REENKARNASYON (TENASÜH) VE BU MESELEYE TASAVVUFÎ AÇIDAN BAKIŞ
Hazırlayan: Murat ÖZ
Ankara, 2016
Günümüzde Amerika’nın %20’si, Avrupa’nın %20’si, Güney
Asya’nın büyük bölümü tenasuh/reenkarnasyon inancını kabul etmektedir. Tenasuh/Reenkarnasyon
düşüncesinin yayılması adına sistemli bir çalışma yapılmakta ve bu bağlamda
kitaplar yazılmakta, filmler çevrilmekte ve konferanslar verilmektedir. Gençler
tarafından örnek alınan ünlü kişilerin de tenasuh/reenkarnasyonu destekleyen açıklamaları
ön plana çıkarılmaktadır. Bu gerekçeler de tenasuh/reenkarnasyon konusunda
çalışma yapmanın ne kadar önemi haiz olduğunu göstermektedir.
Çalışmamızın giriş bölümünde reenkarnasyon ve tenasuh
kavramları hakkında bilgi verilmiştir. Birinci bölümünde; Kur’an-ı Kerim ve
hadis-i şeriflerin ışığında tenasuh/reenkarnasyonun mümkün olamayacağı ortaya
konulmuştur. İkinci bölümünde; mutasavvıfların tenasuhu doğrudan ya da dolaylı
olarak reddettikleri ifade edilmiştir. Üçüncü bölümünde ise tenasuh/reenkarnasyon
inancının neden benimsendiği konusu üzerinde durulmuş ve tenasuh/reenkarnasyon
yaşadığını iddia eden kişilerin öyküleri psikoloji, tıp ve dinî açıdan ele
alınmıştır.
ARAŞTIRMANIN
PROBLEMİ, KONUSU, AMACI VE ÖNEMİ
Rabbimiz “Şüphesiz, Âhiret hayatına inanmayanların işlerini
biz kendilerine güzel göstermişizdir de o yüzden bocalayıp dururlar[1]” buyuruyor.
Her insanın nefsi vardır. Nefis terbiye edildiğinde insanı en yüksek makamlara
yüceltebilecekken, ıslah edilmediğinde de insanı hayvanlardan bile aşağılara
düşürebilir.[2]“Rabbimin
merhamet ettikleri hariç nefis daima fenalığı ister ve kötülüğe sevk eder.”[3] âyetinden de
anlaşılacağı üzere nefsi kontrol etmek zordur. Bu zorluk karşısında ve cehennem
korkusuyla,[4] cennete ehil
bir kul olmanın dünya zevkleri karşısında zor gelmesiyle, insanların
kendilerine kaçış yolu aramaları çok doğaldır. Tenasuh/Reenkarnasyon meselesi
de dayanağı olmayan, zoraki deliller ya da uydurma anılarla gerçeğe
dayandırılmaya çalışılan bir kaçış yoludur.
Hangi çağa veya topluma bakarsak bakalım,
insanoğlunun mutlaka bir şeyleri kendisine ilâh edindiğini görürüz. Bu da
inanmanın insanın doğasında var olduğunu gösterir. Ve yine çok eski çağlardan
beri insanların eşyaları ile birlikte gömüldükleri tespit edilmiştir ki bu da
ölüm sonrası hayata olan inancı göstermektedir.
Uzun zamandır gündemi meşgul eden ve
önümüzdeki yıllarda daha da önemli bir konu haline gelecek olan
tenasuh/reenkarnasyon meselesine dair akademik alanda pek fazla çalışma
bulunmamaktadır.
Çalışmamızın giriş bölümünde, reenkarnasyon,
tenasüh ve hulûl kavramları açıklanmıştır ve reenkarnasyon ile tenasüh
arasındaki farklara değinilmiştir.
Birinci bölümde; Kur’an’daki
tenasuh/reenkarnasyona delil olarak gösterilen âyetlere yapılan kasıtlı
yorumlar elen alınmıştır. Daha sonra ise tenasuh/reenkarnasyonun kesinlikle
mümkün olamayacağını gösteren âyetler açıklanmıştır. Bu bölümde son olarak da
bir tek ruhun sadece bir bedeni olacağını ifade den hadis-i şeriflere yer
verilmiştir.
İkinci bölümde tasavvuf ve sûfî kavramlarına
kısaca değinildikten sonra, mutasavvıfların ruh hakkındaki görüşlerine yer
verilmiş ve tenasuhun imkân dâhilinde olmayacağına dair görüşlerine yer
verilmiştir.
Üçüncü bölümde, tenasuh/reenkarnasyon
inancının yaygın olmasının nedenleri değerlendirilmiştir. Bununla birlikte
reenkarnasyon yaşadığını iddia eden kişilerin anlattıkları reenkarnasyon
öyküleri incelenmiştir ve bu vakaların; dini, mantıkî ve tıbbî yönden mümkün
olamayacağı ifade edilmiştir.
Kitaplar, filmler, seminerler vb. araçlar kullanılarak,
insanları tenasuh/reenkarnasyona inandırma konusunda sistemli bir çalışma
yürütülmektedir. İnsanları, ruhunun birden fazla yaşam hakkına sahip olacağına
inandırmakla dini vecibelerini yerine getirmekten uzak tutmak amaçlanmaktadır.
Nitekim kişi tenasuh/reenkarnasyona inanarak, iyi bir insan olmayı bir sonraki
yaşamına bırakmayı düşünebilir. Ya da başka yaşam fırsatları olacağına inandığı
için mevcut yaşamında yaşayışına çok dikkat etmeyebilir.
Bu çalışmanın amacı tenasuh/reenkarnasyon
fikrinin temelsiz ve herhangi bir gerçekliği olmadığını, Kur’an âyetleri,
peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)’in hadis-i şerifleri, mutasavvıfların görüşleri ve reenkarnasyon
öykülerinin dayanaksızlığı açısından ortaya koymaktır.
Tenasuh/reenkarnasyon
alanında pek fazla akademik çalışma olmaması bu çalışmayı önemli kılmaktadır.
Bunun yanı sıra, hadis-i şerifler açısından tenasuh/reenkarnasyon inancının
mümkün olamayacağı kapsamlı
olarak
ispatlanmıştır. Ayrıca, örnek olarak birkaç
reenkarnasyon öyküsünün; dinimiz, mantık ve tıp açısından ele alınarak gerçek
olamayacağı ortaya konulmuştur.
BİRİNCİ BÖLÜM
REENKARNASYON VE TENASÜH
KAVRAMLARI, REENKARNASYON/
TENASÜHÜN İSLAM İNANCINDA VE DİĞER DİN VE
DÜŞÜNCELERDEKİ YERİ
1.1.
Reenkarnasyon ve
Tenasüh Kavramları
Reenkarnasyon kelimesi Latince kökenli bir
sözcüktür. İngilizcesi reincarnation’dır. Kelimenin başındaki “re” ön ektir ve
kelimeye bir işin yeniden yapıldığı veya yapılacağı anlamını verir. Sonundaki
“tion” ise fiili isim hâline getiren ektir. Kelime anlamı olarak incarnate ete
girmek demektir,[5] reincarnation
ise yeniden ete girme, yeniden bedenlenme manasına gelmektedir.[6]
Reenkarnasyon kelimesi yerine “ruh göçü”
tabiri de kullanılmaktadır. Ruhun bir bedendeki hayatının son bulması ile başka
bir bedene geçmesine ruh göçü - reenkarnasyon- denilmektedir. Ruhçuların
savunduğu öğretide hiçbir zaman bir insanın hayvan ya da bitkiye dönüşemeyeceği
anlayışı yer alır. Tekâmülde aşağıya düşme yoktur.[7]
Reenkarnasyon temelde tekâmül yani
olgunlaşma, mükemmelleşme fikri üzerine kurulmuştur. Ruh, her bir yeni bedende
biraz daha olgunlaşmaktadır. Yalnız tüm reenkarnasyoncular hemfikir değildir,
kimisine göre ise en son bedenindeki yaşadığı hayata göre ceza sayılabilecek
bir şekilde bedenlenebilirler. Papus bu konuda şöyle bir örnek vermektedir:
“Servetini kötüye kullanan bir zengin, elindeki gücü suiistimal eden bir
iktidar sahibi, bütün yaşamı boyunca ters bir talihle ”8 mücadele etmek zorunda
kalacak olan bir insan bedenine reenkarne olurlar.
Reenkarnasyon temelde -önümüzdeki bölümlerde ifade
edeceğimiz- dayanaksız görüşlere dayandığı için savunucularının görüşleri de
birbirinden çok farklıdır ve bazıları Tanrı’nın ruhunun kendisinde olduğunu
iddia ederek[8] [9] bu inancı
kendi çıkarlarına göre yontarken, bazıları da insanları ölümü düşünmekten
alıkoymak için “Reenkarnasyon hatalarımızdan ders çıkarmak için bir fırsattır.”[10] gibi
tanımlarıyla süslemişlerdir. Ayrıca, kimi taraftarlarınca da “İnsanlığa sunulan
en büyük lütuf’ olarak kabul edilmektedir.[11] Bazı reenkarnasyon
savunucuları herkesin ruhunun bedenden bedene dolaşabileceğini iddia ederken,
bazıları ise bunun bir ayrıcalık olduğunu ve sadece önemli olan kişilerin
yaşayabileceğini iddia etmişlerdir.[12]
Ruhun insandan hayvana veya hayvandan insana,
başka bir ifade ile ölünün ruhunun eski bedenini bırakıp başka bir bedene
geçmesini ifade eden inanıştır.[13] Ruhun
insan bedenine intikaline nesh, kendisine uygun bir hayvan bedenine intikaline
mesh, bitki cisimlerine intikaline rash, cansızlarla madenlerin kalıplarına
intikaline ise fesh denilir.[14]
Tenasüh, Arapça’da bir
diğerini takip edip yok etmek anlamındadır. Özellikle Hint kültüründe, bedenden
ayrılan ruhun bir başka bedene tekâmül etmek üzere girmesidir. Tekâmül
sağlanana kadar ruhun bu gidiş gelişine, “samsara” adı verilir. Az da olsa,
bazı Ehl-i Sünnet dışı tasavvuf okullarında tenasühü andıran görüşler vardır.[15]
Karl Marx; dini insanları uyutmak için verilen morfin[16] olarak kabul
etmekte ve insanların dini kurallar nedeniyle dünya zevklerinden mahrum
bırakıldıklarını öne sürmektedir. Oysaki biraz önce de belirttiğimiz gibi
aslında insanlar reenkarnasyon ya da tenasuh gibi inanışlarla uyutulmakta aynı
zamanda âhiretleri de tehlikeye atılmaktadır. Burada bir kesimin dünyalık
rahatı da söz konusudur. Alt tabakadaki insanların bu şekilde huzursuzluk
çıkarması engellenmektedir. İslam’da ise insanları günah olarak addedilen
eylemlerden sakınmak için cehennem, iyi ameller işlemesi için de cennet
mevzularından bahsedilmektedir. Ancak burada dünyalık bir çıkar mevzu bahis
değildir. Bir kişinin cenneti kazanma adına namaz kılması, Kur’an okuması ya da
oruç tutmasının hiç kimseye doğrudan ya da dolaylı maddi bir kazanç sağlamaz,
bunlar; kişinin kendi ahiretini kurtarması adına yapması gereken hayırlı
amellerdir.
Tenasuh inanışına göre ruh ceza alması durumunda bir
sonraki hayatında dünyaya bitki ya da hayvan bedeninde gelebilir. İnsanlara bu
inanış dayatılarak, onların bulundukları durumu kabullenmeleri sağlanmaya
çalışılmıştır. İnsanların her türlü olumsuz eylemi gerçekleştirmesini
engellemek adına tenasuh inancı çıkar prensibine dayalı olarak kullanılmıştır ve
kullanılmaktadır. Kişinin mevcut hayatından şikâyet etmemesi için de bir
sonraki hayatında kişiye çok zengin birisi olarak dünyaya gelebilirsin şeklinde
umut verilerek asi bir insan olmasının önüne geçilmek istenmektedir.
Bu çalışma boyunca reenkarnasyon ve tenasüh
kelimelerini kullanacağız. Tenasuh reenkarnasyonu kapsamaktadır. Ancak
günümüzde daha çok yaygın olan reenkarnasyon inanışıdır. İnsanlar ruhlarının
hayvan ya da cansız bedenlerden ziyade tekrardan insandan insana geçeceği
görüşünü benimsemişlerdir. Bununla birlikte; genel anlamda güncel meselelerde
“reenkarnasyon”, dinimiz ile alakalı hususlara yer verirken ise “tenasüh”
kelimesi tercih edilmiştir.
İki kelime de aynı anlama gelmektedir: Farklı
bir bedende doğarak dünyaya yeniden gelmek. Reenkarnasyon ve tenasuhte ruh ya
olgunlaşmak ya da ceza çekerek olgunlaşmak için geri gelmektedir. Reenkarnasyon
ve tenasuh temelde bazı ilkelerde farklılaşmakla birlikte, her iki inanç da
dinimizdeki âhiret akidesi ile kesinlikle örtüşmemekte ve hiçbir gerçek tasavvuf
ehli tarafından da kabul edilmemektedir. Tenasuhte ceza mevzu bahistir. Ruh bir
insan bedeninin yanı sıra bitki ya da hayvan bedenine de girebilmektedir ve
ruhun kendini olgunlaştırma kavramı yoktur. Reenkarnasyonda ise ruh sadece
insan bedeninde bedenlenebilir ve ruhun sürekli olarak tekâmül durumu söz
konusudur. [17]
Reenkarnasyonun, Hint felsefesi ve dinlerindeki tenasuh inancı ile aralarında
herhangi bir bağ bulunmamaktadır.[18]
Tenasüh inancında ruhların bir sonraki
hayatlarında bir bitki mi yoksa bir hayvan bedenine mi gireceği mevcut
hayatındaki amellerinin sonucunda tayin edilir. Reenkarnasyonda ise ruhun
tekâmülü şart olduğu için ruhun ceza alması ve geriye doğru bir çöküşü kabul
edilmemektedir. Her beden ruh için kendini geliştirme adına yeni bir fırsattır.[19]
Hulûl; iç içe girme,[20] bir şeyin
diğer bir şeye girmesi, Allah’ın bazı eşya veya kişilere girmesi inancıdır.[21] Bu inancı
taşıyanlara hulûlî denir.[22] [23] Hulûliyye;
Allah'ın bazı sıfatlarının insana hulûl ettiğine inanan ve de bu hâlde iken
haramlar helal imiş gibi işleyen, sahte ve İslâm dışı, kendilerini tasavvuf
yolundaymış gibi gösteren 23
erbab olarak tanımlanmaktadır.
Abdulkadir Geylânî’ye (ö.561/1165) göre
tasavvuf ehli on iki gruptur ve bu gruplardan sadece bir tanesi sünnîdir, yani
amelleri ve yaptıkları şeriat ve tarikata münasip düşmektedir, ehl-i sünnet
ve’l cemaattir. Geriye kalan grupları bidatçiler olarak görür ve Hulûliyye de
bunlardan biridir. Hulûliyye’nin görüşlerini tam bir küfür olarak
tanımlamıştır.[24]
Ömer Nesefî (ö.567/1171)
de “Kitabun fi Mezahibi’l-Mutasavvıfa” adlı eserinde tasavvufi fırkaları on
ikiye ayırmış ve sadece birini hak yolda görmüş, diğerlerinin de bid’at ve
dalâlet üzere olduklarını söylemiştir.[25]
Ehl-i sünnet çizgisindeki tasavvuf ehli insanlarda
kesinlikle bu inanış yoktur, ancak bazı mutasavvıfların hulûl meselesini
savundukları iddia edilerek, hulûl inancı tasavvufta varmış gibi yansıtılmaya
çalışılmıştır.
“Firavun ben Hakk’ım dedi alçaldı;
Aynı sözse Mansur’u yüceltti.
O benlikte söz Hakk’ın lâneti oldu.
Bu benlikteyse hâl, Hakk’ın rahmeti oldu.
Çünkü o kara taş idi, bu ise akik.
O nurun düşmanıydı, bu ise o nura âşık.
A fodul bu “Ben” sırren O demektir
Hem de hulûl yoluyla değil, ışıkların birleşmesi yoluyla.[26]
Mevlana (ö.672/1273) yukarıdaki beyitlerinde Hallac-ı
Mansur’a isnat edilen hulûl inancının gerçeği yansıtmadığını ifade etmektedir.
Mansur, kendisini hiç görerek, sadece Allah’ı gördüğü için tarihteki meşhur
cümlesini söylemiştir. “Ene’l Hak” yani ben Hakk’ım demiştir ancak bu cümle ilk
anda akla gelen anlamıyla ele alınmamalıdır. Büyük zatların sözlerini anlamak
zordur. Kimi cümlelerinin üzerine uzun uzun mütalaalar yapıldıktan sonra ancak
anlam verilebilir. Marifet uzun uzadıya anlatmak ya da konuşmak değil az sözle
çok şey anlatabilmektir. Hallac-ı Mansur da “Ben fani oldum, geriye Allah
kaldı” diyerek benliğini hiçe saymıştır ve bu cümlede tevazuunu göstermiştir.[27]
Yunus Emre’nin (Ö.721/1321) “Ete kemiğe büründüm, Yunus
diye göründüm”[28]cümlesi de
hulûl inancına örnek olarak yorumlanmıştır. Bu cümlenin bile hulûl inanışına
örnek olarak gösterilmesi konuya ne kadar sübjektif yaklaşıldığını göstermesi
açısından önemli bir noktaya işaret etmektedir.
Mevlâna Celâleddin-i Rumî (ö.672/1273) şöyle demiştir: “Kul
varlığından mutlak olarak yok olmadıkça Allah’ın indinde birlik gerçekleşemez.
Tevhid/birlik hulûl demek değildir, kişinin yok olmasıdır. Saçma sözlerle,
olmayacak işlerle hak, batıl olamaz.” Nakşibendi Şeyhi ve İslam Âlimi Mevlana
Halid-i Bağdadî’nin (ö.1242/1826) hulûl hakkındaki görüşleri şu şekildedir:
"Allahû Teâlâ üzerinden ne gece-gündüz ne de zaman geçmesi
düşünülemeyeceği gibi Allahû Teâlâ’da hiçbir bakımdan ve hiçbir değişiklik olmayacağı
için, Allah geçmişte, gelecekte, şöyleydi ya da böyleydi denemez. Allahû Teâlâ
hiçbir şeye hiçbir şekilde hulûl etmez ve etmemiştir. "İmam Rabbani de
hulûl ile alakalı olarak: " Allahû Teâlâ hiçbir şeyle birleşmez ve hiçbir
şey de O'nun ile birleşmez. Allahû Teâlâ’ya hiçbir şey hulûl etmez; O da bir
şeye hulûl etmez. Allahû Teâlâ’nın eşi ve benzeri yoktur. Nasıl olduğu
anlaşılamaz, düşünülemez." diye vurgulamıştır.[29]
Molla Câmi (ö.898/1492) de Nefahâtü’l-Üns min
Hadarâti’l-Kuds adlı eserinde hulûlün günahtan daha ileri olduğunu
belirtmiştir.[30]
Tasavvuf yolunun ileri gelenlerinden olan bu
zatların, hulûl inancını tasavvufun içindeymiş gibi göstermeye çalışanlara
cevapları açık ve nettir.
Kur’an-ı Kerim’de; “Allah katında din ancak İslam’dır.”[31]
buyrulmuştur. İslâm dininin yani İslâm kelimesinin hakikati de teslim olmak ya
da teslimiyet anlamlarına gelen istislâmdır. Önce İslâm dinini kabul etmek
sonra da teslimiyeti nefislerimize kabul ettirmek gerekir. Zahirimizi İslâm ile
batınımızı da istislâm ile temizlemek gerekmektedir. Teslimiyet dinimizde
önemli bir yer tutmaktadır.[32]
Evrende 100 milyar galaksi bulunmaktadır. Bu galaksilerden
biri de dünyamızın da içinde yer aldığı Samanyolu galaksisidir. Yani Samanyolu
galaksisi evrenin yüz milyarda biridir. Samanyolu galaksisinin içinde ise 200
milyar yıldız bulunmaktadır. Kâinat ile karşılaştırıldığında boyutları sayılar
ile ifade edilemeyecek kadar güç bir büyüklükte olan bir dünyada yaşamaktayız.
Zihnimizce canlandırmamız adına dünyamızı bir toplu iğne ucuna benzetirsek, bir
insan olarak ne kadar küçük olduğumuzu kısmen idrak edebiliriz. Açık bir alanda
çevremize bakarsak 15-20 kilometrelik bir alanı net olmamakla birlikte ancak
müşahede edebilmekteyiz. Küçücük bir bahçede oturduğumuzda belki kendimizden
başka bir canlı görememekteyiz oysaki milyonlarca canlı kendine rızık aramakta
ve kendisine dünyalık olarak verilen vazifeyi yapmaktadır. Ne gökyüzünde ne de
yerin altında çok sınırlı bir mesafeden ileri gidilememekte ve etrafımız da
okyanuslarla çevrilidir. [33]
Allahû Teâlâ bize bir yaşam alanı çizmiş ve bu sınırlarda
yaşam imkânı vermiştir. Daha yanı başımızda yaşayan canlıları bile sınırlardan
ötürü ne görebilmekte ne de duyabilmekteyiz. Daha sırtımızı bile göremezken
böylesine sınırlı bir gözle; 100 milyar galaksiyi yaratan, her galakside
milyarlarca yıldızı halk eden Allah’ı görmek istemek ya da neden göremiyorum
demek uygun değildir. Bu sebeple teslimiyet gerekir. Bizi yaratan Rabbimize
teslim olmamız gerekir. [34]
Allah’ın kullarına gönderdiği son din İslâm,
son Peygamber de Hz.Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)’dir.[35] Peygamber
Efendimizin dâr-ı bekâya irtihâlinden beri bir iki küçük peygamberlik iddiası
vakasından başka ciddi manada peygamberlik iddiasında bulunan olmamış ve bu
kişiler de kabul görmemişlerdir. İslam’dan sonra da Allah’ın başka bir din
gönderdiğine dair iddia da bulunan da olmamıştır. Kur’an- Kerim’de Allahû Teâlâ
İslâm dinini koruyacağını belirtmiştir.[36] İslâm’dan önce gelen dinlerin
mukaddes kitaplarının tahrif edilmesi nedeniyle, bu mukaddes kitaplar farklı
yorumlara açık bırakılmıştır. Kur’an-ı Kerim ise 1400 küsur yıl önce
indirildiği hâldedir. 2015 yılı içerisinde İngiltere’de bir kütüphanede 1370
yıllık el yazması bir
Kur’an-ı Kerim bulunmuştur. Bulunan el yazması Kur’an-ı
Kerim, Kur’an-ı Kerim’in tamamlanmasından neredeyse hemen sonrasına aittir ve
şu anda evlerimizde bulunan Kur’an-ı Kerim ile aynı olduğu görülmüştür.[37]
Kur’an-ı Kerim’de Allah’tan başka hiç kimsenin herhangi bir
sözü bulunmamaktadır ve dünyanın neresindeki Kur’an’ı elimize alırsak alalım ve
ne kadar karşılaştırırsak karşılaştıralım birbirinden ne bir sözcük eksik ne de
bir sözcük fazla olduğu görülecektir. Kerim’in üçte biri âhiret hayatı ile
ilgilidir ve dünyaya geri dönüş kesinlikle mevzu bahis değilken ve geri
dönülemeyeceği müteaddit defa zikredilmişken bazı âyetlere yorum yapılmakta ve
farklı manalar verilmeye çalışılmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in hiçbir yerinde
insanlara hayata çok defa gelebilme konusunda pek çok şans verileceği, ceza
olarak hayvan ya da bitki olarak dünyaya döndürüleceği vb. ifadeler geçmemekte;
bilakis insanın dünya hayatına veda ettikten sonra bir şans daha
verilmeyeceğine dair âyetler bulunmaktadır.[38]
Ayetlerde de açıkça belirtildiği üzere biz insanoğluna tek
bir bedende tek bir hayat fırsatı verilmiştir. Allah’ın gücü dilediğini
yaratmaya elbette Kâdir’dir ve bir ruh için birden çok beden de yaratabilir.
Ancak, Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)’in de hadis-i şeriflerinde buyurduğu gibi; “Allah tektir
ve teki sever.”[39]
Kur’an-ı Kerim’de tenasuh
ya da reenkarnasyonun imkân dâhilinde olduğuna dair bir âyet bulunmamaktadır.
“Ve arkalarında dirilecekleri güne kadar dünyaya gelmemek için bir engel
vardır.”[40] [41] âyeti ile
tenasuh/reenkarnasyonun mümkün olmadığı nasıl çok anlaşılır bir şekilde
belirtilmişse; eğer mümkün olsaydı, mümkün olduğu da açık bir şekilde
belirtilirdi. Tenasuh/reenkarnasyonun İslam dininde yeri 41
yoktur.
Hurûfîler ve Gulat-ı Şia’yı [42] istisna
olarak tutarsak, Müslümanlar tenasuh/reenkarnasyon inancından en az
etkilenenlerdir. Eğer tenasuh/reenkarnasyon inancı, ebedi olmak isteyen insanın
bu talebine bir çare olarak sunulmuş bir felsefe ise, İslam varken böyle bir
inanca insanların ihtiyaç duymaması gerekir. Kur’an ve sünnet ile yapılması ve
yapılmaması gerekenler belirtilmiştir.[43] Bunlara uyulduğu takdirde
Allah ebedî cenneti vaat etmektedir. Cennet hayatına nazaran çok çok kısa olan
bu dünya hayatını istikamet çizgisinde yaşamaya mukabil hadsiz nimet ve
lütuflar âhirette Rabbimiz tarafından bahşedilecektir.[44] Talep edilen ebedi hayat ve
cennet ise bu amaca Allah’ın da razı olacağı bir şekilde ulaşma imkânı
bulunmaktadır. Hatta cennetteki mutluluğun bin kat üzerinde Zat-ı Zülcelal’in
cemalini görme şerefi de inşallah nasip olacaktır.[45]
Sonuç olarak; Allahû Teâlâ
tenasuh/reenkarnasyonu mümkün kılsaydı bunu kullarına âyetlerinde açıklardı ve
bu âhiret inancımız adına çok önemli olurdu.
Gizli bir hazine iken bilinmek[46] ve kendisine ibadet etmemiz
için bizi yaratan,[47] bize bir
ömür ihsan eden Rabbimiz, bize bir kez hayat fırsatı vermiştir. Bahşedilen bu
ömür doğrultusunda, bizim görevimizde verilen bu ömrü en iyi şekilde
değerlendirerek, bu dünyadan dar-ı bekaya said kullardan olarak irtihal adına
elimizden geleni yapmaktır.[48]
Aranan tüm soruların cevapları kitab-ı
kâinatta mevcuttur Bu sorulara “Reenkarnasyon var mıdır? sorusu da dâhildir ve
bu görüşü nehyeden pek çok delil de mevcuttur lakin direkt olarak reenkarnasyon
-yeniden doğuş- yoktur diye bir cümle geçmemektedir. Zaten, eğer geçse idi
imtihan sırrına aykırı olabilirdi. Rabbimiz şöyle buyurmuştur: "Ne göklerde
ne de yerde zerre kadar bir şey ondan uzak kalamaz, bundan küçük ve büyük ne
varsa apaçık bir kitapta yazılmıştır." [49]
“Şüphesiz, âhiret hayatına inanmayanların işlerini biz
kendilerine güzel göstermişizdir de o yüzden bocalayıp dururlar.”[50] Bir insan
âhiret hayatına inanmak istemedikten sonra, bu konuda kendisini muknî edecek
kadar kendince deliller bulabilir.
Bir âyetten kimisi âhiretin var olduğunu, hesaba
çekileceğimizi ve sonuçta amel defterimize göre cennet veya cehenneme
gireceğimizi sonucuna varırken; kimisi de aynı âyeti tenasuh/reenkarnasyon
kavramının gerçek olduğunu destekleyen âyetler arasında saymıştır. Bir konuda
yapılacak yorum ve çıkarımların tıpatıp aynı olmasa da en azından temel
noktalarda benzerlik göstermesi gerekir. Bununla birlikte, günümüzde eğer bir
kişi bir fikri benimsemişse artık her yerde kendi fikrini destekleyici bilgiler
aramakta ve bulduğu küçük bir benzerlikte bunu delil olarak öne sürmektedir.
Kur’an-ı Kerimde şöyle bir âyet geçmektedir: “Allah’a nasıl nankörlük edersiniz
ki, ölüler idiniz, O sizi diriltti; yine öldürecek, yine diriltecek; sonra O’na
döndürüleceksiniz.”[51]
Yukarıda belirttiğimiz üzere ilim sahibi
kişiler tarafından bu âyet tenasuh/reenkarnasyonun olmadığına delil olarak
gösterilebilirken, ruh göçünün varlığını savunan kişiler tarafından da var
olduğuna delil olarak gösterilmektedir. Yalnız, bu âyetin
tenasuh/reenkarnasyonu desteklediğini söylemek zorlama bir çıkarımdır.
Reenkarnasyon var neden sadece iki defa hayat şansı veriliyor ya da ruhun olgunlaşması
gerekiyorsa, her ruh iki hayatta nasıl olgunlaşabilir? Mezkûr âyet “O’na
döndürüleceksiniz” hitabıyla sona eriyor. 2 diriltme, 2 öldürme yaşayacak ve
O’na döndürüleceğiz. Tenasuh/Reenkarnasyonun varlığını iddia edenlere göre ise
ruh olgunlaşana kadar sürekli bir ruh göçü yani yeniden doğuş söz konusudur.
Sonuç olarak bu âyet hem sadece her ruh için eşit öldürme ve yaşatmadan
bahsettiği ve hem de bu iki diriltme ve öldürme sonunda Rabbimize
döndürüleceğimizi belirtmesi nedeniyle tenasuh/reenkarnasyonun varlığını değil
reddini desteklemektedir. “Onlar, ‘Rabbimiz bizi iki defa öldürdün, iki defa
dirilttin. İşte günahlarımızı da itiraf ettik. Şu ateşten kurtulmanın bir
çaresi yok mu’ derler.”[52] Mümin
suresindeki bu âyet de Bakara suresindeki 2 diriltme, 2 öldürme bahsini bu kez
kul açısından hatırlatarak, sayısız yeniden doğuşun ve ruh göçünün aksine hak
olan öldürme ve diriltmeyi bize nasihat etmektedir.[53]
İnsan yaradılış itibariyle
ebediyeti talep eder. Fıtratın bu talebine tenasüh felsefesinin cevap vermesi
mümkün değildir. Çünkü bu anlayışa göre birey amellerinin mükâfatlandırılması
ya da cezalandırılması için aynı dünyaya, aynı ruhla fakat başka bir bedende
yeniden gelecek ve yeniden bir olgunlaşma süreci yaşayacaktır. Kimi zaman bir
bitki, kimi zaman ise hayvan bedeninde tekrar bedenlenecek. Bu fasit ve kısır
döngü sonsuza kadar ya da ruh tam anlamıyla olgunlaşıncaya kadar sürüp
gidecektir. Hâlbuki fıtrata göre insan bu dünyaya bir defa gelir, yaşar ve
sonra da bütün hayatı son bulur. Daha sonra âhirette insanın bu dünyada
yaptıklarının tam karşılığı olarak ceza veya mükâfatın verileceği başka bir
hayat başlar. Tenasuh inancı kabul edilecekse, o hâlde ruh hangi bedenindeki
iyi amellerinden ötürü mükâfat görecek ya da hangi bedenindeki günahlarından ötürü
cezalandırılacak. Tenasuh akidesinin kabulü durumunda bu gibi karışıklıklar söz
konusudur. Oysaki Kur’an-ı Kerimde Fatır suresinde şöyle buyrulmuştur: “Hiç
kimse bir diğerinin günahını yüklenemez.” [54] [55] Her kişi kendi günahlarının
cezasını 55 çekecektir.
Tenasuh anlayışına göre
eğer insan dünya hayatını kötü ameller ile geçirmişse bir sonraki hayatında
dünyaya bir hayvan ya da bitki olarak gelebilir. Bir kişinin 80 yıllık ömründe
muhtemelen iyi amellerde de bulunmuştur. Tenasuh akidesinin bu anlayışı Allahû
Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de de belirttiği tam adalet anlayışıyla ters
düşmektedir. Kur’an-ı Kerim’de, kim zerre kadar hayır işlemişse mükâfatını, kim
de zerre kadar şer işlemişse cezasını görecektir.” buyruluyor.[56] [57]
Kitab-ı kâinatta muhtelif
âyetlerde tekrar bedenlenmenin kesinlikle var olamayacağı açıklanmıştır.
Reenkarnasyon/tenasuh yanlıları kendilerince anlamını muğlâk olarak
düşündükleri âyetlerden istifade ederek tenasuh/reenkarnasyonun varlığına
deliller aramaktadırlar. Lâkin bu durum şu ayetle sabittir: “Ey Rabbim! Beni
geri gönder. Belki, ayrıldığım dünyada faydalı işler yaparım.” Hayır! O geri
gelmeyecektir. Bu, sadece boş bir sözdür. Ve arkalarında dirilecekleri güne
kadar ”57 dünyaya gelmemek için bir engel vardır.
'Kur'an-ı Kerim de reenkarnasyona delil
olarak gösterilen âyetlerden biri de şudur: “Onlar: Ya Rabbena, derler, Sen
bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. İşte günahlarımızı itiraf ettik.
Şimdi, telafi etmek için buradan çıkmaya yok mudur bir yol?”[58]
'Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa
dirilttin.' ifadesini reenkarnasyona işaret şeklinde yorumlamaktadırlar.
İnsanın annesinin karnından önceki hayatı ölüm olarak düşünülmüştür. Anne
karnında hayata ilk adımını atar, doğar ve tekrar ölür. İki ölüm ve iki
diriltme ile kast edilen budur. Bu âyette iki ölüm mevzu bahistir. Birinci ölüm
ve dirilme biyolojik olarak gerçekleşmektedir. İkinci ölüm kader planındaki
hayatın ecelinin gelmesiyle son bulması şeklinde olacak ve kıyametin
kopmasından sonra ise dirilme olacaktır. İslam âlimlerinden hiç birinin bu
âyeti tenasuh/reenkarnasyon ile bağlantılı olarak yorumladığı kayıtlarda
görülmemiştir. Bu âyetin tenasuh/reenkarnasyon zaviyesinden yorumu,
tenasuh/reenkarnasyon inancının İslam’ın içine yerleştirerek Müslümanların
âhiret inancını zayıflatmak gayesi olan zorlama bir yorumdan öteye
gidememektedir. Tenasuh/reenkarnasyonda ruhun tekâmül ilkesi vardır ve ruh tam
olgunlaşma seviyesine gelinceye kadar sürekli beden değiştirmektedir. Az önce
zikrettiğimiz âyeti tenasuh/reenkarnasyonun varlığına delil olarak kabul
edersek, o hâlde tüm ruhların 2 beden değiştirmede tekâmülün zirvesine
ulaşacağını kabul etmiş oluruz ki bu hiç kimsenin mantıkî bulamayacağı bir
görüş olur. Böyle bir genellemenin mantıkî izahı yoktur.[59]
'Bir görseydin o suçluları: Rablerinin huzurunda,
mahcupluktan başları önlerine eğilmiş şöyle derken: 'Gördük, işittik ya
Rabbena! Ne olur bizi dünyaya bir daha gönder! Öyle güzel, makbul işler
yapalım! Çünkü gerçeği artık kesin olarak biliyoruz. Allah şöyle buyurur: Eğer
dileseydik bütün insanlara hidâyet verir, doğru yola koyardık. Lakin 'Cehennemi
cinlerden ve insanlardan bir kısmıyla dolduracağım' hükmü kesinleşmiştir.
Öyleyse siz nasıl bugünkü buluşmayı unuttunuz ve bu unutmayı ömür boyu
sürdürdüyseniz, biz de bugün size unutulmuş olma muamelesi yaptık.
Yaptıklarınızdan ötürü tadın bakalım sürekli azabı!'[60]
Burada zikredilen âyette dünyaya tekrar dönme talebinde
bulunanlar aldıkları cevap karşısında hüsrana uğramaktadırlar. Maalesef bir
kısım insanlar âhireti, kendilerince buldukları inanışlar ya da görüşler ile
unutmakta ve dünya hayatlarını bir çırpıda geçirmektedirler. Rabbimiz de
âhirette hesap vereceklerini unutanlar, tekrar dünyaya dönmek istediklerinde,
onlara unutulmuş muamelesi yapmaktadır.[61]
Ego; id ve süperegonun istekleri arasında sıkışmış bir
güçtür. Bundan dolayı olaylar karşısında yaşanan endişe düzeyi kişiden kişiye
değişir ve bu duruma karşı savunma mekanizmaları geliştiririz.[62]
Nefsi kontrol altına almak zordur. [63] Ancak terbiye edildiğinde,
uygun olmayan taleplerini yerine getirmeme gücünü kendimizde bulabiliriz.[64] Günlük
olağan süreçte pek çok hadise yaşamakta ve bunlara karşı reaksiyon
göstermekteyiz. Kimi olaylara verdiğimiz tepkiler anlık iken, kimi tepkilerimiz
ise çok uzun yıllar sürebilir. Kötü bir sınav sonucu karşısında, suçu zor
sorulara atarken kullandığımız savunma mekanizması uzun süreli değildir. Ölüm
gerçeğine karşı ise uzun süreli bir savunma mekanizması kullanırız. Peygamber
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)
şöyle buyurmuştur: Lezzetleri acılaştıran ölümü çokça anınız.”[65]
Nefsimiz ölümü anmak istememekte hatta ölümü anan birinin
yanında bile olmaya bile tahammül edememektedir. Hatırlamamak bir yana,
öleceğini unutmak için savunma mekanizmaları kullanmakta ve bu duyguyu
bastırmaya çalışmaktadır. Keskin bir basirete sahip olan kimse nefsini tanır,
tanıyınca da onu arındırma imkanı olur.[66]
'Onlar ateşin karşısında durdurulup da 'Ah ne
olurdu, dünyaya bir geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini inkâr etmesek,
müminlerden olsak!' dedikleri zaman bir görsen, neler olacak neler! Hayır!
Öteden beri gizledikleri utandırıcı çirkin hâlleri, münafıklıkları yüzlerine
vuruldu da ondan böyle söylüyorlar. Yoksa geri gönderilseler de, yine
kendilerine yasaklanan kötülükleri yapmaya dönecek ve diyeceklerdi ki: “Hayat,
sırf dünya hayatımızdan ibaret, biz bir daha diriltilecek de değiliz!' Onlar,
hiç şüphesiz yalancıdırlar.”[67]
Bu âyette de âhireti inkâr edenlerin tekrar
dünyaya dönmek istedikleri ama buna izin verilmediklerinden duydukları
pişmanlık konu edinilmiştir. İnsanoğluna tek bir yaşam fırsatı verilmiştir ve
ikinci bir hakkı olmayacaktır. Bundan ötürü hayatımızın, hayatta olmamızın
kıymetini en iyi şekilde bilmeli ve cennete ehil bir kul olma yolunda
gerekenleri yapmalıyız. İnsanların ruh göçü fikrini benimsemelerinin bir sebebi
de yapmakla mükellef olduğu amelleri yerine getirememesidir. Çünkü âhireti
kabul ettiğinde, mevcut yaşamına baktığında gerçek bir mümin gibi
davranmadığını anlayacak bunun sonucunda da cennete giremeyeceğini düşünerek
inkâr yolunu seçmektedir. Oysaki Allah çok merhametlidir ve herkes ayrı ayrı
hesaba çekilecektir. Bazen küçük ve basit görünen bir amel cenneti
kazandırabilmektedir. Allah Esirgeyen ve çok Bağışlayandır. Günümüzün pek çok
anında ölümü hatırlamak, ahiretteki hesap gününe hazırlanmamız konusunda bize
yardımcı olacak ve ibadetlerimize karşı hassasiyet göstermemize vesile
olacaktır.[68]
Hayatını bir inancın gereklerine göre
planlamayan kişiler, dünyada kendilerine göre cennet uydurmaktalar. Fakir bir
kişiye, isyan etme belki bir sonraki hayatında çok zengin bir insan olursun
diyerek tenasüh fikrini aşılamakta ve kendi huzurlarının bozulmasını
engellemeye çalışmaktalar. Ayrıca, dini hoş gösterme adına, en başta gelen
rükünlerini yıkarak ya da zedeleyerek dinde yeri olma yan inançları içindeymiş
gibi göstermek saf zihinleri bulandırma adına yapılan sistemli ve kasıtlı bir
çalışma ürünüdür.
Kur’an’da reenkarnasyon vardır diye iddia
edenlerin ortaya koydukları bir diğer âyet ise: “Ey kâfirler! Allah'ı nasıl
inkâr edebilirsiniz ki! Siz ölü iken size hayatı veren O'dur. Şunu bilin ki,
tayin ettiği vaade gelince sizi öldürecek, yine diriltecek ve sonunda O'nun
huzuruna götürüleceksiniz.”[69]
İnsana hayat veren sonra da verdiği bu hayatı
vakti geldiğinde alan Allah’tır. Hayat, ruhun giydiği elbise içinde ömrümüz
boyunca yaptıklarımızdır. Hayat cenin anne karnında iken Allah’ın müvekkel
meleği göndermesi ile başlar,[70] verdiği ruhu
geri almasıyla da sona erer. Yine bu âyette de sürekli bir bedenlenme ve
öldükten sonra hayata tekrar dönme gibi konulardan bahsedilmemiştir. Basit bir
ifade ile yok iken yani ölü iken Allah bizi yaratmıştır. Verdiği ömür bitince
öleceğiz ve hesap günü gelince de diriltileceğiz.[71]
"Âyetlerimizi
yalanlayan ve onlara inanmaya tenezzül etmeyenler var ya, işte onlara gök
kapıları açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete
giremeyeceklerdir... [72] " âyeti
kâfirlerin ebedi olarak cehennemde kalacaklarını ifade etmektedir, yoksa fizikî
kurallara göre bir devenin iğne deliğinden geçmesi mümkün değildir. Mümkün
olmayan bir örnek verilerek, kâfirlerin cehennemden çıkma ihtimalinin de
imkânsız olduğu benzetme sanatıyla bize gösterilmiştir. Tabiî ki tüm fikirlere
saygı duymak ve fikirlerini savunan kişileri de edep ile dinlemek gerekir.
Ancak bu âyetten bile tenasüh delili çıkarılabiliyorsa, bunu maalesef sâfiyane
bir fikir olarak düşünülemeyecek kadar sinsi ve Müslümanların imanlarını
sarsmaya yönelik sistemli bir çalışma ürünü olarak görmekten başka çaremiz
kalmamaktadır. Tenasuhçüler; deve bedenindeki ruhun tasaffi ede ede, iğne
deliğinden geçebilecek meyve kurdu bedenine girebilecek kadar saflaşacağını
söylemişlerdir. Bu âyetten bu manayı çıkarmak izan terazisinde tartılamaz. Aynı
zamanda, âyetleri tek tek dikkatle tetkik ederek acaba hangi âyette kendimize
göre bir açık bulabiliriz de insanların zihinlerini bulandırabilir niyetiyle
yapılan bir çalışma ürünüdür.
1.3.2.
Hadis Literatüründe
Tenasühe Yaklaşım
Buharî ve Müslim; İbn Mesud (r.a.)’dan rivâyetle şu
hadiseyi nakletmişlerdir: İbn Mesud Peygamber Efendimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem.) ile bir gün yolda yürürken bir
grup Yahudi’ye rastlamışlardır. Bu kişiler içlerinden bazıları istemese de
Efendimize ruh ile alakalı soru sordular. Efendimiz de “Ve sana ruhtan
sorarlar. De ki: Ruh rabbinin emrindedir.”[73] diyerek âyet ile cevap
vermiştir. Ebu Nuaym bu konuda şöyle demiştir: Allah tarafından indirilen
önceki kutsal kitaplarda da belirtildiği üzere Hz. Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem.)’in peygamberliğinin alametlerinden
biri de kendisine ruh hakkında bir soru sorulduğu zaman, bu ilmi Allah’a havale
etmesidir. Ruhun mahiyeti ve hakikatinin ancak Allah tarafından
bilinebileceğini bildirmesidir. Yahudiler de böyle olması gerektiğini biliyor
ruh hakkında soru sorarak Efendimizi imtihan ediyorlardı. [74] Peygamber Efendimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem.)’in diğer kutsal kitaplarda
müjdelenen kişi olduğu bu vaka ile açıkça ortaya konulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de
belirtildiği üzere Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) bize gönderilmiş apaçık bir elçidir.[75] Elçinin görevi
kendisine tevdi edilen mesajı sahibinden alıcısına götürmektir. Bir elçi aldığı
mesajı hiçbir şekilde değiştirmeye mezun değildir. Nitekim hadis-i şeriflerde
tenasuh varlığına ya da olabileceğine dair hiçbir ifade yer almamaktadır. Ancak
tenasuh savunan bazı kişiler -önceki bölümde belirtildiği üzere- Kur’an-ı
Kerim’de geçen bazı âyetleri reenkarnasyona delil olarak göstermektedirler.
Eğer tenasuh/reenkarnasyon mümkün olsaydı ve Kur’an’da geçen âyetler bunun
delilleri olsaydı, Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) kesinlikle bunun aksine bir görüş bildirmez ya da
hadislerde bu meselenin varlığını ifade ederdi.
Kabir azabı ve nimetleri pek çok hadis-i şerifte
zikredilmiştir. Bu hadisler dolaylı yoldan tenasüh fikrini de çürütmektedir.
Hadis-i şeriflerinde âhiret âlemine ait bilgileri detaylı bir şekilde anlatan
Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) eğer gerçekten var olsaydı, tenasühten bahsetmemesi mümkün olmazdı.
Bu kadar önemli bir konuda tek bir cümlesinin bile olmaması düşünülemezdi.
Tekrar hayata gelebilme gibi bir şansımıza dair böyle bir müjdeden bahsetmiş
olsaydı tabiî ki bu bilgi diğer hadisler nasıl ulaşmışsa günümüze kadar
ulaşırdı.[76]
Bu bölümde kişinin imanını zedeleyebilecek ya da tamamen
kaybetmesine neden olabilecek olan tenasuh/reenkarnasyon inancının, mümkün
olamayacağına işaret eden hadislere yer vereceğiz.
“Sizlerden biri öldüğü zaman ona sabah akşam kalacağı yer
gösterilir; cennetlik ise cennetteki yeri, cehennemlik ise cehennemdeki yeri
gösterilir ve ona, işte burası kıyamet koptuğu zaman senin götürüleceğin ve
kalacağın mekândır denilir.[77]”
Tenasuh/reenkarnasyon savunucularına göre, ruh sürekli
beden değiştirir ve bu süreç ruh olgunlaşıncaya kadar devam eder. Lakin bu
hadiste öldükten sonra kişinin cennet ya da cehenneme gideceğinin belli olacağı
belirtilmiştir. Yani dünya hayatı o ruhun sahibi için sona ermiştir. Bu da
ruhun başka bedenlere girmeyeceğini göstermektedir.
“Ölüm insan için bir kıyamettir. Kim ölmüşse onun kıyameti
kopmuş demektir.”[78] [79] Günümüzde
kıyametin ne zaman kopacağı sorusu oldukça popülerdir ve bu konu ile alakalı
belgeseller, televizyon programları ve çok sayıda haberler yapılmaktadır.
Aslında önemli olan bizim kıyametimizin ne zaman kopacağıdır. Alkame (r.a.)’ın
da bir cenazeyi göstererek dediği gibi “Şu ölen adam var ya işte ■i -i . ,,79
onun kıyameti kopmuştur.
Yukarıdaki hadiste de belirtildiği üzere kişi ölünce onun
için kıyamet kopmuş ve her şey sona ermiştir. Artık kişinin ruhunun başka
bedenlere geçerek hayatını idame ettirmesi mevzu bahis değildir.
“Kabir ya cehennem çukurlarından bir çukur ya
da cennet bahçelerinden bir bahçedir.[80] ” Bu hadis meâlen mevtanın hak
ettiğini kabirde bulduğuna işaret etmektedir. Yani günahlarının cezasını ya da
sevaplarının mükâfatını kabirde görmüş olacaktır. Bu da ruhun başka bedenlere
geçeceği fikrini çürütmekte, aksine bir ruhun bir bedenle birlikte olduğuna, o
ruh için amel defterinin kapandığına delil getirmektedir. Ölüm yalnızca mekân
değişimidir. Dünya yurdundan âhiret yurduna geçiştir. Ruh cesetten ayrıldıktan
sonra ölmez, yok olmaz, ya azap ya da nimet içinde kalır.[81]
Resulullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem.) şöyle anlattı: “Mümin kul âhirete
irtihal etmezden biraz önce Allah Teâlâ, beraberlerinde onun için hazırlanmış
kokular ve kefen bulunan, yüzleri güneşin ışığı gibi parlak meleklerini bu
kulunun yanına gönderir. Bunlar o kişinin görebileceği bir yere geçerek
bekleşirler. Ruhu çıktığı zaman yerde ve gökte ve bu gönderilen meleklerin haricinde
gökyüzünde ne kadar melek varsa ona rahmet isteyip affı için Allah’a istiğfarda
bulunurlar. Ardından gökyüzünün bütün kapıları açılır. Her kapı bu kişinin
ruhunun kendisinden girmesini ister. Ruhu gökyüzüne yükseldiğinde melekler,
Rabbimiz! Falanca kulun geldi derler. Allahû Teâlâ, onu geri götürün ve kendisi
için hazırladığım ihsanlarımı ona gösterin zira kullarıma: ‘Sizi ondan
(topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi ondan
çıkaracağız’ diye vaatte bulundum. (Böylelikle ruh mezara, cesedine götürülür.)
Kâfire gelince: O artık dünyadan ilişkisini kesip âhirete intikal etme
noktasına gelince, yanında ateşten elbiseler, katrandan gömlekler bulunan,
azabıyla acımasız bir grup melek gelerek onu çepeçevre kuşatır. Ruhu çıktığı zaman
yerde ve gökte bulunan bütün melekler ona lanet eder. Gökyüzünün bütün kapıları
kapanır. Hiçbir kapı o kişinin kendisinden geçmesini istemez. Ruhu semaya
vardığı zaman melekler Rabbimiz yeryüzünün de gökyüzünün de kabul etmediği
kulunuz geldi derler. Allah (c.c.) ‘Onu geri (mezarına-cesedine) götürün ve
hazırlamış olduğum azap çeşitlerini gösterin.’ buyurur; zira kullarıma, ‘Sizi
ondan (topraktan) yarattık; yine sizi oraya döndüreceğiz ve bir kez daha sizi
ondan çıkaracağız.’ diye vaatte
\82
bulundum. (Böylelikle ruh
mezara, cesedine götürülür.) [82]
Bu hadisten de anlaşılacağı üzere, ruh ister olgunlaşmış
isterse de olgunlaşmamış olsun, içinde bulunduğu bedenin ömrü sona erdikten
sonra kıyamet gününe kadar kabrinde ya cennet bahçesi gibi bir bahçede ya da
cehennem çukuru gibi bir mekânda bekleyecektir.
Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) buyurmuştur ki: Rabbimiz mahlûkatı yarattıktan sonra
akrabalık (er-rahim) ayağa kalkıp: Ya Rabbi, akrabalık makamı akrabalık
ilişkilerini kesmekten sana sığınanların makâmıdır, dedi. Bunun üzerine Allahû
Teâlâ: Sen akrabalığı gözetenleri benim de gözetmemden, seninle münasebeti
kesenlerden Benim de alâkayı kesmemden hoşlanır mısın? dedi. Akrabalık evet
hoşlanırım deyince Rabbimiz bu senin için böyledir buyurdu.[83]
Kişi dünyalık hayatında eğer akrabalarıyla olan bağını
koparmışsa, bundan dolayı âhirette hesaba çekilecektir. Buradan cesedin
ruhlarla beraber haşrolduğu sonucuna varılmakta ve tenasuh/reenkarnasyonun
mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.
Sizden önceki ümmetlerde bir adam vardı. Tevhidi dışında
işe yarar hiçbir ameli de yoktu. Bir gün aile efradını toplayıp “Ben vefat
edince beni yakın, kemiklerimi havanda dövün, toz hâline getirin. Sonra da
rüzgârlı bir günde tozun yarısını karaya yarısını da denize savurun” diyerek
vasiyette bulundu. Adam vefat edince ailesi vasiyetini istediği gibi yerine
getirdi. Azamet sahibi Allah rüzgâra “Dağıttığın tozu topla” diye buyurdu.
Rüzgâr tozu toplayıp Rabbinin huzuruna
getirdi. Allahû Teâlâ “Niçin böyle yaptın?” diye adama
sorunca, adam “Senden hayâ ettim Ya Rabbi” diye cevap verince Allah ona
mağfiret etti.[84]
Allah Rasûlu (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)’in bu hadisinden anlaşılacağı üzere Allah beden ile de
muhatap olacak ve hesaba çekecektir. Hadisin sonunda Allah mağfiret etti
buyruluyor. Yani çekecek cezası varken affedildi. Bedeni bir araya
getirildiğine göre cezayı çekecek de bedendi. Yoksa Allah ruhu çağırıp ona
sorabilirdi. Buradan hareketle ruh için bedenin önemli olduğu ve ikisinin
beraber hesaba çekileceği sonucuna varılmaktadır. Sonuç olarak; beden ruhun bindiği
önemsiz bir binit değil, âhiret yoldaşıdır.
Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) bir gün sahabe efendilerimiz ile birlikte mescitte
oturuyordu. Bu sırada büyük bir sarsıntı duyuldu. Allah Resulü dostlarına bu
sarsıntının ne olduğunu sorunca ashabı “Allah ve Resulü daha iyi bilir.”
dediler. Bunun üzerine Efendimiz açıklamaya başladı: “70 sene önce cehennemin
üzerinden bir taş aşağı bırakıldı ve şimdi o taş dibe ulaştı. Bu ses de o taşın
cehennemin dibinde çıkardığı sarsıntıdan meydana geldi.” Resulullah konuşmasını
bitirince bir evden feryat sesleri duyulmaya başlandı. Bu ev bir münafığa
aitti. Bu evin sahibi 70 yaşında vefat etmişti. Bunu öğrenen Peygamber
Efendimiz “Allahû Ekber” dedi ve ashabın bilginleri de o taşın o münafığı
temsil ettiğini idrak ettiler.[85]
Bu hadis-i şerifte bahsedilen kişinin âhirette haşrolduktan
sonra cehenneme gideceği Peygamber Efendimiz tarafından söylenmiştir.
Peygamberimiz bu hadisi ile tenasuhun olamayacağını belirtmiştir. Kötü bir
hayat yaşayan bu kişinin ruhunun olgunlaşmadığı kesindir. Eğer olgunlaşmamışsa
da tenasuh/reenkarnasyon ile tekrar dünyaya gelmesi gerekir. Lakin cehennemlik
olduğu ifade edilmiş. Demek ki tekrar dünyaya gelemeyecek. Allah (c.c.)
tenasuh/reenkarnasyonu mümkün kılsaydı, Peygamber Efendimiz bu hadis-i şerifi ifade
etmezdi ve o zat da cehennemlik olmaz ve ruhu da olgunlaşmak için tekrar
dünyaya gelirdi.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) buyurmuşlardır ki: Allahû Teâlâ kulunu karşısına alır ve
“Ben sana ikram etmedim mi? Ben seni Efendi yapmadım mı? Atları ve develeri
senin emrine vermedim mi? Ben sana izin verdim de kavmine baş olup da onlardan
vergi almadın mı? diye sorunca kul da “Evet” der. Bunun üzerine Rabbimiz “Bir
gün bana kavuşacağını hiç düşünmedin mi? diye sorar, kul da “Hayır” der. Allah
da “Beni vaktiyle unuttuğun gibi, şimdi de ben seni unutuyorum” buyuracak. Bu
kul da; “Allah’ım, ben Sana, kitabına, peygamberine iman ettim, namaz kıldım,
oruç tuttum ve sadaka verdim diyecek ve Allah’ı hayırla sena edecek. “Sen dur
şurada. Şimdi senin aleyhine olan şahidimizi getirelim” buyrulacak ve kul bu
şahidi merak ederken ağzına mühür vurulacak. Bundan sonra; uyluğuna, etine ve
kemiğine “konuş” denecek. Emri alan uyluk, et ve kemik bu kişinin amelleri
hakkında konuşacak. Kul da bu konuşmalardan ötürü perişan olacak.[86]
Bu hadis-i şerif ruh ve cesedin beraber haşr olduğunun ve
tek ruhun tek bedeni olduğunun ispatıdır. Bir ruh olgunlaşmak için 100 bedende
hayat sürmüş ise hangi bedeninin eti kemiği amellerinden haber verecekti.
Burada; bir beden ve onun organları söz konusudur. Sonuç olarak bir ruh, bir
bedende yaptığı amellerden hesaba çekilecektir.
Mümin kul ölmek üzere iken cennetten getirdikleri kefen ve
güzel kokularla gelirler ve ruha; “Çıkıp Allah’ın rıza ve merhametine kavuş.”
derler. Ruh bu emir üzerine bedenden çıkar ve ölüm meleği onu alır ve
yükseltir. Ölüm meleği mümin kulun ruhunu yükseltirken rastladıkları her
melaike topluluğu bu güzel kokunun sebebi nedir diye sorarlar. Gök kapıları
açılır ve yedinci kat semaya kadar yükselirler. Böylece; Rabbimiz “Kulumun
kitabını (dünyadaki iyi amellerini) İlliyun’a Levh-i Mahfuz’un bir kıtasına
yazın ve ruhunu yeryüzüne geri gönderin. Ben Azimü’ş-Şân, onları topraktan
yarattım ve tekrardan toprağa çevireceğim ve ikinci defa topraktan
çıkaracağım.” buyurur ve melekler ruhu yeryüzüne indirir.[87]
Rabbimizin buyruğu üzerine ruh tekrardan topraktan
çıkarılacağı ana kadar kalmak üzere kabrine getirilir. 2 defa dirilttin 2 defa
öldürdün âyetini suiistimal ederek reenkarnasyona destek olarak görürken bu
hadis-i şerifi hiç dikkate almamışlardır. Çünkü bu hadisle
tenasuh/reenkarnasyonun mümkün olmadığı net bir şekilde ifade edilmiştir.
Belirtildiği üzere ruh başka bir bedende hayatına devam etmek üzere değil,
kıyametin kopmasını beklemek üzere kabrine gönderilmektedir.
Kâfir bir kişi öldüğü zaman sema ehli, habise bir ruh
geldi, derler ve emir üzerine onu Siccin’e[88] götürürler. Ebû Hureyre (r.a.)
“Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)
Efendimiz üzerinde bulunun bir ince örtüyü burnuna götürdü de şöylece kapattı.”
demiştir.[89] İyi ruh
semaya yükseltilirken nasıl güzel kokular yayılıyorsa, kötü ruh yükseltilirken
de nahoş kokular yayılmaktadır. Peygamber Efendimiz bu kokuyu duymuş ve burnunu
kapatmıştır. Eğer tenasuh/reenkarnasyon gerçek olsaydı, kötü ruh veya kâfir bir
ruh denmezdi çünkü bu hatalarını telafi etmek üzere yeni bedenlerde yaşama
fırsatı olurdu. Ancak Resulullah’ın beyanıyla da gösterildiği üzere, başka bir
şansı olamayacağı için kötü ruh olarak nitelenmiştir.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) buyurmuştur ki “Ey Aişe! Fakirleri sev ve onları
yaklaştır ki, Allah da kıyamet günü sana yaklaşsın.”[90] Bu hayatında fakirleri sev ki
Allah da âhirette seni sevsin mealindeki bu hadisi tenasuh/reenkarnasyon
penceresinden incelersek şu sonuca varırız. Bir kişi bir hayatında fakirleri
sevebilir, ancak sonradan bedenleneceği yetmiş bedeninde sevmeyebilir. O hâlde
bu hayatında fakirleri sev ki âhirette Allah seni sevsin demek hâşâ yanlış bir
cümle olurdu. Her türlü hakaretlere uğramasına rağmen hiç kimse Peygamber
Efendimize yalan ya da yanlış söz isnadında bulunmamıştır. Peygamber olmadan
önceki hayatı için bile bu durum geçerlidir. Resulullah’ın sözü son derece
doğrudur. Tenasuh/Reenkarnasyon ise bu hadis ile bir başka yönden
çürütülmüştür.
Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) buyuruyor ki; “Kim Kur’an okur, ezberler, helâl
kıldığını helâl kabul eder, haram kıldığını da haram kabul ederse Allah o
kimseyi Cennetine koyar. Ayrıca bu kişilerin hepsine ailesinden Cehennem şart
olmuş bulunan on kişiye şefaat hakkı verilir.”[91]
Hayatı boyunca Kur’an yörüngeli yaşayan emirleri yerine
getiren ve ezberleyen kişiye âhirette akrabalarından on kişiye cehennemlik iken
cennete girmesine vesile olma hakkı verilecek. Reenkarnasyon var ise bir
hayatında hafız olan ve Kur’an-ı sadece dilinde değil gönlüne de indiren bu
kişi, belki sonraki hayatında günahkâr bir insan olacak. O hâlde nasıl bir
hayatına göre şefaat hakkı tanınabilir? Bu hadisten de şu mana çıkıyor ki bir
ruh bir beden içindir ve tekrar dünyaya gelmeye izin verilmemektedir.
Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) buyuruyor ki; “Kim Kur’an okur ve onunla amel ederse,
kıyamet günü babasına bir taç giydirilir. Bu tacın ışığı güneşin dünyadaki bir
evde bulunduğunda vereceği ışıktan daha güzeldir. Öyleyse Kur’an ile bizzat
amel edenin ışığı nasıl olacak düşünebiliyor musunuz?”[92]
Bu hadiste de baba-oğul ilişkisine dikkat çekilmiş ve
geride hayırlı bir evlat bırakmanın önemi vurgulanmıştır. Diyelim ki geride
bıraktığımız hayırlı bir evlat olsun. O hâlde hangi babasına taç giydirecek?
Bir hayatında hayırlı bir evlat ise tüm babalarına mı taç giydirecek? Yoksa
hayırlı bir evlat olduğu bedenindeki babasına mı sadece taç giydirecek? Ama
reenkarnasyona göre ruhun tekâmülü ilkesi var. Yani ruh her hayatta biraz daha
olgunlaşır. Öyleyse, her babanın bu evladın eğitiminde hakkı olacağı için tüm
babalarına taç giydirmesi gerekmez mi?
Görüldüğü gibi çok basit bir konu içine reenkarnasyon
kavramı dâhil edildiğinde ne kadar da karmaşık bir hâl alıyor. Çokluk konuyu
karmaşık hâle getirirken teklik ise gayet anlaşılır kılıyor. Tek ruh tek bir
beden içindir.
Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şöyle buyurmuştur ki “Şu öldürülen müşriklere sövmeyin
çünkü sizin söylediklerinizden hiçbiri onlara ulaşmaz. Ayrıca onlardan geride
kalanlarına da eziyet etmiş olursunuz. Dikkatli olun! Çirkin sözler
yasaklanmıştır.”[93]
Allah Resulü (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) kabrinde yatanlar müşrik bile olsa onlara sövmeme
konusunda ashabını uyarmıştır çünkü bu davranışların geride kalan yakınlarını
inciteceğini öngörmüştür. Bu hadis-i şerifle toplum içinde sürtüşme ya da
sorunların çıkmaması adına tavsiyede bulunmuştur. Efendimizin ne kadar merhamet
ve feraset sahibi olduğu görülmektedir. Müşrik bile olsa, geride kalanlarının
üzülmemesi için önlem almakta ve aynı zamanda toplum içince çıkabilecek fitne
ve huzursuzluklara da bir cümle ile set çekmektedir. Burada dikkat çeken bir
diğer nokta ise kabrinde yatan kişileri “müşrik” olarak nitelendirmesidir.
Reenkarnasyona göre bu müşrik kişi öldükten sonra, ruhu başka bir bedende
dünyaya gelecektir. Bedeninin önemi de yoktur. Çünkü belki de bir sonraki
bedeninde Allah’ın sevdiği bir kul olacaktır. O hâlde müşrik demenin bir manası
yoktur. Eğer tenasuh/reenkarnasyon hak olsaydı Peygamber Efendimiz müşrik
ifadesini kullanmazdı.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz lânet ediciler kıyamet günü
ne şefaat edebilir ne de şahit olabilir.”[94]
Bu hadis-i şerif ile Efendimiz lanet okumamanın gerekliliği
konusunda ümmetini çok ciddi bir şekilde uyarmaktadır. Eğer kişi dünya
hayatında kişi ya da nesnelere lanet etmişse ona şefaat hakkı verilmeyecek ve
şahitliği de kabul edilmeyecektir. Eğer tenasuh/reenkarnasyon var olsaydı,
Peygamber Efendimiz böyle bir hadis irat etmezdi. Nitekim bir hayatında lanet
okuyan bir insan, belki sonraki 80 hayatında hiç lanet okumayacaktır. Bu
sebeple o kişiye şefaat hakkı verilmeyecek ve şahitliği de kabul edilmeyecek
denilmezdi. Demek ki bir tek ruh bir beden içindir ve bundan dolayıdır ki dünya
hayatımızda lanet okuduğumuz takdirde yukarıda zikredilen şekilde
cezalandırılırız.
Allah Resulü (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) buyurdu ki “Ölülerinize sövmeyin. Çünkü onlar,
gönderdiklerine kavuşmuşlardır.[95]
Ölülerimizin arkasından kötü sözler söylemek dinimizce hoş
görülmemiştir. Bu hadis-i şerif ile kişinin dünyada yaptığı amellerinin mükâfat
veya cezasına ölmekle kavuştuğu belirtilmiştir. Kişi kabre konulduğu andan itibaren
sadece amelleriyle baş başadır. Amel defterinde yazılı olanlardan Allah’ın
hoşnutluğunu kazandıran fiiller için mükâfat, tersi içinde azap görecektir.
Yani, bu dünyada iken gönderdiklerine kavuşmuş olacaktır. Ölmeden önce ölüme
hazırlıklı olmak gerekir. Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve
sellem.)’in bir başka hadis-i şerifi şu şekildedir:
“Dünyada gurbette olduğunu unutma ve hep garip gibi davran yahut yolcu gibi
yaşa. Asıl ve ebedi vatanına gideceğine öyle inan ki, ölmeden önce ölmüş ol ve
kendini kabir ehlinden say.”[96]
Eğer tenasuh/reenkarnasyon dinimizin kabul ettiği bir inanç
olsaydı, “Ölülerinize sövmeyin. Çünkü onlar, gönderdiklerine kavuşmuşlardır.”
hadisi ile çelişirdi. Nitekim tenasuh/reenkarnasyona göre ruhun tekâmülü
tamamlanmadıysa, ruh başka bir bedende dünyaya gelecektir: Belki de daha
elliden fazla hayat yaşayacaktır. O hâlde gönderdiklerine kavuşmuştur demek
doğru olmazdı çünkü başka bedenlerde başka hayat şansları olacaktı. Özetle,
gönderdikleri henüz bitmemiş olacaktı. Bu hadis ile de kesin bir şekilde
anlaşılacağı üzere tenasuh/reenkarnasyonun gerçekliğinin olmadığı
vurgulanmıştır.
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) Taife giderken bir kabrin yanından geçince bu kimin
kabri diye sorunca, Hz.Ebubekir (r.a.) bu kabir Allah ve Resulüne karşı asi
olan Said bin Âs’ın kabridir dedi. Bunun üzerin o kişinin oğlu olan Amr bin
Said kızdı ve “Ey Allah’ın Resulü! Bu kabir Hz. Ebubekir’in babası Ebu
Kuhafe’den daha fazla yemek yediren ve daha çok düşman kellesi vuran adamın
kabridir.” diye cevap vermiştir. Hz. Ebubekir de “Ey Allah’ın Resulü bu adam
benimle nasıl konuşuyor?” deyince, Efendimiz, “Dilinle Ebubekir’e sataşma
buyurmuş ve “Kâfirlerden bahsedince umumi lafızlarla anın. Hususi kelimelerle
andığınızda çocukları babaları için kızarlar.”[97] demiştir.
Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in hemen önünde böyle bir tartışma yaşanmıştır.
Tartışmanın sebebi ise Hz. Ebubekir (r.a.)’ın Amr bin Said’in babasına Allah ve
Resulüne karşı asi olan biri demesidir. Bunun üzerine bir münakaşa yaşanınca
Efendimiz kâfirleri hususî isimleriyle anmayın demiştir. Reenkarnasyona göre
kişi kâfir olarak ölse bile sonraki hayatlarında mümin mi yoksa müşrik olarak
mı öleceği belli değildir. Kabrinde yatan beden ile ruhun herhangi bir ilişkisi
kalmamış ve muhtemelen ruhu başka bir bedende hayatına başlamıştır. Bu sebeple
eğer tenasuh/reenkarnasyon inancı Allah’ın mümkün kıldığı bir durum olsaydı
Peygamber Efendimiz kabrinde yatan kişiyi kâfir olarak nitelemezdi.
Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) ve Hz. Ömer (r.a.) konuşuyorlardı. Efendimiz; Ya Ömer!
Vefat ettiğin, kabrin kazıldığı ve ardından akrabaların seni yıkayıp,
kefenleyip ve seni çukura bıraktıklarında hâlin nice olur! Kabrin başından
herkes ayrılınca, sesleri gök gürültüsü, bakışları ise şimşek gibi olan kabrin
iki korkutucu meleği Münker ve Nekir gelince, seni korkutunca hâlin nice olur”
deyince Hz.Ömer de “Kabirdeyken şu andaki aklım ve şuurum bende olacak mı?”
diye sorar. Efendimiz de “Evet olacak.” deyince, Hz. Ömer “O zaman haklarından
gelir ve sorularına bir bir cevap veririm.”[98] der.
İmam Gazâlî (Ö.505/1111) bu hadis ile alakalı olarak şu
yorumda bulunur: Kişi nasıl bu âlemde aklı ve şuuru ile elem ve lezzetleri
hissediyorsa, kabirde de aynı şekildedir. Aklı başındadır. Ancak bu duyguları
hisseden akıldır, bedenin azaları değildir. Akıl boyutları olmayan, parçalara
ayrılması mümkün olmayan bir şeydir. İnsanın bütün vücudu ve uzuvları parçalara
ayrılsa, yine de kendisinde mevcut olan aklı vasıtasıyla kâmil bir insandır.
Akıl ve ruh için ölüm ya da yok olma mevzu bahis değildir.[99]
Bu hadisten anlaşılacağı üzere kişi kabirde akıl ve
şuuruyla birlikte sorulan sorulara cevap verecektir. Yani ruhu başka bedenlere
geçerek hayat sürmeyecek, kabirde ceset ile beraber olacaktır. Eğer ruh başka
bedenlere geçseydi, ceset nasıl olurda sorulara cevap verebilirdi ki?
Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.); babası Uhud’da şehit düşen Cabir (r.a.)’a “Sana bir
müjde vereyim mi?” dedi. Cabir de bu müjdeyi duymak isteyince Efendimiz
anlatmaya başladı. Allahû Teâlâ baban şehit olduktan sonra onu diriltip
huzuruna getirtti ve “Benden ne dilersen dile, onu vereceğim.” buyurdu. Baban
da “Ya Rabbi! Dünyada iken sana hakkıyla ibadette bulunamadım. Senden dileğim
şudur ki beni yeniden dünyaya göndermen, Resulün ile beraber bir daha savaşmam
ve şehit olmamdır.” dedi. Rabbimiz de “Ben hakkında olacakları ezelden takdir
ettim artık dünyaya döndürülemeyeceksin” dedi.[100]
Tabiinin önemli zatlarından olan Ubeyde b. Umeyr “Kabirde
bulunanlar hayattakilerden haber beklerler. Aralarına bir ölü daha gelince, o
kişiye tanıdıkları diğer kişileri sorarlar.” demiştir. Cafer b. Süleyman’ın
Said b. Müseyyeb’den naklettiğine göre de; “Kişi vefat edince, başkalarının
kendisini karşıladığı gibi, kendisinden önce ölmüş olan evladı da onu
karşılar.” Mücahid (r.a.) da “Kişi kabirdeyken çocuğunun yaptığı iyi ameller
ile müjdelenir.” demiştir.[101] Burada üç
cümle ile tenasuh/reenkarnasyonun gerçek olmadığı ifade edilmiştir. Ruhun başka
bedenlerde hayat sürmediği ve kabrinde hesap gününü beklediği vurgulanmıştır.
Nisa sûresinde geçen aşağıdaki âyet de sanki ruhun bedenden
bedene geçişi gibi yorumlanmış ve tenasuhe delil olarak gösterilmiştir.
“Derileri piştikçe azabı tatmaları için onlara başka deriler vereceğiz.”[102]
Âyet; cehennemliklerin azabı yeniden ve
yeniden tatmaları için derilerinin değiştirilmesini ifade etmektedir. Aslında,
tenasuhçüler kendilerine delil bulma adına âyetlere ya da büyük zatların
sözlerine çok alakasız bir şekilde uydurma yorumlar getirerek görüşlerinin
dayanaksızlığını daha açık bir şekilde ortaya koymaktadırlar. Hasan Basrî
(ö.110/728) ise bu âyeti şu şekilde tefsir etmiştir: “Ateş her gün
cehennemlikleri 70.000 kez yer ve bitirir. Onları her bitirişinde eski hâlinize
dönün der ve onlar da eski hâline dönerler.[103]
İkrime (r.a.) anlatıyor: “Kıyamet günü baba
oğlunu tutar ve oğlum ben senin babandım der ve evladını biraz övdükten sonra
senin iyiliklerine ihtiyacım var. Vereceğin sevaplarla beni bu perişan hâlden
kurtar der. Ancak oğlu kendisinin de zor durumda olduğunu söyleyerek babasının
isteğini kabul etmez. Bu kez hanımına gider ve yalvararak senden bir hediye
istiyorum, benim bu hâlden kurtulmama yardımcı ol der. Ancak eşi de ben de
hâlimden korkuyorum ve sana hiçbir iyilik veremem der.[104]
Hesap gününün zorluğunun zikredildiği bu
metinde geçen baba; sevaplarından istemek amacıyla oğlu ve eşine gitmektedir.
Bu hadisten yapılacak çıkarıma göre âhirette ailemizin fertleri ile de
görüşeceğiz. Kişinin aile fertleri ile görüşecek olması,
reenkarnasyon/tenasuhun mümkün olamayacağına dalalet etmektedir.
1.4.
Diğer İnanç
Sistemlerinde Tenasühe Bakış
Hıristiyanlık dininde Tanrı’nın doğadaki tüm
canlıların sahibi ve belirleyici olduğu görüşü vardır. Hayat Tanrı’nın
elindedir, dilediğinde verir, dilediğinde alır.[105]
Batılı ruhçular/spiritualistler[106] İncillerdeki bazı bölümlerden
hareketle ruh göçünü savunmuşlardır. Ancak Katolikler bunu reddetmişlerdir. Pek
çok Hıristiyan da ellerindeki İnciller’in orijinal metinlerden oluşmadığını
bilmektedir. Hıristiyanlar içinde bir grup reenkarnasyona inanmaktadır ancak bu
inancın Hıristiyanlık dini ile ilgisi bulunmamaktadır.[107]
Reenkarnasyona delil olarak Yuhanna İncilinde geçen pasaj
şu şekildedir: Hz.İsa (a.s.) ve Havarileri yoldan geçerken âmâ bir adama
rastlarlar. Havarileri; bu adamın âmâ olarak doğmasının sebebi kendi şahsi
günahı mı yoksa onu dünyaya getiren anne-babasının günahı mı diye sorunca
Hz.İsa da “Ne onun ne de onu dünyaya getirenlerin günahı, onun âmâ olarak
doğması Tanrının kudretinin onda tezahürlerini oluşturmasındandır.” demiştir.
Bu pasaja bakınca akla ilk gelen soru, reenkarnasyona delil olan husus nerede
olacaktır çünkü mantık hep aynı şekilde işletilmiştir. Kur’an-ı Kerim’deki
âyetlerden, tasavvuf ehl-i büyük zatların sözlerinden, İncil’deki pasajlardan
ve Yahudilerin kutsal Kitabı Kabala’dan hep zoraki yorumlar çıkarılmıştır.[108]
Musevilikte hayatın insana Tanrı tarafından verildiğine bu
sebeple kişinin kendi hayatının sahibi olamayacağı, dilediğinde
sonlandıramayacağı ve bir başkasının canına kıyamayacağı düşüncesi vardır.
Musevilik inanışlarında ruh göçü kavramı bulunmaktadır. Örneğin; Hz. Adem (a.s.)’ın
önce Hz. Nuh (a.s.), sonra Hz. İbrahim (a.s.), sonra da Hz. Musa (a.s.)
olduğuna inanılır. Kutsal kitapları Kabala’da da ruh göçü geçmektedir.[109]Ancak bazı
gruplar hariç olmak üzere ilahi dinlerde reenkarnasyon inancı kabul
görmemiştir. Yahudilerde de sadece bazı fırkalarında mevcuttur. Kabalada ve
bazı kaynaklarda da bu inanca dair ifadeler bulunmaktadır.[110]Cem Çobanlı Kabala’dan şu
ifadeyi aktarmıştır: “İtaat etmekle yükümlü olduğu 613 kuraldan birine itaati
ihmal edenler, önceki yaşamlarında ihmal ettikleri kurala uyuncaya kadar bir
veya birkaç defa tekrardan dünyaya gelmeye mahkûm edilir.”[111]
Yahudi asıllı yazar Solomon Zanvel Rappoport’un
reenkarnasyon hakkındaki düşünceleri çok ilginçtir ve bu anlayışa yeni bir
bakış açısı getirmektedir: “Bir insan eğer vaktinden önce ölürse, onun
yaşanmamış hayatı, sevinçleri, üzüntüleri ne olur? Zamanı olmadığı için
geliştiremediği fikirleri, yapmak isteyip de fırsatı olmadığı için
yapamadıkları ne olacak? İnsan yaşamı kayıp değildir. Bir kişinin ömrü
vadesinden önce dolarsa, onun ruhu geri kalan hayatını yaşamak, mutluluk ve
acılarını tatmak ve yapamadıklarını yapmak için tekrar dünyaya döner.”[112]
Farz-ı muhal bir insanın 76 yıl ömrü olsun[113] ve 38
yaşında vefat etsin. O hâlde bu kişi Museviliğin reenkarnasyona bakışı
açısından tekrar dünyaya gelecek ve geriye kalan 38 yılı yaşayacak ve ondan
sonra başka bir bedende dünyaya gelecektir. Bu kişi ilk hayatında Mehmet
isminde dindar olmayan bir öğretmen, ikinci hayatında ise Ahmet isimli bir
esnaf ve dindar bir insan olsun. Farklı iki ailede ve çevrede yetişen ve farklı
mesleklere sahip olan kişilerin çok büyük ihtimalle fikirleri de tabii olarak
farklı olacaktır. Hayata dair planları ve hedefleri de yetiştirildikleri aile,
çevre ve meslekleri itibariyle şekillenecektir. Üstelik 38 yaşında, yani henüz
yolun yarısı tabir edilen bir yaşta vefat eden kişi ilk hayatında da ikinci
hayatında da yüksek olasılıklarla hedeflerine ulaşamayacaktır çünkü hayatının
henüz daha başlangıcındadır.
Bu açıklamalar çerçevesinde Ansky’nin sözleri
değerlendirildiğinde, reenkarnasyon düşüncesinin temelinin sağlam olmadığı
gözler önüne serilecektir. “Ecelleri geldiği zaman ne bir saat tehir edilir, ne
de evvele alınır”[114] âyeti ile
dinimizde bir insanın ömrü hayatının ne kadar olduğu Allah katında belirlidir.
Yani, erken yaşta ölmesi onun tekrardan geriye kalan ömrünü yaşamak için başka
bir bedende dünyaya geleceği anlamına kesinlikle gelemez.
Kur’an-ı Kerim bozulmamıştır.
Dünyanın hangi ülkesi ve şehrindeki Kur’an-ı ele alırsak alalım, tüm âyetlerin
aynı olduğunu ve bir kelimenin bile farklı olmayacağı görülecektir. 4 din de
semavî ve hâk dindir ve aynı Allah tarafından gönderildiğine inanılmaktadır. O
hâlde Kur’an-ı Kerim’de ne yazıyorsa, diğer kutsal kitapların da başka
kelimeler ile de olsa aynı manayı ihtiva etmesi gerekir. Bu tüm âyetlerin her
kitapta olacağı anlamına gelmez ancak bir kitapta söylenenin diğer kitapta
aksinin de söylenmeyeceği anlamına gelir. Kur’an-ı Kerim’e ters olan ifadeler varsa, diğer semavî dinlerin kitaplarının maalesef tahrif
edilmesinden kaynaklanmaktadır. Kur’an-ı Kerim’in indirilme sebebi de diğer
dinlere ait mukaddes kitapların değiştirilmesidir.
Güney Asya’da, özellikle Hindistan’ın kültürü çok eskilere
dayanmaktadır. Bu bölgede çok çeşitli din, inanış ve ilahlaştırdıkları Tanrılar
da bulunmaktadır. İslam ise hicri birinci asırdan itibaren buraya yerleşmiştir.
Ancak 13.asırda Delhi sultanlığının da kurulmasıyla yapılan fetihlerle de
tarikatlar sistemli bir şekilde teşkilatlanmışlardır. Bu tarikatlardan en başta
gelenleri Çiştiyye, Sühreverdiyye ve Kadiriyye’dir. [115] Bu bölümde Hint dinlerinin
inançlarının genelde dayandığı noktalara temas ederek bilgi vermeye çalışacak
ve tenasüh inancına değineceğiz.
Hint kıtası dinlerinde
varlıkların bütününe birden evren denilmektedir. Hatta Yaratıcıyı da evren ile
bir görürler ancak zihinsel anlamda Tanrı’yı evrenden ayrı tutarlar. Evreni
kutsal olarak görmelerinin sebebi Tanrı’nın tezahürü olarak kabul etmeleridir.
Evreni kabul ettikleri için de her türlü varlığı ilahlaştırmanın önünü açmaktadırlar.
Bu da politeizm yani çok tanrılı inanışa sebep olmaktadır. Kimileri ineğe,
kimileri maymuna kimileri ise başka bir hayvana inanmakta ve
kutsallaştırmaktadır. Tanrı mutlak olup evrene herhangi bir şekilde irâdî
müdahalesi söz konusu değildir.[116]
Filozof Nietzsche’nin en
popüler sözü -hâşâ- şudur: “Tanrı öldü.”[117] Bunun sonucu olarak da Tanrı
evreni yarattı ve artık müdahalede bulunmuyor demiştir. Bu görüşe varmasının
sebebi ise bu kadar savaş ve çatışmanın Tanrı’ya mal edilemeyeceğine olan
inanıştır. Ancak dinimizce bu görüş kesinlikle uygun değildir. “Göklerde ve
yerde bulunanlar O’ndan isterler ve O her an yeni bir ilâhi tasarruftadır.” [118] âyeti ile
Rabbimizin her an yaratmada olduğu açıkça ortaya konulmuştur.
Hint kıtası dinleri
varoluşu ezelî ve ebedî olarak ele alır. Onlara göre evren neden-sonuç
yasasının yani karmanın kontrolündedir. Tüm evreni bir devir daim içinde
görürler hatta bu devir daime kendilerince tanrı olarak gördüklerini de dâhil
ederler. Evrenin ömrü bitince yeni bir evrenin doğacağına inanırlar. Tenasüh
inancı gereği önceki hayattaki iyi ya da kötü durumlar bir sonraki hayatı
etkiler.[119]
Tenasüh bu inanışların en
önemli noktasıdır. Örneğin Budizm’e göre ölüm dünyaya yeniden gelmenin
başlangıcı olarak görülür. Böylece canlıların ruhları devir daim hâlindedir.
Ruhlar kimi zaman insan, kimi zaman hayvan, kimi zaman ise bir bitki olarak
hayata yeniden başlarlar. Devir daime Nirvana’ya ulaşıncaya kadar devam edilir.
Ruhun bu süreçte çeşitli bedenlerde hayatlar yaşayarak sonsuz mutluluğa ulaşacağına
inanırlar.[120]
Nirvana’ya ulaşılabilmesi
için halis iman, halis irade, doğru konuşabilme ve davranabilme gibi aşamaları
içeren sekiz dilimli yolun geçilmesi gerekir.[121]
Fiziksel evrene
inanmazlar ve onu hayal olarak görürler. Evreni tanrının bir tezahürü olarak
görürler bu sebeple evreni kavramının mümkün olmadığına inanırlar. Gerçeğe
ulaşmanın önünde gelenek-görenek ve vahyi birer engel olarak görürler.
Hayatı insan için bir
trajedi olarak gördüklerinden, doğum ölüm döngüsü yani samsaradan bir an önce
kurtulmanın gerekliliğine inanırlar. [122]
Yeni doğan bebeklerin
önceki hayattaki yanlışlarından dolayı bu hayatlarında ceza çekeceklerine ya da
iyi hâl ve tavırlarından dolayı mükâfat göreceklerine inanılır. Ruh, bir
bedende ömrü bitince başka bir bedene geçeceği zaman Tanrı’nın müdahalesi
olmadığına inanırlar. Kişi bir önceki hayatına dair herhangi bir şeyi hafıza ve
bilinç gibi özelliklerin tekrar doğuşla tamamen silinmesinden dolayı
hatırlayamamaktadır. Bedeni, ruh için bir hapishane olarak görürler. Bir kişiyi
kurtuluşa erdireni Tanrı değil kişinin kendi kişisel çabaları olarak görürler.
Bağışlanma ya da şefaat mümkün değildir.[123]
Hint
dinlerine genel hatlarıyla bakıldığında semavî yani Allah’tan olmadığı aksine;
insan eliyle tasarlandığı aşikârdır. Birbiriyle çelişen olgular çok fazladır.
Bir yandan ikinci ya da üçüncü hayat fırsatları vaat ederek umut verirken
insanları isyan etmemeye teşvik etmekte, bir yandan da akıllarına acaba tenasüh
hâk mı diye bir şüphe gelmesin diye önceki
hayatlar hatırlanmaz kuralı insanların zihnine
yerleştirilmiştir.
Hem ruhların bedenden bedene geçerek sonsuz
mutluluğa
ulaşacağına
inanılırken, hem de önceki hayatlarının hiçbir şekilde hatırlanmaması tamamen
çelişmektedir. “Size düşünecek olanın düşüneceği kadar ömür vermedik mi?”[124] buyuruyor
Rabbimiz. Bu ömrün kaç yıl olduğu ile alakalı çeşitli görüşler bulunmakla
birlikte burada önemli olan husus, düşünmek için, Allah’ı bulmak için 125 yeterli olmasıdır.[125]
TASAVVUF ve TASAVVUF
LİTERATÜRÜNDE
TENASUH/REENKARNASYONUN DEĞERLENDİRİLMESİ
2.1.
Tasavvufun Tanımları
ve Tasavvuf Tarihinin Dönemleri
Bu bölümde kısaca büyük tasavvuf ehl-i zatların tasavvuf
nedir sorusuna verdiği cevaplar üzerinde duracağız.
Cüneyd-i Bağdadî’nin hocası Muhammed b. Ali
Kassâb tasavvufu “Tasavvuf, seçilmiş bir toplulukla birlikte seçkin bir
insandan güzel bir zamanda zuhur eden güzel ahlaktır.” şeklinde tanımlamıştır.
Talebesi Cüneyd-i Bağdadî ise “Yaratıklarla alâkayı kesip Allah ile olmaktır.”
demiştir. Ruveym b. Ahmed de “Nefsi Allah’ın iradesine teslim etmek.” olarak
tanımlarken bir başka büyük tasavvuf ehli zat olan Semnûn “Hiçbir şeyin sana,
senin de hiçbir şeye mâlik olmamandır.” diyerek ifade etmiştir. Tasavvufun
diğer tanımları da şöyle yapılmıştır. “Kulun içinde bulunduğu zamanın gereğine
göre o an ne yapılması gerekli ise onu yapmaktır” ve “Manevî makamları yaymak
ve bu makamlara devamlı bağlı kalmaktır.” Serrâc (Ö.378/988) da tasavvufu dini
ilimlerden biri olarak görmüştür. [126] Şihabüddin Sühreverdî
(Ö.632/1234) ise; “Fakirlik tasavvufun temelidir, eğer kişi tasavvuf
makamlarına ulaşmak istiyorsa yolu fakirlikten geçer. Tasavvufu bulduğu yerde
fakirliği de bulur.” demiştir.[127]
Cüneyd-i Bağdadî başka bir yerde de “Tasavvuf kulun içinde
ikamette bulunduğu sıfat ve vasıftır.” demiştir. Bu sözü şu şekilde
yorumlanmıştır. Tasavvufun hakikatinin kulun sıfatının fani olmasını
gerektirdiğini, kulun sıfatının fena bulması da, Hakk’ın sıfatının beka bulması
ile olacağını belirtmiştir. Ayrıca tasavvufun kulun her zaman mücadele hâlinde
olmasını gerektirdiğini ifade etmiştir. Cüneyd-i Bağdadî’nin tasavvuf
tanımlarından biri de şudur. Hazret tasavvufun 8 haslet üzerinde olduğunu
söylemiştir. Bunlar; sehâ, rıza, sabr, işaret, gurbet, sûf giyme, seyahat ve
fakr. Bu hasletlerin hepsini de bir Peygambere nispet etmiştir. Sehayı Hz.
İbrahim (a.s.)’a, rızayı Hz. İshak (a.s.)’a, sabrı Hz. Eyyûb (a.s.)’a, işareti
Hz. Zekeriya (a.s.)’a, gurbeti Hz. Yahya (a.s.)’a, sûf giymeyi Hz.
Musa(a.s.)’a, seyahati Hz. İsa(a.s.)’a, fakrı ise Hz. Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem.)’e. [128] Tasavvufun peygamber yolu
olduğunu ifade etmiştir. Cüneyd-i Bağdadî ayrıca tasavvufu sırrın ve ruhun
Hakk’a ulaşması olarak da tanımlamıştır. Bunu başarabilmenin ise ruhunu
kuvvetlendirerek ve Hakk ile kaim olarak nefsin sebeplerini görmekten fani olma
ile mümkün olacağını ifade etmiştir.[129]
Ebu Hüseyn Nurî (r.a.) “Tasavvuf, nefsin tüm zevklerini
terk etmektir.” demiştir. Hz. Ali (r.a.)’ın oğlu Hz. Hüseyin (r.a.)’ın torunu
Muhammed Bakır “Tasavvuf güzel ahlâk ve huydur, huy olarak senden iyi olan
tasavvuf bakımından da öyledir.” demiştir. Muhammed b. Ahmed Mükrî “Tasavvuf
Hakk ile beraber hâllerin istikamet üzere olmasıdır.” demiştir. Ebu Hafs Hadda
Nişaburî de tasavvufu tümüyle edep olarak tanımlamıştır. Murtaiş de tasavvufu
güzel ahlâk ve tümüyle ciddiyet olarak nitelendirmiştir. Ebu Ali Kırmısinî’ye
göre ise tasavvuf razı olunan bir ahlâktır.[130] [131]
Abdülkerim Kuşeyrî’ye
(ö.465/1072) göre tasavvuf amel ve ilimden olmak üzere iki bölümden ibarettir.
Amel bölümü ibadet, taat, takvâ, vera, zühd ve ahlâktır ve tasavvufun hareket
noktasını teşkil eder. İlim bölümü ise; marifet, irfan, ilham, keşf, sır,
hikmet ve hakikatten ileri gelir ve tasavvufun amacını oluşturur. Marifet
seviyesine ulaşamayan kişi, zühdü tasavvuf olarak görmez. Şeriatın gerektirdiği
amel ve ibadeti eksik olmadan yaptıktan sonra mümkün olduğu kadar marifete
geniş yer 131
vermeyi ise ideal tasavvuf
olarak tanımlamıştır.
İbn Atâ’ya göre tasavvuf “Kulun kendisini şartsız olarak
Allah’ın iradesine teslim etmesidir.”[132]
Tasavvuf tarihi zühd, tasavvuf ve tarîkatlar
olmak üzere üç ana döneme ayrılmıştır. Zühd dönemi asr-ı saadet ile başlamış ve
hicrî ilk iki asrı kapsamıştır. Bu dönemde tasavvuf ve sûfî kavramları ortaya
çıkmıştır. Fetihler ile birlikte gelen zenginliklere olan aşırı rağbete tepki
olarak zühd dönemi ortaya çıkmıştır. Tasavvuf döneminde ise tasavvuf ve sûfî
kavramları kullanılmaya başlanmıştır. Bu dönem hicrî ikinci asrın sonundan,
dördüncü asra kadar devam etmiştir. Tasavvufun başlangıç noktası bu dönem olmuş
ve ilk eserler de bu dönemde verilmeye başlanmıştır. Tarikatlar dönemi de hicrî
dördüncü asırda başlamış ve günümüze kadar devam etmektedir. Bu dönem tasavvuf
müesseselerinin temsilcilerinin tarikatların kurulmasına vesile olması ile
başlamıştır.[133]
Bu bölümde de yukarıda tanımını yaptığımız tasavvuf yolunun
yolcularının hangi hasletlere sahip olmaları gerektiği açısından sûfî
kavramının tanımlarına yer vereceğiz.
Hasan Basrî’nin (Ö.110/728) seçkin talebelerinden biri olan
Abdulvâhid b. Zeyd’e sûfî kimdir diye sorulunca “Üzüntü ve kederlerini aklıyla
çözen, kalbiyle bunlardan uzaklaşan ve nefsinin şerrinden efendisine
sığınandır.” cevabını vermiştir. Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre sûfîler halk arasında
Hakk’ın seçkin kullarıdır. Allahû Teâlâ isterse onları belli eder, isterse de
gizli kılar. Husrî ise “Sûfî yerin taşıyamadığı, semânın da gölgelendiremediği
kişidir.” demiştir.[134] Beyazid-i
Bistamî “Sûfîler, Hakk’ın kucağında ve himayesindeki bebeklerdir.” demiştir.[135]
Zünnûn Mısrî (ö.245/859) sûfîleri şöyle anlatır: Onların
sözlerindeki beyan; tavır ve davranışlarındaki hakikatlerdir. Yaşadıklarını
anlatırlar. Sözleri sapasağlam bir esas üzerine dayanır. Fiilleri saf
doğruluktur. Ağzından çıkan tüm sözler haktır.[136]
Bir başka yerde ise sûfî; “Talep etmekle yorulmayan, bir
şeyi elinden zorla alındığında darılmayan, Allah’ı her şeye tercih edendir.”
diye ifade etmiştir.[137] [138]
Abdülkerim Kuşeyrî
(Ö.465/1072) ise sûfilerde bulunması gereken hasletleri şu şekilde ifade eder:
“Sûfî halvete girer. Sessiz ve kimsenin olmadığı yerlerde murakabelere dalar.
Kendisini, Yaradan’ı, insanları ve kâinatı düşünür. Zühd, ibadet 1^138 ve riyazet neticesinde Allah sûfîlere ilham nasip eder ve
keşfi açılır.
Bazı fırkalar kendilerini
tasavvuf yolundaymış gibi gÖstermektedirler. Ancak bu fırkalar hak yol üzerinde
değillerdir. Bunlar; Habibiyye (Hubbiye), Evliyaiyye, Şümrâhiyye, İbâhiyye,
Hâliyye, Hulûliyye, Huriyye, Vâkıfiyye, Mütecâhiliyye, Mütekâsiliyye, ve
İlhâmiyye.[139]
l.Habibiyye (Hubbiye) :
Bu fırkanın mensuplarının inancına göre, eğer kul Allah'ı kendine sevgili ve
dost edinirse, diğer tüm yaratılmışlardan ziyade yüzünü Allah'a çevirirse,
ibadetler artık ona farz olmaz. Namaz kılmayabilir, oruç tutmayabilir. Haramlar
da bu kul için helal olur. İbrahim Hakkı da apaçık küfür içinde olan bu
kimselerden sakınma konusunda insanları ihtar etmiştir. 2.Evliyaiyye: Bunlar da
Habibiye mensupları gibi velâyet yani Allah'a dost olma seviyesine yükselen
insanların Allah'ın emir ve nehiylerine muhatap olmak zorunda olmadığını iddia
ederler. Bunlar da küfür ve dalalet içindedirler.3.Şümrâhiyye: Kadınları güzel
kokulu çiçeklere benzetirler ve bu çiçekleri koklamanın herkes için mübah ve
caiz olduğunu iddia ederler. Bu grup da kendini farzlardan muaf görmüştür. 4.İbâhiyye:
Kendilerini günah işlemekten uzak tutacak güçleri olmadığını iddia ederek günah
işlemenin yolunu açmışlardır. Müslümanların mallarını ve namuslarını mübah
saymışlardır. 5.Hâlliyye: Sema vaziyetinde iken dehşet hâlinde, vücutlarında
hiçbir hareket yokmuş gibi bir durumda beklerler. Şeyhlerindeki şeriat ile
bağdaşmayan hâlleri helal sayarlar. 6.Hulûliyye: Güzel kadın ve erkeklere
bakmanın helal olduğunu söylerler. Raks hâlindeyken Allah'ın sıfatlarının
kendilerine hulul ettiğini yani sıfatların kendilerinde tecelli ettiklerini
söylerler. Bu hâldeyken sarılmak ve öpüşmek gibi yaptıkları şeylerin helal
olduğunu belirtirler.[140]
7.Huriyye: Bunlar da
Hulûliyye fırkasındakilerle aynı fikirdedirler. Onlara göre; kendilerinden
geçmiş hâlde iken cennetten huriler gelir ve onlarlar cinsi münasebette
bulunurlar ve bunu günah görmezler. 8.Vâkıfiyye: İnsanın Allah hakkında bilgi
sahibi olamayacağını ve Allah'ı ancak Allah'ın kendisinin bilebileceğini iddia
ederler. İnanışlarını kendilerinin dillendirdiği "Seni kimse bilemez, seni
ancak sen bilirsin işte o kadar" şiiriyle özetlemek mümkündür.
9.Mütacâhiliyye: Genelde bu fırka cahil insanlardan oluşmaktadır. Maksatlarının
riya ve gösterişten uzak olmak olduğunu söylerler. Bu sebeple sâlih gibi değil
fâsık gibi giyinirler. 10.Mütekâsiliyye: Rızıklarını çalışarak temin
etmektense, yalanlarla halkın evlerini kapı kapı dolaşırlar ve talepte
bulunurlar. Tek amaçları bedenlerini doyurmaktır. Zekât ve vakıf malları ile
geçimlerini sağlarlar. 11.İlhâmiyye: Kur'an okumaktan ve ondan ilim tahsil
etmekten yüz çevirmişlerdir. Hükema ve filozofların eser ve şiirlerini okumanın
"Tarikat-ı Kur'an" olduğunu iddia ederler.12.Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat
mezhebi: Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)'in sünnetine uyarlar ve dinimizin farzlarını yerine
getirir, haram kıldıklarından da uzak dururlar.[141]
İnsanlar bu yoldan
gidenlerin ellerinden, belinden ve dilinden emindir, onlardan zarar
görmeyeceklerini bilirler. Allah yolunda olan fırka budur. Bu ehl-i sünnet
insanları sevmek Allah ve Resulünü sevmektir. Bu kişiler Kur'an-ı Kerim'de
aşağıdakii âyet ile nitelendirilmişlerdir. “Kalplerini Allah'ın takva için
imtihan ettiği kimseler bunlardır. Onlar için bağışlanma ve ayrıca büyük bir
mükâfat vardır.”[142]
Görüldüğü gibi Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat Mezhebi
dışındakiler nefse ağır gelen ibadetleri arka plana atarak kendilerine göre bir
dünya kurmuş ve dinlerini de bu dünya arzularına göre yorumlamışlardır. Din ile
uzaktan yakından alakası olmayan bir kişiye bile bu on iki fırkadan hangisi hak
yoldur diye sorulsa tereddütsüz bir şekilde Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat mezhebini
seçecektir. Allah'ın hak yolu alenen ortadır. Diğerlerinin ise nefsin heva ve
arzularının altında ezilmiş insanlar tarafından uydurulduğu ayan beyan
görülmektedir.
Allahû Teâlâ’nın Kur’an-ı Kerim’de belirttiği üzere ruh
hakkında insanlığa sunulan bilgi sınırlıdır. Bu bilginin sınırlı olması ile
alakalı çok hikmetler olabilir. Bu sınırlı bilgi nispetinde sahabe
efendilerimiz ve onları takip eden âlim ve tasavvuf ehli zatlar ruh konusunda
görüşlerini belirtmişlerdir. Bu husus aşağıdaki ayet ile sabittir. “Ey
Muhammed! Sana ruhtan soruyorlar. De ki Ruh Rabbimin bildiği bir iştir ve size
ilimden ancak az bir şey verilmiştir.”[143]
Hz. Ebubekir (r.a.)’a “Ruhlar bedeni terk edince nereye
gidiyor?” diye sorulduğunda şöyle cevap vermiştir. “Allah katındaki
derecelerine göre ruhların gittikleri yerler farklıdır. Peygamber ruhları Adn
cennetine, gerçek âlimlerin ruhları Firdevs cennetine, Allah dostlarının
ruhları yüksek cennete ulaşırlar. Şehitlerin ruhları da kuş misali diledikleri
cennetleri gezerler. Günahkârların ruhları kıyamete dek arz ile sema arasında
asılı kalır. Mümin çocuklarınki Misk dağına uçarlar. Kâfirlerin ruhları ise
kıyamete dek cehennemde azap görürler.”[144]
Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)’in en yakın dostu olan ve Efendimizden sonra ilk halife
olma şerefine nail olan Hz. Ebubekir (r.a.) ölümden sonra ruhların akıbetini
açıklamıştır. Tenasuh/Reenkarnasyon savunucularının dediklerinin doğruluk
payının olmadığı açıkça görülmektedir.
İbn Salim’e (ö.350/961) göre ruh ve cesedin sevap ve cezayı
beraber mi yoksa sadece cesedin mi çekileceği sorulduğunda şöyle cevap vererek
diyerek ruhu açıklarken tenasuhün de mümkün olamayacağını vurgulamıştır: “Ruh
olmadan bedenden ya da beden olmadan ruhtan sevap ya da günah bir amel ortaya
konulamaz. Durum böyle olduğundan mükâfat ya da ceza ruh ve beden birlikte
olmadan birine verilemez ve uygun değildir. Ruhların tenasühüne yani bedenden
bedene dolaştığına inananlar sapkındır ve açık ziyandadırlar.”[145]
Cüneyd Bağdadî “Ruh ile alakalı bilgileri Rabbimiz
kendisine tahsis etmiştir. Yarattıklarından hiçbirini bu bilgiye vâkıf
kılmamıştır.” demiştir. Abdullah Nebâcî “Ruh hislerle tanınamayacak kadar latif
ve dokunulmayacak kadar da büyük bir cisimdir, ruh konusunda onun
mevcudiyetinden başka bir kelam edilemez.” diyerek görüşlerini ifade etmiştir.
Kimisine göre ruh bedene hayat katan güzel bir rüzgârdır. Kelabâzi (ö.378/1010)
de şöyle demiştir; Ruh bedendeki bir manadır ve beden gibi de bir mahlûktur.
Sûfîlerin cumhuru ise ruhun bedene hayat veren bir mana olduğu konusunda
ittifak etmişlerdir.[146]
İbn Kayyim el-Cevziyye ruh hakkında şöyle demiştir: Bazı
kişiler bir insanın vefatı ile bedenden ayrılan ruhun, yaşadığı hayat boyunca
kazandığı özelliklere uygun başka bir bedene gireceğini iddia etmiştirler.
Bunlara göre; yırtıcı bir karaktere sahip olan ruh, yırtıcı hayvanların ruhuna,
köpek bedenine uygun ruhlar köpek bedenine, alçak ve sefil olan ruhlar da
haşerelerin bedenine girerler. Bu görüş, tenasuhçülere aittir. Müslüman
âlimlerin fikirleri ile bağdaşmamaktadır.[147]
Abdülkerim Kuşeyrî (ö.465/1072) ruh mâhluk değildir
diyenler büyük hataya düşmüştür demiş ve kendisine gelen haberler ve yazılan
eserlere göre ruhun a’yân-ı latîfe olduğunu ifade etmiştir.[148]
Hücvirî’ye (Ö.465/702) göre ruhun mevcudiyeti hakkındaki
bilgi zaruridir. Ruhun varlığının künhünü idrak konusunda ise akıl acizdir.
Âlim ve hükemanın ruh konusunda söyledikleri yaptıkları kıyaslara
dayanmaktadır.[149]
Ruhların bedenden ayrıldıktan sonra bulunduğu yer ile
alakalı olarak da şu görüşler ileri sürülmüştür: Ebu Hureyre (r.a.) ve Abdullah
b. Ömer (r.a.) mümin ruhlar eğer büyük günahları yoksa Allah’ın huzurunda ve
cennette beklediklerini söylemişlerdir. İmam Malik’e göre ruhlar salıverilmiştir
ve istedikleri yere giderler. Ahmed b. Hanbel; Müminlerin ruhları cennette,
kâfirlerin ruhları ise cehennemdedir.” demiştir. İbn Hazm da ruhlar bedenler
yaratılmazdan önce nerede iseler, bedenden ayrılınca da yine oraya giderler
demiştir. İbn Kayyim el-Cevziyye ise böyle önemli bir konuda farklı görüşlerin
öne sürüldüğünü ancak en doğruya vahiy ile ulaşılabileceğini belirtmiştir.[150]
İmam Gazâlî; (ö.505/1111) bedenin uzuvlarını
ruhun kullandığı aletler olarak görmüştür. Ruhun el vasıtasıyla bir şeyi
kavradığını, göz vasıtası ile gördüğünü ve kalbi ile de eşyanın hakikatini
bildiğini ifade etmiştir. Hüzün, sevinç, kin, öfke ve neşe gibi duyguları da
ruh hisseder demiştir.[151] İmam Gazâlî
(ö.505/1111) bir başka eserinde ise ruh hakkında şöyle demiştir: Ruhun miktar ya
da keyfiyeti yoktur, bölünmez. Ruh kalp olarak tabir edilmiştir ve Rabbimizi
tanıma yeridir. Ruh; latif bir cisimdir ve hakikatini gerçek manada bilmek
güçtür çünkü Allahû Teâlâ fazla bilgi vermemiştir. Kişiye gereken ruhun ne
olduğu konusunda araştırma yapmak değil, nefsinin tezkiyesine çalışmaktır.[152]
2.5.
Tasavvuf Açısından
Tenasuh/Reenkarnasyon
Klasik dönem mutasavvıfları genel olarak ruhların bedenden
bedene dolaşım vesilesiyle tekâmülünü kabul etmemiş ve bu tür görüşlere meyli
olan Hallâciyye, Hulmâniyye gibi tarikatları da eleştirmiştir. Aynı şekilde
Azîzüddin en-Nesefî[153], Niyâzî-i
Mısrî (Ö.1105/1694) gibi sonra gelen mutasavvıflar da tenâsühü reddetmiştirler.
Tenâsüh akidesi ilk önce Fârâbî ve İbn Sînâ olmak üzere İslâm filozofları
tarafından da kabul görmemiştir. Fârâbî nefsin ezeli olmadığını ve bedenle
birlikte yaratıldığını ifade etmiştir. Beden ömrünü tamamlayıp öldükten sonra,
ruh hak ettiğine göre ya said ya da şâkî olur. Bu açıdan ruhun bir bedenden
diğerine geçmesi imkân kabilinde değildir.[154] Mustafa Aşkar’ın İbn Sînâ’nın
Resâil eserinden aktardığına göre de İbni Sina ruhun bedenden bedene
dolaştığına dair görüşleri doğru bulmamıştır. [155] Ayrıca ruhun bedenden önce
varlığını reddetmiştir. Bedenin ömrünün sona ermesinden sonra ruhun varlığı
devam eder, fakat başka bedenlere geçerek değil çünkü tenâsühün kabul edilmesi
durumunda biri dışarıdan gelen, diğeri kendi içinde bulunan iki ruhun aynı
bedende toplanması lazım gelir, bu da muhaldir.[156]
Ruhçular, Feridüddin Attar (ö.589/1193) ve Behram Elahi
gibi tasavvuf ehli kişilerin de ruh göçüne inandıklarını iddia ederek
kendilerine İslam kanadından destek aramışlardır. Oysaki bu kesinlikle o
mübarek zatlara vurulmaya çalışılan sinsi bir lekeden başka bir şey değildir.
Bu zatların bir bakımdan âhiret inancını ve kaderi inkâra götürecek bir görüşü
desteklemeleri kabul edilemez. Çünkü bu zatlar başta Resulullah ve her biri
gökteki yıldızlar gibi olan ve hangisine tabi olsanız hidâyete erersiniz [157] hitabıyla
methedilen sahabe efendilerimizi kendilerine rehber edinmişlerdir.
Tasavvuf kimliği altında açıktan tenasuh anlayışını
benimseyen gruplar da vardır. Bunların inancına göre ruhların bekası daimi
devir usulü ile devrîdir. Kamil derecede olan ruhlar başka insan bedenine
geçerek beka bulurlar. Şakîlerin yani günahkârların ruhları ise hayvandan
hayvana geçerek kaybolur giderler.[158]
Gulat-ı Şia genellikle hûlule taraftar olduklarından, doğal
olarak tenasuhe de inanıyorlardı. Tenasuh inancının İran’ın Mazdekiye ve
Hindistan’ın Brahmanizm dinlerinden Gulat-ı Şia’ya geçmiş olması muhtemeldir.
Gulat-ı Şia’ya mensup olan Abdullah bin Muaviye tenasuhün yalnız insan
bedenleri arasında mümkün olduğunu belirtmiştir ve tenasuh ettirdiği ruhu
sadece Allah’ın ruhuna hasretmiş ve tuhaf bir hulûliye yoluna sapmıştır ve
demiştir ki: “Allah’ın ruhu ilk önce Hz. Adem’in bedenine, sonra Hz. Şit’e,
ondan sonra da Hz. Ali ve üç evladına varıncaya kadar tüm peygamberlerin
bedenlerine girmiş ve en son kendi bedeninde bulunmaktadır.[159]
Tenasuh/reenkarnasyon inancının temelsiz
oluşu, kişilerin bu inancı istediği gibi yorumlamalarına neden olmuştur.
Tenasuh/reenkarnasyon düşüncesi İslam dünyasında yayılamamıştır. Bunun en
önemli sebepleri de ehl-i sünnet âlimlerinin şiddetlice karşı çıkmalarıdır. Bu
şiddetli itirazlar nedeniyle tenasuh/reenkarnasyon inancını yayma yolundaki
teşebbüsler büyük ölçüde yolda kalmıştır.
2.6.
Mutasavvıfların
Tenasuh/Reenkarnasyona Bakışı
Bazı mutasavvıfların da tenasuhe inandıkları iddia
edilmektedir lâkin bu iddia gerçeği yansıtmamaktadır. Tasavvuf erbabı tenasuhu
kesin bir dille reddetmiştir. Mutasavvıfların taraftar oldukları husus
büruzdur. Büruz kelime anlamı olarak ortaya çıkma, belirme ve aşikâr olma
manalarına gelmektedir. Tenasuh ruhun bir cesetten ayrılmasına müteakip, bu
ruhu kabule yetkin ve hazır olan bir cenine geçmesidir. Büruz ise, kâmil
ruhlardan bir ruhun başka bir kâmil kişiye feyiz vermesi ve tecellilerini onda
canlandırması demektir. Büruz ile o kâmil insan bu ruhun zuhur makamı olur ve
kendisinin O olduğunu söylemektedir.[160]
Hicrî 165 yılında Basra’da doğan Haris el-Muhasibî
(Ö.243/857) Cüneyd-i Bağdadî’nin şeyhidir ve çok değerli bir İslam âlimidir.
İmam Şafiî’den de ders almıştır. Dinimizin en önemli âlimlerinden ilan İmam
Gazâlî (Ö.505/1111) üzerinde çok etkisi vardır. Babası Mu’tezîle’nin etkisiyle
kader inancını tenkit ettiği için vefat edince kendisine bıraktığı 70 bin
dirhem altına, kendisinin de çok ihtiyacı olmasına rağmen elini bile
sürmemiştir. Hayatı boyunca zühd ve takva dairesinde yaşamıştır. Ölüm, kabir,
kıyamet, haşir, sırat ve cennet-cehennem konuları ile alakalı görüşlerini ifade
etmiş ve çevresi tarafından takdir edilmiştir.[161]
Vefat eden kişi ölüm acısının şiddeti ve üzüntüsü içinde
Rabbinden gelecek haberi beklemektedir. Kişi cennetlik ise ölüm meleğini güzel
bir çehre ile cehennemlik ise de çirkin bir çehre ile görecektir. Ölüm meleği
ona ya “Ey Allah’ın dostu, Allah’ın mükâfatıyla sevin, ya da “Ey Allah’ın
düşmanı, Allah’ın gazabıyla sevin” hitabıyla seslenecektir. Daha sonra kabirden
bir pencere açılacak. “Ey Allah’ın kulu! Rabbinin senin dünyadaki amellerinin
karşılığı olarak hazırladığına bak” denildiğinde ya karşımızda cenneti ve o
harikulade güzellikteki nimetlerini ya da cehennemi ve ateşi göreceğiz.[162]
Kişi öldükten sonra karşısında gördüğü ölüm meleğinin
suretine ve kabrinden açılan pencereden müşahede ettiklerine göre cennetlik ya
da cehennemlik olduğunu idrak edebiliyorsa, bu o kişinin başka bir hayat şansı
olmadığı anlamına gelmektedir. Eğer tekrar bedenlenme imkânı olsaydı, yaşamı
sonunda gideceği yerin ona gösterilmemesi gerekirdi. Kabirde, amellerimiz
sonucunda hak ettiğimiz olan Allah’ın rıza ve mükâfatını, ya da gazap ve
azabını beklerken, ruhumuza cennetteki makamı ya da cehennemdeki yeri
gösterilecektir. Ruh, kabirde bedene girmeyi beklerken ya neşe ve sevinç içinde
olacak ya da keder ve üzüntü. Sur’a üflenmesiyle, ruhların bekleme süresi
dolacak, yer ve gök sakinlerinden boş kalacak ve hiçbir ses, bir kahkaha ve de
bir kuşun kanat çırpması duyulmayacak. Geriye bir tek Kâdir olan Allah kalacak,
çünkü o tek ezelî ve ebedî olandır.[163]
İnsan, kabirde beklerken cennetlik ya da cehennemlik mi
olduğunu bilmesi ve ruhun da kıyamet gününün gelmesini beklemesi
tenasuh/reenkarnasyonun İslam dini ve âhiret inancı ile bağdaşmadığını alenen
göstermektedir.
İmam Gazâli (Ö.505/1111) kıyamet kopunca ruha yeni bir
beden verilir der ve bunun ilk yaratmadan daha kolay olduğunu ifade etmektedir.
İlk yaratmada hem ruh hem beden, ikinci de ise sadece çürüyen beden bir araya
getirilmektedir.[164] Kıyamet
günü tekrar yaratmayı ikinci yaratma olarak görmüştür. Eğer tenasuh/reenkarnasyon
var olsaydı ve bu kabul edilseydi, kıyamet günü olan yaratma ikinci değil kimi
ruh için belki yüzüncü belki de bininci olarak ifade edilirdi. “Kendi
yaratılışını unutarak bize misal getirmeye kalkışıyor ve “Şu çürümüş kemikleri
kim diriltecek?” diyor. De ki “Onları ilk defa var eden diriltecektir. O her
yaratılmışı hakkıyla bilendir.”[165] Yasin
sûresinde belirtildiği gibi ilk Yaratan, çürümüş kemikleri diriltecektir.
İlkine nazaran daha kolaydır demek Rabbimiz için değildir çünkü haşa onun için
zorluk ya da kolaylık yoktur. O “Ol” der ve olur.[166] Bu kolaylık tabiri sadece
insanların mantık çerçevesine oturtmak için kullanılmıştır.
Kıyamet günü kul getirilir ve terazinin iki kefesi arasında
kendisi için görevlendirilen melek eşliğinde bekler. Sevapları ve günahları
kefelere
konulduğunda, eğer sağ taraf ağır basarsa bu görevli bütün
yaratılanların duyacağı şekilde “Falan oğlu falan, ebediyen hüzün duymayacağı
bir mutluluğa ermiştir” günahları fazla ise ve sol taraf ağır basarsa da “Ey
falan oğlu falan bir daha mutluluk göremeyeceği bir şekavete uğramıştır” diye
bağırır. Eğer kişi ikincisini duymuşsa, görevli meleğe zebanileri getirmesi
emredilir. Zebaniler ateşten elbiselerini giymiş bir şekilde ellerinde demir
tokmaklarla gelirler. Kişi bu hâlde iken aniden yüksek sesle adı okunur ve
orada hazır bulunan dünyada ömür tüketmiş tüm mahlûkatın huzurunda ismiyle
nerede falan oğlu falan diye çağırılır.[167]
Hesap günü kişinin babasının ve kendisinin adıyla
çağrılacak olması tenasuh/reenkarnasyon inancını temelden sarsmaktadır. Yüz
defa ya da bin defa farklı bedenlerde hayat sürmenin mümkün olmadığı tekrar
gözler önüne serilmiştir. Eğer tenasuh/reenkarnasyon mümkün olsaydı ruhun hangi
ismiyle çağrılacağı konusu muğlak kalırdı. Tenasuh/reenkarnasyon inancını âhiret
inancına eklemeye çalışınca durum karışık bir hâl almaktadır.
Talha bin Amr’dan İbn Ebi
Rabah rivâyetiyle gelen bir vaka vardır. İbn Ebi Rabah’ın Talha bin Amr’a “Ey
Talha! Bizim ismimize benzeyen ya da aynı olan pek çok isim vardır. Kıyamet
gününde ey falan oğlu falan diye çağrılınca kişi kendisinin mi yoksa başkasının
mı çağrıldığını nasıl bilecek? Talha bin Amr da şu şekilde cevap vermiştir.
Kişi ey falan oğlu falan denildiğinde hemen kendisinin kast edildiğini anlar ve
ayağa kalkar. Başkası kalkmaz çünkü kişi kalben kendisinin çağrıldığını bilir.
Kendisinin çağrıldığını duyan kişi bütün vücudu titrer hâlde hemen ayağa fırlar
ve sanki organları çırpınmaktadır. Korkudan teninin rengi açılır. Korkmuş ve
titreyen kalbi küt küt göğsüne vurur. Kişiyi
almaya geldiklerinde, kişinin acı ve korkuları daha da artar. Celal ve azamet
sahibi olan Allah’ın huzuruna bu şekilde götürülür.[168]
Mutasavvıflara göre yokluk zulmet yani karanlık, varlık ise
nurdur. Cennet Allah’ın rahmeti, cehennem ise Allah’ın gazabı olarak addedilir.
Mutasavvıflar kıyamet gününde cesetlerin dirilip haşrolacağını inkâr etmezler.
Molla Fenarî (ö.834/1431) “Yokken var edilen cevher ve canlılar yok olmaz,
sadece ârız olan suretler değişmektedir.” der. Kuru ot nasıl alev almaya çok
meyilli ise bu suretler de o kolaylıkla ruhları kabul ederler. Kıyamet günü
birinci üflemede tüm canlılar ölecek, ikinci üflemede de rüyadan uyanır gibi
ruhlarını giyip kalkacaklar. Haşr hem ruhen hem de bedenen olacaktır ve haşrin
yalnızca ruhanî olduğunu iddia etmek cehalettir. Âyetleri ve hadisleri
kendilerince yorumlayarak tenasühe kapı açanlar da eksiktirler.[169]
Molla Fenarî (ö.834/1431) de açıkça tenasuhü reddetmiştir.
Tenasuh/reenkarnasyon savunucuları bu sebeple bu zâtı kendilerine destek olarak
gösterememişlerdir. Bir kişinin eserlerinde açıkça bir fikri reddetmemiş
olması, o fikri kabul ettiği anlamına gelmemektedir. Herkes her fikri kabul
ettiğini ya da reddettiğini yazmakla da mükellef değildir. Her mutasavvıf
eserlerinde dolaylı olarak da tenasuhun hak olmadığını ifade etmemiştir ancak
bu kabul ettikleri anlamına da kesinlikle gelmemektedir.
Mevlana (Ö.672/1273) “Ey doğanlar, Ölüm gelip çatınca
ürkmeyin! Bu da, ikinci bir doğumdur; Doğun! Doğun!” demiştir.[170] Bu
cümlesiyle insanları ölümü sevinçle karşılamaya çağırmıştır çünkü o ölümün, bir
son değil Allah’a kavuşma olduğunu bilmektedir. Eğer Mevlana, (Ö.672/1273)
iddia edildiği üzere tenasühe inansaydı ölüme ikinci doğum dememesi gerekirdi,
çünkü bu inanca göre ruh pek çok beden değiştirmektedir. Aksine ölümü ikinci
doğum olarak ifade etmesi, İslam inancıyla birebir örtüşmektedir. İnsan ölür
ama bu ölümü âhiret hayatına müteveccih ikinci doğumudur.
Mevlana Celaleddin-i Rûmî (ö.672/1273) ölüm ile Allah’a
kavuşacağı için ölümü şeb-i arus yani vuslat gecesi olarak tarif etmiştir. İki
ölüm türünden bahsetmiştir. İradî ölüm ile riyazatı, yani bir süreliğine
dünyadan elini eteğini çekerek sadece Allah ile baş başa olmayı, tabii ölüm ile
de ruhun hapishane olarak düşünülen bu ten kafesinden kurutuluşunu kast
etmiştir.[171] Tenasuhe
göre ruh, bedenin ömrü bitince başka bir bedene geçmektedir. Yani bir kafesten
diğerine geçmektedir. Mevlana (ö.672/1273) ise ölümü kafesten kurtulma olarak
nitelendirmiştir. İnsan bir kere ölür ve beden hapishanesinden kurtulur. Bu
görüşü de tenasuh ile bağdaşmamakta ve bu kavramı reddetmektedir.
Mevlana’nın (ö.672/1273) en meşhur sözlerinden olarak
bilinen ve “Gel ne olursan ol yine gel” sözleri de reenkarnasyona delil olarak
gösterilmektedir. Öncelikle bu şiirin şairinin Ebu Said-i Ebu’l Hayr olduğuna
dair rivâyetler bulunmaktadır.
Tekrar gel, tekrar gel, (Önceki yaşamında) ne olursan ol,
ister kâfir ol, ister putperest, istersen yüz kere tövbeni bozmuş olsan (yüz
kere bedenlensen) yüz kere tövbeni bozsan yine gel, bizim kapımız umutsuzluk
kapısı değildir, bu kapı umut kapısıdır. (Yeniden ruhsal doğma kapısıdır,
yeniden dirilme kapısıdır) yine gel. Parantez içindeki ifadeler eklenerek
Mevlana’nın (ö.672/1273) reenkarnasyon görüşünü desteklediğini öne
sürmüşlerdir.
Kendilerine tenasuh/reenkarnasyon düşüncelerinde İslam
dünyasından destek arayanların Mevlana’yı (ö.672/1273) seçmeleri olağan bir
durumdur çünkü Mevlana (ö.672/1273) her kesimden insanın saygı duyduğu ve
sevdiği bir şahsiyettir. Ancak Mevlana’nın Mesnevî adlı eserindeki 25618
beyitte, Divan-ı Kebir’deki 40.000’den fazla beyitte, Mektubatındaki 147
mektupta, Fihi Ma Fih adlı eserindeki 61 bölümde ve Mecalis-i Seb’adaki 7
vaazının hiçbir yerinde tenasuh/reenkarnasyonu destekleyecek bir cümle
bulamamışlardır. Yukarıda belirttiğimiz zoraki ve kasıtlı eklemeler ile
görüşlerine çıkar yol aramakta lakin daha da çıkmaza girmektedirler.
Cem Çobanlı Mevlana’dan (ö.672/1273) şöyle aktarmıştır:
“Ben de cansız varlıkken öldüm, büyüyüp gelişen bitki oldum; bitkiyken öldüm,
insan oldum; o hâlde ölmekten korkmak niye? Daha kötüye dönüştüğüm, alçaldığım
görüldü mü?[172] demiştir.
“Ben bir kapının kuluyum o da Allah’ın kapısı, ben bir kapının kölesiyim o da
Hz.Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)’in
eşiğidir.” “Ben yaşadıkça Kur’an’ın bendesiyim, ben Hz.Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem.)’in ayağının tozuyum. Birisi benden
bundan başka bir şey naklederse; Ondan da bizarım, o sözden de.”[173] Allah’a,
Kur’an-ı Kerim’e çok hassas
bir
şekilde bağlı ve Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.)’e bu derece sevgisi ve saygısı olan bir zat, Kur’an-ı
Kerim’deki ayetlerin aksine olarak ruhunun bitki, hayvan ve insan bedenlerinde
dolaştığı iddia etmemektedir. Mevlana (ö.672/1273) kendisine yıllar sona
gelebilecek eleştirilere aşağıdaki sözleri söyleyerek asırlar öncesinden harika
ve ibretlik ders vermiştir. Bahar Akarpınar Mevlana’nın (ö.672/1273) kendisini
tanımayan ve anlamayanlara şöyle seslendiğini aktarmıştır: “Bizim
sarhoşluğumuzdan başkasına bahsetme, üzüm suyundan
sanarlar”[174].
İnsan ruhu, zat-ı Barî’nin yani küllî ruhun bir şe’ninden
başka bir şey değildir. Celaleddin Devvani pek ünlü olan şu kıtasıyla bu
kanaatini terennmüm etmiştir:
“Senin varlığın zâtınla, bizimki ise senin görüntün,
Allah’ın farkı nereden nereye.
Senin varlığın mutlak zengin, yaratılmışlar ise dilenci,
Senden aldıkları varlık, kendilerindeki ise
yokluk.”[175]
İnsan bir deniz olarak düşünebileceğimiz mutlak varlığa
nispetle bir dalga gibidir. Denizin üzerinde oluşan dalga şekli nedeniyle,
etrafındaki eşya için bir ayna hükmündedir. Bu ayna kendisini çevreleyen
şeylerden başka, doğduğu hatta üzerinde dalgalandığı denizi bile yansıtır.
Dalga kendisine yansıyan eşyanın suretlerini, gerçekte oldukları gibi
aydınlıklarıyla, gölgeleriyle, yakınlık ve uzaklıklarıyla yani tüm
ayrıntılarıyla beraber yansıtır. Ayrıca, yansıttığı eşyalara kendi rengini de
verir. Dalga örneği tasavvufçulara göre ruh konusundaki tam ve net bir
misaldir. Dalga sonsuz ve sınır olmayan bir denizden çıkıp gelmiştir ve hiçbir
konuda çıktığı kaynaktan farklı değildir. Görünen farklılık kendine has şekli,
içinde bulunduğu durumlar ve özelliklerinin sonucudur. Bu hâller ve
özelliklerin değişmesine göre dalgalar birbirine çarpabilir, bazen de büyük bir
dalgaya karışır ve yeni şekiller ortaya çıkarır. Ancak, dalganın bu
yolculuğunda karşılaştığı zincir ne olursa olsun kendisini bir nihâyet
beklemektedir. Sonuç olarak bu dalga, sonunda meydana geldiği denize dönüşür.
Nasıl kaynağını almışsa denizden, yine o şekilde denize karışır ve kaybolur,
onda fani olur. Demek ki ruh da mutlak varlıktan bir şe’ndir. Dalga denize
ulaşmak hasebiyle ruh, dalga olması itibariyle nefs ve şahsiyettir. Nefs hakiki
ruhun bir cesette ortaya çıkması ve gerçekleşmesidir.[176]
Tasavvuf eserlerinde görülen bitkisel, hayvanî, sultanî ve
izafî ruh gibi tabirler, gerçekleşmek ve belirginleşmek itibariyle olan
mertebelere göre verilen isimlerdir. Aksi hâlde bunlar hakikatte mevcut ve ayrı
ayrı şeyler değildir. Tasavvuf ehlinin en önemli şahsiyetlerinden biri olan İbn
Arabî’nin (ö.638/1240) ölüm hakkındaki değerlendirmeleri diğer tasavvufçulardan
biraz farklıdır. İbn Arabî (ö.638/1240) “Allahû Teâlâ ölümle bu oluşumun
yıkımını gaye gütmüyor. Ölüm bu oluşumu yıkmak değil ayırmaktır. Bu ayrımla
Zat-ı Bari, ölen kişinin ruh ve hakikatini kendisine alır. İşlerin hepsi
Allah’a dönücüdür. Rabbimiz, insanı vefatıyla kendine aldığında, onun ruh ve
hakikati için bu merkepten (bedenden) başka bir merkebe tesviye eder. Bu yeni
merkebi, ölünün intikal ettiği yerin cinsindendir. Bu yurda beka âlemi denir
çünkü o âlemin mevcudiyeti itidal üzeredir.[177]
Muhyiddin Arabî (ö.638/1240) Fususu’l Hikem adlı eserinde
bu görüşlerine yer vermiştir. Ölümden sonra insana verilecek olan bedenin
âhiret âlemi cinsinden olduğunu izah ederek kendisini tenasüh düşüncesinden
kurtarmıştır. Hâlbuki tenasüh, ruhun unsurî bir bedenden başka bir unsurî
bedene geçmesidir. Unsurî beden ile misalî beden arasındaki fark alenidir çünkü
unsurî beden yani sahip olduğumuz vücudun çözülmesi ve parçalarının birbirinden
ayrılacak olması kesin olduğu gibi yaşadığımız bu âleme ait olduğu da kesindir.
İbn Arabî’nin (Ö.638/1240) tasvir ettiği ikinci beden ise varlığı itidal üzere
olan beka âlemi cinsinden misalî bir bedendir. Buradan anlaşılacağı üzere
Şeyh-i Ekber’in sözlerinden tenasuh anlamını çıkarmak haksızlıktır. Bazı
ifadelerinden ötürü bu zatın tenasuhe taraftar olduğunu iddia edenler de
bulunmaktadır. Ancak Şeyh’ul Ekber’in Fususu’l Hikem ve başka eserlerindeki
açıklamalar aşikâr iken bu isnatta bulunmak o zata karşı yapılan büyük bir
haksızlıktır. İbn Arabî (ö.638/1240) duygu ve şehadet âlemi ile kuvve ve
melekût âlemi arasında berzah âlemi olarak isimlendirilen bir misalî âlem
tasavvur etmiş ve ölen bir kişinin ruhunun kuvve ve melekût âlemine varmadan
önce bu berzah âlemine geldiğini ve orada kendisine misalî bir beden
hazırlandığını söylemiştir.[178]
İmâm Gazâlî (ö.505/1111) insanlar dünyadaki işlerine göre
haşr olunur der ve ekler: “Bir kavim ki ud çalmakla hayatlarını geçirmişlerdir.
Burada ud ile kast insanları şehvete sevk eden her türlü çalgıdır. Hayatları
boyunca da bu şekilde yaşamlarını idame etmişlerdir. Sur’a üflendiği vakit
kabirlerinden kalktıklarında sağ eliyle o udu ellerine alır ve o çalgı aletine
“Lanet sana! Beni Allah’ı zikirden alıkoydun.” der ve atar. Ancak o çalgı aleti
kendisine geri gelir ve “Allahû Teâlâ aramızda hüküm verinceye kadar ben senin
arkadaşınım ve o vakte kadar yanından ayrılamam.” Aynı şekilde, alkollü
içecekler içenler, sarhoş olarak haşrolurlar. Her kimse Allah yolundan hangi
yol üzerine ayrılırsa, o hâl üzerinde haşrolur.”[179] Gazâlî (Ö.505/1111) tenasuhun
mümkün olamayacağını ve dinimiz ile bağdaşmadığını ifade etmiştir.
Ali İhsan Yitik’in İmam Gazâlî’den (Ö.505/1111) aktardığına
göre; bazı devirlerde yeniden dirilmenin sadece bedenen mi yoksa hem ruhen hem
de bedenen mi olacağı konusu bazı filozoflarca tartışılmıştır. Filozofların bir
kısmı sevap ve azap gÖrecek olanların sadece ruh olduğunu, cesetlerin
haşrolmayacağını iddia etmişlerdir. İmâm Gazâlî (Ö.505/1111) de azabın ruhlara
da dokunacağı konusunda hak yolda olmalarına rağmen, cesetlerin tekrar dirilmeyeceğini
söyledikleri için onlarınküfre girdiklerini ifade etmiştir.[180]
Gazalî (Ö.505/1111) haşir konusundaki görüşlerini şu
şekilde ifade etmiştir: “İnsanlar öldükten sonra, kıyamet kopana kadar
kabirlerinde kalacaktır. Sûr’a üflenmesiyle birlikte ruhlar cesetlerine geri
dÖneceklerdir. Bundan sonra, yeniden dirilme başlayacaktır ve mizan, sırat ve
cennet-cehennem safhalarıyla devam edecektir.[181]
Filozoflara göre haşr olan cesetler değil ruhlardır. Şems-i
Tebrizî’ye bu ifade edildiğinde felsefeciler için “Onlar ancak kendi bildiğini
ve kendi yazdığını okurlar.” diyerek onların bu görüşünü reddetmiştir. Yani
filozoflar niye bilmedikleri şeylerin olmadığını iddia ederler ve onlara göre
kendi inançları dışındaki şeyleri afet olarak görürler diyerek iki hususta
onları tenkit etmiştir.[182]
Şems-i Tebrizî bu görüşü reddederek ruhun bedenle birlikte
haşr olacağını ve hesaba çekileceğini belirtmiştir ki İslam’a uygun olan ve
tenasuh/reenkarnasyonu da kabul etmeyen görüştür. Ruhun bedenle birlikte hesaba
çekileceğini ifade etmek aynı zamanda tenasuh/reenkarnasyonun gerçekte var
olamayacağını ifade etmektir.
Abdulkadir Geylânî (ö.561/1165) Müslümanları uyarmıştır ve
Allah’tan dönüşün mümkün olmadığı ölüm günü gelmeden önce hayatınızı ganimet
bilin demiştir. Hayatımızı bir ganimet olarak bilmek ve ona göre değerlendirmek
için emellerimizi kısaltmalıyız çünkü bir emele ulaşır ulaşmaz, insanoğlu bir
başka emel ya da hedef belirlemekte ve hayatımız bu şekilde geçmektedir. [183] Peygamber
Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) bir
gün ashabıyla otururken eline üç tane odun parçası aldı. Birini önüne birini
yan tarafına dikti, diğerini ise uzağa fırlattıktan sonra “Bununla neyi
anlatmak istediğimi biliyor musunuz?” diye sordu. Sahabe efendilerimiz “Hayır
Ya Resulullah.” deyince “Önünde olan odun parçasının insanı, hemen yanındakinin
eceli ve uzakta olanın da insanın emellerini temsil ettiğini açıkladı ve insan
emelleri ardında koşar ancak ecel onu yakalar ve emellerine yetişemez.” diyerek
ölümün bizi ansızın yakalayabileceğini belirtmiştir.
Abdulkadir Geylânî (ö.561/1165) ölümü Allah’tan dönüşü
olmayan gün olarak tanımlamış ve kişinin kendi kıyametini küçük kıyamet olarak
ifade ederek âhirete yönelik tüm hazırlığını yapması gerektiğini belirtmiştir.
Ölümden sonra geriye dönüş mümkün olmadığından bir şans daha olmayacağını
belirtmiş ve kişinin kendi ölümü yani küçük kıyametten sonra herhangi bir
amelde bulunamayacağını söylemiş ve bu görüşleri ile tenasühün mümkün
olmadığını açıkça beyan etmiştir.
Nefs, insandaki kötü ve sevimsiz huyların yeri olduğu gibi,
ruh da güzel ahlakın yeridir. Kimisi ruha “hayat” demiş, kimisi ise onu insan
bedeninde emaneten bulunan bir cevher olarak anlamışlardır. İnsan ruh ve cesedi
ile insan olduğundan, âhirette de ruh, bedenle beraber olacak ve mükâfatı da
cezayı da beraber göreceklerdir.[184]
Abdülkerim Kuşeyrî (ö.465/1072) insanın ruh ve bedenden
ibaret olduğunu belirtmiştir. Çünkü Allahû Teâlâ dünyadaki bütünlük içerisinde
bir şeyleri diğerinin emri altına verirken, bazısını da diğerlerine muhtaç
kılmıştır. Öldükten sonra dirilme ve neşir bu ruh beden birlikteliğiyle olacağı
gibi mükâfat ya da ceza da birlikte görülecektir. [185] Kuşeyrî (ö.465/1072) de bu
görüşleri ile tenasühe açık kapı bırakmamaktadır. Abdülkerim Kuşeyrî’nin
(ö.465/1072) ruh hakkındaki görüşleri de tenasuh/reenkarnasyon görüşünün gerçek
olamayacağını desteklemektedir.
REENKARNASYON İLE ALAKALI BAZI DEĞERLENDİRMELER
Ebu Sehl bin Kattan Emâlî’sinin bir bölümünde
şöyle demiştir: “Ebu Cafer Muhammed bin Ali’ye; Ya İmam! Hz.Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem.) en son peygamber olduğu hâlde,
nasıl tüm peygamberlerin önüne geçiyor? diye sorunca o da bana “Allahû Teâlâ
ruhlar aleminde Ademoğullarından misak alıp ve onları şahit tutup “Ben sizin
Rabbiniz değil miyim” diye sorunca ilk olarak “Evet, Sen bizim Rabbimizsin.”
diye cevap veren Peygamber Efendimiz olmuştur. Böylelikle O, tüm peygamberlerin
önüne geçmiştir.[186] Burada
belirtildiği üzere tüm ruhlar aynı anda hayattadırlar ve sırası gelince kendisi
için tayin edilen bedene geçmektedirler. Şu anda dünyanın mevcut nüfusunun 7
milyarı aştığı ifade edilmektedir.[187] Bu nüfusun yanı sıra yapılan
araştırmalara göre şu ana kadar dünyada 108 milyar insanın yaşadığı tahmin
edilmektedir.[188] 1 08 milyar
farklı şekil yaratan Rabbimiz hâşa yarattığı beden kadar ruh yaratmaktan aciz
midir ki bir ruh birden çok bedende hayat sürsün?
3.1.
Reenkarnasyona neden
inanma ihtiyacı hissediliyor?
Ruhun bedenden bedene
yolculuk yaptığına inanarak, bu yolculuğun sürekli devir daim edeceğini
benimsemekle, insanların ölümün korkutuculuğunu azaltmak istemeleri reenkarnasyona
inanma ihtiyacı hissedilmesi meselenin bir yönüdür.
Âhiret inancı olmayan bir
kişi için ölüm yokluk bir sona erme demektir. Oysa insanoğlu doğası gereği
ölümsüzlüğü istemektedir. “Onlardan her biri bin yıl yaşamayı ister.”[189] âyeti ile
de insanoğlunun yaşama isteği sabittir. Bu noktadan hareketle ölümün bir son
olduğu düşüncesini kabullenmek çok zor bir durumdur. Dünya hayatının sona
ermesiyle, sevdiği kişi ve şeylerden ayrılmanın hüznü ve hayatının son
bulmasının beraberinde getireceği korku, insanları farklı düşüncelere sevk
etmektedir. Bu düşüncelerden biri de reenkarnasyon ya da tenasühtür. Ruh göçü
kavramına inanarak, hayatının bitki, hayvan ya da başka bir insan şekli ile
olsa da devam edeceğine olan inancı, ölüm gerçeğinin beraberinde getirdiği hüzün
ve korkuyu azaltmaktadır. Ancak ölüm hâktır. “De ki: Sizin kaçtığınız ölüm
muhakkak sizi yakalayacaktır. Sonra siz görülen ve görülmeyen her şeyi bilen
Rabbinize döndürüleceksiniz. O sizin tüm yaptıklarınızı haber verecektir.” [190] Ebu’l Leys
Semerkandî der ki “Ey kardeşim, bil ki biz ölmek için yaratıldık ve ondan kaçış
imkânı yoktur. “Ey Muhammed! Muhakkak sen de öleceksin onlar da ölecek.” Kaçış
ihtimalimiz âyet ile sabit olduğu üzere bulunmamaktadır ancak ölüme hazırlanmak
için vaktimiz hâlâ var iken bizden istenilenleri yapmamız gerekir. Büyüklerinde
şöyle işittiğini anlatır. Arz insana seslenir ve şöyle der: Ey âdemoğlu!
Sırtımda geziyorsun ama içime gireceksin. Sırtımda çeşit çeşit rızıklardan
yersin ama içime girince böcekler de seni yiyecekler. Ey âdemoğlu! Sırtımda
gülüyorsun ama içimdeyken ağlayacaksın. Sırtımdayken işlediğin günahların için
içimdeyken azabı tadacaksın.[191]
İnsanoğlu; her an birileri ölmekte ve ölüm yanı başımızda
olduğu hâlde bu gerçeği görmezden gelmekte ve ölüm duygusunu unutmak için
bastırma savunma mekanizmasını kullanmaktadır. Maalesef bizden öncekiler öldüğü
gibi biz de öleceğiz.[192] [193]
Eğer reenkarnasyon gerçekse hangi neden Rabbimizi bu
inancın Kur’an-ı Kerim’de doğrudan belirtmesine engel olabilir? Eğer
reenkarnasyon olsaydı, inancımızın en önemli ve en başta gelen rükünlerinden
biri olurdu. Kesinlikle Kur’an-ı Kerim’de bahsedilmesi gereken bir mevzu
olurdu. O hâlde, Allah Teâla bu kadar önemli olan reenkarnasyon meselesini
neden biz kullarına bildirmesin?
Bu inanışın tekâmül ilkesine
göre ruh her beden değiştirdiğinde biraz daha olgunlaşır. Bir önceki yaşadığı
hayatta yaptığı hatalardan dersler çıkararak, kazandığı tecrübeler
doğrultusunda bir sonraki hayatına daha olgun bir ruh olarak başlayacaktır.
Reenkarnasyon konusunda çalışan Amerikalı yazar Jim Tucker da eğer 193 dünyaya çok defa gelirsek aynı hataları yapmaz ve daha iyi
insanlar olurduk diyor.
Ancak hemen hemen hiç kimse, hatta -daha önce de
belirttiğimiz gibi- reenkarnasyona inananların büyük bir kısmı bile
varsaydıkları önceki hayatlarına dair neredeyse hiçbir şey
hatırlamamaktadırlar. O hâlde hatırlamama sorunu tekâmül ilkesini temelden
sarsmaktadır. Öğrenme, kazanılmış davranıştır, bir başka deyişle davranış
değişikliğidir.[194] Kişi benzer
bir olayla karşılaştığında, önceki tecrübelerine dayanarak aynı hatayı
yapmamaya çalışır. Maalesef ki dünya gittikçe daha kötü bir hâl almakta,
vicdansızlıklar ve suç oranları da giderek artmaktadır. Eğer tekâmül ilkesi var
olsaydı, Bu yüzyılda insanlar çok daha olgun olur ve tecrübesizlikten
kaynaklanan hatalar da gittikçe azalır hatta suç oranlarının sıfıra yaklaşması
gerekirdi.
Reenkarnasyon yanlılarının teorilerini desteklemek amacıyla
öne sürdükleri bir diğer sav da evrende hiçbir şey yok olmaması felsefesi ile
alakalıdır. Burdan hareketle reenkarnasyon fikrine kapı açmak istemektedirler.
Eğer hiçbir şey yok olmuyorsa, ruhumuz mevcut bedenimize girmeden önce
neredeydi? Ya da biz öldükten sonra ruhumuz nereye gidecek? sorularıyla bu
durumu sorgulamakta ve ruhun tekrar başka bir bedene gireceğine
inanmaktadırlar.[195]
Reenkarnasyon savunucularının ruhu, cesedi terk ettikten
sonra fikir planında başka bir bedene koymalarına sebep ebedî olma arzusudur.
Yoksa dayandıkları hiçbir somut kaynak bulunmamaktadır. Neden ruh cesetten
çıktıktan sonra, belirli bir yerde beklemiyor da başka bedene giriyor sorusuna
cevap bulamamaktadırlar. Hiçlik korkusu ya da cehennem korkusu insanları
kendilerini rahatlatacak başka inanışlar bulmaya sevk etmiştir.
Çok eski çağlardan beri insanlarda tekrar dirilme inancı
vardı. Ölen insanlar eşyalarıyla birlikte gömülürlerdi ancak bu dirilme
reenkarnasyon inancından kaynaklanmıyordu çünkü reenkarnasyon inancına göre
ölen insanın nerede doğacağı belli değildir ve o kişi bebek olarak dünyaya
geleceği için de o eşyalara ihtiyaç duymayacaktır. Bu şekilde gömülmenin sebebi
âhiret yani öldükten sonra dirilme inancıydı. Bu da insanın doğasında hep var
olma duygusu olduğunun göstergesidir.
Yaradılış itibariyle insanın içinde bu duygu hep
olagelmiştir. Rabbimizin bu duyguyu içimizde hasıl etmesinin pek çok hikmetleri
olabilir. Hikmetlerinden biri de ebedî olarak kalacağımız yurdu düşünmemizin
gerekliliği olabilir. İnsan ahsen-i takvim[196] [197] olarak yaratılmıştır. Bu
üstün yaratık tabiki kısacık dünya hayatı için mevcuda getirilmemiştir.
Mozart henüz 4 yaşındayken
bir sonat ve 8 yaşındayken de opera yazmıştı. Theresa Milanola kemanda öylesine
iyiydi ki onun keman çalışını duyanlar, bu yaşta bu kadar iyi çalınamayacağını
ve daha önceden keman çalmış olması gerektiğini düşünüyorlardı. Pascal daha 12
yaşındayken düzlem geometrisini keşfetmeye başlamıştı. Zerah Colburn kendisine
48 yıl kaç dakikadır diye sorulduğunda ya da sonucu 15 basamaklı çıkan
işlemlere çok çabuk cevap verecek kadar zekiydi. Çok genç yaşta istisnai
örnekler sergileyen çocuklar hemen hemen her alanda 197 rastlanmıştır.
Bu gibi çocuklara ait üstün yeteneklerin o çocuklara ait
olmadığı, aslında bir önceki hayatlarında ünlü bir müzisyen, bir diğerinin ise
dahi bir matematikçi olduğundan kaynaklandığı iddia edilmektedir. Yani bu
kabiliyetleri reenkarnasyondan ileri gelmektedir diye savunmaktadırlar. Evet,
bu çocuklar sıra dışıdır. Yetenekleri de harikuladedir. Bu sebeple onlara üstün
yetenekli çocuklar denmiştir. Yetenekleri istisnaî olduğu için bu ad
verilmiştir. Bahsedilen bu yeteneklerin kalıtım yoluyla geldiğini iddia etmek
de çok uygun olmayabilir çünkü her ailede müzik ya da matematikte iyi olanlar
varken bu kadar yetenekli ya da dahi çocuklar çıkmamıştır. Matematik profesörü
olan bir babanın çocuğu matematik dersinden kalabilir de. Müzik alanını örnek
olarak alırsak, bu alanda çocuk yaşta üstün yetenekli olarak kaydedilen ve
tarihe geçenlerin sayısı bir kaçtır. Madem yetenekler ruhların reenkarne
olmasıyla bir sonraki bedenine aktarılıyor, o hâlde neden her ülkede onlarca dünyada
ise binlerce tarihe damga vurmuş olan müzisyen varken sadece birkaç üstün
yetenekli çocuk kaydediliyor. İstisnai bir çocuk hemen reenkarnasyona delil
olarak gösteriliyor. O zaman müzik yeteneği olmadan doğan milyonlarca çocuk
neyin delili olmalıdır. İstisnalar değil genel geçer olan durumlar kabule daha
uygundur.
Reenkarnasyon
savunucularının kendilerini bu inanışa ikna etmek için bulduğu sebeplerden
birisi de enerjinin kaybolmayacağı görüşüdür.[198] Dinimizde
kişi ölünce ruhu da ölür diye bir inanış yoktur. Aksine bu çalışmada da
belirttiğimiz üzere ruh yok olmayacaktır ve kıyamet günü cesedi ile birlikte
haşrolacaktır. Bir insan öldüğünde ruh da ölür denilmediği için enerji
kaybolmaz görüşü reenkarnasyon için bir destek olamaz. Ruhun kaybolmaması ya da
ölmemesi konusunda hem fikiriz ancak neden ölen insandan çıkan ruhu bir başka
cesette bedenlendiriyorlar bu anlaşılmış değildir. Sadece enerji kaybolmaz
görüşüne dayanarak madem enerji kaybolmaz, ruh da bir tür enerjidir o hâlde
bedeninin yaşamı sona erince bir başka bedenin doğumuyla birlikte yaşama
yeniden başlasın demek hem bilimsellikten hem de mantıktan uzaktır. Ruhu bir
başka bedende reenkarne olmasının istenmesinin
sebebi insanlardaki ebedilik duygusu ve cehennem korkusudur. Bizi yaratan
Rabbimiz, tabiî ki bizi en iyi tanımakta ve içimizdeki ölümsüzlük arzusunu da
bizden iyi bilmektedir. Bu sebeple inanan ve sâlih kullar için ebedî cennet,
inanmayanlar için de ebedî cehennemi yaratmıştır.
3.2.
Allah İnancının
Beraberinde Getirdiği Sorumluluklardan Kaçınma
İnsanın doğasında inanmak vardır. Nitekim insanlar tarih
boyunca hayvanlardan tutun da yeryüzündeki pek çok nesneyi kendilerine tanrı
edinmişlerdir. Kimileri helvadan yaptıkları puta tapmışlar, hatta daha sonra
acıkınca taptıkları putu yemişlerdir. [199] İnanma ihtiyacı açlık veya
sevgi gibi, karşılanması gereken bir duygudur.
Allah inancı bulunmayan kimselerin bir kesiminde Allah’ın
varlığını inkâr etmelerinin sebebi, inanmaları durumunun beraberinde getireceği
sorumlulukları kaldıramayacaklarına olan inançlarıdır. Kendilerince, dininin
farzlarını yerine getirmediği ve bu sebeple cehennemlik bir kul olma ihtimali
düşüncesi nedeniyle reenkarnasyona inanma ihtiyacı hissetmekte ve kendilerine
bir çıkış yolu bulmak istemektedirler. Başvurulabilecek yollardan birisi de
reenkarnasyondur. Buradan reenkarnasyona inananların ateist oldukları sonucu
çıkartılmamalıdır.
Günümüz dünyasında özellikle gençler sırf orijinal ya da
farklı görünme mülahazalarıyla farklı inanışlara ve inançlara yönelmektedirler.
Reenkarnasyon inancının bazıları tarafından kabul görmesinin önemli bir nedeni
de budur.
Küreselleşerek küçük bir köy hâline gelen dünyada iletişim
çok hızlı bir şekilde sağlanmakta ve düşünce akımlarına, yeni fikirlere hazırlıksız
yakalanmaktayız. Bu sebeple özellikle gençler, daha üzerinde düşünme fırsatı
bulmadan o akımın ilklerinden görünerek farklı olma adına kendilerini bir anda
sağlam temelleri olmayan bu düşüncelerin sahipleri olarak bulabiliyorlar.
Âhiret inancı gibi çok önemli bir konuya zarar veren ve insanları ne de olsa
tekrar dünyaya geleceğim rahatlığıyla Allah’a yönelmekten alıkoyan
reenkarnasyon inancı da tarihte ne kadar çok eski olsa da ülkemizde belirli
kesim ve bölgelerde son yıllarda artış göstermiştir.
Artışın önemli bir nedeni de ruh çağırma seanslarıdır.
Gençler bu seanslara davet edilerek etki altında bırakılmaktadırlar.[200]
Her canlının bedeni ruhuna uygun olarak yaratılmıştır. Bir
canlının ruhu bir başka canlının bedenini istemez ve rahat edemez. Çevremize
bir bakalım düşünelim. Kim olmayı ya da başka bir deyişle kimin bedeninde
olmayı arzu ederdik? Çok önemli şahsiyetleri ve ünlüleri istisna tutarsak,
bedeninde olmak isteyeceğimiz insan büyük ihtimalle olmayacaktır. Önemli
şahsiyetleri bir ihtimalle arzu etmemizin sebebi tarihte iz bırakmış olmaları
ve onların yaşadığı gururu yaşamak isteyişimizden ileri gelebilir. Ünlülerin
hayatını ise içinde yaşadıkları şaşaalı dünyanın zevk ve güzelliklerinden ötürü
isteyebiliriz. Ancak onların hayatlarını istememizin en önemli sebebi ise
yaşadıkları sıkıntılardan haberdar olmayışımız ve kamera arkasındaki huy ve
mizaçlarını bilmeyişimizden ileri gelir. Çevremizdeki insanlardan ise çok
yüksek ihtimalle yerine geçmek isteyeceğimiz olmayacaktır. Çünkü o kişiyi tanırız
ve bedenin bize göre olmadığını biliriz.
Bir önceki yaşamında çok
hareketli, gezip tozmayı, şakalaşmayı seven ve arkadaş canlısı olan bir ruh,
bir sonraki hayatında asosyal, içine kapanık ve hiç arkadaşı olmayan bir
bedende nasıl huzurlu olabilir. Bir önceki yaşamında atmaca olan bir ruh nasıl
olur da bir serçe bedeninde huzur bulabilir. Tenasuhçüler bedene değil ruha
önem vermişlerdir. Oysaki ruh ve beden bir bütün olarak düşünülmelidir. Ruh
bedeniyle vardır. Atmaca ruhu, serçe bedeninde olmaktan ve her günü bir azap
olarak geçirmektense belki de bedensiz kalmayı tercih edecektir. Hayatının
büyük bölümünü gezerek ve arkadaşlarıyla vakit geçiren hayat dolusu bir insanı
evde oturan asosyal bir bedene koymak, onu tek başına bir hapis hücresine terk
etmekten başka nedir? Bir canlı ruhunu başka bir bedende tasavvur etmek de
bunun gibidir. Allah 201
yarattığı beden kadar ruh
yaratmaya da Kadirdir.
Ruh-beden ilişkisinden sonra bir de aile içindeki irsiyet
zaviyesinden meseleye bakabiliriz. Anne-baba ve çocuk arasında irsiyet yönünden
bir bağ bulunmaktadır. Çocuk bazı yönlerden anneye bazı yönlerden ise babaya
benzemektedir. Bazı huy ve alışkanlıkları itibariyle anne babanın kardeşlerine
ya da dede ve nenesine benzemektedir. Hatta hemen hemen her ailede çocuğun sima
olarak kime benzediği, duygusal tepkileri, hangi davranışının kimi hatırlattığı
tartışma konusu olmaktadır. Çocuğun anne babaya benzerliği hem cismaniyet hem
de karakter yöndendir. Hal böyle iken, başka bir bedende hayatı son bulan ruhun
yeni bir bedende dünyaya gelmesi ve hem sûreten hem de ruhen anne babasına
benzememesini aklın kabul etmesi mümkün değildir. Çocuk hem sûreten hem de
karakter yönüyle ebeveynlerine benzediğine göre başka bedenlerde hayat yaşamış
bir [201] kişi değil,
o anne babanın çocuğudur. Bu durum da bir açıdan reenkarnasyonun mantıklı
olmadığını göstermektedir.
Sokrates'e atfedilen “Kâinatta tesadüfe
tesadüf edilmez.”[202] sözü
konumuz ile yakından alakalıdır. Hakkında peygamberdi ya da peygamber değildi[203] diye
yapılan tartışmaları bir kenara bırakarak sadece bu özlü sözüyle bile ne kadar
bilge bir şahsiyet olduğu anlaşılacaktır. Sokrates'in bu sözü ile "Gaybın
anahtarları O'nun katındadır. O'ndan başka kimse bilmez. Karada ve denizde
olanı da O bilir. Bir yaprak düşmez ki; onu bilmesin. Yerin karanlıkları
içindeki tek bir tane, yaş ve kuru müstesna olmamak üzere her şey apaçık bir
kitaptadır."[204] âyetinin
bir açıklaması gibidir.
Reenkarnasyon savunucularına göre ruhun ömür
sürdüğü bedeni yaşama veda edince hangi bedende tekrardan yaşama döneceği ya da
ne kadar süre sonra olacağı belli değildir. Bir başka deyişle tesadüfe
dayalıdır. Bazı reenkarnasyon yaşadığını iddia eden kişiler insanların hunhar
bir cinayete kurban gittiklerinde[205] yeniden
bedenlenebileceklerini savunmuşlardır. O hâlde hasta yatağında ölen insanlar
reenkarnasyon yaşayamayacaklar mı? Bu inanca insanları inandırmak için yapılan
açıklamalar, reenkarnasyon kavramını daha da karmaşık bir hâle getirmekte ve
temelsiz olduğunu daha da aşikâr bir şekilde ortaya koymaktadır. Aslında
şiddetli ölümlerden sonra reenkarne olunabileceğinin iddia edilmesinin altında
şu sebep yatmaktadır. Doğum izi ya da lekesi ile dünyaya gelen kişi, bunu
önceki hayatındaki ölüm sebebi ile ilişkilendirmekte, bu da vakayı daha
inandırıcı kılmaktadır.
Bir kişi bize yüksek bir yer gösterse ve ben
oradan atladım dese, ona inanma ihtimalimiz düşüktür. Aynı kişi ben oradan
atladım ve bacağım kırıldı dese, sebep sonuç ilişkisi planında inanma
ihtimalimiz biraz daha artabilir. Aynı kişi, sargıdaki ayağını gösterse ve ben
şuradan atladığım için ayağım kırıldı dese ona yüksek bir ihtimalle inanırız.
Her üç durumda da olayı görmemekteyiz ancak üçüncü olayda sonucu ya da bize
sonuç olarak gösterdiği kırık bacak inanmamızı sağlamaktadır ya da inanmaya
yönlendirmektedir. Oysaki kırık bacağı da kesinlikle oradan atladığı anlamına
gelmez. Bu bağlamda vücudunda parmak girecek kadar bir çukur ile doğan kişi bir
önceki yaşamımda kurşunla vurularak öldürüldüğünü, vücudundaki yanık lekelerini
gösteren kişi ise yakılarak öldürüldüğünü[206] iddia etmektedir. Bu sebeple
de olayların inandırıcılığı artırılmaktadır.
Kâinatta tesadüf diye bir şey yoktur ve her
şey bir düzen içerisinde yaratılmıştır. Maalesef biz insanlar bu düzeni bilerek
ya da bilmeyerek bozmaktayız.
İLÂHİ
ADALET
Her canlıya
hak, layık olan cevheri verdi:
Tırtıl iki diş bulsa eğer ormanı
yerdi:
Şayet kediler haftada bir gün uçabilse.
Dünyada bütün serçelerin nesli biterdi.
Şair Bekir Sıtkı Erdoğan;
yukarıda yer verdiğimiz “İlâhi Adalet” şiirinde bu konuyu kısa ve öz şekilde
açıklamıştır. “Göklerin ve yerin mülkü O'nundur. O bir çocuk edinmemiştir,
mülkünde ortağı yoktur. Her şeyi yaratmış, ona ölçü, biçim ve düzen vermiştir.”[207] ve
“Şüphesiz Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.”[208] Rabbimiz öyle
harika bir tarzda canlıları yaratmış ve öyle hassas bir denge kurmuş ki bu
denge bozulduğunda çok feci sonuçlar doğurabiliyor. Çevremizdeki canlılar biz
farkında olmasak da hatta bilgisizce bu canlı neden yaratılmış ki diye düşünsek
bile o kadar önemli görevleri ifa ediyorlar ki hayatın devamına vesile
oluyorlar. Albert Einstein’ın; “Eğer arılar olmazsa tozlanma olmaz. Tozlanma
olmayınca bitkiler olmaz. Bitkiler olmayınca bu bitkileri yiyerek yaşayan
canlılar üreyemez ve ölürler. Bu otçul canlılar ölünce de bunlarla beslenen etçil
canlılar ölür ve nihâyetinde insan da olmaz ve insanlar ancak 4 yıl
yaşayabilir.” dediği iddia edilmiştir. Bu sözün Albert Einstein’a ait olup
olmadığı konusu tartışılmaktadır.[209] Ancak bu sözü doğru olarak
düşündüğümüzde dünyamızdaki hassas dengeyi daha iyi anlamamıza vesile
olacaktır.
Elektron mikroskoplarla
ancak görülebilen canlıları yaratan ve onlara çeşitli vazifeleri yükleyen
Rabbimiz “Biz gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra onu
aşağıların aşağısına indirdik.”[210] âyeti ile
nitelediği insanı hiç başıboş bırakır mı? Ya da tesadüflere emanet eder mi?
3.3.
Âhirete İman
Perspektifinden Reenkarnasyon
Âhirete iman etmenin dünya hayatının düzeni adına önemi
hayati derecededir. İnsanlar hesap gününden korkmasaydı ve bu korkudan dolayı
uzak durdukları suçları işleselerdi dünya yaşanmaz bir hâl alırdı. Şu anda bile
hırsızlık, cinayet vb. suçların oranları ürkütücü boyutlardadır. Eğer inançlı
insanlar olmasaydı, suç oranları belki de 3-4 katına çıkacak ve cehennemi
dünyada yaşayacaktık.
Hiç kimsenin reenkarnasyon inancından ötürü günah
işlemekten çekiniyorum ya da suç işlemiyorum dediği duyulmamıştır. Madem ruhlar
reenkarnasyonla olgunlaşıyor, yapacağı herhangi bir hatadan dolayı endişe
duymayan bir insanın olgunlaşmasında ruh göçü inancının nasıl olumlu bir
katkısı olacak?
Elim bir trafik kazasında tüm sevdiklerini kaybetmiş bir
insan düşünelim. Bu insanı, “Bu kaza ile sevdiklerinden ayrılmış olabilirsin
ama üzülme ne de olsa onlar reenkarnasyonla tekrar dünyaya gelecekler diye
teselli edebilir miyiz?” Reenkarnasyona inansa bile, bu inanca göre ölen bir
kişinin ne zaman dünyaya geleceği belli değildir. Kaydedilen reenkarnasyon
öykülerinde, kimi ruhların 3 yıl kimi ruhların ise 4 yıl sonra dünyaya
döndükleri iddia edilmiştir. Yani ne zaman dönecekleri konusu tamamen
muallâktır. Diyelim ki bu vefat eden ruhlar, tekrar bedenlendiler ve dünyaya
döndüler. Hangi kıtaya gelecekler? Hangi Ülkeye ve hangi şehre? Hangi ailenin
bir ferdi olarak gelecekler? Vefat eden bedene ait ruhun hangi ailenin çocuğu
olarak dünyaya geleceği konusu da müphem olan bir diğer noktadır. Bu sebeple
dünyaya tekrar gelseler bile ne zaman gelecekleri ve de nerede dünyaya
gelecekleri belli olmadığı için reenkarnasyon inancı insanları teselli etmekten
uzaktır. Tekrar tekrar dünyaya gelme fırsatı sunduğu için de insanları menfi
davranışlardan uzak tutmaktan beridir.
Âhirete imanı hakiki
anlamda gönlünde taşıyan insanlar, kişilerin hakkına girmek bir yana, bir
karıncayı bile incitemezler. Bu konu ile alakalı olarak şu örneği vermek çok
yerinde olacaktır. Bâyezîd-i Bistâmî’nin Hemedan’dan hardal tohumu alır ancak
Bistâm’a döndüğünde, hardal tohumuna birkaç karıncanın da karıştığını görür.
Yani kendisiyle birlikte yanlışlıkla onları Bistâm’a kadar getirmiştir.
211 Hayvanlara olan engin
şefkatinden ötürü karıncaları gidip geri yerine bırakır.
Âhirete ihlaslı olarak inananlar insanlar da bir
yakınlarını kaybettiklerinde de âhiret inancı ile teselli bulurlar. Bu
bağlamda, ruhların tekâmülünü sağlayan bir inanç varsa bu reenkarnasyon değil
âhiret inancıdır.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre günde 6
saatimiz televizyon karşısında ve 3 saatimizi de internete girerek
tüketmekteyiz. Kitap okumaya ayrılan süre ise günde sadece 1 dakika.
İhtiyaçlarımız sorulduğunda ise kitap okumak aklımıza diğer 234 maddeden sonra
gelmektedir. Kitap okuma oranımız da maalesef %0,1.’dir.[211] [212]
Kitap okuma oranı çok düşük olan ve dini hakkında çok fazla
bilgi sahibi olmayan, anne-babasından gördüğüyle bilen insanımızın zihinlerine
bir dönem boyunca televizyon programlarında yapılan toplu hipnoz sahneleri ile
reenkarnasyon fikrinin temelleri atıldı. Hipnoz; bazı yardımcı nesneler, söz ya
da bakış kullanılarak telkin sayesinde oluşturulan özel bir bilinç ya da trans
hâlidir. Hipnozun oluşması için gönüllülük, konsantrasyon ve hayal gücü olmak
üzere üç temel öğe vardır.[213] Bu
programlarda hipnoz ile uykuya dalan kişi bir süre sonra verilen telkinlerle
eski yaşamlarından bahsetmeye başlamakta ve bu hayatlarına dair olaylar
anlatmaktadır. İnsanımız kısaca bu şekilde özetleyeceğimiz programlara maruz
bırakılmış ve imanları zedelenmeye çalışılmıştır.
Ruh bilimi yaklaşımının en önemli temsilcilerinden olan
filozof Erich Fromm batılı bir kişiyi duvarları beyaz renk olan ve içinde tik
tak sesleri çıkaran bir saatin dışında hiçbir şey olmayan bir odaya koyarsanız
belirli bir süre sonra paniğe girecektir. Bu boş odada geçen zamana odaklanacak
ve kendisini düşünmeye başlayacaktır. Yoğun iş hayatı ve arta kalan zamanda
eğlenerek geçirdiği yaşamından uzaklaşınca, geçen her saniyenin kendisini ölüme
yaklaştırdığını hissedecektir. Batılı yaşam tarzında günlük hayat yoğun bir
çalışma ile geçmektedir. Geriye kalan dinlenme saatleri de eğlenceye
ayrılmıştır. Bu şekildeki ölümü hatırlatmama amaçlarına rağmen, bazı insanların
düşünme ihtimaline karşı da reenkarnasyon gibi rahatlatıcı bir yöntem
uydurulmuştur. Hipnoz seanslarıyla da reenkarnasyon fikrinin temelleri
sağlamlaştırılmaya çalışılmıştır.[214]
Bu tip programlar sadece ülkemizde değil, dünya çapında
yapılmıştır. Glenn Ford da hipnoz seanslarına katılmış ve hipnoz esnasında 2
farklı hayattan bahsetmiştir. Kendisinin Allah’tan korkan bir insan olduğunu
ifade etmiş ve bu iki hayatın şimdiki dini inançlarıyla çatıştığını
belirtmiştir.[215]
Ruhu olmayan bir beden ne bir dine inanabilir,
ne bir görüşü savunabilir ne de bir yemeği sevebilir. İnsan beynine açıp
bakarsak ne bir din, ne bir düşünce ne de bir duygu tespit edilebilir. İnanış,
fikir ve duygular ruh ile alakalıdır. O hâlde Glenn Ford’un bir önceki
yaşamında inanmayan ruhu bir sonraki yaşamında nasıl inanacaktır?
Reenkarnasyonda ruhun tekâmül ilkesi vardır. Demek ki ruh bir önceki
yaşamındakinin üstüne bir sonraki yaşamında bir şeyler ekleyecek ve tekâmül
yolunda ilerleyecektir ancak Glenn Ford’un önceki yaşamındaki dini
inanışlarının bu yaşamındaki inanışlarıyla çeliştiği görülmektedir. Bu sebeple
bu durumu kendisi kabul edememekte ve bu durumdan üzüntü duymaktadır.
3.5.
Halüsinasyon ve
Reenkarnasyon
Bir duyu organını uyarıcı bir nesne ya da uyarıcı başka
herhangi bir sebep olmadan, hissedilen bir duygunun varlığına inanma durumuna
halüsinasyon denir. Aşırı oranda alkol alma durumunda ve ruh hastalıklarında
halüsinasyon görme oranı artmaktadır. Halüsinasyon esnasında hastalar
işittiklerine, gördüklerine ya da hissettiklerine tamamen inanırlar. Halk
arasında sanıldığı gibi, bu durum sadece görme ile değil, işitme ve hissetme
duygularıyla da alakalıdır.[216] Yani bir
kişi duvarda asılı dev bir örümceğin kendisini yemeye çalıştığını görebileceği
gibi, aslında olmayan şeyleri duyduğunu iddia edebilir ya da olmadık yerde
aşırı duygu yoğunluğu yaşayabilir. Görülenler ya da işitilenler duyu
organlarının gerçekte olmayan şeyleri algılamalarıdır.
Görsel halüsinasyon en sık karşılaşılan türdür. Görülenler
kişi, hayvan ya da tuhaf varlık ya da görünümler olabilir. Bu görsel
görüntülerin sebepleri hastalık, ilaç, beyindeki bazı değişimler ve görme
yeteneğinin zayıf olma durumu ile alakalıdır. Görünenler kişinin hayal dünyası
ya da korkuları ile ilgili de olabilir.
Hiçbir ruhsal problemi olmayan ve üniversitede ders veren
bir yakınım kalp rahatsızlığı nedeniyle düzenli olarak bu rahatsızlığı için
ilaç kullanmakta ve kendisi bana geceleri bazen yatmadan önce tavanda dev bir
örümcek gördüğünü ifade etmektedir. Buradan da çıkarım yapılabileceği gibi her
hâliyle normal olan bir insan bile halüsinasyon görebilir ve bu onun ruhsal
problemleri olduğu anlamına gelmemektedir.
İşitsel halüsinasyonlar da kişiler duyulmayan ses ve
gürültüleri duyduklarını iddia etmektedirler. Önceki yıllarda televizyonda
yayınlanan bir habere şahit olmuştum. Katile maktulü neden öldürdüğü soruluyor,
o da televizyon izlerken ünlü bir siyasetçinin kendisine git şu kişiyi öldür
dediğini, o da cinâyeti bu emir üzerine işlediğini ifade etmiştir.
Dünyanın pek çok ülkesini kapsayan detaylı bir araştırma
yapıldığında ve halüsinasyon gören tüm insanlarla görüşmeler yapılarak
halüsinasyonlarında ne gördükleri ya da işittikleri ayrıntılı bir şekilde kayıt
edildiğinde, eminim ki listeye baktığımızda kayıtlı olan görsel görüntülere ve
işitilenlere inanmayı aklımız almayacaktır. Nitekim hayal gücünün sınırı yoktur
ve dünyada benzeri olmayan canavar ya da yaratıklar da bu kişilerin
halüsinasyonlarında karşılarına çıkmış olacaktır.
Önceki yaşamlarından anılar anlatanların tamamen
halüsinasyon gördüklerini kast etmiyoruz. Ancak demek istediğimiz reenkarnasyon
araştırmaları için harcanan paralar, basılan kitaplar, çekilen filmler ve
dünyanın her ülkesine gidilerek harcanan zaman, halüsinasyon konusu için de
yapılsa görsel ve işitsel halüsinasyonlar esnasında görülen ve duyulanlar da
reenkarnasyon kadar gündemi meşgul ederdi.
Alden Taylor Mann’a göre
yeniden doğuş; hayaller, yönlendirilmiş imgeler, düşler, halüsinasyonlar,
translar ve hipnotik gerilemeler yoluyla deneyimlenebilmektedir. Bu görüşten de
anlaşılacağı üzere, reenkarnasyon öyküleri somut gerçeklikten ziyade hayal,
halüsinasyon ve hipnoz gibi uygulamalar ile ortaya 217 çıkarılmaktadır.
Şeytan’ın diğer adı İblis’tir. Rahmetten kovulmuş olan,
dünyası ve âhireti helak olan, dünyada ayrılık ateşiyle yanan âhirette ise
cehennem ateşiyle yanacak olan, kötülük ve isyan odağı olan, isyanında devamlı
olan, her hayırlı işi bozan, emelleri ve amelleri boşa çıkaran demektir.[217] [218]
Hz.Adem (a.s.)’a Allah’ın “Adem’e secde edin.”[219] emrine
rağmen “Ben ondan hayırlıyım! Sen beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.”[220] diyerek
kibri nedeniyle secde etmeyen Şeytan Allah’ın rahmetinden kovulmuştur. Bunun
üzerine Allah’a “Şu benden üstün kıldığın varlığı gördün mü? (Onun nesi varmış
ki benden üstün kıldın?) And olsun, beni kıyamet gününe kadar ertelersen, onun
zürriyetini, pek azı istisna, kökünden koparıp sürükleyeceğim.”[221] [222]
Şeytan -haşa- Allah’ı sığaya
çekiyor ve benden üstün olmayan bir varlığı nasıl benim üzerimde tutarsın diyor
ve senin bu yaptığın hikmetli bir iş değildir demiştir. Şeytanın kendisinin Hz.
Adem (a.s.)’dan üstün olduğu konusunda şüphesi yoktu ve bunu kanıtlamak için de
Hz. Adem (a.s.)’dan bu yana ve kıyamet kopana 222 kadar
elinden geleni yapacaktır.
İbn-i Abbas (r.a.)’tan naklen Muaz bin
Cebel’in rivâyet ettiği Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve
sellem.) ile şeytan arasında soru-cevap şeklinde
geçen bir hadis-i şerifte şeytanın insanları kandırma metotları ve bunu nasıl
yaptığı şeytanın kendi dilinden anlatılmıştır. Şeytan 70 bin tane çocuğu
olduğunu, bunların her birini ayrı vazifelere tayin ettiğini, 70 bin tane daha
şeytan olduğunu bunları da belirli zümredeki kişileri yoldan çıkarmak için
görevlendirdiğini anlatmaktadır. [223]
Tüm insanlık Şeytanın hedefindedir. Özellikle gençler ve
kendini Allah yoluna adayanlar. Bir kesim insan ile de şeytan neredeyse hiç
uğraşmaz. Çünkü onlar yaptıklarıyla insî şeytan durumuna düşmüşlerdir.
Şeytan devamında Peygamber
Efendimize “Eğer delalete sürüklemek yani insanları yoldan çıkarmak elimde
olsaydı hiç kimseye “Lâ ilâhe illâllah Muhammed’er-Resulullah” deme fırsatı
vermez ve hepsini yoldan çıkarırdım, eğer hidâyete erdirmek de senin elinde olsaydı
Sen de bir tek kâfir bırakmazdın 224 demiştir.22
Kişinin iradesi ahreti nispetinde çok önemi
haizdir. Kişinin said mi yoksa şakî mi olduğu bilgisine tabiî ki Allah
sahiptir. Bazı kişiler madem Allah benim cennetlik ya da cehennemlik olduğumu
biliyor o hâlde beni neden dünyaya gönderdi diyerek bu durumu
sorgulamaktadırlar. Birincisi, eğer Allah bildiği üzere bizi doğrudan bu
dünyaya göndermeden cennete koysaydı itiraz etmezdik ancak doğrudan cehenneme
gönderseydi itirazda bulunur ve cennetlik bir kul olabilme ihtimalimiz
nedeniyle durumumuza razı olmazdık. İşte bu sebeple dünyadaki amellerimiz
âhirette karşımıza çıkarılacağı için herhangi bir itiraz hakkımız olmayacak.
İkincisi, ya cennetlik ya da cehennemlik olacağımız gerçeğidir. Ancak bu bizim
bilgimiz dâhilinde değildir. Lakin şeytan insanı ümitsizliğe sevk eder ve sen
zaten cehennemliksin, şu günaha da girsen ne değişir diyerek daha da aşağı
seviyelere düşmemiz için sürekli vesveselerini kulağımıza fısıldar. Bu da
şeytanın bir oyunudur. İrademizi ortaya koyarak Rabbimizin sevdiği kullardan
olabiliriz. Aksi takdirde dünyada oyalanacak pek çok işler mevcuttur. [224]
Şeytan kimi insanlarla arasının çok iyi olduğunu ve onlarla
hiç anlaşmazlık yaşamadığını söylemiştir. [225] Bazı insanlar insî şeytan
hükmündedirler. Reenkarnasyon da insanların imanını zedeleyen bir inançtır.
Savunucuları vasıtasıyla insanların zihinlerine şüphe tohumları ekilmekte,
insanlar tereddüte sevk edilmekte ve kafalarda soru işaretleri
oluşturulmaktadır[226] [227]. İnsanlara
hiçbir faydası olmayan, aksine zararı olabilecek bir düşüncedir.
Şeytan insanların günaha
girmesi adına çok ince planlar yapmaktadır. Bu konuda Mevlana’nın (ö.672/1273)
Mesnevîsinde naklettiği aşağıdaki vaka iblisin ne kadar sinsice hareket
ettiğini gösterdiği için çok önemli bir örnektir. Ayrıca, Rabbimizin ne kadar
merhametli ve cömert olduğunu da göstermektedir. Zâtın biri bir gün sabah
namazına kalkamaz. Uyandığında güneşin doğduğunu görünce üzüntüsünden öyle
derin bir eyvah çeker ki Allah o zâta sabah namazını kılacağında kazanacağı
sevaptan daha fazlasını yazar. Çünkü namazını kılamadığına samimice o kadar çok
üzülmüştür ki ahı göklere ulaşmıştır. Ertesi gün bu zât sabah namazına uyanır
ve karşısında şeytanı görür. O zâtı namaza şeytan uyandırmıştır. Bu durum
karşısında çok şaşıran zât, kendisini namaza kaldırma sebebini şeytana sorunca
aldığı cevap çok ilginçtir. Şeytan; “Namazı yine kaçırsaydın daha çok sevap
alacaktın ve yine öyle bir ah diyecektin ki Allah seninle birlikte pek çok
kişiyi de affedecekti. Bu „227
sebeple seni uyandırdım.
Bu kadar ince hesaplar yapan şeytan için
reenkarnasyon çok önemli bir unsurdur. Çünkü pek çok insanın âhiretini
mahvedebilecek bir inanıştır.
Çalışmanın bu bölümünde reenkarnasyon
öyküleri üzerinden gidilerek mantığa ters düşen noktaları ortaya konulmaya
çalışılacak ve İslam ile bağdaşmayan yönleri üzerinde durulacaktır.
Bu vaka Hatay’ın Samandağ ilçesinde yaşayan
bir kişi tarafından 2010 yılında nakledilmiştir.
Hatice isimli bir kadın ile
Süleyman babasının itirazına rağmen evlenirler. Süleyman’ın babası bu durumdan
hoşnut olmaz ancak evliliğe de mani olamaz. Evlilikten bir süre sonra Süleyman
askere gider ve kayınbabaya da gün doğar. Kayınbaba bu evlilikten o kadar gayri
memnundur ki Hatice’ye seni öldüreceğim demektedir. Herkesin tarlada olduğu bir
günü fırsat bilir ve Hatice yalnız başına odasındayken içeri girer benzini
döker ve yangın çıkartır. Hatice maalesef burada yanarak can verir. Hatice
ölümünden 7 gün sonra vefat ettiği aileye komşu olan bir ailede dünyaya
geldiğini iddia etmektedir. Ölümünden tekrar doğumu arasında ise 7 günlük bir
süre geçmiştir. Bu süre zarfında Cenneti, melekleri ve dünyadaki günahlarından
dolayı azap çeken bazı insanları müşahede etmiştir. Doğumunda her tarafından
kan aktığından ebe “Bu bebek yaşamaz.” deyince daha yeni doğmuş bebek “Valla
Arabîye hala ben ölmeye gelmedim, yaşayacağım ve intikamımı alacağım.” diyerek
çevresindeki herkesi şaşırtmıştır. Biraz daha büyüyünce önceki yaşamındaki
Hatice’nin kayınbabası tarafından yakılarak öldürüldüğünü anlatmaya 93
başlamış ve kayınbabasının kimse yüzüne bakmaz olmuştur. Bu
durumdan hoşnut olmayan kayınbaba Hatice’yi tekrar öldürmekle tehdit etse de bu
emelini gerçekleştirememiştir ve hayatı olağan bir şekilde devam etmiştir.[228]
Bu reenkarnasyon öyküsünde çok fazla ayrıntıdan
bahsedilmiştir. Kişi bir önceki hayatına dair çok fazla konuyu hatırlamaktadır.
Bu sebeple konumuz ile ilgili olmayan ayrıntılar çıkarılmıştır.
Bu vakayı yaşayan kişi dünyadaki ölümünün yedinci gününde
bir önceki yaşamındaki evinin çok yakınında dünyaya geldiğini dile
getirmektedir. Oysaki Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem.) hadis-i şeriflerinde; insanın kırk günde rahimde
derlenip toparlandığı, ikinci kırk gün sonunda alaka (kan pıhtısı) olduğu,
üçüncü kırk günün sonunda ise mudğa (bir çiğnem et) hâline geldiğini
belirtmiştir. Bu sürecin yani yüz yirminci günün sonunda ise ruh üflenir.[229] Buna göre,
reenkarnasyon inancını var olarak kabul etsek bile, bir insanın öldükten hemen
yedi gün sonra dünyaya gelmesi mümkün değildir çünkü ruh dördüncü ayın sonunda
cenine üflenmektedir ve normal şartlar altında beş ayını daha anne karnında
geçirmesi gerekmektedir.
Tarih boyunca doğar doğmaz konuşmaya dair nakledilen birkaç
vaka olmuştur ve bunlardan bir tanesi de Hz. İsa (a.s.)’ın konuşması
hadisesidir. Hz. İsa babasız olarak dünyaya gelmişti. Hz. Meryem annemiz de
günah işlemiş olmakla suçlanıyordu. Hz. İsa (a.s.) doğar doğmaz konuşunca[230] bu
suçlamalar da bertaraf olmuştu. Yani, doğar doğmaz konuşma hadisesi bir yönden
şartlar gereği yaşanması gerekiyordu.
Meseleye manevi yönden bakıldığında sıradan bir insanın
doğar doğmaz konuşması çok muhaldir. Biyolojik olarak bakıldığında da bebeğin
ağız ve diş yapısı konuşmaya uygun değildir. Konuşma öncesi dönemde yaşaması ve
geçirmesi gereken dönemler vardır. Dokuzuncu ayını tamamlayana kadar ise tek
heceli kelimeleri ancak söyleyebilir.[231]
Hatice yeni hayatında dünyaya gelir gelmez ben intikamımı
almaya geldim demiştir. Doğar doğmaz konuşması ve ilk cümlesinin de bu olması
reenkarnasyonun geldiği boyutun vahametini gözler önüne sermektedir. O halde
haksız yere öldürülen herkes intikamını almak için dünyaya gelsin. Ya da
hakkını yiyenden hakkını almak için, parasını çalandan parasını geri almak
için, evini sağlam yapmadığı için depremde vefat eden kişi de müteahhitten
gelip hesap sorsun ya da intikamını alsın. Dünyaya tekrar gelmenin mümkün
olması durumunda bir açıdan bunun nasıl da kısır bir döngü ortaya çıkaracağı
basit birkaç örnekle bile görülebilmektedir.
Reenkarnasyon var ise bu bazı ülke ya da inançlara özgü
olamaz. Ben Dürzi mezhebindenim ve bu sebeple ruhumuz dünyaya hadsiz defa
gelerek bedenlenebilir demek doğru olmaz çünkü bu ruh ile alakalı bir mevzudur
ve herkes bir ruha sahiptir. Ateistin de Şamanistin de ruhu vardır. Eğer Allah
ruhların tekrar bedenlenmesine imkân verseydi bu herkese açık olurdu. Bunun
yanı sıra dünyada maalesef bazı insanlar Allah’ın varlığına inanmamaktadır. Yukarıda bahsi geçen
reenkarnasyon öyküsünün anlatıcısı Hatice isimli şahıs ölümü ile tekrar
bedenlenmesi arasında 7 gün beklediğini ifade etmiştir ve bu bekleme süresince,
Cenneti, melekleri ve işledikleri kötü amellerin cezalarını farklı şekilde
çeken insanları müşahede ettiğini belirtmiştir. Demek ki reenkarnasyon yaşayan
ruh bekleme süresini bu şekilde geçirmektedir. O hâlde Cennetin ve meleklerin
varlığını gören, üstelik azap çekenlerin durumlarına tanık olan bir kişi nasıl
olur da Allah’ın varlığını inkâr edebilir? Eğer reenkarnasyon varsa ve dünya
üzerinde pek çok insan bunu yaşıyorsa, Cenneti, Cehennemi ve melekleri
reenkarnasyon ile gören Allah’ın varlığını inkâr edenlerin de olmaması
gerekirdi.
Anne babasına, kardeşlerine ve birkaç da arkadaşına 5-10
cümle ezberleten herkes bir reenkarnasyon kurgusu kurabilir. Üstelik vücudunda
bir de doğum lekesi ya da yara izi varsa inandırıcılığının artmasına olumlu
katkısı olacaktır. Yukarıda geçen reenkarnasyon öyküsünde de Hatice doğduğunda
vücudunda pek çok yanık izi olduğunu ancak uzun tedavi süresinde iyileştiğini
iddia etmektedir. Meşhur araştırmacı lan Stevenson da doğum izleri ya da
deformasyonlarının reenkarnasyonu desteklediğini ifade etmektedir.[232] Ancak
pek çok doğum lekesi ya da izi ile doğan bebekler hayatları boyunca
reenkarnasyon yaşadıklarını iddia etmemektedirler. Savunulan fikrin lehine olan
durumlar hemen değerlendirilmeye alınırken, aleyhine olan durumlar göz ardı
edilmektedir. Nitekim doğum izi ya da lekesi ile dünyaya gelip ancak
reenkarnasyondan hiç bahsetmeyen insan sayısı çok daha fazla olacaktır.
Reenkarnasyon vakalarının olan olaylar
üzerine kurgulanması inandırıcılığını artırmaktadır. Anlatımda sonuçtan sebebe
gidilmektedir. Örneğin boğazı kesilerek öldürüldüğünü iddia eden kişinin
boğazında bir iz bulunmakta bu da insanların inanmasını kolaylaştırmaktadır.
Alaska’da bir kabile olan Tlingitler’de reenkarnasyon
farklı bir boyut kazanmıştır. Kaydedilen 46 reenkarnasyon vakasında onda bir
oranındaki vakalarda kişiler bir sonraki yaşamlarını anlatarak kimin çocuğu
olarak dünyaya geleceklerini söylemişlerdir. Nitekim belirttikleri kişiler
çocuk sahibi olduklarında çocuklarına bu kişilerin isimlerini vermişlerdir.
Şimdiye kadar hep geçmiş yaşamlardan bahsedildiğini
biliyorduk ancak daha önce de belirttiğimiz gibi reenkarnasyon olgusu sağlam
ilke ve temeller üzerine kurulmadığı için kişiler kendilerine göre bu kavramı
şekillendirmektedir.
Bu kabileden Victor Vincent isimli kişi
yeğenine onun oğlu olarak dünyaya geleceğini söylemiştir. Daha sonra
vücudundaki bazı yaraları göstererek, muhtemelen sonraki hayatında da bu izleri
taşıyacağını ifade etmiştir. 18 ay sonra Victor ölür ve yeğeni de bir çocuk
dünyaya getirir. Çocukta Victor’un bahsettiği izler de bulunmaktadır. Hatta bu
çocuk daha sonra kendisinin Victor olduğunu iddia 233 etmiştir.23 [233]
İtiraf etmek gerekir ki tamamen doğru kabul edersek
gerçekten de çok iyi kurgulanmış ve etkileyici bir vakadır. Mantık çerçevesinde
düşünüldüğünde ise sonunun kolayca tahmin edilebileceği bir film senaryosundan
öteye geçememektedir.
Reenkarnasyon öykü sahiplerine önceki yaşamlarına dair
hatıralar sorulduğunda genel olarak unuttuklarını ifade etmektedirler.
Unutmalarına neden olarak da üç gerekçe göstermektedirler.
Birincisi; önceki yaşamlarına dair hatıraları anlatmaya
başladıklarında ebeveyn ve akrabaları tarafından kızılması ve hemen
susturulmaları. Hiçbir şey anlatamadıklarından dolayı geçen zamanla birlikte
unutulduğunu ifade etmektedirler. Bazı reenkarnasyon yaşayan kişiler de anne ya
da babası tarafından ağızlarına tükürüldüğü için geçmiş yaşamlarını
unuttuklarını belirtmişler. Diğer bir unutma sebebi olarak da yedi farklı
kaşıkla yemek yedirilmesi öne sürülmüştür.[234]
Yukarıda geçen unutma sebepleri mantık çerçevesinde
düşünüldüğünde izahı çok zordur. Tabiî ki baskı, kızmak ya da anlatmasına izin
vermemek insanların unutmasına sebep olur. Ama pek çok zaman bu tür davranışlar
ters tepebilir ve kişinin unutmasından ziyade hayatında daha önemli bir yer
almasına da sebep olabilir.
Ülkemizde nüfusa oranla çok az bir kesim reenkarnasyona inanmakta,
inananların da çok düşük bir yüzdesi geçmiş hayatlarından bahsetmektedir. Eğer
reenkarnasyon var ise neden bu oran çok düşüktür? Neden reenkarnasyon
savunucuları bile kendilerine ait önceki hayatlardan bahsetmiyor? Ve neden
belli bir coğrafyada görülüyor?
Reenkarnasyon öyküsü okunduğunda, akla uygun
olmayan ve mucizevî yönleri çıkarılınca, kişinin anlattıkları inandırıcı
gelebilir. Özellikle dini bilgisi fazla olmayan kişiler inandırıcı bulabilir.
Bir de dinin gereklerini yerine getirmediği için âhiretinden endişe ediyor ve
bu durum da iç huzurunu bozuyorsa kişi bu görüşü bir çıkış noktası olarak görüp
reenkarnasyon öykülerine kendini daha kolay bir şekilde inandırabilmektedir.
Ancak bir yandan da eğer reenkarnasyon var ise ben neden önceki hayatlarımı
hatırlamıyorum şüphesi de zihnini bir yandan meşgul etmektedir.
Jim Tucker; reenkarnasyon
yaşayanlar ile görüşüldüğünde istisnalar dışında neredeyse tüm çocukların
sadece bir tane geçmiş hayattan bahsettiğini ifade 235 etmiştir.[235]
Eğer reenkarnasyon varsa genel
olarak ruhun pek çok bedende hayat sürmüş olması gerekir. Bir kişinin ortalama
60-70 yıl hayat sürdüğünü farz edersek, bu hayatlardan hiçbirinden bir cümle
bile hatırlamaması normal karşılanabilir mi? 30 kere bedenlenmiş bir ruhu ele
alalım. 28 tane hayatını bir kenara koyalım. Sadece son iki hayatını anlatması
istendiğinde, yine bir cevap alınamamaktadır. Tucker’ın da dediği gibi
istisnalar dışında sadece bir önceki hayat hatırlanmaktadır. Bir önceki hayata
dair de bazen yalnızca beş-on basit bilgi ileri sürülmektedir. Reenkarnasyonda ruhun tekâmülü ilkesi ile bu durum da bağdaşmamaktadır.
Yani reenkarnasyon savunucuları kendi ağızlarıyla kendilerini yalanlamaktadır.
En basit birkaç bilgiyi hatırlayan bir ruh, nasıl olacak da kendisini daha da
olgunlaştıracak. Önceki hayatındaki hatalarını, günahlarını hatırlamıyorsa
nasıl olur da kendisini olgunlaştırabilir. Bir öğrenci bir sınava çalışmamışsa,
100 kere de aynı sınava girse başarısız olacaktır. Eğer ruh önceki hayatlarındaki
tecrübelerini hatırlayamıyorsa, bir sonraki hayatında nasıl daha kâmil bir
insan olacaktır? Görüldüğü gibi reenkarnasyonun temel prensiplerinden olan
giderek olgunlaşma hususu, bu görüşün kendi savunucuları tarafından
çürütülmektedir.
Shamlinie Prima isimli Sri Lankalı bir çocuk banyo yapmayı
hiç sevmemektedir. Hatta banyo sırasında 3 kişinin tutmak zorunda kaldığı ifade
edilmiştir. Daha sonra bu çocuğun önceki yaşamından bahsettiğinde, o hayatında
boğularak öldüğü anlaşılmıştır.[236]
Çocukların hayal güçleri çok
geniştir. Kimisi uçabildiğini söylerken kimisi de bir arabayı kaldırabilecek
kadar güçlü olduğunu söyler. Çocukların bu tip hayal gücü ürünü söylemlerine
hepimiz şahit olmuşuzdur. Bunları yalan olarak tanımlamaktansa kendisinde
görmek istediği vasıfların çocukça ifadesi olarak da düşünebiliriz. Diğer bir
yandan da beğenmediği bir yemeği yemesini istediğimizde, doğruluk payı olmadığı
hâlde o yemeği daha önce yedikten sonra hasta olduğunu söylerken, sevmediği bir
yere götürmek istediğimizde de oradaki bir tanıdığını kendisini dövdüğünü
söyleyebilirler. Bunlar da hoşuna gitmeyen durumdan uzak kalmak için ileri
sürülen bahanelerdir. Çocukların dünyası farklıdır. En çok sevdiği oyuncağı,
bir anda en sevmediği hâline dönüşebilir. En
sevdiği yemeği bir anda bir daha ağzına koymayabilir. Örneğin banyo yapmayı çok
seven bir çocuk bir anda banyodan nefret edebilir. Ya da zorla banyo
yaptırılırken, bir süre sonra çok sevmeye başlayabilir. Yukarıda bahsedilen
çocuk bir süre sonra banyo yapmayı severse ne olacak? Önceki hayatında
boğularak ölen biri yerine başka biri mi bulunacak? Banyo yapmaktan nefret eden
tüm çocuklar önceki hayatlarında boğularak ölen kişiler mi? Yükseklik korkusu
olan tüm insanlar önceki hayatlarında yüksekten düşüp ölen kişiler mi? Gök gürültülü
gecelerde anne babasının arasına sığınan çocuklar fırtınalı bir günde hayatını
kaybedenlerin reenkarnasyonu mu? O hâlde şimdiki hayatında maydanozu hiç
yiyemeyen biri de bir önceki hayatında maydanoz yerken boğulan bir kişi
olabilir mi? Takdirinizdir ki konu mantık çerçevesinin dışına kaymaktadır.
Tucker; reenkarnasyon yaşadığı iddia edilen çocuklar ile
ilgili yaptığı araştırma sonucunda bazı çocukların belirli gıdalara hatta tütün
ya da alkol ürünlerine sıra dışı bir şekilde ilgi duyduğunu tespit etmiştir.
Pek çok ülkede tütün ve alkol ürünlerinin kullanımının yaygın olması ile
birlikte, üç yaşındaki çocuklar tarafından tüketilmesi uygun görülmemiştir.
Ancak üç yaşındaki bazı çocukların alkole olan aşırı ilgisi de reenkarnasyona
yorumlanmıştır.[237]
Önceki hayatında çok alkol ya
da sigara içen bir insanın bir sonraki hayatında çok küçük yaşta bu ürünlere
ilgi duyması reenkarnasyona delil olarak gösteriliyorsa, dünyada pek çok
alkolik ya da günde 2 paket bitirecek kadar sigara tiryakisi insan varken, 3 yaşındayken
sigara ya da alkole bu denli ilgisi olan çocuk sayısının çok az olmasını nasıl
açıklayabilirler? En küçük bir istisna hadiseyi bile kendilerine delil olarak gösterirken, bu istisna dışında kalan yani çocukken
alkol ya da sigaraya ilgi duymayan milyonlarca örneği hangi mantıkla göz ardı
edebilirler?
Konu bağımlılık yapanlar ile alakalı olduğuna göre alkol ve
sigaraya bağlı olmadan benzer şeyleri de örnek olarak verebiliriz. Mesela
çevremizde hiç uyuşturucu bağımlısı 3-4 yaşında çocuk görebiliyor muyuz? Ya da
yine aynı yaşlarda kumar bağımlısı çocuk var mı?
Şu anda çok sayıda 4-5 yaşlarındaki çocuklar sosyal
paylaşım sitelerini bağımlı bir yetişkin gibi kullanmaktadırlar. Peki, bunlar
önceki hayatlarında sosyal paylaşım sitelerini bağımlı olarak kullanan
bireylerin reenkarnasyona uğramış hâlleri mi? Ancak 10-15 yıl önce bu siteler
çok yaygın değildi ve bu sitelere bağımlı insan sayısı da yok denecek kadar
azdı. O hâlde küçük yaştaki bağımlılık olarak tanımlanan alışkanlık ya da bazı
şeyleri aşırı kullanma ya da tüketme isteğinin önceki yaşamlarla alakası olması
mantıklı değildir.
Reenkarnasyona gerekçe olarak gösterilen bir diğer ilginç
husus da şudur: 30 sene çalışmış ve ideali olan hedefe ulaşamadan vefat etmiş
bir profesör düşünün. Bu kadar gayret gösterdiği ama amacına ulaşamadığı için
dünyaya tekrar gelecektir çünkü yarım kalmış olan hedefi onu tekrar dünyaya
çekecektir.[238]
Bir insanın tekrar
reenkarne olması için profesör olması şart mıdır? 30 yıl çalışmış ama hedefine
ulaşamamış olması mı gerekir? Vefat edenlerin büyük bir bölümü, belki de
neredeyse tamamı emellerine ulaşamadan[239] ölmüşlerdir çünkü emellerine
ulaşamadan ecelleri gelmiştir.[240] Hedefine ya
da emeline ulaşamayan insan sayısı bu kadar çokken ve Peygamber Efendimiz (salla’llâhü
aleyhi ve sellem.) hadis-i şerifleriyle de bu durum
sabit iken, enkarne olmak için sunulan yarım kalmış hedef gerekçesini mantıkî
açıdan kabul etmek imkânsızdır.
Rabbimiz Yâ Sîn suresinde “Bütün nefisler ölümü
tadacaktır.” buyuruyor. “Ey Rabbim beni geri gönder. Belki daha hayırlı işler
yaparım” diyen kişiye, Rabbimizin “Hayır! O geri gelmeyecektir. Bu yalnızca boş
bir laftır. Ve arkalarında ölecekleri güne kadar dünyaya gelmemek için bir
engel vardır.” cevabıyla Kur’an-ı Kerim’de öldükten sonra dünyaya geri
dönülemeyeceği konusu kesin bir dil ile ifade edilmiştir.
Kur’an- Kerim’deki âyetler, hadis-i şerifler ve
mutasavvıfların açıklamalarıyla diğer semavî dinlerde olduğu gibi
tenasuh/reenkarnasyonun dinimizce de kabul edilmediğini delil ve
açıklamalarıyla ortaya konulmuştur. Âyetlere ve mutasavvıfların sözlerine
zoraki yorumlar ile tenasuh/reenkarnasyon inançlarını savunuyormuş gibi
gösterilmelerine karşıt deliller ile bunun gerçekliğinin olmadığı da bu
çalışmada çeşitli vesileler ile ifade edilmiştir. Son bölümde yer verilen
reenkarnasyon öykülerinin de mantıkî, tıbbî ve dini açıdan pek çok yönleri ile
temelsiz/dayanaksız olduğu açıklanmıştır.
Son söz olarak; reenkarnasyon inancı dünya
çapında yürütülen ve amacı insanlara düşündürmemek olan sistemli bir
çalışmadır. Bu amaçla pek çok kitaplar yazılmış, filmler ve televizyon
programları yapılmıştır. Bu bağlamda insanların zihinlerine şüphe tohumları
ekilerek imanları zedelenmeye çalışılmaktadır ancak bu inancın dayanaksız
olduğu Allah’ın da inâyetiyle çalışmamızda açık bir şekilde gösterilmiştir.
Reenkarnasyon; ruhun bedenden bedene geçerek tekrar tekrar
dünyaya gelmesi ve bedenden bedene geçerek yaşadığı hayatlar ile tekâmül
sürecini tamamlamasıdır. Gerçekliği olmayan reenkarnasyon inancının insanlara
tanıtılması için sistemli bir çalışma yapılmaktadır. Bu bağlamda, filmler
yapılmakta, kitaplar yazılmakta, seminer ve konferanslar verilmektedir. Bu
çalışmanın amacı reenkarnasyon (tenasüh) inancının var olmadığını ve dinimizce
de kabul edilmediğini ortaya koymaktır. Kur’an-ı Kerim’deki âyetler, Peygamber Efendimiz (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’in hadis-i şerifleri, sahabe efendilerimizin sözleri ve
mutasavvıfların açıklamaları doğrultusunda reenkarnasyonun gerçekliğinin
olmadığı gözler önüne serilmiştir.
Ayrıca insanlara bu inancı gerçek olarak kabul etme konusunda en etkili olan
reenkarnasyon öykülerinin mantıkî açıdan pek çok gerekçeler ortaya konularak
doğruluğunun olmadığı ortaya konulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Reenkarnasyon, ruh, tasavvuf, reenkarnasyon öyküleri.
Reincarnation means the rebirth of soul in a different body
and the aim of this process is to complete the maturation of the soul itself A
systematic plan is being carried out about the introduction of Reincarnation
idea to the people all around the world. In this respect, many books are
written, some films are made and conferences or seminars are given. The purpose
of this study is to prove that the belief of reincarnation does not exist and
is not accepted by Islam, as well. For this goal, we have included “the verses
in the Holly Quran, the hadiths of Our Prophet (peace be upon Him) and the
explanations of the great Sufi people” in our study. In addition, Reincarnation
stories, which influence people most in the way of accepting reincarnation as
real, are analysed and they are refuted in terms of many logical aspects.
Key words: Reincarnation, soul, sufism, reincarnation stories
Abhedananda, Swami, Reenkarnasyon,
Terc..Nur Yener, İstanbul: Okyanus Yay., 2007.
Aktaş, Muhammed Emin, Modern Ruhçuluğun Yanılgısı Reenkarnasyon, Bursa:
Emin Yay., 2014.
Asımgil,
Sevim, Reenkarnasyon var mı?, İstanbul: Gonca Yay.
Aşkar, Mustafa, Tasavvuf Tarihi Literatürü, İstanbul: İz Yay., 2006.
........................... Reenkarnasyon (Tenasüh) Meselesi ve Mutasavvıfların Bu
Konuya Bakışlarının Değerlendirilmesi, Tasavvuf Dergisi, sayı no:3, Ankara,
2000.
Ateş, Süleyman, Islâm
Tasavvufu, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1995.
Atkinson,
William Walker, Reincarnation and the
Law of Karma, California: Kessinger Publishing, 2014.
Baloğlu,
Adnan Bülent, İslam’a göre Tekrar Doğuş
Reenkarnasyon, Ankara: Kitabiyat Yay., 2001.
Bezgin, Ali, Hatay'da Reenkarnasyon Memoratları, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans
Tezi,
Cumhuriyet Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sivas, 2011.
Boydaş, Vahdi, Ruh Göçü (Reenkarnasyon), Diyanet ilmi Dergi,
XXXI, 1995
Bulğen,
Mehmet, İslâm
Dini Açısından Tenâsüh ve Reenkarnasyon, Marmara
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi,
sayı no: 40, İstanbul: 2011.
Câmi,
Mevlana Nureddin Abdurrahman ibn Ahmed, Nefahâtü’l
ÜnsMin Hadarâti’i Kuds, Trc.:Kâmil Candoğan, İstanbul: Bedir Yay., 1971,
Cebeci, Suat, Öğrenme
ve Öğretme Süreçlerinde Dini İletişim, İstanbul: İz Yay., 2003
Cebecioğlu, Ethem, Tasavvuf
Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İstanbul: Ağaç Yay., 2009.
El-Cevziyye, İbn Kayyım,
Şeytanın Tuzakları, Terc.:Ömer Temizel, Konya: Uysal Kitabevi, 1993.
.................. Kitabu’r-Ruh, Terc.:Şaban
Haklı, İstanbul: İz Yay.,
2015.
Çaycı, Sadi, Ruhçuluğa göre Kur’an Öğretisi, Ruh ve Madde Yay., İstanbul: 1986
Çobanlı, Cem, Yaşama Yeniden Başlamanın Yolu
Reenkarnasyon, İstanbul: Omega Yay.,
2005
Ebu’l-Leys Semerkandî,
Tenbîhu’l Gâfilîn-Bostanu’l Arifin, Terc.: Ömer Faruk Yılmaz, İstanbul:
İpek Yay.
Eliaçık,
Recep İhsan, ihyadan İnşaya İslam
Düşüncesi, İstanbul: İnşa Yayınları, 2015
Fisher, Joe, The Case of Reincarnation, New York: Citadel Press, 1992.
Gazâlî, Ebu Hamid, İhya-i Ulûm’id-Din, Terc.: Ali Arslan, C.I-IV,
İstanbul: Merve Yay.
.......................... , Ahiret Hayatı, Terc.: Hüseyin
Okur, İstanbul, Semerkand Yay., 2011.
.......................... , Kimya-i
Saadet, Terc.Hasan Dönmez, İstanbul: Hisar Yay., 2011.
.......................... , Kimya-i
Saadet, Terc:A.Faruk Meyan, İstanbul: Bedir Yay., 2011.
........................... , Kur’an-ı Kerim’de Kıyâmet ve Âhiret,
Hüseyn Hilmi Işık İstanbul: Salih Bilici Kitabevi Yay., 1976.
Geylânî, Abdulkadir, Geylâni
Külliyatı, Çev.:Mehmet Eren, İstanbul: Gelenek Yay., 2012.
Güllüce,
Veysel, Kur’an Işığında Reenkarnasyon,
İstanbul: Rağbet Yay., 2004.
Günaltay,
Şemseddin, Felsefe-i Ûlâ, İstanbul:
İnsan Yay., 1994.
Haris El-Muhasibî, Kitabu’t
Tevehhüm, Terc.:Abdülaziz Hatip, İstanbul: Yeni Asya Neşriyat, 1995.
Hücvirî,
Ali b. Osman Cüllâbî, Keşf’ulMahcub,
Terc.:Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergah Yay., 2010.
İbrahim
Hakkı, Erzurumlu Marifetname, Trc.: Durali Yılmaz, İstanbul: Çelik Yay.
Kalyoncu,
Hamdi, Ölümsüzlük ihtiyacı, İstanbul: Boğaziçi Yay., 2011.
Kelâbâzî, Ta’arruf,
Terc.Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergah Yay., 2014.
Kemikçi, Bilal, Tasavvuf
Edebiyatında Hulûl ve İttihada dair bir risale, Ankara: Tasavvuf Dergisi, 2001.
Mann,
Alden Taylor, Reenkarnasyon Yeniden
Doğuş, Ankara: HYB Yay., 1998.
Mevlâna
Celaleddin-i Rûmî, Mesnevî,
Süleyman Mehmed Nahifî, C. I-VI, İstanbul: Timaş Yay., 2010.
Mills,
Antonia ve Slobodin Richard, Amerindian
Rebirth, Toronto: University of Toronto Press, 1994.
Muhyiddin-i Arabî, Şeytanın Hileleri - Seceret’ul Kevn, İstanbul:
Hidâyet Yay.,
2008.
Nesefî, Azizüddin, Tasavvufta İnsan Meselesi - İnsan-ı Kâmil, İstanbul: Dergah Yay., 1990,
Osmanbey,
Kemal, Reenkarnasyon ve Telepati, İstanbul: Kitsan Yay., 1995,
Popovic, Alexandre ve Veinstein, Gilles, İslam Dünyasında Tarikatlar, Terc.: Osman Türer, İstanbul: Sûf Yay., 2004.
Prophet, Elizabeth Clare,
The Missing Link in Christianity, MT: Summit University Press, 1997.
Redhouse
İngilizce-Türkçe Sözlük, ed.Robert Avery
ve diğerleri, İstanbul: Sev
Yayıncılık, 2003.
Senemoğlu, Nuray, Gelişim,
Öğrenme ve Öğretim, Ankara: Pegem Akademi Yay., 2010.
Şems-i
Tebrizi, Makalat, Terc.: Mehmed
Nuri Gençosman, İstanbul: Ataç Yay., 2010.
Serrâc,
Ebû Nasr, el-Lumâ, Terc.: H.Kamil
Yılmaz, İstanbul: Erkam Yay., 2012.
Stevenson, Ian, Twenty
Cases Suggestive of Reincarnation, Virginia: University of Virginia Press,
1974.
Es-Suyutî, Celâleddin, Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri,
Cilt 01,
Terc.:
Ömer Temizel, Ankara: Uysal Kitabevi, 1990.
........................................ Kıyamet Alametleri, Trc.: Mehdi Aydın, İstanbul: Ailem Yay.
Sühreverdî,
Şihabeddin, Avârifü’l Meârif,
Terc.: Abdülvehhab Öztürk, İstanbul: Saadet Yay., 2010.
Topbaş, Osman Nuri, imandan ihsana Tasavvuf, İstanbul: Erkam Yay.,
2014.
Tucker, Jim, Life Before Life, New York: St.Martin’s Press, 2005.
Tamer, Furkan ve Altın, İsa, Doktoruma Soruyorum,
İstanbul: Ascilepius Yay.
Taşkın, Tuna, Ol
dedi Oldu-2, İstanbul: Şule Yay., 2011
Uludağ, Süleyman, Tasavvuf
İlmine dair Kuşeyrî Risalesi, İstanbul: Dergah Yay., 2012.
.......................... Osmanlı Dönemi Tasavvuf Düşüncesinin Bazı Temel
Kaynakları, Ankara:
Türk Tarih Kurumu Yay., XXX.dizi, sayı no:3, 2005.
......................... Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Kabalcı Yay., 2001.
Yitik, Ali İhsan, Hint Kökenli Dinlerde Karma inancının Tenasüh inancıyla
ilişkisi,
İstanbul: Ruh ve
Madde Yay., 1996.
http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do7idM8522 , Hayat Tabloları, 2013, 01/10/2014, http://www.tuik.gov.tr/, 01/05/2015
http://www.trthaber.com/haber/gundem/avrupada-yuzde-21
-turkiyede- 10-binde-1 - 72919.html, Avrupa’da yüzde 21, Türkiye’de, 10 binde 1, www.trthaber.com, 08.07.2015
https://tr.wikipedia.org/wiki/Din halk%C4%B1n afyonudur, Karl Marx’ın 1843
yılında kaleme aldığı Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı başlıklı
yazısı, https://tr.wikipedia.org , 25/06/2015
http://www.ihvanforum.org/showthread.php7126362-Yunus-Emre-k%C3%A2fir-
miydi/page2, “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” http://www.ihvanforum.org, 30/09/2015
http://www.worldometers.info/world-population/, “Güncel Dünya
Nüfusu”, https://tr.wikiquote.org/wiki/Sokrates
, https://tr.wikiquote.org, 14/02/2015
http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk
beser/sokrat-peygamber-mi-sehit-mi- Beşer, Faruk, Sokrates Peygamber mi Şehit mi?, 10/01/2014, http://www.yenisafak.com, 28/03/2015
http://www.forbes.com/sites/paulrodgers/2014/09/09/einstein-and-the-bees-should-
you-worry/, Rodgers, Paul, Einstein and
Bees. Should we worry? 09/09/2014, www.forbes.com,
10/01/2015 http://www.psikiyatri.org.tr/presses.aspx?press=315, Özer, Şeref, Hipnoz ve
Hipnoterapi, www.psikiyatri.org.tr, 27/02/2015.
[1] Neml Sûresi 27/4.
[2] Osman Nuri Topbaş, İmandan
İhsana Tasavvuf, İstanbul: Erkam Yayınları 2014, s.111.
[3] Yusuf Sûresi, 12/53.
[4] Meryem Sûresi 19/86:
"Ve günahkârları da susamış olarak cehenneme sevk edeceğiz."
[6] Redhouse, Sev
Yayıncılık, İstanbul, 2003, s.817.
[7] Sadi Çaycı, Ruhçuluğa
göre Kur’an Öğretisi, İstanbul: Ruh ve Madde Yay., 1986, s.91.
[8] Veysel Güllüce, Kur’an
Işığında Reenkarnasyon, İstanbul: Rağbet Yayınları, 2004, s.38.
[9] Şemseddin Günaltay, Felsefe-i
Ûlâ, İstanbul: İnsan Yayınları, 1994, s.179.
[10] Prophet, Elizabeth
Clare, The Missing Link in Christianity, MT: Summit University
Press,1997, s.7.
[11] Adnan Bülent
Baloğlu, İslam’a göre Tekrar Doğuş Reenkarnasyon, Ankara: Kitabiyat
Yay., 2001,
s.11.
[12] Antonia Mills
ve Richard Slobodin, Amerindian Rebirth, Canada: University of Toronto
Press,
1994,
s.66.
[13] Vahdi Boydaş, Ruh
Göçü Makalesi, Diyanet Yayınlar, cilt 31, sayı 2, s.33.
[14] Günaltay, a.g.e.,
s.162.
[15] Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf
Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, İstanbul: Ağaç Yay., 2009 s. , s.270.
[16] https://tr.wikipedia.org/wiki/Din
halk%C4%B1n afyonudur, Karl Marx’ın 1843
yılında kaleme aldığı Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı
başlıklı yazısı, https://tr.wikipedia.org 25/06/2015
[17] Hamdi Kalyoncu, Ölümsüzlük
İhtiyacı, İstanbul: Boğaziçi Yayınları, 2011, s.99.
[18] Güllüce, a.g.e.,
s.38.
[19] Kalyoncu, a.g.e.,
s.100.
[20] Cebecioğlu,
a.g.e. s.222.
[21] Süleyman
Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Kabalcı Yay., 2001, s.172.
[22] Cebecioğlu,
a.g.e. s.222.
[23] Cebecioğlu, a.g.e. s.124.
20 Abdulkadir
Geylânî, Geylâni Külliyatı, trc.:Mehmet Eren, İstanbul: Gelenek
Yayıncılık, 2012 s.845, Hücvirî, Hakikat Bilgisi, Keşful Mahcub,
trc.:Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergah Yayınları, 2010, s.322.
[25] Süleyman Uludağ, Osmanlı
Dönemi Tasavvuf Düşüncesinin Bazı Temel Kaynakları, Ankara: Türk Tarih
Kurumu Yay., XXX.dizi, sayı no:3, 2005, s.31.
[26] Mevlâna Celaleddin-i
Rûmî, Mesnevî, İstanbul: Timaş Yayınları, c.V, 2014, s.585.
[27] Bilal Kemikçi, Tasavvuf
Edebiyatında Hulûl ve İttihada dair bir risale, Ankara: Tasavvuf Dergisi,
2001, s.114.
[28] http://www.ihvanforum.org/showthread.php?126362-Yunus-Emre-k%C3%A2fir-
miydi/page2,
“Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” http://www.ihvanforum.org 30/09/2015.
[29] Kemikçi, a.g.m.,
ss.111-116.
[30] Molla Câmî, Nefahâtü’l-Ünsmin
Hadarâti’l-Kuds, trc.:Kâmil Candoğan, İstanbul: Bedir Yay.,
1971,
s.75.
[31] Âl-i İmrân Sûresi,
3/19.
[32] Geylânî, a.g.e.,
s.486.
[33] Taşkın Tuna, Ol
dedi Oldu-2, İstanbul: Şule Yayınları, 2011, s.124.
[34] Tuna, a.g.e., s.125.
[35] Ahzab Sûresi, 33/40:
"Muhammed hiçbir erkeğin babası değildir. Fakat o Allah'ın Resulü ve
Nebilerin sonuncusudur."
[36] Hicr Sûresi, 15/9:
“Şüphesiz o Kur'an'ı biz indirdik biz! Onun koruyucusu da elbette biziz!”
[37] http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/08/150831
kuran times, “En Eski El yazması Kur’an” 31/08/2015, www.bbc.com, 01/09/2015.
[38] Mü’minun Sûresi,
23/99-100.
[39] Müslim, “Zekat”, 65
(1015).
[40] Mü’minun Sûresi,
23/99-100.
[41] Enam Sûresi 6/59:
"Yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitapta yazılmıştır."
[42] Ali İhsan Yitik, DİA,
Cilt 40, 2011, s.443, “Hulul ve ruh göçü gibi inançları benimseyen fırkadır.”
[43] Müslim, Müsakat 107
(1599) “Şurası muhakkak ki haramlar apaçık bellidir, helaller de apaçık
bellidir.
[44] Ankebut Sûresi 29/58:
"İman edip sâlih amel işleyenler var ya onları altında ırmaklar akan
Cennetteki yüksek makamlara yerleştireceğiz. Orada ebedi olarak kalacaklar.
[45] Kıyâmet Sûresi,
75/22-23: “O gün bir takım yüzler Rablerine bakıp parlayacaklardır.”
[46] Keşf’ul Hafa, II,
132, hadis no:2016.
[47] Zâriyât Sûresi,
51/56.
[48] Osman Nûri
Topbaş, Faziletler Medeniyeti, İstanbul: Erkam Yay., 2007, s.73.
[49] Sebe Sûresi, 34/3:
"Ne göklerde ne de yerde zerre kadar bir şey ondan uzak kalamaz, bundan
küçük ve büyük ne varsa apaçık bir kitapta yazılmıştır."
[50] Neml Sûresi, 27/4.
[51] Bakara, 2/28.
[52] Mü’min, 40/11.
[53] Veysel Güllüce, Kur ’an Işığında Reenkarnasyon,
İstanbul: Rağbet Yayınları, 2004, ss.86-87.
[54] Fatır Sûresi, 35/18.
[55] Elmalılı Hamdi
Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, İstanbul: Emir Yayınevi, c.VI, 1996, ss.393-394.
[56] Zilzal Sûresi 99/7-8.
[57] Mü’minun Suresi,
23/99-100.
[58] Mümin Sûresi, 40/11.
[59] Veysel Güllüce, Kur ’an Işığında Reenkarnasyon,
İstanbul: Rağbet Yayınları, 2004, ss.86-88.
[60] Secde Sûresi,
32/12-14.
[61] Ebu’l-Leys Semerkandî, Tenbîhu ’l Gâfilîn-Bostanu ’l
Arifin, trc.:Ömer Faruk Yılmaz, İstanbul:
İpek
Yay., ss.85-86.
[62] Kaan Arslanoğlu, Yanılmanın
Gerçekliği, c.I, İstanbul: İthaki Yay., 2005, s.99.
[63] Yusuf Sûresi, 12/53:
“Nefs her daim kötülüğü emredicidir.”
[64] Şems Sûresi, 91/9:
“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.”
[65] Tirmizî, Zühd: 4.
[66] İmâm Gazâlî, İhyâ-i
Ulûm’id-Din, c.III, İstanbul: Merve Yayınları, s.153.
[67] En’am Sûresi,
6/27-29.
[68] Abdulkadir
Geylanî, İlâhî Armağan, trc.Abdulkadir Akçiçek, İstanbul: Bedir Yay.,
ss.267-268.
[69] Bakara Sûresi, 2/28.
[70] Müslim, Sahih,
Kitab’ül Kader-1, 2645 “Nutfe rahimde kırk gece kalır, sonra melek ona şekil
verir.”
[71] İmâm Gazâlî, İhya-i Ulûm’id-Din, c.IV, İstanbul:
Merve Yayınları, ss.949-950.
[72] A’raf Sûresi, 7/40.
[73] İsrâ Sûresi, 17/85.
[74] Celâleddin es-Suyutî,
Peygamberimizin Mucizeleri ve Büyük Özellikleri, Cilt 01, trc.: Ömer
Temizel, Ankara: Uysal Kitabevi, 1990, s.334.
[75] Se’be Sûresi, 34/28:
“Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
Fakat
insanların çoğu bilmezler.”
[76] Güllüce, a.g.e.,
s.152.
[77] Buhârî, Rikâk, 42;
Müslim, Sıfât’ül-Cenne, 65-66; Tirmizî, Cenâiz, 71, Ahmed b. Hanbel, el-
Müsned, 2/16; Deylemî, Müsned’ül-Firdevs, nr.1122.
[78] Deylemî, Müsned’ülFirdevs,
nr.1121; Süyûtî, Camiu’l-Ehadîsü’l-Kübrâ, nr.2528.
[79] İmâm Gazâlî, İhya-i
Ulûm’id-Din, c.IV, İstanbul: Merve Yayınları, s.1048.
[80] Tirmizî,
Sıfat’ül-Kıyâme, 26; Müttakî-i Hindî, Kenz ’ul-Ummâl, nr.42109; Münzirî,
et-Tergîb ve ’t-
Terhîb, nr.4884
[81] İmam Gazâlî, AhiretHayatı,
trc.: Hüseyin Okur, İstanbul: Semerkand Yayınları, 2011, s.166.
[83] Müslim, Birr, 16.
[84] Buhârî, Enbiyâ, 54;
Müslim, Tevbe, 24.
[85] Müslim, Cenne ve
Sıfati Na’îmihâ ve Ehlihâ, 12/31.
[86] Müslim, Zühd, 16.
[87] İbn Mâce, Zühd 31;
Müsned 2/364-365; 4/287-288.
[88] Mutaffıfîn
Sûresi,83/18-21:“Hayır! Hileye sapmayın, âhireti inkâr etmeyin! Doğrusu, yoldan
sapan
kâfirlerin hesap defterleri Siccîn’dedir. Siccîn nedir bilir misin? Siccîn
kâfirlerin yaptıkları işlerin kaydedildiği defterdir. Hakkı yalan sayanların o
gün, vay hallerine.”
[89] Müslim, Cennet 17.
[90] Tirmizi, Zühd 37.
[91] Tirmizî,
Sevabu’l-Kur’an 13.
[92] Ebû Dâvud, Salât 349.
[93] Tirmizî, Birr
ve’s-Sıla, 51; Nesâî, Kasâme, 22-23; Ahmed, Müsned, 4/252; Süyûtî,
Câmiu’s-Sagîr, no.9783.
[94] Buhârî,
Edebü’l-Müfred, no.316; Müslim, Birrve’s-Sıla, 85.
[95] Buhârî, Cenâiz, 97.
[96] Tirmizi, Zühd, 25;
İbn Mace, Zühd, 3.
[97] Zebîdî,
İthafü’s-Sade, 9/203.
[98] İmam Gazâlî, İhyâ-u
Ulûm ’id-Din, c.IV, trc.Ali Arslan, İstanbul: Merve Yayınları, 2010, s.
1063, İbn Hacer, el-Metâlibü’l Âliye, nr.4603.
[99] İmam Gazâlî, a.g.e.,
c.IV, s. 194.
[100] Tirmizî, Tefsir, 4.
[101] İmam Gazâlî, İhyâ-u
Ulûm ’id-Din, cilt IV, trc.:Ali Arslan, İstanbul: Merve Yayınları, 2010,
s.1052.
[102] Nisa Suresi, 4/56.
[103] İmam Gazâlî, a.g.e.,
c.IV, s.1131.
[104] Ebu’l-Leys
Semerkandî, Tenbîhu ’l Gâfilîn-Bostanu ’l Arifin, trc. :Ömer Faruk Yılmaz,
İstanbul: İpek Yay., s.74.
[105] Kalyoncu, a.g.e,
s.86.
[106] https://tr.wikipedia.org/wiki/Spirit%C3%BCalizm, “Spiritüalizm:
Spiritüalizm veya öte alemcilik terimi Latince “ruh” manasına
gelen “spiritus” kelimesinin sıfatı olan “spiritualis” sözcüğünden türetilmiş
olup ruhçuluk manasında kullanılmaktadır. Türkçe'de tinselcilik kelimesinin karşılığıdır.”
[107] Kalyoncu, a.g.e,
s.86.
[108] Arslan, a.g.e. s.109.
[109] Kalyoncu, a.g.e,
ss.87-94.
[110] Güllüce, Veysel,
a.g.e., s.30.
[111] Cem Çobanlı, Yaşama
Yeniden Başlamanın Yolu Reenkarnasyon, İstanbul: Omega Yay., 2005, s.27.
[112] Elizabeth Clare
Prophet, a.g.e., s.51.
[113] http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18522 , Hayat Tabloları, 2013, 01/10/2014, http://www.tuik.gov.tr/, 01/05/2015.
[114] Nahl Sûresi, 16/61.
[115] Alexandre Popovic ve
Gilles Veinstein, İslam Dünyasında Tarikatlar, trc.:Osman Türer,
İstanbul: Sûf Yayınları, 2004, ss.199-200.
[116] Mehmet Bulğen, İslâm
Dini Açısından Tenâsüh ve Reenkarnasyon, M.Ü. İlâhiyat Fakültesi Dergisi 40
(2011/1), s.70.
[117] Peter Pikkert, Hristiyan
Batı Efsanesi, trc.: Zeynep Ovalıoğlu, İstanbul: GDK Yay., 2008, s.86.
[118] Rahman Sûresi, 55/29.
[119] Bulğen, a.g.m., s.71.
[120] Kalyoncu, a.g.e.,
ss.96-97.
[121] Ali İhsan Yitik, Hint
Kökenli Dinlerde Karma İnancının Tenasüh inancıyla İlişkisi, İstanbul: Ruh
ve Madde Yayınları, 1996, s.192.
[122] Bulğen, a.g.m., s.71.
[123] Bulğen Mehmet,
a.g.m.,\. 72.
[124] Fatır Sûresi, 35/37.
[125] Elmalılı
Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili, İstanbul: Emir Yayınevi, c.VI, 1996, s.400.
[126] Ebû Nasr Serrâc, el-Lumâ,
trc.:H.Kamil Yılmaz, İstanbul: Erkam Yayınları, 2012, ss.7, 23-24.
[127] Şihabüddin Sühreverdî,
Avârifü’lMeârif trc.:Abdülvehhab Öztürk, İstanbul: Saadet Yayınevi,
2010, s.72.
[128] Ali b. Osman Cüllâbî
Hücvirî, Keşf’ulMahcub, Trc.: Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergah
Yayınları, 2010, ss.99-101.
[129] Kelâbâzî, Ta’arruf,
trc.: Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergah Yayınları, 2014, s.138.
[130] Ali b. Osman Cüllâbî
Hücvirî, a.g.e., ss.102-105.
[131] Abdülkerim Kuşeyrî, Kuşeyrî
Risalesi, trc.: Süleyman Uludağ, İstanbul: Dergah Yayınları, 2008, s.24.
[132] Kelâbâzî, a.g.e.,
s.137.
[133] Mustafa Aşkar, Tasavvuf
Tarihi Literatürü, İstanbul: İz Yayıncılık, 2006, s.35-36.
[134] Serrâc, a.g.e.,
s.24-26.
[135] Kelâbâzî, Ta’arruf,
a.g.e., s.138.
[136] Hücvirî, a.g.e.,
s.99.
[137] Serrâc, a.g.e., s.25.
[138] Kuşeyrî, a.g.e.,
s.24.
[139] Geylânî,
a.g.e.,s.845-846, Kelabazi, a.g.e., ss.263-266, Erzurumlu, İbrahim Hakkı,
Marifetname, İstanbul:
Çelik Yayınları, ss.775-776.
[140] Geylânî, a.g.e.,
ss.845-846, Kelabazi, a.g.e., ss.263-266, İbrahim Hakkı, a.g.e., ss.775-776.
[141] Geylânî, a.g.e.,
ss.845-846, Kelabazi, a.g.e., ss.263-266, İbrahim Hakkı, a.g.e., ss.775-776.
[142] Hucurât Sûresi, 49/3.
[143] İsrâ Sûresi, 17/85.
[144] İmam Suyûtî, Kıyamet
Alametleri, İstanbul: Ailem Yayınları, s.97-98.
[145] Serrâc, a.g.e.,s.7.
[146] Kelabazi, a.g.e.,
s.102
[147] İbn Kayyim
El-Cevziyye, Kitabu ’r-Ruh, trc.:Şaban Haklı, İstanbul: İz Yayıncılık,
2015, s.140
[148] Kuşeyrî, a.g.e.,s.24
[149] Hücvirî, a.g.e.,
s.323
[150] El-Cevziyye, a.g.e.,
s.138-139
[151] İmam Gazâlî,
a.g.e.,s.166
[152] İmam Gazâlî, Kimya-i
Saadet, trc.Hasan Dönmez, İstanbul: Hisar Yayınevi, 2011, s.15-16
[153] Azizüddin
Nesefî, Tasavvufta İnsan Meselesi-İnsan-ı Kâmil, İstanbul: Dergah Yay.,
1990, s.38
[154] Adnan Bülent Baloğlu
ve Mehmet Bulğen, DİA, “Tenasuh maddesi,” İstanbul, 2011, Cilt 40,
s.443.
[155] Mustafa Aşkar, Reenkarnasyon
(Tenasuh) Meselesi ve Mutasavvıfların Bu Konuya bakışlarının Değerlendirilmesi,
Tasavvuf Dergisi, sayı no:3, Ankara, 2000, s.87-88
[156] Baloğlu ve Bulğen,
a.g.m., Cilt 40, s.444.
[157] Beyhakî, el-Medhal,
s.164, Kenzu’l-ummal, h. no: 1002
[158] Günaltay,
a.g.e.,s.178
[159] Günaltay,
a.g.e.,s.179
[160] Günaltay,
a.g.e.,s.178
[161] Haris El-Muhasibî, Kitabu
’t Tevehhüm, trc.:Abdülaziz Hatip, İstanbul: Yeni Asya Neşriyat, 1995,
s.25-29
[162] El-Muhasibî, a.g.e.,
s.42
[163] El-Muhasibî, a.g.e.,
s.43.
[164] İmam Gazâli, Kimya-i
Saadet, trc.:A.Faruk Meyan, İstanbul: Bedir Yayınevi, 2011, s.72.
[165] Yasin Sûresi,
36/78-79.
[166] Bakara 2/117.
[167] El-Muhasibî, a.g.e.,s.63
[168] El-Muhasibî, a.g.e.,
s.64
[169] Süleyman Ateş, İslâm
Tasavvufu, İstanbul:Yeni Ufuklar Neşriyat, 1995, s.541
[170] Kalyoncu, a.g.e.,
s.21
[171] Aynı yer.
[172] Kalyoncu, a.g.e.,
s.96
[173] Mevlâna Celaleddin-i
Rûmî, a.g.e., c.V, s.24
[174] Bahar Akarpınar, Mevlana
’da Üzüm, Turkish Studies, c.3, sayı no:5, Ankara, 2008, s. 148
[175] Günaltay, a.g.e.,
s.312
[176] Günaltay,
a.g.e.,s.313
[177] Günaltay,
a.g.e.,s.313
[178] Günaltay,
a.g.e., ss.313-315
[179] İmam Gazâlî, Kur
’an-ı Kerim ’de Kıyâmet ve Âhiret, trc.:Hüseyn Hilmi Işık, İstanbul: Salih
Bilici Kitabevi Yayınları, 1976, s.41
[180] Yitik, a.g.e., s.192.
[181] Aynı yer.
[182] Şems-i Tebrizi,Makalat,
trc.: Mehmed Nuri Gençosman, İstanbul: Ataç Yayınları, 2010, s.91
[183] Geylânî, a.g.e.,s.486
[184] Süleyman Uludağ, Tasavvuf
İlmine dair Kuşeyrî Risalesi, İstanbul: Dergah Yayınları, 2012, s.137
[185] Süleyman Uludağ, a.g.e.,
s.182
[186] Celâleddin es-Suyutî,
a.g.e., s.13
[187] http://www.worldometers.info/world-population/, “Güncel Dünya
Nüfusu”,
http://www.worldometers.info 04/04/2015
[188] http://www.prb.org/Publications/Articles/2002/HowManyPeopleHaveEverLivedonEarth.aspx, “Dünyada şimdiye kadar kaç insan yaşadı?” Carl Hub, http://www.prb.org/, 03/04/2015
[189] Bakara Sûresi, 2/96.
[190] Cuma Sûresi, 62/8.
[191] Ebu’l-Leys
Semerkandî, Tenbîhu ’l Gâfilîn-Bostanu ’l Arifin, İstanbul: İpek Yay.,
s.60.
[192] Ali İmran Sûresi
3/185, Enbiya Sûresi 21/35., Ankebut Sûresi 29/57: “Her nefis ölümü
tadacaktır.”
[193] Jim Tucker, Life
Before Life, New York: St.Martin’s Press, 2005, s.5
[194] Nuray Senemoğlu, Gelişim,
Öğrenme ve Öğretim, Ankara: Pegem Akademi Yayınevi, 2010, s.4
[195] Swami Abhedananda, Reenkarnasyon,
trc..Nur Yener, İstanbul: Okyanus yayınları, 2007, s.26.
[196] Tin Sûresi, 95/4.
[197] Abhedananda, a.g.e.,
s.42.
[198] William Walker Atkinson, Reincarnation and the Law of Karma,
California: Kessinger Publishing, 2014, s.54.
[199] Recep İhsan Eliaçık, İhyadan
İnşaya İslam Düşüncesi, İstanbul: İnşa Yayınları, 2015, s.253.
[200] Kemal Osmanbey, Reenkarnasyon
ve Telepati, İstanbul: Kitsan Yay., 1995, s.12.
[203] http://www.yenisafak.com/yazarlar/faruk
beser/sokrat-peygamber-mi-sehit-mi-,
Beşer, Faruk, Sokrates Peygamber mi Şehit mi?, 10/01/2014, www.yenisafak.com, 14/02/2015
[204] En'am Sûresi, 6/59.
[205] Ali Bezgin, Hatay'da
Reenkarnasyon Memoratları, Yüksek Lisans Tezi, Cumhuriyet Üniversitesi,
2011,
s.67.
[206] Bezgin, a.g.e., s.72.
[207] Furkan Sûresi, 25/2.
[208] Kamer Sûresi, 54/49.
[209] http://www.forbes.com/sites/paulrodgers/2014/09/09/einstein-and-the-bees-should-you-worry/, Rodgers, Einstein and Bees. Shoud we worry?, 09/09/2014, www.forbes.com,
10/01/2015
[210] Tin Sûresi, 95/4.
[211] Süleyman Uludağ, TDV
İslam Ansiklopedisi, Bâyezîd-i Bistâmî maddesi, cilt: 05; sayfa: 241.
[212] http://www.trthaber.com/haber/gundem/avrupada-yuzde-21
-turkiyede-10-binde-1-72919.html, “Avrupa’da yüzde 21,
Türkiye’de, 10 binde 1”, 30/01/2013, www.trthaber.com, 08.07.2015
[213] http://www.psikiyatri.org.tr/presses.aspx?press=315, Özer, Şeref, Hipnoz ve Hipnoterapi
www.psikiyatri.org.tr, 27/02/2015
[214] Kalyoncu, a.g.e.,
s.117-118
[215] Joe Fisher, The Case
of Reincarnation, New York: Citadel Press, 1992, s.46.
[216] http://www.psikolojik.gen.tr/halusinasyon.html, Halüsinasyon, 24/01/2014
http://www.psikolojik.gen.tr/, 01.09.2015
[217] Alden Taylor Mann, Reenkarnasyon Yeniden Doğuş,
Ankara: HYB Yay., 1998, s.49.
[218] Molla Fenârî, Ayn ’ül-A ’yân, trc.:Ali Akpınar,
Ankara: Nasihat Yay., 2015, s.61.
[219] Kehf Sûresi, 18/50.
[220] Araf Sûresi, 7/12.
[221] İsra Sûresi, 17/62.
[222] İbn Kayyım
el-Cevziyye, Şeytanın Tuzakları, trc. :Ömer Temizel, Konya: Uysal
Kitabevi, 1993, s. 164.
[223] İbn Arabî, Şeytanın
Hileleri - Seceret’ul Kevn, İstanbul: Hidâyet Yayınları, 2008, s. 14-15.
[225] İbn Arabî, a.g.e.,
s.15.
[226] Aşkar, a.g.m.,
s.85.
[227] Mevlâna, a.g.e.,
c.II, s.230-235.
[228] Bezgin, a.g.e.,
s.71-80
[229] Buharı, bed'ul-halk, no 3036;
Müslim, kader 1, “Sizin her birinizin yaratılışı annesinin karnında 40 günde
derlenip toparlanır. Sonra bu sürede, böylece alaka olur. Sonra bu sürede,
böylece mudğa olur. Sonra melek gönderilir ve ona ruh üfler ve dört şeyle
emrolunur.”
[230] Al-I İmran 3/46
“Beşikte de, yetişkinliğinde de insanlarla konuşacaktır ve O Salihlerdendir.”
[231] http://hbogm.meb.gov.tr/modulerprogramlar/kursprogramlari/cocukgelisim/moduller/cocuklaritani mateknikleri.pdf ,Çocuk Gelişimi ve Eğitimi, Çocukları
Tanıma Etkinlikleri, 05/06/2015
[232] Ian Stevenson, Twenty Cases Suggestive of Reincarnation,
Virginia: University of Virginia Press, 1974, s.383.
[233] Tucker, a.g.e., s.8.
[234] Bezgin, a.g.e., s.44.
[235] Tucker, a.g.e., s.13.
[236] Tucker, a.g.e., s.14.
[237] Tucker, a.g.e., s.15.
[238] Sevim Asımgil,
Reenkarnasyon var mı?, İstanbul: Gonca Yay., s.39.
[239] Buhari, Rikak, 10,
Müslim, Zekat, 116-119: “İnsan bir vadi dolusu altını olsa, ikinci bir vadi
dolusu daha altın ister.”
[240] Buhari, Rikak 3,
Tirmizi, Kıyamet, 23 : “Hz.Muhammed (s.a.v.) yere bir çubukla kare gibi bir
şekil çizdi. Sonra bu hattın ortasından itibaren bu ortadaki hatta istinad eden
bir kısım çizgiler çizdi. Sonra bu çizdiklerini şöyle açıkladı: Şu çizgi
insandır. Şu onu saran kare de ecelidir. Şu dışarı Uzanan çizgi de onun
emelidir. Bu emel çizgisini kesen şu küçük çizgiler de musibetlerdir. Bu
Musibet oku yolunu şaşırarak insana değmese bile, biri değer. Bu da değmezse
ecel oku değer.”
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar