Telvinden Fark ve Cem’e
"Hallac Divânı"ndan
الجمع أفقدهم من حيث هم قدما
والفرف أوجدهم حيناًبلا أثر
فاتت نفوشهم، والفوت عندهم
فى شاهد جمعوا فيبه عن البشر
و جمعهم عن نعوت الرسم محوهم
عما يؤثره التلوين فى الغير
والعين حال تلاشت فى قديمهم
عن شاهد الجمع إضماراً بلا صور
حتى توافى لهم فى الفرفي ما عطفت
عليهم من علوم
الوقت فى الحضر
فالجمع غيبتهم والفرف حضرتهم
والوجد والفقد فى هذين بالنظر
Farsça
از آنجاكه
ايشان«قديم اند»
«جمع» ايشان را
از دست داد
و «فرق» ايشان
رامی بايد
در آن هنگامى
بى اثرند
عمرشان سپرى شد
و مرگ پيش
رويشان است
بشر را در آن
گرد آورده اند
وجمعشان ازصفات
رسم «آثار»
محو شان است
ازآنچه او را
تلوين در غير تأثير چذير فته
و« عين »
حالى است
كه در قدم شان
محو شود
از شاهد جمع
بدون صور پوشيده ماند
براى اينكه
آنچه در فرق به ايشان دادند
از علرم موجود
به ايشان رسيده است
پس« جمع » غيبتشان و « فرق » حضورشان است
ووجد وفقد در
اين دو، به نظر است
Türkçe
“Cem Makamı” onların kıdem (ezel) de kayboluşu
“Fark Makamı” onların anda esersiz
bulunuşu
Varlık geelince ve yokluk onların önündedir.
Şuhud ta insanlar hakkında bir araya geldiklerinde
Cem de resmin sıfatları yokluktadır
Gayride olan telvin eserlerinden kurtulurlar
Ayniyet, onları ezelde yokluğa
itmişti
“Cem” in şuhudu suretsiz sıfatlarından onları sildi.
Çünkü “fark”ları verdikleri şeyler, var olan bilgiden ulaştı
Yani "cem" onların yokluğu ve "fark" onların
varlığıdır.
Vecd ise her iki hali varlık ve yoluğu bir bakışta kaybetmektir
Bkz: https://islamansiklopedisi.org.tr/telvin
Telvin:
Sözlükte
“renklenmek, boyanmak” anlamındaki telvîn ile “yerleşmek, karar kılmak, sabit
olmak” anlamındaki temkîn tasavvuf literatüründe fenâ-bekā, sekr-sahv,
cem‘-fark gibi karşıt terimler olarak kullanılmıştır.
Telvîn
ve temkin bazı eserlerde televvün-temekkün diye geçer. Serrâc’ın, “Telvîn kulun
hallerinde değişiklik göstermesidir” şeklindeki tanımı (el-Lüma‘, s. 357)
sûfîlerce kabul görmüştür. Kuşeyrî’ye göre telvîn sâlikin halinin farklı
sûretler kazanması, bir halden daha yüksek veya düşük bir hale bürünmesi, bir
sıfattan başka bir sıfata intikal etmesidir. Sâlik Hakk’a vuslatı
gerçekleştirince temkin sahibi olur. Vuslatın alâmeti sâlikin kendinden tamamen
geçmesi, beşerî ve nefsânî kayıtlardan kurtulmasıdır. Bu hal kulda devamlı
olursa o kişiye “mütemekkin” denilir. Buna göre telvînden sonraki temkin hali
cem’den sonra fark, sekrden sonra sahv, fenâdan sonra bekā hali gibidir. Telvîn
hal sahiplerinin, temkin hakikat ehlinin sıfatıdır. Kul sülûk yolunda bulunduğu
müddetçe telvîn ehlidir (mütelevvin, mülevven). Kuşeyrî, şeyhi Ebû Ali
ed-Dekkāk’tan rivayetle Hz. Mûsâ’nın telvîn ehli olduğunu, Tûr dağında Allah’ın
kelâmını işittiğinde halinin değiştiğini ve yüzünü bir nikābla örtme ihtiyacı
duyduğunu, Hz. Peygamber’in ise temkin ehli olup mi‘racda temaşa ettiklerinden
etkilenmediğini, Hz. Yûsuf’u gören Züleyha’nın diğer kadınların aksine temkin
makamında bulunduğunu söyler (Risâle, s. 211-213). Cüneyd-i Bağdâdî’ye, “Daha
önceleri ilâhileri dinlediğinde coşardın, şimdi ise sâkinsin, yerinde
duruyorsun” denildiğinde onun, “Şu dağlara bakıyor ve onları hareketsiz
sanıyorsun, halbuki onlar bulutlar gibi geçip gitmektedir” meâlindeki
âyetle (en-Neml 27/88) cevap vermesi telvînden sonra temkin mertebesine erdiği
şeklinde yorumlanmıştır. Hallâc-ı
Mansûr’un bu iki terime temas eden ilk sûfîler arasında yer aldığı kaydedilir.
Temkin
halinin devamı konusunda sûfîler iki görüş beyan etmiştir. Bu halin devamının
mümkün olmadığını söyleyenler Hz. Peygamber’in ashabına, “Benim yanımda
bulunduğunuz hal üzerinde kalsaydınız melekler size gelir ve elinizi sıkardı”
demesini (Müslim, “Tevbe”, 3) delil göstermişlerdir. Temkin halinin devamının
mümkün olduğunu savunanlar ise hakikat ehlinin hallerle (tavârik) değişme
vasfını aştığını, daha yüksek makamlara ulaştığını belirtirler. Hücvîrî Hakk’a
giden yolu makam, hal ve temkin şeklinde üç kısma ayırır. Makam telvîn ile
temkin arasında bulunur. “Mânevî yoldaki menzil” anlamına gelen makamın ötesine
geçmek mümkün iken temkinin ötesine geçmek imkânsızdır. Zira temkin son mertebe
olup ilâhî huzurda karar kılmaktır. Makamlar telvîne sebep yahut vesile olur.
Hz. Mûsâ’ya, “Nalınlarını çıkar ve asâyı at” buyurulması (Tâhâ 20/12), “menzil
ve makamları geçerek temkine ulaşınca senin için telvînin sebepleri ortadan
kalkar” demektir. Velâyetin başlangıcı talepte bulunmak, ortası sülûk
makamlarının gerektirdiği hallerle hallenmek (telvîn), sonu ise ilâhî huzurda
sâbitkadem olmaktır (temkin).
Ebû
Hafs Şehâbeddin es-Sühreverdî telvîn ehlini üç gruba ayırır. Sûfînin telvîni
kalbini bulmakla, mutasavvıfın telvîni kalp mertebesinden nefis mertebesine
inip nefsini görmekle gerçekleşir. Sûfî ve mutasavvıflara benzemeye
çalışanların (müteşebbih) telvîni yoktur. Çünkü telvîn hal sahiplerine ait bir
özelliktir (Avârif, s. 85-86). Sühreverdî kalp ehli sûfîlerin telvîninin sıfat
tecellîlerinin sonucunda ortaya çıktığını, bu sûfîlere peygamberlerin mânevî
kemallerinin zuhur etmediğini söyler. Kalp perdelerini yırtıp ruhlarını Hakk’ın
zâtî nuruna kavuşturan temkin ehli ise zât tecellîlerine mazhar kılınır ve
kurbiyet makamına ulaşır. Hakk’ın zâtında bir değişme olmadığından onlar için
telvîn ortadan kalkmıştır. Telvîn sadece nefiste ve tezkiye edilen kalpte
meydana gelir, ruh için telvîn söz konusu değildir. Hâce Abdullah-ı Herevî’ye
göre müridin temkini sülûkteki kastının doğruluğu, sâlikin temkini mâsivâdan
alâkanın kesilmesi, ârifin temkini varlık nuruna mazhar olarak talep edilen
bütün mertebelerin üzerinde bulunmasıdır (Menâzilü’s-sâirîn, s. 133).
Serrâc,
Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Abdürrezzâk el-Kâşânî gibi sûfîler telvînin temkinden
üstün bir hal sayıldığını söylemişlerdir. Serrâc, sûfîlerden bir grubun telvîni
“halin değişmesi” değil “hakikatin alâmeti” şeklinde tarif ettiğini söyler
(el-Lüma‘, s. 357). İbnü’l-Arabî, sûfîlerin çoğunluğuna göre eksik bir hal
kabul edilen telvîni sahibinin muhakkik ve kâmil olma makamına ulaştığının
alâmeti sayar. Ona göre telvîn makamı asıl ve üstündür. Çünkü bu mertebedeki
kul, “O her gün bir şe’ndedir” âyetinde ifade edildiği üzere (er-Rahmân 55/29)
Allah’ın sıfat tecellîlerine tecelligâh olur. Bu sebeple telvîn ilâhî bir
sıfattır ve kemale işaret eder. Hakk’ın sıfat tecellîleri dâimî ve sonsuz
olduğuna göre insanın bu tecellîlere mazhar kılınması da aynı şekilde
sonsuzdur. Sâlik telvînindeki istikrarı ölçüsünde kemal sahibidir. Buna
“temkinde telvîn” denir ki temkin de esasen budur. Çünkü temkini olmayan
kimsede telvîn meydana gelmez. İbnü’l-Arabî telvînin ilâhî genişliğin delili,
varlıkta bir şeyin tekrarlanmamasının ilâhî genişliğin bir gereği olduğunu
bilen kimsenin varlık âleminde telvînden başka bir şey göremeyeceğini belirtir.
Zira Hakk’ın “bir” olan varlığı ilâhî genişlikten ötürü mertebelerde farklı
farklı tecelli ederek çoğaldığından telvînde temkin ehli sürekli biçimde
çoklukta birliği, birlikte çokluğu gören kimsedir (Fütûhât-ı Mekkiyye, IX,
249-252). Abdülkerîm el-Cîlî telvînde temkin ehlinin melâmetîler olduğunu, onların
bütün işlerinde Hakk’ı vekil edindiklerini, kulluk ölçüsüne göre hareket
ettiklerini, âhiret için olanı dünyada gizlediklerini söyler. Kâşânî’ye göre
telvîn ve temkin zâhirî, bâtınî ve cem‘î tecellîlerin mertebelerinden
ibarettir. Necmeddîn-i Dâye telvîni setr, temkini tecellî haliyle
açıklamıştır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar