Print Friendly and PDF

D U Â

 


Cemâleddin Efgâni’nin Aziz Hâtırasına

Bize beyaz kanadlı melek gibi aşk getir sen,

Ey güzel gün doğ, parla; Rabb’in mâvi göklerinden!

 

Ey Allah’ım mâdem ki sen fikrimi hür yarattın;

Bana kendi adımdan daha önce şâir dedin;

Benden hırsa kin, isyan, benden zulme öç istedin.

Mâdem ki sen gözümü şimşek gibi parıldattın;

Beni attın fırtına kuşu gibi şu dünyaya;

Bir ses verdin denize, yere, göğe haykırmaya?

Elbette ben nur, koku, renk terennüm eyliyemem;

Kanadımı açamam bir çiçekli yeşil dala,

Ru’ya gören bir göle, efsâneli bir kumsala..

Mest olamaz bûseli gecelerle benim nağmem;

Ru’yâları, aşkları söyleyemez benim dilim;

İlkbaharın, şafakın mugannisi ben değilim.

Ben havanın, gecenin, karanlığın bir kuşuyum;

Benim türkü’m suların, rüzgârların lisânıdır;

Fırtınalı dağların, denizlerin figânıdır.

Bir buluta, dalgaya karşı titrer benim rûhum;

Yıldırıma, şimşeğe isyan duyar haykırırım.

Uçuruma, girdâba sebep sorar haykırırım.

Soruyorum senden de şu genç kadın neden mahzun ?

Neden alnı yıldırım vurmuş taşlar gibi yanık?

Neden kolu kanadı kuru dallar gibi kırık?

Neden avcı elinden kaçan âhu gibi yorgun?

Neden garip bir akşam gölgesi var gözlerinde?

Neden ölgün sesler var dudakları üzerinde?..

Bak, sefilin sırtında yırtık kefen bir entari;

Omuzunda kar yağmış gece gibi saçlar beyaz;

Boğazında bir sarı hazan gibi yanık âvaz;

Islatıyor yağmurlu bulut gibi her bir yeri.

Gösteriyor o kadid elleriyle uzakları,

Bir kırmızı cehennem gibi yanan toprakları.

Gösteriyor kan giymiş beldeleri, mezarları;

Ona ıslık çalıyor ejder başlı sert alevler,

Ellerinde katranlı çıra yanan kızıl devler.

Ona kırbaç vuruyor acı şimâl rüzgârları;

Sendeliyor, düşüyor uçurumlar üzerine;

Uzatıyor elini senin bakır göklerine!..

Unuttun mu bu kimdir? Şark’ın büyük melikesi;

Tûrlar gibi güneşten tacı olan asil alın;

Peygamberler, hakanlar yetiştiren aziz kadın!..

Bir zamanlar gökleri doldurmuştu onun sesi;

Sana altun şehirler yükseltmişti çocukları,

Bezemişti binlerce mâ‘bedlerle ufukları!...

Fakat şimdi o kadar düşkündür ki sanki hasta;

Çehresinde tutulmuş aylar gibi solgunluk var;

Şehzâdeler kaybeden sultan gibi mahzunluk var.

Onun bütün köşkleri, câmi'leri bugün yasta;

Güvercinler dem çeken bahçeleri şarıltısız;

Çırâganlar akseden havuzları parıltısız.

Zîrâ onun vatanı şerirlerin ellerinde :

Şadırvanlar Çağlayan ma'bedinde kumrular yok;

Yeşil hurma gölgeli sularında âhular yok.

Baykuşlar var şerefli burçlarının üzerinde;

Ovaları Israil devrindeki çöller gibi,

Anaların evlâdlar kaybettiği Mahşer gibi.

Zîrâ onun boşalmış,’viran olmuş toprakları;

Bur’da birçok gelinler ağlamaktan alil olmuş;

Bu gözlere karanlık mezarların rengi dolmuş!.

Issız kalmış açlıkla, hastalıkla ocakları;

Duvakları yırtmışlar kara giyen bâkirleri;

Sazlarını kırmışlar destan çalan şâirleri.

Bilmiyorum niçin Sen bu sefili duymuyorsun?

Niçin buna göklerin yedi kalın taş dıvardır;

Kilitleri açılmaz siyah, demir kapılardır?

Başka Allah var mı kitâbı gitsin bu mazlûmun?

Öç alıcı Tanrı’sı değil misin sen herkesin,

Yeri yok mu kapında kanatları kırık sesin?.

Söyle Sen’in değil mi bu İlâhî aşk diyârı;

Sen’in dağın değil mi onun yanık tepeleri;

Sen’in beytin değil mi onun viran kubbeleri?

Sen’in kavmin değil mi onun mazlum çocukları;

Sen’in duân değil mi onun susan tehlilleri;

Sen’in nûrun değil mi onun sönen kandilleri?.

Suçlu mudur? Yetmez mi uğradığı felâketler?

Sönmedi mi ateşin o sayısız kurbanlarla,

Asırlardan beridir akıttığı al kanlarla?..

O kanla ki fışkırsa, yedi umman gibi kükrer;

Buhar olsa gökleri bir âteşî bulut kaplar,

Beş dünyânın üstüne bir kırmızı yağmur yağar.

Artık yeter Allah’ım, yeter bu kan tufanları!..

Bezdik artık dul sesi, yetim sesi dinlemekten

Harâbeler, mezarlar üstlerinde inlemekten!

Artık yeter; gurûrun, hırsın, kîn’in kurbanları;

Artık yeter; din, vatan, hak, hürriyet düşmanlığı;

Artık yeter; vicdânın, fikrin, kalbin, karanlığı!..

Ey şerirler çekilin, ey borular, toplar susun!

Şu saatte ben ölüm havaları sevmiyorum;

Kılıç, kalkan şâiri doğduğuma nâdim oldum.

Ey nisyanlar! Şöhretim, aşkım, zekâm sizin olsun.

 Ey yangınlar kararın, rebâbımı yakayım ben,

Küllerini rüzgâra savurarak bakayım ben!

Yıldırımla parçalan, ey uğursuz, mel'un gece!

Ey üstünde felâket, mâtem olan siyah kanad,

Ey dünyâya kahkaha salıveren baykuş feryad!..

Çekil sen de ey ölüm, ey kızıl göz, kanlı pençe!

Bulutlarla yarış et, def'ol bur’dan uzaklara,

Başka dünyâ içinde kaplan gibi avlar ara!

*

Gerçektir ki ey Tanrı’m, ben değilim ilk haykıran;

Ben önümde ak saçlı şâirleri görüyorum;

Demir sazlı Danteler arkasında yürüyorum.

Benim yeni bir nağme duyulmuyor rebâbımdan;

Belki ben de bir elem diyârında bestekârım,

Yaşadığım bir asrın feryâdıdır makamlarım.

Evet, ben de târihin sırtlarında çok dolaştım;

Efsâneler anlatan şâhikalar, taşlar buldum;

Günler görmüş pirlerin yurtlarında konuk oldum.

Şark’a gittim : Ehramlar gölge vuran çöller aştım;

Ceddi sordum saçları beyaz Tanrı-dağları’na;

Alın eğdim mukaddes ateşlerin diyârma.

Garb’e koştum : “Nur, hikmet ma'bedleri nerde?” dedim;

İlâheler dolaşan Olimpler’den aşkı tattım;

Virjiller’e saz veren perilere el uzattım.

Siyah devler haykıran El-Burzlar’dan yol istedim;

Hakikati aradım asırların sarayında;

Hakk’ı görmek diledim ru’yâların mihrâbında.

Bana Sedd-i İskender, Sifenks hepsi dile geldi;

Kapı açtı Dârâ’nın gül ve bülbül bahçeleri;

Şarab sundu Sezar’m şehr-âyinli geceleri.

Ganj’dan, Nil’den, Orhun’dan yüzbinlerce ses yükseldi;

Fir'avunlar diyârı meş'aleler parıldattı;

Nemrudlar’ın kulesi, olanları hep anlattı.

Gözlerimin önünde parçalandı bütün esrar,

Dediler ki, “Bu hayat bildiğin Fars efsânesi;

“Dünya ise Hurmuz’la Ahremen’in virânesi.

“Bu âlemde nur ile karanlığın kavgası var;

“Döğüşüyor her yerde hayâl ile hakikatler,

“Boğuşuyor her zaman cinayetle faziletler!”

Hayır Rabb’im, bizlere bu hayatı vermedin

Sen; bu mashara, bu cânî bizim kendi eserimiz;

Bizim ona ok vermiş, kemend vermiş ellerimiz.

O bunlarla döğüşmüş, tahtlar kurmuş kemiklerden;

Tahkir etmiş hakları, esir etmiş vatanları;

Zehirlemiş kalbleri, değiştirmiş îmanları.

Şu riyâya bürünen münafıklar Sen’in değil;

Sen’in değil casâlı celladlarm zulümleri,

Kurbanların mumlarla, âyinlerle ölümleri.

Hakkı inkâr eyleyen kıskançlıklar Sen’in değil;

Sen’in değil fazilet adı alan cinâyetler,

Kılıçtan çok onulmaz yara açan ihânetler.

Biz düzenci, sahtekâr, aldatıcı bir mahlûkuz;

Kimi zaman Sâlihler libâsına bürünürüz;

Sen’den gelen Resûller gibi aziz görünürüz.

Sen’in büyük nâmına yalanları uydururuz,

Yine Sen’in nâmına hükm ederiz vicdanlara;

Yine Sen’in nâmına zulm ederiz insanlara.

Zekâların, aşkların, düşmanları yine biziz;

Dâhilerin alnına kızgın tası biz geçirdik;

Âşıklara zehirli şerbetleri biz içirdik.          

Şu nifaklar, kavgalar hepsi bizim işlerimiz;

Bizler verdik fesada, yangınlara bu âlemi;

Bizler yaktık dünyâda Sekiz Büyük Cehennem’i!

Tanrı’m, Sen ki aşkınla cihanları yaradansın;

Yaralanmış bir kartal, kanadıyle Sen’i arar,

Avcılardan şikâyet için göke Sen’i sorar.

Sen ki ma'sum, günahkâr herkese el uzatansın;

Hürriyetsiz bir esir sana açar vicdânmı,

Sana döker derdini, mâtemini, figânını.

Ben de Sen’in bir derdli, bağrı yanık mahlûkunum;

Bir denizim, üstümde fırtınalar haykırıyor;

Bir tepeyim, altında kan selleri hıçkırıyor.

0 kalbim ki dünyanın içi gibi yanıyorum;

Şu saatte benim de seslerimi işit, dinle;

Ben de Sen’in göğünü sarsacağım iniltimle.

Ben figâna başlarken sussun arzın dört rüzgârı;

Dinsin bütün şehirler üstündeki velveleler,

Dursun yanar-dağların altındaki zelzeleler;

Yalnız benim niyazım sarsın bütün semâları;

O en uzak burçları, yıldızları inildetsin,

Sen’den cevap gelecek güne kadar feryâd etsin!..

Bak! Yal’nayak, baş açık geldim Sen’in mihrâbma;

Beyaz saçlı ahumla sana secde ediyorum;

Sen’in büyük rûhundan bir adâlet istiyorum.

Elli yıldır duyduğum mu‘cizeni göster bana;

Sana Tûrlar önünde Mûsâ gibi eğileyim;

Sen’i eski Tanrı’mdan daha büyük Rabb bileyim.

Evet, Rabb’im, Sen çirkin taş putlara benzemezsin;

Allâh’ısm bülbüllü seherlerin, ilkbaharın;

Ay ışıklı suların, şâirlerin, sâf kızların.

Sen’in fenâ şeyleri emredemez İlâh sesin;

Ben hırslan, kinleri kitaplardan siliyorum,

Sen’i hakkın, sevginin, hayrın Rabb’i biliyorum.

Diyorum ki, “Fezâlar Sen’in büyük bir ma'bedin;

“Kehkeşanlar, yıldızlar mihrâbının kandilleri;

“Çağlayanlar ebedî İlâhinin sâf dilleri !.

“Bur’da yalnız sevmektir en güzeli ibâdetin;

“Kalbe ümid vermektir en değerli bir sadakan;

“Hırsı fedâ etmektir istediğin aziz kurban.

“Sen’in iyi kulların ne elmaslı ahulardır,

“Ne, esirler çalışan toprakları biçenlerdir,

“Ne de altun taslarla şöhretleri içenlerdir.

“En sevdiğin kalblerde bir mukaddes semâ vardır.

“O güneşler vardır ki aşklarıyle ısıtırlar;

“Çorak, yanık ruhlara merhameti akıtırlar.

“Sen’den bunu getirmiş her zamanın peygamberi :

“Parıldıyor bu ateş Zerdüştler’in mihrâbında;

“Okunuyor bu duâ Mûsâlar’m kitabında.

“Muhammed’ [salla'llâhü aleyhi ve sellem]in elleri sunmuş bize bu Kevser’i;

“Mezbahlara gül koyan Rama bunu istiyormuş;

“Çarmıhında, ‘Sev!’ diyen ‘İsâ bunu istiyormuş.

“Emret, artık dünyâya doğsun hakkın mahabbeti;

“Bu çocuğun alnına hâle örsün gül seherin;

“Bu beşiği sallasın ninnilerle meleklerin.

“Ona ateş, nur versin Olimpler’in aşk ma'bedi;

“Ona kımız, bal sunsun Altaylar’m bakirleri;

“Ona ru’yâ gördürsün Hind’in, Çin’in şâirleri.

“O, elinde semâvî bir meş'ale parıldatsın.

“Gezsin arzın kan, kemik dolu olan yerlerini,

“Medeniyet denilen şu felâket mahşerini.

“Sızlayıcı bir kalble mazlumlara el uzatsın;

“Derdlilere teselli, adsızlara şeref versin;

“Yersizlere bir kapı, gariblere yol göstersin!

“Her tarafta görünsün o İlâhî ‘asâsıyle;

“Hürriyetler götürsün hınçkırıklı sâhillere,

“Vatanları çalman beyaz, siyah nesillere.

“Sevin!” diye haykırsın gökten gelen sadâsıyle;

“Dâvet etsin İlâhî Adâlet’e zekâları,

“İnsanlığa kalbleri, sulha bütün dünyaları.

“Tâ ki bir sâf, bir yeni yıldız gibi doğsun dünyâ;

“Şen görünsün semânın altun saçlı her kızından;

“Uzun olsun hayâtı en ihtiyar yıldızından.

“Onun, parlak gökünü karartmasın bir fırtına;

“Ona gözler Asur’un rûhânîsi gibi baksın;

“Kâfur eller sönmeyen ateşlerle kandil yaksın!”

Bak, Allah’ım, her yerde benim gibi yüz şâir var;

Hepsinin de gözünde dul bakışlı birer vatan;

Dudakları üstünde kırık kanad birer figan.

Benim gibi hepsi de mâtemleri çalıyorlar;

Benim gibi mu'cize bekliyorlar göklerinden;

Benim gibi adâlet istiyorlar hepsi Sen’den.

Oh, artık ben nur, çiçek, nağme, sevinç, aşk isterim;

İsterim ki semâlar bana yeni ilham saçsın;

Dünyâ yeşil gözlü bir peri gibi kucak açsın.

Âşık çoban türküsü gibi olsun şiirlerim;

Dinlettirsin rebâbım sevgilerin nağmesini;

Dudaklarım dağların aksettirsin sâf sesini.

Ey milletler, hayatın türküsünü çalın sizler!

Ey şâirler, yükseltin destanını hürriyetin,

Hulyânızın sizlerde yarattığı bir cennetin!.

Ey ümidler, ru’yâlar, sizler bana sunun Kevser!

Bu şarabla mest olsun kalbim, rûhum benim ey Rabb!.

Gözlerimi kapasın ölüm uykum benim ey Rabb!.

*

Evet Rabb’im, her ruhta bir İlâhî sevgi vardır;

Bir perinin hüsnüne meftun senin her mahlûkun;

Her sevdâlı ister ki kalbi yalnız aşkla vursun.

Onun için ağaçlar güneşlere el uzatır;

Geyik, akar sulara; kuş, ormana türkü söyler;

Dağlar esen meltemden, şafak gülden bûse ister.

Ben kulun da hürriyet perîsî’nin Mecnûn’uyum;

Esrârmı okudum bu Leylâ’nın gözlerinde;

Hitâbını dinledim bu meleğin sözlerinde.

Sen’in ölmez aşkım, füsûnunu onda buldum;

Bir san'atkâr rûhıyle ilham duydum bu güzelden;

Susamışlar kalbiyle bir tas aldım bu nur elden.

O hayâtı içtim ki her şarabtan kuvvetlidir;

Onun tadı ne Lübnan-dağı’ndaki bala benzer,

Ne Bingöl’de kızların sağdıkları sütte gezer.

Bu pınarın suları Cennet olan yerden gelir;

Bundan içen âşıklar bir ebedî ru’yâ görür.

Nefir çalan periler arasında gezer yürür.

Buna karşı bir erkek kaplan gibi kıskancım ben;

Kıskanırım ben onun güneşlerden cemâlini;

Kıskanırım ben onun gecelerden hayâlini.

Kıskanırım ben onun saçlarını esen yelden;

Kıskanırım ben onun gölgesini sâf sulardan;

Kıskanırım ben onu arslanlardan, âhulardan.

İsterim ki mâ'bedi bir şâhika gibi dursun,

Gölge salsın sayısız asırların girdâbına;

Hep doğacak nesiller gelsin onun mihrâbına.

Bur’da benim sonuncu evlâdımın kalbi vursun;

Sana, benim ceddimin öz diliyle duâ etsin,

Pâk kalbiyle, zincirsiz hür eliyle duâ etsin!..

Yoksa Tanrı’m, zâlimin mâ'budunu tanımam ben;

Benim kalbim inanmaz kan kokulu Kitablar’a;

Serkeş alnım eğilmez mezbah olan mihrâblara.

Eğer hırsı, gurûru, zulmü, kini kahretmezsen,

Sana benim ellerim duâ için kalkmayacak;

Korkarım ki isyânım, günahlarım başlayacak.

Ayağımın altına yığılacak 'Arş’m, Kürsü’n,

Kıyâmet’in, Mahşer’in, zebânîli Cehennem’in,

Kevser akan Cennet’in ve Onsekizbin ‘Âlem’in.

Bir yakıcı ıssız çöl görünecek bana gökün;

Uçmayacak üstümde Sen’in rahmet meleklerin,

Dokunacak alnıma kanadları şimşeklerin.

Ben bu enkâz üstünde fikrim, kalbim, vicdânım boş..

Bakacağım bir kırık sütun gibi derinlere;

Boşluklardan başka şey görünmeyen enginlere.

Bu boşluklar önünde arzım, semâm, ber yerim loş..

Cennetler’den koğulmuş Âdem ömrü süreceğim;

Dünyâyı bir vatansız gözleriyle göreceğim.

Bu saatte artacak harislere intikamım;

Ümidimi, aşkımı çalanlara la'netlerim;

Vicdanımı günahkâr edenlere hiddetlerim.

Beni zâlim edecek mazlum olan sâf imânım;

Kayaları ağartan sular gibi coşacağım;

Dağdan dağa bir deli rüzgâr gibi koşacağım.

Varsın, bütün ateşler yaksın benim ellerimi;

Yıldırımı, şimşeği, şahabları tutamayım;

Bana hizmet etmesin hiçbir alev, bir kıvılcım.

Her birşeyden kuvvetli görüyorum ben şi'rimi;

Yakacağım bununla ben o kanlı âlemleri;

Yakacağım kalbimin ateşiyle elemleri!..

Ondan sora elime demir 'asâ alacağım;

Saçlarımda Şimâl’in kasırgalı sert rüzgârı

Ve alnımda bir batan günün kızıl dalgaları..

Issız, meçhûl yolların serserisi olacağım;

Gideceğim dünyânın ayak izsiz dağlarına,

Gittikleri yerlerden dönmeyenler diyârına!..

Mehmed Emin Yurdakul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar