Print Friendly and PDF

Bu Gezegende ve Tarihin Hiç Bir Diliminde Kürt, Ekrâd, Akraad, Kurdi veya Kûrd Diye Bir Millet veya Irk Olmamıştır.

Bunlarada Bakarsınız



Günümüzde de kendilerine Kürt diyen, ayrı bir ırk veya milletmiş gibi ayrıcalık yapanlar Sümer’in yok olma dönemlerine rastlayan tabletlerde de açıkça yazıldığı gibi; Kürtler; öz ve kandaş, aynı DNA zincirinden gelen Türk oğlu Türklerdir. Kürt sözcüğü Sümer’de Kengerlerin bir sülale yani aile adıdır, ayrı bir ırk veya millet değildir…
Sadece sülale, yani aile unvanı Akraad veya Ekrâd veya  Kurdi veya Kûrd sözcüğü ile Sümer’de yaşamış, ayrı bir ırk veya millet değil, Kengerlerin bir boyu (kolu) olan Türklerdir.
Günümüzde de Selçuklular, Oğuz boyları, Başkurtlar, Karahanlılar veya Kırgızlar, Türkmenler vb. gibi unvanlarla asırlarca, aile unvan isimleriyle yaşamış insanlar Türk milletinin fertleridir, başka bir millet veya IRK değildirler…
Kenger-Sümer lisanında; Akraad veya Ekrâd veya  Kurdi veya Kûrd sözcüklerinin anlamı ‘çadır sakini, çadırda yaşayan’ (*) demektir.
Bu tarihi tespitimi, günümüzde de kendilerini farklı bir ırk zan edenler, yabancıların hazırladığı ithal edilmiş ve kirletilmiş tarihlerle eğitildikleri için bilmezler, bilemezler. Çünkü kullanılmaktadırlar…
Uluslararası Gen Bankası bu detayları çok iyi bilmektedir. Vatanımdaysa bunun bilimsel tabandan başlayıp araştırmayanların karanlık amaçlarını her AKIL sahibi insan sorgulamalıdır. Kardeşi kardeşe kırdırmaktadırlar.
Bu ve benzeri nedenlerle Dinini, Tarihini, Geleceğini Başkalarından Dinleyerek Uyuyan ve Yönetilen Zavallılar!” tanımını kullanmak zorunda kaldım…
Bu çalışmamın net kanıtı DNA soy araştırma ve GEN haritasıyla açığa çıkacaktır. Bu, genetik bilimcilerin, devletin en asli ödevidir…
                                                                           
Kürt sözcüğünün orijinali ‘Akraad’ veya ‘Ekrâd’ veya  ‘Kurdi’ veya ‘Kûrd’ olarak Kengerlerin kurduğu yüksek medeniyet Sümer tabletlerinde mevcuttur.
M.S 12nici Y. Yıla kadar da tarihin hiç bir sahnesinde görülmediler ve derme  çatma, devşirme  dillerinde gramer ve kural da yoktur.  Günümüzde konuştukları dilleri de içinden çıkılamaz karmaşalarla doludur. Tarihin hiç bir diliminde herhangi bir birlikteliği temsil eden bayrakları da olmamıştır; çünkü büyük Türk ulusunun bir koludurlar.
(*) Asya’da yaşamış bütün Türk urukları, boyları GENELLİKLE  YEDİ (7)  DİREKLİ , nadiren dört direkle yapılmış Otağlarda (otak da denir) yaşadılar.  Birkaç direkli, uzun bölümlü çadırlara “oba”, gölgelenmek için gündüzleri kullanılan çadıra da “günlük” ismi verilmiştir. Yuvarlak ve tavanları kubbeli çadırlara “yurt”,  pencerelerine “tünlük” denir. Develerin konulduğu çadırlara da “kaytaban” denilmiştir.
Sümer’i tesis etmiş olan Kenger Türkleri de tarihilerinde asla çadırdan (Otağ) başka bir yerde yaşamadılar. Asla sabit yerleşke olarak bina veya ev yapmadılar… M.O 1. Y Yılda Semerkant ve Buhara ve yörelerinde eğitim amaçlı kerpiç evler yapıldığını öğreniyoruz.


Yüce ALLAH’IN kulu ve elçisi, insanlık tarihindeki en görkemli devrimleri yapmış, acımasız ferdi zenginliği, toplumu zenginleştirmek-güçlendirmek esasına SALAT kuralıyla getirmiş Kureyşli Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem, Kengerlerin tesis ettiği Sümer’de kutsal bölge olan Kutha’dan Arabistan’a göç etmiş Haşimoğluları ailesinden gelen Türk oğlu Türk’tür.
Bunun en net kanıtı da yine Kureyş suresindedir; [ Kureyşin ülfetini sağladığı (tanımadıkları yeni vatanlarında yabancılık kendilerini tedirgin etmesin diye alıştırıp ısındırdığı) için, Onları, yaz ve kış (uzun, yorucu, meşakkatli) yolculuklarında (göçlerinde) ülfet ettirdiği (emin ve rahat olmalarını sağladığı için). Artık bu Beyt’in (Kâbe’nin) Rabbine KUL olsunlar. O ki, onları açlıktan doyurdu ve onları korkudan emniyete, korumaya aldı. Kureyş 1-4]
Bu ayette ne Arap, ne bedevi, Arabistan’da yaşayan sayısız başka kabileden söz edilmeden doğrudan doğruya Kenger-Sümer’de kutsal bölge olan KUTHA’DAN Arabistan’a göç etmiş ve Arabistan’da da Kureyş adıyla bilinen elit, korunan, yabancı ve vahşi çöl  bedevilerinin yaşadığı bir yere ısındırılan, açlıkla boğuşmaları giderilen özel bir topluluğun göçleri, uzun yolculuklarında ki emniyeti ve itinayla muhafazası açıkça, hem de bastırılarak apaçık şekilde anlatılmaktadır. Ayetin tamamına hakim olan SES tonunda; özel bir ailenin, kabilenin şefkatle korunması esastır.
O devirde Mekke ve yöresinde yüzlerce kabileler ve küçükte olsa etnik isimlerle bilinen bedeviler  varken neden sadece Kureyş hakkında özel bir sure vahiy edilmiş? Qur’an vahiy edildiğinde Kureyşliler en azından 1000 yıldır orada yaşamaktaydı. Ne göçü, ne koruması diye soran soruşturan olmadı mı?... Hiç düşünen, araştıran olmadı mı?...
Bu sure Kureyş halkının  Arabistanlı olmadığının, Arabistan topraklarına başka yerlerden getirildiğinin apaçık kanıtıdır.
Tartışmasız bilinmelidir ki; 4000 seneden de fazla hüküm sürmüş ve tarihin de mimarları olan ÖnTürk Uruk’u Kengerlerin kurduğu Sümer, Yüce ALLAHIN arıduru dinini ekseninden kaydırmak, şahsi menfaatler uğuruna kullanmak, sihir ve büyüyle uğraşmaya başladıktan sonra tarih sahnesinden Sargonlar tarafından M.O1800lerde silinmişlerdir.
Asırlardır uyuyanlar uyanmasın diye; Batılılar kasten bu millete Sümerler demektedir. Dünyada ve tarihte Sümer diye bir millet YOKTUR. Sümer’i kurup tesis etmiş kuzeyden, bugünkü Özbekistan, Türkistan, Altay yörelerinden göç etmiş, dünyaya medeniyeti kurup yaymış Kenger Türkleridir. Kenger sözcüğü ÖnTürk dillerinde yüce bir dağın zirvesi anlamında da kullanılmıştır.(*)
Kengerlere; başka gezegenlerden gelenler (**) tarafından kurdurulan bu ülkeye, bu bölgeye, yani yurtlarına kendileri SÜMER dediler… 
Sümer sözcüğünün anlamı; kadın-erkek birlikte mübarek (Sümercesi moukaddes), kutlu, sevap kazanmış, sağduyulu, ağırbaşlı, iş hayatında başarılı, ticarete düşkün, mantıklı, enerjik, gizemli enerjilere sahip, yüksek bilgili toplum demektir. Kadın haklarını ve eşitliğini ilk kez Kenger-Sümer’de görmekteyiz.
Uruk, başkent olarak yedi(***) kültür merkezi şehirlerin en önemlisiydi. Günümüzdeki Yörük sözcüğü de URUK (soy, sülale, kabile demektir) sözcüğünden gelir. Yüce ALLAH’IN Lütfudur ki; 1850lerde Kenger-Sümer tabletleri ve yazılı belgeleri insanlığa-bilime ışıklar saçarak aydınlığa çıktı. Bu muazzam keşif Yüce ALLAH’IN insanlığa olan lütfudur, başkaca hiç bir şey olamaz.
(*) Günümüzde de dağların yükseklerinden toplanan kaliteli sakız cinsine  kenger sakızı denmektedir.
(**)  ‘Şeytani ayetlerin cevabı -  Şeytanların akılsızlığı’ 1 numaralı kitabımız.
(***) Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’yi yedi ana bilgeye ayırmasında, Kenger-Sümer hakkında yüksek bilgilerinin olduğu kanaatindeyim,.
Tevrat, İncil ve Muhteşem QUR’AN kesinlikle ve kesinlikle Sümer tabletlerinin ışığında gerçek anlamına kavuşacaktır. Günümüze kadar da bu tabletlerde anlaşılamayan sayısız gizemler de sadece Muhteşem Qur’an’ın öğretileriyle bütünleşerek insanlığa yön verecektir.
1979larda ben şahsen şahidim Basra’dan gemiler dolusu tabletler Amerika’ya, Avrupa’ya götürüldü. Irak işgalinde de Bağdat müzesinde kırıntı bile bırakmadılar! Hiç kimse sormadı bile “Irakta Kengerlere, Sümer’e ait kırıntı bile kalmadı, nereye uçtu on binlerce tabletler?” diye… Batılılar bu tabletlerin ve kalıntıların hazinelerden de değerli olduklarını 200 yıl kadar önce anlamışlardı. Ya Müslümanlar ne yapıyordu?!...  gavur işidir diye ya harap ediyordu veya üç beş dolara satıyordu…
İnsanların, insanlığın ulaşabildiği en kıymetli hazine Kenger-Sümer tabletleri ve kalıntıları ve Mahabharata yazıtlarıdır.
Son 200 yıldır Batıda bilim, matematik, teknoloji dev adımlarla sıçramalar yaptı! Neden mi?
BİLİM, bilime laikiyle köle olanların malıdır, lakırdı yapanların, satın alanların değil. Çünkü; [Rabbinin nimetleri hiç kimseden esirgenmiş değildir. İsra 20 ]
M.S. 1100lerde yaşamış Uluğ Bey gibi, Ebu Reyhan Biruni gibi deha matematikçilerin, bilimcilerin de kaynağı Kenger-Sümer kalıntılarıdır. Ne yazıktır ki beyinleri; dini parçalayıp harap eden mezheplerle, tarikatlarla, uydurma hadislerle yıkanmış halk bu bilimci dehaların da kıymetini bilemedi, hadismatik torbalarında uydurulmuş masallarla asırları da heba ettiler.
Kenger-Sümer tabletlerinin bulunması demek; Qur’an’ın, Tevrat ve İncil’in henüz yeni doğmaya başladığının da başlangıcı demektir.
Sümer tabletlerinde, özelikle Ulema Anunnaki öğretilerinde anlatılan hazinelerden de değerli bilgilerin Qur’an, Tevrat ve İncil’le benzerlikleri, hatta birçok paragrafının çok, çok benzerliği de; Qur’an’ın, Tevrat ve İncilin doğruluğunun da doğruluğunun kesin kanıtlarıdır.
Kenger-Sümer tabletlerinde ULEMA ANUNNAKİ yalnız DNA değil, DNA’ları oluşturan, insanı oluşturacak hücrelerin programından da söz etmektedir!!!... inanılır gibi değil!!!... Kenger-Sümer tabletleri insan beyninin süper simetri (ikizi demektir) hafızasından (buna Ma bira-raç’h diyorlar) söz etmektedir!!!. bu cümleleri günümüzde bile hiç bir bilim insanı kullanmaz, kullanamaz da!!!. Bu ifadeleri kullanmaya günümüzün bilimsel gücü ve bilgileri de yetemez!… Kitabımıza henüz başlarken ULEMA ANUNNAKİ  sözcük ve anlamları hakkında kısa bir tanımlanmayı 8nci sayfada açmak  zorundayız.
Benim net tespitlerimle; Kenger-Sümerlerden kalan bu harika bilgiler sanki dökümanter, sanki onlara bir yerlerden miras kalmış gibi görünmektedir. Bu bilgilerin kıymetini bilmelerine rağmen esas kaynak kendileri olamaz. Bu bilgiler nesiller öncesinden kendilerine ulaşmış ve devam etmiş Ulema-Anunnaki öğretilerinden devam etmektedir. Hangi tarafından bakarsak bakalım Kenger-Sümer tabletleri Muhteşem Qur’an’ın binlerce senedir anlaşılamamış, kanıtlanamamış net bilimsel tabanlı kanıtlarıdır. Yüce Allaha Hamd olsun, bu hizmeti tarihte ilk biz yapmaktayız.  Qur’an’ın İlahi mesaj olduğunun en net kanıtı Kenger-Sümer tabletleriyle açığa çıkacaktır.  Bunun bir bölümüne bu kitapta tanık olacağız.
Gezgin Zerdüşt de; Sanskritçesi Namaste ve Surya-Namaskara, Sümercesi Namasu
günümüzde de bilinen farsça namaz ritüelini buralarda harmanladı ve kendine özgü bir model düzenledi ve ihraç etti… İslam öncesi Mekkelilerin yaptığı bir ritüeldi.
Sümer Devleti; Altay, Özbekistan, Türkistan ve kuzeyden gelen Türkler tarafından kurulmuştur. Orta Asya göçmeni olup aslen kendilerine Kengerler demekteydiler. Kenger-Sümer’de bulunan binlerce kafataslarında yapılan araştırmalar netlikle BRAKİSEFAL kafatası olduklarını bilimsel kanıtlarla gösterdi. Bu da tartışmasız, kutsal ve seçilmiş bir millet olan Türk olduklarının en net kanıtıdır.
Mezopotamya Sümer’de yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha sonraki bilge ve medeni oluşumların temelini tesis eden Kenger Türkleridir.
Grameri olan dil, farklı yazı teknikleri, tıp, astronomi, genetik bilimleri, matematik, cebirin temelini, felsefe, dokuma sanayisi, tarımcılık ve ihracatını, din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda yazılı-tescilli verileri Kenger-Sümerler hayata geçirmiş, en önemlisi de; günlük yaşananları bile yazıyla gelecek nesillere aktarmış tarihte bilinen en bilge, erdem insanlardı. Araplar bunlara ziraatçılar anlamında NABATİLER (nebatatla, tarımla uğraşan) demişlerdir.  
Çam ağaçlarının altına kümelenip ağacı kesmeden Yılbaşı ağacı süsleme adeti, evlilik yüzüğü, nazar boncuğu, ağaçlara çaput bağlamak vb. Kenger-Sümer kaynaklıdır. Yaratılış (Tevrat’ta Tekvin) ve Tufan hakkında detaylı bilgiler, Emeş ve Enten’e ilk kez Sümerlerden öğrenmekteyiz.
Bu çok önemli konulara kısaca değinmemin nedeni; Yüce ALLAH’IN öğrettiği kurallarla alakası olmayan, karanlık cüppeliler tarafından işportaya indirgenmiş insan icadı uydurulmuş dinle uyutulmuş Türkleri “sakın ha uyanmasınlar, her adımlarında onları kafa tasçı diye aşağılayarak engelleyelim, küreselleşme tutkusunu aşılayalım, sakın ha! Tarihlerini, dinlerinin gerçeğini öğrenmesinler, kaderciliğin içinde debelensinler, Zerdüşt namazıyla cennetin tapusunu aldıklarını zan etsinler…” senaryolarıyla uyuyanları uyanabilirlerse uyandırmaktır amacım…
Muhteşem QUR’AN’IN gerçek anlamları Kenger-Sümerce ve Samskrita ve Sanskritçe dillerinde açığa çıkacaktır. Ve bunun bir kısmına bu mütevazi kitapta tanık olacağız. Diğer kanıtı iki numaralı KEHF kitabımızda açıkça ortaya koyduk ()…
Batılılar Basra’dan askeri gemiler dolusu tabletleri götürdüler… Irak’ın işgalinde Bağdat, Ninova müzelerinde kırıntı bile bırakmadılar… Ninova; Akad’ca Ninua’dır, burada ilk arkeolojik kazılar 1847 yılında Sir Austen Henry Layard tarafından yapılmış.
Şu anda da toprağın altında araç bulmak için tamamen işgal etmeyi planlamaktalar… Birileri de derin derin, Budist icadı tesbihleriyle daha derin uyuyorlarken!!!...


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar