulamada ehil sayılmaz. Öğrenci
adayları tıp, klinik psikoloji, sosyal danışmanlık, antropoloji gibi,
insanları inceleme ve insanlara yardım etmeyle ilgili diğer mesleklerden gelen
farklı arkaplana sahip kişilerdir. Britanya’da psikanalistler Psikanaliz
Enstitüsü’nde eğitilirler. Onun muadili olan Londra Psikanaliz Kliniği ise
düşük ücretli psikanaliz hizmeti verir.6*’
Ayrıca psikanalitik psikoterapi alanında başka tür
eğitimler de verilmektedir. Bu konuda eğitim veren kuruluşların adlan İngiliz
Psikanalistler Konfederasyonu’nda bulunabilir.
ABD’de de birçok büyük şehirde psikanaliz
enstitüleri bulunabilir.
Bugün Psikanalizde Neler Oluyor?
Dünya genelinde, psikanalistlerde tarz ve
kuram nüansları arasında birçok çeşitlilik bulunsa da, hasta adayı her yerde
şunlarla karşılaşmayı bekleyebilir: Kanepeye (koltuk da olabilir) uzanabilecektir,
analist ise arkasında oturacaktır. Hastadan aklına gelen her şeyi söylemesi
istenecek, analist de onu rahatsız etmeyen bir dikkatle dinleyecektir.
Analist, hastanın serbest çağrışımlı söyleminde gömülü olan duygusal çatışma
modellerinin farkına vardıkça, bunları, hastasına deneysel yorumlar veya
hipotezler şeklinde formüle edebilecektir. Hastanın analistle ilişkilerinde ortaya
çıkan duygusal çatışmalar ayrı bir öneme sahip olarak değerlendirilebilecektir.
Analitik duruş analistin tercihine bırakılacaktır; benliğin ve deneyimlerin
yönlerinin hastayı telaşla sonuca doğru koşturmayacak şekilde araştırılmasına
izin veren bir seans ortamının yaratılması en ideal olanıdır. Ünlü İngiliz
psikanalist Wilfred Bion bu ortamı Keats’in Olumsuz Yetenek fikrine
benzetmiştir:
...yani, kişinin gerçeğe ve mantıklı olana
ulaşacağım diye kendini sıkmadan, belirsizliklerin, gizemli, şüpheli
durumların içinde rahatça bulunabilmesi hali.61
Sahte Anılarla İlgili Bir Uyan
Belleği güvenilir biçimde arttıracağı bilinen
hiçbir yöntem yoktur. Bunu yapmaya çalışmak masal uydurmaya veya sahte anılara
yol açabilir. .Hipnoz ve benzeri yöntemler “bastırılmış anılar”ı açığa çıkarmada
kullanılmamalıdır. Nesnel bir doğrulama olmadan toparlanmış bir anının - yani,
tamamen unutulmuş ve sonradan hatırlanmış bir deneyimin- doğru mu, yoksa bir
hayal ürünü mü olduğunu belirlemek mümkün olmayabilir.
Notlar
1)
E.
Loftus ve K. Ketcham, The Myth of Repres- sed Memory: False Memories and Allegations of
Sexual Abuse, St. Martin’s Press, 1994.
2)
K.
Pope, “Memory, abuse and selence: Questi- oning claims about the false memory
syndro- me epidemic”, American Psychologist, Eylül,
1996, s. 957-994.
3)
D.
Brown, A.W. Sedeflin ve D.C. Hammond, Memory, Trauma Treatment and the Law, New York: Norton, 1998, s. 1-2.
4)
P.
Mollon, Remembering
Trauma: A Psychothe- rapist’s Guide
to Memory and lllusion, Chiches- ter:
Wiley, 1998.
5)
R.
Ofshe ve E. Watters, Making Monsters: Fal-
se Memories, Psychotherapy
and Sexual Hysteria, London: Andre Deutsch,
1995, s. 294.
6)
F.
Crews, The
Memory Wars: Freud's Legacy in Dispute,
Londra: Granta, 1997, s. 9.
7)
J.
Breuer ve S. Freud, Studies on Hysteria, Standard Edition of the Complete
Psychological Works of Sigmund Freud II,
Londra: Hogarth Press, 1893-1895.
8)
D.
Schacter, Searching
for Memory, New York: Basic Books, 1996,
s. 274.
9)
J.
Breuer ve S. Freud, Studies on Hysteria, s.
117.
10)
S.
Freud, Further
Remarks on the Neuropsycho- ses of Defence, Standard Edition of the Complete
Psychological Works of Sigmund Freud III,
Londra: Hogarth Press, 1896a, s. 162.
14)
S.
Freud, Project
for a Scientific Psychology, Standard Edition of the Complete Psychological
Works of Sigmund Freud 1, Londra: Hogarth
Press, 1895, s. 354.
15)
S.
Freud, Further
Remarks on the Neuropsycho- ses of Defence.
20)
S.
Freud, The
Aetiology of Hysteria, Standard Edition of the Complete Psychological Works of
Sigmund Freud III, Londra: Hogarth Press,
1896b, s. 212.
35)
J.
Breuer ve S. Freud, Studies on Hysteria, Standard Edition of the Complete
Psychological Works of Sigmund Freud II,
Londra: Hogarth Press, 1893-1895, s. 281.
36)
S.
Freud, The
Aetiology of Hysteria, s. 204.
37)
S.
Fre'ud, Furt
her Remarks on the Neuropsycho- ses ofDefence, s. 168.
38)
S.
Freud, On
the History of the Psycho-Analyti- cal Movement, Standard Edition of the Complete
Psychological Works of Sigmund Freud XIV,
Londra: Hogarth Press, 1914, s. 17.
40)
F.
Crews, The
Memory Wars: Freud's Legacy in Dispute,
Londra: Granta, 1997; A. Esterson, Seductive Mirage: An Exploration of the Work of
Sigmund Freud, New York: Öpen Court, 1993.
41)
S.
Freud, Moses
and Monotheism, Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund
Freud XXIII, Londra: Hogarth Press, 1939,
s. 75-76.
42)
S.
Freud, An
Outline of Psycho-Analysis, Standard Edition of the Complete Psychological
Works of Sigmund Freud XXIII, Londra: Hogarth
Press, 1940, s. 276.
43)
S.
Freud, Introductory
Lectures on Psycho- Analysis, Standard Edition of the Complete Psychological
Works of Sigmund Freud XVI, Londra:
Hogarth Press, 1917, s. 367.
44)
S.
Freud, An Outline
of Psycho-Analysis, s. 187.
46)
S.
Freud, The Interpretation
of Dreams, Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund
Freud IV, Londra: Hogarth Press, 1900, s.
14.
47)
S.
Freud, On the
History of the Psycho-Analyti- cal Movement, s. 20.
48)
S.
Freud, Screen
Memories, Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud III, Londra: Hogarth Press, 1899, s. 303.
51)
S.
Freud, Constru'ctions
in Analysis, Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund
Freud XXIII, Londra: Hogarth Press, 1937,
s. 260.
53)
S.
Freud, On the
History of the Psycho-Analyti- cal Movement, s. 16.
54)
S.
Freud, Repression,
Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud XIV, Londra: Hogarth Press, 1915, s. 147.
55)
H.
Pope ve J. Hudson, “Can memories of childhood sexual abuse be repressed?”, Psychological Medicine (25), 1995, s. 121-126.
56)
S.
Freud, Repression,
s. 146.
58)
S.
Freud, On
the History of the Psycho-Analyti- cal Movement, s. 17.
59)
International
Psychoanalytic AssoCiation, An Öpen Door Review of Outcomes Studies in
Psychoanalysis, Londra: 1PA, 1999.
60) Şu web sitesini ziyaret ederek başka
bilgilere ulaşabilirsiniz: http://www.psychoanalysis.org.uk
61) W.R. Bion, Attention and
Interpretation, Londra: Tavistock 1970,
s. 125; yeniden basım: Kamac, Londra, 1984.
Bion, W.R., Attention and
Interpretation, Londra: Tavistock 1970;
yeniden basım: Kamac, Londra, 1984.
Breuer, J. ve Freud, S., Studies on Hysteria,
Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud II, Londra: Hogarth Press, 1893- 1895.
Brown, D., Scheflin, A. W ve Hammond, D. C.,
Memory,
Trauma Treatment and the Law, New York:
Norton, 1998.
Crevvs, F., The Memory Wars: Freud’s Legacy in Dis-
pute, Londra: Granta, 1997.
Esterson, A., Seductive Mirage: And
Exploration of the Work of Sigmund Freud,
New York: Öpen Court, 1993.
Freud, S., Projectfor a Scientific
Psychology, Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund
Freud I, Londra: Hogarth Press, 1895.
Freud, S., Further Remarks on the
Neuropsychoses of Defence, Standard Edition of the Complete Psychological Works
of Sigmund Freud III, Londra: Hogarth
Press, 1896b.
Freud, S., The Aetiology of Hysteria,
Standard Editi-
. on of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud III, Londra: Hogarth Press, 1896b.
Freud, S., Screen Memories, Standard Edition of the
Complete Psychological Works of Sigmund Freud 111, Londra: Hogarth Press, 1899.
Freud, S., The Interpretation of
Dreams, Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud IV, Londra: Hogarth Press, 1900.
Freud, S., On the History of the Psycho-Analytical Movement,
Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud XIV, Londra: Hogarth Press, 1914.
Freud, S., Repression, Standard Edition of the Complete
Psychological Works of Sigmund Freud XIV,
Londra: Hogarth Press, 1915.
Freud, S., Introductory Lectures on
Psycho-Analysis, Standard Edition of the Complete Psychological Works of
Sigmund Freud XVI, Londra: Hogarth Press,
1917.
Freud, S., Constructions inAnalysis,
Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud XXIII, Londra: Hogarth Press, 1917.
Freud, S., Moses and Monotheism,
Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud XXIII, Londra, Hogarth Press, 1939.
Freud, S., An Outline of
Psycho-Analysis, Standard Edition of the Complete Psychological Works of
Sigmund Freud XXIII, Londra: Hogarth
Press, 1940.
Freyd, J. J., Betrayal Trauma: The Logic
of Forget- ting Childhood Abuse, Cambridge
MA: Harvard University Press, 1996.
International
Psychoanalytic Association, An Öpen Door Review of Outcomes Studies in Psychoanaly- sis,
Londra: IPA, 1999.
Loftus, E. ve Ketcham, K., The Myth of Repressed
Memory: False Memories and Allegations of Sexu- al Abuse, New York: St. Martin’s Press, 1994.
Masson, J., Freud: TheAssault on
Truth, Londra: Fa- ber and Faber, 1984.
Mollon, P., Remembering Trauma: A Psychothera- pist’s Guide to Memory and Illusion, Chichester: Wiley, 1998.
Ofshe, R. ve Watters, E., Making Monsters: False
Memories, Psychotherapy and Sexual Hysteria, Londra: Andre Deutsch, 1995.
Pope, K., “Memory, abuse
and selence: Questi- oning claims about the false memory syndrome epidemic”, American Psychologist, Eylül, 1996, s. 957-974.
Pope, H. ve Hudson, J.,
“Can memories of childho- od sexual abuse be repressed?” Psychological Medicine (25), 1995.
Sandler, J. ve Fonagy, P.
(der.), Recovered
Memories of Abuse: True or False?,
Londra: Kamac, 1996.
Schacter, D., Searchingfor Memory, New York: Basic Books, 1996.
Sinason, V. (der.), Memory inDispute, Londra: Kar- nac, 1998.
Wakefield, H. ve
Underwager, R., Retum of the Fu- ries: An Investigation into Recovered Memory
Therapy, Chicago: Öpen Court, 1994.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar