ALMAN MÜŞTEŞRİKLERİN İSLAM TASAVVUFU HAKKINDAKİ ÇALIŞMALARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Hazırlayan:
Emine Pınar Sayan
Çok
eski tarihlerden beri batılılar çeşitli sebeplerle doğu dillerini, kültür,
tarih ve edebiyatlarını araştırmış, bu konuyla ilgili sayısız çalışmalar
yapmışlardır. Genel olarak bu konuları merkez alan bilime şarkiyat veya
oryantalizm, bu konuyla ilgilenen araştırmacılara da müsteşrık ya da
oryantalist denilmektedir.
Başlangıçta
siyasî ve ticarî sebepler ağır bassa da özellikle on dokuzuncu yüzyıl
sonrasında doğu bilimleri yukarıda sayılan sebeplerin dışında batıda ilmî
olarak da alaka uyandırmış, üniversitelerde kürsüler kurulmuş, sadece ilmî
kaygılarla bu konuya eğilen ilim adamları yetişmiştir. Bu ilim adamlarının
önemli bir çoğunluğunu da Alman asıllı araştırmacılar oluşturmaktadır. Batının,
İslam kültürü ile tanışmasında bu araştırmacıların doğu kaynakları üzerine
yaptıkları araştırmaların ve çevirilerin rolü büyüktür.
Almanların
tasavvufla bir ilim dalı olarak ilgilenmesi ise diğer İslamî ilimlere kıyasla
daha sonraki zamanlara dayanır. Başlangıçta tasavvufu ayrı bir ilim alanı
olarak görmemişlerdir. Tasavvufla ilişkileri Adam Olearius’un (ö.1671) “Doğu
Seyahati” adlı eserinde tasavvufi şiir çevirileri yayınlamasıyla başlamıştır.1
Tasavvufla
ilgilenen mutasavvıfların tecrübelerini daha ziyade şiir diliyle ifade etmeleri
Almanların tasavvufla ilk tanışmalarının bu şiirler üzerinden olmasına sebep
olmuştur. Sonrasında Almanlar çok geniş bir yelpazede pek çok tasavvufi
kaynakla ilgili çalışmalar yapmış, eserler yayınlamışlardır.
GİRİŞ
Başlangıçta
haçlı seferlerine, misyonerlik ve sömürgeciliğe katkı sağlamak amacıyla, İslâm
coğrafyasını daha yakından tanımaya çalışan müsteşriklerin çoğunu hristiyan
rahipler oluşturmaktaydı. Hızlı sanayileşmeyle beraber batılılar ürün
satışlarını arttırmada, ham madde ve ucuz iş gücü temininde doğuyu önemli bir
kaynak olarak gördüklerinden, doğu dilleri ve kültürünü tanımaya, zikredilen
ticarî sebepler yüzünden önem verdiler. Zamanla ülkelerin sınırları netleşip de
batılılar doğu ülkelerinde elçilikler kurmaya başladıklarında, bu ülkelere
gidecek görevlilerin de ülkenin dili ve kültürü hakkında bilgi sahibi olmaları
gerekiyordu. Bu gibi siyasî sebeplerle de pek çok kişi doğu üzerinde
araştırmalar yapmış, doğu dillerini öğrenmişti.
Yüzyıllardan
beri doğu bilimleri, yukarıda sayılan sebeplerin dışında batıda ilmî olarak da
alaka uyandırmış, üniversitelerde kürsüler kurulmuş, sadece ilmi kaygılarla bu
konuya eğilen ilim adamları yetişmiştir. Bu ilim adamlarının önemli bir
çoğunluğunu da Almanlar oluşturmaktadır. Almanya’da doğu kültürleri ve doğu
dinleri ile ilgili çalışmaların tarihinin oldukça eski olduğu bilinmektedir.2
Şark dilleri eğitimi veren en eski kurum 1477 yılında kurulan Eberhard Karls
Üniversitesi’nin kuruluşunu takiben buraya bağlı olarak faaliyete başlayan Şark
Dilleri ve Kültürleri Bölümü’dür (Seminar für Orientalistische Sprachen und
Kulturen). Ancak burası Hıristiyan Teolojisi Bölümü’ne bağlı durumdaydı. Özel
olarak İslâm araştırmalarının temeli sayılabilecek ilk çalışmalar ise, Jakop
Christmann (ö.1613) tarafından başlatılmıştır. Zamanla pek çok Alman müsteşrık
Müslüman ülkelerde üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalışmış, doğu
kaynaklarını yerinde incelemiş ve sayıları hayli çok ve değerli eserler
yayınlamışlardır.3 Batının, doğu kültürü ile tanışmasında bu araştırmacıların
doğu kaynaklarından yaptıkları çevirilerin rolü büyüktür.
Almanlar,
önceleri çoğunlukla diğer İslamî ilimlerle ilgili yaptıkları çalışmaların
yanında tasavvufla ilgilenmişlerdir. Başlangıçta tasavvufu ayrı bir ilim alanı
olarak görmemişlerdir. Batıda olduğu gibi İslâm ülkelerinde de tasavvuf diğer
İslâmi ilimlerden sonra üniversitelerde ayrı bir akademik disiplin olarak
okutulmaya başlanmış, tasavvuf kürsüleri kurulmuştur. Türkiye’de de tasavvuf
ilk defa 1991 yılında yeni bir Anabilim Dalı olarak üniversitelerde yerini
almıştır.4 Almanların tasavvufla ilgilenmeleri öncelikle tasavvufi şiirler
üzerinden olmuştur. Tasavvufla ilgilenen mutasavvıfların tecrübelerini daha
ziyade şiir diliyle ifade etmeleri Almanların tasavvufla ilk tanışmalarının bu
şiirler üzerinden olmasına sebep olmuştur. Sonrasında Almanlar çok geniş bir
yelpazede pek çok tasavvufi kaynakla ilgili araştırmalar yapmış, eserler
yayınlamışlardır.
Bu
araştırmada öncelikli olarak tasavvufla ilgilenen alman müsteşrıkların kimler
oldukları, tasavvufla ilgili hangi eserleri yayınladıkları sorularının cevabı
aranmaktadır. Bunu sorunun cevabına ulaşabilmek için genel olarak şarkiyat
sahasında eser veren Alman müsteşrıklar araştırılmıştır. Zira yukarıda da
zikredildiği gibi pek çok Alman tasavvufî eserleri tercüme ederken ya da bu
eserler ile alakalı araştırmalar yaparken bunu diğer İslam bilimlerinin çatısı
altında yapmıştır. 5
Almanların
Müslümanlarla ilk pratik ilişkileri 777 yılında Kurtuba Emiri ile Büyük Karl’ın
yardımlaşma antlaşmasıyla başlamıştır. O dönemde dünyanın tüm toplumlarında
olduğu gibi Almanya’da da din toplumsal hayatta belirgin bir rol üstleniyordu.
İnsanların kendilerini tanımlamalarında, sosyal ilişkilerinde dinin günümüze
kıyasla çok daha etkili bir rolü vardı. Bu nedenle farklı bir din olan İslam
Alman toplumu tarafından çok da hoş karşılanmamıştı.
Zamanla
Almanların Müslümanlarla siyasî ve ticarî ilişkileri artmış, bu ilişkiler
öncelikle, onları Müslüman ülkelerin dillerini öğrenmeye, ardından da dinlerini
ve kültürlerini daha yakından tanımaya yöneltmiştir. Bu hedef doğrultusunda
öncelikle temel Îslam kaynaklarını araştırarak bunları kendi dillerine
çevirmeye çalışmıştırlar. Bu bağlamda Alman oryantalizmini başlatan kişinin
Protestan lider Martin Luther (ö.1546) olduğu kabul edilmiştir. Zira onun
desteğiyle 1543 yılında Basel’de Theodor Bibliander’in (ö.1564) bastırdığı
Kur’ân külliyâtının ardından bilimsel Kuran araştırmalarının başladığı kabul
edilir.
Diğer
İslami bilimlerle kıyaslandığında Almanların tasavvufu ayrı bir alan olarak
görüp, tasavvufi eserler üzerine çalışmaya başlamaları oldukça geç zamanlara
rastlar. On dokuzuncu yüzyıla kadar Almanların tasavvufla ilgileri tasavvufi
şiirleri çevirmekten ibarettir.
On
dokuzuncu yüzyıl başlarından itibaren ise tasavvufla bir bilim dalı olarak
ilgilenmişlerdir. Bu dönemde hızla pek çok tasavvufî kaynak eser Almanca’ya
çevirilmiştir. Ayrıca tasavvufî terimleri açıklayan, tasavvufun varlık görüşünü
anlatan, tasavvufla ilgili genel bilgiler veren eserler de yayınlamışlardır.6
Bu
araştırmanın amacı tasavvuf alanında eser veren Alman ilim adamlarının
kimlikleri hakkında bilgi vermek, tasavvufla ilgili verdikleri eserleri
tanıtmak ve genel bir değerlendirme yapmaktır.
On
dokuzuncu yüzyılda modern Almanya doğarken, Avrupa’nın diğer ülkelerinin
izlediği kolonici modeli izlememiş, içindeki farklı güçleri dengelemeye
çalışmıştır. Almanların İslam topraklarında koloni kurmayışı, İslam’a karşı
herhangi bir saldırı örneği göstermeyişi, her ne kadar kendi çıkarları gereği
de olsa Almanları Türklerle müttefik olmaya, İslam dünyasıyla dostane ilişkiler
kurmaya itmiştir.
İslam
coğrafyasından bir hayli uzakta yaşayan ve Müslümanlarla kendi topraklarında
çatışmaya ya da rekabete girmemiş olan Almanlar, İslam’a genelde saygı
duymuşlardır. Zamanla İslam dünyası akademik olarak da merak uyandırmaya
başlamış ve batıda İslam üzerine araştırma yapan pek çok değerli ilim adamı
Almanlar arasından yetişmiştir. Bunlar önce İslam’ın ana kaynaklarını anlamak
yönünde araştırmalar yapmışlardır.
Almanlar
tasavvufla, diğer İslamî ilimlere göre çok daha geç ilgilenmeye başlasalar da,
zamanla tasavvufi kaynaklara büyük ilgi göstermişler, bunları hızla Almanca’ya
çevirerek batı dünyasında bu eserlerin tanınmasını sağlamışlardır.
Tasavvufla
ilgili eser bırakan Alman müsteşriklerin çoğunun ortak özelliği diplomatik ya
da akademik bir görevle yaşamlarının büyük bir bölümünü doğu ülkelerinde
geçirmiş, bu ülkeleri iyi tanıyan insanlar olmalarıdır. Çoğu gittikleri doğu
ülkelerinde çok sayıda doğu diline bir arada hâkim olan bu ilim adamları,
eserleri çevirirken son derece hassas davranmışlar, varolan nüshaları
karşılaştırarak en düzgün şekilde çevirmeye çalışmışlardır.
1. Şarkiyat Kelimesinin Tanımı
ve Şarkiyat Araştırmalarının Sebepleri
Doğu
dilleri, tarih, kültür ve edebiyatlarını konu alan bilime şarkiyât/oryantalizm
denir. “Şark” kelimesi doğu, güneşin doğduğu taraf anlamındadır. Kültürel
olarak ise şark kelimesi, Avrupa kültürü dışında kalan Müslüman ülkeleri
içerir. Şarkiyât ile aynı anlama gelen “Oryantalizm” kelimesinin de kökü
Latince “Orient’tir ki buda güneşin doğduğu yer anlamındadır. 7
Doğu
araştırmalarının tarihi çok eskiye dayanmaktadır. Önceleri Arapça’yı ve
İslâmiyet’i araştırmakla başlayan doğu çalışmaları, batının doğu üzerindeki
hâkimiyeti arttıkça bu hâkimiyetin devamını sağlamak adına doğunun bütün din,
örf, adet ve medeniyetleri hakkında çalışmalara dönüşmüştür.8 Zamanla
araştırmacılar doğuda konuşulan en küçük bir lehçeyi bile öğrenmeye ehemmiyet
vermişler, halkın tüm kesimleri hakkında detaylı araştırmalar yapabilmişlerdir.
Batılıları
doğu hakkında araştırmaya iten pek çok neden vardır. Tarihi seyri içinde önce
dinî nedenler gelmektedir. Endülüs’ün şanlı günlerinde Endülüs’e giderek oradaki
medreselerde eğitim gören rahipler Kurân-ı Kerim ve Arapça kitapları kendi
dillerine çevirdiler. O zamanlar bunu İslam kaynaklarındaki eksiklikleri
gösterebilmek, bu kaynakları hristiyanlığın kaynaklarıyla kıyaslamak suretiyle
hristiyanlığın üstünlüğünü ıspatlamak amacıyla yapıyorlardı.9
Batılı
araştırmacıları doğu üzerine araştırma yapmaya iten ikinci neden ise,
sömürgecilikti.10 Batılılar, Müslüman ülkelerdeki hâkimiyetlerini devam
ettirebilmek için onları daha yakından tanımaya, onların değer yargılarını
algılamaya çalıştılar.
Ticarî
sebepler de batılıları doğuyu daha yakından tanımaya itmiştir.11 İslâm
ülkelerindeki ucuz iş gücü ve ham madde imkânının yanında seri üretimle beraber
ürünlerini satabilmek içi iyi bir pazar ortamı da bulan batılılar bu ülkelerle
iyi ticarî ilişkiler kurmak istediler ve bunun neticesinde doğuyla ilgili
çalışmalara yöneldiler.
Son
yüzyılda birçok doğu ülkesinin özgürlüğünü kazanmasıyla beraber batılalar bu
ülkelerde kurulan elçiliklerde çalışmak üzere o ülkeyi iyi tanıyan görevlilere
ihtiyaç duydular. Bu görevliler o ülkedeki siyasi yetkililer, gazeteciler,
önemli insanlarla ilişkileri iyi tutarak ülkenin önemli meseleleri hakkında
bilgi sahibi olmaya çalıştılar. Böyle siyasi sebeplerde şarkiyat çalışmalarına
zemin hazırlamıştır.12
Zamanla
şarkiyat araştırmalarında akademik gayeler de önem kazanmış, doğu milletleri
hakkında sırf ilmî kaygılarla eser veren ilim adamları yetişmiştir.13
Üniversitelerde kürsüler kurulmuş, çok sayıda değerli eser yayınlanmıştır.
2. Müsteşrık Kelimesinin Tanımı
Müslüman
halkın çoğunluğunu oluşturduğu bazı Asya ve Afrika ülkelerinin din, inanç,
kültür gibi değerlerini inceleyip, halkın yaşayışını, düşünce yapılarını daha
yakından anlamaya çalışan doğu araştırmacılarına müsteşrık ya da oryantalist
denilmektedir.14
Doğu
ülkelerinin dil, din, kültür gibi unsurlarını ayrı ayrı inceleyerek bir bütün
olarak algılamaya çalışan bu insanların büyük çoğunluğunu başlangıçta batılı
din adamları oluşturmaktaydı. Müsteşriklerin İslam üzerine yaptıkları ilk
çalışmalar öncelikle İslam’ın ana kaynaklarına yönelik olmuştur. 1143 yılında
Petrus Venerabilis tarafından Kurân-ı Kerîm’in Latinceye çevrilmesi
müsteşrıkların yaptıkları ilk çalışma olarak kabul edilmektedir.15
Bir
önceki kısımda da belirtildiği gibi müsteşrıklar tarihi seyri içinde çeşitli
nedenlerle şarkiyat çalışmalarına yönelmişlerdir. Geliştirdikleri ilmî
metotlarla İslam’ın kaynaklarını orijinal dillerinde incelemişler, bu kaynaklar
üzerinden halkının çoğu Müslüman olan doğu ülkelerinin manevi değerlerini araştırmışlardır.
Ele aldıkları eserleri incelerken çoğu zaman tarafsız kalmayı başaramayan
müsteşrikler, bu eserlerin pek çoğunu derinliklerine inmekte zorlandıkları için
anladıkları şekliyle, eserin özünden uzak bir şekilde yorumlamışlardır.16
Müsteşrıklar
yayınladıkları eserlerle batıda İslam’ı tanıtıcı bir rol oynarken, doğuya da
kendi eserlerini batılı bir çerçeveyle yeniden sunmuşlardır. Bu eserler doğunun
özellikle aydın kesimi üzerinde tesirini göstermiş, onların inanç kavramı
üzerine olan duygu ve düşüncelerinin yeniden şekillenmesinde etkili olmuştur.17
Bu bağlamda müsteşrıklar yeni dünya düzeninde doğu ve İslâm algısının
oluşmasında belirleyici rol oynamışlardır.
İslam Tasavvufu Alanında Eser Veren Alman Müsteşrıklar
19.
Yüzyıl ve Öncesinde İslam Tasavvufu Alanında Eser Yayınlayan Alman Müsteşrikler
1.1 Adam Olearius’un Hayatı ve
Eserleri
1.1.a Adam Olearius’un Hayatı
Olearius
24 Eylül 1599’da Almanya’nın Sachsen-Anhalt eyaletinde bulunan Aschersleben
şehrinde doğmuştur. 1620 yılında Leipzig Üniversitesi Teoloji Fakültesi’ne
başlamıştır. Teoloji’ ye paralel olarak Felsefe ve Matematik bölümlerine devam
etmiştir. 1627’de aynı Felsefe konusunda yüksek lisansını tamamlamıştır.
Mezuniyetini takip eden beş yıl çeşitli okullarda öğretmenlik yapmıştır. Daha sonra
Leipzig Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde öğretim görevlisi olarak göreve
başlamıştır.18
Olearius,
1633 yılında Schlewig-Holstein-Gottorf dükünün emri altına girdi. Dük, İran ve
Rusya ile bir ticaret antlaşması yapmak istiyordu. Bunun için Alman bir iş
adamı olan Otto Brüggemann’ın öncülüğünde bir kurul kurulmasını sağladı ve
Olearius’u da yüz yirmi kişilik bu kurula elçi olarak atadı. Kurul Hamburg’da
toplandı ve öncelikle antlaşma imzalamak ümidiyle Moskova’ya hareket etti. Rus çarının
gümrük konusundaki akıl almaz istekleri konusunda şaşıran kurul bir antlaşmaya
varamadan Gottorf’a geri dönmüştür. 19
Gottorf’a
geri döner dönmez antlaşma yapılması istenilen ikinci ülke olan İran’a seyahat
için hazırlıklara başlanılmıştır. Olearius bu geziye de elçi olarak
katılmıştır. Yola yine Hamburg’dan çıkılmış ve yaklaşık iki sene süren bir
yolculuktan sonra İran’ın başkenti olan İsfahan’a ulaşılmıştır. Kurul yine
istedikleri antlaşmayı yapamamıştır.
Almanya’ya
döndükten sonra seyahat notlarını kitaplaştıran Olearius doğu kültürünü batıda
tanıtmak adına önemli bir eser yayınlamıştır. Sonraki yıllarda matematik ve
teoloji alanında çalışmalarını sürdüren Olearius, 22 Şubat 1671’de Almanya’nın
Schleswig- Holsteins eyaletine bağlı Gottorf’ta ölmüştür.
1.1.b. Adam Olearius’un Eserleri
Olearius
1636 yılının Kasım ayından 1638 yılının Şubat ayına kadar Safavi devletinde
kalmıştır. Burada onu en çok etkileyen olaylardan biri Farsça’dan çok Türkçe
konuşulmasıdır. Özellikle Şirvan, Azerbaycan, Irak, Bağdat ve İran’da yaşayanlar
kendi çocuklarına Türkçe öğretmişlerdir, Türk dili Safavi’lerin başkenti olan
İsfahan’da o kadar etkindir ki orada Farsça bir söz duymak neredeyse
imkânsızdır. Safavi tebaaları Türkçe ve Farsça şiirler okumaktadırlar.
İmadeddin Nesimi, Nevai, Fuzuli gibi şairlerin Türkçe ve Firdevsi, Hafız ve
Saadi gibi şairlerin ise Farsça şiirleri okunmaktadır. Olearius, şahın
büyükelçiler için düzenlediği bir şöleni seyahatnamesinde şöyle anlatmıştır:
“Şölen bittikten sonra eşikağasıbaşı Türkçe yüksek sesle şöyle dedi: “Sofra
hakkına, şah devletine, gaziler kuvvetine, Allah Allah diyelim!” Ziyafette
bulunanlar tekrarladılar: Allah Allah”. Adam Olearius, 1637 yılında Erdebil'de
de bir Muharrem törenine tanık olmuş, bu törende Ali ve oğulları Hasan ve
Hüseyin'in tabutlarının geçit alayında geçirildiğini anlatmıştır. Bu tabutlarla
yapılan geçit alayı Osiris ve Adonis için yapılan törenleri çok andırmaktadır.
Nitekim Arapça’ da tabut sözcüğü eski Mısır dilinden gelmektedir.20
Safevi
devletine yaptığı seyahat Olearius’un yörenin ilim adamlarından Farsçayı
öğrenmesine sebep olmuştur. Olearius bu gezide gördüklerini dönünce “Doğu
Seyahati”21 adı altında kitaplaştırmıştır. Eser öncelikle bir seyahatname niteliğindedir.
Gördüğü yerlere dair ayrıntılı anlatımlar ve haritalar mevcuttur. Pek çok yer
resmedilmiştir. Arap-İslam kültür çevresinin haritalarının bilinçli olarak
aktarımı Oleariusla başlamıştır. Olearius haritaları Arapça yazıdan Latince’ ye
aktardığını açıkça bildiren ilk kişidir. Bahsi geçen haritalar 1637 yılında Kafkasya’dayken
çevirdiği bir İran, bir Anadolu haritası ve birkaç tane de parça haritadır.
Eserde
ayrıca Firdevsi, Hâfız, Sa’dî-yi Şirazi ve Nizamî gibi şairlerin eserlerinden
çeviriler yapmış ve batı dünyasının tasavvufi şiirle tanışmasını sağlamıştır.
Olearius’un bahsi geçen isimlerin eserlerinden yaptığı alıntılar Almanların ve
batının tasavvufla ilk teması olarak kabul edilir. Olearius öldüğü 1671 yılına
kadar Gottorf dükünün emrinde çalışmaya devam etmiştir. 22
Olearius’un
tasavvuf alanına yaptığı en büyük katkı daha sonra Schimmel’in de dediği gibi
“Persianischer Rosenthal” adı altında çevirdiği 219 sayfalık Sadi’nin Gülistan
tercümesidir.23 Doğunun maneviyatı hakkındaki ilk bilgiler batıya klasik İran
şiirinden yapılan bu çeviriler neticesinde ulaşmıştır. Asıl adı Müslihüddin
Şeyh Sadi olan Sadi Şirazi İslam alimlerinden ve büyük velilerdendir. 1193’te
Şiraz'da doğmuş, 1292’de yine Şiraz’da vefat etmiştir. Abdülkadir Geylani
hazretlerinin halifesinin talebesidir. Onun derslerinde yetişerek kemale
gelmiş, hayatını din yoluna adamıştır. Moğol ve Haçlılarla yapılan savaşlara
katılıp, cihad etmiş, bir keresinde haçlılara esir düşmüştür. On kere hacca
giden Sadi Şirazi’ nin bütün eserlerinde Sadi mahlasına rastlanmaktadır. Şeyh
Sadi'nin Gülistan adlı eseri, nesir ve nazımdan oluşan, ahlaki hikâyeler içeren
bir kitaptır. Kitap, önsöz haricinde 8 bölümden oluşur. Kitabın önsözünde;
münacat ve na't olarak nitelendirilebilecek bölümlerin yanı sıra kitabın Atabek
Muzafferüddin Ebubekir’e ithaf edildiği bölüm ve kitabı yazma nedeni anlatılır.
Sekiz bölümün ilkinde padişahların davranışlarının nasıl olması gerektiği
anlatan 40 hikâye vardır. İkinci bölümde erdemli insanların özelliklerinden
bahseden 48 hikâye vardır. 29 hikâyeden oluşan üçüncü bölümde kanaat etmenin faziletleri
anlatılır. Dördüncü bölüm sükûtun faydalarına dair 13 hikâyeden oluşur. Beşinci
bölümde aşka ve gençliğe dair 13 hikâye vardır. Altıncı bölümde güçsüzlüğe ve
yaşlılığa dair 8 hikâye mevcuttur. Yedinci bölümde eğitim ve öğretime dair 18
hikâye vardır ve sekizinci bölümde sohbetin kurallarına dair Sadi’nin zenginlik
ve fakirlik üzerine biriyle yaptığı tartışmanın anlatıldığı uzun bir hikâye
mevcuttur. Gülistan genel olarak bir nasihat kitabı özelliği taşımakta olup,
erdemli insan olmanın yollarını anlatmaktadır.24
Adam
Olearius’un Gülistan tercümesine araştırma yapılan kütüphanelerde rastlanmamış
olup, yukarıda bahsi geçen İran seyahatini anlatan eserinin 1656 yılından
yazılan orijinal metni Fuat Sezgin tarafından 1994 yılında yayınlanan “The Islamic
World in Foreign Travel Accounts” adlı ansiklopedik eserde mevcuttur.25 Bu eser
İsam Kütüphanesinde mevcuttur. Ayrıca 1980 yılında Jürgen Andersen’in orijinali
1656 yılında yazılan bu eseri günümüz Almancasıyla sadeleştirdiği çalışması da
Milli Kütüphane arşivinde mevcuttur.
1.2 Georg Rosen’in Hayatı ve
Eserleri
1.2.a Georg Rosen’in Hayatı
21
Eylül 1820’de Almanya’nın Nordrhein-Westfalen eyaletine bağlı Detmold şehrinde
doğmuştur. Alman yahudisi olan Rosen, Berlin ve Leipzig’de Türkoloji ve
İranistik okumuştur. Diplomatik kariyerinde ilk olarak tercümeden sorumlu
elçilik görevlisi olarak 1844 yılında İstanbul’a atanan Rosen, 1853 yılında
büyükelçi sıfatıyla Kudüs’e gönderilmiştir. 1967’de Belgrad’da Alman
makamlarında görevini sürdürmüştür.. 1875’ten sonra Almanya’ya geri dönmüştür.
İngiliz
asıllı bir Yahudi’yle evli olan Rosen, aynı zamanda daha sonraları Alman
dışişleri bakanı olan Friedrich Rosen’in (ö.1935) babasıdır. Bu araştırma açısından
önemi Mesnevi’nin ilk cildini Almanca’ya çevirerek batıda Mesnevi tercümesi
yapan ilk kişi olmasındandır. 26
Diplomat
olarak doğu ülkelerinde geçirdiği yıllar Rosen’in doğu kültürü ile tanışmasına
ve onda bu kültürün yazılı kaynaklarını inceleme merakının doğmasına sebep
olmuştur. Kudüs’te bulunduğu zaman içinde Mescid-i Aksa’nın tarihi hakkında
çalışan Rosen, İstanbul’a geldiğinde şefinin kendisine verdiği Mevlana
Celâleddin-i Rumî’nin Mesnevi’sinden yapılmaya çalışılmış fakat taslak
aşamasında kalmış tercüme denemelerinde oluşmuş sayfaları almış, bunları
geliştirerek kendi tercümesine temel almıştır. Bulunduğu ülkelerde ki farklı
etnik unsurların yaşayışları ile de fazlasıyla ilgilenen Rosen’in Lazca üzerine
eser vermesi çağdaşlarının çok ilgisini çekmeyen böyle bir alanda bile çalışma
yapması, bulunduğu ülkede ki farklı kültürlerin onda nasıl bir tesir
uyandırdığını görmek açısından önemlidir.
Karısı
da İngiliz asıllı olan Rosen, ünlü İngiliz doğu bilimci E.A. Wallis Budge’ı
(ö.1934) eşiyle beraber Detmold’daki evinde 1885 yılında uzun bir süre
ağırlamış ve bir süre ortak çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Rosen 1961’de
Detmold ’da hayata veda etmiştir.
26
Bu eser “Mesnewi oder Doppelverse des Scheich Mewlana Dschelaled-din Rumi” adı
altında 1849 yılında Leipzig’de yayınlanmıştır.
1.2.b. Georg Rosen’in Eserleri
Georg
Rosen’in başlıca eserleri şunlardır:27
• Rudimenta Persica, Leipzig 1843 (Bu
eserle zamanın hükümetinin takdirini kazanmıştır).
• Mesnewi oder Doppelverse des Scheich
Mewlana Dschelaled-din Rumi, Leipzig, Fr. Chr. Wilh. Vogel, 1849 (Mesnevi’nin
Farsça’dan çevirisidir).
• Über die Sprache der Lazen, Lemgo 1844.
(Lazca üzerine yazılmıştır).
• Ossetische Grammatik, Lemgo 1846.(Osetik
Dili Grameri üzerinedir).
• Übersetzung des "Tuti-nameh"
("Papageienbuch"), einer Sammlung orientalischer Erzählungen und
Märchen (Leipzig 1858, iki cilt). (Şark hikâyelerini içeren Tutiname’nin
çevirisidir).
• Das Haram zu Jerusalem und der
Tempelplatz des Moria, Gotha 1866. (Mescid-i Aksa ve Sina dağındaki Hz.
Süleyman tarafından yaptırılan mabed hakkındadır).
• Geschichte der Türkei vom Sieg der
Reform 1826 bis zum Pariser Traktat 1856, Leipzig 1866-1867, iki cilt.
(1826’dan 1856’ya Türkiye Tarihi üzerinedir.).
• Die Balkan-Haiduken, Leipzig 1878.
(Balkan toplumlarının tarihi üzerine yazılmıştır).
• Bulgarische Volksdichtungen, ins Deutsche
übertragen, Leipzig 1879. (Bulgar halk edebiyatı üzerinedir).
• Türkçe bilir misiniz? (Verstehen Sie
Türkisch?) Türkischer Sprachführer, bestehend aus kurzgefaßter türkischer
Grammatik, einer Wörtersammlung und aus dem Leben gegriffenen Gesprächen, zur
raschen Erlernung der türkischen Sprache. Leipzig 1891.
Rosen’in
Mesnevinin birinci cildinin 644 beytini manzum olarak Almanca’ya çevirmiştir.
Tercümenin ardından her bölümün şerhine de yer vermiştir. Kitabın başında
Beyazıt Kütüphanesi’ndeki yazmalar arasında bulunan Bezmialem Sultan Vakfı’ndan
bir mecmuadan alınmış olan bir minyatür vardır. Bu minyatürde Mevlana çömelmiş
vaziyette, elini göbeği üzerinde kavuşturmuş, siyah sakallı, başında bir külah,
sırtında da bir cübbe olarak resmedilmiştir. Karşısında oturan beyaz sakallı
ihtiyar şahıs Şems’tir.
Kitabın
önsözünde yazar neden bu eseri çevirdiğine değinir ve doğuda geçirdiği süre
içinde Mesnevi’nin Kur’an-ı Kerim ve sünnetten sonra en çok etkilenilen eser
olarak göründüğüne dikkat çeker. Bu nedenle onu yüceltmek için sonuna şerif
takısının da ilave edildiğine değinir. Tercümede eserin bütünlüğünü
koruyamadığına dair eleştirilerin sadece Şark edebiyatını tanımayanlarca
yapılabileceğine de önsözde değine Rosen, Mesnevi’nin çok yönlü bir eser
olduğunu ve bu nedenle kırk bin kadar beyiti tamamen farklı şiirsel kuralları
olan başka bir dile aktarmanın o kadar da kolay olmadığını belirtir. Tonlamada
ve beyitlerin uzunluğunda eserin orijinalindeki şiirselliği yakalayabilmek
adına bazen iki dil
arasındaki
bazı yapısal farklılıkları göz ardı ettiğini bütünü okuduğunda fark ettiğini
ifade eder.
Eserin
yazımına İstanbul’da eline geçen Herr von Hussard’ın çeviri denemelerini
inceleyerek başladığını ifade eden Rosen, şiirsel dilin çok Şark kültüründe çok
yaygın olduğunu ve halk arasında dahi kullanıldığını ifade eder. Bu kadar çok
mecazi dil kullanılmış, mistik ifadelerin yer aldığı beyitlerin Alman
okuyucular tarafından anlaşılması zor ve sıkıcı olarak nitelenmesini anlayışla
karşılamakla beraber, bu bakış açısının eserin İslam dünyasındaki önemli
yerinin anlaşılmasını engellememesini temenni eder.
Önsözde
Mesnevi’nin yazıldığı zamana de değinen Rosen, bu tarz tasavvufi eğilimlerin
daha ziyade devletlerin en güçlü dönemlerini yaşadıkları zamanlarda değil de,
fiziksel ve ahlaksal açıdan daha güç durumlarda bulundukları zamanlarda ön
plana çıktıklarını savunur.28 İslam bir din olarak hicret sonrası birkaç
yüzyılda tarihte eşi benzeri olmayan bir tarzda millet kavramının ötesine
geçerek, tüm siyasi ve edebi öğeleri de içine alarak bir gelişme süreci
kaydetmiştir. Fakat dört Halife sonrasından bastırılan milli duygular yine ön
plana çıkmaya başlamış ve İslam Devleti’nden karışıklıkların baş gösterdiği bu
dönemde edebi alanda önemli eserler verilmiştir.
Eserde
önsözün ardından Mevlana’nın hayatının anlatıldığı giriş bölümü mevcuttur.
Rosen, Mevlana’yı Hakikat arayıcılarının önderi olarak tanımlamış ve sözlerinin
tüm ortamlarda saygı uyandırdığından bahsetmiştir. Devletşah, Sultan Veled ve
Mevlana’nın eserlerinden alıntılarla anlattığı Mevlana’nın hayatı kısmında
Mevlana’nın doğumundan ölümüne kadar yaşadığı yerlerden, ailesinden, onun
üzerinde etkisi olan insanlardan kısa kısa söz etmiştir.29
Mesnevi
örneğine araştırma yapılan kütüphanelerin hiç birinde rastlanmamıştır. Elektronik
kitap olarak internette mevcuttur. Tutiname çevirisi ile Türk tarihi hakkında
yazdığı eser Almanca olarak kütüphanelerde bulunmakla beraber araştırmanın
kapsamının dışında kaldığından burada daha fazla bahsedilmeye lüzum
görülmemektedir.30
29
G. Rosen, Mesnevi oder Doppelverse des Scheich Mewlana Dschelaled ed Din Rumi,
http://books.google.de/books?pg=PA5&dq=mesnevi+oder+doppelverse, s: I- XXV
30
Bk. G. Rosen, Tuti-nameh: das papaganienbuch: eine sammlung orientalischer
Erzählungen. Leipzig 1858. Geschichte der Türkei von dem siege der reform im
jahre 1826 bis zum Pariser Tractat vom Jahre 1856 : von der vertilgung der
Janitscharen bis zum tode Machmuds II, Leipzig 1886.
1.3. Friedrich Rückert’in Hayatı
ve Eserleri
1.3.a. Friedrich Rückert’in Hayatı
Rückert,
16 Mayıs 1788 yılında Almanya’nın Bayern eyaletine bağlı Schweinfurt şehrinde
doğmuştur. Babası hukukçu olan Rückert ailenin ilk çocuğudur. Liseyi
Schweinfurt ’da Latince eğitim veren bir okulda bitirdikten sonra 1805 yılında
Würzburg’da Hukuk eğitimine başlamıştır. 1809 yılında Hukuk eğitimini yarıda
bırakmış, filoloji ve estetik bölümüne başlamıştır. Ayrıca üniversitenin
öğrenci birliğinin de aktif bir üyesi olmuştur. 31
1811
yılında Jena’da üniversitede öğretim görevlisi olarak çalışmış, ardından bir
süre lisede öğretmenlik yapmış, sonrasında resmi görevlerine ara vermiştir. Bu
ara sürecinde gayr-i resmî olarak eğitmenliğe devam etmiş, sürekli Würzburg,
Hildburghausen ve baba evinin olduğu Schweinfurt arasında gidip gelmiştir.
1816- 1817 yılları arasında Stuttgart’ta Morgenblatt adlı derginin
editörlerinden biri olarak çalışmıştır. 1818 yılının tamamına yakınını Roma’da
geçirmiştir. 1820-1828 yılları arasında Coburg’da yaşamıştır. 1826 yılında doğu
dilleri profesörü olarak Erlangan Üniversitesi’nde çalışmaya başlamıştır.
1841’den emekliği olacağı 1849 yılına kadar doğu dilleri profesörü olarak
Berlin’de çalışmıştır. 1849 sonrası 1866’da ölünceye kadar Coburg yakınlarındaki
evinde yaşamını sürdürmüştür.32
1.3.b Friedrich Rückert’in Eserleri
Rückert
edebî kariyerine başladığında Almanya Napolyon’a karşı bir ölüm kalım savaşı
vermekteydi. Rückert ilk eseri olan "Alman Şiirleri"'ni 1814 yılında
Freimund Raimar takma adıyla yayınlamıştır ve şiirlerin konularında savaş
ortamının etkisi göze çarpmaktadır. 1815-1818 yılları arasında “Napolyon,
İki Bölümlük Politik Komedi” adındaki
diğer bir eserini yayınlamıştır.
Rückert,
1822 yılında “Doğu Gülleri” adı altında bir şiir derlemesi yayınlamış, ardından
1834-1838 yılları arasında “Toplu Şiirler” başlığı altında altı ayrı cilt
halinde değişik şiirlerden oluşan eserini yayınlamıştır.
Rückert,
otuz dile fazlasıyla hakimdi. Doğulu yazarların eserlerini, özellikle
şiirlerini ustalıkla Almanca’ya çevirebiliyordu. 1826 yılında Harirî’nin
Makâmât’ını Almanca’ya çevirdi ve bununla ilmi çevrelerin takdirini topladı.
Ayrıca Mevlâna’ya ait bazı gazelleri ve Divan-ı Kebir’den bazı parçaları da
Almanca’ya çevirmiştir. Rückert’ in en önemli eserleri şunlardır:33
• Geharnischte Sonette (Freimund Raimar
takma adıyla yayınlanan bestelerini içerir.), 1814 Heidelberg, Engelmann.
• Kranz der Zeit, Stuttgart 1817.
(Şiirlerini içermektedir).
• Napoleon, eine politische Komödie in
zwei Stücken, Stuttgart 1816– 1818. (Napolyan hakkındaki iki perdelik, politik
komedi türünde oyundur).
• Oestliche Rosen, Leipzig: Brockhaus,
1822. (Doğu edebiyatından seçme şiir çevirilerini içerir).
• Die Verwandlungen des Ebu Seid von Serûg
oder die Makâmen des Hariri, in freier Nachbildung. (Harirî’nin Makâmât’ından
çeviriler içerir).
o Birinci baskı, Stuttgart und Tübingen:
Johann Friedrich Cotta 1826.
o Genişletilmiş ikinci baskı, Stuttgart
und Tübingen: Johann Friedrich Cotta 1837.
• Rostem und Suhrab. Eine Heldengeschichte
in 12 Büchern, Erlangen: Theodor Bläsing 1838. (Şehname’ de hikâyeleri
anlatılan baba ve oğulla ilgili kısımların çevirisidir).
• Hamâsa oder die ältesten arabischen
Volkslieder, Abu Temmâm tarafından derlenmiş, Friedrich Rückert tarafından
Almanca’ya çevrilmiştir, 2 Cilt., 1846. (Eski Arap halk şarkılarını içerir).
• Firdosi's Königsbuch (Schahname)
(Şehname çevirisidir)
o I - XIII Kısımlar, Berlin : Reimer, 1890
LII, 439 S.
o XV – XIX. Kısımlar, Berlin : Reimer,
1894 X, 590 S.
o XX - XXVI. Kısımlar. Berlin : Reimer
(Rüstem ve Sührab- İskender ve Filozof başlıklı eklerle beraber), 1895 XI, 367
S.
• Der Koran, (Friedrich Rückert’in Hartmut
Bobzin tarafından yayınlanan ve Wolfdietrich Fischer tarafından sadeleştirilen
Kur’an çevirisidir.), Würzburg: Ergon 2000.
Arap
ve Fars şiirinin etkisi altında kalarak rubâi, mesnevi ve gazel tarzında
şiirler yazmıştır. Başka bir deyişle, Rückert, Müslüman toplumların
edebiyatlarında kullanılan şiirsel formatı Alman edebiyatına uyarlamamıştır. Bu
tarz, Rückert dışında başka hiçbir Alman şairi tarafından uygulanmamıştır.
Şiirlerini Freimund Raimar takma adıyla yayımlamıştır.
Rückert,
klâsik Arap nesrinin en önemli yapıtlarından biri olan el-Harîrî‘nin el-
Makâmât adlı hikâye kitabını Almancaya çevirerek Die Verwandlungen des Abu Seid
ismiyle yayımladı. Rückert’ in bu çevirisi, metnin Arapça aslında olduğu gibi,
çok sayıda seci, lafız oyunları ve retorik öğeleri taşımaktadır. Dolayısıyla,
Arap edebiyatından Almancaya yapılan bu çeviri, tüm Avrupa dillerine Arapçadan
yapılan çeviriler içinde eşsiz bir konuma sahiptir. Çünkü metin, sadece sözel
olarak çevrilmekle yetinilmeyip, metnin üslûbu ve söz sanatları da Almanca
çeviriye aynen yansıtılmıştır. Rückert’ in tercümesi Hariri’nin bugün elimizde
bulunan elli makramesinin kırk üç tanesini içerir.
Makame,
kaynağı Arap Edebiyatı olan küçük hikâye türüdür. Makamelerde hayali bir
anlatıcı ve hayali bir kahraman bulunur. Olaylar, bu hayali kahraman etrafında
teşekkül eder. Genellikle, ahlaki ve sosyal bir ders verme amacı taşıyan bu eserlerde,
aynı zamanda beyan, bedii gibi belagat unsurlarının da yer aldığı görülür.
Makame kelimesini ele aldığımızda, bu kelimenin Cahiliye Devrinde kabile
toplantısı
anlamında
kullanıldığı, daha sonra Emevi ve ilk devir Abbasi halifeleri zamanında halifelerin,
dindar kişilerin ağzından dini ve ahlaki hikâyeler dinlemek amacıyla yaptıkları
toplantıları anlatmak için kullanılmıştır. Daha sonra bu kelime, "sözlü
hikâye" anlamını taşımıştır.34
Rückert’in
Mevlana ile ilişkisi ise daha derin ve anlamlıdır. Rückert Mevlana’nın
eserlerinden yaptığı çevirilerde sırf çevirmen olarak kalmamış, eserin
muhtevasına kendisini de dahil ederek batı dünyasında az bulunur bir
karşılaştırmalı edebiyat çalışması yapmaya çalışmış, kendisini bu denli
etkileyen bir eseri kendi doğduğu topraklardakilerin de anlayabilmesi için kuru
bir çevirme denemesinin çok fazlasında gayret göstermiştir. Mevlana’yı büyük
bir hakikat olarak kabul eden Rückert kendisini de batı dünyasında onun
yansıtıcısı olarak görmüş ve Mevlana’nın eserlerini tüm herkese mâl olan bir
değerler bütünü olarak kabul ettiğinden birebir tercüme yerine kendi
algıladığını anlatma kendi şiirsel diliyle anlatma yolunu seçmiştir. Rückert’in
Mevlana’dan esinlenerek Mevlana’ya ithaf ettiği şu gazel O’nun Mevlana’ya olan
hayranlığının da bir ifadesidir.35
“Şark'ın
Gülü deniyor Celâleddin'e,
Benim
şiirimse yansıtıyor onun bir suretini.
Sabah
seninle uyandım, ey Mevlâna
Gözlerimin
yaş yerine gök şarabıyla dolduğunu gördüm.
Mevlâna
Celâleddin! Senin ağzın öğretti bana bu kelimeyi, Ne zaman dostuna yalnız
gitmek isterse kalbim yanılıyor Âh Celâleddin! Bu engin denizde erimiş ruhun
senin .
Sen
sırdaşsın, sır veren değilsin. Kalbim, maden ocağı ve darphanedir,
Kalbime
saf ve gerçek altınlar basıyorsun, ey Celâleddin! Bir tanrı adamı derinliklerde
gizlidir; sen de
Bir
tanrı adamısın, Doğu’da, ey Celâleddin!
Neysem,
ne değilsem; ben oyum. Sen bilirsin ben neyim. Söyle Celâleddin, ben her şeyde
ruhum!
Eğer
güzelliğine parlak bir ayna ararsan, Mevlâna Celâleddin! Bak buradaki parlak
aynaya.
Karşı
gelemeyeceğin davet ey sevgili
Celâleddin'in
şiiridir, uzaklaşma, gel ondan uzaklaşma! Selamımı söyleyin Mevlâna'ya, onu çok
seviyorum.
Acaba
ne der bana, onu çok seviyorum.
Biz
baharın kurtarıcı nefesini bekler dururduk,
Ey
Celâleddin! Seninkisi Doğu'dan Batı'ya geliverdi. Ey Celâleddin, bunu sen
gerçekleştirdin,
Bu
sihirli oyundan daha sihirlisi nedir? Söyle!
Ey
Mevlâna, seni canlandıran, sana hayat veren Yüksek ruha şaşıyorum, hayretler
içindeyim.
Ey
Mevlâna, seni neşidelerimde “Celâleddin” diye övdüm, Senin Ebû Talib’in oğlu
Ali’yi övdüğün gibi.
Ey
Celâleddin! Eğer O’nu bulursan,
Onu
arıyorum, n'olur söyle! O nerededir?
Ey
Celâleddin, sen şarkın merhem tüccarısın, Ben de Batıda bir dükkân açtım,
bilesin.
Bütün
bölgelerin azizleri arasında neredesin? Selam sana! Ey Mevlâna Celâleddin!
Hatıran mübarek olsun bana!”
Rückert’
in Mevlana’ya olan hayranlığını, ona duyduğu yakınlığı ve dostluğu dile
getirdiği aşağıdaki şiiri de Mevlana’nın eserinin bu batılı şairde oluşturduğu
etkiyi anlamak ve onun eserleri çevirirken batılı okurun da kendisi gibi
hissetmesini sağlamak amacıyla eserin özüne sadık kalıp şeklini batılı
kalıplarla bezemesini anlamlandırmak açısından ehemmiyetlidir.36
Celâleddin’in
Şiiri: Ruhumun Fecri
“Ruhumun
sabah ışığı, uzaklaşma, gel uzaklaşma!
Aşkımın
hayalimdeki çehresi, uzaklaşma, gel uzaklaşma! Baktığın yerde hayat, döndüğün
yerde ölüm,
Ölümün
hayatla boğuştuğu bu yerden uzaklaşma, gel uzaklaşma Yükseldiğin yerde doğu,
battığın yerde batıyım
Renklerimi
kıran ey ışık, uzaklaşma, uzaklaşma! Senin dilencinim, prensinim, esirinim,
azatlınım Tutkum görevimdir benim, uzaklaşma, gel uzaklaşma!
Gör
beni sarık nasıl süsledi, Zerdüşt kemeri nasıl kuşadı.
Rahip
kisvesi ve zünnar beni nasıl sardı, uzaklaşma, gel uzaklaşma Brahmanım,
Hristiyanım, Müslümanım.
Sen
de benim güvencimsin, uzaklaşma, gel uzaklaşma!
Hint
tapınaklarında, camilerde ve kiliselerde benim mihrabım Sadece senin yüzündür,
uzaklaşma, gel uzaklaşma!
Kainatın
ebedi odağı, seni överek tavaf ederim.
Çıkma
halkamızdan uzaklaşma bizden, gel uzaklaşma! Kıyamet ve mutluluk! Yaklaştığın
yer mutluluk Uzaklaştığın yer kıyamet, uzaklaşma, gel uzaklaşma! Ey gök gülü,
seni çağırmak isteyerek etrafında Goncalar nasıl hasret çekiyor bak, gel
uzaklaşma!
Dinle
gül! Nasıl feryat ederek gecelerde her bülbül
Ruhumdan
seslenerek çağırıyor, uzaklaşma, gel uzaklaşma Karşı konulmaz, dayanılmaz davet
ey sevgili!
Celâleddin’in
şiiridir, uzaklaşma, gel uzaklaşma!”25
Friedrich
Rückert’in Kur’ân tercümesinin bir fotokopisi İsam kütüphanesinde mevcuttur.
Milli Kütüphane’de de Şahnâme’yi Almanca’ya çevirdiği eseri bulunmaktadır.
Mevlâna ya da Harirî üzerine olan eserlerine kütüphanelerde ulaşılamamıştır.
İnternet ortamında bu kitaplar elektronik kitap olarak mevcuttur.
1.4. Richard Gosche’nin Hayatı ve
Eserleri
1.4.a. Richard Goesche’nin Hayatı
Richard
Gosche, 4 Haziran 1824’de Almanya’nın Neuendorf şehrinde doğdu. Babası bir
papaz olan Gosche dokuz kardeşin en büyüğüdür. Babasının papaz oluşunun ve Şark
hikâyelerini incelemesinin Goesche’nin daha sonraları Şark araştırmalarına
yönelmesinde payı büyüktür.
On
dört yaşına kadar babası tarafından evde eğitilen Gosche, Leipzig’de ki üç
yıllık lise eğitiminin ardından önce Leipzig, ardından Berlin’de filoloji
eğitimini tamamladı. Bir süre maddi imkânsızlıklar nedeniyle Leipzig’de
varlıklı ailelerin çocuklarına özel ders vererek geçimini sağladı. 1847’de
Şarkiyat alanında doktorasını tamamladı. Aynı yıl Berlin Kraliyet
Kütüphanesi’nde çalışmaya başladı. Buradaki çalışma esnasında Almanya’da
konusunda öncü olan pek çok ilim insanını
yakından
tanıma fırsatını buldu. 1853 yılında Fars ve Arap Dili bölümünde profesör oldu.
Bu
kürsüde profesör olarak çalışmaya başlamasının ardından uzun süredir nişanlı
olduğu kendisi gibi Arapça profesörü olan yakın bir arkadaşının kız kardeşiyle
evlendi. Bu evlilikten üç kız çocuğu olan Gosche, 1863 yılından sonra Halle
Üniversitesi’nde doğu filolojisi profesörü olarak çalışmalarını sürdürdü. 29
Ekim 1989’da Halle’de hayata veda etti. 37
1.4.b. Richard Goesche’nin Eserleri
Goesche’nin
başlıca eserleri şunlardır:38
• De ariana linguae gentisque Armeniacae
indole prolegomena. (Berlin 1847).
• Die Alhambra (Berlin 1854).
• Wissenschaftliche Jahresberichte über
die morgenländischen Studien (Leipzig 1857 ve takip eden yıllar), (Deutschen
Morgenländischen Gesellschaft adlı kuruluşun idareci üyesi sıfatıyla
yayınladığı şarkiyat alanındaki yıllık bildirilerdir).
• Al-Ghazzalis Leben und Werke (Berlin
1858). (Gazali’nin hayatı ve eserleri hakkındadır).
• Die Kitab-el-awâil.(Berlin 1865).
• Archiv für Literaturgeschichte (Leipzig
1870-71, Franz Schnorr von Carolsfeld tarafından devamı yazılmıştır. )
• Richard Wagner's Frauengestalten
(Leipzig 1883).
• Georg Ebers als Forscher und Dichter
dargestellt (Leipzig 1886). (Bir şair ve araştırmacı olarak Georg Ebers’i
anlattığı eserdir).
Richard
Gosche, batıda Gazalî’nin eserleri ile ilgili çalışmaları başlatan kişi olarak
kabul edilir. O Gazâlî’nin kırk kadar eserini değerlendirmiştir. Aynı zamanda
Batı’da Gazalî üzerine gerçekleştirilen ilk monografik çalışma olarak
nitelendirilen “Über Ghazzalis Leben und Werke” (Gazalî’nin Hayatı ve Eseleri)
adlı çalışmasını 1858’de yayınlamıştır. Eserin orijinal almanca metni Fuat
Sezgin tarafından 54. sayısı 1999’da yayınlanan “Islamic Philosophy” adlı
ansiklopedik çalışmanın aynı sayısında yer almaktadır.
Bu
çalışmasında Gosche Gazalî’nin eserlerini iki gruba ayırmıştır. Birinci bölümü
Gazalî’nin “Temel İslam Bilimleri Üzerine Çalışmaları” olarak adlandırmış ve şu
başlıklar altında incelemiştir:39
1. CEVAHİR-ÜL KUR-ÂN
(01... ---_J\ ... ---A\_y,):
Bu eserin ilk
iki bölümüne nüshaları sadece
Londra ve St.Petersburg’da bulunduğu
için ulaşamamıştır. Üçüncü bölümünün
Berlin’de bulunan üç nüshasını
39
F. Sezgin, Islamic Philosophy, Cilt:54, Frankfurt am Main , 1999, s. 249-267
incelemiş,
“Dinin Temelleri Üzerine Kırk Açıklama Kitabı” olarak çevirdiği bu üçüncü kısım
hakkında bilgi vermiştir.
2. El-MAKSADÜ'L-ESNÂ (� -------..u ':ı \
..-------... _... J\ 1 �l...
-------..u \ c:--------..: (Ş --_
� --------... ..=
J\): Adını “Ulvi
hedefler” olarak çevirmiş,
eserin Allah’ın yüz isminin manalarına Gazali’nin getirdiği
açıklamalardan oluştuğundan bahsetmiştir.
3.
ED-DÛRRA EL-FÂHİRE Fİ KEŞFÜL-ULÛM EL-ÂHİRE (-,.l-----_J\ ;;.).. J\) : “Ahiret İlmi Hakkında İnciler” olarak
çevirmiştir. Bu eserin
İbn-i
Rüşd tarafından fazla tasavvufi bulunduğu için eleştirildiğinden bahsetmiştir.
4. RİSALE-İ
KUDSİYYE (;;:!---------..u .._J\ ;;Jl---------..u -J\):
“Ulvi Mektuplar”
adlı
eserin her biri onar alt bölüme sahip olan dört ana bölümden oluştuğunu birinci
bölümde Allah’ın (c.c) zatından, ikinci bölümde sıfatlarından, üçüncü bölümde
fiillerinden dördüncü bölümde peygamberliğin hakikatinden bahsedildiğine işaret
etmiştir.
5. EL-
İKTİSAD FİL-İTİKAD (..l--------_.:.c':ı \ (Ş--------_ ..l--------... .:.§':ı
\): Doğru
yolun
seçimi üzerine olduğunu yazmış fazla bilgi vermemiştir.
Bu
bölümde çok ayrıntıya girmeden Gazali’nin temel İslam bilimleri üzerine birkaç
eseri daha olduğundan bahsetmiş ve ikinci kısımda Gazali’nin Ahlak temeli
üzerine yazdığı eserlerine geçmiştir:
1. İHYÂU
ULÛMİ’D-DÎN (r-_----J.c �l----:!..,
\ 0:!..-----J\): “Dini
İlimlerin
Yeniden
Dirilişi” diye çevirdiği bu kitabın Gazali’nin genel ahlak konulu eserlerinin
en önemlisi olduğundan ve dört bölüme ayrılmış kırk kitaptan oluştuğundan
bahsetmiş ve bu bölümlerle her bölümün içindeki kitapların ismini tek tek
yayınlamıştır. Bu kitabın tamamen tasavvufî bir üslupla yazıldığından, bilimsel
yaklaşımla incelendiğinde değerlendirilmesinin güç olduğundan bahsetmiştir.
Kitaptan orijinal metinlere de yer vermiştir.
2. BİDAYETÜL- HİDAYE
(;;------!\..¾J\ ;;------!\..ı.): Bu eserde
İhya’nın tersine dini uygulamaların ilmi temellere dayandırıldığını
vurgulamıştır.
3. MİZÂN-ÜL
AMEL (J-----....J\
0\.i:!-----""): Bu eserin
diğerleriyle kıyaslandığında içerik olarak Gazali’nin en sistematik
eseri olduğuna değinmiştir.
4. EL
KISTASÜL MÜSTAKİM (r.:!_.:------------... ..J\ l.r
l..b ------------... _J\)
: Bu
kitabın
orjinaline ulaşılamadığı tercümelerinin diğer dillere daha önceden
İbranice’ye
çevirilmiş olan nüshası üzerinden yapıldığını belirtmiştir.
5. KİMYÂ-İ
SAÂDET (w\..l..--------.,. (Ş l--------:!..S) :
Kitap ve kitabın
bölümleri
üzerine genel bilgi verilmiştir.
6. NASİHAT-ÜL MÜLÜK
(�_--------J..J\
;;.,. :!--------"'" j)
: Bu kitabında
orijinalinin
Farsça yazıldığından ve fakat ulaşılan en eski metinlerin Arapça tercümeleri
olduğundan bahsetmiş, giriş ve bunu takip eden yedi bölümden oluştuğunu belirtmiştir.
7. EYYÜHEL
VELED (..----J_J\ l----¾!l): Hammer-Purgstall tarafından
daha
önce Almanca’ya çevrildiğini vurgulamış, fazla bilgi vermemiştir.
8. MİNHÂCÜ’L
ÂBİDÎN (0:!..-------ı.l..J\ �l-------¾ "") :
Aynı eserin farklı isimlerle yayınlandığını yazmıştır.
9. MİŞKATÜL
ENVAR (.)\_j�\
;;lS..: "") :
Nur suresi 36.
ayetine (Allah'ın, içinde İsmi'nin yükseltilmesine ve zikredilmesine
izin verdiği evlerin içinde (Allah'ın nuru) vardır. Orada O'nu, sabah akşam
tesbih ederler.) istinaden bu ismin verildiğini belirtir. Kitapta ana olarak
nurun kaynağı olan Allah’a (c.c) ulaşmanın yolları üzerinde durulmuştur.
Kitabın Yahudi ve Müslümanlar üzerinde geniş ilgi uyandırdığını ifade etmiştir.
10. EL-BÂSIT (..b :! _.-J\)
11. EL-VASÎT (..b :! -"_J\)
12. TEHAFÜTÜ’L- FELASİFE
(;;_-----------")_J\ -_l¾:i)
Gosche,
yaşadığı 1800’lü yıllarda Gazali’nin adı geçen eserlerini ve diğer birkaç
eserini tek tek incelemiş, Gazali’nin hayatı ve eserlerini anlattığı
araştırmasında bu eserlere hangi kütüphanelerde ulaştığını, orjinallerinin
nerelerde bulunduğunu, ana hatlarıyla eserlerde neler anlatıldığını, üzerine
hangi bilim adamlarının çalışmalar yaptığını belirtmiştir. Gosche’nin bu
çalışması Fuat Sezginin 1999 yılında yayınladığı İslam Felsefesi başlıklı
ansiklopedik çalışmanın 54. sayısında 1858’de basıldığı şekliyle mevcuttur.
Şimdiye kadar anlatılanlar bu baskıya dayanılarak anlatılmıştır.
2. 20.Yüzyıl
ve Sonrasında İslam Tasavvufu Alanında Eser Yayınlayan Alman Müsteşrikler
2.1. Max Horten’in Hayatı ve
Eserleri
2.1.a Max Horten’in Hayatı
Max
Horten, Mayıs 1874’te Almanya’nın Nordrhein-Westfalen eyaletine bağlı Eberfeld
şehrinde doğmuştur. Babası tanınmış bir savcı olan Horten’in yedi kardeşi
vardır. Horten ayrıca ünlü işadamı Helmut Horten (ö.1987) ve tanınmış siyasetçi
Alphons Horten’in (ö.2003) amcasıdır.
Çok
dindar bir ailede yetişen Horten’in iki kız ve iki erkek kardeşi kilisede
çalışmıştır. Kendisi de Katolik din bilimci olan Horten, Bonn Üniversitesi’nde
Şark Dilleri Enstitüsü’nde Profesör olarak çalışmıştır.
Çağdaşı
olan Friederich Heinrich Dieterich (ö.1903), Ignaz Goldhizer (ö.1921),T.J. de
Boer (1940) gibi oryantalistlerle beraber oda İslâm felsefesi ve dininin temel
kaynakları üzerine sistematik araştırmalar yapmış bazı eserleri Almancaya çevirmeye
çalışmıştır.40 Özellikle Arap felsefesi alanında çeviri yapan Horten’in çeviri
çalışmalarının çoğu günümüzdeki çeviri eserlerde aranan standartları
taşımamaktadır. Öncesinde Hint felsefesi alanında çalışan Horten, Arap
felsefesi alanında çalışmaya başladığında hep daha önceki çalışmalarının etkisi
altında kalmış
ve
Arapların Hint felsefesinden etkilendiği gibi bir hipotezi çalışmalarına temel
olarak kabul etmiştir. Bu hipotez onun bir çevirmen olarak tarafsızlığını
korumasını engellemiş ve eserlerinde hep bu ön kabulün etkisi görülmüştür.
Katolik
bir dinbilimci olarak eski Yunan felsefesinden de fazlasıyla etkilenen Horten,
İslam felsefesinde iman ve akıl arasındaki ilişkiler üzerine çalışırken de bunu
eski Yunan felsefesiyle kıyaslayarak anlamlandırmaya çalışmış ve böylece
etkileşimlerin ötesinde tarafsız bir çeviri ve İslam algısından uzak kalmıştır.
Horten 2 Temmuz 1945’te Bonn’da hayata veda etmiştir.
2.1.b. Max Horten’in Eserleri
Horten
tasavvufla ilgili yayınladığı eserlerde İslâm tasavvufunun köklerinin Hint
mistisizmine dayandığı gibi bir görüşü benimsediğinden, bu eserler günümüzde
fazlasıyla eleştiriye açıktır. Başlıca eserleri şunlardır:41
İbn-i
Sinâ’da Metafizik, Leipzig 1907. Razi ve Tusi’nin Felsefi Görüşleri, 1910.
Abu
Raschid’in Felsefi Görüşleri, Bonn 1910. İslam Düşünürlerinin Felsefi
Görüşleri, Bonn 1912. Suhreverdi’de Aydınlanma Felsefesi, Halle 1912.
Müslüman
İlim Adamlarına Göre İslam Felsefesi, Bonn 1912. Mistik İslam ile İlgili
Eserler, Arabi’den Üç Şiir, Bonn 1912.
İbn-i
Sina’nın Ana Öğretileri, Bonn 1913.
Şirazi’nin
Felsefi Görüşleri, Strasburg 1913.
İslam’da
İman ve Bilim Arasındaki İkilemler: Peygamberin Öğretileri Işığında Farabi,
İbn-i Sina ve İbn-i Rüşd’ün Eserleri’ nin Değerlendirilmesi, Bonn 1913.
Günümüz
İslam Toplumlarında Din Algısı, 1917-1918.
İslam
Felsefesinin Batı Felsefesiyle İlişkisi, 1924.
İslam
Tasavvufunda Hint Etkisi, 1927.
İslam’ın
Manevi Alanda Kültürel Gelişme Potansiyeli, 1914.
İslam’da
Mistisizim, 1915.
Horten’in,
İslâm tasavvufu ile ilgili yazdığı eserin 1924 baskısı Milli Kütüphane
arşivinde mevcuttur ve bundan sonraki kısım bu baskıya dayanılarak yazılmıştır.
42
Daha
öncede belirtildiği gibi Horten İslâm tasavvufunun Hint mistisizminden
etkilendiğini savunmuştur. Bu bağlamda gerek İslâmi dünya düşüncesinde, gerekse
ahlâkın yapılandırılmasında birbirini takip eden bir sınıf sisteminin
varlığından söz etmiştir.
Ahlâki
sınıflandırmayı ele almış ve burada her davranışın en dış kademede bir görünen
şekli olduğunu belirtmiştir. Bu dışta görünen şeklin içinde, bu dışa anlam
veren bir iç vardır ki tasavvufta buna batın denir, bu da insanın niyetidir.
Niyette kendi içinde sınıflara ayrılmıştır. Niyet genel olarak iyi gibi görünse
de bunun tüm art niyetlerden ve dünyevî arzuların kışkırtmasından bağımsız
olarak saf bir iyi niyet (bu ihlâs olarak tanımlanmıştır) olup oladığı
sorgulanmalıdır. Niyetlerinde tamamen dünyevî temelleri bir kenara bırakıp,
Allah rızasını merkeze almayanların o dünyevî temelleri ilahlaştırdıkları kabul
edilir. Oysaki gerçek Müslümanlar davranışlarında sadece Allah’ın rızasını
temel alırlar. Diğerlerinin ise davranışlarının temelinde dünyevî arzularının
gerçekleşmesi vardır (bunu şehvet olarak tanımlamıştır) ki bu da dünyevî
arzuların ilâhlaştırılması ve tek Tanrılı bir inançtan fark etmeden çok
tanrılıya geçiştir.43
Tasavvufta
her şeyin bir aslı, özü vardır ki buna onun hakikati denir. Ahlâkında bir
hakikati, çekirdeği vardır bu ihsandır. İhsan, biri işi yaparken merkezde sırf
Allah’ın olmasıdır. Bunu iman ve İslam takip eder. İslam en dış kademedir ki bu
Kur-ân ve sünnetle belirlenen İslâmi kuralları içerir.44
Max
Horten, bu 385 sayfalık eserde tasavvufu ana hatlarıyla kısa kısa anlatmaya
çalışırken aynı eserde Brahmanizm ve Budizm’i de kıyaslama yapmak için
anlatmıştır.
2.2. Hans Joachim Kissling’in
Hayatı ve Eserleri
2.2.a. Hans Joachim Kissling’in Hayatı
Hans
Joachim Kissling, Almanya’nın Münih şehrinde 1912 yılında doğdu. Lise eğitimini
Münih-Theresien Lisesi’nde tamamladı. Münih, Viyana ve Breslau
Üniversiteleri’nde Altay, İran dilleri ve hukuk üzerine eğitimini tamamladı.
Breslau’da, 1935 yılında Prof. Friedrich Giese’nin yanında “Aşıkpaşazade’nin
Dili” konusunda doktora yaptı.45
Kissling,
1936 yılında Leipzig üniversitesinde asistan olarak ilmi kariyerine başladı.
1940- 1945 yılları arasında, ikinci dünya savaşı süresince askere alınması
sebebiyle ilmi çalışmalarına ara vermek zorunda kaldı. 1949 yılında “17.
Yüzyılda Trakya Hakkında Araştırmalar” başlıklı tezini tamamladı ve aynı
yılbaşında Münih’te tanınmış Osmanlı tarihçisi Franz Babinger’in bulunduğu
Yakın Doğu Tarih ve Kültürü ve Türkoloji Enstitüsü’nde doçent olarak göreve
başladı. 1959 yılında Franz Babinger’in (ö.1967) emekli olması üzerine kürsünün
ve onun kurduğu enstitünün başına getirildi.46
Kissling,
1980 yılında emekli olana kadar Almanya’nın en önemli Türkoloji enstitüsü
sayılan bu kurumun başında görevini sürdürdü ve kurumun gelişmesinde önemli rol
oynadı. 1975 yılında Bavyera İlimler Akademisi asli üyeliğine seçildi. Tabiatı
fazlasıyla çekingen olduğundan ilmî toplantılara bile katılmaktan kaçınmıştır.
Bu nedenle adı ilmî çevreler dışında pek bilinmemektedir. 10 Ekim 1985
tarihinde Münih’te hayata veda etmiştir.
2.2.b. Hans Joachim Kissling’in
Eserleri
Kissling’in
bildiği diller kırkı geçiyordu ve dil öğrenme konusunda çok kabiliyetliydi.
Araştırmalarının çoğu çeşitli makaleler halinde çeşitli ilmi dergilerde
yayınlanmıştı. Ölümünden sonra bu makaleler toplu halde yayınlanmaya başlandı
ve bugüne kadar üç cilt halinde yayınlandı.47
Birinci
ciltteki makaleler “Dervişlik” başlığı altında toplanmıştır ve Kissling’in
tarikatlarla ilgili bütün yazılarından oluşmaktadır. Bu ciltteki makalelerin
başlıkları şöyledir:48
1. Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin
Menâkıbnâmesi.
2. Akşemseddin, Bizans’ın Son Zamanında Bir
Türk Velisi.
3. Şâban-ı Veli ve Şâbaniyye (Tarîkatı).
4. Halvetiyye Tarîkatı Tarihinden.
5. Osmanlı Devletinde Tarîkatların Sosyoloji
ve Pedagoji Açısından Rolleri.
6. Bayramiyye Tarîkatı Tarihine Dair.
7. Dervişlerin Mucizeleri.
8. İslâm Dervişliği.
9. İslâm Tarîkatleri.
10. Parapsikoloji Açısından İslami Mistik.
11. Çukurova’da Dini Gelenekler.
12. Balkanlar’da ve Özellikle Trakya Bölgesinde
İslâm Velileri.
13. Arnavutluk ta Bektaşiliğin Başlangıcı
Meselesi.
14. Şeyh Seyyid Vilayet (1451-1552) ve Ona
Atfedilen Menakıbnâme.
15. Tarikatlar Üzerine Düşünceler.
16. Arnavutluk’ta Bektaşiliğin Başlangıcı
Hakkında (Ek).
17. Zeyniyye Tarîkatı Hakkında Bazı Hususlar.
18. Halkın Dini Geleneklerinin Koruyucusu
Olarak İslam Tarîkatleri.
19. Güneydoğu Avrupa’da Dervişlik.
20. Girit Adasında İlk Derviş Yerleşmeleri.
21. Uzatılan Odun Menkıbesinin Mevlevî
Versiyonu.
22. Mevlevî Edebiyatında Giritli İhtiyar
Motifi.
23. Eski Osmanlı Devletinde Sultanlar, Mollalar
ve Dervişler.
24. Rifâiyye ve Halvetiyye Dervişleri
Hakkındaki Filmin Açıklama Yazıları.
Kissling,
Osmanlı tarihi üzerinde de uzun süreler çalışmış ve eserler vermiştir.
Özellikle ikinci Beyazıt’ın şahsiyeti, onun batı dünyası ile olan ilişkileri
fazlasıyla ilgisini çekmiş, bu konuyla ilgili de pek çok makaleler
yayınlamıştır. Bu makaleler de Kissling’in ölümünden sonra derlenen
makalelerinin ikinci cildini teşkil etmektedir. Bu ciltteki makalelerin
başlıkları şöyledir:49
1. Sultan Bayezid’in Kont Francesco ile
İlişkileri.
2. Kili ve Akkerman’ın Türkler Tarafından
Fethi Hakkında Birkaç Not.
3. İkinci Bayezid Hakkında Anonim Eski Bir
Osmanlı Vekayinamesi.
4. İkinci Bayezid Hakkında Anonim Vekayiname
Kemal Reis ile Dük Catonzaro.
5. İkinci Bayezid’in Deniz Filosu Siyaseti
Hakkında Görüşleri.
6. Kemal Reis’in Batı Akdeniz’deki Faaliyeti.
7. Dıraç’ın Türklerce Fethi.
8. İkinci Bayezid’in Osmanlı Devleti’nin
Batı Sınırlarındaki
Şahsi
Politikası.
9. İkinci Bayezid’in Veziri İskender Paşa.
10. İkinci Bayezid’in sınır Valisi Firuz Bey ve
Cattora Tuzla Muharebesi.
11. Birinci Şah İsmail Yeni Hind Yolu ve
Osmanlılar.
12. Türkler Hakkında Haber Alma Merkezi Olarak
Venedik.
Kissling’in
makalelerinin üçüncü cildi de 1991 yılında Osmanlılar ve Avrupa başlığı altında
dostu Dr. Trofenik tarafından yayınlanmıştır. Bu ciltteki makalelerin
başlıkları da şöyledir:50
1. Türk Milliyetçiliğinin Başlangıcı.
2. 17. Yüzyılda Trakya Hakkında Makaleler.
3. Türkler ve Batı Ülkeleri – Tasavvurlar ve
Gerçekler.
4. İslâm ve Haçlılar.
5. 1774’e kadar Osmanlı İmparatorluğu.
6. Osmanlı İmparatorluğunun İhtişamlı
Döneminde Dininden Dönenler.
7. Osmanlı İmparatorluğu Hakkında.
Kissling,
tasavvuf ve tarih alanında yukarıda zikredilen eserlerinin dışında özellikle
Türk dili ile ilgili de pek çok araştırma yapmış ve eser neşretmiştir. Ayrıca
Avrupalıların Türkler hakkındaki görüşlerini anlamamıza yardım eden Avrupa’nın
Derdi Olarak Türk Meselesi ve 15. ve 16. yüzyılda Türk-Korkusu ve Türk-Ümidi
başlıklı eserleri önemlidir.
2.3. Helmut Ritter’ in Hayatı ve
Eserleri
2.3.a. Helmut Ritter’in Hayatı
1892
yılında Almanya’nın Lichtenau şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası tanınmış bir
papaz olan Ritter, liseyi Gütersloh’da bitirdikten sonra yükseköğrenimine Carl
Brockelmann ve Paul Kahle gibi büyük ilim adamlarının öğrencisi olduğu Halle’de
başlamıştır. Altıncı dönemin başında Halle’den ayrılıp Strasburg’a geçmiş ve
orada da E.Littmann, T. Nöldeke ve Naldauer’in talebesi olmuştur. 1914 yılında
altıncı dönem bitmek üzereyken E. Littmann’ın tavsiyesine uyarak Hamburg’da
C.H. Becker onu yanına asistan olarak almıştır. O dönemde şarkiyât bölümü
şimdiki gibi çok çeşitli alt bölümlere ayrılmadığından Ritter eğitimi süresince
Türkçe, Arapça ve Farsça’nın yanında İbranî ve Süryanî dilleriyle beraber hemen
hemen bütün Sami dilleri üzerine ders almıştı. Ayrıca İslâm dini ve kültürü de
bu şarkiyât eğitiminin ana konularından birini teşkil ediyordu.51
Üniversite
tahsilinin bittiği yıl birinci dünya savaşı çıkmıştı ve Ritter 1914- 1918
yıllarını askeriyede görevli olarak geçirdi. 1914-1917 yıllarında asker olarak
İstanbul’a geldi ve bu sürede Türkçe bilgisini hızla geliştirdi. 1917 yılında
Comlar von der Goltz Paşa’nın yanında Irak cephesine gitmiş orada Kût’ul-Ammâra
Savaşı’nda bulunmuştur. Burada da özellikle Bağdat’ta karargâh’ da bulunduğu
zamanlarda Arapçasını ilerletmiştir. Irak’tan sonra Filistin cephesinde General
v. Falkenheim’in emri altında çalışmıştır. Bu sırada askeri vazifelerini ilmî çalışmalarıyla
birleştirmiş ve ticarete dair Arapça bir kitap üzerine de hazırlamış olduğu
doktora tezini 1916 yılında yayınlamıştır. Savaş biter bitmez ülkesine dönen
Ritter, ülkesinde büyük alimlerden öğrendiği Türkçe ve Arapça’yı yerinde
yaptığı çalışmalarla fazlasıyla kuvvetlendirmişti. Bu sebepten ötürü 1919
yılında 27 yaşında Hamburg Üniversitesi Şark Dilleri Kürsüsü’ne ordinaryüs
profesör tayin edildi. 26 yaşında kürsü sahibi olan ünlü filozof F.
Nietzsche’den sonra bir Alman üniversitesinde bu kadar genç yaşta profesör olan
tek ilim adamıydı.52
Almanya’ya
döndükten sonraki ilk çalışmaları Karagöz üzerinedir. Kanlı Kavak, Sahte Gelin
ve Kanlı Nigar oyunlarının transkripsiyonlu Türkçe metinlerini ve Almanca’ya
tercümelerini Karagöz oyunu karakterlerinin renkli sekiz tablosu ile birlikte
1924’te Hannover’de bastırmıştır. 1919-1925 yılları arasında Hamburg
Üniversitesi’nde akademisyen olarak görevini sürdürmüştür. 1927 yılında Alman
Müsteşrikler Cemiyeti tarafından bu cemiyetin İstanbul şubesi müdürü olarak
İstanbul’a gönderildi. İstanbul’da bu defa 1949 yılına 22 sene kalmıştır. Bu
süre içinde yerel imkânları da gözeterek çalışmalarını şu alanlarda sürdürmüştür:53
1. İlim dünyasında önemli bir yeri olmakla
beraber batılı alimler tarafından daha önce çok az araştırma yapılmış olan
İstanbul kütüphanelerindeki eserler üzerinde çalışmak,
2. Burada önemli olduğuna kanaat getirdiği
eserleri ilim dünyasına tanıtmak, önemli gördüğü metinleri bastırmak. Bu
çalışmalarını Filoloji adını verdiği seri makaleler halinde derlemiştir.
Ayrıca
Alman müsteşrikler cemiyetinin desteklemesi ile gerekli Arap harflerini temin
etmiş, o zamanki devlet matbaasında Arapça ve Farsça metinler bastırmıştır. Bu
şekilde İslam kitaplığı serisinin basımına başlamıştır. Bu seri dahilinde kendi
eserlerinin yanı sıra kendisi gibi matbaa tahsisi konusunda sıkıntı yaşayan
diğer alimlerin eserlerini de bastırmıştır. Bu eserlerin basımı esnasında M. Fuad
Köprülü (ö.1966), İsmail Saib Sencer (ö.1940), Şerefeddin Yaltkaya (ö.1947),
Rıfat Bilge (ö.1953) gibi Türk ilim adamlarıyla da işbirliği yapmıştır.54
Ritter,
Türkiye’de üniversitelerin kurulmasından sonra İstanbul Üniversitesi Arap ve
Fars Filolojileri bölümünde 1936 yılından itibaren misafir öğretim görevlisi
olarak dersler vermiştir. Ardından 1938 yılında bu bölümde profesör olarak
görevlendirilmiştir.55
1939-1945
yılları arasında İkinci Dünya Savaşı’nın olumsuz tesirlerine rağmen, Ritter
çalışmalarını aynı hızda sürdürmüş ve üniversite kütüphanesi içinde ayrılan bir
bölümde Şarkiyat Enstitüsünü kurdu. Diğer yandan öğrencilerine Avrupa ilminin
doğu bilimleri konusunda varmış olduğu sonuçları öğretmeye devam ediyordu.56
Helmut
Ritter, kendi çalışma sahasını zamanla daha da geliştirmiştir. Önceleri
İstanbul kütüphanelerinde sürdürmüş olduğu çalışmalarını üniversitenin kendine
sunmuş olduğu imkânları kullanarak başta Bursa olmak üzere, diğer Anadolu
kütüphanelerinde devam ettirmiş, bu çalışmaların sonuçlarını uzun bir makalede
yayınlamıştır. Karagöz üzerine yaptığı çalışmaları da uzun bir aradan sonra
yeniden ele almış ve yeniden yayınlamıştır.57
İkinci
Dünya Savaşı ilim dünyasını da epeyi sarsmıştı. Savaşın sona ermesiyle beraber
ilmî çalışmalara hız kazandırmak ve ilmî hayattaki hareketliliği yeniden
sağlamak için çeşitli milletlerden ilim adamları ile 1947 yılında merkezi
İstanbul’da olan Uluslararası Doğu Araştırmaları Cemiyeti’ni kurmuştur. Bunun
yanında doğu ile ilgili araştırmaların yayınlanmasına hizmet etmek, doğu ve
batı dillerinde yapılan doğu araştırmalarını yayınlamak ve değişik milletlerden
araştırmacıların işbirliği içinde çalışmasına imkân sağlamak amacıyla 1948
Oriens mecmuasını çıkarmaya başlamıştır. Bu mecmuanın ilk on cildinin
yayınlanmasında Türk hükümetinin maddî ve manevî tüm desteklerine rağmen bütün
emeğin Ritter’e ait olduğu söylenebilir.58
Helmut
Ritter, 1949 yılında Almanya’ya döndü. Frankfurt a. M. Üniversitesi’nde
profesör oldu ve 1955 yılındaki emekliliğine kadar buradaki görevini sürdürdü.
Emekli olduktan sonra Ritter, Unesco tarafından Prof. W. Duda ve Ahmet Ateş ile
birlikte, İstanbul kütüphanelerinde İran şairlerine ait yazmaların kataloğunu
yazmakla görevlendirildi ve bu amaç ile 1956 yılında yaklaşık yedi yıl sonra
yeniden İstanbul’a geldi. Başlangıçta görevin kapsamı, İstanbul’daki bütün
kütüphanelerde bulunan İran şiirine ait el yazmalarının tam bir kataloğunu
yapmak şeklindeydi. Ancak Unesco idarecilerinin aceleci davranmaları, yıllar
süren bir çalışma yerine çabuk sonuç veren bir çalışma istemeleri yüzünden
bahsedilen ilim adamlarının ortaklaşa yürüttükleri bu çalışma yalnız Ayasofya,
Fatih, Esad Efendi ve Nuruosmaniye kütüphaneleriyle sınırlı kaldı. Fakat
sonraları buna İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde bulunan Farsça yazmaların
incelenmesi ile Türk ve İslam Eserleri Müzesindeki yazmaların incelenmesi de
ilave olundu. Çünkü daha önceki kütüphanelerde Safeviler devrinden sonra
yetişmiş şairlerin eserlerine hemen hemen hiç tesadüf edilmediği halde,
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde bu şairlere ait yazmalar mevcut idi. Öte
yandan yukarıda anılan kütüphanelere ait olup da, sanat değeri, tarihi ve başka
bakımlardan önemli olan elyazmaları Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne
nakledilmişti; bunların da incelenmesi, bahsi geçen kütüphanelerde hangi
eserlerin bulunduğunun tespiti açısından önemliydi. Prof. Ritter olarak bu işle
de bizzat uğraşmış ve bu eserlerinde tespit edilmesini sağlamıştır. 59
Prof.
Dr. H. Ritter bir taraftan daha önce pek ilgilenilmemiş ilim sahalarla da ilgilenmiştir.
Süryanice metinler tespit etmiş ve bu metinleri Almancaya çevirmiş ve bu dilin
gramerini yazmağa başlamıştır. Bu metinlerin tespiti, gittikçe daralan bir
takım sahalarda konuşulan bu eski ve büyük dilin anlaşılması bakımından son
derecede faydalı olmuştur. Bu arada yeniden İstanbul Üniversitesi Arap-İran
Filolojisi bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlamıştır.60
Prof.
Dr. Helmut Ritter hemen tüm hayatını ilme adamıştır, çok titiz çalışmış, çok
önemli eserler vermiştir. Sadece kendi eserleri için değil, talebelerinin ya da
diğer meslektaşlarının eserleri içinde tamamlayarak, basmalarına yardım ederek,
matbaa örneklerini okuyarak fazlasıyla emek vermiştir. 61
Ritter,
bütün hayatı boyunca, mevcut bilgileri toplamak, oldukları haliyle yeniden
derlemek istememiş, onları zamanın bilgileriyle zenginleştirmeye çalışmıştır.
Bu şekilde yeni bilgilerle zenginleşmeye müsait araştırma sahalarını da çok
güzel tespit etmiştir. Örneğin onun yeniden yayınlamış olduğu Karagöz oyunları
Türk yaşam tarzındaki değişmeler sonucunda hemen hemen yokolmuştur fakat Türk
halk sanatının en önemli örneklerindendir ve geliştirilip yeniden güncel hale
getirilmeye müsaittir. Ritter’ in ayrıca İstanbul kütüphanelerinde yaptığı
araştırmalar neticesinde yazdığı her makale ilmi bakımından son derecede mühim
bir kazanç olmuştur. Kendisinin hazırlamış olduğu , “Abdülkahir el-Cürcanî’nin
Asr al- balâğa'sının Almanya’da yayınlanan Almancaya tercümesi de, gerçekten
faydalı ve ilme büyük kazançlar temin eden bir çalışma olmuştur.62
2.3.b
Helmut Ritter’in Eserleri
Prof.
Dr. H. Ritter, çok geniş bir yelpazede eser yayınlamış olmasına rağmen tüm
eserlerinde aynı titizlikle çalışmış, mümkün olduğu kadar kaynaklar en
güvenilir kişilerin eserlerinden seçilmiştir. Eser yayınlarken şarkiyatçıların
kullandığı yöntemlerin yanında klasik filolojide kullanılan yöntemleri de
kullanmıştır. En önemli eserleri şunlardır:63
1) T ü rkol o j i Sah asın da
1. Karagöz, Türk Gölge Oyunları, 1.Cilt :
Kanlı Kavak, Sahte Gelin, Kanlı Nigar, Hannover, 1924. 191 s.
Bu
eser Karagöz’ün Kanlı Kavak, Sahte Gelin ve Kanlı Nigâr oyunlarının, Almancaya
tercümeleri ve açıklamaları ile birlikte, metinlerini ihtiva etmektedir.
Eserde, 8’i renkli, 13’ü renksiz olmak üzere, 21 levha vardır. Bunlarda anılan
oyunlarda rolü olan bütün şekiller verilmiştir. Neşredilen metin, uzun yıllar
devam eden aralıklardan sonra yayınlanan diğer iki ciltteki metinler gibi, esas
itibariyle, 1918 yılında, yani Türkiye’de Karagöz oyunlarının oldukça canlı
bulunduğu bir sırada, eski bir saray karagözcüsü olan Nazif Bey’e ait olan ve
kendisinin yazdığı veya imla ederek yazdırdığı otuz oyunu ihtiva eden yazmalara
dayanmakta ve bunlar arasından seçilmiş bulunmaktadır. Bu bakımdan sonraları
acemi karagözcülere tespit ettirilmiş olan ve çok zaman kaba bir şekilde
bozulmuş bulunan metinlere göre çok farklı ve bunlardan çok değerlidir.
Tercümelerde manzum parçalar nazmen çevrildiği gibi, türlü ağızlar ile olan
konuşmalar da Almancanın türlü ağızları ile karşılanmıştır. Bundan başka
oyunlardaki mahalli unsurlar ve o zamanın kültürüne ait birçok hususlar,
değişmiş veya unutulmuş kelimeler çok mükemmel bir şekilde açıklanmıştır. Metin
oldukça başarılı ve sade bir usul ile transkripsiyonla kaydedilmiştir. Karagöz
oyunlarının bugünkü kültürümüzle bile anlaşılması imkânsız bir hâle gelmiş olan
pek çok noktaları, ileride anlaşılmak istenilirse, öncelikle bu esere müracaat
etmek gerekecektir.64
2. Karagöz. İkinci Cilt. İstanbul-Leipzig,
1941. (İslam Kitaplığı, No: 13), 339 s.
Yalova
safası, Çeşme veyahut Kütahya, Cazular, Timarhane, Kayık ve Yazıcı oyunlarını,
bundan önce zikredilen eserdeki esaslar dahilinde, Almancaya tercümeleri ile
birlikte, ihtiva eder. Eserde ikisi renkli olmak üzere, birçok levha
bulunmaktadır. Bunlarda yukardaki oyunlarda geçen 78 şeklin fotoğrafı ile
izahları verilmiştir. Metinde, ilk kısımdaki gibi transkripsiyon sistemi değil,
yeni Türk alfabesi kullanılmıştır.65
3. Karagöz. Üçüncü
Cilt, A.Tietze’nin katkılarıyla. Wiesbaden, 1953.
666
s. ve 17 renkli, 98 renksiz şekil ihtiva eden 65 levha.
Bu
cilt Karagöz’ün Sünnet, Mandıra, Ortaklar, Bahçe, Ferhat ile Şirin, Orman,
Büyük Evlenme, Karagöz'ün Ağalığı, Canbazlar, Karagöz’ün Şairlerle İmtihan
Olması, Kırgınlar yahut abtal kardeşler, Hamam, Tahmis, Tahir ile Zühre, Çivi
baskını yahut Abtal bekçi, Salıncak, Bursalı Leyla, Balıkçılar ve Meyhane
oyunlarını ihtiva eder. Bu eserde metinlerin tercümesi verilmemiş olmakla
beraber açıklanması gereken bütün yerler Almanca olarak izah edilmiştir. Eserin
sonunda açıklanmış kelimelerin tam bir indeksi bulunmaktadır (ss. 557-666) ki,
bu da eserden dil bakımından istifadeyi çok kolaylaştırmaktadır.66
Prof.
H. Ritter bundan başka Azerbaycan lehçesi ile meşgul olmuş ve bu sahada da
makaleler yazmıştır:67
4. Azerbaycanca Makaleler (Der Islam
dergisi, 1921, XI, 181 ve yine aynı dergide , 1939, XXV, 235—268).
Bu
makalede, bir halk hikâyesinin Azerbaycan lehçesiyle metnini vermeden önce, bu
lehçenin özelliklerini gösteren uzun bir giriş kısmı yazmıştır.
2) Arap Filolojisi
Ritter’
in bu sahada özellikle mühim yazmaları tespit etmeye çalışmıştır.
Bunların
başlıcaları şunlardır:68
1. Ali b. İsmail el Eş’ârî:.
Makâlâtu'l-İslâmiyyin. İstanbul-Leipzig 1929-1933 (İslam Kitaplığı. No: 1).
Bu
eser isminden de anlaşılacağı üzere bir Makâlât kitabıdır .Bu eserin ilk iki
cildi, büyük kelamcı ve eşarilik mezhebinin kurucusu olan Eş’ârî’nin ilk İslam
fırkaları hakkındaki eserinin metnini ihtiva eder; III. cilt ise, şahıs adları,
fırkaların ve yer adlarının indeksidir. Ancak şahıs adları indeksi, şahıslar
hakkında gerekli kısa birer bibliyografyayı ihtiva ettiği .gibi, her şahsın
hangi meselelerde ne gibi şahsi fikirleri bulunduğunu da pek güzel bir şekilde
göstermektedir. 69
2. Hasan b. Musa Nevbahti, Şia Fırkaları.
Die Secten der Şia. İstanbul - Leipzig, 1931. XXX -114 s. (İslam Kitaplığı, 4).
Eserin
otuz sayfalık giriş bölümü Arapça’dır. Burada yazarın hayatı ve eserleri
hakkında bütün bilgiler mevcuttur. Eserin kalanında eski şia fırkaları hakkında
detaylı bilgi bulunmaktadır.70
3. Halil b. Aybek Safedi, el-Vafi
bi'l-Vefeyat. Biyografik Sözlük I. İstanbul- Leipzig,1931 ,385s. (İslam
Kitaplığı, No:6)
Eser
yazarının bizzat kendi el yazılarına dayanan ve Süleymaniye ve Nuriosmaniye
kütüphanelerinde bulunan nüshalarına dayanarak yazılmıştır. Girişinde yazarı
hakkında geniş bilgi verilmiştir. Eserin diğer ciltlerinin basılmasına Sven
Dedering tarafından devam edilmiştir.71
4. Maslama b. Ahmad al-Macrlti, Ğöyat
al-hakim wa ahaqq an-naticatayn
bi
t-taqd'im. (Mesleme bin Ahmed bin Kâsım bin Abdullah el-Macritî’nin
Gayet-ül-Hakim adlı eserinin Almanca’ya çevirisidir). Leipzig-Berlin, 1933. 416
s. (Warburg Kütüphanesi Eserleri, No:12).
Eski
arap dinlerinden ve özellikle sihir ilminden bahseder. İlk
olarak “Picatrix” adı ile Latince’ye çevrilmiştir. En meşhur sihir
kitabı olarak Avrupa’da önemli bir yer kazanmıştır.72
5. Abdalqahir al-Curcani, Asrar al-Balağa.
(Esrar ül-Belaga- Abdülkahir Cürcani) İstanbul, 1954. (İstanbul Üniversitesi
Yayınları, No: 601)
İslami
şiir sanatının en önemli örneklerinden biri olan bu eser o zamana kadar pek
faydalanılmamış yazmalara dayanarak ve günün edebi bilgisi de göz önünde
bulunularak yazılmıştır. İngilizce önsözde Arabistan’da şiir sanatının doğuşu,
gelişmesi ve eserin kısa bir özeti mevcuttur. Eserin sonundaki bibliyografyası
da oldukça geniş olup yaklaşık yirmi sayfa kadardır.73
6. Die Geheimnisse der Wortkunst (Söz
Sanatının Sırları- Abdülkahir Cürcani), Abdalqahir al-Curcani. Wiesbaden ,1959,
479s. (İslam Kitaplığı, no:19)
Yukarıda bahsedilen kitabın ilave açıklama ve notlarla Almanca’ya
tercümesidir.
7. Das Ziel des Weisen. 1962, 435s. (Warburg
ve Londra Üniversiteleri)
Daha
önce bahsi geçen Abdülkahir Cürcani’nin Gayet-ül-Hakim adlı eserinin M.Plessner
ile beraber yaptıkları Almanca tercümesidir.
8. Philoloğica I. Zur Überlieferung des
Fihrist (Der Islam dergisi, 1928, sayı:17, s. 15-23).
9. Philoloğica II. Über einige Koran und
Hadîth betreffende Hand- schriften hauptsächlich Stambuler Bibliotheken
(İstanbul kütüphanelerindeki Kuran ve Hadis konulu yazmalar) (Der Islam
dergisi, 1928, sayı 17, 249-257).
10
. Philoloğica III. Muhammedanische
Haeresiographen (Der Islam dergisi, 1929 sayı:18, s.34-55). (Hz. Muhammed’in
görüşleri üzerinedir).
11. Philoloğica VI. Ibn al-Ğâuzis Bericht über
Ibn ar-Ravendi (Der Islam dergisi, 1931,sayı: 19, s.1—17). (İbn el-Gazi’nin İbn
el-Ravendi hakkındaki değerlendirmelerini içerir).
12. Schriften Jaqub Ibn Ishaq al-Kindi'sin
Stambuler Bibliotheken (M. Plessner’in katkılarıyla hazırlanan İbn İshâ
el-Kindî’nin İstanbul kütüphanelerindeki eserleri üzerine olan çalışmasıddır.),
(Doğu Arşivi, 1932, No:4, s.313—372).
13. Philoloğica VII. Arabische und persische
Schriften über die profane und die mystische Liebe (Der Islam dergisi, 1933,
sayı:21, s.84—109). (Arapça ve Farsça aşk konulu eserleri ele almıştır).
14. H. Ritter ve R. Walzer, Arabische
Übersetzungen griechischer Ärzte im Stambuler Bibliotheken. - Berlin, 1934. 48
s. (İstanbul’daki kütüphanelerde bulunan Arapların tıp ilmi üzerine Yunan
kaynaklarından Arapça’ya çevirdikleri eserlerin derlenmesidir).
15. Philoloğica IX. Die vier Suhrawardi. Ihre
Werke in Stambuler Handschriften {Der Islam dergisi, 1937, sayı:24, s.270—286;
1939, sayı:25, ss.35-86).
Burada
dört Suhrawardi ve eserleri hakkında ayrıntılı bilgi verir. Bunlar Şihabaddin
Abu’1-Futüh Yahya b. Habaş as-Suhrawardi al-Maqtül, Diyaaddin Abu'n-Nacib
Ab-dalqahir al-Suhrawardi , Şihabaddin Abu Hafs Omar b. Muhammad al-Suhrawardi
ve sonuncunun yeğeni Muhammad b. Omar al-Suhrawardi’dir. 74
16. Ayasofya Kütüphanesinde Tefsir İlmine Ait
Arapça Yazmalar (Türkiyat Dergisi, İstanbul, 1945, say:8, s. 1—93).
17. Philoloğica 13. Arabische Handschriften in
Anatolien, und Istanbul
(Ordens,
1949, II, 236—314; 1950, 111, 31—107).
Başta
Bursa olmak üzere, Ankara, Kayseri, Manisa gibi Anadolu şehirlerindeki
kütüphanelerde bulunan birçok mühim eserlerin yüzlerce nüshasının tashihini
vermektedir.75
18. Autographs in Turkish Libraries (Oriens,
1953, VI, 63—90), başlıca müelliflerin el yazılarını gösteren 22 levha ile.
Türkiye
kütüphanelerinde bulunan bizzat müellifinin el yazısı ile olan veya mühim
müelliflerin tashihler, notlar ve icaze kayıtları gibi el yazılarını ihtiva
eden nüshalardan bahseder. Burada meşhur al-Maqamat sahibi al-Hariri’den Omar
as- Suhrawardi'ye kadar birçok yazarların el yazıları gösterilmiştir.76
İ
r an Fi l ol o j i s i
Bu
alanda da önemli eserler vermiştir. İran filolojisi alanında verdiği eserleri
önemli el yazmalarının tespiti, Nizami, Mevlana ve Atar başlıkları altında
toplayabiliriz.77
A
) Y a z m a l a r Üz er i n e
Philologica
VIII. Ansâri. Herewi. – Sena-i Gaznezvi (Der İslam dergisi, 1934, sayı:22,
s.89-105). (Abdullah Ensârî Herevî- Senâî-yi Gaznevî üzerinedir).
B)
N i z ami Üz e r i n e
1
. Über die Bildersprache Nizâmis. - Berlin-Leipzig, 1927, s.73 . (Nizami’nin
tasvirleri üzerinedir).
2. Nizami, Haft pay kar. Heft Peiker. Ein
romantisches Epos. Hrsg. von H. Ritter und J. Rypka. - Prag, 1934. 9 43 -j- 358
s. (Monografie Archivu Orientâlniho, nr. 3).
77
H. Preißler, 2003, s.600
C
) M e vl an a v e M e vl evi l i k Üz e r i n e
1. Reigen der tanzenden Derwische
(Zeitschrift für Vergleichen- de Musikwissenschaft, 1983, 1, 28—40). Mevlevi
semai ve musikisi hakkındadır.
2. Das Proömium des Matnevi-i Mavlawi (ZD M
G , 1939, XCIH;. 169-196).
Mesnevi
de kendisine hitap ile söze başlanılan ve ilk onsekiz beytinde tasavvufi bir
sembol olarak tasvir edilen “ney'in bu özelliği araştırılarak, Mevlana’nın bu
tasvirlerinde Attar’dan esinlendiğine hüküm getirmiştir. Bu bağlamda Attar’ın
ney ile ilgili beyitlerini Almanca’ya çevirmiştir.78
3. Philologica XI. Mavlana Calaladdin Rumi
und sein Kreis (Der Islam dergisi, 1942, sayı:26, s.116—158, 221—249).
Bu
makalede Mevlana’nın hayatı ayrıntılı şekilde anlatılmış, Mevlevilik hakkında
bütün kaynaklar ve tüm nüshaları ayrı ayrı belirtilmiş, çok fazla nüshası olan
Mesnevi hariç bunun dışında tutulmuştur.79
4. Die Mevlânefeier in Konya 11.-17.
Dezember 1960 (Oriens dergisi, 1962, sayı:15, s:249-270).
Mevlana’nın
ölüm yıldönümünde Konya’da yapılan bir anma töreninin ayrıntılı şekilde
anlatıldığı bir çalışmadır. Ayrıca dört ayrı fotoğraf ile Mevlevi seması gözler
önüne serilmeye çalışılmıştır.80
D
) A t t a r Üz er i n e
1. Philologica X.
Faridaddin Attar (Der İslam dergisi, 1939,sayı: 25,
s:154—173).
Bu
makalede Attar’ın hayatı ve eserleri tarihi seyri içinde aktarılmaya
çalışılmıştır.
2. Faridaddin Attar, İlâhinama. Die
Gesprâche des Königs mit seinem Söhnen, eine mystische Dichtung
İstanbul-Leipzig, 1940.s.439 (İslam kitaplığı, No: 12).
O
zamana kadar hiç neşredilmemiş Attar’ın “İlahiname” adlı eserinin tenkitli
basımıdır.
3) Philolagica XV. Fariadddin Attar II
(Oriens dergisi, 1958,sayı:11,s: 1-76) Atar hakkında tespit edilen pek çok
önemli el yazması tanıtılmıştır.
4) Philologica XV. Faridaddin Attar III
(Oriens dergisi, 1959, sayı:13, s:1-88) Attar’ın divanının çok geniş bir
tahlili ve var olan nüshalarının listesini içermektedir. 5)Philologica XVI.
Faridaddin Attarr IV. (Oriens
dergisi, 1961, sayı:14,s.195-239)
Attar’ın
rubaileri detaylı bir şekilde incelenmiştir.
6) Das Meer der Seele. Mensch, Welt and Gott
in den Geschichten des Faridaddin Attar . Leiden, 1955. 777 s.
Bu
Ritter'in en büyük ve en önemli eserlerinden biridir. Attar’ın eserlerinden
yola çıkılarak İslam’ın temel konularını anlatmaya çalışmıştır. Ritter,
Attar'ın hayatını üç devreye ayırır. Birinci devrede hikâyecidir. İkinci
devrede heyecanı belli eden ve uzun uzadıya sürüp giden tekrirler başlar.
Üçüncü devre ihtiyarlık devresidir. Bu devrede Hz. Ali'ye ve ehlibeyte hudutsuz
bir sevgi kendini gösterir. Ritter’ in eserinde Attar’ın hikâyeleri çok güzel
bir şekilde kısaltılarak, İslam ile ilgili konular bu hikâyeler yardımıyla
kolay anlaşılır şekle getirilmeye çalışılmıştır.
7) Ahmad Gazzâli, Sawanih. Ahmad Gazzali's
Aphorismen über die Liebe.
İstanbul
- Leipzig, 1942. 196 s. (İslam kitaplığı, No: 15)
Ahmed
Gazali’nin “Aşıkların Halleri” adlı eserinin kütüphanelerde bulunan farklı
birkaç nüshasını inceleyerek Almanca’ya tercüme etmiştir.
2.4. Franz Babinger’in Hayatı ve
Eserleri
2.4.a. Franz Babinger’in Hayatı
Franz
Babinger, Almanya’nın Weiden şehrinde 15 Ocak 1891 yılında doğdu. Tarih ve
şarkiyat eğitimi alan Babinger, Münih Üniversitesi’nde Hindoloji ve Sami
dilleri alanında doktorasını tamamlamıştır. Birinci dünya savaşına katıldığı
için akademik görevine bir süre ara vermiştir. 1914 yılında gönüllü olarak
İstanbul’a gitmiş ve buradaki Alman karargahında çalışmaya başlamıştır.
Çanakkale, Kafkasya ve Galiçya cephelerinde bulunmuştur. Filistin’de Cevdet
Paşa’nın kurmay heyetinde görev almıştır.
Savaş
sonrasında Almanya’ya dönerek Berlin Friedrich-Wilhelms- Üniversitesi’nde önce
doçent ardından da profesör olarak çalışmalarını sürdürmüştür. 1933’te Nasyonel
Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin iktidara gelmesiyle görevden uzaklaştırmıştır.
Bu süreçte arkadaşlarının yardımıyla Bükreş Üniversitesi’nde çalışmaya başlamış
ve oraya yerleşmiştir.81 1947’ye kadar Yaş’taki Türkoloji Enstitüsü’nde
çalımalarını sürdürmüştür.
İkinci
Dünya Savaşı sonrasında yeniden Almanya’ya dönen Babinger, 1948- 1958 yılları
arasında Münih Üniversitesi’nde Yakın Doğu Tarihi ve Türkoloji profesörü olarak
görev almıştır.
Emekliliği
sonrasında da çalışmalarını sürdürmüş ve çeşitli eserler yayınlamıştır. 1967
yılında Kosova’da bir kaza sonucu boğularak hayata veda etmiştir.82
2.4.b. Franz Babinger’in Eserleri
Babinger’in
ilk büyük eseri Şeyh Bedrettin hakkındaki doçentlik tezidir. Bu tez
Almanya’daki akademik çevrelerde dikkat çekmiştir. Kendisi de tanınmış bir
oyantalist olan dönemin Prusya Kültür Bakanı C.H.Beck Babinger’in o dönem bütün
Avrupa’nın en iyi üniversitesi olan Berlin Üniversitesi’ne profesör olarak
atanmasını sağlamıştır. Babinger’in Şeyh Bedrettin konulu bu tez çalışması
dilimize de A. Cemal tarafından çevrilmiş, 1921 yılında Dergâh mecmuasında
yayınlanmıştır.83
Babinger,
Şeyh Bedrettin hakkındaki çalışmalarını torunu Hafız Halil'in yazdığı Menakıbname'ye
dayandırır. Şeyh Bedrettin günümüzde Yunanistan topraklarında bulunan Simavna
kasabasında doğmuştur. Kesin doğum tarihi bilinmemekle beraber 1358-1365
yılları arasında doğduğu sanılmaktadır. Babası Endülüslü İslam bilginidir,
buradan Simavna’ya gelerek yerleşir ve Simavna kadısı olur. Annesi Rum asıllı
bir Hıristiyan iken Müslüman olan Melek Hatun'dur. Edirne'nin Osmanlılar
tarafından alınmasından sonra ailesi ile buraya yerleşir.
Eğitimine
Edirne'de babasının yanında başlayan Şeyh Bedrettin, o zamanki hocası Molla
Yusuf sayesinde fıkıh ilmiyle tanışır. Hocasının ölümüyle beraber astronomi ve
matematik alanlarında büyük şöhret kazanan Koca Efendi diye de bilinen Bursa
Kadısı Şeyh Mahmut’tan ders almak için Bursa’ya gider. Sonrasında Konya'da
Feyzullah'tan mantık ve astronomi dersleri alan Şeyh Bedrettin o zaman ilim
dünyasının merkezi olan Kahire’ye gitmeye karar verir. 8 Aralık 1382 tarihinde
Kahire'ye ulaşır. Burada Memluk Sultanı Berkuk'un dostu ve danışmanı olan
dönemin ünlü alimlerinden Ekmeleddin el-Bayburti'nin öğrencisi olur. Sultan
Berkuk Bedreddin'i oğlu Ferec'in özel hocalığına tayin eder.
Sultan
Berkuk'un sarayında geçirdiği üç yıl zarfında Hüseyin Ahlati ile tanışır ve
düşüncelerinden etkilenir. Hüseyin Ahlati bir süre sonra Bedreddin'i Tebriz'e
yollar. Burada Anadolu seferinden dönen Timur'la karşılaşan Bedreddin, ilmiyle
Timur'u ve maiyetini etkiler. Timur kendisiyle beraber gelmesini istese de
Bedreddin bunu kabul etmez ve Kahire'ye döner.
Ahlati
ölümünden hemen önce Bedreddin'i halifesi ilan eder. Ancak müritlerinin
bazıları buna tepki gösterir. Bedreddin altı ay sonra Mısır'ı terk eder. Bu
ayrılışın sebebini Rumeli'ye dönme arzusu olarak gösterilse de, müritlerin
muhalefeti ve Mısır'ın içinde bulunduğu siyasi karmaşa da bu kararın sebeplerinden
olabilir.
Şeyh
Bedrettin Kahire’den Edirne’ye dönerken Halep, Karaman, Aydın, İzmir ve
Bursa’ya uğrar. Buralarda kısa sürede tanınır ve buralarda yeni müridleri olur.
Edirne’ye döndüğünde burada yedi yıl geçirir. Ardından yine Edirne’de iki yıl
kazasker olarak çalışır. O dönemler Osmanlı Devleti’nde fetret devri
yaşanmaktadır. Şeyh Bedrettin bir ihanetinden dolayı ailesiyle beraber İznik’e
sürgüne gönderilir. Sürgündeyken daha önce farklı şehirlerden edindiği
müritleriyle haberleşerek üç farklı noktadan Çelebi Mehmet’e karşı ayaklanma
çıkartır. İsyanı bastıran Çelebi Mehmet Şeyh Bedrettin’i kendi fetvasıyla Serez
çarşısında idam ettirtir. 1420’de öldüğü tahmin edilen Şeyh Bedrettin’in
kemikleri 1961’de Divanyolu’ndaki ikinci Mahmut Türbesi haziresine
defnedilmiştir.
Şeyh
Bedrettin İslâm tasavvufunun Vahdet-i Vücud okuluna mensuptur. Büyük
mutasavvıflardan Sofyalı Bali Efendi ve Aziz Mahmud Hüdayi, Şeyh Bedrettin’in
sahte şeyh olduğunu, yolunun batıl olduğunu savunurken, mutasavvıf ve şair
Niyazi Mısri ve son devrin Melamî şeyhlerinden Seyyid Muhammed Nûr'ül Arabî
Şeyh Bedrettin’in yolunun doğruluğunu savunmuşlardır.
Otuz
beşin üzerinde eseri olan Şeyh Bedrettin’in ölümünden sonra eserlerinin birçoğu
gizlenmiş veya kaybolmuştur. Bazı yapıtlarının adı bilinmekle beraber çoğu
eseri günümüze ulaşmamıştır. En iyi incelenmiş yapıtı Varidat'tır. Diğer
bilinen eserleri Cami’ü’l-fusuleyn, Letai'fü’l-işarât, et-Teshil
Meserretü’l-kulûb, Unkudü’l- cevahir, Çerağu'l-fütuh ve Nurü'l-kulub adlarını
taşır.
Üniversitede
profesör olarak göreve başladığında henüz otuz yaşında olan Babinger böyle
seçkin bir üniversite de bu kadar genç göreve getirilen nadir hocalardandır.
İlk dersinin konusu “Anadolu’da İslamiyet” dir ve bir nevi diğer hocalara da
kendini ispat etmeye çalışırcasına dersin çatısı altında bu konuyla ilgili
hacmi küçük fakat değeri büyük araştırma yazıları kaleme almıştır. Bu notlar
Ragıp Hulusi tarafından “Darülfünun Edebiyat fakültesi Mecmuası”nın üçüncü
sayısında yayınlanmıştır. Bu yazılar yine “Darülfünun Edebiyat Fakültesi
Mecmuası”nda Fuat Köprülü tarafından farklı makalelerde ele alınmış ve tenkid
edilmiştir. Aslında son
derece
önemli olan bu yazılar ancak yetmiş beş yıl sonra yeni harflere çevrilmiş ve
“Anadolu’da İslamiyet” adı altında 1996 yılında yayınlanmıştır.84
İslam
devletlerinin hükümdarlarından hemen hepsi şeyhlere karşı büyük hürmet
beslemişler, yeni fethettikleri yerlerde onlar için pek çok tekke inşa
etmişler, onlara vakıflar tahsis etmişlerdir. Elde bulunan kaynaklarla ancak
yedinci asırdan sonraki Anadolu’da sufi hareketleri tahkil etmek mümkündür.
Yedinci
asırda Anadolu’da tasavvuf tarihinin pek çok önemli simasını yaşamıştır.
Muhyiddin Arabi, Konya’da Ahvaddin-i Kirmânî, Tokat’ta Fahreddin Irakî, Kayseri
ve Sivas’ta Şeyh Necmeddin Dâye, Konya’da Sadrettin Konevi, Sadettin Fergâni,
mağribli Afifettin-i Telmesani ve Celâleddin-i Rumî bunlardan bazılarıdır.
Tarihi
seyri içinde incelendiğinde, dikkati çeken bu büyük şahısların tasavvufi bakış
açılarından ziyade, halk arasında yayılan menkıbeleriyle ön plana çıkmalarıdır.
Bu da tasavvufi sistemlerinin halk arasında zamanla değişerek basit itikat
şekilleri haline dönüşmüştür.
Selçuklular
zamanında Anadolu’da fetihlerin hız kazanmasıyla yeni oluşan İslam şehirlerine
Türkmen Babaları ve Horasan sufileri yerleşmişlerdir. Özellikle Moğol
istilaları sonrası Anadolu’ya derviş akını olmuştur. Türkistan, Buhara, Harezm,
İran ve Irak’tan pek çok derviş Selçuklulara sığınmışlardır.
Anadolu’ya
gelen bu dervişlerin büyük çoğunluğunu Kalenderiler oluşturmaktadır. O dönemde
son derece yaygın kabul gören Kalenderîye hakkında ciddi bir çalışma yapılmış
olmaması tuhaftır. Klasik sufilerin, özellikle de Sühreverdî’nin ağır bir
şekilde eleştirdiği Kalenderiler taife-i Abdalân olarak zikredilmektedir.
Kalenderilikte gelecek düşüncesi yoktur. Daha ziyade halkın alt tabakasındaki
insanların dikkatini çekmiştir. Kalenderilik ile Şiilik, Yesevilik, Haydarilik
ve Bektaşiliğin pek çok konuda örtüştüğü görülmektedir.
2.5. Annemarie Schimmel’in Hayatı
ve Eserleri
2.5.a Annemarie Schimmel’in Hayatı
Annemarie
Schimmel, 7 Nisan 1922 yılında, Almanya’nın Erfurt kentinde Protestan bir
ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Postacı olan babasının mistik konulara
ilgisi, ona doğu hikâyeleri okuması, Schimmel ’de çocuk yaşta doğuya karşı bir
ilgi uyandırmıştır. Daha liseye giderken Hans Ellenberg’den özel Arapça
dersleri almaya başlamıştır.85
Lise
mezuniyetinin ardından altı aylık bir staj döneminin sonrası bugünkü Berlin
Humboldt Üniversitesi’nde öncelikle Kimya ve Fizik bölümlerine başlamış bunun
yanında İslam Sanat Tarihi ve Arapça bölümlerine de devam etmiştir. Burada
85
A. Schimmel, Morgenland und Abendland. Mein west-östliches Leben.
Autobiografie, München 2002.
Ernest
Kühnel’den Arap Dünyası ve İslam Sanatları dersleri almıştır. Farsça hocası
yine tanınmış bir oryantalist olan Hans Heinrich Schaeder’dir. Richard
Hartmann, Helmut Ritter, Annemarie von Gobain ve Fritz Meier Schimmel’in
eğitimine katkıda bulunmuş diğer şarkiyatçılardır. “Geç Dönem Mısır
Memlükler’in de Halife ve Kadıların Durumu” adlı teziyle on dokuz yaşında
doktorasını tamamladı. İkinci Dünya Savaşı sırasında dış işlerinde tercümanlık
yapmaya başladı. Akademik çalışmalarına da ara vermeksizin devam etti.86
İkinci
Dünya Savaşı bitene kadar Alman Dışişleri Bakanlığı’nda Türkçe telgrafların
çevirisi işine devam etti. Savaş sonrası Amerikalıların oluşturduğu gözaltı
kampına gönderildi. Buradakilerle birlikte küçük bir kamp üniversitesi açtı ve
burada İslam’la ilgili dersler verdi. Bu derslerden birine şans eseri katılan
Prof.Friedrich Heller’in teklifi ile Marburg Üniversitesi’nde öğretim görevlisi
olarak çalışmaya başladı. “Geç Dönem Memlüklerin de Asker Sınıfının Yapısı”
konulu teziyle doçent oldu. Bir yandan üniversitede Arapça, Türkçe, Farsça ve
İslam Tarihi dersleri verirken diğer yandan Doğu metinlerinden bazılarını
tercüme etmeye başladı. “Erken Dönem İslam Tasavvufunda Mistik Sevgi Kavramı
Üzerine Araştırmalar” başlıklı ikinci doktora teziyle, Marburg Üniversitesi
Teoloji Fakültesi’nde Dinler Tarihi Doktoru ünvanını aldı. 1952 yılında el
yazmalarını incelemek için İstanbul’a gitti ve burada sufi İbn-i Hafif üzerinde
çalıştı. 1953’te Marburg Üniversitesi’nde profesör oldu.87
Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Dinler Tarihi derslerini okutmak üzere,
1954 tarihinde, Hilmi Ziya Ülken başkanlığında, Bedi Ziya Egemen, Şakir Sabri
Ansay, Suut Kemal Yetkin ile Tayyip Okiç’ten meydana gelen fakülte kurulunun
onayıyla, kendisine profesörlük kadrosu verilen Schimmel, aynı zamanda bu
fakültede Dinler Tarihi Kürsüsü’ nün kurulmasına öncülük etti. Burada verdiği
dersler, fakülte tarafından 1955 senesinde Dinler Tarihine Giriş adıyla
yayınlandı. Türkiye’de geçirdiği uzun yılları iyi değerlendiren Schimmel
neredeyse çocukluktan beri ilgisini çeken Mevlana’nın şehri olan Konya’yı
defalarca gezdi, araştırmalar yaptı ve Türkiye’de başta Samiha Ayverdi ve Rufai
tarikatı mensupları olmakla beraber pek çok dost kazandı.88
Schimmel
beş yıl sonra 1954’te Almanya’ya geri döndü ve 1961 yılında Bonn
Üniversitesi’nde Arap dili ve İslam konulu dersler verdi. Bu görevi esnasında
“Fikrun ve Fen” adlı derginin editörlüğünü yaptı.89
1967
yılında Harvard Üniversitesi’nden üniversite bünyesindeki Hint-İslam kültürü
kürsüsünün başına geçmesi konusunda teklif aldı. Bu teklifi kabul eden Schimmel
1970’de Harvard Üniversitesi’nde kadrolu profesör oldu ve Türkiye ile başlayan
doğu ile tanışıklığı Hindistan ile devam etti.90
Amerika’nın
ardından Tahran’da, Londra İslam Enstitüsü’nde, Edinburgh Üniversitesi’nde
dersler veren Schimmel için ikinci vatanı olarak gördüğü Pakistan’ın yeri
başkadır bu nedenle Lahor’daki Goethe Enstitüsüne onun adı verilmiştir.91
1992’de
resmen emekli olan Schimmel 1997’de yetmiş beşinci yaş gününde Bonn
Üniversitesi’nde onuruna Hint-Müslüman-Kültürü kürsüsü açılması ile vefatına
kadar burada ders vermeye devam etmiştir. Ayrıca yine vefatına kadar ilmi
çalışma ve seyahatlerine devam etmiştir.92
Schimmel’in
şimdiye kadar adı geçen diğer müsteşriklerden farkı eserlerinin merkezini
tasavvufi metin ve şiirlerin oluşturmasıdır. Şimdiye kadar adı geçen diğer
müsteşrikler tasavvuf alanında da eser vermekle birlikte İslam tarihi,
felsefesi gibi alanlara da aynı ağırlıkla eğilmişler ve eserler vermişlerdir.93
2.5.b. Annemarie Schimmel’in Eserleri
Annemarie
Schimmel’in yayınlanmış yüzün üstünde kitabı, birçok makale ve bilimsel
yayınları mevcuttur. Ayrıca kendi eserleri dışında pek çok eserinde basılmasına
destek olmuş, bazılarına giriş ya da ön söz yazmıştır. Başlıca eserleri şunlardır:
1. Die Stellung des Kalif und Kadi am
Ausgang der Memlukenzeit, (Memlüklülerde Halife ve Kadı’nın Durumu konulu
doktora tezi),Berlin 1942.
2. Index zur Chronik des Ibn Ijas, (Memlük
tarihçisi Muhammed İbn-i Iyas hakkında) İstanbul 1945.
3. Yakup Kadri. Flammen und Falter.
Gummersbach (Florestan) 1947. Köln 1986. (Yakup Kadri’nin Nur Baba adlı
eserinin Almanca’ya çevirisidir).
4. Lied der Rohrflöte (Neyin Söylediği).
Ghaselen, Hameln (seifert) 1948.
5. Die Bildersprache Dschelaladdin Rumis
(Mevlananın Tasvir Dili), Walldorf-Hessen (Verlag für Orientkunde) 1949
6. Die Religionen der Erde (Dünya Dinleri).
Wiesbaden (Harrassowitz) 1951.
7. Lyrik des Ostens. Gedichte der Völker
Asiens vom Nahen bis zum Fernen Ostern (Doğu’da Lirik, Yakın Doğu’dan Uzak
Doğu’ya Asya Halklarında Şiir), (Wilhelm Gundert/Annemarie Schimmel/Walter
Schubring) , München (Hanser) 1952.
8. Studien zum Begriff der mystisehen Liebe
in der frühislamischen Mystik (İlk Dönem İslam Tasavvufunda Tassavufi Aşk
Konusunda Araştırmalar), (Marburg Üniversitesinde Yaptıgı Doktora Tezi),
Heidelberg 1954.
9. Abu'i-Hasan ad-Dailami. Sırat as-Sayh
al-Kabîr Ebu Abdullah İbn el-Hafif as-Şirâz, Ankara (Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Yayınları) 1955-Tahran 1992.
10. Muhammad İbal. Das Buch der Ewigkeit
(Sonsuzluk Kitabı). Kitabın Almanca’ya çevirisidir. München (Hueber) 1957.
11. Dinler Tarihine Giris, Ankara (Güven
Matbaası) 1958.
İstanbul
(Kırkambar Yayınlan) 1999.
12. Muhammad İqbal. Cavidname, Ankara (Türk
Tarih Kurumu Basımevi) 1958. Cavidname. Muhammed İkbal. Farsça’dan Tercüme
Annemarie Schimmel, Ankara (Kültür Bakanlığı Yayınları) 1989/2000. İstanbul
(Kırkambar Yayınları) 1999.
13. Ernest Trumpp. A Brief Account of his Life
and Work, Karachi (The Pakistan – German Forum) 1961. Ernest Trumpp. 1828–1885.
Karatschi (Pakistan- Deutsches Forum) 1998. (Ernest Trumpp’ın hayatı ve
eserleri üzerinedir.)
14. Gabriel's Wing. A Study into the Religious
Ideas of Sir Muhammad Iqbal, (Leiden) 1963. (Muhammed İkbal’in “Cebrail’in
Kanadı” adlı eserinin İngilizce tercümesi ve Muhammed İkbal’in din görüşü
üzerine Schimmel’in çalışmalarını içerir).
15. Muhammad Iqbal. Botschaft des Osten. (Als
Antwort auf Goethes West Östliche Divan). Wiesbaden (Harrassowitz) 1963.
(Muhammed İkbal’in “Şark Haberi” adlı eserinin Almanca tercümesidir, eserin
Goethe’nin “Divanına yanıt olarak yazıldığı ifade edilmiştir).
16. Botschaft des Ostens: Ausgewaehlte Werke /
Muhammad Iqbal. (“Şark Haberi” ve Muhammed İkbal’in Eserlerinden Seçmeler).
Annemarie Schimmel, Tübingen/Basel 1977.
17. Mavlana Dschelaladdin Rumi. Aus dem Diwan.
(Mevlana’nın “Divan-ı Kebir’inin Farsça’dan Almanca’ya çevirisidir). Stuttgart
(Reclam) 1964.
18. Pakistan: Ein Schloss mit Tausend Toren,
Zürich 1965. (Pakistan: Bin Kapılı Bir Saray)
19. Friedrich Rückert: Übersetzungen Persischer
Poesie.( Friedrich Rückert’in Farsça şiirlerden yaptığı çevirilerin Annemarie
Schimmel’in önsözü ve sadeleştirmesiyle yeniden yayınlanmış halidir). Wiesbaden
1966.
20. Weltpoesie ist Weltversöhnung, (Şiir
Dünyanın Uzlaştığı Dildir) Schweinfurt 1967.Würzburg 1996.
21. Arabische Sprachlehre, 2 Cilt. Heidelberg
1968. — Modern Arapça Grameri, çev. Ekrem Sarıkçıoglu, İstanbul 1982.,
Heiderberg 1983.
22. Al-Halladsch: Märtyrer der Gottesliebe. Leben und Legende.
Übersetzungen
aus dem Arabischen, Persishen, Türkischen, Sindhi, Siraiki, und Urdu, Köln
(Hegner) 1968.
-
Sind Halk Şiirinde Hallac-ı Mansur, Çev. Sofi Huri İbrahim Bin Edhem,
İstanbul(Redhouse
yayınevi) 1969.
23. Persischer Psalter / Muhammed Iqbal.
Übersetzungen aus dem Persischen, Urdu und Englischen, Köln (Hegner)
1968.(Farsça, Urdu’ca ve İngilizce’den Muhammed İkbal’in eserlerinden yapılan
çevirileri içerir).
24. Islamic Calligraphy, Leiden (Brill) 1970.
(Hat Sanatı üzerine yapılmış bir çalışmadır).
25. Islamic Literatures of India.Wiesbaden
(Harrassowitz) 1973. (Hindistan’da yazılan İslami eserler üzerinedir).
26. Sindh Literature. Wiesbaden (Harrassowitz)
1974. (Sindi Edebiyatı üzerinedir).
27. Classical Urdu Literature from the
Beginning to Iqbal. (Başlangıcından Muhammed İkbal’e kadar İtibaren Klasik Urdu
Edebiyatı). Wiesbaden (Harrassowitz) 1975.
28. Sufi Literatüre, New York 1975. (Tasavvuf
Literatürü).
29. Mystical Dimensions of Islam, Chapel Hill
1975.
—Mystische
Dimensionen des Islam, Aalen 1979.
—Tasavvufun
Boyutları, çev. Ender Gürol, İstanbul (Adam Yayıncılık) 1982.
—Mystische
Dimensionen des Islam. Die Geschichle des Sufismus, Köln 1985.
—İslamın
Mistik Boyutları, çev. Ergun Kocabıyık, İstanbul (Kabalcı Yayınları)
2001
30. Pain and Grace. A Study of Two Mystical
Writers of 18. Century Muslim India, Leiden (Brill) 1976 (18. Yüzyıl Müslüman
Hindistan’ında İki Sufi Yazar Üzerine Araştırma).
31. From Sanai to Maulana and Iqbal, Kabul
1977.(Sanai’den Mevlana Ve
İkbal’e).
32. Denn Dein ist das Reich: Gebete aus dem
Islam. (İslam’da İbadet) Ausgewaehlt und übersetzt von Annemarie Schimmel,
Freiburg (Herder) 1978.
33. Web beli eve in Öne GOD: The Eperince of GD
in Christianity and Islam, New York 1979. (Tek Tanrı’ya İnanıyoruz:
Hristiyanlık’ ta ve İslamiyet’te Tanrı Kavramı).
34. lch bin Wind und Du bist Feuer. Leben und
Werk des Grossen Mystikers, Köln,Düsseldorf (Diederichs) 1978.
—I
Am Wind, You Are Fire. The Life and Work of Rumi, Boston 1992.
-Ben
Rüzgârım Sen Ates Mevlâna Celâleddîn Rumî’nin Hayatı ve Eserleri, çev.
Senai
Özkan, İstanbul (Ötüken Yayınları) 1999
35. Triumphal Sun. A Study of the Works of
Jalaloddin Rumî, London 1978. (Mevlana’nın Eserleri Üzerine Yapılan
Çalışmalar).
—Al-Shams
al-Munta'irah. Dirâsât Âthâr al-Shâ'ir al-Islâmial-Kablr Jalal al- Dın
al-Rûm’ı, tarjamah: 'Isa 'Ali 'Âküb, Tahran 2000–2001.
36. A Dance of Sparks: Imagery of Fire in
Ghalib's Poetry, Neu Delhi (Ghalib Academy) 1979. (Kıvılcımların Dansı:
Galib’in Şiirinde Ateş Tasviri).
37. Islam in the Indian Subcontinent (Handbuch
der Orientalistik), Leiden 1980. (Hint Alt Kıtası’nda İslamiyet).
38. Maerchen aus Pakistan. (Pakistan
Masalları).Übersetzung aus dem Sindhi, Düsseldorf/Köln (Diederichs)1980. 1981
39. German Contributions to the Study of
Pakistani Linguistics, Hamburg 1981. (Pakistan Dil Bilimi Çalışmalarına
Almanların Katkıları).
40. Und Muhammad ist Sein Prophet. Die
Verehrung des Propheten in der Islamischen Frömmigkeit, Düsseldorf/Köln
(Diederichs) 1981.(Muhammed O’nun Eiçisidir. İslam İnanışında Peygamberin
Yeri).
-And
Muhammad is His Messenger. The Veneration of the Prophet in Islamic Piket, Cape
Hilal / Landon (The University of North Carolina Press) 1985.
41. Aspects of Mevlâna, Ankara 1981. (Tüm
Yönleriyle Mevlana).
42. Tükische Gedichte vom 13.Jahrhundert bis in
unsere Zeit. (Übersetzt von
Annemarie
Schimmel), Ankara 1981.(13. Yüzyıldan Günümüze Türk Şiiri).
43. As Through a Veil: Mystical Poetry in
Islam. (İslam’da Tasavvufi Şiir) Lectures on the History, American Council of
Leamed Societies (New York), 12 (1982).
—
As Through a Veil. Mastıca Porteye in İslam, New York (Columbia Üniversite
Pres) 1982.
44. Gaerten der Erkenntnis. Texte aus der
islamischen Mystik. (Bilgeliğin Bahçesi-Tasavvufi Metinler). Übersetzung aus
dem Arabischen, Persischen, Türkischen, Urdu und Sindhi, Düsseldorf 1982.
45. Gaerten der Erkenntnis. Das Buch der vierzig
Sufi Meister, München 1991. Bilgeliğin Bahçesi- Kırk Şeyh
Islam
in India and Pakistan, Leiden (Brill) 1982.
47.
Makli Hill: A Center of islamic Culture in Sindh, Karachi 1983. (İslami
Kültürün Merkezlerinden Biri Olarak Makli Hill)
48. Anvari's
Divan. İranlı şair
Envari’nin (..--J\ ..--..
\r.. J--.c 0r.. .)_---j\ ..---..: "" 0:---ı.\r.. )
Divanı.
Fogg Art Museum of Harvard University, New York (Metropolitan Museum of Art)
1983.
49. Calligraphy and Islamic Culture, New York
(New York University Press) 1984. (Yazı Sanatı ve İslam Kültürü).
50. Das Mysterium der Zahl. Zahlensymbolik im
Kulturvergleich. Köln (diederichs) 1984. (Farklı Kültürlerde Sayıların Gizemi).
51. Sterne und Blume. Die Bilderwelt der
persischen Poesie, Wiesbaden (Harrassowitz)1984. ( Yıldızlar ve Çiçekler-İran
Şiir’inde Tasvir)
52. The Mystery of Numbers, Oxford 1993-
—Sayıların
Esrarı, çev. Mehmed Temelli, _stanbul (Mitos Yayınlan) 1997 Sayıların Gizemi,
çev. Mustafa Küpüsoglu, _stanbul (Kabalcı Yayınevi) 1998.
53. Muhammad ibn Ahmad ibn Iyas: Alltagsnotizen
eines ägyptischen Bürgers.
Stuttgart
(thienemann) 1985. (İbn-i İyas’ın “Bir Mısırlı’nın Günlüğü” adlı kitabının
Almanca’ya çevirisidir.
54. Robert Irving. Der arabische Nachtmahr oder
die Geschichte der 1001 Nacht. Köln (Diederichs) 1985. ( “Binbir Gece
Masalları” ' nın İngilizce’ den Almanca’ya çevirisidir.).
55. Liebe zu dem Einen. Texte aus der
mystischen Tradition des indischen Islam. Ausgewählt, aus dem persischen,
arabischen, urdu und sindhi. Einsiedeln / Zürich 1986. ( Allah Aşkı- Hint
Kültüründen Tasavvufi Metinler).
56. Aus dem Diwan. (Unesco’nun “Temsili
Eserler” serisinin Asya eserleri ile ilgili bölümü için Schimmel’in Farsça’dan
yaptığı ve önsözünü yazdığı “Divan-ı Kebir”in belli bölümlerinin tercümesidir).
Stuttgart (Philip Reclam) 1986
57. Friedrich Rückert. Lebensbild und
Einführung in Sein Werk, Freiburg (Herder) 1987. (Friedrich Rückert: Hayatı ve
Eserleri).
58. Ibn ata Allah Bedrängnisse sind Teppiche
voller Gnaden, (übersetzt und eingeleitetvon Annemarie Schimmel), Freiburg
(Herder) 1987. (İbn-i Atâullah’ın “Hikem-i Atâiyye” adlı eserinden yaptığı
çeviridir).
59. Nimm eine Rose und nene sie Lieder. Poesie
der islamischen Völker, Köln/London/New York 1987. —Frankfurt / Frankfurt (Insel) 1995. (Güle
Şarkı
Yazmak – İslam Toplumlarında Şiir).
60. Maulana Dschelaladdin Rumi. Von Allem und
von Einem (“Fihi Ma-fih”in Farsça ve Arapça’dan Almanca’ya çevirisi). München
1988.
61. Islamic Names, Edinburgh 1989. (İslami
İsimler).
62. Die orientalische Katze, Köln (Diederichs)
1983 (Şark Hikâyeleri, Şiirleri, Atasözleri, Şarkıları, Deyimleri). —Die
orientalischer Katze. Geschichten, Gedichte, Sprüche, Lieder und
Weisheiten,
Köln 1989.
63. Muhammad Iqbal: prophetischer poet und
philosoph, München (Diederichs) 1989. (Şair ve Filozof: Muhammed İkbal).
64. Von Ali bis Zahra: Namen und Namengebung in
der islamischen Welt, München 1989. (A’da Z’ya İslam dünyasında isimler ve isim
verme).
65. Wanderungen mit Junus Emre, Köln (Önel)
1989. —Yunus Emre ile Yollarda, çev. Senail Özkan, _stanbul (Ötüken Yayınları)
1999. Yunus Emre'nin hayatı ve eserleri konusunda bir incelemedir.
66. Was hat ein Auge und einen Kopf? 300
Türkische Volksraetsel, Köln (Önel) 1990. (Üç Yüz Türk Bilmecesi).
67. Die Religion des Islam. Eine Einführung,
Stuttgart (Reclam) 1990. (İslam Dinine Giriş)
68. Mein Bruder Ismail. Erinnerungen an die
Türkei, Köln (Önel) 1990. (Schimmel’in Türkiye’de yaşadığı günlerini ve
özellikle İstanbul’u anlattığı eseridir).
69. Yunus Emre. Ausgewahlte Gedichte, Köln
(Önel) 1991. (Yunus Emre’den Seçme Şiirler).
70. Die Rose, Bad Neuheim-Steinfurth,
(Rosenmuseum Steinfurt) 1991. (Gül).
71. Look! His is Lome: Poems of Rumi, Boston
(Sambalar) 1991. (Mevlana’dan Seçmeler).
72. Önel Demirci:Türkische Namen und ihre
Bedeutung, Köln (Önel) 1992. (Türk İsimleri ve anlamları).
73. İslam: An Introduction, New York 1992.
(İslam’a Giriş).
74. Rumi's World: The life and Work of the
Great Sufi Poet, Boston (Shambhala) 1992 (Büyük İslam Düşünürü Rumi’nin Hayatı
ve Eserleri).
75. Gewaender Gottes, Tübingen (Mohr) 1993.
(İslam’ın Değerler Dünyası).
76. A Life of Learning, Washington DC (American
Council of Learned Societies) 1993 (Kendi hayat hikâyesini anlattığı on dokuz
sayfalık makaledir).
77. Make a Shield from Wisdom: Selected Verses
from Nasir-i Khusraw's Divan. Übersetzung aus dem Persischen, London/New York
(Kegan Paul International) 1993. (Nasır-ı Hüsrev’in divanından Farsça’dan
Almanca’ya çevrilmiş seçme beyitleri içerir).
78. Rumi: Sieh! Das ist Liebe - Gedichte, Basel
(Sphinx) 1993–1994. (Rumi’den Beyitler).
79. Berge, Wüsten, Heiligtümer, Meine Reisen in
Pakistan und Indien, München (C.HBeck) 1994. (Dağlar, Çöller, Kutsal Mekanlar-
Pakistan ve Hindistan Gezisi).
80. Deciphering the Signs of God. A
Phenomenological Approach to Islam, Edinburgh (Edinburgh University Press)
1994.
—
Die Zeichen Gottes. Die religiöse Welt des Islams, München ( C.H. Beck) 1995.
—Tanrı’nın
Yeryüzündeki İşaretleri, çev. Ekrem Demirli, Kabalcı yay. İstanbul 2004
81. Das Mathnawi: ausgewählte Geschichten von
Dschelaluddin Rumi. (Scimmel’in Farsça’dan çevirdiği eser Mesnevi’den seçme
hikâyeler içerir). Aus dem Persischen von Annemarie Schimmel), Basel 1994,
Opladen 1994.
82. Terres d'Islam - Aux sources de l'Orient
musulman, Paris (Maisonneuve & Larose) 1994.
—Die
Welt des islam. Zu den Quellen des muslimischen Orients. Eine Reise nach Innen,
Düsseldorf / Solothurn 1995. (İslam Dünyası- Öze Yolculuk).
83. Weisheit des Islam, Suttgart (Reclam) 1994.
(İslam Bilgeliği).
84. Meine Seele ist eine Frau: Das Weibliche im
islam, München (Kösel) 1995
-My
Soul is a Women, translator: Susan H. Ray, New York 1997.
-Ruhum
Bir Kadındır, çev. Ömer Enis Akbulut, İstanbul (İz Yayıncılık) 2001.
85. West-östliche Annâherungen - Europa in der
Begegnung mit der islamischen Welt, Stuttgart / Berlin / Köln 1995. (Doğu-Batı
Yakınlaşması: Avrupa’nın İslam ile Tanışması).
86. Das Buch der Welt: Wirklichkeit und
Metapher im Islam, Würzburg 1996. (İslam’da Gerçek ve Mecaz)
87. Die schönsten Gedichte aus Pakistan und
Indien: Islamische Lyrik aus tausend Jahren, München (C.H. Beck) 1996.
(Pakistan ve Hindistan’da İslami Edebiyat).
88. Islam. A Need for Understanding, Birmingham
(Centre for the Study of islam and Christian-Muslim Reflections) 1996. (İslam’ı
Anlama İhtiyacı).
89. Jesus und Maria in der islamischen Mystik,
München (Kösel) 1996. (İslam Tasavvufu’nda İsa ve Meryem).
90. Rosenduft und Sâbelglanz. Islamische Kunst
und Kultur der Mogulzeit. (Jürgen W. Frembgen’in yayınladığı bu esere tasavvufi
şiir üzerine bir bölüm yazmıştır.) ,München 1996
91. Die drei Versprechen des Sperlings. Die
schönsten Tierlegenden aus der islamischen Welt, München (C.H. Beck) 1997.
(İslam Dünyası’nda Hayvan Efsaneleri)
92. Muhammad Iqbal - zwischen Poesie,
Philosophie und Politik, Hamburg (Der Übersee-Club e.V.) 1997. (Muhammed İkbal:
Şiir, Felsefe ve Politika).
93. Asrâr al-ishq al-Mubdi_ fi Kitâbât Muhammad
Iqbâl: Secrets of Creative Love, in the Work of Muhammad Iqbal,
Arabisch/English, London 1998. (Muhammed İkbal’in Eserleri’nde Allah Aşkı).
94. Die Traeume des Kalifen: Traeume und ihre
Bedeutung in der islamischen Kultur, München (C.H. Beck) 1998. (Halife’nin
Rüyaları- İslam’da Rüya Tabirleri).
95. Kompass Islam, Hannover 1998. (İslam’ın
Temel Taşları).
96. Wiederholte Spiegelungen. Gedichte, Köln
(Önel) 1998. (Şiirler).
97. Gesang und Ekstase: Sufi-Texte des
indischen islam, München 1999. Hint Kültürü’nden Tasavvufi Metinler).
98. Im Namen Allahs, des Alibannherzigen: Der
islam, München 1999. (Allah’ın Adıyla)
99. Çağın Mevlanası Muhammed İkbal, çev. Senail Özkan, İstanbul
(Kırkambar Yayınları) 2000.
100. Im Reich der Grossmoguln. Geschichte, Kunst,
Kultur, München 2000. (Büyük Moğol Hükümdarlığı: Tarihi, Sanatı ve Kültürü).
101. Sufismus. Eine Einfühmng in die islamische
Mystik, München 2000. (Tasavvufa Giriş).
102. The Family of Earth, (Northword Press) 2001.
(Dünya Ailesi).
103. Kleine Paradiese. Blumen und Gaerten im
Islam, Reihe: Herder- Spektrum, Bd. 5192, Freiburg / Basel / Wien (Herder)
2001. (Küçük Cennet- İslam’da Bahçe Sanatı).
104. Rumi Meister der Spiritualitaet, (Reihe:
Herder-Spektrum 5093), Freiburg (Herder) 2001. (Mevlâna).
105. Das Islamische Jahr, Zeiten und Feste,
C.H.Beck, München 2001. (İslam Takvimi, Önemli Gün ve Bayramlar).
106. Islam und Europa: kulturelle Brücken, Reihe:
Schriften des Collegium Europaeum Jenense 26, Jena und Erlangen 2002. (İslam ve
Avrupa: Kültürel Köprüler)
107. Auf den Spuren der Muslime. Mein Leben
zwischen den Kulturen, (Kültürlerler Arasında Hayatım). Freiburg (Herder) 2002.
108. Morgenland und Abendland Mein West-östliches
Leben, (Doğu ve Batı:
İki
Dünya Arasında Hayatım). München (C.H.Beck) 2002.
Schimmel
tasavvuf hakkında pek çok eser kaleme almasına rağmen tasavvuf hakkında yazı
yazmanın, neredeyse imkânsız olduğunu belirtmiştir. Tasavvufun sınırları yoktur
ve ne yazarsanız yazın herkesi tatmin etmesi mümkün değildir. Onu bütünüyle
tanımlamak tek bir kişinin yapabileceği bir şey değildir. Çünkü tasavvufun
karşısında her birey Mevlana’nın hikâyesinde file dokunup, dokundukları bölgeye
göre
tasvir yapan körler gibidir. Herkes için kendi ulaşabildiği ya da
algılayabildiği ölçüde bir tasavvuf tarifi vardır.94
Schimmel’e
göre tasavvuf mutlak aşktır. Mutlak aşkı yaşayan Allah’ın onu denemek için
gönderdiği tüm sıkıntılara sabreder hatta bunlardan zevk alır. Tasavvuf bu
kadar derin bir içsel deneyimken bunu sözlerle ifade etmenin güçlüğüne değinen
Schimmel, tasavvufu biraz olsun anlayabilmek için tasavvufi terimlerin ve bu
terimlere sufilerin verdiği manaların değerlendirilmesinin doğru olacağını
düşünür.
Bu
bağlamda tasavvufi terimlerin manalarını irdelemeye çalışan Schimmel
eserlerinde özellikle şu terimlerin manaları üzerinde de durmuştur:
Tasavvuf:
Tasavvuf, Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmaktır, edeptir.
Sufi:
Sufi kelimesinin hikmet manasına gelen Yunanca sofos kelimesinden geldiğini
söylenmektedir. Sufilerin Ashab-ı suffayı dost bildikleri veya masivadan yüz
çevirdikleri için bu ismi aldıkları belirtilmiştir.
Şeriat:
Allah’ın yasalarının oluşturduğu, her müslümanın yürümesi gereken ana yoldur.
Tarikat:
Daha dar ve yürümesi daha zor olan ve ana yola açılan yan yoldur.
Hakikat:
İç hallerdir. Schimmel şeriat, tarikat ve hakikati Hristiyanlığın via
purgativa, via contemplativa ve via illumminativa şeklindeki ayırımına
benzetmiştir.
Hal:
Bulunduğu makama göre Hak’tan kalbe gelen bir lütuftur.
Makam:
Belirli ölçüde insanın kendi gayretiyle ulaştığı sonsuz mertebedir. Tövbe,
tevekkül ve fakr başlıca makamlardır. Bu makamlardan geçmek için müride yol
gösterecek bir kılavuza ihtiyaç vardır ve bu da şeyhtir. Şeyh içindeki gerçek
kalbi doğurmasında müride yardım eder. Bu zorlu bir yoldur ve bu yoldaki
güçlüklerin aşılabilmesi mürşit ile mürit arasındaki güven ve sevginin tam
olmasına bağlıdır. Schimmel bu noktada mutasavvıfların, şeyh hatalı olsa bile
mutlak itaatin gerekli olduğunu düşündüklerini belirtmiş ve bu düşünceyi
Müslümanların bir kısmının tasavvuftan hoşlanmamalarının önemli nedenlerinden
biri olarak göstermiştir.
Tövbe:
Günahlardan uzak durmak ve her türlü dünyevi kaygıdan vazgeçmektir. Aniden
teşekkül eden bir durum, etkileyici bir rüya, etkili bir Kuran kıraati ve bunun
gibi insanın iç dünyasını etkileyen herhangi bir olay insanda tövbe hissi
uyandırabilir. Schimmel bu durumla ilgili İbrahim Ethem Hazretleri’nde tövbe
hissi uyandıran bir kıssayı nakleder.95 Prens olan İbrahim Ethem Hazretleri bir
gece sarayda tuhaf sesler işitir. Görevlilere sesin nereden geldiğini
bulmalarını emreder. Görevliler sesin damdaki bir adam tarafından çıkarıldığını
fark ederler ve adamı İbrahim Ethem Hazretleri’nin huzuruna getirirler. Adama
bu saatte damda ne aradığını sorduğunda adamın kaybettiğim devemi arıyordum
şeklinde cevap vermesine hayli şaşıran İbrahim Ethem böyle imkânsız bir işle
uğraşması yüzünden adama kızar adamda ona bunca lüks arasında Allah’ı (c.c)
aramanın damda deve aramaktan farksız olduğunu söyler. Bu cevapla irkilen
İbrahim Ethem Hazretleri tövbe ve sahip olduğu her şeyi o anda terk eder.
Dünya
asıl hedefe ulaşmanın önündeki en büyük engel, tehlikeli bir tuzaktır. Bu
nedenle tövbe edince dünyevi arzuların terk edilmesi esastır. Burada dünya terk
edilirken geçmişte işlenilen günahların da tamamen unutulup unutulmaması
gerektiği probleminin ortaya çıktığına değinen Schimmel bu konuda da
mutasavvıflar arasında farklı görüşler olduğunu belirtir. Sehl et-Tüsterî gibi bazıları
günahların unutulmamasının gerektiğini, bunun manevi gurur tehlikesi karşısında
bir kalkan olacağını savunurken, Cüneyd gibi diğer bir kısım ise günahların
unutulması gerektiğini savunmuştur. Aşık müşahede halindedir. O haldeyken
günahları hatırlamak cefa olur ve bu ruh safasını cefayla perdelemek
anlamsızdır.
Tövbe
kapısının hiç kapanmayacağı görüşü de bütün sufiler arasında ortaktı.
Burada
hayranı olduğu Mevlana Hazretleri’nin:
“Gene
gel, gene gel,
Binlerce
defa tövbeni bozmuş olsan da gene gel.”96
Dizelerinde
ki ifadenin tüm sufilerce paylaşıldığını ifade eden Schimmel tövbe kapısından
yüz çevrilmemesinin önemine değinmiştir.
Zühd:
Züht öncelikle mubah olan her şeyi terk etmek, ardından dünyayı terk etmek en
sonunda da kalbi Allah’tan (c.c) ayıran her şeyi terk etmektir. Burada
özellikle sufilerin tarih boyunca yönetici sınıfından uzak durduğuna değinen
Schimmel, sufilerin saf niyetlerini kirletebilecek herhangi bir ilişkiden uzak
durduklarını kaydetmiştir. Yönetim kademelerinden gelen hiçbir hediyeyi kabul
etmeyen sufiler, bu kademe de görev almaktan da imtina etmişlerdir.
Nefs:
Nefs benliktir. Tarikat yolunun tövbe ve zühtten sonraki durağı nefsle
girişilen mücadeledir. Yusuf suresi 53. ayetteki “kötülüğü emreden nefs”
ifadesi sufilerin nefs terbiyesi yönteminin çıkış noktasıdır. Müridin en önemli
görevi nefsin arzularına dur diyebilmektir. Nefs ayrıca kılıktan kılığa girer
ve onun hileleri konusunda da sufilerin uyanık olması gerekmektedir. Sürekli
ibadet bile bir süre sonra nefs için zevk kaynağı olabilir bu yüzden yapılan
vazifelerin hazzı ile aldanmaktan da sakınmak gerekir.
Nefsle
girişilen mücadelede ki en büyük tehlike tembelliktir. Bu nedenle çoğu mürşid
müridine zahiren boş gibi görünse bile pek çok vazife vererek tembelliğe
düşmesine engel olmaya çalışmıştır.
Nefsin
terbiyesindeki en önemli araç tasavvufun başlangıcından günümüze oruç ve az
uyumaktır. Az ye, az konuş ve az uyu düsturu her zaman geçerliliğini
korumuştur. Tasavvuf ehlinin açlık konusunda ne kadar aşırıya giderlerse
gitsinler çağdaşlarına göre daha uzun ömürlü olmaları Schimmel’e göre
araştırmaya değer bir konudur.
Tevekkül:
Allah’a tam güvendir, O’na teslim olmaktır. Gerçekten her şeyi Allah’ın (c.c)
yarattığına iman eden insan O’ndan başkasına güvenemez. Tevekkül tam imanın kaçınılmaz
neticesidir. Allah’tan başkasına dayanmak, güvenmek gizli şirktir. Gerçekten
tamamen Allah’a (c.c) dayanılıp güvenildiğinde ne insanlar ne de hayvanlar
mutasavvıflara hiçbir zarar veremez. Schimmel burada tevekküle en önem veren
mutasavvıflardan biri olan Ebû Türâb en- Nakşebî’nin çölde aslanlara yem
olmasını ilginç bir olay olarak belirtir.
Tasavvufun
ilk dönemlerinde tevekküle yapılan vurgu gerçekten çok fazladır. Schimmel’e
göre Gazali’nin İhyâu Ulûmi’d-Dîn adlı eserindeki “Havf ve Recâ” bölümü
tevekkül konusundaki sert bakış açısını fazlasıyla gözler önüne serer.
İlerleyen zamanlarda bu bakış açısı sünnetin ihlali sayılmış ve “Önce deveni
bağla, sonra tevekkül et” buyurulan hadis bu bakış açısına dayanak
oluşturmuştur. Esas olan dünya hayatıyla tam tevekkülü birleştirmektir.97
Fakr:
Fakr, fakirlik demektir. Fakir, her şeye sahip olan ama hiç bir şeyin kendisine
sahip olamadığı kişidir. Böyle bir halin oluşması için çoğu sufi zahiri
fakirliğinde başlangıçta gerekli olduğunu savunmuştur. Bu yüzden dünya malından
mümkün olan en düşük seviyede yararlanılmış, kimi zaman üzerinde yatılan bir
hasır, bir kıyafet tüm varlıkları olmuştur. Zahiri anlamdaki bu fakirlik
zamanla manevi anlamda fakirliğe yani servet arzusunun kaybolmasına kendisini
bırakmıştır.
Sabr:
Allah’tan (c.c) gelen her şeyi, bu ne kadar zor olursa olsun kabul etmektir.
Schimmel’e göre öteki terimlerle kıyaslandığında sabırla ilgili hikâyeler daha
azdır.
Şükr:
Şükr sabırdan daha üstün bir makamdır ve üç dereceye ayrılır. Allah’ın (c.c) verdiği
nimete şükür, vermediği nimete şükür ve şükredebilmeye şükür şeklindedir bu
ayırım. Şükür fakirlik ve bela içinde mutlu olabilmektir.
Havf
ve recâ: Korku ve umuttur. Bir makam mı yoksa hal mi olduğu tartışmalıdır. Havf
ve recânın, bast ve kabz hallerine karşılık gelen makamlar olduğu genel
kabuldür. Bu iki güç arasında sağlanacak denge düzgün bir imanın temel
şartlarındandır.
Bast
ve kabz: Bast benliğin yoğunlaşmasıyla oluşan bir genişleme deneyimiyken, kabz
ruhun sıkıştırılmasıdır. Burada tasavvuf ehlinin zıt halleri yan yana
getirmekten hoşlandıklarını belirten Schimmel huzurda bulunma ve kendini
kaybetme olarak tanımlanan huzur ve gaybetten, birleşme ve birleşme
sonrasındaki ayrılık anlamındaki cem ile tefrikadan, sarhoşluk ve ayıklık
manalarındaki sekr ve sahvdan, yok olma ve kalma anlamlarındaki fena ve bekadan
bahsetmiştir.
Aşk
ve fena: Bunlar manevi yolun son makamları olan mahabbet ve marifettir. Bazen
marifet daha üstün görünse de genelde birbirinin tamamlayıcısı kabul edilirler.
Burada aşkın derecelerine değinen Schimmel üns, kurb ve şevkten bahsetmiştir.
Ünsü Allah’ın (c.c) azameti karşısında sufinin kalbinde uyanan saygı olarak tanımlamıştır.
Kurb ise Allah’ın (c.c) buyruklarını yerine getirmekten kaynaklanan ahlaki bir
yakınlıktır.
Maşuka
yaklaşmanın tek yolu sürekli kötülüklerden arınma ve O’nun sıfatlarıyla
sıfatlanmaktır. Maşuka tam teslimiyet şarttır. Ölüm aşık ile maşuk arasındaki
zaman perdesinin kalkmasıdır. Ölüm bedensel ölümden ziyade benliğin ölümüdür.
Sezgisel
bilgiyle edinilen kesinlik olan yakin aşk sırrına yaklaşmaya yardım eder.
Burada bilgiye dayalı olan ilme’l yakine, görmeye dayalı kesin bilgiden
bahseden ayne’l yakine ve yaşantıya dayalı bilgi olan hakke’l yakîne
değinilmiştir.Fena ise ben bilincinin tamamen kaybolup sadece mutlak Hakikatte
var olmaktır. Benlik kaybolunca Hakk’ta baki olma anlamındaki beka haline
ulaşılır.
Tasavvufi
terimler dışında tasavvuf ve ibadet konusuyla da yakından ilgilenen Schimmel,
Allah’a yakın olmak isteyen mutasavvıfların bu yaklaşma için ibadeti en önemli
araçlardan biri saydıklarına değinmiştir. Özellikle namaz çok önemlidir. Namaza
edilen niyet ile beraber dünyadaki her şeye sırt çevrilmiş ve bir aracı
olmaksızın Allah’ın(c.c) huzuruna çıkılmış oluyordu. Bu nedenle namazdaki her
an çok değerliydi. Mutasavvıf hem bedenen, hem zihnen namaza hazır olmalıydı.
Burada Schimmel, Necmüddîn Kübrâ Hazretlerinin namazın şeriatta bir görev,
tarikatta yakınlık, hakikatte Allah’la (c.c) birleşme şeklindeki tasvirinin tüm
mutasavvıflarca kabul gördüğünden bahseder.98 Secdeye varmak insana bitkisel, rükûya
varmak hayvansal durumunu hatırlatır, dik duruş ise insanoğluna mahsustur.
Gerçek namaz süreklidir ve mutasavvıf namazdaki halini sürekli muhafaza
etmelidir.
Dua
da mutasavvıfların Allah’la (c.c) derin bir sohbet olarak gördükleri ibadettir.
Mutasavvıflar genelde duanın hangi durumda, hangi şekilde edileceğine dair bir
sürü somut örnekler vermişlerdir. Duanın kabul olabilmesi için doğru zamanda,
doğru bir tutumla edilmesi önemlidir. Dua insanın bir ayrıcalığıdır. Hayvanlar
ve bitkiler de kendi dillerinde Allah’ı (c.c) niyaz etseler de Allah (c.c) ile
bu şekilde dertleşmek sadece insana mahsustu.
Tasavvufta
Allah’ın(c.c) her duaya cevap vermemesi de mutasavvıfa dua kabul olmuş gibi
faydalı olabilir. Çünkü Allah (c.c) en çok belayı sevdiklerine verir. Her zaman
kabul edilmesi beklenilen dua başkaları için edilendir. Bunun önemini eser
veren birçok büyük mutasavvıfın eserlerinin başında veya sonunda okurlardan
kısa da olsa bir dua isteme kısmının bulunmasıdır. Gerçek tasavvufi dua,
cennete girme ya da cehennemden uzak kalma arzusundan muaf sadece aşk ile
yapılan dua idi.99
Tasavvufi
bakış açısına göre duanın maşukun ilhamı olmadan olamayacağına değinen
Schimmel, bunun hristiyan ilahiyatındaki bakış açısıyla da örtüştüğünü ifade
etmiştir. Schimmel, pek çok Avrupalı din tarihçisine göre tasavvufi hayatın
temelini Mevlana’nın şu hikâye100 ile en iyi şekilde açıkladığını ifade eder:
Birisi
her gece Allah der durur, bu zikrinden ağzı tatlılaşır, zevk alırdı. Şeytan “Ey
çok söz söyleyen, bunca Allah demene karşılık onun Lebbeyk demesi nerede? Tanrı
tahtından bir cevap bile gelmiyor. Böyle utanmadan sıkılmadan ne vakte dek
Allah deyip duracaksın?” dedi.
Adamın
gönlü kırıldı, başını yere koydu, yattı. Rüyada yeşiller giyinmiş Hızır’ı
gördü. Hızır “ Kendine gel, niçin zikri bıraktın, çağırdığın addan nasıl
usandın, zikrinden nasıl pişman oldun?” dedi. Adam, cevap olarak “Lebbeyk sesi
gelmiyor, kapıdan sürüleceğimden korkuyorum” deyince Hızır: “Senin o Allah
demen, bizim Lebbeyk dememizdir. Senin o niyazın derde düşmen, yanıp yıkılman,
bizim haberci çavuşumuzdur. Senin hilelere düşmen çareler araman, seni
kendimize çekmemizden, ayağını çözmemizdendir. Korkun da bizim lütfumuzun
kemendidir, aşkın da. Her yarabbi demende bizim, efendim, buyur dememiz gizli”
dedi. Bilgisiz adamın canı, bu duadan uzaktır. Çünkü Yarabbi demesine izin yok
ki! Zarara, ziyana uğrayınca Tanrıya sızlanmasın diye ağzında da kilit var,
gönlünde de. Ağzı da bağlı, gönlü de.
Schimmel
dua konusu üzerine Mesnevi’de pek çok başka hikâye olduğuna değinir ve
mesnevideki bakış açısını eleştiren Avrupalı ilim adamları olsa da bu
hikâyelerin mutasavvıfların bakış açısını özeteler nitelikte olduğunu belirtir.
Namaz
ve duadan sonra zikir konusuna değinen Schimmel, namaz ve duanın tüm
Müslümanlarca müşterek olarak uygulanan ibadet türleri olduğuna değinir.
Sufilerin kendilerine özgü olan ibadet şekli olarak ise zikirden bahseder.
Zikir mutasavvıfın aşk yolculuğundaki ilk adımıdır. Kişi birine aşık olursa
onun adını sık
sık
anmaktan vazgeçemez. Schimmel mutasavvıfların zikrin Allah’ın (c.c) anılması,
sıkça hatırlanması şeklindeki tanımının Bizans Hristiyanlarına ait bir tanım
olduğuna değinir.101 Schimmel de eserlerinde diğer batılı araştırmacılar gibi
sık sık anlattıklarını belki de batılılar için daha anlaşılabilir kılmak adına
Hristiyanlıktaki benzerleriyle kıyaslamıştır.
Zikir
manevi bir yol gösterici tarafından müritlere öğretilen ve sürekli olarak bir
denetim içinde sürdürülmesi gereken bir ibadet türüdür. Eğer ki yaşayan biri
mürşitten öğrenilmemişse Hızır (a.s) tarafından öğretilebileceği de söylenir.
Zikir metodu başı Hz. Muhammed’e (s.a.v) kadar uzanan manevi önderler silsilesi
aracılığıyla aktarılır. Genel zikir her an, her yerde olabilecekken
mutasavvıflarca yapılan bu tabiri caizse resmi zikrin adapları vardır. Zikir
ederken nasıl oturulacağı nerde, ne şekilde yapılacağı ayrıntılı şekilde
düzenlenmiştir. Mürşid, müridin manevi seviyesini belirler ve her müride kendi
seviyesine uygun bir zikir telkin eder. Zikirde önemli olan zikrin mutasavvıfın
tüm varlığına nüfuz etmesidir. Samimi zikir kelimelerden muaf, kalbin zikridir.
Bu insanın tüm uzuvlarının Allah’ı (c.c) zikreden kalp haline gelmesine vesile
olur.
Zikir,
diğer bir açıdan nefeslerin denetlenmesidir. Hayattaki nefeslerimiz sayılıdır.
Bu sayılı nefeslerden Allah’ı (c.c) anmadan harcananlar boşa gitmiş demektir.
Oysa O’nu anan nefes canlıdır. Zikirdeki bu nefes denetiminin diğer dinlerdeki
zikir geleneklerini de kapsadığına değinen Schimmel Yunanlı keşişlerin İsa
duasını buna örnek gösterir.102
Zikrin
özelliklerinin ilmi olarak ilk kez tasavvuf yorumcusu Şarânî tarafından on
altıncı yüzyılda açıklandığına değinen Schimmel bu açıklamada yedi tür zikirden
bahsedildiğine değinir. Zikr-i lisan dille yapılan zikir, zikr-i nefs kulakla
duyulmayan içsel zikir, zikr-i kalb kalbin en derinlerinde Allah’ın
sıfatlarının müşahede edildiği zikir, zikr-i ruh tefekkür anında mutasavvıfın
sıfatların derinliğini anladığı zikir, zikr- i sır ilahi sırların açıklandığı
zikir, zikr-i hafi nuru görmeyi amaçlayan zikir ve son olarak zikr-i
ahfâü’l-hafî mutlak hakikatin güzelliğinin görüldüğü çok gizli bir zikirdir. Bu
zikirler yapılırken Nakşibendiler beş letaif denilen vücudun beş ince noktası
üzerinde zikrin yoğunlaştırılması gerektiğini belirtirler. Zikir kitaplardan
değil uygulamayla öğrenilir. Zikirle ilgili diğer bir tartışma konusu da sesli
mi sessiz mi yapılması gerektiği üzerine olandır. Bir kısım mutasavvıf sesli
zikri ön plana çıkarırken diğerleri sessiz zikri benimsemişlerdir.
Schimmel,
tasavvufun temel öğelerine eserlerinde fazlasıyla değinmiş bunun haricinde
Hallac-ı Mansur, Gazali, Muhyiddin İbnü’l Arabî, Mevlana Celâleddin Rumî gibi
mutasavvıfların hayatları ve eserleriyle de yakından ilgilenmiştir. İslam
tasavvufunu anlayabilmek için tasavvuf kültürünün günümüze kadar gelmesine
katkı sağlayan bu büyük mutasavvıfları yakından tanımaya önem veren Schimmel bu
mutasavvıfları ve eserlerini batıda tanıtmak için gayret sarf etmiştir.
Tasavvufun öğretileri ve bu öğretilerin hayata
geçirilmesindeki örnek şahsiyetler olan bazı mutasavvıfların hayat ve
eserlerinin değerlendirilmesinin yanı sıra bayan bir oryantalist olan Schimmel
tasavvufta kadın konusu üzerinde de çalışmalar yapmıştır. Cahiliye döneminin
ardından İslamiyet ile beraber kadının bir anda değerinin arttığına değinen
Schimmel, İslam’ın ilk devrindeki Hz. Hatice, Hz. Ayşe gibi çok faal kadınların
varlığına ve onların nasıl ön plana çıkarıldığına dikkat çeker. Schimmel
günümüzde de kaldığı İslam ülkelerinde İslam’ı yaşama noktasında kadınların
erkeklere göre daha aktif olduğunu gözlemlediğini belirtir. İbadetler söz
konusu olduğunda kadınlar hep daha hassas görünmektedir.
Tasavvuf
yoluna giren kadın mutasavvıfların hayatları ile de yakından ilgilenen
Schimmel, Rabiatül Adeviye’nin tasavvuf tarihinin en önemli isimlerinden biri
olmasına dikkat çeker. Rabiatül Adeviye’nin ideal kadın simgesini
biçimlendirmeye yardım eden örnek şahsiyetini eserlerinde Rabiatül Adeviye’nin
hayatından örnekler vererek anlatmaya çalışmıştır. Bekar olan Rabiatül
Adeviye’nin yanında evli sufi hanımların varlığına da değinen Schimmel
Nişaburlu Fatıma (ö.854)’dan bu bağlamda eserlerinde bahsetmiştir.103
Schimmel
daha önce adı geçen diğer müsteşriklerden farkı Tasavvuf’un kaynağını diğer
doğu inançlarının mistik dünyalarında aramayıp, tasavvufun kaynağının Kuran ve
sünnette olduğunu savunmuş olmasıdır.104
Diğer
araştırmacılarda da görüldüğü gibi Schimmel’de bir konuyla ilgili çalışırken o
konunun merkezi olan ülkede ve orijinal dilinden yapmıştır. Bu vesileyle
gittiği yerlerde o kültürü yerinde tanıma fırsatı bulmuştur.
Schimmel’in
araştırdığı konular içinde en çok etkileyen Mevlana olmuştur. Mevlana hakkında
çalışmaya başladıktan sonra Mevlana Schimmel’in araştırmalarının hep merkezinde
kalmıştır. Mevlana’yı anlayıp anlatmak onun için bir gaye olmuştur.
C. İslam Tasavvufu Üzerine Eser Veren Alman Müşteşriklerin Çalışmalarının
Değerlendirmesi
Tasavvuf
alanında eser veren Alman müsteşriklerin hemen hepsi önceki bölümlerde de
bahsedildiği gibi doğu konusunda detaylı bir eğitim görmüş başta Arapça, Farsça
ve Türkçe olmak üzere pek çok doğu diline hakim olan insanlardır. Hepsinin en
önemli ortak özelliklerinden biride hayatlarının önemli bir kısmını Müslüman
halkın çoğunlukta olduğu ülkelerden birinde geçirmiş olmalarıdır.105
19. yüzyıl ve öncesinde eser veren Alman
araştırmacılar daha çok tasavvufi eserleri tanıma, anlama ve Almanca’ya tercüme
etme konusunda çalışmışlardır. Bu çalışmalarında esas amaç çoğu zaman İslam
kaynaklarını Hristiyanlık kaynaklarıyla mukayese etmek suretiyle kendi
değerlerinin üstünlüğünü ispat etmektir. Bu dönemde özellikle tasavvufi şiir
üzerinden başlayan ilk tercüme çalışmaları, Mevlana ve Gazali’nin eserlerinden
yapılan çevirilerle devam etmiştir. Bu dönemde tasavvufi eserlere karşı
eleştirel bir yaklaşım da görülmektedir.
Alman
müsteşriklerin pek çoğu tasavvufi eserlerin ilmi metotlarla ve akılla
açıklanmasının zorluğundan ve içerdiği temel varsayımlardan bahsetmişlerdir.
Eserler okunduğunda bu eleştirel yaklaşım hemen hissedilmektedir.
20. yüzyıl ve sonrasında tarikatların siyasi,
toplumsal, pedagojik rolleri üzerindeki çalışmalar artmıştır. Tarikatların
içinde bulundukları toplumun sosyal yapıları ile ilişkileri incelenmeye
başlanmıştır. Tasavvuf tarihi ve düşüncesiyle ilgili çalışmaların bir önceki
dönem araştırmacıları tarafından yeterince yapılmış olması, bu dönem
araştırmacılarını tarikatları yerinde görüp, incelemeye yöneltmiştir. Bu zamana
kadar yapılan teorik çalışmalara devam etmek yerine teorinin nasıl pratiğe
dönüştürüldüğü yerinde araştırılarak, eser vermek suretiyle batıya aktarılmak
istenmiştir.
Tarikatların
toplumdaki rollerini incelemek adına Alman araştırmacılar öncelikle Bektaşilik
üzerinde yoğunlaşmıştırlar. Bir Osmanlı tarikatı olan Bektaşilik Osmanlı’da
yeniçerilerin bağlı olduğu tarikattır. Sonradan yasaklansa da askerlerle
alakalandırılmış bu tarikatın Osmanlı’nın o zaman siyasi müttefiki konumundaki
Almanların ilim adamlarınca diğer tarikatlara nazaran önce araştırılması
normaldir. Bu tarikatın kendi coğrafyasında yasaklanması ve diğer bazı din ya
da fikir sistemlerine ait öğeleri içinde barındırması sebebiyle de Almanların
ilgisini çekmiştir. Bu dönemde Bektaşilik’ in yanında Şeyh Bedrettin ve
Şihabüddin Sühreverdi-i Maktul gibi Sünni kesimin çok sıcak bakmadığı kişilerle
ilgili araştırmalar yapılmıştır.
Almanların
tasavvuf alanındaki çalışmalarında dikkat çeken diğer bir unsurda pek çok İslam
düşünürünün eserlerini çok erken zamanlarda incelemelerine rağmen İbn-i Arabi
hakkında 20.yüzyıla kadar neredeyse hiç eser vermemiş olmamalarıdır. Bunun
temel nedeni olarak Arabi’nin eserlerinin Almanların kullandıkları bilimsel
metotlarla incelenmesine imkân kılan bir düzeninin olmadığını öne sürmüşlerdir.
20. yüzyılda da bir önceki bölümde de belirtildiği gibi Arabi üzerine
çalışmalar yapıldıysa da bunlar Arabi’nin külliyatının büyüklüğü göz önüne
alındığında çok az sayıdadır. Hayatının neredeyse tamamını tasavvuf alanındaki
çalışmalara adayan Annemarie Schimmel bile Arabî’ye mesafeli durmuştur.
SONUÇ
Hristiyan
rahiplerin haçlı seferlerine, misyonerlik ve sömürgeciliğe katkı sağlamak
amacıyla, İslâm coğrafyasını daha yakından tanımaya yönelik çalışmaları, batıda
doğu ile ilgili yapılan ilmi çalışmaların temelini teşkil etmektedir.
Sonrasında hızlı sanayileşmeyle beraber doğuyu, ürün satışlarını arttırmada,
ham madde ve ucuz iş gücü temininde önemli bir kaynak olarak gören batılılar,
doğu dilleri ve kültürünü tanımaya önem verdiler. Zamanla ülkelerin sınırları
netleşip de batılılar doğu ülkelerinde elçilikler kurmaya başladıklarında, bu
ülkelere gidecek görevliler de gidecekleri ülkenin dili ve kültürü hakkında
bilgi sahibi olmak adına, siyasi gayelerle bu ilimleri tahsil etmişlerdir.
Doğu
bilimleri, yukarıda sayılan sebeplerin dışında batıda ilmî olarak da alaka
uyandırmış, üniversitelerde kürsüler kurulmuş, sadece ilmi kaygılarla bu konuya
eğilen ilim adamları yetişmiştir. Bu ilim adamlarının önemli bir çoğunluğunu da
Almanlar oluşturmaktadır. Alman ilim adamları, başlangıçta daha ziyade doğu
dilleri ve İslam’ın ana kaynakları üzerine çalışmalar yapmışlar, tasavvufi
eserlere pek alaka göstermemişlerdir.
17.
yüzyılın başlarında Adam Olearius’un görevi gereği gittiği İran’da, doğu
kültürünün tesirinde kalarak, Firdevsi, Hafiz, Sad-i, Şirazi ve Nizami’nin
eserlerinden yaptığı çeviriler batı dünyasının tasavvufla ilk teması olarak
kabul edilmektedir.
Almanlar
özellikle 19. yüzyıl ve sonrasında tasavvufla akademik bir disiplin olarak
ilgilenmeye başlamışlar, konuyla ilgili pek çok eser yayınlamışlardır.
Araştırmada bu müsteşriklerin kimler oldukları, hayatlarına dair bulunan
bilgiler ışığında anlatılmaya çalışılmıştır.
Tasavvufla
ilgili eser yayınlayan müsteşrikler ilgi alanlarını sadece tasavvufla sınırlı
tutmayıp diğer İslami ilimlere de alaka göstermişler, farklı alanlarda da
çalışma yapmışlardır. Tasavvuf ile ilgili eserlerini diğer alanlardaki
eserlerinden soyutlayarak listelemenin bu müsteşriklerin hayatları ile ilgili
kısmının bütünlüğünü bozacağı düşünüldüğünden eserler bir bütün olarak ele
alınmıştır. Böylece tasavvuf alanında diğer alanlara kıyasla (Annemarie
Schimmel dışında) çok daha az eser verdikleri görülmüştür.
Almanların
tasavvufla ilgili eserleri incelendiğinde bunların tarihin akışı içinde,
tasavvufi şiir çevirisinden başlayıp, tarikatların sosyolojik açıdan
incelenmesine kadar uzayan geniş bir alanı içine aldığı belirlenmiştir. Genelde
pek çok Alman müsteşrik tasavvufun kökenlerini doğunun diğer bölgelerinin,
özellikle Hindistan’ın mistik inanışlarında aramış, bu bağlamda tasavvufun
kökünün Kuran-ı Kerim ve sünnete dayandığını kabul etmemiştir. Böyle
varsayımlarla yola çıktıklarından eserleri eleştiriye açıktır.
Eserlerini
belli ön kabullerle yazmalarına, tasavvufun bilimsel yöntemlere ters düşen
taraflarına olumsuz yaklaşmalarına rağmen Alman müsteşriklerin batıda İslam
tasavvufunun tanınmasına sağladıkları katkı çok büyüktür. Batı büyük İslam
düşünürleriyle onlar sayesinde tanışmış, onların sayesinde İslam’ın değerler
dünyasına bir kapı aralamıştır.
KAYNAKLAR
Akay,
H., Öztürk İ. Mevlana Araştırmaları Dergisi Yıl: 2007 Sayı:1 Akın, N.,
Annemarie Schimmel, İslamiyat, c.7, sa.1,Ocak –Mart 2004
Akpınar,
T., (2004) İstanbul Üniversitesi’nde 50 Yıl Öncesi Bazı Büyük Hocalarımız ve
Kültürümüze Katkısı Olmuş Yabancı Bilginler, İstanbul, Kitabevi
Andersen,
J,. (1980) Orientalische Rise Beschreibungen, Tübingen, Max Niemeyer Aşkar, M.,
(2006) Tasavvuf Tarihi Literatürü, İz Yayıncılık
Ateş,
A., (1963) Helmut Ritter, İstanbul, Edebiyat Fakültesi Basımevi Babinger, F.,
Köprülü, F., (2003) Anadolu’da İslamiyet, İstanbul, İz Yayınları
Bilman,
Ş,. Ukbaya Kayan Yıldız: Annemarie Schimmel, Tasavvuf Dergisi, sa.11; Temmuz
–Aralık 2003,
Boxberger,
R,. Rückert, Friedrich. In: Allgemeine Deutsche Biographie (ADB) Cilt:29,
Leipzig ,1889
Bulut,
Y., (2010) Oryantalizmin Kısa Tarihi, İstanbul, Küre Yayınları Cuayyıt, H.,
(1995) Avrupa ve İslam, İstanbul, İz Yayınları
Es-Sibai,
M., (1993) Oryantalizm ve Oryantalistler, İstanbul, Beyan Yayınları Fischer,
W,.(2003) Nachruf auf Annemarie Schimmel. In: Jahrbuch der Rückert
Gesellschaft. Cilt: 15
Fränkel,
L,.(1904) Gosche, Richard Adolf. In: Allgemeine Deutsche Biographie (ADB).
Cilt: 49, Leipzig
Horten,
M., (1924) Die Philosophie des İslam, München, Ernst Reinhardt Verlag Kissling, H,J,.(1986)Dissertationes orientales et balcanicae collectae: das
derwischtum, München, Rudolf Trofenik
Lier,
T,. (1998) Hellmut Ritter in Istanbul 1926-1949, In: Die Welt des Islams 38
Paret,
R,. (1966)Arabistik und Islamkunde an Deutschen Universiteaten, Wiesbaden
Prang, H,.(1963) Friedrich Rückert als Dichter und Gelehrter, Erlangen,
Erlangener Üniversitaetsreden
Preissler,
H,. Hellmut Ritter, (2003) In: Neue Deutsche Biographie (NDB). Cilt: 21, Berlin
Priesner,
C,. Adam Olearius (1999) In: Neue Deutsche Biographie (NDB). Cilt: 19, Berlin
Ritter,
H., (1942) Sevanih, İstanbul, Matbaa-i Maarif
Ritter,
H,. (1963) Makalatü'l-İslâmiyyin ve ihtilafü'l-musallin, Wiesbaden, Franz
Steiner Verlag
Ritter,
H., (1971) Das Meer der Seele, Leiden, E.J. Brill
Rosen,
G., (1858) Tuti-nameh : das papaganienbuch : eine sammlung orientalischer
erzaehlungen, Leipzig, T.U.Brockhaus
Said,
W.E., (2010) Şarkiyatçılık, İstanbul, Metis yayınları
Schimmel,
A.,(2002) Morgenland und Abendland. Mein west-östliches Leben. Autobiografie,
Beck,München
Schimmel,
A., (2004) İslamin Mistik Boyutları, İstanbul, Kabalcı Yayınları Schimmel, A.,
Ruhum Bir Kadındır, çev. Ömer Enis Akbulut, İz Yayınları, İstanbul 2004.
Sezgin,
F., (1994) The Islamic World in Foreign Travel Accounts, Frankfurt am Main
,Institut für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wissenschaften
Sezgin,
F.,(1999) İslamic Philosophy;54, Frankfurt am Main , Institut für Geschichte
der Arabisch-Islamischen Wissenschaften
Sezgin,
F.,(1999) İslamic Philosophy;15, Frankfurt am Main ,Institut für Geschichte der
Arabisch-Islamischen Wissenschaften
Sezgin,
F.,(1999) İslamic Philosophy;92, Frankfurt am Main , Institut für Geschichte
der Arabisch-Islamischen Wissenschaften
Spies,
O,. Max Horten, (1970) in: Bonner Gelehrte 8, Bonn
Yaşar,
H., (2010) Alman Oryantalizminde Kuran’a Bakış, İstanbul, İz Yayıncılık
Yalsızuçanlar, S. (2004) Şeyh Sadi-i Şirazi, Gülistan,Timaş Yayınları
EKLER
EK-1
ALMAN MÜSTEŞRIKLERİN LİSTESİ
Adam
Mez (1869-1917), İslam Medeniyeti Tarihi. Adam Olearius (1599-1671) Arap
Edebiyatı
Adolf
Friedrich Graf von Schack (1815-1894), Arap Edebiyatı ve Tarihi. Adolf Wahrmund
(1827-1913), Arapça, Farsça ve Türkçe.
Aloys
Sprenger (1813-1893), Kuran İlimleri, Arap-İslam Tarihi. Annemarie Schimmel
(1922-2003), Kur'an, Tasavvuf, İslam Edebiyatı. Anton Spitaler (1910-2003),
Arapça Filolojisi, Semitik Filoloji.
August
Fischer (1865-1949), Kur'ân, Tefsir, Kur'ân-Hadis Lügati, Cahiliyle Şiiri ve
İslâm
Tarihi.
August
Schmoeldess (1809-1880), İslâm Felsefesi. Bernhard Moritz (1859-1939), İslâm
Tarihi ve Coğrafyası.
C.
F. August Dillmann, (1823-1884), Doğu Dilleri.
Cari
Anton Baumstark (1872-1948), Filoloji, Doğu Hıristiyanlığı ve Doğu Dilleri.
Cari Brockelmann (1868-1956), İslâm Tarihi, Arap-İslâm Literatürü ve Semitik
Filoloji.
Cari
Heinrich Becker (1876-1933), Eğitimci, İslâm Tarihi. Cari Paul Caspari,
(1814-1892), Arap Filolojisi.
Christian
Ludwig ideler ( 1776-1846), İslâm Coğrafyası ve Takvimi.
Christian
Friedrich de Schunurrer (1742-182), Arap Filolojisi, Edebiyatı ve Tarihi.
Daniel Bonifaz von Haneberg (1816-1876), Doğu Dilleri.
David
Hartwig Baneth (1893-1973), Arap ve Semitik Filoloji.
Dominicus
Germanus de Silesia (1588-1670), Arap Filolojisi, Şark Dilleri ve Kur'ân.
Eilhard
Wiedemann (1852-1928), İslâm Tarihi, Fen Bilimleri Tarihi, İslâm Coğrafyası,
İslâm Jeolojisi ve İslâm Tıp Tarihi.
Emil
Kautzsch (1841-1920), Semitik Diller. Enno Littmann (1875-1958), Arap
Filolojisi.
Erich
Braunlich (1892-195), Cahiliye Şiiri ve Arap Filolojisi. Emst Kuehnel
(1883-1964), İslâm Sanatı ve Minyatür.
Emst
Ludwig Dietrich (1897-1974), Arap Filolojisi ve Dinler Tarihi. Ervvin Graf
(1914-1976), İslâm Fıkhı.
Eugen
Mittwoch (1876-1942), Semitik Filoloji, İslâm Tarihi. Ferdinand Justi
(1837-1907), Doğu dilleri ve Doğu Tarihi.
Ferdinand
Wüstenfeld (1808-1899), İslâm Bilimler Tarihi. Franz Babinger (1891-1967),
Osmanlı Tarihi.
Franz
von Dombay (1758-1810), Arap Filolojisi.
Franz
VVoepecke (1826-1864), İslâm Matematik Tarihi.
Friedrich
August Müller (1847-1892), İslâm Tıp Tarihi, Tarih, Arap Filolojisi. Friedrich
Delitzsch (1850-1922), Arap Filolojisi ve Semitik Filoloji.
Friedrich
Dieterici (1821-1903), İslâm Felsefesi ve Arap Filolojisi. Friedrich Kem
(1874-1921), İslâm Fıkhı.
Friedrich
Rosen (1856-1935), Arap Filolojisi ve Şark Dilleri. Friedrich Rückert
(1788-1866), Arap Filolojisi ve Şark Dilleri.
Friedrich
Schulthess (1868-1912), Cahiliye Şiiri ve Arap Edebiyatı Tarihi. Fritz Hommel
(1854-1936), İslâm ve Ortadoğu Tarihi.
Fritz
Krenkow (1872-1953), İslâmî İlimler, Edebiyat.
G.
Wilhelm Freytag (1788-1861), Arap Filolojisi.
Georg
Graf (1875-1955), Ortadoğu Hıristiyanlık Tarihi.
Georg
Jacob (1862-1937), Arap Şiiri, Şarkın Garba Etkisi, Eski Arap Şiiri, Türkiyat
Araştırmaları ve Türk Tasavvufu, Fars Şiiri.
Georg
Rosen (1820-1891), Türkiyat
Gotthelf
Bergsträsser (1886-1933), Kur'ân Bilimleri ve Kıraat.
Gustav
Leberecht Flugei (1802-1870), Kur'ân Fihristi, Felsefe, Şark Dilleri ve İslâmi
Literatürü.
Gustav
Weil (1808-1889), İslâm ve Arap Edebiyatı, İslâm Tarihi, Siret ve Kur'ân. Hans
Daiber (1942-) Doğu Felsefesi.
Hans
Heinrich Schaeder (1896-1957), Arap-Fars Filolojisi, Tasavvuf ve Bektaşilik,
Dinler Tarihi.
Hans
Stumme (1864-1936), Arap Filolojisi. Hans Wehr (1909-1981), Arap Filolojisi.
Hans-Peter
Raddatz (1941-) Fıkıh, İslâm Batı ilişkileri. Hartmut Bobzin (1946-), Kur'ân,
Siyer.
Hartwig
Derenbourg (1844-1908), Semitik Filoloji ve Şark Dilleri.
Heinrich
Ferdinand Wuestenfeld (1808-1899), İslâm Tarihi, Tıp Tarihi, İslâm Jeoloji
Tarihi ve İslâm Şehirleri Tarihi.
Heinrich
Leberrecht Heischer (1801-1888), Arap Filolojisi. Heinrich Steiner (1841-1889),
Şark Dilleri.
Heinrich
Suter (1848-1922), İslâm Matematik Tarihi ve Uzay Bilimleri Tarihi. Heinrich
Theorbecke (1837-1890), Arap Filolojisi ve Semitik Filoloji.
Helmut
Ritter (1892-1971), Arap ve Türk Filolojisi, Kelam ve İslâm Tarihi, Mezhepler Tarihi,
İslâm Edebiyatı ve İslâm Felsefesi.
Henri
Duveyrier (1840-1892), Arap Filolojisi.
Herbert
Wielhelm Duda (1900-1979), Türkiyat Araştırmaları ve Şark Dilleri. Ignaz
Goldziher (1850-1921), İslâm Tarihi, Hadis ve Tefsir.
Jaroslaus
Tkatsch (1871-1927), Felsefe Tarihi, Semitik Filoloji ve Arap Filolojisi.
Johann August Vullers (1803-1880), Fars - Arap Edebiyatı ve Şark Dilleri.
Johann
David Michaelis (1717-1791), Arap Filolojisi ve Şark Dilleri ve Ahlâk. Johann
Elichmann (17. yüzyıl), Genel Felsefe.
Johann
Gottfried Ludwig Kosegarten (1792-1862), Şark Dilleri, Şiiri ve Tarihi. Johann
Gottfried Wetzstein (1815-1905), Şark Dilleri.
Johann
Jahn (1681-1725), Arap Filolojisi.
Johann
Jakob Reiske (1716-1774), Arap Filolojisi. Jokob Barth (1851-1914), Şark Dilleri
ve Arap Filolojisi. Josef Matuz (1925-1992), Osmanlı Tarihi.
Joseph
Hell (1875-1950), Arap Şiiri.
Joseph
Horovitz (1874-1931), Kur'ân ve Siyer Araştırmaları.
Joseph
Naphtali Derenbourg (1811-1895), Semitik Filoloji/ Arap Tarihi ve Coğrafyası.
Joseph
von Hammer-Purgstall (1774-1856), Osmanii Tarihi. Julias Heinrich Petermann
(1801-1876), Şark Dilleri.
Julius
Assflag (1919-2001), Ortadoğu Hıristiyan Tarihi. Julius Ferdinand Ruska
(1867-1949), İslâm Bilimleri Tarihi. Julius Mohl (1800-1876), Şark Dilleri.
Julius
Wellhausen (1844-1918), İslâm Bilimleri.
Karl
Heinrich Bekker (1876-1933), İslâm Felsefesi, İslâm Sosyolojisi ve Dinler
Tarihi.
Ludolf
Krehl (1825-1901), Doğu Dilleri.
M.
Joseph Müller (1809-1874), Arap Edebiyatı Tarihi, İslâm Felsefesi ve Şark Dilleri.
Manferd
Ullmann (1931 -), Arap Filolojisi.
Martin
Hartmann (1851-1918), Arap Filolojisi ve İslâm Bilimleri. Max Horten
(1874-1945), Arap Filolojisi, İslâm Felsefesi ve Kelam. Max Meyerhof
(1874-1945), İslâm Tıp Tarihi ve Eczacılık Tarihi.
Max
Van Beschem (1863-1921), İslâm Sanatı ve Arap Filolojisi.
Maximilian
Habicht (1775-1839), Arap Filolojisi ve Tarihi. Moritz Steinschneider
(1861-1907), Arap Filolojisi.
Oskar
Rescher (1883-1972), Arap-Türk Filolojisi. Otto Blau (1828-1879), Doğu
Bilimleri.
Otto
Pretzl (1893-1941), Şark Filolojisi ve Kur'ân Kıraati. Paul Emst Kahle (1875-
1964), Arap Filolojisi.
Richard
Famds Burton (1821-1890), Arap-İslâm Bilimleri. Richard Hartmann (1881- 1965),
Arap-lslâm Bilimleri.
Richard
Gosche (1824-1889), Arap Filolojisi, İslam Tasavvufu Rudi Paret (1901-1983),
Kur'ân ve Kur'ân Bilimleri.
Rudolf
Strothmann (1877-1960), İslâm Mezhepleri. Rudolf Sellheim (1929-), Arap-İslâm
Bilimleri.
Rudolf
Tschudi (1884-1960), Filoloji ve Şark Dilleri. Theodor Benfey (1809-1881),
Ortadoğu Dilleri.
Theodor
Bibliander Buchmann (1504-1564), Kur'ân Araştırmaları ve Baskıları. Theodor
Goldstücker (1821-1872), Sanskiritçe.
Theodor
Nöldeke (1836-1931), Kur'ân ve Kur'ân Tarihi, Arap ve Semitik Filolojisi.
Theodor Zenker (1811-1884), Arap-Türk Filolojisi.
Tilman
Nagel (1942-) Kur'ân, Kelam ve Fıkıh.
Ulrich
Jaspar Seetzen (1767-1811), Arap Filolojisi ve İslâm Edebiyatı. Werner Caskel
(1896-1970), Arap Filolojisi, Cahiliye Şiiri ve Arap Tarihi. Wilhelm Ahlwardt
(1828-1909) Arap Edebiyatı.
Wilhelm
Schott (1802-1889) Orta Asya Dilleri.
Wilhem
Ahlwardt (1828-1909), Arap Filolojisi ve Cahiliye Şiiri. Wilhem Geiger
(1856-1943), Semitik Filoloji ve Şark Dilleri.
EK
3: ÖZET
Şarkiyat:
Doğu dilleri, tarih, kültür ve edebiyatlarını konu alan bilime
şarkiyât/oryantalizm denir. “Şark” kelimesi doğu, güneşin doğduğu taraf
anlamındadır. Kültürel olarak ise şark kelimesi, Avrupa kültürü dışında kalan
Müslüman ülkeleri içerir. Şarkiyât ile aynı anlama gelen “Oryantalizm”
kelimesinin de kökü Latince “Orient’tir ki buda güneşin doğduğu yer
anlamındadır.
Müsteşrık:
Müslüman halkın çoğunluğunu oluşturduğu bazı Asya ve Afrika ülkelerinin din,
inanç, kültür gibi değerlerini inceleyip, halkın yaşayışını, düşünce yapılarını
daha yakından anlamaya çalışan doğu araştırmacılarına müsteşrık ya da
oryantalist denilmektedir.
Almanların
İslamiyet’le ilk teması: Büyük Karl’ın (ö.814) 777 yılında Saragossa Emiri’nin, Abbasi
Halifesi’ne karşı bağımsızlığını ilan edip bütün Endülüsü’ü Abbasiler’den
ayırmak isteyen Kurtuba Emiri’ne karşı yardım talebini kabul ederek Saragossa
Emiri’ne destek seferine çıkmasıyla ilk ilişkiler başlamıştır.
Müsteşrikler
tarafından yapılan ilk çalışma: Petrus Venerabilis (ö.1156)’in Kur’ân-ı Kerîm’i
Latince’ye çevirmesi
Almanların
Şarkiyat alanında yaptıkları ilk çalışma: Martin Luther (ö.1546) desteğiyle
1543 yılında Theodor Bibliander (ö.1564) tarafından Kur’ân-ı Kerîm külliyatının
yayınlanması.
Almanya’da
Şarkiyat alanında akademik eğitim veren ilk kurum: 1477 yılında kurulan Baden
Württemberg eyaletinin Tübingen şehrinde bulunan Eberhard Karls
Üniversitesi’nin Şark Dilleri ve Kültürleri Bölümü.
Almanya’da
Şarkiyat alanında ilk akademik çalışmalar: 1602 yılından beri rektörlüğünüde
yürüttüğü Heidelberg Üniversitesi’nde Avrupa’da ilk Arap Dili
Bölümü’nü
kuran ve bu bölümün başkanlığını da yürüten Jakob Christmann (ö.1613)
tarafından özellikle Arap dili alanında yapılan çalışmalardır.
19. Yüzyıl ve Öncesinde İslam Tasavvufu
Alanında Eser Yayınlayan Alman Müsteşrikler
Adam
Olearius (1599-1671): Persianischer Rosenthal adı altında Sadi Şirazi’nin
Gülistan adlı eserini tercüme etmiştir. Ayrıca Safevi Devleti’ne yaptığı
seyahatini anlattığı Seyehatnemesi’nde Hâfız, Firdevsi ve Nizâmi’den tasavvufi
şiir çevirileri yer almaktadır.
Friedrich
Rückert (1788-1866): El-Harîrî’nin El Makâmât adlı hikaye kitabından kırk üç
makameyi Almanca’ya çevirmiştir. Mevlâna’ya ait bazı gazelleri ve Divan-ı
Kebir’den bazı bölümleri de Almanca’ya çevirmiştir.
Georg Rosen (1820-1891): Mesnevi’nin birinci cildinin 644 beytini manzum olarak Almanca’ya çevirmiştir.
Richard
Gosche (1824-1889): Batıda Gazali’nin eserleri ile ilgili çalışmaları başlatan
ilk kişidir. Gazali üzerine gerçekleştirilen ilk çalışma olarak kabul edilen
“Über Ghazzalis Leben und Werke” (Gazali’nin Hayatı ve Eserleri) adlı
çalışmasını 1858’de yayınlamış ve bu çalışmada Gazali’nin kırk kadar eserini
incelemiştir.
20. Yüzyıl ve Sonrasında İslam Tasavvufu
Alanında Eser Yayınlayan Alman Müsteşrikler
Max
Horten (1874-1945): Çağdaşı olan Friederich Heinrich Dieterich (ö.1903), Ignaz
Goldhizer (ö.1921), T.J. de Boer (1940) gibi oryantalistlerle beraber oda İslâm
felsefesi ve dininin temel kaynakları üzerine sistematik araştırmalar yapmış
bazı eserleri Almancaya çevirmeye çalışmıştır. “İslam Tasavvufunda Hint
Etkisi”,
“İslam’ın Manevi Alanda Kültürel Gelişme Potansiyeli”, “İslam’da Mistisizim” tasavvuf alanına yönelik eserlerinden bazılarıdır.
Helmut
Ritter (1891-1971): Çok geniş bir yelpazede eser yayınlamış olmasına rağmen tüm
eserlerinde aynı titizlikle çalışmış, mümkün olduğu kadar kaynaklar en
güvenilir kişilerin eserlerinden seçilmiştir. Tasavvuf alanında da özellikle
Mevlevilik ve Mevlâna üzerine çalışmaları olmuştur.
Franz Babinger(1891-1967): “Anadolu’da İslamiyet” adlı eserinde yedinci asırda Anadolu’da tasavvuf tarihinin pek çok önemli simasının yaşadığına değinmiş, bu simalar hakkında bilgiler vermiştir. Muhyiddin Arabi, Konya’da Ahvaddin-i Kirmânî, Tokat’ta Fahreddin Irakî, Kayseri ve Sivas’ta Şeyh Necmeddin Dâye, Konya’da Sadrettin Konevi, Sadettin Fergâni, mağribli Afifettin-i Telmesani ve Celâleddin-i Rumî bunlardan bazılarıdır. Ayrıca Şeyh Bedrettin hakkındaki doçentlik tezinde de Şeyh Bedrettin’in hayatı hakkında ayrıntılı bilgi vermiştir.
Hans
Joachim Kissling (1912-1985): Araştırmalarının çoğu çeşitli makaleler halinde
çeşitli ilmi dergilerde yayınlanmıştır. Ölümünden sonra bu makaleler toplu
halde yayınlanmaya başlandı ve bugüne kadar üç cilt halinde yayınlandı. Birinci
ciltteki makaleler “Dervişlik” başlığı altında toplanmıştır ve Kissling’in
tarikatlarla ilgili bütün yazılarından oluşmaktadır.
Annemarie
Schimmel (1922-2003): Schimmel’in şimdiye kadar adı geçen diğer müsteşriklerden
farkı eserlerinin merkezini tasavvufi metin ve şiirlerin oluşturmasıdır.
Annemarie Schimmel’in yayınlanmış yüzün üstünde kitabı, birçok makale ve
bilimsel yayınları mevcuttur. Ayrıca kendi eserleri dışında pek çok eserinde
basılmasına destek olmuş, bazılarına giriş ya da ön söz yazmıştır.
,
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar