Print Friendly and PDF

Kapkaranlık Bir ABD Tablosu

Bunlarada Bakarsınız

 


Modern Bir Taşra Kara Filmi

Hazırlayan: Viktor APALAÇİ

78 yaşında üretkenliğini sürdüren William Friedkin, konusunu bir tiyatro oyunundan alan filmde, kapkaranlık bir ABD tablosu çiziyor. Vahşi Teksas kırsalında, Amerikan aile değerlerinin paramparça edildiği, yozlaşmanın ve suç eğilimlerinin tavan yaptığı film, sert yapısı ve tavizsiz yorumuyla iz bırakıyor. En küçük ahlak kırıntısından ve etik kaygıdan yoksun yapısıyla, film ideal Amerikan ailesi kavramını ters yüz ediyor. Oyuncu kadrosu müthiş

Modern bir taşra kara filmi

‘Şeytan / The Exorcist’, ‘Kanun Kuvveti’ / French Connection gibi başyapıtlarından tanıdığımız, Oscarlı yönetmen William Friedkin, ‘Katil Joe / Killer Joe’ ile, 78 yaşında üretkenliğini sürdürdüğünü, formunu koruduğunu gösteriyor.

Konusunu bir tiyatro oyunundan alan film, kapkaranlık bir ABD tablosu çizerken, Amerikan taşrasına ürpertici ve acımasız bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Vahşi Teksas kırsalında, Amerikan aile değerlerinin paramparça edildiği, yozlaşmanın ve suç eğilimlerinin tavan yaptığı bu taşra kara filmi, sert yapısı ve tavizsiz yorumu ile iz bırakıyor.

İnişli – çıkışlı, 45 yıllık sinema kariyerinde, cinayet, uyuşturucu, kadın düşmanlığı ile suç dünyasını yorulmadan işlemeyi sürdüren William Friedkin, kusursuz sinema dili ve sağlam tekniği ile Hollywood’un gözde veteran yönetmeni olmuştur.

5 yıl önce yaptığı ‘Böcek / Bug’daki, tiyatro yazarı Tracy Letts ile işbirliğini Friedkin, ‘Katil Joe’da da sürdürüyor. Amerikan kırsalında, bir aile içi hesaplaşmasını ve bir cinayeti, film insanın tüylerini diken diken eden sert bir uslupla anlatıyor.

Modern toplumda, ahlaki değerlerin günümüz materyalizmine yenik düştüğünü gösteren film, en küçük ahlak kırıntısından ve etik kaygıdan yoksun yapısıyla, ideal Amerikan ailesi kavramını ters yüz ediyor.

Kokain bağımlısı annesi Adele’in kendisinden çaldığı ‘mal’ın bedelini uyuşturucu mafyasına ödemediği takdirde, öldürüleceğini bilen, küçük torbacı Chris (Emile Hirsch), annesinin hayat sigortasındaki 50 bin dolara göz koyuyor.

Chris’i güzel kızı Dottie’yi (Juno Temple) ve kocasını (Thomas Haden Church) terk ederek, genç sevgilisine kaçan anneden ailenin tüm bireyleri nefret etmektedir.

NE AİLE AMA

Chris’in, part time kiralık katillik yapan, kasabanın polisi Joe’yu (Matthew Mc Conaughey) annesini öldürmesi için görevlendirmesine aileden itiraz eden kimse çıkmıyor. Evde sürekli çırılçıplak dolanan seksi metresinin (Gina Gershon) sözünden dışarı çıkmayan, geri zekalı ve boynuzlu baba, uykusunda gezen, saf, naif yeniyetme kızı Dottie, bu canice planın bir parçası olmayı kabul ediyor. Zira bölüşülecek hayat sigortası ile cepleri ilk kez para görecektir.

Prensip olarak ücretini (!) peşin alan, ‘para peşin, kırmızı meşinci’ Joe’nun 25 bin dolar istemesiyle cinayet planı yatar gibi oluyor. Ancak Joe’nun seksi taze Dottie’yi farketmesiyle iş tatlıya bağlanıyor, aile genç kızın Joe’nun seks kölesi olmasını kabul ediyor.

Para bulma derdine düşen, uyumlu Amerikan ailesi resmini paramparça eden fakir bir taşra ailesinin öyküsünü, oldukça sert ve açık seçik bir uslupla anlatan William Friedkin, tavizsiz yorumuyla, izleyiciyi sarsma hedefine ulaşıyor.

Baştan sona ilgiyi ayakta tutan, aksamayan bir tempoda, filmini ustalıkla kuran yönetmen, senaryoda beceriyle çizilmiş yan karakterlere de hakkını veriyor.

KAN, ŞİDDET,

PORNO İÇİÇE

Sigortadan para gelene kadar, kiralik katil Joe’nin cinsel arzularını gideren saf Dottie, ipliği pazara çıkan kenar mahalle aşiftesi, seks objesi üvey anne, esen rüzgara göre yön değiştiren, bir baltaya sap olamamış, boynuzlu aile reisi, rehine aldığı 16 yaşındaki bir kıza sonraları aşık olacağını hesaplayamayan, profesyonel katil – eyyamcı polis Joe, mafyaya olan 6 bin dolarlık borcunu ödemediğinde başına gelecekleri  bilen çaresiz – çulsuz, torbacı Chris.

Film bu karakterleri, insan ruhunun karanlık labirentlerinde bizleri geziye götüren gizemli bir coğrafyada anlatıyor. Oyuncu kadrosu müthiş: Matthew McConaughey kariyerinin en iyi oyununu çıkarırken, iki genç oyuncu Emile Hirsch ile Juno Temple harikalar yaratıyorlar.

Evin reisini, Adele’in parasını yiyen jigolo Rex’le boynuzlayan seksi üvey annede Gina Gershon, kendisine eldiven gibi uyan ezeli vamp kompozisyonunda çok başarılı.

William Friedkin, konunun iki ana kişisini, kokain bağımlısı anne Adele ile genç sevgilisi Rex’i hiç göstermeden öyküyü anlatma becerisini gösteriyor.

Kan ve şiddetten geçilmeyen film açık seçik sahneleriyle de dikkati çekiyor. Joe’nin üvey anneye tavuk buduyla   pornomsu sekans unutulacak gibi değil.

https://www.salom.com.tr/arsiv/haber-84846-modern_bir_tasra_kara_filmi.html

Katil Joe (2011)  Killer Joe

102 dk

Yönetmen:William Friedkin

Senaryo:Tracy Letts

Ülke:ABD

Tür:Suç, Dram, Gerilim

 Vizyon Tarihi:09 Kasım 2012 (Türkiye)

Oyuncular

    Matthew   McConaughey

    Emile  Hirsch

    Juno   Temple

    Thomas   Haden Church

    Gina   Gershon

Özet

Uyuşturucu satıcısı olan Chris'in annesi, ondan gizlice uyuşturucu zulasını çalar. Chris'in canını kurtarması için en kısa zamanda 6000 dolar bulması gerekmektedir. Babası Ansel'e akıl danışan Chris annesinin hayatı üzerine bir plan yapar. Herkesin nefret ettiği üvey annesinin yüklü miktarda bir hayat poliçesi vardır; alabildikleri takdirde bu para hem hepsini zengin etmeye ve hem Chris'in borcunu ödemeye yetecektir. Tek sorun Sharla'nın hayatta olmasıdır! Hem polis olan hem de kiralık katillikle hayatını kazanan Joe Cooper, Sharla'yı öldürmeyi kabul eder. Ama prensip olarak 25000 dolar da nakit ister. Tam plan parasızlıktan yatmak üzereyken olan biteni uzaktan seyreden Chris'in kız kardeşi Dottie'yi fark eder. Başta parası karşılığında rehine aldığı kıza daha sonra git gide aşık olacağını ise hesaba katmamıştır

Altyazı

Dottie!

 Dottie, lanet olası, uyan!

 Kes sesini, T-Bone.

 Dottie, kahrolası, aç şu kapıyı.

 T-Bone, kes sesini.

 Dottie!

 Uyan!

 Dottie!

 Aç şu lanet olası kapıyı!

 Dottie!

 Çık artık şu yataktan!

 Hemen!

 Dottie aç kapıyı!

 Dottie!

 Dottie, lütfen kapıyı aç.

 Dottie!

 Dottie, işemem lazım.

 Uyan, benim.

 Lanet olsun.

 Bekle!

 - Aç şu lanet kapıyı!

 - Geliyorum.

 Bir saniye.

 Kes sesini!

 Üstüne bir şeyler giy, Tanrı aşkına.

 Kim olduğunu bilmiyordum.

 Lanet olsun.

 Kapa şu kahrolası kapıyı!

 Kapıyı çalanın kim olduğunu bilmiyorsan, bu şekilde mi açarsın?

 Daha önce görmediğin bir şey değil.

 Dallas'ın yarısı görmüştür şimdiye kadar.

 Kes sesini.

 Babam burada mı?

 Uyuyor.

 Dottie burada ama, değil mi?

 - Adele evden mi kovdu seni?

 - Hayır, babamla bir şey konuşmam lazım.

 Neden kovdu seni?

 Vurdun mu gene yoksa?

 Hayır vurmadım.

 Üstüne bir şeyler giyer misin, lütfen?

 - Amma mızmızlandın ya.

 - Suratımın karşısında   kıllarını görmek dikkatimi dağıtıyor.

 Tamam!

 Tanrım!

 Lanet olsun!

 Rahatına bak.

 Ne yaptın, yonca mı doğradın buna?

 Nereden buldun bu boku?

 Senden satın aldım.

 Bu o mu?

 Ne yapıyorsun burada?

 Adele evden kovmuş.

 Ne olmuş yani?

 Bırak da kendi anlatsın.

 Kalacak bir yere ihtiyacım var, tamam mı?

 Neden kovdu seni?

 Uzun hikâye.

 Sharla, bana bir bira getir.

 Ne yaptın, dövdün mü yoksa yine?

 Hayır, lanet olsun.

 Dövmedim.

 Daha önce dövmediğin anlamına gelmez.

 Bu seni hiç ilgilendirmez, Sharla.

 - Burası benim evim, tamam mı?

 - Sakin olun.

 Çıplak karının ukalalıklarını mı   çekeceğim bir de?

 - Çıplak değilim.

 Burada böyle dolaşmasına niye izin veriyorsun ki?

 - Nasıl yani?

 - Saat gecenin bir yarısı olmuş.

 Kapıyı şeyini gözüme sokacak gibi açıyor.

 Elimi uzatıp tokalaşacağım neredeyse.

 - Ağzını topla!

 - Kim olduğunu bilmiyormuş.

 - Mesele o değil, lanet olası.

 Dottie üvey annesinin amcığını görsün istemiyorum.

 Bu kadar yeter.

 Ben yatıyorum.

 Yeterince saçmalık işittim.

 İyi geceler.

 Seni bok herif.

 Öldüreceğim lan seni.

 - Kesin!

 - Tatlı rüyalar!

 - öldüreceğim!

 - Lanet olsun.

 - Dikkat et de tahtakuruları ısırmasın.

 - Otumu devirdin!

 Bu gecelik burada kalabilir!

 İstediğim kadar kalırım, benim bileceğim iş!

 Daha fazla kalırsa canını yakarım, ona göre!

 - Yatağa kızgın girme.

 - İyi geceler!

 S..tir!

 - Uykunda ölme sakın!

 - Lanet olası gerzek!

 Ne yapıyorsun sen?

 - Köpek kulübesinde yatacağım senin yüzünden.

 - Üstüne bir pantolon giy.

 Seninle konuşmam lazım.

 - Bunun için pantolon mu giymem gerek?

 - Dışarı çıkacağız.

 - Dışarı çıkmam ben.

 - Gizli bir iş konuşacağız.

 Fısıldayarak anlat öyleyse!

 Üzerine bir pantolon giy.

 - Hayır.

 - Lanet olsun.

 Bana 6.000 dolar lazım, yoksa birileri beni öldürecek.

 Kasabayı hemen terk etsen iyi olur.

 - 1.000 dolar falan versen.

 - Yok ki.

 1.000 dolarla onları oyalarım en azından.

 Chris, yok diyorum.

 Annem olmasa bu işe hiç bulaşmazdım.

 Sonra da beni evden kovuyor, iyi mi?

 Vurdun ona, değil mi?

 Lanet olsun, hayır!

 Söyledim sana, vurmadım.

 Neden kovdu öyleyse seni?

 Buzdolabına doğru ittim onu.

 Kokainimden yürütmüştü.

 Hadi oradan.

 Adele kokain kullanmaz.

 O kahrolası Rex'e sattı, ya da verdi.

 Mal gitmiş.

 Yerini tek bilen de oydu.

 Sonra bu gece tıkır tıkır işleyen arabasıyla eve geldi.

 Hangi araba?

 Altın Cadillac'la mı?

 Dalga geçiyorsun benimle.

 - O boktan şey yıllardır çalışmıyordu.

 - Ne dedim ben sana?

 Yani kokainim uçtu ve bu herifler de beni öldürmek istiyor.

 Kendi annem, Tanrı aşkına!

 Yani?

 - Ne?

 - Parayı verecek misin?

 - Hayır.

 - Lanet olsun.

 Mahvoldum.

 Hayatta 1.000 dolarım olmadı ki benim.

 - Peki, peki 15.000 doların olsun ister misin?

 - Tanrım.

 Bir dinle beni.

 Hep aynı hikâye.

 Çiftlikten ne haber?

 Çiftiliği bulaştırma şimdi.

 Ben çok daha kolay bir şeyden bahsediyorum.

 İyi bir şey çıksa bari.

 Joe Cooper'ı biliyor musun?

 - Hayır.

 - Bir aynasız.

 Dedektif daha doğrusu.

 Peki.

 Ek bir iş daha yapıyor.

 Ne yapıyor?

 Katil.

 Adam öldürüyor.

 Evet?

 Yani?

 Annemin 50.000 dolarlık hayat sigortası var.

 Bana öyle bakma.

 Peki sigortadan kim  Ne denir ona?

 İntifa hakkı sahibi.

 - Dottie.

 - Dottie mi?

 - Hepsi mi?

 50.000 doların tamamı mı?

 - Evet.

 Bana hiçbir şey bırakmadı mı?

 Tabii ki bırakmadı.

 Niye bıraksın ki?

 Eski kocasıyım.

 Senden nefret ediyor baba, biliyorsun.

 Böyle bir iş kaça patlar peki?

 20 alıyor diye duydum.

 Bin mi?

 Tanrım.

 Bu öyle pazarlık yapabileceğimiz bir iş değil.

 Yakalanmamaya değer bence.

 Katil Joe işinin ehli bir profesyonel.

 İşi düzgün bitirir.

 Nereden biliyorsun?

 Kim anlattı sana?

 Boşver onu.

 Onunla anlaşıp işi bedavaya yapmasını isteyeceğim.

 Sonra da sigorta parasından pay vereceğim.

 Peki, adamın parasını verdikten sonra   elimizde 30 bin kalacak.

 - 30 bin.

 - Dörde böleceğiz.

 - Üçe böleceğiz.

 - Nasıl olacak?

 - Sen, ben, Dottie.

 Sharla ne olacak?

 Ne olmuş Sharla'ya.

 O da pay alacak.

 Hayır almayacak.

 Aileden değil ki.

 Adele'den daha uzun zamandır karım.

 Para azalacak.

 Senin paran azalacak.

 Seninki de çoğalacak.

 Ailenin babası benim.

 Onu bulan da benim.

 Benim eski karım o.

 Senin ya da Dottie'nin değil.

 Tamam, peki, dörde böleriz.

 Hiçbir şeye kabul demedim, tamam mı?

 Burada cinayetten bahsediyoruz.

 Burada durup kafamı sallayacak değilim.

 Bir de şöyle düşün.

 Kimseye bir faydası oldu mu o kadının?

 Ne demek istiyorsun?

 Annem öldüğünde kimin umurunda olacak?

 Evet.

 Rex'in.

 O puşt, nefes alan her şeyi becerir.

 - Umursamayacak demek değil.

 - Aksine hoşuna gider.

 Annemin ona nasıl davrandığını bir görsen.

 Muhtemelen bana davrandığı gibi.

 Dottie için hangisi daha iyi sence?

 O istediği Amazon okuluna gitmesi için 10 bin dolarının olması mı   yoksa en az bir 20 yıl daha alkololik ihtiyar, çirkin ve   dırdırcı bir anneyle uğraşması mı?

 - Haklı bir nokta.

 - Kesinlikle.

 Dottie bu konuştuklarımızı bilmediği sürece   ona bir iyilik yapmış oluruz sadece.

 Evet.

 Ne yapıyorsunuz burada?

 Annemla kavga ettik.

 Bütün bu şehri sen mi inşa ettin?

 Evet.

 Tabii.

 Her bir tuğlasını.

 Düğünde duymuştum.

 Ödümü koparttı.

 Bu uyurgezerlik işi beni çok korkutuyor.

 Evet, çok kötüleşti.

 Her gece oluyor neredeyse.

 Birisiyle çıkıyor mu?

 Boşuna heveslenme.

 Bana sorarsan o hâlâ  Anlarsın işte.

 Ne?

 Bakire mi?

 Adamı bir arayayım.

 Bir toplantı ayarlayıp, konuşalım herifle.

 Hiçbir şeye şimdi karar vermek zorunda değiliz.

 - Tamam.

 - Tamam, güzel.

 Annemi öldürmeyi planladığınızı duydum.

 Bence çok iyi bir fikir.

 Bak, gördün mü?

 Burada cinayetten bahsediyoruz.

 Zor bir işe benziyor.

 Kimsin sen?

 Ben Joe Cooper.

 Joe Cooper.

 Ödümü koparttın.

 Özür dilerim.

 Affımı diliyorum.

 Kapıyı çaldım aslında ama televizyonun sesi çok yüksekti   duymadın.

 Ben de içeri girmeye karar verdim.

 Sorun değil.

 Zor görünüyor.

 Televizyondan öğrenmeye çalışmak.

 Bir öğretmen lazım sana.

 Ben Joe Cooper.

 Saat 10.

30'da burada Chris'le buluşacaktım.

 Burada değil.

 Biraz erken geldim.

 O da genellikle gecikir.

 Bir fincan kahve istesem zahmet olur mu?

 Elbette.

 Otur, ben de ceketini alayım.

 Adını sorabilir miyim?

 Dottie.

 Merhaba, Dottie.

 Merhaba.

 Ne?

 Nesin sen?

 Yani ne iş yaparsın?

 Dedektifim.

 Öyle mi?

 Magnum gibi mi yani?

 Hayır.

 O özel dedektif.

 Ben Dallas Polis Teşkilatı'ndayım.

 - O gerçek değil zaten.

 - Hayır.

 Ben gerçeğim.

 Öyle dizilerdeki gibi bir iş olmadığını okudum, araba takipleri falan.

 Bir sürü evrak işi.

 Hatta bazı polisler hayatları boyunca silahlarını ateşlemezmiş.

 Muhtemelen doğrudur.

 - Sen hiç kullandın mı silahını?

 - Tabii.

 Kimseyi vurdun mu peki?

 - Evet.

 - Kimi?

 Tanımazsın.

 Öldüler mi?

 Evet, öldüler.

 Vay canına.

 Yaşadığın en heyecan verici olay neydi?

 Bir seferinde bir eve girmiştim.

 Ve arka taraftan bir yerlerden korkunç çığlıklar yükseliyordu.

 Ve ortalık tamamen karanlıktı.

 Ben de çığlık seslerini izleyerek arkada bir yatak odasına vardım.

 Neyle karşılacağımı bilmiyordum.

 Evet.

 Kapıyı açtım, ve birden bire   çok iri yarı şişman bir adam   üzerime çullandı.

 - Bağırıyor, tekme atıyor, tırmalıyordu.

 - Aman Tanrım.

 Mesele şu ki   ondan başka da kimse yoktu odada.

 Adam da bana zarar vermek istemiyordu aslında.

 Yardım etmemi istiyordu.

 Neden?

 Kız arkadaşıyla kavgaya tutuşmuş.

 Çünkü kadının bir başkasıyla ilişkisi varmış.

 Adam da ona bir ders vermek istemiş.

 Bana öyle dedi.

 "Ona ders vermek için".

 Cinsel organını çakmak gazına bulayıp, ateşe vermiş.

 İnanabiliyor musun?

 Gerçek.

 Zavallı, sefil gerzek sevgilisine ders vermek için   kendi cinsel organını yakmış.

 Herhalde yaptığını gösterdi ona.

 Kadın atlatabilmiş midir acaba?

 - Adam iyi miydi peki?

 - Hayır.

 Hayır, iyi değildi.

 Cinsel organını yakmış.

 Benim de teyzem kendisini yakmıştı.

 Öyle mi?

 İsteyerek değil gerçi.

 Üzerinde uzun, dantel bir elbise varmış.

 Ve ucunu fırına sıkıştırmış.

 Ateşi söndürene kadar ölmüştü.

 Gerçekten mi?

 Ailede en çok ona benzediğimi söylerler.

 Adı Vivah'dı.

 Çok güzel bir isim, değil mi?

 Ama hiç evlenmemişti sanırım.

 Telefona bakmayacak mısın?

 Seni arıyorlar.

 Babam işten çıkamadı.

 Bizimle Bob'un yerinde buluşabilir misin?

 Konuşabileceğimiz özel bir yeri var mı?

 Yan tarafta kullanılmayan bir bilardo salonu var.

 Harry Hines'ı geçer geçmez.

 En iyisi Dottie'yi de getir, o sana yolu gösterir.

 Yeniden plan değişikliği yapma ama.

 Cidden özür dilerim.

 Biraz daha gürültü çıkarabilir misin?

 Kıçımı öp!

 Orospu çocuğu.

 Annemi mi öldüreceksin?

 Bilmiyorum.

 - Neden sordun?

 - Merak ettim sadece.

 Çok küçükken annem beni öldürmeye kalkmıştı.

 Kendisini küçük bebeğinden daha çok önemsediği için yüzüme yastık kapattı.

 Beni bir annenin, bebeğini sevmesi gerektiği gibi sevmedi hiç.

 Sonra benden kurtulduğunu sanıp çok mutlu oldu.

 Ben de hiçbir zaman ondan daha iyi birisine dönüşemedim.

 Ama benden kurtulamamıştı.

 Beni ona geri yollayamadı.

 Hastalandım sadece.

 Kötü oldum bir süre.

 O da üzüldü öyle olduğum için.

 Ve hep öyle olacağım için.

 Nereden biliyorsun bunu?

 Neyi?

 Annenin seni öldürmeye çalıştığını?

 Çünkü hatırlıyorum.

 Bu babam Ansel.

 Ansel.

 Bira ister misin?

 Hayır, teşekkür ederim.

 Dinle.

 Çok fazla vaktim yok 

Tamam, hemen konuya girelim.

 Sakıncası yoksa.

 Pekâlâ, öncelikle   babam ve ben daha önce hiç böyle bir şey yapmadık.

 Yapmak istemiyoruz aslında ama yapılması gerekiyor.

 Bunun benimle bir ilgisi yok.

 Pekâlâ.

 Efendim   bizim yerimize konuya siz girseniz ve sormamız gereken soruları   söyleseniz.

 - Çok basit.

 Size sunacağım hizmet için bana bir ödeme yapacaksınız.

 Onun günlük programını, alışkanlıklarını bana anlatacaksınız.

 Ben de ona göre hareket edeceğim.

 Ne yapacağım konusunda size detay vermeyeceğim   çünkü ne kadar az şey bilirseniz   hepimiz için o kadar iyi olur.

 Pekâlâ.

 Şimdi, uyulmasında ısrar ettiğim bazı kurallarım var.

 - lsrar.

 - Tamam, peki.

 Yakalanırsanız, bu suçla ilişkiniz olduğu anlaşılırsa   hiçbir koşul altında benim kimliğimi ya da bağlantımı açıklamayacaksınız.

 Tabii, elbette.

 Bu kuralı çiğneyecek olursanız   öldürülürsünüz.

 Anladınız mı?

 - Ben  - Bu konuyu çok net anlamanız gerek.

 Anlıyorum.

 Sen anlıyor musun?

 Evet.

 Benim ücretim, 25.000 dolardır.

 Peşin ve nakit.

 İstisna olmaz.

 - 25 mi?

 - Evet, efendim.

 - 20 dememiş miydin?

 - Bana 20 denmişti.

 25.

 Bir sorun mu var?

 25 sorun değil.

 Sorunumuz o değil.

 Sorununuz nedir peki?

 Sorun avansı peşin ödemek.

 - İstisna olmaz.

 - Efendim, açıklayayım.

 Bu işe kalkışmamızın baş sebebi   annemin yüklü bir miktar sigortasının oluşu.

 Genellikle öyledir.

 Biz de doğrusu, ödemeyi sigorta alacağımızı   tahsil ettikten sonra  Bakın, bu konu tartışmaya açık değil.

 - Sohbetimiz sona ermiştir.

 - Lütfen, bu  Sen bu işi ne sanıyorsun?

 "BirAnlaşma Yapalım" mı?

 Burada ciddi bir iş yapıyoruz evlat.

 - Bunun farkındayım.

 - Hayır, pek sanmıyorum.

 Seni ciddiye almıyorum.

 Öyle ya da böyle bu iş yapılacak.

 Konuşmamız bitmiştir.

 Sizinle hiç tanışmadım.

 Siz de benimle tanışmadınız.

 Tabii başka bir avans ihtimalini hiç konuşmadık.

 Nasıl yani?

 Bana nasıl ulaşacağını biliyorsun.

 Kız ilgilenirse beni ara.

 Kız kardeşimden mi söz ediyorsun yoksa?

 O senin kız kardeşin mi?

 Tanrım.

 Avans derken neyi kastetti?

 Ne kastedecek?

 Dottie'yi kastetti.

 Ama avans ne ki?

 Ne kadar aptalsın sen ya?

 Bu kadar aptal mısın gerçekten?

 - Sözlerine dikkat et!

 - Ne yapacaksın, baba?

 Bir şey düşünmemiz lazım.

 - Kendimiz öldürelim!

 - Birini mi öldüreceksin?

 Saati bile söyleyemiyorsun!

 Peki, sen ne öneriyorsun çok bilmiş?

 Her şeyi tamamen unutabiliriz.

 Ya da belki   ona Dottie'yi verebiliriz.

 Belki de kıza iyi gelir.

 Saçmalama, kimse görecek değil onları.

 Niye bu kadar korkuyorsun ki?

 Hiçbirinde yüzün görünmüyor nasıl olsa.

 Şahsi görüşme mi?

 İki büyük sucuklu pizza, lütfen.

 AVM'nin arkasındaki o fotoğrafçıda.

 Çok endişeleniyorsun.

 Alt tarafı suratı sivilceli küçük bir kız   hayatında daha hiçbir şey görmemiş.

 O kadar büyüğünü görmemiş en azından.

 Kaçta alacaksın beni?

 8:30 mu?

 O saate kadar ne yapacağım peki?

 Dur biraz, Jenny.

 Yemek için biraz para alabilir miyim?

 Jenny, mesaim bitince seni ararım.

 Olmaz.

 Benim  Evet.

 Evet, ben de.

 Bu akşam için ne pişireceksin?

 - Fırında bir şey yapacağım işte.

 - Salata yapacak mısın?

 Sana birkaç dolar daha vereyim.

 Kendine yeni bir elbise al.

 - Yemeğe misafir geliyor.

 - Güzel giyinmemiz mi lazım?

 Elbise sana çok yakışıyor bence.

 Telefondaki sevgilin miydi?

 Ne demek istiyorsun?

 Sevgilin değil miydi o?

 - Evliyim ben aptal.

 - Babama söylemem.

 Neden bahsettiğini bilmiyorum.

 Jenny ile konuşuyordum, eski okul arkadaşım.

 Buyrun.

 Siyah zeytin istemem demiştim.

 Bir tane daha yap, zeytinsiz.

 Ara veriyorum.

 - Ye.

 - Yakışıklı mı?

 Böyle konuşmayı bırak.

 Sevgili dediğin yakışıklı olmalı.

 Üçüncü sınıfta bir sevgilim olmuştu.

 Kimseye söylemedim.

 Adı Marshall'dı ve şişmandı.

 Beni seviyordu.

 Daha çok dışarı çıkmalısın.

 Çıktığımızı kimse bilmiyordu.

 Teneffüslerde görüşmezdik, yemekte yanyana oturmazdık Birbirimize not yazmazdık ve beni eve bırakmazdı.

 Ne zaman görüşüyordunuz?

 Okulda, sınıfta.

 Yalnız demek istedim.

 Yalnız görüşmezdik hiç.

 - Hiç mi?

 - Sırrımız açığa çıkardı o zaman.

 Birlikte zaman geçirmediyseniz   çıktığınızı nereden biliyordunuz?

 Biliyorduk işte.

 Bu konuda konuşsaydık   başka bir şeye dönüşürdü ama gerçekti.

 Ne gerçekti?

 Aşk.

 Birbirimizi seviyorduk.

 Hiç konuşmadıysanız, seni sevdiğini nereden biliyorsun?

 Çünkü beni saf bir aşkla seviyordu.

 Yani   öylesi pek kalmadı artık herhalde.

 Joe değil mi?

 Jeo geliyor.

 Jeo da kim?

 Hatırlamıyorum.

 Bakışları yakıyor.

 Ne?

 Tanıştın mı onunla?

 Nasıl biri?

 Bir hocadan kung fu dersi almam gerektiğini söyledi.

 Öyle mi?

 Ve ona kahve yapmamı istedi.

 - Nasıl biri?

 - Bilmem.

 Mehaba, Ansel.

 Jenny meselesini unut tamam mı?

 Eski bir arkadaşım   ve onun yüzünden babanla dalaşmak istemiyorum.

 Anladın mı?

 Yakışıklı bir sevgili bulmalısın.

 Benden mi bahsediyorsunuz?

 - Kulakların çınladı herhalde.

 - Hayır, efendim.

 Dottie'ye yeni bir elbisenin çok yakışacağını söylüyordum.

 Evet.

 İstersen birlikte Thrifty'ye gidelim   sana güzel bir elbise alalım, olur mu?

 Herkes şık mı giyinecek?

 Evet hepimiz şık giyineceğiz.

 Bana biraz para verebilir misin?

 Biramız kalmamış.

 Cüzdanım aşağıda.

 Kıza Joe ile başbaşa kalacaklarını ne zaman söyleyeceksin?

 - Anlar o.

 - Söylemen lazım.

 Bu kız başkaları gibi değil.

 Lanet olsun!

 Sen, ben ya da Chris gibi mantık yürütemez o.

 Niye bu kadar endişeleniyorsun?

 Daha önce hiç randevusu olmadı.

 - Randevu değil ki bu.

 - Onun için randevuya en yakın şey bu.

 Tanımadığı şişko bir çocuğu saymazsan.

 Ne şişko çocuğu?

 Şu kızla konuş   yoksa her şeyi berbat edeceksin.

 - Ne söylemem gerekiyor?

 - Anlat işte her şeyi, Tanrı aşkına.

 Niye bu kadar zorlaştırıyorsun işi?

 - Neyi anlatayım?

 - Durumu.

 Joe'nun bu gece neden geldiğini söyle.

 - Bu konuya nasıl geleceğim ki?

 - Kendisinden   ne beklendiğini bilmezse adamı hayal kırıklığına uğratabilir.

 Onu Thrifty'ye göürüyorum ya işte.

 Bira parası ne olacak?

 Sharla.

 Şişko çocuk kim?

 Umarım yedeğin vardır.

 Baba?

 Baba.

 Hey.

 Şu haline bak.

 Film yıldızlarına benzemişsin.

 Dön bakayım.

 Dön şöyle bir.

 Evet, tam bir film yıldızı.

 Tuhaf hissediyorum.

 Öyle deme.

 Çok güzel görünüyorsun.

 Popom çok büyük.

 Sana küçük bir sır vereyim.

 - Erkekler büyük popoları sever.

 - Hayır, sevmezler.

 Kendimden biliyorum.

 Sharla'nın poposu büyük değil.

 Hele biraz vakit geçsin.

 Sen niye giyinmedin hâlâ?

 Çünkü ben yemeğe kalmayacağım.

 Nasıl yani?

 Chris'le benim halletmemiz gereken bir iş var.

 Chris nerede?

 Yani yemekte sadece sen ve Joe olacaksınız.

 - Üzerimi değişeyim.

 - Hayır.

 Hayır.

 - Hayır, tatlım.

 - Evet, değişeyim.

 Dottie eminim Joe seni böyle güzel gördüğünde çok sevinecek.

 - Evet, ben gidip  - Dinle, tatlım.

 Dottie!

 - Sakin ol.

 Dottie!

 - Bırak beni, üzerimi değişmem lazım!

 - Dottie, bekle!

 - Değişmeliyim!

 Üzerimi değiştirmeliyim!

 Değiştirmem lazım.

 Dottie, sakın yüzüme kapıyı kapama!

 Üzerimi değiştirmeliyim!

 Lanet olsun!

 Dur biraz, seni küçük kaltak.

 - Ne oluyor burada?

 - Ne oluyor!

 Ne oluyor dedim.

 - Elbisesini çıkartmak istiyor.

 - Ee?

 Böyle güzel görünmüyor mu?

 Bırak değiştirsin istiyorsa.

 Ne istiyorsan onu giy.

 - Böyle güzel değil mi ama?

 - Bırak değiştirsin üstünü, baba!

 Bırak değiştirsin!

 - Dur bir saniye.

 - Hey.

 Bırak değiştirsin.

 Değiştirsin.

 Ne yapıyorsunuz burada?

 Çıkıyoruz.

 - Bunu konuşmuştuk.

 - Tamam, zorlama, çıkıyoruz işte.

 Doğru ufaklık, zorlama.

 Bazı konularda anlaştık.

 Ve ben de detaylara önem verilmesini isterim.

 Çıkalım, baba.

 Anladın mı?

 Evet.

 Aferin.

 Kız nerede?

 Üzerini değiştiriyor.

 Keşke önce Sharla ile tanışsaydı.

 Onunla çıksaydı, hiç umurumda olmazdı.

 Karım hakkında konuşuyorsun, gerizekalı.

 Evet, öyle.

 Dottie?

 Benim, Joe Cooper.

 Artık yalnızız.

 Çıkmak istemiyorsun, anlarım.

 İçeride istediğin kadar kalabilirsin.

 Yemek güzel kokuyor.

 Keşke ilk randevular ya da yemekler hakkında   fıkra bilseydim, ama bilmiyorum.

 Belki aklıma gelir.

 Belki de gelmez.

 Lee Hazelwood.

 Oklahoma Muskogee'den.

 Lee Hazelwood hakkında da fıkra bilmiyorum.

 Oklahoma hakkında da.

 Gerçi Oklahoma komik bir yer galiba.

 Oklahoma'ya bakarak büyüdüm ben.

 Kızıl Nehir'in güney kıyısından.

 Ben çocukken, Teksas ve Oklahoma arasındaki sınır   tam nehrin ortasından geçerdi.

 Kuzeyden olta atarsan, Oklahoma balığı yakalardın.

 Ben Teksas balığı tutardım.

 Ama zaman içinde nehrin bizim kısmını da onlara verdik.

 Şimdi hepsi Oklahoma'ya ait.

 Güney kıyısı.

 Yeni sınır orası artık.

 Neden böyle yaptık bilmiyorum.

 Ama çok kızıyorum.

 Sanki evimizin verandasını   onlara vermişiz gibi geliyor.

 - Nasılsın?

 - İyi.

 Nasıl olduğumu merak ediyor musun?

 Nasılsın?

 İyiyim, teşekkür ederim.

 Güzel görünüyorsun.

 Teşekkürler.

 Üstümü değiştirdim.

 Yemekte sadece ikimizin olacağını bilmiyordum.

 Birinin sana söylemesi gerekirdi.

 Söylediler.

 Şimdi.

 Ne giymiştin?

 Bir elbise.

 Görmek isterdim.

 Bakışların yakıyor.

 Anlamadım.

 Dottie, bana güveniyor musun?

 Pek değil.

 Güzel.

 Çok güzel.

 Bakireyim.

 Biliyorum.

 - Ton balığı yemeği.

 - Evet.

 - Servis edebilir miyim?

 - Lütfen.

 Teşekkür ederim.

 Elbiseni görmeyi çok isterdim.

 İyi değildi.

 Yine de görebilir miyim?

 Annemi nasıl öldüreceksin?

 Bu konu yemek için pek uygun değil, Dottie.

 Zehirleyeceksen uygun olur.

 Vakayı soruşturan dedektif de sen mi olacaksın?

 Herhalde olmam.

 Ama bazen.

 Sorun olur mu?

 Konserve bu.

 Evler de öyle.

 Evet.

 Kardeşimi severim.

 Annemle babamın boşandıkları zamanı hatırlıyorum.

 Annem bize açıkladı.

 Sarhoştu o sırada.

 "Babanızı sevmiyorum artık," dedi.

 "Asla da sevmedim.

" Ben de anlamsız bir şeyler bağırdım.

 Evden kaçıp bahçeye çıktım.

 Chris yanıma geldi.

 Hiçbir şey söylemedi.

 Sadece gelip üzerime uzandı.

 Vücudunu böyle uzattı.

 Ve ben susana kadar üzerimde yattı.

 Dottie.

 Bir daha da hiç o konuyu açmadık.

 Elbiseyi getir.

 - Şimdi mi?

 - Evet.

 Bunu benim için giymek istemez misin?

 Ben değilim ki bu.

 Giymediğin zaman değilsin.

 - Bir sevgilim vardı benim.

 - Giy haydi.

 Peki.

 Nereye gidiyorsun?

 - Elbiseyi giyecektim.

 - Sana giy dedim.

 Giyecektim.

 Burada.

 Giydiğini görmek istiyorum.

 Dur.

 Çoraplarını çıkar.

 Sütyenini çıkar.

 Külodunu da çıkar.

 Bebekler  Elbiseyi giy.

 Gel buraya.

 Tam arkama.

 Elini pantolonumdan içeri sok.

 Hissediyor musun bunu?

 Evet.

 Nasıl bir his?

 Hatırlamıyorum.

 Kaç yaşındasın şimdi?

 12.

 Ben de.

 Benimle yer değiştir.

 Erkek arkadaşın?

 - Marshall.

 - Marshall.

 Şişmandı.

 Ama beni saf bir aşkla severdi.

 Bizim sırrımızdı.

 Kimse yok.

 Haydi!

 8. yarışta 5 numaralı ata 1.000 dolar.

 "Aklımdasın" 6. sırada.

 Mango, Cliff, Rick'in Kahvesi   çok arkalarda da Bella Luna.

 Bir kilometreden az kaldı ve atlar dönemeçte.

 Betty Boo burun farkıyla önde gidiyor.

 Sallanan Tekerlek hâlâ önde gidiyor.

 Yasal Statü ve Sevimli Suret   sekizinci direğin hemen dışından atağa kalktılar.

 Hadi, 5.

 Kavalye pistin ortasından sıkı bir depara kalktı.

 Baba, Mike hemen ardında.

 - Haydi, 5. haydi.

 5.

 haydi!

 - İçeriden girmeye çalışıyor.

 - Geliyor  - Lanet pislik.

 Ama Sevimli Suret şu anda   liderliği ele geçirdi!

 - Geriye düştü!

 - Müthiş bir bitiriş.

 - Geriye düştü!

 İnanılacak gibi değil ama Sevimli Suret imkansızı başardı!

 Böylece yarış bugün 1'e 17 ganyan vermiş oldu.

 Lanet olası, pislik!

 - Hey.

 - Vakit doldu kardeşim.

 Üç hafta önce fazladan bir hafta süre istemiştin, kardeşim.

 - Bir planın olduğunu söylemiştin.

 - Hayır, dinle, seni aradım.

 - Saat 11:00'de aradım.

 - Bu mu plan?

 Haydi ama, dostum  Merak etme para çok yakında geliyor.

 Orospu çocuğu!

 Orospu çocuğu!

 Seni orospu çocuğu!

 Nereye gidiyorsun?

 Bok herif!

 Al bakalım, al bakalım!

 Chris.

 Selam, Digger.

 Nasılsın, evlat?

 Gayet iyi.

 Sen nasılsın?

 Ortadan hallice.

 Tansiyon işte.

 İlaç alıyor musun?

 Evet, hepsini.

 Tuz yok, stres yok.

 Ama tabii Amy o leziz kızarmış tavukları yapınca karşı duramıyorum.

 Amy nasıl?

 Şu sıralar pek iyi sayılmaz.

 Dumpling'i hatırlarsın, şu yaşlı Bluetick avcı köpeğimizi.

 Tabii hatırlıyorum.

 Evet.

 Onu dün uyutmak zorunda kaldık.

 - Yapma ya.

 - Evet.

 Birkaç hafta önce de müthiş bir parti verdik ama sen kaçırdın.

 Doğumgününü kaçırdığım için kusura bakma.

 Doğumgünümü kaçırman bir şey değil.

 Keşke partiyi kaçırmasaydın.

 O gün kaç kişi gelmişti, G-Man?

 200 falandı.

 Yok canım, o kadar da değil.

 - 150 civarı vardı ama.

 - Atıyorsun.

 Kaçırdığıma üzüldüm.

 Evet, güzel partiydi.

 Bol bol mangal yaptık.

 G- Man akordiyon bile çaldı.

 Doğru.

 - O kız da orada değil miydi?

 - Hangi kız?

 Hani şu sürekli Chris'in kıçında dolaşan kız.

 Neydi lan adı?

 Koca memeleri var hani.

 - Arlene mi?

 - Arlene.

 Evet, Arlene.

 Ona dikkat et, evlat.

 Sana fazla o kız.

 Bence Arlene mangal olayına dikkat etsin   yoksa kapılardan sığmayacak.

 Lanet olsun, güldürdün beni.

 Dinle, şimdi çocuklar seni bir güzel pataklayacak.

 Birkaç gün içinde de paramı ödesen iyi edersin   yoksa seni güzelce bantlayıp tabutla 3 metre derine gömerim.

 Amy'ye selamını iletirim.

 Çok hoşuna gidecek.

 Seni çok seviyor.

 - Yat yere!

 - Özür dilerim!

 Özür dilerim!

 - Sakin ol.

 - Tanrım, ne oldu?

 - S..tir!

 - Chris!

 Lanet olsun.

 Kötü görünüyorsun.

 Seni yakaladılar anlaşılan.

 Baba!

 Elimi kırdılar galiba!

 Yüzüne ne yaptılar?

 - Hastaneye gidelim mi?

 - Gitmesi lazım.

 - Ne oldu sana?

 - Dayak yedim!

 Islak bir bez versene.

 Yüzünü falan mı tekmelediler?

 Digger Soames denen orospu çocuğu mu yaptı bunu?

 Söyledikleri her şeyi yaptılar mı?

 Ölmesini isteselerdi, ölmüştü.

 - Burnun kırılmış.

 - Hepsi o mu?

 Ne dediler sana?

 Ne dediklerini sanıyorsun?

 - Paralarını istiyorlar herhalde.

 - Yok ya!

 Bira ister misin?

 Nerede yakaladılar seni?

 Bahis dükkânında.

 Bill orada mıydı?

 Bilmiyorum.

 Neden?

 Bana 10 papel borcu var da.

 Yatağa gidiyorum ben.

 Haydi, Ansel.

 Hastaneye gitmeliyiz.

 Hayır, o iyi.

 Biraz hırpalanmış sadece.

 - Ansel, gel haydi.

 - Tamam öyleyse.

 Biz giriyoruz.

 Dottie, git sen de.

 İyi geceler, Chris.

 Bir ilerleme kaydettin mi, bilmek istiyorum.

 İcabına bakıyorum.

 Evet, tabii.

 Günlerdir kız kardeşimi beceriyorsun   ve annem de her zamankinden daha sağlıklı.

 İşi bırakmamı mı istiyorsun?

 Söylemen yeter.

 Ne zaman yapmayı planlıyorsun?

 Bu gece.

 Gerçekten mi?

 Yarın gideceksin o zaman, öyle mi?

 Hayır, hayır.

 Avans paraya karşılıktı.

 Paramı alana kadar gitmiyorum.

 Bu hoşuma gitmedi.

 Umurumda değil.

 Seni kız kardeşimin yakınında istemiyorum.

 Umurumda değil.

 Peki anlaşma iptal dersem?

 O zaman şimdi giderim ve beni bir daha görmezsin.

 Karar senin.

 Kime borcun var senin?

 Sana söylemem.

 Digger Soames mu?

 Nereden biliyorsun?

 Ödemeyecek olursan neyle tehdit etti seni?

 Onu da mı biliyorsun?

 Yapar.

 Cinayet işleyenleri tutuklamak değil mi senin işin?

 Digger'ı severim.

 Yap.

 - Bay Tim.

 - Selam, Joe.

 Joe.

 Joe.

 Tanrıya şükür.

 Buraya yetişemeyeceğim, geç kalacağım diye çok korktum.

 Tanrıya şükür.

 Dinle.

 İşi durdurmamız lazım.

 Tamam mı?

 Hayatım boyunca başım çok belaya girdi ama hiç böyle bir şey yapmadım.

 Özür dilerim, vaktini boşa harcamak istemezdim.

 Yani, o karıdan nefret edyorum tabii, hep nefret ettim.

 Ama yapamam işte, anladın mı?

 Fakat asıl mesele, Dottie.

 Kız kardeşim kimseye bir şey yapmadı.

 Onu bırakmalısın, yoksa gözünün içine bakamayacağım artık.

 Onunla birlikte olamazsın, buna izin veremem.

 Ne yapıyorsun?

 Nereye gidiyorsun?

 Atla.

 Lanet olsun.

 S..tir!

 Bir ara bir çiftlik kurmuştum.

 Öyle bir hayat yaşamak istediğimi sanıyordum.

 Kendim için çalışayım, açık havada olayım, kırda yaşayayım, ot   televizyon.

 Tek istediğim buydu.

 Bir tavşan çiftliği kurdum.

 Ellerimle kurdum.

 Kereste, kümes teli, su şişeleri, tavşanlar.

 Çok severdim o küçük piçleri.

 Bok kokarlar ve sürekli çiftleşirler   ama çok uysal hayvanlardır.

 Bir sıçan, kokarca ya da öyle bir şey dadandı ağıla sonra.

 Kuduz başladı, hava da sıcaktı zaten.

 Birbirlerini parçaladılar.

 Gözleri döndü.

 Ağızlarından köpükler saçıyor ve bağırıyorlardı.

 Tavşan bağırtısını bilir misin?

 Küçük kızlarınkine benziyor.

 Çok rahatsız ediciydi.

 Para kazanmak için esrar satmaya başladım.

 O işi daha iyi biliyordum çünkü.

 Ama o herifin parasını ödeyemiyorum ve ödemek de istemiyorum.

 Gitmelisin artık, Joe.

 Kız kardeşimi rahat bırakmalısın.

 Ne oluyor?

 Tanrım.

 Yavaş.

 - Ayaklarını yere koy.

 - Tamam.

 - Tamam mı?

 - Oldu.

 Şunu bagaja koy ve kapat.

 lşık tut bana.

 - Seyrediyordum ama, Chris.

 - Dinle.

 - Bir şey seyrediyordum.

 - Biliyorum.

 - Devamını merak ediyorum!

 - Kuşu yakalayamıyor, tamam mı?

 - Sürekli aynı şey olup duruyor.

 - Öyle mi?

 Dinle, tatlım.

 Olan biteni bildiğinin farkındayım.

 Sana açıklamama gerek yok.

 Bu işin böyle sonuçlanacağını bilseydim başka türlü davranırdım.

 Hayır.

 Ne oldu?

 Tanrı aşkına.

 S..tir.

 - Herkese günaydın.

 - Günaydın.

 Günaydın.

 Eşinin kızlık soyadı neydi, Ansel?

 Dosya için lazım.

 Tabii, efendim.

 Rogers.

 Adele Carolyn Rogers.

 - Duruşma olacak mı?

 - Hayır.

 Hayır.

 - Joe işini biliyor.

 - Hiç mahkemeye çıkmadım.

 Gazetedeki fotoğrafı gördün mü?

 Arabasını?

 Joe işini iyi biliyor.

 Otopsi bile yapamadılar.

 Geriye pek bir şey kalmamıştı.

 - Nasıl gitti?

 - Gidelim buradan.

 - Orospu çocuğu.

 - Mesele nedir?

 Dottie'nin önünde konuşmayacağım.

 O ne olduğunu biliyor.

 - Onun önünde konuşmayacağım.

 - Sigortacıda ne oldu?

 Dottie'nin önünde konuşmayacağım!

 Parayı ödemiyorlar, değil mi?

 - Baba?

 - Ansel, sakin ol.

 - Baba?

 - Ansel!

 Olay çıkarma!

 Adele'in poliçesinden kim bahsetmişti sana?

 Rex!

 Rex söylemişti.

 Laf arasında bahsetmişti.

 Tanrı aşkına ne oldu söyler misin?

 Ne zaman?

 - Sohbet ederken.

 - Nasıl değil, ne zaman?

 Birkaç hafta önce.

 Annemle büyük bir kavga etmiştik.

 - Tanrım.

 - Söyledim sana, Ansel.

 - Ne oldu.

 - En başında söyledim sana.

 - Kes sesini!

 - Bana kes sesini deme!

 - İşi berbat eden ben değilim.

 - Ne oldu, baba?

 Evimize gelip herkese ne yapacağını söylüyorsun.

 Nasıl 100 bin dolar alacağımızı.

 Lanet olsun, bana hemen söyle!

 Para Dottie'ye kalmıyormuş.

 - Rex'e kalıyormuş!

 - Anlamıyorum.

 - O kadar zor değil.

 - Açıkla bana.

 Dottie hiç para almayacak.

 - Parayı Rex alacak.

 - Dur biraz.

 Dottie 50.

000 doları alamayacak, evlat!

 Rex!

 Rex!

 50.000 doları Rex alacak.

 - Doğru olamaz bu.

 Hayır olamaz.

 - Evet, doğru!

 - Git Filpatrick'le sen konuş!

 - Bana öyle söylendi.

 Çünkü o öyle dedi!

 Rex öyle söyledi!

 Rex annemin sevgilisiydi.

 Kapa çeneni, Dottie!

 Bana öyle söyledi.

 - Yalan söylemiş.

 Ne sanıyordun?

 - Neden yalan söylesin ki?

 Hayır.

 Böyle bir şey yapacağımı bilemezdi.

 Kim sana Katil Joe'dan bahsetti?

 Tanrım.

 - Sana söyledim.

 Söyledim mi?

 - Evet.

 Aman Tanrım.

 Boku yedim.

 Lanet olası, orospu çocuğu!

 Sana inanmıyorum.

 Tanrım.

 İnansan iyi edersin!

 Ne kadar çabuk inanmaya başlarsan, Katil Joe'nun parasını bulmak için   o kadar çabuk harekete geçersin!

 - Gitmemiz lazım.

 - Bir de Digger Soames var tabii.

 - Gitmemiz lazım dedim.

 - Neden?

 Cenaze yarım saat sonra.

 Siz gidin.

 Benim bir şeyler düşünmem lazım.

 Keşke düşünsen.

 Sen düşününce, hepimiz için daha iyi oluyor.

 Joe nerede?

 Geri gelecek, değil mi?

 Evet.

 - Geri gelecek.

 - Tabii, geri gelecek.

 Gidelim haydi.

 Anneni toprağa vereceğiz.

 - Dottie'yi ben alırım.

 - Dottie!

 Evet, biz geliyoruz.

 Bayan Smith, cehennemin kapılarını tütsülemeniz bittiyse  Hey, Chris.

 Bize bir iyilik yap.

 Git kendini öldür.

 Kötü müsün?

 Evet.

 Dünyada olmamam gerekiyormuş gibi hissediyorum.

 Eskiden dizlerinle yaptığın gösterileri hatırlıyor musun?

 Yatakta yatardık, sonra sen bir fener alıp, dizlerini yukarı kaldırıdın.

 Bir dizine güneş gözlüğü diğerine de bir şapka yerleştirirdin.

 Evet.

 Gösteri yapardın.

 "Dünyadaki En Harika Gösteri," derdin.

 Öyle mi?

 Şu andan itibaren zaman içinde ve sonsuza kadar.

 Ne maceralar   ne molalar ne de ateşkesler   söyleyebileceğinden bir fazlası   sonsuzluğa ve uzaya kadar uzanır.

 Amin.

 Hiçbir şey pişmanlıktan kötü değildir.

 Kanser bile.

 Köpekbalığına yem olmak bile.

 Hiçbiri.

 Joe geri geliyor, değil mi?

 Çünkü  Ben gidiyorum.

 - Belki  - Benimle gelmeni istiyorum.

 Nereye?

 Meksika'ya.

 Hayır, daha uzağa.

 Peru'ya.

 Güney Amerika'ya.

 - Nasıl gideceğiz oraya?

 - Arabayla.

 Arabayla gidebiliriz.

 - Chris  - Teksas'ı seviyor musun?

 Çünkü sanki çok güzel bir yermiş gibi bahsediyorlar hep   aslında bir sürü cahil aptalın yaşadığı bir yer burası.

 Yürüyecek çok fazla yol var!

 - Sıcak ama.

 - Gidelim haydi.

 Gidelim buradan.

 - Şimdi.

 - Cenazeye mi?

 Eğer bu işi yapacaksak hemen harekete geçmeliyiz.

 - Joe'yu görmeliyim.

 - Hayır, Dottie.

 Onu görmem lazım.

 Joe'yu görürsek  Hemen

Peru'ya gitmeliyiz.

 O zaman sen yalnız git, çünkü Joe'yu görmem lazım!

 Seninle bir anlaşma yapalım.

 Cenazeye gidelim, sonra Joe'yu görürsün.

 Bir numara yapmayacağım, söz.

 Yemin et.

 Yemin ederim.

 Joe'ya Peru'ya gittiğimizi söyleyemezsin, tamam mı?

 Ona veda edemezsin, hemen olmaz.

 Tamamdır.

 Babamla Sharla'ya da söyleyemezsin   çünkü şu anda bana kızgınlar ve yolculuğumuzu berbat edebilirler.

 Anlıyorum.

 Heyecanlı mısın?

 Gitmek istiyor musun?

 Ben hep heyecanlıyım.

 Yapabiliriz.

 Bunu becerebiliriz.

 Birisi beni kızdırmazsa tabii.

 Rex gelme zahmetinde bile bulunmadı.

 Orospu çocuğu.

 Kulağını aç bana.

 Bir an önce götür beni.

 Kurtulmam için destek ol bana.

 Merhametine sığınıyorum mutlulukla.

 Sen ki dertlerimi dinledin.

 Ruhumun derinliklerini gördün.

 Ve düşmanın elinde bile sesimi duydun.

 Tanrı'nın evine adım atığımda oradaydın.

 Bana merhamet et, yüce Tanrım.

 Öldüğümde unutulacağım artık.

 Adele Carolyn Rogers Smith'i sonsuz yolculuğuna uğurlamak için toplandık.

 Christopher ve Dorothy'nin sevgi dolu anneleri.

 Ailesine ve topluma bağlı bir birey.

 Merhaba, Rex.

 Ellerini arabaya koy.

 - Lanet olası g..  - Her neyse.

 Dottie!

 Biziz!

 KFC'den tavuk aldık.

 Aç mısın?

 Dottie!

 Chris!

 - Bana bir bira versene.

 - Burada değil.

 - Merhaba, Joe.

 - Dottie burada mı?

 Uyuyor.

 - Chris nerede?

 - Bilmiyorum.

 Tavuk ister misin?

 KFC'den tavuk aldık.

 Evet, lütfen.

 Tabii, alabilirsin.

 Fırının üstünde.

 Sen getirsene, tatlım.

 Olur.

 Beyaz mı siyah mı?

 But.

 Bira ister misin?

 Evet, lütfen.

 Şu masaya koyarmısın, lütfen.

 Teşekkürler.

 Nedense cenazeler insanı acıktırıyor.

 Açlıktan ölüyorum.

 - Sigortayı duydun mu?

 - Sharla.

 - Evet, duydum.

 - Ne diyeceğimi bilmiyorum.

 Bir şey demene gerek yok.

 Senin suçun değil ki.

 - Evet, ama  - Chris.

 Chris çok salak, işi berbat edeceğini söyleyebilirdim.

 - Neden söylemedin o halde?

 - Neden mi?

 Lafın gelişi öyle diyor.

 Nasıl yani?

 Yani "Chris'in işi berbat edeceğini söyleyebilirdim," derken.

 Böyle bir"lafın gelişi" duymadım.

 - Öyle ama işte, gerçekten.

 - O küçük piçi hiç sevmedim zaten.

 Sevmedin mi?

 İşe yaramaz biri.

 Güvenilmezin teki.

 - Hiç anlaşamamışlardır.

 - O sadece kendini düşünür.

 - Haksızlık etme.

 - Haksızlık falan değil.

 Doğru.

 Ona bakarsan herkes sadece kendini düşünür.

 - Tevekkeli değil.

 - Ne tevekkeli değil?

 Chris'in bu şekilde olması tevekkeli değil.

 - Ne yaptım ben şimdi?

 - Kapa çeneni.

 Rex gibi bir salak tarafından kandırılmak için ne kadar aptal olmak lazım?

 - Rex mi?

 - Evet, Rex.

 - Ne olmuş Rex'e?

 - Dedim ki   Rex gibi bir salak tarafından kandırılmak için ne kadar   aptal olmak lazım?

 - Evet, ne dediğini duydum.

 - Bana Rex'ten bahsetsene.

 - Adele'in sevgilisi Rex.

 Sevgilisiydi.

 Adele'in sevgilisiydi.

 Bana Rex'ten bahset.

 - Ne bilmek istiyorsun?

 - Sen değil.

 - Sen.

 - Ne?

 Sen.

 Bana Rex'ten bahset.

 Ne demek istiyorsun?

 Adamı tanıyorsun, değil mi?

 Yani tanışmıştınız.

 - Evet, elbette.

 - Bana ondan bahset.

 Ne demek istediğini anlamadım.

 Uzun boylu mu, şişman mı?

 Çinli mi?

 Nerede çalışır?

 Kaç yaşındadır?

 Kulakları sarkık mıdır?

 Başkalarına benzemez mi?

 Bana Rex'i anlat.

 Rex  Gerçekten bunu hiç anlamadım.

 Anlaşmamızdan kim bahsetti sana?

 Ne anlaşması?

 Bu aileyle benim aramdaki anlaşma.

 - Ansel.

 - Neden?

 Çünkü o benim karım, Joe.

 - Size sormadım, bayım.

 - Peki.

 - Neden söyledi sana?

 - Dediği gibi, onun karısıyım.

 O paradan sen de pay alacak mıydın?

 - Elbette.

 - Neden?

 Çünkü, dediği gibi, onun karısıyım.

 Ansel'e yapmaması yolunda telkinde bulundun mu?

 Hayır.

 Neden?

 Chris'in işi berbat edeceğini söyleyebilirdin.

 Beni ilgilendirmez.

 Ama öyle, değil mi?

 Yani, seni de ilgilendirir.

 Ne demek istiyorsun?

 Paradan pay alacaksan   seni de ilgilendirir, değil mi?

 Yani, bilmem ki.

 Yine de Ansel'e, kocana, yapmamasını söylemedin.

 Ben de paradan almak istedim, tamam mı?

 Yani eğer Chris becerebilirse   Ansel'in parasını mı bölüşecektiniz   yoksa dördünüz de eşit pay mı alacaktınız?

 - Bunu konuşmadık.

 - Eminim konuşmuşsundur.

 Zeki bir kadınsın.

 Dörtte birini alırım diye düşünmüştüm.

 Üçte birin yarısını değil yani.

 - Hayır, dörtte biri.

 - Altıda biri yerine.

 Altıda biri.

 Hayır, dörtte biri.

 Yani benim ücretim ödendikten sonra   paranın geri kalanı eşit olarak dörde bölünecekti.

 - 25.000 dolar.

 - Evet, evet.

 - Senin paran çıktıktan sonra.

 - Herkese eşit pay yani.

 Bu dört eşit pay kaça gelecekti?

 - Hesaplamadım.

 - O zaman benimle birlikte hesapla şimdi.

 Sigorta parayı karşıladı.

 Filpatrick Ansel'e bir çek verdi.

 Dottie'ye.

 Çek Dottie'ye verilecekti.

 Doğru.

 En iyi ihtimalle Dottie'ye.

 Bak, parayı alamayacaksak bunu niye yapıyoruz, anlamıyorum!

 Sadece beni izle, oldu mu?

 - Ansel çeki alıyor  - Dottie.

 - Dottie.

 - Çek 100.000 dolarsa   sana 25 ödüyoruz - Ne kadar?

 - 25.

 Peki poliçe ne kadarlıktı?

 Ne kadarsa işte.

 Ne kadardı?

 - 50.000.

 - İşte o kadar.

 - 50 eksi senin 25.

 - Evet, eksi benim 25.

 Ama sen 100 dedin, değil mi?

 Evet, her ne kadarsa eksi senin paran.

 Hayır ama sen 100 dedin.

 - Evet, her ne kadarsa.

 - Çek 100.000 dolarlıktı.

 - Ne kadarsa işte.

 - Ama sen 100 dedin.

 Her ne kadarsa eksi senin 25.

 Yanılıyor, Joe.

 50 olacak.

 Tamam mı?

 Öyle mi?

 Evet.

 Cristopher Lee Dehşet Oteli'nde tüm bir kovanı   açığa çıkarırken cadıları izlemek için bizden ayrılmayın.

 George Raft maratonu için bizimle kalın.

 Whistle Stop'la başlıyoruz.

 S..tir.

 Haydi ama.

 Öyle, değil mi?

 Hayır.

 Dur bir dakika!

 Kaza eseri ölümlerde poliçe ikiye katlanıyor.

 Doğru, Fitpatrick öyle dedi bu sabah.

 Değil mi Ansel?

 - Hayır.

 - Evet, galiba öyle dedi.

 Ansel.

 Öyle mi dedi?

 - Hayır.

 - Bence dedi.

 Yani  - 50 değil.

 - Hayır.

 100.000.

 - Dediğim gibi, ne kadarsa işte.

 - Ne kadarsa.

 - Ne demeye getiriyorsun sen?

 - Nasıl yani?

 - Bir hata yaptım, tamam mı?

 - Evet yaptın.

 50 ya da 100 dedim.

 Her ne kadarsa.

 Şunu yapmayın lütfen.

 Chris umurumda değil demiştin.

 Doğru, değil.

 Rex için de aptalın teki dedin.

 Evet, öyle.

 Ve çek de 100.000 dolarlıktı dedin.

 Ya da her ne kadarsa!

 - Merak ettiğim şey şu  - Ne demeye getiriyorsun?

 S..tir be.

 Kimin çükü bu?

 Nereden buldun bunları?

 Ansel'in çükü değil bu.

 Bu senin çükün mü, Ansel?

 Hayır.

 Evet aşkım, senin.

 Sarhoştun.

 Peki ya bu?

 Hayır.

 Bu?

 Bak emin ol.

 Sarhoştun belki de.

 Hayır.

 Kimin çükü peki?

 Kes şunu artık.

 - Erkek arkadaşın olmalı.

 - Yapma lütfen!

 - Erkek arkadaşın, Rex.

 - Lütfen artık.

 O Salak.

 Tüm parayı alacak kişi.

 - Bilmiyordum!

 - 100.000'in hepsini.

 Kes artık!

 Yemin ederim bunlardan haberim yoktu.

 Sen bunların farkında mıydın, Ansel?

 - Hiç bir zaman farkında olmam.

 - Tabii.

 Kimin peki?

 Seni orospu çocuğu!

 Hakaret etmeye gerek yok.

 Ben sana hakaret etmedim.

 Burada misafirim.

 Nazik ol biraz.

 Şimdi.

 Kimin bu küçük çük?

 Yalan söyleme sakın.

 Yalan söylersen, söylediğin son yalan olur.

 - Rex.

 Rex'in.

 - Rex mi?

 Kim?

 - Rex!

 - Doğru.

 Ansel, lütfen!

 Ansel şu sıralar sana pek yardım etmeye gönüllü değil herhalde.

 Değil mi, Ansel?

 Hayır, değilim.

 Aslına bakarsan Ansel olduğu yerde çok rahat görünüyor.

 Evet, bayım.

 Ben de öyle düşünmüştüm.

 - Bırak beni orospu çocuğu!

 - Hakaret konusunda ne demiştim sana?

 Paranı vereceğiz.

 Yemin ediyorum.

 Ne kadar istersen vereceğiz!

 Korkarım bu imkansız.

 Hayır, değil.

 Rex bu öğleden sonra anlaşmayı yaptı.

 Ne?

 Gitmeden önce bana verdi.

 100 bin dolar.

 - Yüce Tanrım.

 - Nereye gitti?

 Bir değeri yok tabii.

 Çek Rex'e yazılmış.

 Nereye gittiğini söyledi mi?

 - Yorum yapacak durumda değildi.

 - Anlamıyorum.

 Sorsaydın ya nereye  Ben   onunla konuşur  Yeni bir sevgili lazım sana.

 Bir süreliğine senin sevgilin olurum.

 Yerde kal.

 Yerde kal dedim.

 Bana bak.

 Em şunu.

 Git kendini…!

 Bir daha küfür edersen   yüzünü keser, kendi yüzüme maske yaparım.

 Anladın mı?

 Ansel!

 Kendi çukurunu kazdın.

 Doğru.

 Şimdi de içine gir.

 Em şimdi.

 Lütfen.

 Yüzünü giymemi ister misin?

 Em haydi.

 Yavaş ol.

 Yavaş.

 Evet, işte böyle.

 İşte böyle.

 İşte başlıyoruz.

 Çok güzel.

 Hey!

 Hey!

 Ne düşünüyorsun?

 Düşünmüyorum!

 İkiniz de beni iyi dinleyin şimdi.

 Bu aileye bir hizmet sundum.

 Karşılığının da tam olarak ödenmesini istiyorum.

 Sigortadaki bir yanlış anlaşma yüzünden   hizmetlerim için hiç nakit para alamayacağım.

 Bu haksızlık.

 Mazeret ya da suçlama duymak istemiyorum.

 Hepinizi eşit derecede sorumlu tutuyorum.

 Ellerini uzat ve kıçımı tut.

 Ellerini uzat ve kıçımı tut.

 İşte böyle.

 Kavra iyice.

 İşte böyle.

 Neyse ki ileriyi düşünecek kadar şanslıydım.

 Hizmetlerim için bir avans aldım.

 Ben kendi sözümü tuttuğuma göre   ve param da gelmediğine göre   o avans benimdir artık.

 Bana aittir.

 Buradan giderken de yanımda götüreceğim.

 Çok iyisin bu konuda.

 İnle lütfen.

 Chris benimle avans konusunda aynı fikirde değil.

 Onu götürmek için bu gece buraya gelecek.

 Bunu yapmasına   izin veremem.

 Bu aile onun bunu yapmasına   izin veremez!

 Gitmemiz gerek.

 Boğuluyorum burada.

 Onlarla birlikte kalamam artık.

 Beni anladınız mı?

 Hepinizi öldürürüm!

 Eğer bu aile Chris'in buradan gitmesine izin verirse   hepinizi domuz gibi boğazlarım!

 Buna inanıyor musunuz?

 Sizden yardım istiyorum.

 Yardım edecek misiniz?

 Ansel?

 Evet, efendim.

 Çok güzel bir kadınsın.

 Öyle, değil mi Ansel?

 O kadar düşünmedim.

 Hayır!

 Yanlış cevap!

 Çok güzel bir kadın.

 İşte bu güzel.

 Sence de değil mi?

 Yavaş.

 Şimdi  - Mutfağı toplamanı istiyorum.

 - Peki.

 Sonra da güzel bir sofra kurup düzgün bir yemek yapacaksın.

 Tamam mı?

 Sandalyeyi al.

 Hepimiz akşam yemeği için   sofraya oturalım.

 - Tamam.

 Sadece dördümüz.

 Anladın mı?

 Bak bana.

 Sadece aile.

 Al o sandalyeyi.

 Nasılsın bakalım?

 - O resimleri nereden buldun?

 - Bunun hiç bir önemi yok.

 Herhalde.

 Tüm yaptığı herifin çükünü emip senin paranı çalmaktı.

 Daha kötü de olabilirdi.

 Nasıl?

 Yani  Hayır, daha kötüsü olamazdı herhalde.

 Dinle.

 Git karınla biraz vakit geçir.

 Sharla.

 Evet?

 İyi misin?

 Evet, iyiyim Ansel.

 Emin misin?

 Evet, eminim.

 Peki.

 Kes sesini, T-Bone!

 Selam, evlat.

 - Dottie burada mı?

 - Yatak odasında.

 Tanrıya şükür, açlıktan ölüyorum.

 Joe'dan haber var mı?

 O da yatak odasında.

 Siz yediniz mi?

 Selam, Chris.

 Ufaklık.

 Eve gelmişsin.

 Selam, Joe.

 Para meselesini duydum.

 İşlerin yolunda gitmediğine üzüldüm.

 - Evet ben de.

 - Dünya dönüyor, sen ne dersen de.

 Hayat kimseyi dinlemez.

 Evet, öyle.

 Bu böyle biline, değil mi?

 Yemek yiyelim mi?

 Tatlım.

 Harika kokuyor.

 Chris?

 Ansel?

 Kızarmış tavuk yemez misin?

 - Ben o kadar aç değilim.

 - Sen de bize katılmalısın, Ansel.

 Hep birlikte.

 Chris sen de şuraya otur.

 İşte böyle.

 Olması gerektiği gibi.

 Herkes otursun.

 Sharla, sen de otur.

 Teşekkürler.

 Çok güzel.

 Kim dua etmek ister?

 Dottie?

 Duayı sen eder misin?

 Sevgili Tanrım, yemek için sana teşekkür ederiz.

 Burada hep birlikte ve güvende olduğumuz için teşekkürler.

 Annemin öldüğüne çok üzüldük.

 Umarız ona cennetinde bir yer verirsin.

 Yaptığımız tüm yanlışlar için bizi affet.

 Biz de cennetinde bir yer istiyoruz.

 Yüce İsa'nın adına, "Amin".

 Amin.

 Çok güzeldi.

 Teşekkürler.

 Yiyelim haydi.

 Sharla, bize içecek bir şeyler versene.

 Chris'e de bir tabak getir lütfen.

 - Beyaz ve siyah mı?

 - Evet, lütfen.

 Ansel, patates salatasını dağıtmaya başla istersen.

 Patates salatası da.

 - Patates salatasına bayılırım.

 - Ve patates salatası.

 Buzlu çay.

 Ev yapımı mı, Sharla?

 - Bana sadece bir kaşık.

 - Evet, öyle.

 Dottie'ye biraz patates salatası koyar mısın?

 Evet, başla bakalım, daha istersen sonra veririz.

 Harika.

 Başlayabilir miyim?

 - Evet, başlayabilirsin.

 Sharla, beyaz mı, siyah mı?

 - Fark etmez.

 Patates salatası ister misin?

 Evet, lütfen.

 - Sharla, patates salatası?

 - Hayır, sağ ol.

 - Sharla, maskaran akmış.

 - S..tir.

 Dinleyin.

 Bir haberim var.

 Herhalde fark etmişsinizdir  Dottie ve ben birlikte çok zaman geçiriyoruz.

 İşin aslı birbirimize aşık olduk.

 Ve size açıklamaktan gurur duyuyorum, kendisine evlenme teklif ettim.

 O da kabul etti.

 - Değil mi, tatlım?

 - Evet.

 - Kendi adıma ne kadar mutlu  - Sus.

 Kadeh kaldıralım.

 Müstakbel eşime.

 Ne zaman olacak peki tüm bunlar?

 Bu leziz yemekten hemen sonra gidiyoruz.

 Öyle mi?

 Evet.

 Kızkardeşimi alamazsın, Joe.

 Ne demek istiyorsun, Chris?

 Buna izin veremem diyorum.

 Kardeşimle evlenmeyeceksin.

 - Buna sen karar veremezsin.

 - Sen sus.

 - Bana sus deme.

 - Bir laf daha edersen babalık   kafanı kopartırım senin.

 Chris   kızkardeşini ne kadar sevdiğini anlıyorum.

 Ama bırak da minik kuş yuvadan uçsun artık.

 Pekâlâ bunu tartışmayacağım.

 O benim kızkardeşim.

 Onu yanıma alıyorum.

 Buradan gidiyoruz.

 Buna Dottie karar versin istersen.

 O bu konuda konuşamaz.

 - Bence konuşabilir.

 - Yanılıyorsun.

 Dottie git eşyalarını getir.

 Dottie yerinde kal.

 Dottie.

 Yerinde kal.

 Dottie.

 Dottie, otur.

 Dottie.

 Dottie git eşyalarını al, hemen.

 - Dottie.

 - Dottie.

 Dottie.

 Aferin.

 Dottie!

 O benim avansım.

 Anlaşma iptal.

 Avcunu yalayacaksın bu sefer.

 - Biliyorsun ki seni öldürürüm.

 - Git kendini becer.

 Otur yerine, Joe.

 - Dottie, git eşyalarını getir!

 - Dottie olduğun yerde kal.

 - Her şey yoluna girecek.

 - Dottie, git eşyalarını getir.

 Durun!

 Durun!

 - Öldür onu, Joe!

 - Durun!

 Joe!

 Evet!

 Kes şunu Joe!

 Öldür onu!

 Öldür onu Joe!

 - Tuttum onu Joe!

 - Kes şunu Joe!

 - Öldür onu!

 - Canını çıkar onun!

 - Tanrım!

 Aman Tanrım.

 - İndir onu!

 - Tanrım.

 Kızmaya başlıyorum!

 Dottie.

 Tanrım!

 Dottie!

 - Dottie!

 - Dottie!

 - Sakin ol.

 - Yapma, Dottie, Dottie!

 - Silahı indir.

 - Bir bebeğim olacak.

 Bebek mi?

 - Bebek mi?

 - Lütfen beni öldürme!

 Bebek mi?

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar