Print Friendly and PDF

Nazi Karakterli Düşünce Biçimleri

Bunlarada Bakarsınız

 

ENGELLİLERİN ÖLDÜRÜLMESİ

 

Adolf Hitler’e göre savaş zamanı "iyileşme olasılığı olmayan hastaların ortadan kaldırılması için en iyi zamandı". Birçok Alman kendilerinin "üstün ırk" kavramı için yeterli niteliklere sahip olmayan bireylerin hatırlatılmasını istemiyordu. Fiziksel ya da zihinsel olarak engelli olanlar, toplum için "yararsız", genetik Ari saflığına yönelik bir tehdit, sonuç olarak da yaşamaya layık olmayanlar olarak görülüyordu. II. Dünya Savaşı’nın başında zihinsel ve fiziksel engelli kişiler ile akıl hastaları, Nazilerin "T–4" ya da "ötenazi" olarak adlandırdıkları program kapsamında öldürülmek üzere hedef olarak belirlendi.

"Ötenazi" programı, öldürülecek engellilerin ya da akıl hastalarının belirlenmesi için hastaların kurumlardaki tıbbî dosyalarını inceleyecek olan pek çok Alman doktorun işbirliğini gerektiriyordu. Doktorlar ayrıca öldürme eylemlerinin gözetimini de üstlendi. Ölüme mahkûm edilen hastalar Almanya ve Avusturya’daki altı kuruma gönderilerek burada özel olarak inşa edilmiş gaz odalarında öldürüldü. Engelli bebekler ve küçük çocuklar da iğne ile ölümcül dozda ilaç verilerek ya da aç bırakılarak öldürüldü. Kurbanların cesetleri krematoryum adı verilen büyük fırınlarda yakılıyordu.

1941’deki halk protestolarına karşın Nazi liderliği, bu programı savaş boyunca gizlice devam ettirdi. 1940 ve 1945 yılları arasında 200.000 civarında engelli insan öldürüldü.

T–4 programı, Nazilerin 1941 ve 1942’de açacağı, gaz odalarının olduğu kamplarda Yahudilerin, Romanların (Çingenelerin) ve diğerlerinin kitle hâlinde öldürülmesine bir model oluşturdu. Program ayrıca bu kamplarda çalışan SS üyelerine de eğitim alanı olarak hizmet etti.

Önemli Tarihler

EKİM 1939

HİTLER ENGELLİLERİN ÖLDÜRÜLMESİ EMRİNİ VERDİ

Adolf Hitler, Nazilerin "yaşamaya layık" bulmadığı Almanların sistemli bir şekilde öldürülmesini kapsayan "ötenazi" programının başlatılması emrini verdi. Bu emir savaşın başlangıcından (1 Eylül 1939) itibaren geçerliydi. Önce, hastanelerde doktorların ve personelin hastaları ihmal etmesi istendi. Bu şekilde hastalar açlıktan ve hastalıktan ölüyordu. Daha sonra, "danışman" gruplar hastaneleri ziyaret ederek, kimlerin öleceğini belirledi. Bu hastalar Büyük Almanya’daki çeşitli "ötenazi" ölüm merkezlerine gönderilerek, öldürücü iğnelerle ya da gaz odalarında öldürüldü.

3 AĞUSTOS 1941

KATOLİK PİSKOPOS ÖTENAZİYİ KINADI

1941’e gelindiğinde, sözde gizli olan "ötenazi" programı, Almanya’da genel olarak bilinir hâle gelmişti. Münster Piskoposu Clemens August Graf von Galen, 3 Ağustos 1941’de halka yaptığı vaazında öldürme eylemlerini kınadı. Başka tanınmış isimler ve ruhban sınıfı da bu öldürme eylemlerine karşı çıktı.

24 AĞUSTOS 1941

HİTLER "ÖTENAZİ" ÖLDÜRME EYLEMLERİNİN SONA ERDİRİLMESİNİ RESMEN EMRETTİ

"Ötenazi" öldürme eylemleri konusunda kamuoyunun tırmanan tenkitleri, Adolf Hitler’in programı bitirme emrini vermesine neden oldu. Çeşitli "ötenazi" ölüm merkezlerindeki gaz odaları kaldırıldı. Bu tarihe kadar, fiziksel ya da zihinsel engelli yaklaşık 70.000 Alman ve Avusturyalı hasta öldürülmüştü. "Ötenazi" programı resmî olarak sonlandırılmış olsa da, fiziksel ya da zihinsel engellilerin “özel durumlarda” gizlice öldürülmesine devam edildi.


https://encyclopedia.ushmm.org/content/tr/article/the-murder-of-the-handicapped


AŞAĞIDAKİ FİLMDE İŞLENEN KONUDA BİR ŞEKİLDE BU TÜRE GİRER

 

Sır (2012) The Tall

Man 106 dk

Yönetmen:

Pascal Laugier

Senaryo:

Pascal Laugier

Ülke:

ABD   Kanada, Fransa 

Tür:

Suç, Dram, Korku

 Vizyon Tarihi:

07 Eylül 2012 (Türkiye)

Dil:

İngilizce

Müzik:

Todd Bryanton

Oyuncular

 

    Jessica   Biel

    Jodelle   Ferland

    Stephen   McHattie

    William B. Davis

    Samantha  Ferris

 

 Özet

Jessica Biel'in Cold Rock kasabasında görev yapan Julia isimli bir hemşireyi canlandırdığı film, kasabada yaşayan çocukların teker teker kaybolmasıyla başlıyor. Zamanla çocukları kaçıranın sırlarla dolu, esrarengiz, uzun boylu dev bir adam olduğu kulaktan kulağa yayılmaya başlıyor. Fakat Julia dedikodulara ve efsanelere değil, sadece gerçeklere inanan biridir. Bir dedektifle ortak çalışmaya başlayan ve bu gizemli adamın kimliğini ortaya çıkarmak için hayatını ortaya koyan Julia, aradığı cevabı bulabilecek ve kasabaya huzuru geri getirebilecek midir?

İşkence Odası (Martyrs) filminin yönetmeni Pascal Laugier'in başrolünde Jessica Biel'in yer aldığı yeni korkusu The Tall Man'de Jessica Biel'e Jodelle Ferland ve Stephen McHattie eşlik ediyor.

Altyazı

Amerika'da her yıl 800 binden fazla kayıp çocuk vakası bildiriliyor.

 Çoğu birkaç gün içinde bulunur.

 Ama diğer 1.000 tanesi hiçbir iz bırakmadan kaybolur.

 - Hiçbir şey bulamadık.

 - Ne yapacağız peki?

 - Polis kordonu çek.

 - Kimse girip çıkmayacak!

 - Ama başka girişler de var.

 O zaman iyi görünmesini sağla.

 Nasılsınız, bayan Denning?

 Onu bulamadık.

 Ne onu ne de diğerlerini.

 36 SAAT ÖNCESİ

Kasabamız 6 yıldır ölü.

 Başlangıçta madenin kapatılmasını suçladık.

 İşsizlik.

 Parasızlık  Ve diğer her şeyden yoksunluk.

 Ama sonra Cold Rock'a suçlayacak daha kötü bir şey geldi.

 Kasabamızı daha da yok eden kötü bir şey.

 O sabah hiç kimse Cold Rock davasının bir sonuca varacağını bilmiyordu.

 - Sokak ortasında içki içme, Crawley.

 - Sokak var da biz mi görmüyoruz!

 Julia!

 Julia, yardımına ihtiyacımız var!

 - Ne oldu?

 - Bilmiyorum, birden durduk yere çığlık atmaya başladı.

 - Ne kadardır bu durumda?

 - Hiçbir fikrim yok.

 - Yüce Tanrım!

 - Bilmiyor muydun?

 Bunun için hazırlıklı değilim, Tracy.

 İt!

 Evet.

 İyi gidiyorsun.

 İyi gidiyorsun.

 İyi, çok iyi.

 Kasılmalar tekrar başladığında parmaklarımın olduğu yere it.

 Parmaklarımın olduğu yere doğru it.

 Ikın ve it!

 Ikın!

 Ikın.

 Güzel, ıkın.

 Ikın.

 İyi gidiyorsun, iyi gidiyorsun.

 İyi gidiyorsun.

 Çok iyi, çok iyi.

 Şimdi tekrar yap.

 Haydi.

 İşte böyle.

 İşte geliyor, işte geliyor.

 Aferin kızıma, işte bu kadar!

 Pekala.

 Çocuk ters, bu demek ki ilk önce ayaklar çıkacak ama sorun değil.

 Sorun değil.

 - Senden tüm kuvvetinle ıkınmanı istiyorum.

 Kuvvetlice ıkın.

 - Evet, yapabilirsin.

 - Benim için tüm kuvvetinle ıkın.

 - Haydi, yapalım şunu.

 Ikın!

 Ikın, Carol!

 Başardın.

 İşte oldu, işte oldu.

 Başardın.

 Neden ses çıkarmıyor?

 - Bebek iyi.

 O iyi.

 Bir şeyciği yok.

 - Çıkar onu buradan.

 Aferin.

 Aferin benim kızıma.

 - İyi iş çıkardın.

 - Ama ya bebek  - Biliyorum, canım benim.

 Julia ona çok ama çok iyi bakacak.

 Sana söz veriyorum.

 Haydi, bebek.

 Haydi, uyan.

 Aç gözlerini.

 Haydi, aç gözlerini.

 Nefes al.

 Nefes al.

 Yapabilirsin.

 Başarabilirsin.

 Haydi, nefes al.

 Haydi, şimdi.

 Nefes al.

 Nefes al.

 Benim için bak.

 Haydi.

 Haydi.

 Tamam.

 Haydi.

 Nefes al.

 Yapabilirsin.

 Haydi, yapabilirsin.

 Aç gözlerini.

 Pekala.

 Söylemiştim sana.

 Merhaba.

 Bir oğlunuz oldu.

 Hastane olmaz, Julia.

 - Monitörde izleme altına alınmalı, Tracy.

 - Hayır, olmaz.

 Stephen  O şerefsiz kızlarımdan hoşlandığını asla gizlemiyordu.

 Cümbüş kovboy çizmeleriyle üstü çıplak ve ukalaca   adeta bir horoz gibi her daim onların önünde dolanıyordu.

 Onlara her zaman tavsiyelerde bulunur, hayatla ilgili dersler verirdim   gel gör ki Carol hepsinden çaktı.

 Farkına vardın mı peki?

 Hayır, ne yazık ki, hayır.

 Eğer farkına varsaydım,   onu vururdum ve dıkşın dıkşın "Elveda, kovboy".

 Kurtul ondan.

 Bu bizim sorunumuz; başkasının değil, Julia.

 Hastane olmaz.

 Orada size hiçbir şey için soru sorulmayacak.

 Hayır, unut bunu.

 Carol'a bu utancı yaşatmayacağım.

 Daha 18 yaşında bile değil.

 Kendi sorunumuzla kendimiz ilgileneceğiz.

 Cold Rock'da bazen istenmeyen çocuklar doğar.

 Çoğu aile çocuklarına sevgiyle değil, mecbur oldukları için bakıyorlardı.

 Kulağa hüzünlü gelebilir ama bu sadece sağduyuydu.

 Zira söz konusu çocuklar olduğunda, başlarına bundan daha kötü şeyler geliyordu.

 İstekli ya da isteksiz, kız ya da erkek fark etmez   bazıları hiçbir iz bırakmadan kayboldular.

 Cold Rock'da çocukları kaçıran bir şey geldi.

 Öylesine korkunç ve tehditkâr bir şey ki,   kasabadakiler ona bir isim taktılar.

 Bundan birkaç dakika önce odasındaydı.

 Ve geri döndüğümde  - O gitmişti.

 Gitmişti işte.

 Ne bir ses, ne de bir çığlık vardı.

 Hiçbir şey yoktu.

 Yalnızca  Dışarı çıkmıştım ve o gitmişti.

 - Orada olabilmeyi isterdim.

 - Aklım almıyordu.

 Onu sokağın her yerinde aradım ama hiçbir yerde bulamadım.

 Paniğe kapıldım ve   düşünebildiğim tek şey Uzun Boylu Adam'dı.

 - O bir şeytan.

 - Ne biçim bir insan başkalarının çocuklarını kaçırır ki?

 - Uzun Boylu Adam'dan mı bahsediyorsunuz?

 - Hayır, bu bir efsane.

 Öyle biri yok.

 - Öyle biri var.

 Şu ana kadar gördüğüm tek Uzun Boylu Adam çocukların te ötede yaptıkları   bostan korkuluğudur.

 - Eğer kasabamız zengin olsaydı, bütün ordu   burada onları arıyor olurdu.

 İki kez gece onu ormana girerken görmüştüm.

 Tam şuradaki köprüden sıvışmaya çalışıyordu sanki.

 - Burası çok büyük bir yer.

 Burada gizlenebileceği çok fazla yer var.

UZUN BOYLU ADAM (nam-ı diğer: SIR)

Neden bahsediyorsun sen?

 Başka ne olabilir ki?

 Tabii ki, bir sübyancı.

 - Çocuklara zarar vermeyi seven türden bir g.tveren.

 - Tek söylemek istediğim  Söylediğin şeyler saçmalık, Chestnut.

 O ne bir öcü, ne bir şeytan, ne de şu kocakarı hikayesi saçmalıklarından biri.

 Uzun Boylu Adam'mış hadi oradan.

 Herifin bir adı var ve onu elektrikli sandalyeye oturttuğumuzda   diğer herkes gibi o da altına sıçacak.

 Bu konuda amma çok şey biliyorsun demek ha, Douglas?

 Bana bir kahve daha, Beth.

 Arkada oturmuş bize hayat hikayeni anlatışını dinliyordum.

 Tek söylediğim, işinin hayalet avlamak olmadığı, haksız mıyım?

 - Dikkate aldım.

 - Sadece sohbet etmeye çalışıyorum.

 Şerefe.

 Tabii.

 Bayanlar ve baylar.

 - Kara Şövalye geri döndü.

 - Sabah geldi.

 Bu onun dördüncü kahvesiydi.

 Bana bir küçük boy koyu kahve, şekersiz olsun.

 Her zamanki gibi arabasında sabahı etmesi gerekiyor.

 - Merhaba, arkadaşlar.

 - Merhaba, Julia.

 Boş devriyeleriyle oyalanmaya başlayacak, peki ya ne için?

 - Dodd'tan mı bahsediyorsun?

 - Sherlock Holmes'den bahsediyorum.

 Adam saat gibi.

 Son kaçırılmadan bu yana 2 ay geçti.

 Yenisinin kaçırılması an meselesi.

 - Dodd, yeniden işin başında.

 - Bu neyi değiştirecek değil mi Julia?

 Kasabanın zaten işi bitmiş.

 - Evet, moraller bir hayli bozuk.

 - Sen onu bir de bana sor.

 - Bayan Johnson.

 - Kadın bitik.

 - Onu uzun zamandır görmemiştim.

 Tanrım, evvelkinden bile kötü gözüküyor.

 Bir fincan kahveye hayır demezdi sanırım.

 Büyük ikramiye çıkmış piyango biletine de hayır demezdi hani.

 Bu sizin için, bayan Johnson, Trish gönderdi.

 İstemiyor musunuz?

 İyi gelirdi.

 Dün gece oğlumun doğumunu kutladığım için pek ayık olmamış olabilirim   ama bir hemşire sipariş etmediğimi biliyorum.

 - Sana da günaydın, Steven.

 - Ne arıyorsun burada?

 - İşleri yoluna koymaya çalışıyorum.

 Öyle mi?

 Sen kim olduğunu zannediyorsun?

 - Kim olduğumu biliyorum.

 - Ne demek şimdi bu?

 Seninle konuşuyorum!

 - Ne var?

 Bana da mı vurmak istiyorsun?

 Bizim işimize burnunu sokma.

 Carol'ı gerçekten önemsiyorum.

 - Bilmem mi, motoruna önem verdiğin gibi.

 - Üslubunu sevmiyorum.

 Huzur içinde yatsın, kocan yeri doldurulamayacak işler yaptı.

 Ne de olsa o bir doktordu, sen ise sadece bir hemşire.

 Bebek bezi değiştirmeye devam et ve kendi işine bak.

 - Merhaba, Tracy.

 - Merhaba, buyur, geç otur.

 - Teşekkürler.

 Sevimli yer elması nasıl bakalım?

 İyi aslında.

 Onları Seattle'daki kız kardeşimin yanına gönderdim.

 Orada büyük bir evi var ve gereken her şey ellerinin altında  Az çok bizden daha iyi durumdalar.

 - Carol seyahat edecek durumda değil, Tracy.

 Ama sağ salim vardılar oraya.

 Dinle, Julia, benim hala şu veya bu şekilde hayatımı kazanmam gerekiyor, anlıyor musun?

 45 dakika sonra Kaslo'da bir iş görüşmem var.

 İyi iş, iyi maaş, bahşişler de iyi.

 Bütün gün burada durup Carol'a yardım edemem.

 Beni anlamalısın.

 - Seni anlıyorum.

 - Yo, valla var ya, ileriye bakmam lazım, Julia.

 - Seni anlıyorum, Tracy.

 Hakikaten.

 - Sana kahve falan yapmamı ister misin?

 - O hala burada mı?

 Evet, burada.

 Bu konuda bana biraz zaman tanı.

 O kadar basit değil.

 Geçinmesi zor biri.

 Güven bana, bu işi bana bırak.

 - Peki ya Jenny?

 Annen Kaslo'ya gitti.

 İşte.

 Sağ ol.

 Son zamanlarda pek konuşma terapisi yapmıyorsun değil mi?

 O adamla ne konuşabilirim ki?

 Denyonun teki.

 Pekala.

 Ben yanındayım.

 Haydi, konuş bakalım.

 Neden sürekli saçının ardına gizleniyorsun?

 Çok güzelsin.

 Demek ona sen de inanıyorsun ha?

 ONU gördüm.

 Eski bir efsane gibiydi  Peri masallarından   ya da eski bir şarkıdan fırlamış biri şey.

 İnsanlar sürekli Uzun Boylu Adam'dan bahsediyordu,   çünkü herkes ondan korkuyordu.

 Sıradaki çocuğu kaçırmasından korkuyorlardı.

 Tekrar kaçırdığında ise   insanlar kaçırılanın kendi çocukları olmadığı için şükrediyorlardı.

 Böyle düşünerek kendilerini suçlu hissediyorlardı   ama suçluluk duyguları hızlıca geçiyordu.

 Herkesin ilgilenecek kendi sorunları vardır.

 İyi ya da kötü olduklarından değil, sadece bu böyle gelmiş böyle gidiyor.

 - Selam.

 - Selam.

 - Bu günlük bitirdin mi?

 - Evet.

 - Arabada birkaç paket daha var.

 - Peki.

 - Her şey yolunda mı?

 - Evet.

 Eve dönmeni iple çekiyor.

 - Gerçekten mi?

 - Evet.

 Girin.

 Merhaba, tatlım.

 Bu harika bir şarkı.

 - Christine, bugün beni çok özlediğini söyledi.

 - Hı-hı.

 Ben de seni özledim.

 - Bütün gün ne yaptın?

 - Kabartma tozu ile bir volkan yaptık.

 - Patlattın mı peki?

 - Evet.

 - Nasıl yaptın bunu?

 Kabartma tozunu sirkeyle karıştırdık ve yedi iklim dört bucak havaya uçtu.

 - Bil bakalım bu akşam ne yiyeceğiz?

 - Ne?

 - Brüksel Lahanası.

 Akşam yemeği yarım saate hazır!

 Tamam!

 Bu nedir?

 - O bir goril.

 - Nerede yaşar?

 Avustralya’da yaşar.

 Öyle mi dersin?

 Belki de balta girmemiş bir yerde yaşıyor olabilir.

 Bu balık kale hendeğimizde yaşayabilir ve sularımızı koruyabilir,   böylece kimse kaleye yaklaşamaz ve herkesi yer.

 Bomba!

 Sayılarla olan numaranı göster ona.

 Ona sayılarla ilgili bir numara öğrettim.

 - Aklında bir sayı tut.

 - Tamam.

 - İkiye katla.

 - Bekle, yavaş ol biraz.

 - Tamam, aklından bir sayı tut.

 - İkiye katla.

 - Tamam.

 - 6 ekle.

 - Tamam.

 Yarıya böl.

 Yani 2'ye böl.

 Şimdi ilk tuttuğun sayıyı çıkar, kalan sayı 3.

 Biliyorum!

 Biliyorum!

 Her seferinde işe yarıyor!

 Haydi bakalım, dostum.

 İşte böyle.

 - Yarın yine mi iştesin?

 - Evet.

 Ama daha erken gelmeye çalışacağım.

 - Döndüğünde yine oynayabilecek miyiz?

 Söz veriyorum.

 İyi geceler, David.

 - Ne yaptınız bugün?

 - Bana ne yaptığımızı değil, benden ne istediğini sor.

 - Ne istedi?

 - T ile başlayan şeyi istedi.

 - Televizyon.

 - Peki sen ne dedin?

 Ona televizyonun büyük şirketler tarafından insanları yozlaştırmak için kullanılan   beyin yıkayan şeytani bir alet olduğunu söyledim.

 - İyi demişsin.

 - Sağ ol.

 Çizgi filmleri izlemek için bir televizyon almamı istedi benden.

 - Sen ne cevap verdin?

 - Duymamış gibi yaptım.

 - Doğru.

 Elbette.

 - Bugün Tracy ile görüştüm.

 - Peki ya bebek?

 - Seattle'a göndermişler.

 - Hiç şaşırmadım.

 Steven'ı da gördüm.

 Bana kocam kadar değerim olmadığını söyledi.

 - Buna da hiç şaşırmadım.

 - Tuhaf yani  Onun bir parçasıymış gibi davranıyorlar.

 Kasabadakiler için anlamı buydu değil mi?

 Onlara yardım ediyordu.

 - Yardım etmeye çalıştı.

 - Gerçek bir evliyaydı.

 Bu konuda konuşmaktan yoruldum.

 Hep bu konunun bahsini açıyorum, üzgünüm.

 - Buyurunuz.

 - Allah'ım sen büyüksün!

 Sevdiğini biliyorsun.

 Bundan emin değilim.

 - Ne kadar koyayım?

 - Birazcık.

 Bu bende deli gibi baş ağrısı yapacak.

 - İç bir yudum, unutursun her şeyi.

 Bunu içebilir miyim bilmiyorum.

 Bu gerçekten  Ben iyiyim.

 Turp gibiyim hem de.

 Pekala, kitapçık  Neredesin?

 Ve Pavlus dedi ki: "Çünkü herkes günah işledi ve tanrının yüceliğinden yoksun kaldı.

" Hepimiz lanetlendik!

 Hepimiz cehennemi boylayacağız!

 Bu konuda yapabileceğiniz bir şey yok.

 Sizin için mümkün olan tek kurtuluş Yüce İsa'nın kanıdır.

 - Christine?

 - Yüce kurtarıcımız İsa Mesih.

 Geçen hafta, uçakla Memphis'den Orlando'ya yol alırken   yanımda oturan inayetli bey bana dönüp şöyle dedi: "Papaz efendi, sevabımı insanlardan eksik etmem, aileme bakarım." "Arkadaşlarımı kollarım." Dosdoğru gözlerinin içine baktım ve dedim ki: "Fevkaladenin fevkinde." "Bunu, cehenneme gittiğinde, Şeytan'a anlat sen!"

 Aman Tanrım!

 Christine!

 Ne olduğunu söyle bana?

 David?

 David?

 David?

 David!

 David?

 Pekala  Bana ne olduğunu anlat?

 David!

 David!

 Dur!

 Dur!

 David, David   buradaki temel müşkülat azimsizliktir.

 Bir çocuk iz bırakmadan kaybolduğunda   davanın kapanması hak getire.

 - Bu sinir bozucu bir durum.

 Güya biri  David!

 David!

 Bayan Denning?

 Hay anasını!

 Bayan Denning?

 Durun size yardım edeyim.

 Kalkabilecek misiniz?

 Yüzbaşı, isteğiniz alındı.

 Merkez destek gönderiyor.

 Şu an Seattle'dan iki araç yola çıktı.

 Yaklaşık varış süresi, 2 saat.

 Tekrarlıyorum: 2 saat.

 Dodd, yoldayım.

 Şu anda otobandayım.

 O aradığımız adamdı değil mi?

 Ben de yoldayım, Yüzbaşı.

 Elimden geldiğince hızlı sürüyorum.

 Yakalayacağız o piç kurusunu.

 Gel, iyi olacaksın.

 Düzeleceksin.

 Hay aksi.

 - Burada acil bir durum var.

 - Yüce Tanrım.

 Julia, ne oldu sana?

 Onu yolda buldum.

 Bunu yapan g.tveren hala orada bir yerde.

 İşte, tut.

 Seninle gelmemi ister misin?

 Hayır, sen burada kalıp bir ambulans çağır ve ona göz kulak ol.

 Emin misin?

 Her şey yoluna girecek.

 Tamam.

 Hey  Ona biraz huzur verin.

 Evet, rahat bırakın biraz.

 - Yaralı mısın canım?

 - Ne oldu, Julia?

 Yok bir şey.

 Her şey yolunda.

 Burada bekle.

 Birazdan dönerim.

 Git elini yüzünü temizle.

 Senin için ofisime bir havlu ve temiz kıyafetler bıraktım.

 İşini bitirdiğinde, belki bana neler olduğunu anlatabilirsin.

 Teşekkürler.

 -  bu da neydi böyle bilmiyorum, Douglas.

 - İyi düşün, Şerif.

 Emekliliğini düşün.

 Ne kadar zaman kaldı?

 8 ay mı?

 Pittsville'deki karakola haber vermemiz gerekiyor.

 Evet, orduya da haber verelim hazır elin değmişken.

 - Böyle olmaması gerekiyordu.

 - Bu yüzden maden ocağına gitmelisin.

 Neler çevirdiğini bilmem gerekiyor.

 - Hayret bir şey!

 İkimiz de aynı kazanda kaynıyoruz, kardeşim.

 Bana kardeş ayakları çekme, yavşak.

 Biraz düşüneyim.

 İzin ver düşüneyim!

 - Tamam, düşün sen.

 "Pittsville yakınlarında kaybolan küçük kızla ilgili hiçbir iz yok" "Polis günlerdir 3 yaşındaki kız çocuğunu arıyor" "Bir çocuk daha evinden kayboldu." Çocuğun resimlerine bakıyor.

 Söylüyorum size, bir şeylerden şüphelendi.

 - Ne yapacağız?

 - Gidip getireyim onu bari.

 - Yerinde kal.

 Otur.

 Hay  s..eyim!

 Kaçmış!

 - Sürtük ormana kaçmış!

 - Haydi.

 İhtiyacınız olanları yanınıza alın!

 Steven, senden şu gurubu alıp ormana girmeni istiyorum.

 - Onu bulursan, bana getiriyorsun.

 - Bulacağım onu.

 Aptalca bir şey yapmayın!

 Onu yakalayın ve benim yanıma getirin!

 Seni onu bana bırak o halde.

 Hala düşünmeye mi ihtiyacın var, koca oğlan?

 - Haydi, bu yoldan.

 - Haydi, millet, gidelim!

 Uzağa gitmiş olamaz!

 Durduralım onu.

 Şerif, Kimball konuşuyor, Seattle'daki federallerden şimdi haber geldi.

 Destek gönderiyorlar ve Dodd'ın aradığımız adamın peşindeymişe benziyor.

 Bundan haberiniz var mı?

 Şerif, beni duydunuz mu?

 Şerif, beni duyuyor musunuz?

 Şerif  - Evet, duyuyorum seni, hıyar!

 İki dandik arabam ve bi' işe yaramaz yardımcım ile   benden nasıl işimi yapmamı bekliyorlar?

 Hayır, hayır  Evinde değil.

 Ormanda saklanıyor.

 Onu yakalayacaklar.

 Sen burada kal.

 Seni sonra ararım.

 Bu biraz uygunsuz.

 Işık okuyucuma sadık kalmalıyım.

 Fren roketini tut.

 Geliyorum!

 Bu kim olabilir acaba?

 Selam, Poinsy, mutlu Noel.

Yaa, bay Felix!

 Bunun gibi bir günde dışarıda ne işiniz var?

 Kıpırdamayın.

 Sizi anlayamıyorum, bay Felix!

 Haydi, içeri geçelim.

 Sizi buzunuzu çözecek bir yere koyacağım.

 David?

 David.

 Anneciğim!

 Her şey geçti, meleğim.

 Her şey yolunda.

 O beni korkutuyor.

 Her şey geçti, bebeğim.

 Her şey geçti.

 Onu sakinleştirmem bir saatimi aldı.

 Yalnızca beni tanıması için.

 Öz oğlu onu tanımayınca bir anne nasıl hisseder, bilir misin?

 Beyni yıkanmış çocuğun.

 Onu terk ettiğimi söylemişsin.

 Neyin peşindesin lan?

 Dün gece   neredeyse her gece olduğu gibi   oğlumu kaçıran şerefsizi bulmak için ormana gittim.

 Uzun Boylu Adam.

 Yaşlı bayan Ashcroft gece vakti onu iki kez gördüğünü söyledi.

 Ve ben de yürüdüm  Yürüdüm  Ve sonra tesadüfen senin evine geldim.

 Buna ister şans ister sezgi de.

 Ama oğlum oradaydı.

 Orada olduğuna inanamıyordum.

 Kafamda dönüp dolaşıp duruyordu   ve bir anlam vermeye çalışıyordum.

 Hayal mi görmüştüm?

 Trish'in yanına gittim.

 Trish de tıpkı kaybolan diğer çocuklarda olduğu gibi, onun için bir sunak hazırladı.

 Dört mum yakıp onun geri dönmesi için dua okudu.

 Trish ile konuştuğunda, o insanı dinler.

 Benim deli olduğumu hiç düşünmedi.

 Gördüğüm ilk o değildi.

 Göz göze geldiğimiz vakit delirmediğimi anladım.

 Beni böyle gördüğün yetmiyor muydu?

 Bir de gelmiş üstüne kahve ikram ettin.

 Tüm o sahte masumiyetinle ve meleksi yüzünle.

 Endişeli miydin?

 Suçluluk duydun mu?

 Ya da çocuğunu çaldığın kadına kahve ikram eden   dünyanın görüp görebileceği en alaycı Sürtüksün sen.

 Gitmeni bekledim.

 Lokantanın boşalmasını bekledim.

 İlk başta Trish bana inanmadı.

 Buradaki insanlar sana güveniyorlar, Julia Denning.

 Ama şüphe duymaya başlayana kadar   konuşmaya devam ettim.

 Bu şüpheler arttı, ta ki yeterli olana kadar.

 Ona oğlumu geri alacağımı söyledim.

 O da bana: Julia'nın evine zorla mı gireceksin, diye sordu.

 Eğer oğlum orada değilse, beni kendi elleriyle tımarhaneye götürebileceğini söyledim.

 Trish benden ya da diğerlerinden haber beklemek için   lokantayı bütün gece açık tutmaya karar verdi.

 Ama o gece gelen ben değildim.

 Seni pencerede oğlumla gördüğümde, polisi aramayı düşündüm.

 Ama onlara güvenmiyorum.

 Şimdiye dek benim için yaptıkları tek şey, beni evimden atmak oldu.

 Umurlarında değil.

 Beni oğlumla yaşamak için zorladıkları yere bak.

 Sen oğlumu kaçırdın, tıpkı diğerlerini kaçırdığın gibi.

 Neredeler?

 Diğer çocuklar nerede?

 Julia, bana diğer çocuklara ne yaptığını söyle   yoksa yemin ederim ölürsün.

 Onları Uzun Boylu Adam'a verdim.

 Kim o?

 Bilmiyor musun?

 Bütün kasaba onu konuşuyor.

 Benimle oyun oynama, Julia.

 Kim o?

 O herkesin konuştuğu kişi.

 Anneciğim?

 Buraya gel, meleğim.

 Artık sana zarar veremez.

 Julia, oğlumun gözlerinin içine bak ve onu kandırdığını söyle.

 Senin için hiçbir şey ifade etmediğini söyle.

 Bunu senden duymalı.

 David!

 David!

 Hayır.

 Bırak beni!

 Hayır.

 Bunu yapmayı nereden öğrendin?

 Bölge sakinleri bu akşamın cevaplarını biliyor olabilirler.

 Polis telsizleri oldukça meşgul doğrusu.

 Trafikte bir hayli artış olduğu gözümüzden kaçmadı.

 FBI kasabada ve muhabirimiz Amy Wilkinson şu anda orada.

 Amy, beni duyabiliyor musun?

 Evet, duyuyorum seni, David.

 Alo.

 Merhabalar.

 Evet, görünen o ki olaylar nihayet gerçekleşmeye başlıyor  - Başardın.

 - O asla oraya geri dönmeyecek.

 - Ne oldu?

 - Vaktimiz yok.

 Yakında tüm kasaba tepemize çöker.

 Her şey bitti.

 Evine dön, Jenny.

 Evine git ve kimseye bir şey söyleme.

 Christine'in ONU aradığına eminim.

 Geçen akşam bize gösterdiğin şu sayı numarasını hatırlıyor musun?

 Aklından bir sayı tutuyorsun   bir sayıyla çarpıyorsun, sonra 6 ekliyorsun ve daima geriye 3 kalır.

 Beni ONA götür.

 Neden bahsettiğini bilmiyorsun.

 İyi bir numara ve her zaman işe yarardı.

 Sadece nasıl yaptığını hatırlamıyorum.

 Nasıl yapılıyordu?

 Lütfen benden bunu yapmamı isteme.

 Bunu kaldıramazsın, inan bana.

 O gece yemekte Brüksel Lahanası vardı, hatırlıyor musun?

 Hangi rakamı tutarsan tut 

Sonuç her zaman 3'tür.

 Jenny biliyor.

 Haftalardır beni izliyormuş.

 - Ama bu imkansız.

 - Keyfimize baktık   ve dikkatsizleştik.

 - Ne kadarını biliyor?

 Onunla buluşmak istiyor.

 Onu aşağıya indir ve buradan gidelim.

 Onu bırakıp gideceğiz değil mi?

 Bana burada kalmayacağını söyle.

 Hayır!

 Seni eski yolda bekliyorum.

 Christine.

 Tabii ki, hala buradasın.

 Ona ismini ve adresini verdim.

 Muhtemelen gelir.

 Fakat Jenny, eğer kimseye bir şey söylesen, o kesin gelir ama başka bir amaçla.

 Senin hayal bile edemeyeceğin şeyler yapar.

 Şimdi git buradan.

 Julia!

 - Aç kapıyı, sürtük!

 - Sus da ben konuşayım.

 - Julia, aç şu lanet kapıyı!

 - İçeri zorla girmeyeceğiz.

 Pekala, polisler yolda!

 - Sen öldün, sürtük!

 Karşında polisleri bulursun, anlıyor musun?

 Aç kapıyı!

 Her şey yoluna girecek.

 Çık dışarı sadece.

 Sürtük dışarı çıkmaya korkuyor!

 Arka kapıyı kontrol et!

 Herkes toplansın, Julia'yı dışarı çekeceğiz!

 Julia!

 İn aşağıya, sürtük!

 İyi misiniz?

 - Yahu Campbell, sana onu pencereden uzak tutmanı söylemiştim.

 - Üzgünüm, Şerif.

 Çekin onu pencerenin oradan.

 Onu paramparça etmek istiyorlar.

 Haydi, gidelim.

 Teğmen, çok fazlalar.

 Daha fazla beklemeyeceğiz.

 Dümdüz bakarak yürü.

 Şerif Yardımcısı, siz sağında kalın.

 Kapıdan çıktığımızda  - Burası.

 -  dümdüz devam etmeni  Allah kahretsin.

 Gidelim haydi.

 Başını eğik tut ve yere bak.

 Göz göze gelme.

 Doğruca arabaya gideceğiz.

 Tek kelime etme ve cevap verme.

 Haydi gidelim.

 Gebereceksin!

 Yavrumu öldürdün!

 Çocuğumu kaçırdın!

 Haydi gidelim!

 Yürü, yürü, yürü!

 Başınızı aşağıda tutun, bayan Denning.

 Eğilin!

 Birinci ekip ikinci katta mı?

 Ne küçük bir atölye!

 Baksana.

 Bir maden kuyusu.

 Allah'ım sen büyüksün.

 Evin bu kuyunun üzerine inşa edildiğini biliyor muydun?

 Her yer tünel kaynıyor.

 100 km²'den fazla olmalı.

 İşimiz zor olacak.

 - Bizim için kötü haber, Chestnut.

 - Bütün bölge bu gravyer peyniri üzerinde duruyor.

 - Hı-hı.

 Çocuklar burada bir yerlerde ise   onları bulmamız için 100 adama ve 20 yıla ihtiyacımız olurdu, eğer buradalarsa.

 Ormana ulaşmak için tünelleri bir geçit olarak kullanmadığını ne biliyoruz?

 Sanmam.

 Herkese ihtiyacım var.

 Onları buraya çağır.

 Fenerlere ihtiyacımız olacak.

 - Hiçbir şey bulamadık.

 - Ne yapacağız peki?

 - Polis kordonu çek.

 Kimse girip çıkmayacak!

 Nasılsınız, bayan Denning?

 Onu bulamadık.

 Ne onu ne de diğerlerini.

 Bana, bunun  Bana, anne-babalara söylemem gereken şeyin bu olduğunu söyleme.

 Kazmaya devam et  Hallettiniz mi?

 Pekala  Haber aldığıma göre, kocanız kasabanın saygın insanlarından biriymiş, bayan Danning.

 Evet, öyleydi.

 Aranızda büyük bir yaş farkı vardı, öyle değil mi?

 Evet.

 1992 yılından ne zamana kadar Cold Rock'da doktorluk yaptı?

 Sonuna kadar.

 Ölümüne kadar.

 Kasabadakilerle olan ilişkisini tarif eder misiniz?

 O halkı bir arada tutardı.

 O zamanlar Cold Rock saygın bir kasabaydı.

 Bu saygınlığı kazanmasına o yardım etti.

 Devam edin 

Ve sonra maden kapandı.

 Ahlaki çöküş yaşandı.

 Bunun bedelini çocukların ödediğini göremeden ölmüştü.

 - Çocuklar mı?

 - Korkunç acılar çekiyorlardı.

 Bu konuda bir şey yapmam gerekiyordu.

 Bunu biraz daha ayrıntılı izah edebilir misiniz, bayan Denning?

 Onları bir odada ardı ardına mı tuttunuz?

 Kitaplar, oyuncaklar; müzik   ve diğer bir sürü güzel şeyle dolu gerçek bir çocuk odasında.

 Peki ya Christine?

 Siz evde yokken çocuklara mı bakıyordu?

 Evet.

 Zahir, David'in annesine, çocukları 

 Uzun Boylu Adam dediğiniz birine verdiğinizi söylemişsiniz.

 Bu ismi ona Cold Rock'daki insanlar verdi.

 Bayan Denning, adı her neyse,   çocukları verdiğiniz biri var mı?

 Hayır.

 Her şeyi tek başınıza mı yaptınız?

 Evet.

 Bayan Denning,   sizin hiçbir zaman çocuğunuz olmayacaktı değil mi?

 Çocuğumuz olmuyordu.

 Bayan Denning,   Pittsville'deki tüm o çocukları siz mi kaçırdınız?

 Evet.

 Onları siz mi sakladınız?

 Bayan Denning, çocuklar öldü mü?

 Onları öldürdünüz mü?

 Onları öldürdünüz mü, bayan Denning?

 Bayan Denning?

 Cold Rock, ABD  Pittsville ili  Washington eyaleti.

 Kapalı maden  Okul yok  Uçsuz bucaksız ormanlar ve labirent şeklinde tüneller.

 Belki de bu, kayıp 18 çocuğu aramak için olası en kötü yerdir.

 Son kurbanın adı: David Johnson.

 Nasılsınız, bayan Johnson?

 - İdare ediyorum.

 - Bu iyi.

 Buyurun.

 Oturun.

 Onunla zıtlaşmanızı istemiyoruz.

 Ona bir anne olarak hitap etmenizi istiyoruz.

 Anlıyor musunuz beni?

 Evet.

 En ufak bir söz ya da soru içine kapanmasına sebep olursa, hiçbir şey öğrenemeyiz.

 Çocuklar hakkında hiçbir iz bulamadık ve artık bizimle konuşmuyor.

 Bayan Johnson,   bunu yapamayacağınızı düşünüyorsanız, bana söyleyin.

 Yapmaya hazırım.

 Belli bir konu üzerine yoğunlaşmayın.

 Onunla alelade konuşun ve dinleyin.

 Huyuna gitmeye çalışın.

 Farkında olmadan bize bilgi verebilir.

 Anladınız mı beni?

 Neden burada olduğunuzu biliyorum.

 Bazı cevaplar istiyorsunuz.

 Evet.

 Daha iyi hissetmenizi sağlayacak bir sözüm yok.

 Julia.

 Böyle yaşayamam.

 Bu olanları düşünmeden edemiyorum.

 Onu çok özlüyorum.

 Ona duyduğum özlem dayanılmaz.

 Hep onu düşünüyorum ve onun nerede olduğunu merak ediyorum.

 Anlıyorum.

 Anladığını sanmıyorum, Julia.

 İnan bana, anlıyorum.

 Onların hepsine tek tek annelik ettim.

 Onlara ihtiyaçları olan her şeyi verdim.

 Bir çöplükte yaşadığımı, bir işim olmadığını   ve perişan bir hayat sürdüğümü biliyorum, Julia   ama buna rağmen onun uğruna ölürdüm.

 Her yerde aynı.

 Hüsran ve acı.

 Bu bir döngü.

 Döngü mü?

 Buraya gelmemeliydiniz.

 Nasıl bir döngü?

 Sistem bozulmuş.

 İşlemiyor.

 Geri dönmenin imkanı yok.

 Destek de yok.

 Bu dünyanın her yerinde böyle.

 En iyisi pes etmek.

 Ben   sizden farklı biri değilim, bayan Johnson,   sadece sizden daha fazla görmüş geçirmiş biriyim.

 Mesele, iyi veya kötü bir insan olmak değil, mesele bununla nasıl başa çıktığındır.

 Bizler sınırlanmışız   ama her çocuğun gözleri   potansiyel ve umutla doludur   ve biz de onlardaki bu potansiyeli önemsemeli ve geliştirmelerinde   yardımcı olmalıyız ama bunu yapmıyoruz.

 Bunun yerine aynı hataları yapmaya devam ediyoruz.

 Çocukların ebeveynleri gibi beli bükük ve amaçsız büyümelerine izin veriyoruz.

 Bu korkunç döngüyü durdurmamız gerekiyor.

 Önceliğimiz bu olmalı ama değil işte.

 İşte benim yapmaya çalıştığım da bu.

 İşte her yerde yaptığım bu.

 Peki neyi değiştirdim?

 Hiçbir şeyi.

 Evet, onlara baktım, yardım ettim, kucakladım  Bir şeyleri değiştirdiğimi sanarak, bir fark yarattığımı sanarak.

 Ama gerçek bir değişim istediğimizde, bürokratlar: "Hayır, bunu yapamazsınız" "Prosedür var" dediler.

 Fakiri daha fakir, çocukları mutsuz yapan siyasileri ve sistemi her sorgulayışımızda   bize "Hayır, bunu yapamazsınız.

 Prosedür var" dediler.

 Böylece döngü durmadan devam eder   çocuklar acı çekmeyi sürdürür ve hiç kimse bu konuda bir şey yapmaz.

 Ve böyle gelmiş böyle geçer dünya.

 Tanrım, sözlerimle size işkence ediyorum.

 Bitirdiysen eğer   soracağım iki soruya cevap verir misin?

 Cold Rock'daki aileler   çocuklarının yaşayıp yaşamadıklarını bilmeliler.

 Hayır.

 Hepsine birden bakamazdım.

 Nerede onlar?

 Ormanda  Tünellerde

 Her yerde.

 Selam, bebek katili.

 Aynen öyle.

 Geberttim seni, sürtük!

 Sen benimsin, sürtük!

 Beni iyi dinle, canım!

 - Onu geri getirmeyeceğim.

 - Ne senin, ne de ablanın sözü geçer.

 - Anladın mı?

 - Olmaz.

 Ne demek, olmaz?

 Olmaz, kız kardeşim ve ben bu konuda hemfikiriz.

 Ablanın ne söylediği  s..imde değil!

 En kısa sürede Carol'ı evde istiyorum!

 - Sessini alçalt, Jenny'i uyandıracaksın.

 - İstediğim kadar bağırırım lan!

 Sarhoşsun sen.

 Bunu yarın konuşuruz.

 Hayır!

 Hayır, yarın falan konuşmayacağız.

 Kız kardeşini arayacaksın ulan!

 Carol buraya dönecek!

 A, istediğin bu mu?

 Sert konuşmak mı istiyorsun?

 Sana vurmamı mı istiyorsun?

 Sana sert davranmamı mı istiyorsun ha?

 Sert mi istiyorsun?

 - Şu  s..tiğim çeneni ne zaman kapalı tutacağını bilmiyorsun!

 - Anne!

 Baba!

 Çekil git!

 Dayak mı istiyorsun?

 Yo, tatlım.

 İn üstümden, bücür.

 İt oğlu it!

 Buraya gel, tatlım.

 Buraya gel.

 Ona dokunma.

 Ona bir daha dokunayım deme!

 Bu sefer ıskalamadın, balım.

 İyi vuruştu.

 Dingil seni.

 Sert oynamak mı istiyorsun?

 Sert olacağım.

 - Üstüme gelme.

 - O halde dediğimi yap.

 Dediğimi yap.

 Sakın bir daha evladıma el kaldırma!

 Sakın bir daha kızıma vurayım deme!

 Çocuk aşırı tepki gösteriyor!

 Jenny!

 Neredesin, Jenny?

 Geri dön, tatlım!

 Her şey yolunda.

 Muhakkak hayal ettiğin gibi biri değilim   ama sen de bebek değilsin, tatlım.

 Beni bir dakika burada bekleyebilir misin?

 Evet, her şey yolunda gidecek.

 Öyle olmalı.

 Bizi ilgilendirdi kadarıyla, Jenny Weaver artık bir ölü.

 Vera Parker-Leigh ile tanışın.

 Ona özenle bakın.

 Saha zabitimin onu uygun bir geçişe hazırlamaya imkanı olmadı.

 İlk birkaç hafta çok dikkatli olun.

 Davranışları hala şüpheli olabilir ve bizi ele verebilir.

 Hayır, hanımefendi.

 - Lütfen, ısrar ediyorum.

 Paranızı istemiyorum.

 Bu kızı kurtaran kadınlar, bunun bedelini ağır ödedi.

 Biri öldü,   diğeri ise bir daha gün yüzü göremeyecek.

 Biliyorum.

 Onu haberlerde gördüm.

 Paranız, yaptıkları fedakarlığa karşı bir hakarettir.

 - Jenny sonuncusu mu?

 - Evet, en azından bu ekip için.

 Bayan Parker-Leigh  Bu sizin gibi başkaları da mı var demek oluyor?

 BİRKAÇ AY SONRA

Nasılsın, Tracy?

 Sizi görmeyi beklemiyordum.

 Jenny'i henüz bulamadık.

 Chestnut da elinden geleni yapıyor olsa gerek.

 Davaya adamlarımdan birini görevlendirdim.

 - Teşekkürler.

 - Julia'ya ne oldu?

 - Şey  Savcılık bu öğlen hakkında ölüm cezası isteyecek   ama kabul edeceklerini sanmıyorum.

 Çocukları nereye gömdüğünü söylemeye karar verirse diye.

 Benim Jenny'mi onun kaçırmadığı aşikar.

 Senin Jenny'in kendi kaçtı   ve ben de onu bulacağım.

 Peki.

 Sık dişini, Tracy.

 Bunu 25 yıldır yapıyorum.

 Evet, seni anlıyorum.

 İlk annem iyi bir kadındı 

Çalışkan, cömert   sevecen  Konuşurduk, paylaştırdık,   gülerdik   ama sonra hepsi kesildi.

 Artık hayallerini,   acılarını ve hayatındaki erkekleri   konuşamıyorduk.

 İlk annem beni severdi ve ben de onu severdim.

 Arkanı kolla!

 Benimsin sen.

 İkinci annem bana kısa süre baktı.

 Sıklıkla onu düşünüyorum.

 Onun, son çocuğu tünelde   eşine verdiği anı düşünmeye çalıştım.

 - Sen öldün, sürtük!

 - Onunla kaçması için yalvarmış mıydı?

 Ya da birinin geride kalıp olanların bedelini ödemesi,   ki o birinin canavarı oynaması ve sırlarını koruması   gerektiği konusunda ikisi de hem fikir miydi?

 Onun iyi bir insan olup olmadığını halen emin değilim   ikinci annem beni severdi ve ben de onu severdim.

Üçüncü annem beni daha büyük bir dünyaya hazırlıyor.

 O, bilginin her kapıyı açtığını söyler.

 Bu yüzden daima odaklanıyor, gözlemliyor   ve çok çalışıyorum.

 - Vera, tatlım.

 Söylediği her şeyi dinliyorum çünkü onu memnun olmasını istiyorum.

 Üçüncü annem beni seviyor, ben de onu seviyorum.

 - Resim dersine geç kalacaksın.

 - Hemen çıkıyorum.

 Dünyam değişti.

 Onun kurallarına uymaya çalışıyorum.

 Yeni annem bu dünyanın çok güzel olduğunu söyler.

 Bana dişimi sıkmamı,   böyle iyi gittiğimi   ve günün birinde her şeye alışacağımı söyler.

 Jeffrey.

 Jeffrey, haydi!

 Haydi, hayatım.

 Geç kalacağız.

 Ben diğerleri gibi değilim.

 Onlar kim olduklarını unutmuş   ama ben unutamam.

 Her sabah pes edip eve geri dönme düşüncesiyle uyanıyorum.

 Ama sonra tam da böyle bir hayat istediğimi hatırlıyorum.

 İstedim ve gerçekleştirdim.

 Böylesi daha iyi olsa gerek, öyle değil mi?

 Öyle değil mi?

 Öyle değil mi?

 Pascal Laugier'nin diğer filmlerine de bi' göz atmanızı tavsiye ederim.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar