Print Friendly and PDF

Filmlerin Arkaplanı Ramazan Kagan Kurt

Bunlarada Bakarsınız

Hollywood uzun bir süredir ordunun film arşivlerine girmekten, gerçek savaş gemileri ve ekipmanlarının kullanımına dek uzanan bir menzilde ordunun, işbirliğine bel bağlamış durumda. Ordunun bu iş­birliğinden çıkarıysa, popüler kültürün en önemli araçlarından birini, filmleri, kullanarak kendi imajını konumlandırma fırsatı...

Büyük filmler, olumlu askeri imajlar sunmaları için taşıdıkları olumsuz unsurlar tarihi açıdan doğru olsa bile yeniden yazılırlar. Bu iş, Hollywood'da konuşlanmış askeri bir ekip tarafından yürütülür... Şaşırtıcı olan bu filmlerin yalnızca tarihsel ve sanatsal değil, hileli yönlendirme ve pazarlık sürecine maruz kalmış ürünler olduğudur. Bu pazarlıkların nihai hedefiyse filmler değil, biziz. Sorulması gereken so­ru, neyi, ne kadar görmemize izin verildiği ve belli görüntülerin ordu hakkındaki görüşlerimizi nasıl etkilediği

Jonathan Turley

Kamu Hukuku Profesörü George Washington Üniversitesi David L. Robb, Hollywood Operasyonları kitabından.

"... Avrupalı köken, dil ve şive gelenekler ve din. İnsanın bunları silmesi... Ve yeni bir tarz benimsemesi -Amerika için bir tarz-gereki­yordu. Amerika bir arındırma ve yenileme vaftizi idi. Bu kişiler, sade­ce yeni bir ülkeye asimile olmak isteyen göçmenler değildi, bu ülkeyi kendi düşlerine göre yeniden yaratmak istiyorlardı. Filmler onlara ne­redeyse Tanrısal bir güç verdi. Dünyayı yaratmak için çok geç kalmış olsalar da, en azından Amerika'yı yaratabilirdi: Değerlerini, mitlerini, geleneklerini, ilk örneklerini, umutlarım ve düşlerini. Shtetl ve getto­lardan gelen fakirlik ve zulümden kaçan Yahudi göçmenler böylece Amerikan rüyasını tasarladı, üretti ve geniş kitlelere pazarladı.

’             Neal Gabler,

. An Empire of Their Own-Kendilerine Ait Bir İmparatorluk (Yahudilerin Hollywood üzerindeki etkileri)

"Bir yalanın inandırıcılığı büyüklüğüyle doğru orantılıdır; Çün­kü milleti oluşturan büyük kitleler, şuurlu ve kasıtlı olarak hazırlanan bir yalandansa, kalplerinin derinliğine işleyen bir yalanla çok daha ra­hat kandırılırlar."

Adolf Hitler, 1923

 

 

KATOLİK HIRİSTİYAN YAHUDİ SAVAŞINDA DA VİNCİ ŞİFRESİ VE İSA'NIN ÇİLESİ FİLMİ

Aslında Hollywood filmlerinde "çaktırmadan" Yahudi ve Hı­ristiyanlık arasındaki "ılımlı" savaş çok uzun yıllardır devam eder.

Hatırlayınız oğlancı, sübyancı, dolandırıcı, iş bitirici papaz­lar. Derken homoseksüel papazlar ve lezbiyen rahibeler.

Allah var, bir kısım Amerikalı papazların marifetleri de Amerikan medyasında zaman zaman aylarca yer aldı.

Sanki Hollywood filmlerini doğrulamak istiyorlardı.

Derken Hollywood filmlerindeki iyi ve irşad eden Hıristi­yan papazların yanında birden Yahudi takkeli tipler ve haham­lar da beliriverdi.

Özellikle son 10 yıldaki filmlere dikkatinizi çekerim.

Ne oldu ise Dan Brown'ın "Da Vinci Şifresi" adlı kitabı ile oldu.

Savaş birden Katolik Hıristiyan-Yahudi savaşına dönüşü­verdi.

Dan Brown cin gibi bir Yahudi asıllı İngiliz ve de Amerikalı yazar. Brown eşiyle birlikte ABD'de, New England'da yaşamak­tadır.

"Da Vinci Şifresi" dışında "Melekler ve Şeytanlar" ve "Diji­tal Kale" de adı geçen yazara ait Türkçe'ye çevrilmiş kitaplar.

"Da Vinci Şifresi" ndeki iddialar, Katolik Hıristiyanlar, yani Vatikan'daki Papalık için yenilir yutulur cinsten değildi.

Da Vinci Şifresi, temel olarak 1947 yılında MısıPın Nag Hammadi kentindeki çölün kayalıklarında Mısırlı çoban Mu- hammed Ali'in bulduğu 13 adet papirüs tomarına dayanmakta.

Ölü Deniz Parşömenleri, Kumran Yazıtları olarak da anılan bu deriye sarılı papirüs el yazmaları 2000 yıl sonra Hıristiyanlık âleminde büyük tartışmaların başlamasına sebep oldu.

Bu belgelere göre, havarilerden biri Magdalalı Meryem diye anılan bir fahişeydi. İsa Meryem'le evlenmişti. Bu evlilikten bir çocukları dünyaya gelmişti.

Kumran Yazıtları, Kahire'de karaborsaya düştükten sonra Mısır hükümeti bunların büyük bir bölümüne el koydu. 13 kita­bın bir kısmı ABD'ye kaçırıldı. 30 yıl sonra ortaya çıkan Mu- hammed Ali, belgelerin bir kısmının yandığını, bir kısmının da kaybolduğunu söyledi. Ancak geriye Hıristiyanlığın başlangıç dönemiyle ilgili 52 ayrı kutsal metin kalmıştı.

El yazmalarının Yunanca olduğu ve bunların yaklaşık 1500 yıllık Kıpti çevirileri olduğu anlaşıldı. Tahminlere göre milâd- dan sonra 120-150 yılları arasında Yunanca olarak yazılmış, Fi- lippos sureleri ve diğer yazıtlar M.S. 350-400 yılları arasında Kıptice'ye çevrilmişti.

1970'li yıllarda yazılan kitaplarda, Hıristiyan dünyasında Magdalalı Meryem ve İsa'nın kan bağının devam edip etmediği tartışılmaya başlandı.

Henry Lincoln, Richard Leigh ve Michael Baigent imzasıyla piyasaya çıkan "Kutsal Kan, Kutsal Kâse" isimli kitapta Hıristi­yanlığın "Kutsal Kâse" sırrının magdalalı Meryem olabileceği öne sürülmüştü. İşte bu kitap Dan Brown'ın "Da Vinci Şifresi" romanının esin kaynağı oldu.

Leonardo Da Vinci, devrinin en meşhur sanatçı ve bilim adamlarından.

Da Vinci 1510-1519 yılları arasında Sion Tarikatı'nın başkan­lığını yapmış.

Sir Isaac Newton, Victor Hugo, Boticelli aynı tarikatın üyele­rinden bazıları.

Sion Tarikatı kendilerinin Hıristiyanlığın en önemli sembol­lerinden olan Kutsal Kâsenin koruyucusu olduğunu iddia eden gizli bir cemiyet. Kutsal Kâse günümüzde de sırrını hâlâ koru­maktadır.

Magdalalı Meryem'e tanrıça olarak tapan Sion Tarikatı'na göre, Hz. İsa çarmıha gerildiğinde karısı Meryem hamileydi. Mesih'in soylu kanını taşıyan Kutsal Kâse'ydi Meryem.

Bu cemiyet Magdalalı Meryem'in (Maria Magdelena) hakkın­da gerçek bilgilere sahip ve hâlâ devam eden, İsa'nın kanını taşı­yan soyu da koruyor. Vatikan, dördüncü yüzyılda bu sırrı yok et­meye çalışmıştı. Hatta Haçlı Seferleri'nin bir sebebi de buydu.

Kutsal soy, Merovenj hanedanı, bu da bir sır.

Sion Tarikatı'nın elinde olduğu varsayılan belgelere SANG- REAL belgeleri deniyor.

Bu kelime San Greal şeklinde okunursa Kutsal Kâse, Sang Real şeklinde bölünerek okunursa Asil Kan mânâsına geliyor.

Sion tarikatının gerçekte bir Yahudi gizli cemiyeti olduğu id­diası Katolik dünyasında oldukça yaygındır.

Sion tarikatı Sion manastırına dayandırılmaktadır. Yine bu tarikatın liderlerinin protokollerinden bahsedilmektedir.

Sion tarikatı ile ilgili geniş bilgiyi Michael Baigent, Richard Leigh ve Henry Lincoln'ün yazmış olduğu "Savaşçı Keşişler Ta­rikatı, Tapınak Şövalyeleri" adıyla Türkçe'ye çevrilip, Nokta ya­yınlarınca yayınlanmış kitapta bulabilirsiniz.

Sion liderlerinin (ulularının) protokolleri olduğu söylenen protokollerden birisi 1905 yılında Rusya'da ortaya çıkmıştır.

Sergius Nilus'un Nokta Yayıncılık tarafından "Sion Liderle­rinin Protokolleri" adıyla yayınlanan kitabı konu ile ilgili bir kaynaktır.

Söz konusu protokoller anti-semitik olmakla suçlanmaktadır.

Tekrar biz Da Vinci Şifresi'ne dönelim.

İsa'nın çarmıha gerilmeden önce 12 havarisi ile yediği son akşam yemeğini canlandıran fresk, kilise tarafından Leonardo Da Vinci'ye siparişle yaptırılmıştır.

Leonardo da Vinci'nin yaptığı "Son Akşam Yemeği" freski Milano yakınlarındaki Santa Maria Delle Grazie Kilisesi'nin du- varındadır.

Sion Tarikatı'na göre Kutsal Kâse bu freskte gösteriliyordu. Ancak masada görülen kadehlerden birisi değildi.

Katolik Hıristiyanlık son akşam yemeğinde İsa'nın yanında­kileri "12 erkek" olarak kabul eder.

Sion Tarikatı'na göre ise İsa'nın sağ yanında Magdalalı Mer­yem oturmaktadır.

Peki, İsa'nın son akşam yemeğinde şarap içtiği Kutsal Kâse nerede? Kâse freskte görünmüyor. Ama aslında görünüyor. Magdalalı Meryem, Kutsal Kâse'nin ta kendisidir. Son akşam yemeğinde İsa ile Magdalalı Meryem bir çiftti. İkisinin evli ol­ması, bekâr İsa' dan çok daha mantıklıydı. Çünkü İsa bir Yahu­di'ydi ve Yahudilerin sosyal kültürü yetişkin bir erkeğin bekâr olmasını yasaklıyordu.

Bu sebeple İsa Mesih evli olmasaydı İncil âyetleri bundan bahsederdi. Nag Hammadi veya diğer ismiyle Kumran yazıtla­rında da (Ölüdeniz parşömenleri) "Ve kurtarıcının yoldaşı Mag- dalalı Meryem"dir diye geçiyor. Aramice'de "yoldaş" kelimesi eş mânâsında kullanılıyor.

Bu kadın karnında İsa'nın çocuğunu taşımaktadır. İsa bu ka­dınla evlidir.

Bu iddia İsa'yı ölümlü yapar ki bu da Katolik Hıristiyanlığı bitirir.

Zira Hıristiyanlığın temel doktrinine göre İsa, asla evlenme­di, çarmıha gerildi, dirildi ve semâya yükseldi.

Kilise ise Magdalalı Meryem'i fahişe olarak lanse etmektedir.

Da Vinci Şifresi'ne göre İncil'in günümüzdeki hâli Allah ta­rafından gönderilmediği gibi İsa'dan dört yüz yıl sonra onun in­sani boyutu yok edilerek İsa'ya Tanrısal bir misyon yükleyerek yazılıyor.

Bütün bu işler, Roma İmparatoru Constantin ve kilise işbir­liği ile yapılıyor.

Gelelim Kutsal Kâse'ye... Kutsal Kâse aslında Magdalalı Meryem'in rahmidir.Yani kadın rahmi Kutsal Kâse'dir.

Da Vinci'nin yaptığı resme bakıldığında İsa ve Magdalalı Meryem kalçaları birbirine değer şekilde geriye yaslanmış ola­rak oturmaktadırlar.

Bu pozisyonda oturmaları aralarında ters bir boşluk oluştur­maktadır. Yani oturuş pozisyonları "M" harfi şeklindedir. Bu boşluk yani "M'"nin ortası Kutsal Kâse'yi yani kadın rahmini simgeliyor (V şeklinde). Bu sembolün tam tersi ( A şeklinde) ise erkeklik simgesi.

Katolik Hıristiyanlığa göre ise resme karşıdan bakıldığında İsa'nın sol tarafında oturan kişi Yuhanna.

Katoliklerin iddiasına göre, Da Vinci o dönemde papaya ve kiliseye çok kızgındır.

Kilisenin ısmarladığı resimlere şifreli mesajlar koyarak Pa- palık'ın yok etmeye çalıştığı TANRIÇA (kadın) imgesini hem ölümsüzleştirmiş hem de papalık ve kiliseden intikam almıştır. Dan Brown'a göre, İsa kilisenin magdalalı Meryem' e emanet edilmesini istemişti. Meryem, kilise erkekleri karşısında yıkıcı bir güçtü. O, kilisenin yeni ilân ettiği ilâhın ölümlü nesiller dün­yaya getirdiğinin fiziksel bir kanıtını taşıyordu. Kilise bu yüz­den Meryem'i bir fahişe olarak ilân etti ve İsa ile evlendiğine da­ir bütün delilleri sakladı.

Sonuç olarak Papalık Da Vinci Şifresi kitabını Katolik Hıris­tiyanlığa atılmış bir "kazık" olarak telakki etti ve boş durmadı.

Mel Gibson kendisine havale edilen görevi layıkıyla yerine getirdi doğrusu.

"İsa'nın Çilesi" filminden bahsediyorum. 2004'ün Mart ayında ABD ve Kanada'da film sinemalarda gösterime girdiğin­de, Yahudiler tarafından kıyâmet koparıldı. Çünkü İsa'yı çarmı­ha Yahudiler geriyordu.

ABD'deki üniversitelerde el ilânları ve broşürleri haftalarca dağıttılar Yahudi kuruluş temsilcileri.

Benim payıma düşenleri Türkiye'ye "hâtıra" olarak getirdim.

"İsa'nın Çilesi" Yahudiler tarafından çok ağır şekilde hırpa­landı ve Gibson yerden yere vuruldu.

Sonuçta Yahudilere, Katolik Hıristiyanlık cevabını vermiş ve karşı bir "kazık" atmış oldu.

İlginçtir, "İsa'nın Çilesi" ABD'de Evanjelistler tarafından ha­raretle desteklendi. Film Amerika ve Kanada'da 370 milyon do­lar gişe hâsılatı elde etmiş ve bu rakamla rekor kırmıştı.

Derken Dan Brown'ın daha önce yazmış olduğu Melekler ve Şeytanlar gündeme geldi.

Melekler ve Şeytanlar tam anlamıyla VATİKAN entrikaları­na dayanmaktadır.

Yahudilerden, Katolik Hıristiyanlığa ikinci gol olarak değer­lendirebilirsiniz bu kitabı.

Ve bir kitap daha... Bu sefer İtalya' dan. Rita Monaldi ve Francesco Sorti adlı karı kocanın yazdığı "IMPRIMATUR". Lite­ratür yayıncılık Türkçe olarak yayınlamış.

Imprimatur Secretum Veritas Mysterium,"Sırları istediğiniz kadar yayınlayın, gerçek esrarını korur" felsefesini esas alan ki­tap ilginçtir.

Kitapta Papa XI. Innocentius ve Papa XII. Pius ciddi şekilde hırpalanıyor.

İkisinin ortak özelliği ise Yahudilere karşı sergilemiş olduk­ları tavırlardır. Tabiî bu arada Katolik Hıristiyanlığı da kollama­yı ihmal ermiyorlar. Unutmayın İtalyanlar Katoliktir.

Papa XI. Innocentius Eylül 1683'te Türklerin Viyana'yı ikin­ci defa kuşatmasına karşı Papalık mâli kaynaklarını kullanarak Hıristiyan dünyasını Türklere karşı organize etmiştir.

Bu organizasyona sadece Fransa Kralı XIV. Louis "kapitülas­yonlar" sebebiyle katılmamıştır.

11 Eylül 2001 saldırılarının ardından Papa XI. Innocentius AZİZ ilân edilmeye çalışılmıştır.

Çünkü XI. Innocentius 17. yüzyılda Avrupa'yı İslâm'a (Türklere) karşı kışkırtan papadır.

Tam "savaş" durakladı mı derken "Da Vinci Şifresi'nin Kırıl­ması" kitabı gündeme geldi.

Kitabın yazarı Dallas Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi profe­sörlerinden Darrel L. Bock.

Prof. Bock Yeni Ahid incelemelerinde uzman.

Kitabı okudum. Ancak "Da Vinci Şifresi'ni" kırdığı iddiasın­daki Prof. Bock beni hayal kırıklığına uğrattı.

Kitabın 221. sayfasında Magdalalı Meryem şu şekilde anla­tılıyor.

İsa tarafından günahlarından (veya Şeytanlardan) arındırıl­mış bir öğrencidir.

İsa'nın ölümüne, gömülüşüne ve dirilişine tanık olmuştur. İsa'nın dirilişini ilk duyan ve gören kişiler arasındadır. Bazıları­nın iddia ettiği gibi fahişe değildir.

Yine kitabın 40. sayfasından itibaren "İsa ve Meryem'in öpüşmesi hakkında bir "Gnostik Metin" başlığı altında İsa ve Meryem öpüşmesi işleniyor.

Philip İncili'ni yorumlayan Prof. Bock, İsa'nın Meryem'e öpü­cüğünün dostluk öpücüğü ve yanaktan olduğunu iddia ediyor.

Da Vinci Şifresi'ne göre ise, öpücük pek tabiii dudaktan. Çünkü Meryem, İsa'nın karısı.

Kafanız karıştı değil mi? Diyeceksiniz ki milyonlarca Yahu­di ve Katolik Hıristiyan kafayı neye takmışlar.

İş, Hıristiyanlık gibi 2 milyar inananı olan (yaklaşık bir mil­yarı Protestan) bir dinin temelleri iki noktaya gelip çakılıyor.

"Kutsal Kâse" ve "öpücük".

Katoliklere göre ortalarda olmayan ve hâlâ esrarını koruyan bu Kutsal Kâse bir şarap tası ve İsa'nın çarmıha gerildikten son­ra kanı bu tas ile içildi.

Da Vinci Şifresi'ne göre de Kutsal Kâse, Magdalalı Mer­yem'in rahmi.

Katoliklere göre İsa-Meryem öpüşmesi yanaktan. Da Vinci Şifresi'ne göre dudaktan.

Dan Brown New Hampshire kırlarındaki evinde Da Vinci Şifresi'nin devamı niteliğindeki yeni romanını yazmakla meş­gul. Yeni kitabının adı "Süleyman Anahtarı." Hikâye Washing- ton'da geçiyor ve Hür Masonlar'ın gizli dünyasına bir yolculuk yapıyor. Kahramanımız yine Harvardlı simge bilimci Rohert Langdon.

Katolik dünyasının merkezi Vatikan 15 Mart 2005'te 44 ülkede 25 milyon adet satan Dan Brown'ın kitabını yaylım ateşine tuttu.

Cenova Başpiskopos'u Kardinal Tarcisio Bertone, Vatikan radyosunda yaptığı konuşmada; "Bu çuvalla yalan ve iftirayla do­lu Da Vinci Şifresi kitabını okumayın" dedi. Bertone, Papa İkinci Jean Paul'ün (Nisan 2005'te öldü) en yakınlarından biriydi. Hiç şüphe yokki bu sözlerini Vatikan'ın, yani Papa'nın temsilcisi sı­fatıyla dile getiriyordu.

Böylelikle Dan Brown'a göre Magdalalı Meryem'in elinden kiliseyi çalan Aziz Petrus'un Vatikan'daki bugünkü temsilcisi Papa, Da Vinci Şifresine aleni savaş açmış durumda.

Bu savaşın daha da kızışarak devam edeceği aşikârdır artık.

İyisi mi siz önce kitabımız Kur'an'ın Türkçe meâlini bir oku­yunuz, sonra da yazıda anlattığım savaş silahı olarak kullanılan kitapları.

Kur'an-ı Kerim'e göre İsa hiçbir zaman çarmıha gerilmemiş- tir. Hz.İsa da fânidir.Yani bir insandır ve Hıristiyanlarca öne sü­rülen Allah'ın oğlu olduğu iddiası "Allah'm tekliğine" aykırıdır.

Ancak şurası yüzde bin beş yüz kesindir.Yukarıdaki hikâye hem Yahudiler hem de Katolik Hıristiyanlar için DÜNYA SİYA­SETLERİNİ belirleyen temel çıkış noktalarından biridir.

AMERİKA'NIN YUMUŞAK KARNI : BABASIZLIK TRAVMASI

Amerikalıları anlamak ve Amerika üzerine strateji geliştir­mek için her şeyden önce iki hususu çok iyi biimek gerekir.

Birincisi Amerikan elitlerini ve Amerikan derin devletinin stratejilerini bilmek. Pentagon ne düşünüyor anlamak.

Bu husus size şaka gibi gelebilir ama Holywood filmlerinde gelecekle ilgili plânlara ait birçok ipucu bulabilirsiniz.

Mesela 11 Eylül felâketi hakkında bilgi sahibi olmak istiyor­sanız, 1998 yapımı Arlington Road-Arlington Yolu- (Jeff Brid- ges-Tim Robbins), The Siege-Kuşatma- (Zenci aktör Denzel Washington-Bruce Willis-Annette Bening) ve 2001 yılında viz­yona girdiği halde "11 Eylül saldırıları üzerine gösterimi yasak­lanan Swordfish-Kılıç Balığı- (John Travolta-Halle Berry), filmle­rini üst üste seyrediniz

İkincisi ise Amerikan içtimai (sosyal) dokusu, hakkında bilgi sahibi olmak.

Neler Amerikan dokusunu etkiler?

Mesela sosyal dokuyu etkileyen en önemli faktörlerden biri, belki de birincisi Amerika'da "BABA" özlemidir.

Birleşik Devletlerde baba problemi vardır. 1960'larda baba­sından ayrı yaşayan çocuk oranı yüzde 40'larda iken, 1980'lerde yüzde 60 ve 2020 yılında bu oranın yüzde 80 olacağı tahmin edilmektedir.

Yani her yüz çocuktan sekseni babadan ayrı olarak annesi veya annesinin sevgilisi veyahut da annesinin yeni eşi ile yaşa­mak mecburiyetinde kalacaktır.

Bu husus bu mevzulara kafa yoran Amerikalı uzmanları ka­ra kara düşündürmektedir.

Niçin bu konuya girdim? Çünkü Amerika'yı yönetenlerin çoğu bu problemin sebep olduğu travmayı ömür boyu taşıyor­lar ve karar alışlarında ve ilişkilerinde her daim etkili oluyor..

Bu görüş benim değil, konuyla ilgili Amerikalı uzmanlara ait.

Amerikan Değerleri Enstitüsü (Institute for American Valu- es) kurucusu Davit Blankenhorn, Fatherless America (Babasız Amerika) adlı eserinde, " Babasızlık bıı neslin en zararlı demografik eğilimidir. Bu husus en acil sosyal meselelerimizi yönlendiren lokomo­tiftir. Eğer babasızlık eğilimi devam ederse, muhtemelen Amerikan toplıımıınıın şeklini değiştirecektir demektedir.”

Bir başka uzman ise, Amerikalıların babasızlığının çığ gibi büyüyerek bir felâkete dönüşmekte olduğunu dile getiriyor.

Yapılan araştırmalarda, babasız âilelerde büyüyen bir çocu­ğun karar almada ve ilişki kurmada, ilişkiyi yürütmede iki kat daha fazla zorlandığı tespit edilmiş.

Amerika'da üç doğumdan birisi, evlenmeden anne olanlar tarafından gerçekleştiriliyor.

Amerika'nın orta ve iç bölgelerindeki şehirlerde çocukların yüzde 90'ı bekâr annelerin ''baba" olduğu evlerde yetişmektedir.

Musevi asıllı Amerikalı Dr. Beth M. Erickson'un 1998 yılın­da yazmış olduğu "Longing for Dad" isimli kitapta konu enine boyuna incelenmektedir.

1960 yılında evlilik dışı doğanlar bütün doğumların yüzde 5'i iken, 1991 yılında bu oran yüzde 30'a çıkmıştır.

Sosyolog Davit Popenoe göre 2000 yılında evlilik dışı do­ğumların oranı, toplam doğumlar içinde yüzde 40'tır.

Daha çok beraber yaşayan çiftlerin olduğu Avrupa ülkeleri­nin aksine, Amerikalı çocukların baba ile ilişkileri giderek azal­makta veya hiç olmamaktadır.

Babalarının kim olduğu sorulan çocukların çoğu ''Benim ba­bam yok” cevabını vermektedirler.

Anneler çocuklarının babaları ile ilişkilerini sürdürmelerine yardımcı olmamaktadırlar. Bir kısım babalar da ortadan âniden kaybolmakta.

Babaları ile büyüyen çocuklara kıyasla, çocuk yaşta anne ol­ma oranı üç kez, okulu terk etme durumlarının ise iki kez fazla olduğu tespit edilmiş, babasız büyüyen çocukların.

Uzmanlar, çocuklar için evlenmemiş bir babaya sahip olma­nın, boşanmış bir babaya sahip olmaktan daha kötü sonuçlar verdiğini söylüyorlar.

Bir diğer husus sanayileşmenin ve sanayi ötesi kapitalist toplum olmanın getirdiği belâdır ki, bu da, tüketimin modern bir Amerikan dini hâline gelmiş olmasıdır. Anne ve babalar tü­ketebilmek için daha çok çalışmak zorunda kalıyorlar.

Birleşik Devletler'de son yılların modası, ki gittikçe yayıl­maktadır, "doner baba veya sperm babası" diye adlandırılan test tüpünün içindeki babalardır.

İhtiyaca göre gazete ilânları ile sperm tedariki yoluna giden­ler spermi verenin istenen şartlara uygunluğuna göre 40 dolar­dan 15.000 dolara kadar "tüp baba” bedeli ödüyorlar.

Özet olarak Amerika'nın baba durumu böyle. Amerikan toplumunun psikolojisini ve davranış saiklerini etkileyen en önemli faktör.

Duygu olarak uzakta olmak, ruhi olarak doldurulamayan boşluk.

Burada gazetelere intikâl eden bir haberden bilgi notu: ABD eski başkanı Bill Clinton'un yazmış olduğu My Life (Hayatını) adlı kitaptaki şu husus çok ilginç.

"Manika Lewinsky ile ilişkim korkunç bir ahlâki hataydı. Bu hata­nın arkasındaki sorumlu kişi annemi ve kardeşimi her gün döven alko­lik üvey babamdır.”

Amerikan Devleti'ni idare edenlerin tahminen bugün yüzde 70'i, 2020 yılında yüzde 80'i bu gruba dâhil insanlardan olacak.

Sadece KENDİNİ DÜŞÜNME ve İNTİKÂM Amerikan sos­yal dokusundan çıkan şimdilik iki belirgin ama KESKİN sonuç.

AMERİKAN EDEBİYATI EVANJELİZMİN HİZMETİNDE

"İşaretler gittikçe çoğalıyor. Gökteki ışıklar hızla kırmızı, mavi, ye­şil görünecek. Birisi çok uzaklardan geliyor ve dünyanın halkıyla bu­luşmak istiyor. Buluşmalar zaten oldu. Fakat gerçekten görenler, ses­siz kaldılar." Papa XXII. John, 1935.

Evanjelistlerin, fikirlerini yaymada radyo, televizyon, ga­zete, İnternet gibi iletişim ağlarını maharetle kullandıkları gö­rülüyor. .

Bir diğer propaganda metodu ise, İncil ve Eski Ahid kaynak­lı kehânetlerin omurgasını oluşturduğu romanları kullanmak.

Türkiye'de bir kitap ne kadar satar?

Size şimdi Amerika'da 63 milyon adet satan 12 ciltlik bir ro­mandan bahsedeceğim.

Romanın adı "Left Behind / Geride Kalanlar." Yazarları Tim E La Haye ve Jerry B. Jenkins.

Serinin Mayıs 2003'te çıkan kitabının adı "Armagedon". Çiz­gi filmlere ve sinema filmlerine ilham kaynağı olmuş bu kitap­lar, iki düzineden fazla dile çevrilmiş.

Romanın ana temâsı özetle şöyle.                     '

Nicolae Carpathia, karizmatik, yakışıklı, zengin Romanyalı genç bir politikacıdır. Gerçekte Şeytanın ta kendisi olan Carpat­hia, muhtelif yöntemlerle Birleşmiş Milletlerin genel sekreterli­ğine seçilir.

BM'nin genel merkezini New York'tan Babil'e taşır. Babil'de ABD karşıtı bir dünya devleti kurar; ABD ve Avrupa'yı silahsız­landırır. Ancak Carpathia'ya karşı Amerikalı kahramanlar tara­fından savaş bayrağı açılır.

Kanlı ve uzun bir mücâdele başlar. Hıristiyan âlemi dışında­ki bütün kavimlerin, Müslümanların, Yahudilerin yok olacağı bir kıyâmetle sonuçlanacak olan bu savaştan "esas" Hıristiyan- lar selâmetle çıkacaklardır.

Bu romandaki kıyâmet öngörüsü Evanjelik ve Yahudi Arma- gedon savaşında öngörülene uygundur.

Yine romanın ana karakteri Nicolae Carpathia'nın Roman­yalı olması ve Evanjelik-Siyonist Yahudi ittifakının, Deccal'in muhtemelen Romanya'da doğmuş veya oradan gelecek biri ola­cağı fenomenine de uygundur.      .

Bir başka uygunluk ise Babil merkezli bir Şeytan imparator­luğunun kurulması. Zira Tevrat ve Kabalistik inanca göre Babil Şeytanın ta kendisidir. Babil Kralı Nabukadnezar, İbranileri sür­müştür. Babil düşmandır. İbranileri esir etmiştir.

La Haye ve Jenkins'in adı geçen dehşetengiz romanındaki kıyâmet öngörüsü Amerika'daki yetişkin nüfusun yüzde 40'ı ta­rafından doğru olarak kabul edilmektedir.

Tim La Haye ve Greg Dınallo'nun "Babylon Rising / Babil'in Dirilişi" bir başka Evanjelist formatlı roman örneği. Türkçe'ye de çevrilen bu roman "Neden Kitap'' tarafından yayınlanmış.

Evanjeliklerin fikirlerini yaymada, televizyon, radyo, İnter­net, gazete, dergi gibi iletişim araçlarını çok iyi kullandıkları açık bir gerçek.

Günümüzde iki bin'den fazla televizyon ve radyoya sahip­ler. Bunlarda her hafta canlı pazar âyinleri ile milyonlarca Ame­rikalıya ulaştıkları biliniyor.

Bir TV yayın istasyonu da ABD'nin Katar'daki askeri üssü­nün içerisinde ve otuzdan fazla dilde yayın yapıyor.

İncil ve Eski Ahid kaynaklı kehânetlerin omurgasını oluştur­duğu romanlar Evanjeliklerin en kuvvetli propaganda silahla­rından birisi.

Hall Lindsey'in 1970 yılında yayımlanan "Rahmetli Koca Dünya" adlı kitabı, bunun ilk örneği. Bu kitap Evanjelik format- lı dünya tasarımını milyonlarca okuyucuya ulaştırdı.

Lindsey kitabında, İncil kehânetleriyle modern dünya ara­sında ilginç bağlar kurdu. Elbette bunlardan bir kısmı uçuk şey­lerdi ama, arada kaynayıp gidiyordu.

Avrupa Birliği'nin (o zaman Ortak Pazar) başına Deccal'i oturtuverdi.

Kuzey Konfederasyonu'na "o zamanki Sovyetler Birliği'ni koydu.       ■

Güney koalisyonunu ise Mısır'ın başını çektiği Arap ve Afri­ka ülkeleri oluşturuyordu.

Doğu'nun krallarının başında da Komünist Çin lideri vardı.

İncil'de geçen "ateş ve kükürt" dumanları ifadesinin yerine de nükleer patlamaları yerleştirdi.

İsa'nın ikinci gelişinden önce Amerika'nın sürpriz bir nükle­er saldırı ile yok edilmesi Lindsey'in kitabının ana temâsı.

Tabiî bu arada Amerika'da fuhuş, uyuşturucu, lezbiyenlik, ho­moseksüellik, velhasıl ahlâksızlık adına ne ararsan var. Amerika, materyalizmin batağında kıvranıyor. Sahte dinler çok yaygın.

Lindsey 1980'de "Armagedon'a Geri Sayım" kitabını yayımla­dı. Bu kitapta Amerikalı Hıristiyanların elini çabuk tutmaları ve böylelikle Amerika'nın batışının önlenebileceği vurgulanıyor.

Önceki kitabında ABD'nin batışının İsa'nın gelişini hızlandı­racağı görüşünde olan Lindsey, artık kurtuluş reçetesini ortaya koyuyordu.

Reçeteye göre Amerika'nın hastalıklı liberallerden tez vakit­te kurtulması gerekiyordu.

Askerî harcamalar artırılmalıydı.

Büyük sermayeyi sınırlandırıcı girişimlere son verilmeliydi.

Washington temizlenmeli, Beyaz Saray'a kapitalizme kayıt­sız şartsız inanan bir başkan seçilmeli ve çok güçlü bir ordu kur­malıydı.

Bundan sonra ABD, İsrail'e ihtiyacı olan desteği sağlayabi­lirdi.

Lindsey öyle bir şöhrete ulaştı ki, bu şöhret ona olağanüstü politik güç sağladı. Amerikan Harp Akademileri'nde konferans­lar verdi.

Hall Lindsey'in bir başka kitabının adı ise, Savaş İçin Hazır Ol / Ready for War.

George W. Bush ve Amerikan halkı Irak'ın işgâlinin bu ro­manlar doğrultusunda ilâhi bir görev olduğuna inanmaktadır.

Evanjeliklerin "bu nesli'' kendilerinin gideceğine inandıkları "cennet"e, Siyonistler ise Kudüs merkezli dünya hâkimiyetine yatırım yapıyorlar.

Gerçekte taraflar birbirinden pek hoşlanmıyorlar. İhtiyaca binaen beraberlik.

Amerikalı tarihçi Immanuel Wallerstein son ABD seçimle­rinde Bush'un kazanmasında etkili olan üç husustan birinin yu­karıda anlattığım oldukça radikal Evanjelik Hıristiyanlık oldu­ğunu söylüyor.

Peki aynı Bush, biz Türklere, Hoca Efendi'yle birlikte "ılımlı İslâm" olun demiyor mu?

Halbuki Kur'an-ı Kerîm ve tebliğ ettiği İslâm tektir.

Bush'un kazanmasındaki diğer iki faktör Amerikan milliyet­çiliği ve WASP kontrolündeki sermaye ile kısmen Yahudi savaş sermayesidir. Yahudi sermayesinin büyük bölümü Kerry'yi des­teklemiştir.

Amerikan milliyetçiliğinin merkez üssü Pentagon ve 13 adet uluslararası istihbarat kuruluşu ile WASP'ların elindeki serma­ye gücüdür.

Bilişim ve iletişim teknolojileri bilgisizliği, ikiyüzlülüğü, ya­lanı meşrulaştırıyor. Neoliberalizm sosyal devleti yerlerde sü­ründürüyor, post modernizm de insan aklına olan güveni. Bu üçünün manipülatörü ise ezoterik temele dayalı kurumlar. Bu kurumlar bir taraftan ilahi dinler içerisinde radikal unsurların gelişmesini teşvik ederken diğer taraftan bu unsurları kullana­rak açık-gizli ilahi kaynaklı ahlâki değerlere saldırıyorlar.

Amerika'daki köktendinci kilise örgütleriyle, Hamas gibi köktendinci Müslüman örgütlerin dayanışma ağları arasındaki benzerlikler ne kadar fazla? Sanki her ikisi de aynı merkez tara­fından kurulmuşlar. Zaten de öyledir.

Bush'a seçim kazandıran 4.5 milyon Evanjelik Protestan'ın harekete geçirilmesi ile Türkiye'deki ümmetçi organizasyonla­rın harekete geçirilmesi arasındaki metod ve organizasyon ben­zerliklerini, Türkiye'de ümmetçi ve etnik çentikli tarikat unsur­larının devletin dolduramadığı boşluğu doldurduğu yöntem ile Evanjelik mezhep-tarikatının aynı yöntemleri kullandığını hiç merak ettiniz mi?

Halkın günlük hayatını organize etmeler, küçük iktisadi men­faatler, bizim partiye oy vermeyenler kâfirdir söylemleri, fısıltı ga­zetesi ile iftira kampanyaları... Size yabancı gelmedi değil mi?

Amerika'da iktidara gelmek için Hıristiyanlığın en radikal mezhebi-tarikatı öne çıkarılırken aynı ekip Ortadoğu'daki men­faatlerine uygun olduğu için Müslüman Türk'ün ve Arap'ın Müslümanlığı "ılımlı İslâm" ile sulandırılmak isteniyor.

Ya Türkiye'de seçimler öncesi din adına en radikal mesajla­rı verenler iktidara gelince nasıl da başkaları istedi diye, mesela ABD ve AB, ılımlılaşıveriyorlar.

Nasıl bir duygu acaba? Evanjelikler, Iraklı direnişçilere "ib­lis" derken, Felluce'de oluk-oluk Müslüman kanı akarken, daha önceki Ecevit-Bahçeli-Yılmaz hükümetinde "başörtüsü zulmü" her cuma Beyazıt Camisi'nin önünde telin edilirken, "Genelkur­may eğitimden elini çek" gibi dehşetengiz pankartlarla yürüyüşler yapılırken...

Hâlbuki telin ettikleri Genelkurmay, eğitimden ve ülkeden elini çekerse bırak baş örtmeyi, "don" bile giymenin mümkün olmadığını. .. Irak anlatamıyorsa başka ne anlatır ki?

Bütün bunlardan sonra da etnik bölücülüğe, Türkiyeliliğe işaret fişeği atıp, incir yaprağının arkasına saklanacaksınız. Na­sıl bir duygu acaba?

Biliyorsunuz Hollanda' da uçuk bir film yönetmeni, Theo Van Gogh öldürüldü. Fail olarak da bir Faslı yakalandı. Aynı yö­netmen Yahudi asıllı Leon de Winteı'i de Yahudiliğini ticari me­ta olarak kullanmakla suçluyor ve Flemenk yazarı yerden yere vuruyordu.

Ama cinayet Faslı bir Müslüman'ın üstünde kaldı. Hollan­da' daki Hollandalı-Faslı gençler arasındaki sokak kavgalarının içine Türkler de aktif olarak katılmış durumda. Kısaca Avru­pa' da da felâketin ayak sesleri artık duyuluyor.

Müslüman kadınlarına bu yönetmenin hakaret ettiğini söy­leyen ümmetçilerin Müslüman Türk kadınlarına bakışları nasıl­dır? Suudi Arabistan' da "İslam adma"(D kadınlara otomobil kul- landırılmadığını nasıl izah edecekler?

Niçin İslâm denince, Almanya'da insanların yüzde 83'ü te­rörü, yüzde 92'si ezilen kadınları hatırlattığını söylüyor. Ameri­ka'da da benzer oranlarda aynı yargılar hâkim.

Bence İslâm'a en büyük zararı yine Müslüman olduğunu söy­leyenler veriyor. Sonra da Evanjelist ve siyonistin elinde oyuncak olan bir İslâm dünyası, ılımlı İslâm ile de Hz. Muhammed'siz bir Müslümanlık formatlanmak isteniyor. Tıpkı İsa'sız veya Kabalis- tik felsefeye uygun formatlanmış İsa'lı Protestanlık gibi.

Ne güzel söylemiş Necip Fazıl: "Müslümanlardan Müslüman­lığıma sığınırım." Bir tane sözüm ona Müslüman, terör eşeği Bin Ladin, Evanjelik Hıristiyan Bush ve Siyonist Yahudi Şaron... Üçü de kıyâmete doğru yelken açıyor.

GÖZLERİNİZDEN BEYİNLERİNİZE
HOLLYWOOD SİZİ ÜÇ KERE ÖPER

"Hollywood, öpücüğünüze iki milyon dolar, ruhunuza iki dolar verilen bir yerdir" diyor Marilyn Monroe. Monroe ölümü hâlâ tartışılan ve adı Başkan Kennedy ile aşk dedikodularına karışan meşhur film yıldızıdır.

Kabalacı şarkıcı Madonna'nın, "Hollywood" adlı şarkısında ise şu sözler yer alır:

"Hafızamı kaybettim Hollywood'da

Milyonlarca düşüm oldu iyisiyle kötüsüyle

Hollywood'un havasında bir şeyler var...

Kaçmayı denedim ama hiçbir zaman yapamadım...”

Hollywood kelimesi ikiye bölündüğünde kelime mânâsı; "holly" çoban püskülü, "wood" ise odun, ağaç, orman, tahta ve koru gibi anlamları ifade eder.

Hollywood'un bizdeki karşılığı ise "Yeşilçam Sokağı"dır.

Amerika'nın Kaliforniya Eyâleti'ndeki Los Angeles şehrinin bir semtinin adıdır. Hollywood ve ayrıca aynı isimle anılan bü­yük bir caddesi (bulvar) mevcuttur.

Her yıl milyonlarca turistin ziyaret ettiği ve tam Hollywo- od'un merkezi denilen yerde bir Çin tiyatrosu ve kaldırım taşla­rına gelmiş geçmiş ve günümüzdeki Amerikan sineması şöhret­lerinin isimleri yazılmış, bazılarının da ayak izlerini taşıyan bü­yük "kaldırım parkeleri" ile kaplı bir alan vardır.

Hemen beş altı kilometre yakınında da "Amerikan rüyası­nın" şatafatlı yüzünü anlatan Beverly Hills semti ve lüks alışve­riş mağazaları yer alır.

Bizi gezdiren Amerikalı, birkaç milyon dolarla ifade edilen evlerden bahsetmeye bile gerek duymadan kendimizi 64 milyon dolar olduğunu söylediği evin önünde buluverdik.

Ancak bu semtte akşam dokuzdan sonra yaya olarak tek ba­şınıza sokağa çıkamazsınız. Hollywood denen bölgede ve Los Angeles şehrinin şehir merkezinde akşam sekizden sonra köşe başları Zenciler tarafından tutulur. Bırakınız yaya yürümeyi otomobil ile giderken duraksamanız başınıza iş açabilir.

Amerikan şehirlerinin şehir merkezlerinin tipik ama özellik­le Los Angeles'in bir özelliği, bir sokak ara ile güvende olabile­ceğiniz veya soyulma, öldürülme tehlikesi altında kalabileceği- nizdir. Bazı çizilmemiş sınırlar vardır. Bu sınırlar topografya ile ilgili değildir. Algılama ve verdiği psikolojik çizgilerle alâkalı­dır. Psikolojik geçidin her iki yanında uzanan bölgeler arasında da iklim, dil ve kültür yönünden hissedilmeyecek kadar küçük farklar vardır, çoğunda da yoktur.

Buna karşılık bazıları hayatla ölüm arasındaki gibi gerçek sı­nır çizgilerini ifade ederler.

Alp Dağları üzerinde bulunan "Brenner Geçidi" Alpler'in üzerinde bulunan diğer geçitlere göre daha yumuşak ve alçak­tır. Ama tarihin eski devirlerinden beri Akdeniz kültürü ile Nor- dik kültürü arasındaki sınırı belirler.

Los Angeles sokaklarının sınırları psikolojiktir ancak Bren­ner kadar belirleyicidir.

Bir diğer husus ise yanınızda 10-20 dolardan fazla taşımak tehlikeli olduğu gibi hiç para taşımamak da tehlikelidir. Çünkü hiç para taşımamayı soyguncu kendisine hakaret telâkki edip si­ze zarar verebilir.

Amerikalılar âdeta güvenlik (security) manyağıdırlar. Şöyle ki; üç kişilik bir toplulukta dördüncü kişi koruyucu (guard), - muhafızdır dersek abartı olmaz.

Diyeceksiniz ki, 11 Eylül 2001 saldırısı bu şartlarda nasıl ol­du? İşte Amerikalıların çoğunun da aklını oynatacak derecede meşgul eden soru bu.

Üstelik ülkede on üç adet milletlerarası faaliyette bulunan istihbarat kurumu ve bir o kadar da "domestic" mahallî güven­lik ve istihbarat birimleri varken...

Ancak Amerikalıları kalbinden vuran saldırının iki temel se­bebi olabilir. Birincisi aşırı derecede kendilerine güvenin ötesin­de büyüklük kompleksi. İkincisi ise Amerikalıların "beyan"a güvenmeleri. Beyan kötü niyetlilerce istismar edilmiş olabilir, ayrıca 11 Eylül öncesinde Amerika'daki hava alanları âdeta yol­geçen hanı gibiydi. Ve beni hep. rahatsız etmiştir.

Bizdeki ümmetçiler ile Araplar hemen her taşın altında Ya­hudi parmağı ararlar. 11 Eylül için de aynı şeyi yaptılar. Ancak 11 Eylül ne Yahudilerin ne de adı geçen zavallı Arapların işidir. 11 Eylül birkaç "iş" için yapıldı. Bunlardan birisi de Yahudi ser­mâyesine karşı bir WASP organizasyonudur.

Biz tekrar dönelim Hollywood'a.

Adı âdeta "Amerikan rüyası” ile özdeşleşen bu sihirli keli­menin kapağını açar, içine bakarsanız bir "kıyma makinesi'' gö­rürsünüz.

Her yıl yüz binlerce, evet yüz binlerce Amerikalı, Güney Amerikalı, Avrupalı velhasıl dünyanın dört bir köşesinden genç kızlar ve erkekler burada şanslarını dener.

Ancak çoğu, hatta yüzde doksan dokuz nokta dokuzu seks pazarı, uyuşturucu ve psikolojik travmalar arasında yok olup giderler. Kalan bakiye de kıyma makinesi arızalandığı, elektrik kesildiği veya kıyma makinesinin başındakiler öyle istediği için şöhret basamaklarını tırmanmaya başlar ve yeşil dolar havuzu­nun içine düşer / düşürülürler.

Hollywood, Yahudiler ve İtalyan asıllı Amerikalılar arasın­daki korkunç savaşın arasındadır âdeta. Ancak herkes şimdilik birbiri ile anlaşmış görünüyor. Son yıllarda bu arenaya Japonlar ve Çinliler de kısmen girmiş durumdalar.

Hollywood filmlerinde mutlaka Amerikan bayrağına ve ki­liseye yer vardır.

Bu filmler önce sizi gözlerinizden öper, sonra kalbinizden beyninize doğru bir seyahate çıkarak beyninizin bir kıvrımına yerleşir.

Bilâhare bir de bakmışsınız seyrettiğiniz filmin işlediği tema ile beyniniz aynı şeyleri söylemektedir.

Hollywood'un kendi içini en iyi anlatan filmlerden birisi Eiğht Millimeter (Sekiz Milimetre)dir. Nicolas Cage'in başrolü­nü oynadığı, Joel Schumacher'in yönettiği bu film Hollywoodun rüyasını değil, bataklığını gözler önüne serer. Ancak kusur yine de sistemde değil, kötü adamlardadır. Kahramanlarımız da ya onları İrşad eder, ya da icaplarına bakar.

"İrşad" demişken hemen şunun altını çizelim. Günümüz­den on-on beş yıl öncesine kadar irşad eden, kurtarıcı, esas oğ­lan ya da kızın akıl danıştığı âkil kişiler hep Hıristiyan papazlar­dı. Sonra papaz efendilerin yanına "Yahudi takkeli" âkil adam­lar da monte ediliverdi.

I   Dreamed of Afrika (Rüyamdaki Afrika) iyi bir örnektir Yahu­di - Hıristiyan misyonerlik beraberliğine. Zaten filmin hikâyesi de Musevi asıllı yazar Kuki Gallmann'ın aynı adlı romanına da­yandırılmış.

Meraklısı için, bu filmin başrol oyuncusu Kim Basinger ve Vincent Perez. Tabi oyuncuların Oscar'lı olduğunu hatırlatmaya gerek yok sanırım.

Tarih politik-büyü sanatını kullanan örneklerden bolca söz ediyor.

Günümüzde ise Hollywood filmleri politik, kültürel, iktisa­di ve askeri büyü sanatının muhteşem örnekleridir.

Ancak bu büyü medyamızda sıkça yer alan "hacı-hoca - medyum büyüleri" gibi arızi ve sadece sınırlı sayıdaki fertlere yö­nelik değildir.

Hedefi toplumun bütün yaş grubundan bireylerdir. Güç, maddî çıkar ve de iktidar için uygulanıyor. En önemlisi de ke­sintisiz, yani sürekli bir büyü. Adeta deniz dalgaları. Çocuğunu­zu iki yaşında Tom ve Jerry'ye teslim edersiniz. Çocuğunuz Pembe Panter, 101 Dalmaçyalı ve Sindirella ile devam eder.

İlköğretim okuluna başlayınca da Özgür Willy (Free Willy), Beethoven, Aslan Kral. .. Nihayet çocuğunuz ve siz hep beraber Yüzüklerin Efendisi'ni seyredersiniz.

On-on beş yıl önce gelir grubu yüksek veya orta halli bir âi- lenin kızları ve oğulları bizim yeni yetme, Amerikalıların "teena- ge" dediği yaşta birbirini nasıl yatağa atmaları gerektiğini "Ame­rican Pie" gibi filmlerden öğrenirlerdi. Şimdi bu tür filmler hiç­bir kısıtlamaya tâbi olmadan toplumun her kesiminden gençle­re sinemalarda açılmış durumda. Hâlbuki pek özendiğimiz Amerika'da bile filmler seyirciyi "yaş sınırlamasına" tâbi tutar. Bu bir federal devlet kuralıdır.

Sinema salonuna gider veya TV'nin karşısına geçersiniz; Hollywood sizi önce gözlerinizden, sonra kalbinizden ve en so­nunda da beyninizden öper.

Hollywood'la ilgili en azından şunları bilmelisiniz.

Yahudi göçmenler, hemen bütün Hollywood stüdyolarının kurucu atalarıdır; kendi Amerikan rüyası vizyonlarını ekrana taşımaya devam ediyorlar.

Sinemadaki bütün ilklerin - ilk tek makaralı, ilk konulu, ilk sesli film- önemli bir Yahudi teması, ya da boyutu vardır.

Yahudiler, sinema tarihinin en önemli bazı filmlerinin ya­pımcısı ve yönetmeni olarak büyük rol oynamıştır ve oynamaya devam etmektedir.

Woody Ailen, çok yönlü dehâsı ve mizahi yaratıcılığı ile si­nema tarihinde benzersiz bir yere sahiptir.

Steven Spielberg, Yahudi değerlerini hiç kimsenin yapama­dığı şekilde evrenselleştirmeyi başarmış olup, savaş ve holokost hakkında çekilen en güçlü filmleri de içeren, eşsiz bir miras bı­rakmaktadır.

Daha "Amerikalı" görünmek için isimlerini değiştirmeye zorlanan çok sayıda ünlü Yahudi aktör ve aktris vardır.

Bugün Hollywood' da Yahudilerin, geçmişlerini gizlemeleri­ne gerek kalmadan başarılı olmaları çok kolaylaşmıştır."

(Rabi Benjamin, Geçmişten Günümüze Yahudi Tarihi ve Kültürü, Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş. Eylül 2004, Çe­viren Estreya Seval Vali, s.350)

SON SAVAŞ VE ARMAGEDON FİLMİ

Özellikle 1970'lerde piyasaya sürülen bir tür olan felâket filmlerinin başlangıcı ABD'de WASP'lar ile Yahudilerin arasın­daki buzların eridiği döneme rastlar. Hollywood dünyanın so­nu teorilerini ince ince işlemektedir artık.

Amerikan Hava Kuvvetleri mensupları Atom bombalarına Armagedon derler.

Film 1998 yılı yapımıdır. Armagedon'un ABD'deki DVD ta­nıtımında şöyle deniyordu: "Total complete fun from begitning to end / Başlangıçtan sonuna kadar tamamı eğlence." Ve devamın­da da aşk için, şeref için, insanlık için vurgusu yapılıyordu.

Armagedon filmi felsefi olarak "Yahudi şeriatı", Evanjelik Protestan inancı ve Kabalistik öğelere dayanır. Bu felsefeye ve inanca göre:

Dünyanın sonu Ortadoğu'da yaşanacak olan "Armagedon sa­vaşında" gelecekmiş.

Armagedon iyi ve kötünün arasında meydana gelecek olan nükleer savaştır.

Armagedon filminin yönetmeni Michael Bay. Oyuncuları Bruce Willis (Kabalacı), Ben Affleck, Billy Bob Thornton, Liv Tyler, Will Patton.

Armagedon öncesi "Deep İmpact" (Derin Darbe ) aynı türün adetâ kapısını aralamıştı.

Armagedon, yoğun ses efektleriyle seyirciyi kargaşaya dü­şürmek ve seyircinin ne olup bittiğini tam anlayamadan filmi bir hap gibi yutmasını sağlamak.

(. ..) Teksas eyâletinden daha büyük bir asteroit dünyaya doğru yaklaşmaktadır. Bu filmde kullanılan Teksas ölçüsü (Te- xas size) Amerikalıların "çok büyük" olarak tanımladıkları bir şeyler için kullandıkları bir deyim. Çünkü Teksas Amerika'nın en büyük eyâleti. Asteroit çarptığı an DÜNYA NÜFUSUNUN BÜYÜK ÇOĞUNLUĞU ÖLECEKTİR. (Burak Göral, Holhywood, Plato Film ve Prodııction Co. Yayınları, 2003, s.29)

Şimdi buraya bir bilgi notu ekleyelim. Evanjelik Protestan ile Yahudi dayanışmasının kaynağı "Kitab-ı Mukaddes"in yoru­muna dayanır.

. Evanjeliklere göre Kitab-ı Mukaddes, Armagedon, yani bü­yük savaşı bildirmektedir. Bu savaş 2000'li yıllarda ve İsrail'de­ki Megiddo vâdisi'nde gerçekleşecektir. İbranice Armegeddon "Megiddo Tepesi" mânâsına gelmektedir.

Armagedon, Yahudilerin vaad edilmiş toprakları (Eretz İsra­il) ele geçirip yerleşmelerinden sonra olacaktır. Armagedon ön­cesi diğer savaşlar patlak verecek ve yeryüzündeki İKİ KİŞİ­DEN BİRİ ÖLECEK, yani üç milyardan fazla insan.

Evanjeliklerin bir kehâneti de Kıbrıs ile ilgilidir. İsrail ' Yecüc ve Mecüc güçleri' ■ tarafından işgal edildiğinde ABD ve İngiltere İsrail'in yardımına gelecektir.

İncil'de 'bahsedilen "Chittim" ise'Kıbrıs'tır. Burada konuş­lanmış Amerikan ve İngiliz depiz filoları İsrail'in kolayca yardı­mına gelecektir.           •

Bilgi notumuzla ilgili olarak. Grace Hallsell,'‘"Tanrı yı Kıyame­te Zorlamak' - Armagedon Hıristiyan. Kıyâmetçiliği ve İsrail, (Kim Yayınları) kitabını okuyunuz.

"Katolik Hıristiyan Korkunç İzabella (1492'de. Yahudileri Ispan­ya'dan süren kraliçe) dan ' biraz önce sonbulıimcü perspektife bir bü­yük, pek dramatik bir hadise daha" eklenmişti. 1453, İstanbul'un Türk Sultan Mehmed tarafından fethi. İşte bu başka tesirleri yanında, Ye- cüc-Mecüc harplerini de başlatan bir hadiseydi. Zira kıyamet sadece gelenekçi "tezahüratı ile, Don Isaac Abra Vanel'in yazılarında anlatıl­dığı şekilde kopmaz, aynı zamanda Kabalacı" bir perde arkasında gizli surette de kopar, alametleri "belirtir." '(Gershom Scholem, Sabatay Sevi, Burak Yayınları, 2001, s. 29).

Yorum sizlere ait. Birileri bizleri bir şeylere ağır ağır alıştır­mak mı istiyor? Tekrar Armagedon filmine dönelim:

NASA çözüm arayışı içindedir. İlk buldukları çözüm astero- iti (göktaşı) ikiye bölmektir. Ama bunun için birilerinin göktaşı­nın yüzeyine inip 25 metre kadar bir çukur açması ve içine de NÜKLEER BOMBA yerleştirmesi gerekmektedir. Tıpkı petrol çıkarmak için yapılan kazılar gibi.

Neyse esas oğlan Bruce Willis dünyanın en iyi petrol çuku­ru kazıcısıdır. İstanbul'un da gösterildiği filmde "nükleer güç " İYİLER'in hizmetindedir.

"Armagedon" ve "Derin Darbe" filmlerine biraz daha farklı bir noktadan bakarsak: (...) Tehlike dünya dışından gelmekte­dir. Yani ilahi bir anlam içermekte ve bariz bir "dünyanın sonu" "kıyâmet" muhabbeti yapılmaktadır. (...) Dünyaya yaklaşan büyük göktaşının patlatılmasıyla görevli "messenger" ekibinin kendisini feda edişi büyük bir kahramanlıktır. Her iki filmde de aşık olanlar sağ kalmışlardır. (...) Felâket krizlerinin çözümleri­ni Amerikalıların bulması da ABD'nin "süper güç" "dünya dev­leti" sıfatım pekiştirmesinden ibarettir tabiiki. (Burak Güral, Bu­rak'ın Kamerasından Hollywood, s.25)

İsterseniz şimdi genişletilmiş Ortadoğu haritasını gözlerini­zin önüne getirdikten sonra BOP'u bir daha düşününüz.

Armagedon 40 milyon dolarlık reklâm maliyetiyle birlikte 180 milyon dolara mal olmuş. ABD'de gösterime girdiğinde fil­min ilk üç günlük hasılatı 35 milyon dolar.

BLADE RUNNER VEYA ANDROIDLER
ELEKTRİKLİ KOYUN DÜŞLER Mİ?

Blade Runner / Bıçak Sırtı filmi 1982 yapımıdır. Nereden geldiğimiz, ne olduğumuz ve nereye gideceğimiz sorgularına, İncil-Eski Ahid ve Kabala kaynaklı cevaplar-mesajlar verir.

Makine ve insan ilişkisi ihtimaline, Deckard ve Rachel'in aş­kıyla gönderme yapılırken, bütün klonların-kopyaların yaratıcı­larından çok daha duygu yüklü olmasıyla da teknolojinin duy­gu yüklenebilme ihtimaline işaret edilir.

Film, "Do Androids Dream of Electric Sheep / Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?" isimli Philip K. Dick 'in kitabının, Ridley Scott tarafından sinemaya uyarlanmasıdır. Hikâye 2019 yılının Los Angeles'inde geçmektedir. Şehir Asya ağırlıklı, çok kültürlüdür. Şehir içinde gökdelenler arasında hava trafiği çok yoğundur.

Sokaklarda, dünya dışı kolonilerle ilgili gösteri yapan dev ekranlar (video-wall) mevcuttur. Kapitalist dünyanın çöp yığın­larının yanında Yahudi sermayesinin iki dev ürününün ışıklı reklâm panoları göze çarpar. Coca Cola ve Budweiser.

Filmdeki öngörüye göre, dünya hızla ilkelliğe doğru git­mektedir; bu durum insanoğlunun her maddî şeyi elde ettikten sonra HİÇLİĞE doğru gittiği son yolculuktur.

Görmek, görmenin inandırıcılığı, gözün hakikaten gerçekle­ri yansıtıp yansıtmadığı gibi mistik kurgularla film yoluna de­vam eder.

Filmde, Blade Runner bir taklit avcısıdır. Klonlanmış-kopya- lanmış olan üç kadın ve üç erkeği bulmaya çalışır. Tespit işini de gözün - irisin verdiği duygusal tepkilerle yapmaktadır.

Taklit avcısı Deckard (Harrison Ford) istifa ettiği polisliğe geri döner. Altı adet kopya, Nexsus 6 gezegeninde isyan çıkar­mışlar ve bir mekik ile dünyaya dönmüşlerdir. Ve genetik mü­hendisliğinin eseri biyomekanik kopyalardır.

Kopyaların lideri Roy, klonlama Tanrısı Dr. Eldon Tyrell'in karşısına dikilir ve ondan hızlı yaşlanma meselesine çözüm bul­masını ister. Kopyaların en büyük problemi ölümdür. Dr. Tyrell, Roy'a ölümü durdurmanın imkânsız olduğunu söyleyince, Roy onun gözlerini oyar. Bu yaratılmışın yaratıcısından aldığı inti- kâmdır.

Polis Deckard ile Roy'un kavgasının sonunda Roy şöyle ses­lenir: "Bir insan köle olmanın ne mânâya geldiğini asla anlaya­mayacaktır. Ve yağmurun gözyaşları gibi her şeyin kaybolma zamanı gelmiştir."

Roy eline bir çivi saplar. (Bu İsa'nın çarmıha gerilmesini çağ­rıştırır tarzdadır.) ve elindeki ' güvercini, iyiliği gökyüzüne doğ­ru bıraktıktan.sonra cennete gider. Tıpkı İsa'nın ruhunun güver­cin olup semâya yükseldiği gibi.

Filmin temeli; "İnsanoğlunun gerçeği nedir?" sorusu üzeri­ne kuruludur. Sürekli gerçeklik aranır. Göz.ana çıkış noktasıdır.

Filmde, kültürel ve mistik paralellikler İnce ince işlenir. Ka­rakterlerin her biri bir hayvan ile benzerlik gösterir.

Kurt Roy, yılan Zhora, kaplumbağa Leon, örümcek Rachael, baykuş Tyrell, fare 'Sebastian, tek boynuzlu at. Deckard, rakuh Pris vb. gibi.   .

Filmin ana 'karakterlerinden Roy cennetten düşmüş bir me­lektir. Tanrısı bir piramitte yaşayan Tyrell'dir. (Burada .ezoterik gönderme vardır.)      -         ■ ' ■   ■

UZAY YOLU / STAR TREK VE TEK DEVLETLİ DÜNYA

Dünyadaki yüz milyonlarca insanın ' şuuraltının nasıl taru­mar edildiğine en iyi misallerden birisidir Uzay Yolu / Star Trek

■         -                                    -

filmleri.                                                        -

İlk bölümü sekiz Eylül 1996'da gösterime giren, dört ayrı di- - zi serisi çekilen ve on ayrı sinema filmi . yapılan Star Trek / Uzay Yolu'nun ABD'de milyonlarca hayranı var. Diğer ülkelerde olanlar ise cabası.

Uzay Yolu'nun işlediği temaları kısa başlıklar hâlinde sırala-' - yalım.

Din . yoktur. Din insanın içindeki iyilik duygusudur.

     Dünyadaki kaynaklar sınırsızdır. Para dünya üzerinden silinmiştir. ,

      Dünya tek bir . devlettir. Dünya galaksideki diğer bazı ge­

zegenlerin de üye’ olduğu -"United FeÇeration of Planets"in bir azâsıdır .         ,           ....                                   '

Deep Space'in dokuzuncu bölümünde gerilla harbi tek­nikleri uygulayan düşman ırk "Jem Haddar / Cem Hadar" Müslüman, özellikle Arap Müslüman olabilir mi?

Ya "Jem Haddar" ırkını destekleyen "Cardessians" ırkı kimdir?

Bu seri filmde "ulus devlet" yoktur.

Acaba Hollywood Kabala felsefesine dayanan "şövalye cemi­yetlerinin" ve "Skull and Bones" ın seçilmişlerinin taşeronu mu?

"Star Trek" hakkında biraz daha bilgi.

NBC'de üç sezon oynayan dizinin bölüm sayısı toplamı 79. Star Trek hiç kesintisiz 52 hafta oynayan tek dizi. 1969 yılında bazı kampanyalar sebebiyle dizi bitirildi.

1968'de Kaptan Kirk sinema ve televizyon tarihinin ilk ırk­lar arası dudaktan dudağa öpüşünü gerçekleştirdi. Tepkiler üzerine sansür heyeti "kesinlikle zenci ve beyaz ilişkisi söz konusu değil, dizide onlar hipnotize edildikleri için birbirini öpüyorlar'' de­mek zorunda kaldı.

1972 yılında bilim kurgu yazarı İsaac Asimov'un da katıldı­ğı ilk "uzay yolu" toplantısı yapıldı. 1976 yılında NASA ilk üzay mekiğine "Enterprise / Atılgan" adını verdi. Fırlatma anında di­zinin oyuncuları hazır bulundu.

Dizinin ilk bölümü 2040 yılında geçiyordu. Yüzden fazla ül­kede gösterilen dizinin kitapları 50 milyon satmış, "Star Trek" ürünlerinden de bir milyar dolar ciro elde edilmişti. ABD'de her ay bir tane "Star Trek" kitabı yayınlanmakta ve dakikada on beş adet kitabı satılmaktadır.

Star Trek: "The Next Generation / Yeni Nesil" televizyonlar­da ilk kez 1987'de yayınlanmaya başladı.

Dizi şimdiye kadar 16 Emmy ödülü kazanmış durumda.

En çok 18-49 yaş arası kitlenin seyrettiği dizinin ilk serisinin maliyeti 180 bin dolarken, Yeni Nesil bölüm başına bir buçuk milyon dolara mal oluyor.

MINORITY REPORT VE 11 EYLÜL SONRASI
ABD UYGULAMALARI

2002'de gösterime giren film, meşhur Yahudi yönetmen Ste- ven Spielberg tarafından sinemaya aktarılmış. Philip K.Dick uyarlaması olan yapım, "FUTURE NOIR" sinema örneğidir. Başrol oyuncusu Tom Cruise olan filmde, hikâye 2054 yılında Washington D.C' de geçmektedir.

Geleceği bilerek suçları önleme sistemini, (Bush'un ve Neo- conların önleyici vuruş tezini hatırlayınız) suç öncesi birimini anlatan filmde uçan arabalar, devasa gökdelenler, Amerikan ka­pitalizminin temsilcileri olan Yahudi patronajlı bildik markala­rın logolarını içeren hologram reklâmlar bol bol gözlerinizin önünde arzı endam ediyor.

Adâlet Bakanlığı'na bağlı "Pre-Cogs"lar muhtemel suç işle­yecek olanları belirleyip, henüz daha cinayeti işlemeden yargı­lanmalarını sağlamaktadır.

Geleceği görebilen sistemin içinde suç önleme ünitesinin şe­fi Anderton (Tom Cruise) geçmişte benzer bir sebepten çocuğu­nu kaybetmiştir. Olağanüstü inançla bağlandığı bu sisteme bü­tün enerjisini harcamaktadır.

Pre-Cogs'lar; Dashiell, Arthur ve Agahta, isimlerini polisiye roman yazarlarından almışlar ve Temple adlı bir havuzun için­de hayatlarını sürdürürler.

Havuz biyolojik bir beslenme sıvısıyla doludur ve onları dünyadan ayırmaktadır. Bu havuz onların aynı zamanda cina­yetleri görmelerini sağlayan bir filtre vazifesi görmektedir.

Spielberg'in ifadesiyle onlar sihirli bir suyun içindeki bitki­lerdir.

Pre-Cogs'ların beyinlerinden cinayet ekrana yansıdığı anda, bunu ilk gören Anderton olur ve ekibini muhtemel suçluları ya­kalamakla görevlendirir.

Fakat bir gün, Anderton kendisinin 36 saat içinde bir yaban­cıyı öldüreceğini görür. Sistem artık kendisi için çalışmaya baş­lamıştır ve kaçma zamanı gelmiştir.

Spielberg, Azınlık Raporu'na başlamadan önce çeşitli saha­lardaki futuristleri toplayıp, onlarla üç gün boyunca yarın ne olacak sorusunu tartışmıştır.

Sonuçta, gelecekte insanların bütün mahremiyetlerini kay­bedeceği ortaya çıkar.

Ve 11 Eylül' den sonra Başkan Bush hükümeti özel hayatın güvenliğini didiklemeye başlar. Suç ve suçlularla ilgili daha de­rin paranoyalar tedavüle sürülür.

Başkan Bush hükümetinin uygulamaları ile Minority Report arasında inanılmaz benzerlikler Amerika' da herkesin kafasını karıştırmış durumda.

Bunun üzerine Spielberg, Amerika'nın uyguladığı millî po­litikalarla ilgili açıklama yapmak zorunda kalır.

Spielberg'e göre, kendileri 11 Eylül'den çok önceleri filmin hikâyesi etrafında düşünmeye başlamışlardı. Amerika'da veya Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde yaşananlarla, film arasın­daki konu benzerliği tamamen tesadüftü. Kaldı ki yönetmene göre Amerikan halkı gerektiğinde ferdi hürriyetlerinden vazge­çebilecek düzeyde erdemli ve inançlı bir halktı.

Sonuç olarak film, Evanjelist Kuru Kafa Cemiyeti mensubu Başkan Bush ve neo-conların, hem Amerikalılar için hem de dünya kamuoyu için, "suç önleyici ve önleyici vuruş" politika­sının psikolojik operasyon ayağı görevini başarıyla yapmıştı.

Gözlerden beyinlere, bir Hollywood operasyonu daha başa­rıyla tamamlanmış, Yeni Dünya Düzeni'ne bir taş daha konmuştu.

HOLLYWOOD FİLMLERİNDE

11   EYLÜL 2001 FELAKETİNİ NASIL GÖRÜRSÜNÜZ?

11 Eylül hâdisesiyle ilgili çok şeyler söylendi. Komplo teori­leri gırla gitti.11 Eylül ile başlayan dördüncü Dünya Savaşı dı­şında hâlâ neyin doğru neyin komplo teorisi olduğu anlaşılmış değil.

Amerika' daki aykırı seslerden Musevi asıllı Noam Chomsky'nin "Medya Denetimi" kitabına göre ABD'de görün­mez bir demokratik diktatörlük vardı. Chomsky'ye göre Ameri­ka'yı yönetenler (başkan ve hükümet değil,esas devlet) bir ko­nuda karar verdiklerinde, mesela bir dış müdahale istediklerin­de, medyanın karşı konulmaz büyüsünü kullanarak önce halkı bu konuda muhtelif metodlarla hazırlamaktadılar.

Amerika'nın saldırmak istediği hedef (Saddam, İslâmcı te­röristler, Sandinistalar, şimdi de İran, Suriye ve orta vâdeli he­defteki Türkiye) önce halkın gözünde birer "Şeytan"a dönüş­türülür.

Bunu yapabilmek için medya aracılığıyla görünür propa­gandalar ya da psikolojik bilinçaltı telkinleri yapılır.

Sonuçta halka, yabancı bir ülkeyi işgal edip insanlarını öldü­ren Amerikan askerlerini alkışlamak kalır.

Peki psikolojik operasyonlarda Hollywood'un rolü nedir?

11 Eylül 2001 felâketi öncesi birçok filmde bunun ipuçlarını bulabilirsiniz. İşte birkaç misal:

1998 yılı yapımı Arlington Road-Arlington Yolu- (Jeff Brid- ges-Tim Robbins)

The Siege/Kuşatma. (Zenci aktör Denzel Washington-Bruce Willis-Anette Bening)

Bu iki film özet olarak Amerika'ya, FBI merkezine saldırı ha­zırlığı içindeki Müslüman Arap teröristlerin ve derin bağlantıla­rının habercisiydi âdeta. Sanki bir şeylere hazırlık yapılıyordu da Amerikan kamuoyu psikolojik olarak devşiriliyordu.

Gelelim en popüler olan "Swordfish / Kılıçbalığı" filmine.

2001 yılı yazında vizyona giren bu filmin başrol oyuncusu ünlü aktör John Travolta. Film eski bir İsrail ajanıyla CIA ajanı­nın Amerika'yı korumak ve terör belâsını ABD'den uzaklaştır­mak gayesiyle, finanslaştırdıkları derin terör teşkilâtlarına ve suni terör saldırılarına hangi yollarla para tedarik ettiklerini ko­nu alıyor.

Uyuşturucu operasyonlarından sağladıkları kara parayı muhtelif ülkelerdeki banka hesaplarına yatıran CIA, 1986 yılın­da başlattığı bu operasyona ve hesapların kullanıcı adına şifre olarak Swordfish (Kılıçbalığı) ismini veriyor.

Hesapta 1986 yılından beri biriken para 1.1 milyar Amerikan Doları. Yeni yapılacak operasyonlar için hesaptaki paranın giz­lice Monte Carlo'daki hesaba transferi gerekiyor. FBI kokuyu alıyor, olayın peşinde. Ancak MOSSAD ve CIA adına çalışan us­ta "hacker" işi kotarıyor.

FBI'ın iz üstünde olması sebebiyle, operasyonu durdurmak isteyen ABD kongresinin gizli operasyonlar masasından sorum­lu senatörü de öldürüyorlar.

Birçok kere yüzünü ve kimliğini değiştirmiş eski MOSSAD ajanı Travolta son sahnede infilâk eden helikoptere kendi kop­yasını koyuyor. CIA ajanı da sırra kadem basıyor.

Kahramanlarımız parayı Monte Carlo'dan çekiyor. Eski MOS­SAD ajanının parayı İstanbul'da ABD Büyükelçiliği'ne bombalı te­rör saldırısı düzenlemek ve suçu, Akdeniz'de bir gemide kaçmak isterken kendini patlatan Halit Al Haazad adlı Arap Müslüman te­röristin -ki muhtemelen El Kaide bağlantısı var- üstüne yıkmak için çaldığını radyo haberinden fark ediyoruz.

CIA ve MOSSAD, ABD menfaatlerini korumak için terör su­çu işliyor, final sahnesinde intihar eylemi düzenleyen teröristin öldüğü söyleniyor. Halbuki gerçekleştirilen terör olayında Müs­lümanları -özellikle Arap Müslümanları- zan altında bırakan MOSSAD ajanımız yani Travolta gülümsüyor.

Filmin en ilginç sahnelerinden biri, bir helikopter bir otobü­sü havaya kaldırarak götürürken otobüsün Los Angeles'ın şehir meydanındaki ikiz kulelere çarpmasıdır. New York'ta da İkiz Kulelere, iki uçak çakıldı.

MATRİX - SANAL GERÇEĞİN MESİH'E GÖBEK BAĞI

İngilizce'de Matrix , çok sayıda mânâsı olan bir kelimedir. Üçleme filmde ise adetâ bir felsefenin adı hâline dönüşüyor. Za­ten Matrix'in bir anlamı da özgün, asıl, numune demektir.

The Matrix, Matrix Reloaded ( Yeniden Yüklenmiş Matrix), Matrix Revolutions (Matrix Devrimleri).

Matrix, insanlığa 20. asrın sonları dünyasının kusursuz bir kopyasını sunan bir sanal dünya programıdır. Matrix beyin et­kili bir simülasyondur. Neo, kurallara karşı koyan, mahreme el uzatan, sanal dünyanın anarşisti olan bir hackerdir ve Matrix'in illüzyonunu kırar, tarumar eder.

Gerçeği görmemek için dünya, bir perde gibi önümüze çe­kilmiş gibidir. .. Morpheus, Neo'ya iki hap uzatarak ( bu bir tür vaftizdir), yaşadığı bilgisayar programından çıkarıp onu gerçek dünyaya götürecek ya da sanal dünyaya geri dönmesini sağla­yacak iki seçenek sunar. Filmin hayat sahası olan Matrix'te sür­gün olan insanlar (Yahudilerin sürgününe atıf yapılıyor.), ger­çekliği kendilerine bağlı kablolar sayesinde, rahim benzeri jeller içinde yaşayarak, sistemin istediği şekilde yaşarlar.

Bu hususta yabancı bir dergide okuduğum en ilginç yorum şöyleydi: "Matrix hem anne, hem sevgilidir. Döl yolu ve rahmi temsil eder. Ve Freud'un öne sürdüğü gibi kadının cinsel orga­nını olağan dışı duruma getiren arzu sonrasında, karşı özne için arzunun diyeti bedenini kaybetmektir."

Matrix teröre de vurgu yapar. İnsanlığın kendi yok oluşuna duyduğu hayranlık çok ilginçtir. Kendimize rağmen içinde ha­yatımızı devam ettirmek mecburiyetinde bırakıldığımız bir şef­faflık çağında melankolik ve büyülenmiş insanlar gibi hareket etmekteyiz. Ve bu sistemi çalışamaz hâle getirecek olan tek şey terörizmdir.

Neo'da filmde sistemi çökertmek için ekibiyle birlikte şiddet uyguluyor.

Neo gerçeğin peşindedir. Neo bilgisayarını "search" ederek arama moduna geçer. Zira dünyada ters giden bir şeyler vardır ve bilinen gerçeğin dışındaki asıl gerçeklik bulunmalıdır.

Gahl Sasson, İzmir asıllı Yahudi bir âilenin mensubu ve Hollywood'da bürosu olan şöhretli bir Kabalistik astrolog. Ak­tüel Dergisi'nin 13 Nisan 2005 tarihli sayısında Aycan Saraoğ- lu'na verdiği mülakatta şunları söylüyor: "Matrix filmi kaynağı­nı Kabala'dan alıyor. Bununla ilgili on sayfalık bir makale yaz­dım. Matrik'in konusu Kabala'da geçen "Hayat Ağacı" teorisini izliyor zaten. "Daha önce 6 Zion vardı" deniyor, Kabala'ya bak­tığımız zaman Tanrı, 6 evreden yaratmış daha önce. Hepsi de yok olmuş, sonuncu evren yaratılsın diye. Örneğin Neo ismini farklı okuduğumuzda "One" yani bir Tanrı'ya işaret eder. Sonuç olarak o tek Tanrı kendini kurban eder. Bu da Hıristiyanların kendini kurban etme inancıyla örtüşür."

Gahl Sasson, Türkçe'ye de çevrilen "Bir Dilek Tut" adlı kita­bın yazarı. Eyilik TV'nin sahibi Fulya Eyilik'in OWO'sunda bir dizi seminer vermek için Türkiye'ye ikinci defa gelmiş.

"Mistisizm zamanla birlikte akmayı söyler. Her eylemin bir karşı eylemi olduğunu anlatır. Bazı eski yazılarda (Herhalde Es­ki Ahid'i kastediyor-RKK) bu zamanda böyle bir çağın geleceği yazılıydı. Bu çağ insanın sorumluluk almasının çağı. Tanrı ki­taplar, peygamberler gönderdi ve insan artık olgunlaştı, şimdi eylemlerinin sorumluluğu ile karşı karşıya. Her aksiyonun bir reaksiyonu vardır. Buna Bin Ladin de, Bush da dahil. Bunu an­lama dönemi geldi. Şimdi aydınlanma daha büyük bir bilince ulaşma çağı. O yüzden Kabala, Sufizm, Astroloji gibi disiplinler çok popülarite kazanıyor. Genel bilinçlilik artıyor. Çünkü Kova Çağı'na girdik. Kabala'ya göre bu çağ MESİH'İN ÇAĞI, Maya takvimine göre zamanın bitişinin çağı. Cahilliği bir kenara atıp bir olmanın zamanı. . ..Bilgisayar kapandığı zaman ne olur; Problem yok, yeniden açarsınız. Hayatınızdaki her şey için bu böyle. ... 24 Nisan 2005' deki büyük dolunaydan sonra bütün dünyada insanlar etkilenecek. Büyük bir dolunay sadece yılda bir kere olur. Bu ay tutulması, özellikle Hıristiyanları, Yahudile- ri ve Budistleri etkileyecek. Ancak bayraklarında ay sembolünü kullanan Müslümanları da etkileyecek. ... 24 Nisan'daki tutul­ma, ölüm ve yeniden doğuşu, transformasyonu (değişim) sim­geleyecek. ...2012' de zaman kavramı değişiyor. 21 Kasım 2012'de Maya takvimi bitiyor. Bu tarihten sonra yeni bir zaman kavramı başlayacak. İmajinasyon gerçeğe dönüşecek. İnsanlar sadece beyinlerinde kurdukları, hayal ettiği şeyleri daha çabuk gerçekleştirecekler. . ..Einstein İzafiyet Teorisi nasıl zamanın farklı aktığını kanıtladıysa ve zaman anlayışımızı değiştirdiyse, 2012' den sonra da farklı bir zaman anlayışı olacak."

Sasson'un özetlediğimiz bu görüşlerinden sonra Matrix üç­lemesini isterseniz bir kez daha seyrediniz.

Özetin özeti: Matrix bir kısım mistik ve dinî varsayımlara dayanarak dünyanın gerçekliğini, ferdî hürriyeti ve kaderi sor­gulamakta olan üçleme filmdir.

Gerçeği kim savunuyor. Ajan Smith'ler mi yoksa Neo'lar mı?

Matrix günümüzde adetâ kurgulanmış bir dünya,da güç ve hegemonya peşinde koşanların kıyâmeti hızlandıracak bir milât ihtiyacını temsil eder hâle gelmiştir.

The Matrix 1999 yılında çekilmiş ve Andy ve Larry Wac- howski kardeşler tarafından yönetilmiştir.

İlâhiyatçıların, sosyologların, matematikçilerin, bilim kurgu uzmanlarının, psikologların ilgi sahasına giren Matrix bir felse­fecinin "Minerva'ntn baykuşu, ancak karanlık bastıktan sonra uçar" sözünün anlatmak istediğine denk geliyor kanımca.

William Irwin'nin Matrix ve felsefesine göre, filmin ilk ver­siyonunun 1999 Paskalyasında gösterime girmesi ve onun In­cil'le ilgili çağrışımları açıktır.

The Matrix yapay zekânın galip olarak işe başladığı bir dün­yayı anlatır. Matrix yapay zekânın insanları yaşadıklarına inan­dırdıkları suni bir dünyadır.

Kahin (Oracle) sadece bir kişinin, yani "seçilmiş kişinin" Matrix'i baz abileceğini söylemektedir.

Neo gündüzleri bilgisayar programcısı, geceleri ise bir "hac- ker"dır. Gerçekte Neo seçilmiş kişidir ve burada ona Hıristiyan inanandaki İsa Mesih ve Yahudilikteki Mehdi misyonu yükleniyor.

Neo'nun Morpheus • ile karşılaşmasında, gözlerinin acıdığını söylemesi üzerine aldığı cevap; "Çünkü sen onları bugüne ka­dar hiç kullanmadın" çok ilginç olup, filme sadece bilgisayar efektleri ve vurdu-kırdı dövüş sahneleri olarak bakılmamasının ikazıdır.

The Matrix temel olarak Evanjelist Protestan ve Yahudi mis­tisizmi olan Kabala felsefesine dayanmaktadır. Filmin en büyük başarısı, görünen hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı teması­nı işlemesindedir ki Kabala'nın temel çıkış noktalarından birisi­dir- bu vurgu. Neo ise Hz. İsa'ya benzetiliyor ve yeniden dirilişe gönderme yapılıyor.

Matrix filmleri, sadece çok para kazanmak için yapılmış ak­siyon yüklü bir üçleme değil. Kocaman, sadece filmlerle yetin­meyen, . son derece yoğun bir şekilde ayrıntılandırılmış bir yap-

• boz (puzzle). ( ...)Mitoloji, dinler tarihi ve bir dolu filmi, romanı ve masalı bilmeye muhtacız. (Burak Göral, Burak'ın Kamerasın- • dan Hollywood)

"Matrix Reloaded" Neo'nun şuurlanma ve gücünü fark et­me dönemidir. Niobi bilgiyi "Zion"a ulaştırır. Ancak filmin so­nunda "Zion" ordusundan sağ kalan kişinin gerçekte ajan olma­sı İsa'ya 30 gümüş karşılığı ihânet eden 12 Havarisi'nden birine' mi atıfta bulunuluyor?

Matrix Revolutions'da insanın makineye karşı savaşı muh­teşem bir patlama yaparak sona eriyor.

Zion ordusu ile Sentinel ordusu arasındaki savaş, "SON SA­VAŞTIR." Kaybeden ırk tamamen yok olacaktır. Zion hem vaad edilen topraklara atıftır, hem de İncil'deki kutsal, bereketli, inançlı kişilerin yaşadığı yer anlamına gelir.

Ajan programı Smith o kadar güçlenmiştir ki gerçek dünya kadar Matrix de tehlike altındadır.

Öğütleriyle Neo'ya yol gösteren Kahin son nasihatini şöyle ifa­de eder: " Bugüne kadar verdiğim nasihatler de aynı tasarımın içindeyseler, söylediklerime inanmamam tavsiye ediyorum."

Neo ve Trinity hiçbir insanın cesaret edemeyeceği bir yolcu­luğa, gerçek dünyaya, toprağın üzerine çıkarlar.

Şimdi de üçlemeye toptan, bir kısım tanımlama ve isimlere bakalım.

Neo: İsa. Seçilmiş kişi. Filmde bir ara ölüyor ancak iki daki­ka sonra diriliyor. Filmin sonunda Neo havalanır ve şehrin üs­tünden gökyüzüne yükselir.

Hıristiyan inancında da İsa öldükten iki gün sonra diriliyor, 40 gün yaşıyor ve gökyüzüne yükseliyor.

Hatta internette Neo'nun bir Hıristiyan ya da Yahudi Me­sih'i olup olmadığı, çeşitli tartışma grupları arasında teolojik kavgalara sebep olmuştu.

Trinity; biri oluşturan üçlü. Tanrı, oğlu ve kutsal ruh. İncil kaynaklı.

Morpheus: (Yunan mitolojisinde Rüya Tanrısı). Vaftiz Joe. İsa'nın 9eleceğini müjdeleyeminsan. Bilge kişi. Hıristiyanlık ve Yahudilik'teki Mesih inancı.

Cypher: İsa'yı askerlere 30 gümüş karşılığı ihbar eden hava­ri Judas.

Zion: İncil'de zikredilen Tanrı'nın şehri.

Nabukadnezar; Eski Ahid'de (Daniel 2-5) geçen Babil Kra- lı'nın adı. Yahudileri esir etmiş, Süleyman Tapınağı'nı yıkmıştı

Filmdeki ajanlar ise Şeytan' a göndermedir.

Şunu söylersek abartı olmaz. Üçlemeyi tam anlayabilmek için İncil, Eski Ahid ve Kabala hakkında bilgi sahibi olmak gere­kir. İlâhi olarak neyin doğru ve yanlış olduğunu da Kur'an-ı Ke- rîm'e bakarak değerlendirmek lâzım.

Evanjelik Protestan Hıristiyanlar ile Yahudi dayanışmasının temeli Kitab-ı Mukaddes'in yorumundadır ve "Kabalistik mani- pülasyon" göz ardı edilmemelidir.

MATRIX, DİN VE TEKNOLOJİ

Veysel Atayman'ın "Postmodern Kurtarıcılar" adlı kitabın­da Slovaj Zizek şöyle söylüyor.: "Frankfurtçular "Matrix"te ruh­sal hayatımızı kolonileştiren ve bizi enerji kaynağı olarak kulla­nan kültür endüstrisinin, yönetimi ele geçirmiş sermayenin ya­bancılaştırılmış toplumsal maddesini, cisimleşmesini; New-age müminleri ise dünyamızın sadece aldatıcı bir hayal / imajını, küresel çapta cisimleştirmiş bir bilincin yarattığı spekülasyonu bulmaktadırlar orada."

Matrix'te ilginç olan din ve teknolojinin birbiriyle ilişkisi.

Her türlü dünyevi işler ve teknoloji insanların hayatını and- roidler ya da klondan daha şiddetli veya aynı derecede etkile­miş olsalar ve hâlâ da etkileseler bile, Tanrı'ya ait "yaratma" fi­ilini ve ayrıcalığını insanın tekeline alması ya da alabileceği ima­sı gerçek Musevi, Hıristiyan ve Müslümanları her zaman rahat­sız etmeye yetecektir.

Klonlama ve akıllı robotlar gibi.

Eğer "Matrix"te ima edildiği gibi suni bir dünya yaratılmış­sa bunun tek tanrılı dinlerle çatışma hâlinde olacağı her üç di­nin inananlarına da acı vereceği aşikârdır.

İnsanı ve dünyayı tek Tanrı'nın yarattığına inanan ilâhi din­ler için kabul edilmesi mümkün olmayan imadır bu.

"Matrix"te Kabala'nın son aşaması "aynanın arkasına geç­me" arkasından görebilme ve tek yaratıcıya meydan okuma söz konusudur.

Buna rağmen Matrix'te hikâyenin ve ikonografisinin oluş­masında İncil'e, Eski Ahid'e sık sık yollamalar vardır.

Kişilere ve olaylara doğrudan atıflar "Terminatör-2" filmin­de, Sara (Sarah) -İbrahim Peygamber ilişkisinde olduğu gibi fil­min kurucu- teknik bir öğesi olmaktan ötede, eğlence ve pazar­lama için vazgeçilmez bir garanti unsurudur.

Matrix'in Neo'su da İsa Peygamber gibi halkı ve inancı iki­ye böler.

Yahudiler o günlerde Roma İmparatorluğu'nun baskısına , karşı, bir politik-askeri kurtarıcı, Yani Mesih beklemektedirler.’

Bekledikleri Mesih bir kraldır.

Nitekim İsa başlangıçta bir kral gibi karşılanır. Ancak İsa: • "Benim imparatorluğum bu dünyada değil" deyip dünyevi has­letlerden elini eteğini çekip etrafına da bu anlayışı aktarınca Ya- hudiler de tam bir hayal kırıklığı ortaya çıkar.

Bu durum bütün din formatlı Hollywood filmlerini iki ■ ara­da bir derede bırakan çelişkidir.

Zira bu filmlerde alttan alta Roma İmparatorluğu'na duy­dukları sempatiyi gizlemekte çektikleri zorluklar ‘dikkatli seyir­ciler tarafından fark edilir.

Roma pragmatiktir. Onun idarecileri ve valisine duydukları sempatiyi saklamak, benim ülkem' öteki dünya diyen bir kaybe­den durumundaki İsa'yı öne çıkarma mecburiyeti Hollywood filmlerinin başının belâsı temel bir çelişkidir. .

Neo ‘ ilk bakışta beklenen bir kurtarıcı gibidir. Kendini feda eden Mesih olmaya niyetli değildir. Ancak o günümüzün şartla­rına uygun şekilde, İnternet üzerinden "Tanrı'nın davetini alın­ca" kurtarıcılığa soyunur ve o artık Mesih'tir.

Matrix'in hikâyesini yaratılış hikâyesine benzer-paralel ola­rak görüyoruz.

Matrix'te her şey cennetin kaybedilmesiyle -cennetten ko­vulma- başlamıştır.

Ne var ki bizzat ajan Smith'in de anlattığı gibi burada insanlar cennetten kovulmamış, kendileri cenneti kabul etmemişlerdir.

Kurtarıcı, Zion'u Matrix'teki ajanlara karşı desteklemek için bekleniyordu. Matrix dünyasında Mesih'in ve asinin -Deccal ve türevleri- her yeni versiyonu bu sanal yaratılışın içinde atılmış bir adımı temsil ediyor.

Yaratılan Matrix dünyasının son hâli ajan Smith'in de mem­nun olmadığı, sıkıntı verici, sıradan, ortalama ve kahramanlık­lara ihtiyaç bırakmayan bir dünyadır.

"Matrix Reloaded" de görüldüğü gibi, Matrix'in ' makinele­rin hizmetindeki mimarı Mesih'i, insanın bu bahtsız hayatına son verecek biri olarak programlanmıştır.

Ajan Smith'in söylediği gibi, Mimara göre kurtarıcının vazi­fesi dünyanın insanlarını "kurtarmak" manevi huzura kavuş­turmak değil, tam aksine dünyayı insanlardan kurtarmaktır.

Eski Ahid ve Incil'in yaratılış mitosu ile kurtarıcı efsaneleri birbiri içine geçip durur Matrix üçlemesinde.

Neo zaman zaman insanların değil de, kendi canını kurtar­maya çalışan Mesih durumundadır.

Trinity Neo'nun, Ajan Smith'in kurşunlarıyla ölürken, 303 numaralı odada, tıpkı kimi Hıristiyan metinlerdeki ölümünün ardından üçüncü günde dirilen İsa gibi, Barok Pieta resimlerin­deki Meryem'in kollarındaki İsa gibi hayata dönüşünü -dirilişi­ni bekler.

Dirilen Neo, kurşunları havada durdurmasıyla -ki İncil' de "diriliş" İsa'nın Tanrı'nın oğlu olduğunun ve ölümsüzlüğünün en çarpıcı belgesi olarak imgelenmiştir, İncil'in en can alıcı tab­losudur bu- artık Matrix'in İsa'sıdır.

Neo, İncil'deki Mesih figürüne eşdeğer olarak "Matrix Relo- aded"in sonunda, yaratılış hikâyesini yeniden oluşturmaya, Mat- rix ve içindeki insanlar için yeni bir program yazmaya çağrılır.

Bir Mesih olduğu kadar, kılık kıyafetiyle bir vaiz, bir papaz­dır da Neo. Bir kurtarıcının alçak gönüllülüğü ve çıplaklığı bu­lunmaz onda.

İncil'in merkezindeki anlayış, Tanrı'nın bir insan olması ve bu yeni biçimi içinde o zamana kadar kavranamaz olan ölümü tatması olarak özetlenebilir.

Matrix'te kurtarıcı hikâyesi bir yandan iyice karıştırılmış ve yansımalara bölünmüştür.

Diriliş, İncil mitosunda merkezi bir yer tutarken Matrix'te uç bir alana kaymış, birkaç kez tekrarlanan bir olaya dönüşmüştür ve gerçekleşmesini erkek ile kadının arasındaki, yani Neo ile Trinity arasındaki aşka borçludur.

Burada da sanki Kabalizm'in "aynanın arkasına geçme"sine gönderme vardır.

Gnosis, Tanrı'ya, onun yarattığı dünyaya bakarak "dünya­nın içinde duyu üstü, algı dışı dünyayı yaşama öğretisi" olarak tanımlanabilir.

Geç Antik Dönem'de, Helen, Yahudi ve özellikle Hıristiyan dünyasında yaygın olan bu akım, inancın içinde gizli kalmış sır­ları felsefe ve düşünce yoluyla ortaya çıkarıp manevi kurtulu­şun yolunu açma teşebbüsü olarak da tanımlanabilir.

Günümüzde en popüler olanı Kabala'dır.

Neo'nun isyanı, öyle hemencecik İncil'in kurtarıcısı ile öz­deşleştirmeye de gelecek cinsten değildir aslında.

Hıristiyanların karşısında "kâfirlik" / inançsızlık kampını temsil eden gnostik hareketinde, maddî yaratılış, ya da dünya­nın maddî bölümü, kötü niyetli bir yaratıcının hesabına yazılan şeytanî kargaşalardan biridir.

Maddî yan, ortalığı bulandıran bir yandır. Sorumlusu da De- miurg / Demiurgos denen bir güçtür.

Demiurgos ilk kez Platon felsefesinde kullanılan bir terim­dir. Dünyayı yaratan, varlıkları oluşturan Tanrı'ya Plâtoncuların verdiği addır.

Yeni Plâtonculukta tekrar ortaya çıktığında, akıldan farklı bir ilkeyi, duyumlarla kavranabilen maddî varlıkların dünyası­nı yaratan evrensel ruh mânâsına gelmiştir.

Gnosisçiler, dünyadaki maddî her şeyin bir yanılsama, duyu aldanması olduğunu ileri sürerler.

İnsanın cismi bedeni, hakiki insan varlığının ancak bir paro­disinden başka bir şey değildir. İnsan bu dünya cehenneminden kurtulmak istiyorsa, aldatıcı, sahte görünümünün arkasındaki hakikati yakalamalıdır.

Ancak insanların çoğunluğu bunu umursamaz. Sanki Tan- rı'nın istediği gerçeklik oymuş gibi, maddî dünyanın içinde de­belenip dururlar.

Gnostikler insanların yüzde 99'unun, bir hapishâne olan maddî-görünür elle tutulur dünyaya teslim olduklarını, ancak geriye kalan yüzde birin, bu dünyanın "gerçeklik" olduğunu kabul etmeyip ona direndiklerini düşünürler.

Gnostiklere göre, her dinî yaratılış mitosu kendi çağının üs­tüne ne kadar çıkarsa çıksın, içinde doğduğu tarihi dönemin şartlarından dolayısıyla da meselelerinden ayrı düşünemez.

Gnostisizm, adetâ Matrix ile yeni bir Rönesans'a başlangıç yapıyor. Marpheus'un, Trinity'nin, Neo'nun vb. tepkisi Gnosti- sizmin Matrix'te bizzat maddî dünyanın bu manadaki aldatıcı­lığına bir tepkidir. Ustaca kurgulanmış bir Kabalistik mesajlar zinciri.

Dünyayı bir aldatma, hayal olarak kavramak, Gnostikleri Budizm'e iyice yaklaştırır.

Buda / Siddharta Gautama / Uyanmış olan bütün bir haya­tı, gerçekliği yanılsama olarak ilân etmiştir.

Buda'ya göre bu dünya hiç gelişmeden, boyuna yeniden başlayan bir dolaşımdır. Bu devir daimi Buda araya girerek dur­duran kişidir. O da tıpkı İsa gibi yeryüzü krallığını önemsemez.

İlginçtir, Evanjelistlere göre İsa bin yıllık yeryüzü krallığı için dönecektir.

Yahudilere göre ise yeryüzü kralı bekledikleri Mesih' tir. An­cak o İsa değildir.

Günümüzde moda varyasyonlarında Budizm ile Hıristiyan­lık birbirine yer yer denk düşseler de, birçok bakımdan birbirle­rini dışlarlar.

Müminlerine yardım etmek için mükemmelliğe atacağı son adımı erteleyen aydınlanmış Buda (Bodhisattwa), körlerin göz­lerini açıp onlara ışığı gösterebilmek için, aslında İsa gibi, ait ol­madığı bu dünyada, yansımalar âleminde (Samsara) kalır.

İnsanları sürükleyen hareket (Karma) bir tür kaderdir. İnsan Samsara'dan yani içinde debelenip durduğu dünyadan Moksha (kurtuluş) ve meditasyon sâyesinde kurtulacaktır.

Kısacası kaderden kaçış vardır. -Kabala'da benzer iddialar­da bulunur- kaderden kaçış meditasyon ve keşişlik vasıtasıyla mümkündür.

İnsan önce maddî hayattan sonra da bizzat bedenden ayrıla­rak olacak kaderden kaçış.

Samsara (dünya gerçekliği) iç hakikati, görünürün arkasın­da saklar; dolayısıyla yaratılan şeyin (dünya) hakikatine inan­mak söz konusu değildir.

Neo "uyandıktan" sonra Trinity ve Morpheus'un koruyucu kanatları altında Hıristiyanlığın damgasını taşıyan bir mitoloji­nin içine doğru çekilir.

Ancak bu mitolojinin içine eylemlerin gelişmesiyle birlikte "şarki" öğeler sızar ve Neo "doğu" inançlarının sularına doğru yönelir.

"Matrix" üçlemesindeki ve "Antimatrix"teki dövüş dansları ya da ritüelleri her ne kadar Honkong kaynaklı olsa da, Bu­dizm' in düşünce ile hareket / eylem eşitliği ilkesine dayanmak­tadır. Bu denge tutku ile acının silinmesini (söndürülmesini / Nirvana) şart koşan bir eğitim gerektirir.

Bu bağlamda "Matrix' e "Samsara" diyebiliriz. Nasıl ki, ma­kinelerin tahakkümünü, insanlığın geçmişinden gelen bir kar­ma (itici güç), Hıristiyanlık inancındaki bir "ilk günah" olarak değerlendirebilirsek.

Finalde, Noe, Mahayana geleneği doğrultusunda zihniyle sadece nesneler dünyasını denetleme kabiliyetini kazanmakla kalmıyor, zaman ve mekânı da engelleyici bir sınır alan olarak etkisizleştiriyor ve sonunda uçup gidiyor.

O artık Hıristiyanlığın da Museviliğin de beklediği bir Me­sih'tir. Her ne kadar beklentiler farklı olsa da.

TERMİNATÖR-2 / JUDGEMENT DAY

Türklerin Ermeni soykırımı yaptığını ilân eden şimdinin Ka­liforniya vâlisi Avusturya köylüsü Schwarzenegger, Terminatör filminin başrol oyuncusu. Anlaşılıyor ki, Terminatör'ün çocuk­luğu Türklerin Viyana önlerine nasıl geldiğini anlatan hikâye­lerle geçmiş.

Terminatör-2'nin alt başlığı Judgement Day. Malumun tek­rarı, ilâhi mahkemenin kurulacağı gündür bu.

O gün, öteki dünyada kimin cennete, kimin de cehenneme gideceğine karar verilecektir.

Terminatör-2 gibi filmler salt Amerikan bütçesine katkılarıy­la, cari açıklarını azaltmayla, büyük gişe başarılarıyla açıklana­bilecek kadar "kolay" filmler değildir.

Bu filmler çoktan bir toplumun inançlarını, düşünme tarzı­nı, zihni tercihlerini, hayat biçimini temsil edecek mertebeye tır­manmış gibidirler.

Hükümetlerin, halkına, dünyaya mesajları, tehditleri bu filmler üzerinden orada yüksek sesle ilân edilir.

Bildiriler, kiliselerin vaazları, Yeni Dünya Düzeni'nin insan­lığı kurtaracak yüksek (!) idealleri, velhasıl kurtuluşa erdirecek her türlü reçetesi yer alır bu filmlerde. Bir okuldur filmler ve ana karakterleri oynayan esas oğlan ve kız da bize doğru olanı öğre­ten öğretmenlerdir.

Terminatör-2 ve benzeri filmler olabildiğince, bir milletin ba­şarılı olmak için neye inanıp neye inanmaması gerektiğini gös­terir ve toplumlar ve insan kendine inandığı ölçüde başarılıdır.

Yönetmen Cameron 1984 yılında Terminatör filmini yaptı. Filmde bir kadın gelecekteki dünyanın tek bir kitle hâline dö­nüştüğü aşamada, bir isyanın başını çekecek kişiyi doğuracaktı.

Burada bir kurtarıcıya, (Mesih) gönderme vardır. Elbette Mesih'in ortaya çıkacağı yerde Deccal'da boy göstermekteydi.

Terminatör-2 doğmuş kurtarıcıyı kurtarmaya gelen Schwar- zenegger ile kötünün savaşıdır. Film Eski ve Yeni Ahid etrafın­da yeni bir mitolojik tasarın 1ın mesajlarıyla doludur.

Gelecek insan ile makine arasındaki bir kıyâmet savaşını ak­la getirmektedir. Ve gelecekten, sıvı metalden oluşan bir varlık çıkagelir.

Bu cıvık, akışkan ve dönüşümcü varlık karşısında düşük teknoloji ürünü olan çelik aksamlı Fordist makine (kurtarıcı) ön­celeri çaresiz kalır.

Çok kötü biçimlidir. Tezahürleri Şeytan'ın dönüşümlerine benzemektedir.

Terminatör-2'de dışardan gelen bir düşman yoktur. "Kötü" bu dünyada ve hatta Amerika'da sadece başka bir zamanda beklemektir. Dolayısıyla 'kötü artık sadece içte bir yerde, toplu­mun kendi kültüründen türeyen bir yerdedir.

Filmde John Connor'un tişörtü üzerinde public enemy / halk düşmanı yazıyordu. Demek ki sokak çocuğu, devrimci kurtarıcı, Mesih olarak anlaşılmasını istiyordu.

EXISTENZ / VAROLUŞ

Varoluş / eXistenz 1999 yılı ve bir David Cronenberg yapı­mıdır. Seyircilere başka bir dünyada yaşıyormuşuz hissi veren dikey / virtual reality / gerçeği çok iyi vurgulayan bir filmdir.

Varoluş, siberuzayın içinde ölümcül oyunlar oynayabilme fantezisini bir adım öteye taşıyan görsel bir şölen. Film teknolo­jinin "homo futurus"ların (geleceğin insanı) bedeni üzerindeki gerilim / stres boşaltma, yalnızlığını, çaresizliğini örtme etkisi üzerinedir.

Dünyanın en başarılı oyun tasarımcılarından olan Allegra Geller, son geliştirdiği eXistenZ adlı sanal gerçeklik oyununu test etmektedir. Oyunu oluşturduğu bir test grubu üzerinde de­nemektedir. Oyuna başladıklarında fanatik bir suikastçı kendi­sine garip bir organik silahla saldırır. Son anda pazarlama bölü­münden Ted ile birlikte bu saldırıdan kaçmayı başarır. Ama eXistenZ adlı oyunun bütün bilgilerini içinde barındıran âlet büyük hasar görmüştür. Aleti onarmak için Ted'den âleti vücu­duna koymasını, böylece oyunu birlikte oynamalarını ister.

Bundan sonra oyunun sonuna kadar gelişecek olayların ger­çek dünyada mı, yoksa sanal bir oyunda mı geçtiği belirsiz bir hâl alacaktır.

Filmin yapımcısı Cronenberg'e göre, bütün gerçekler tıpkı oyunlardaki gibi sanaldır ve bunların gerçekliğinin devam ede­bilmesi için de yüksek dozda yaratıcı enerji gerekir.

Biyolojinin ve sanalın birleştirildiği bir oyun olan Varo- luş'un gerçekliği, "game pod" adlı mutant amfibilerden (hem karada hem de suda yaşayabilen hayvanlar) üretilen, insan or­ganını andıran unsurların sinir sistemine açılan deliklere (bi- oport) yerleştirilmesiyle sağlanır.

Seyirci gerçeğin mi sanal, sanalın mı gerçek olduğu husu­sunda tereddüde düşer. Varoluş'ta Rus bebekleri matruşkalar gibi her seferinde içinden yeni bir oyun çıkar.

Kabala'nın Hayat Ağacı ile "aynanın arkası" na geçme hede­fi, Kabalistik enerji sağlama yöntemi filmin esas vurgulamak is­tediği "sanal-gerçek" arası bir oyun.

Varoluş'ta "siberya" adlı başka bir hayat vardır. Buradaki hayat beden-ruh karışımı bir şeydir.

Oyunun dünyası, siber bir savaşın, bir insansı öldürme ger­çeğinden yoksun bir savaşın sergilendiği yerdir. Ama insanlar oyunu istediği zaman sonlandırabilir, yeniden başlatabilir.

Burada anlatılan savaş farklıdır. Baudrilard'ın söylediği gibi: "Savaşın karanlık bir odada derinden algılanabilmesini sağlayan, bunun için savaşla yüz yüze gelmenin gerekmediği bir savaş."

Tıpkı ABD'nin Afganistan'ı ve Irak'ı bombaladığında kimse­nin kimseyle yüz yüze gelmediği, vurmak istediği hedeftekile- rin kavrayamayacağı uzaklıktan bir tek tuşa basarak hedefi vur­manın geçerli olduğu bir savaş gibi.

Bu savaşta hükmeden daha az endişeli ve daha az kötü. Zi­ra hedeftekileriyle yüz yüze, göz göze gelmediği bir gerçek sa­vaş yaşanıyor.

Filmin yapımcısı Cronenberg, Müslümanları iki kategoriye ayırmış. Filmin hazırlık safhasında sanata hoşgörüyle bakan ve bakmayan Müslümanlar üzerinde, kendi ifadesiyle "araştırma" yapmış. Salman Rüşdi ile tartışmaların konusu bilgisayar, İnter­net ve oyunun sanat eseri olup olmadığı hususunda. Salman Rüşdi'ye göre: "Şüphe 20. yüzyılda insanoğlunun temel şartla­rından biri gibi görünüyor. Başımıza gelen şeylerden biri de "KESİN"liğin elimizden alınıp gittiğini görmek."

Artık günümüzde içinde bulunulan durum bir oyun değil­dir, gerçek bir tehlikedir ve bu tehlikenin hangi taraftan gelece­ği bilinmezlerden biridir. Her şey birbirine dönüşür, SINIRLAR ORTADAN KALKAR.

FIFTH ELEMENT/ BEŞİNCİ ELEMENT

Bir Luc Besson yapımı olan Fifth Element filminde, beşinci güç yaratılışı kurtarmak için aşka ihtiyaç duyar.

1997 yılı yapımı olan Beşinci Güç, 1914'de Mısır Piramitle- ri'nde başlar. Bir arkeolog piramitler üzerindeki hiyeroglif yazı­lardan, her 5000 yılda bir dünyaya kötülük geleceğini okur. Bu­rada Ezoterik bir gönderme vardır.

Ateş, Su, Toprak ve Rüzgârın dışındaki BEŞİNCİ ELEMEN­TİN bulunmasıyla, dünyaya gelecek kötülük engellenebilecektir.

300 yıl sonra çelik ve camdan gökdelenlerin yapılmış oldu­ğu hiper-teknolojik bir gelecek şehrinde uçan taksi şoförü emek­li Binbaşı Colin (Bruce Willis) dünyayı saran kötülüğü engelle­yecek olan beşinci elementi ele geçirmek için görevlendirilir.

Colin, kusursuz bir kadının peşindedir. Ona sırılsıklam âşık­tır. New York şehrinin Güney Brooklyn bölgesinde ultra mo­dern bir odada yaşayan emekli binbaşı, yemeğini yüzergezer Çin lokantasında yemektedir.

Ancak hâlâ o yüzyılda uçan taksilere servis yapan Mc Do- nalds'larda varlıklarını sürdürmektedir.

Colin'in tek derdi ehliyetindeki puanların bitmesidir. Elekt­ronik postalarına düzenli olarak bakar, günlük rutin hayatını sürdürürken, şimdi dünyayı kurtarmak üzere beşinci elementi bulmakla ve yanında da yaratılışın devamını sağlayacak her şe­yi bilen mükemmel bir kadınla Phloston gezegenindedir.

Beraberindeki kadın tabiî olmayan yollarla imal edilmiş bir kopyanın kopyasıdır. Onu imal edenler tarafından imha edil­mek istenmektedir.

Filmde; Brazil'den, Star Wars'tan ve Fritz Lang'ın Metropo- lis filminden esintiler yer yer kendini belli eder.

Metropolis 2026 yılının endüstri şehridir; imalatın, sosyal şartların taşlaşmış olduğu, sömürüyle beslenen geleceğin dün­yasıdır. .. Film New York'un siluetinden hareket etmiştir. Güne­şe yakın gökdelenlerde zenginler hayat sürerken, yeraltında iş­çiler makinelerle ritmik bir bütünlük içinde çalışırlar.

Metropolis'te Maria ile somutlaştırılan erotik, duygusal söy­lem, Beşinci Element'te bedene bürünür.

Zamanın değil, hayatın ve hislerin önemli olduğu vurgusu­nun yapıldığı Beşinci Element, 2059 yılında tekno-kapitalist bir kent olan New York'ta geçer ve dünya nüfusu 200 milyardır.

Beşinci Güç savaş karşıtı bir kurguya sahiptir. Yaratılışın merkezine aşkı oturtur ve onun sihriyle var oluşu kurtararak Kabalistik-Hıristiyan formatlı masalsı bir finalle noktalanır.

Film, teknolojiyi kötü niyetli insanlara bıraktığımızda haki­katen varlığımızı sona erdirecek ateşi kendi nefesimizle söndür­mek mecburiyetinde kalacağımız, gelişmiş teknolojinin yarata­cağı savaş tehlikesi ve dünyanın sonu panaroyasının karşısına aşkın ve duyguların muhteşem zaferini koymamız gerektiği gi­bi insani mesajları dillendirir, görsel şov hâline dönüştürür.

Teknoloji ve ideoloji ayrılmaz bir şekilde birbirine girmiştir. Dünyada teknolojinin kötü kullanımı iyi niyetlerin özünün bü­tünüyle tükendiğini göstermektedir. Hâlbuki sanal gerçeklik bizlere yeniden başa alabilme, istediğimiz anda bir oyunu sona erdirebilme hürriyetini verir. Ve orada her şeyin telafi edilmesi mümkündür.

Hasılı Beşinci Element Kabala'nın Hayat Ağacına gönder­meler yapan, kıyâmet ile dünyayı kurtarmak arasında bocala­yan "yaratıcı"ya da rakip olmaya çabalayan mesajları içeren "ezoterik" bir film.

BİR İLLUMİNATİ FİLMİ VEYA LARA CROFT: TOMB RAIDER

Hollywood'un İlluminati adlı gizli cemiyet hakkındaki en popüler filmlerinden biridir Lara Croft.

Bu tür filmlerde aşk ya da seksi bir bayan oyuncu verilmek istenen açık-gizli mesajları seyirciye aktarmada, sünnet edilen çocuğa aynı anda lokum yedirme işlevi görür.

Angelina Jolie, kocaman göğüsleri, daracık beli, kıvrımlı ve biçimli kalçasıyla karşımıza Lara Croft olarak çıkıyor.

Film bilgisayar oyunları imal eden tecrübeli Eidos şirketini yıllardır zengin eden efsanevi oyun "Tomb Raider"in uyarlama­sı ve yapımcı şirket, Musevi patronlu Paramount.

Lara Croft oyundaki gibi aristokrat bir âilenin kızı, zengin ve maceraperest. Güzel bir vücudu var ve oldukça atletik. Tıpkı bilgisayar oyununda olduğu gibi.

Ezoterik temele dayalı olan, gezegenlerin aynı hizaya geldi­ği her 5000 yılda bir dünyayı büyük bir tehlikenin tehdit ettiği hususu filmin konusu.

Antik çağlardan kalma bir "üçgen taş" zamanında kötü el­lerde büyük bir yok oluşa sebep olduğu için ikiye bölünmüş ve iki parçası da dünyanın iki ayrı ucuna saklanmış. İki parçayı da doğru olarak bir araya getiren kişi zamana hükmedebilecek ve dünyanın hâkimi olacaktır.

Tıpkı Yahudilerin, Evanjelistlerin ve İlluminati'nin günü­müzde, Hz. Musa'nın M.Ö. 1458'de yaptırdığı 90 cm. boyunda­ki üç parçaya bölünmüş pirinçten yılanını bulmak ve dünyaya hükmetmek istedikleri gibi.

İlluminati isimli gizli cemiyet üçgen taşın parçalarının peşinde­dir ve bunun için Powell adlı sadist bir adamı görevlendirmiştir.

Bu arada Lara Croft ölen babasının yasını tutmaktadır. Ge­zegenlerin aynı hizaya gelmesine kısa bir süre kala Lara babası­nın sakladığı çok önemli bir sırrı tesadüf eseri öğrenmiştir.

"Üçgen taş" ın parçalarını ele geçirmeye yardımcı olacak bir saattir bu. Üzerinde "her şeyi gören göz"ün (masonik sembol) bulunduğu bu saatin Lara Croft'ta olduğunu öğrenen Powell onun peşine düşer.

Filmde Lara Croft bir başka Kabalistik-Hıristiyan formatlı dizi ve film olan İndiana Jones'un dişi versiyonu. Filmin yönet­meni "Con-Air" ve "Generalin Kızı"nı da çeken Simon West.

12   MONKEYS / 12 MAYMUN

12   Monkeys / 12 Maymun 1995 yapımı bir Terry Gilliam fil­mi. 12 Nisan 1990'da Baltimor Country Hospital'de (Baltimor Bölge Hastahânesi) paranoyak bir şizofrenle yapılan röportaj fil­min başlangıç karelerini oluşturur.

Röportajdan anladığımıza göre, 1996 yılında 5 milyar insa­nın öleceği, hayatta kalanlarınsa gezegeni terk edeceği, dünya­nın hayvanlar tarafından yönetileceği bir kıyâmet senaryosu, kı- yâmetten altı yıl önce ifşa ediliyor... Yıl 2035 insanlar, aşağıda, tıpkı solucanlar gibi, hastalıklardan, virüslerden korunarak pa­ranoyak bir hayat sürdürecek şekilde düzen kurmuşlardır.

Yukarıda ise hayvanlar dünyasının yegâne hâkimi olmuşlar, aslanlar, ayılar, baykuşlar, böcekler ... 2035 yılının "high-tech" olmaktan uzak hiyerarşik geleceğini, çöp yığınlarını, dilenciler, acımasız polisler, fahişeler, anarşistler, karanlık sokaklar kısaca paranoyak görüntüler günümüz dünyasından kesitlerdir.

Boynundaki BARKOT DÖVMESİ ile "Yeni Düzen" adına numaralanmış (666 sayısına ve Deccal'in imparatorluğuna bir atıftır) James Cole (Bruce Willis) şiddet, anti sosyal kişilik, uyumsuzluk ve otoritelere karşı gelme suçlarından toprağın al­tındaki bu tertemiz (!) toplumda 25 yıl ağır hapis cezasına çarp­tırılmış bir mahkûmdur.

Yeraltındaki dünyanın idarecileri bir tür zaman makinesi kullanarak James'i kıyâmetin gerçekleştiği yıl olan 1996'ya geri göndererek insan ırkının sonunu getiren virüsün kaynağını bul­mak ister. (Burada iyi ile kötü arasındaki kıyâmet savaşını, Ar- magedon savaşında Evanjelistlerden her üç kişiden ikisinin öle­ceği varsayımını hatırlayınız.)

James Cole (Bruce Willis) görevini başarı ile tamamlarsa yeral- tındaki dünyada almış olduğu 25 yıllık mahkûmiyetinden kurtu­lacak ve beklide insan ırkı dünyaya yeniden geri dönebilecektir.

Ancak Cole yanlışlıkla 1996 yılına değil, 1990 yılına ışınlanır. Üzerinde iç çamaşırı bile yoktur. Tuhaf davranışından dolayı po­lisler onu tutuklar. Polislere görevini anlatınca, yani gelecekten geldiğini söyleyince Cole kendini bir akıl hastahânesinde bulur.

Orada "Madness and Apocalyptic Visions / Delilik ve Kıyâ­met Görüşleri" kitabının yazarı Kathryn Railly (Madeleine Sto- we) ona yardım eder.

Railly, gelecek üzerine derlediği tarih hikâyelerinde, Cas- sandra kompleksi adı verilen bir hastalığı araştırmaktadır. Has- tahânede yatan Jeffrey Goines'in (Brad Pitt) hikâyesi de, ona düşlerle beslenmiş bir gelecek kurgusunu çağrıştırır.

Öteki dünyada kurallara karşı gelindiğinden, yukarı dünya­da da NORMAL görünmediğinden mahkûm olan Cole, Jeffrey Goines'le kıyâmetten, gelecekten, dünyadan ve sistemden bah­sederken, Jeffrey ona şöyle söyler.

"Burada olma sebebimiz sistem... dışarıdaki insanları bizle- ri buraya kapatarak koruduklarını sanıyorlar, oysaki onların hepsi bizlerden daha deli."

Modern dünyanın asıl meselesi, sürekli ona saldırıda bulu­nacak tehlikelerin var olduğuna paranoyakça inanmasıdır. Bu sebeple de toplumların "öznenin ayrıcalığını ortadan kaldır­mak" hususunda bir tecrübesi vardır.

Jeffrey'in babası Dr. Leland DNA çalışmalarıyla Nobel ödü­lünü almış bir mikrobiyologdur. Şimdi de bazı virüs projeleri üzerinde çalışmaktadır. Jeffrey babasının hayvanlar üzerinde deney yapmasına karşıdır ve hayvanat bahçesindeki hayvanla­rı kurtarmak için 12 Maymun Ordusu adında bir gerilla grubu kurmuştur. Cole ise Jeffrey'in labaratuardan insan ırkının sonu­nu getirecek virüsü çalacağını düşünür.

Halbuki asıl tehlike laboratuarda Dr. Leland'ın yanında çalı­şan kimyagerdir.

Kimyager, insan ırkının dünyaya yaptıklarından (nükleer si­lahlanma, kontrolsüz üreme, çevrenin mahvedilmesi ve kara, deniz, hava kirliliği) dolayı hayattan çekilmesi gerektiğine ina­nır. Zira Homo Sapiens'lerin tek sloganı hayatları boyunca "Haydi alışverişe gidelim" olmuştur.

Cole, insanlığı ve dünyayı kurtarmak için geldiği gezegende bir polis kurşunuyla ölür. Burada zaman bir kere daha üst üste katlanır. 2035'e geri dönmeden âşık olduğu kadının yanında 1996'da kalmak ister. Bu kez virüsün dünyaya yayılmasını önle­mek için hain kimyagerin peşine 2035'ten geçmişe gönderilen bilim kadını, Mrs. Jones düşer.

Mrs. Jones kendisini sigortacı olarak tanıtır. Yani geçmişin sigortası olan bir gelecek fikri vurgusu yapılır.

Filmde maymunlardan insana geçtiği iddia edilen EBOLA ve HIV virüsüne de gönderme yapılır. Virüsler yerleştikleri vü­cutta bağışıklık sistemini çökertirken sürekli kılık değiştirerek karşı aşısını da etkisiz kılar hâldedir. Virüsler dünyanın masu­miyetini tehdit eder duruma gelmiştir.

Filmde adı geçen, geleceği bilmek zorunda olan kâhin Cas- sandra ile Kabala ve Hıristiyan mistisizmine gönderme vardır.

Janus ile Roma'nın pagan tanrılarına, maymun ile Budist ve Hindu inançlarına gönderme yapılır.

12 İncil'de sık yer alan İsa'nın 12 Havarisi'ne, virüs ise gü­nahlara karşılık olarak filmdeki yerini almış.

James Cole ise insanoğlunun devamını sağlayacak görevle dünyaya geri dönmüştür, tıpkı bir MESİH gibi. Yani hem Hıristi­yanlığa hem de Yahudi inancına gönderilen bir mesaj niteliğinde.

12 Monkeys, bilim konusunda karanlık bir tablo çizer. 2035'in teknolojik katedrallerinde yaşayan bilim adamları mani- püle edici, 1996'nın modern psikiyatristleri ise Tanrı gibi neyin iyi, neyin gerçek, neyin düş olduğu konusunda karar verenler olarak tiplenir.

Film boyunca insanlar ekran karşısında uyuşmuş bir şekilde çizgi filmler, hayvan hakları programları, reklâmlar ve haberle­ri seyredip dururlar.     •

İnsanlar televizyona zincirlenerek bayağılıkla ve şiddetle uzlaşmaya başlarlar. Filmde Jeffrey'in (Brad Pitt) ağzından şu mesajlar verilir: "İşte reklâmlar, seyret, dinle, diz çök, dua et. .. Bizler yalnızca tüketiciyiz, artık üretmemizi istemiyorlar, her şe­yi otomatik makineler yapıyor, eğer çok şey satın alırsak iyi yurttaşız, eğer almazsak akıl hastası. .." Artık dünyada tuvalet kâğıdı, yeni arabalar, bilgisayarlar, beyni etkileyen ses sistemle­ri, hazzın son sınırına yaklaştıran seks âletleri almamak bir akıl hastalığı olarak görülmektedir.

Valeria Evangelisti'nin dediği gibi, sistem ancak kendisine bağlı olanlar boşlukta kaldığı sürece mevcudiyetini sürdürür ve kendi durumlarının farkına varmasınlar diye en mahremlerine, hatta psişik yapılarına kadar yanlış bilgiler, yanlış mesajlar so­kulmak istenir.

Tıpkı 1991 Körfez Savaşı, Bosna Savaşı, Afganistan'ın ve Irak'ın işgalinde GÜVENİLİR (!) kaynakların dünya kamuoyu­nu yanlış bilgilendirdiği gibi.

BATMAN VEYA HAÇ İLE YARASA

1939 yılının bir ayında, İkinci Cihan Savaşı henüz gerçek yü­zünü göstermemişti.

Ancak Hitler'in orduları Polonya'ya girmek üzereydi.

Teknolojik-askeri ilerlemenin bir simgesi olan "Superman", çizgi-roman olarak ortalığı bir anda kasıp kavurmaya başlamıştı.

Açıkçası gelinen teknolojik-askeri ilerlemenin kitlelerin şu­uraltına işlenmesi ve ihtiyaç duyulan korku ve endişenin sağ­lanmasının bir vasıtasıydı Superman.

Hakikaten Superman tahmin edilmez boyutlarda başarı ka­zandı. Benzer çizgi-romanlar piyasaya sürüldü.

National Periodics çizerlerinden Bob Kane ve metin yazarı Bili Finger yarasa kanatlı, yarı insan, yarı hayvan bir kahraman tasarladılar.

Yarasa kostümü, adâletin simgesi olarak gangsterlerin ve kötülerin ödünü patlatmaya yetecekti. Tıpkı 30'1u yıllarda pele­rinli kahramanı "Zorro"nun "Z"si gibi.

Batman ilk kez 1939'da "Dedective Comics"in 27. sayısın­da okuyucularla buluştu. Kısa sürede Superman kadar şöhret sahibi oldu.

Batman, Gotham City' de yaşamaktadır. Gotham Gotik- Amerikan çağrışımı yapmaktadır. Yani Gotik romanın korku at­mosferinin mekânı.

Gündüzleri playboy olan kahramanımız, geceleri de adâle- tin tecellisini sağlıyor.

Batman'ın, "gadget"ları var. Üçte biri oyuncak, üçte biri si­lah ve üçte biri de Kabala formatlı sihirli sembolik nesnelerden oluşan gadget'lar.

Mesela belindeki kemer bir sürü kimyevi maddeyle birlikte hile yapmayı sağlayan âletleri de kapsıyor. Sihirbazın külahı ve melon şapkası gibi bir şey.

Batman çocukluktan ayrılmış olmanın bitmez tükenmez acı­larını anlatır. Gotham fazlasıyla büyülü bir şehirdir. Gökkuşağı­nın ötesinde kalmış bir ülke, içindeki oyuncak göstergelerin an­sızın gizli, esrarengiz bir mânâyı açığa vurdukları bir çocuk ve­ya çocukluk dönemi odası: HIRS, HAZ, İSTEK, ARZU VE KOR­KULARA gönderme yapan oyuncaklar. Ve bu dünya baştan aşa­ğı maddiyata gömülmüş bir nesneler dünyasıdır.

Batmandaki figürlerin hepsi istisnasız kökenlerini masallara ve mistik öğelere borçludur. Temel kaynak Kabala'nın sırları ve yer yer de Hıristiyan mistisizmidir.

Batman'da direkt çatışmaların yanında sembollerin savaşı vardır. Sembolünü üstün hâle getiren kazanır. Mısır Ezoterik sembollerinden Kabala'ya kadar geniş bir yelpaze.

Batman'da kişiden önce sembol vurgusu öne çıkarılmıştır. Mesela çember içindeki yarasası zihinlere iyice kazınmıştır. Dik­katlice bakıldığında Yahudi-Hıristiyan dininin kurtarıcı - Mesih kavrayışı ile Batman örtüşür.

Avrupa'da Batman filmlerinin başarılı olmasının birinci se­bebi "din" olarak pazarlanmasıdır.

Bu din yarasa simgesinin içinde hareket ettiği sihirli, büyü­lü bir mekân yaratıyor.

Bu mekâna hem büyük olarak, hem de hâlâ çocuk kalmış olarak girmek mümkündür.

Tim Burton'ın "Batman"i tepetaklak edilmiş bir Noel masa­lıdır. Hıristiyan bir hikâye. "Batman Returns / Batman Dönü­yor" filminde ise biçim fukarası penguen, Eski Ahid'ten Hz. Musa'nın hayat hikâyesinin temel motiflerine gönderme yapar.

Zengin Cosslepot âilesinin bu çirkin yaratığı Noel'de öldür­me teşebbüsü, penguenin kanalizasyonda kaybolmasıyla nokta­lanır.

Nehre bırakılan Hz. Musa'dır o. Sonra penguenler onu evlat edinmiş, büyütmüşlerdir. Sonunda ortaya intikâm öfkesi din­meyen bir canavar çıkmıştır.

Çocukluğu elinden alındığı için, çocukluk odasının -günleri­nin nesnelerini- oyuncaklarını olağanüstü abartıp onları kendi­sinin tehlikeli birer müttefiki - yoldaşı hâline getirir.

Oyuncak, insanın ister istemez terk etmek mecburiyetinde olduğu bir dönemin - çocukluk döneminin- veya dinî ifadeyle cennetin bir ifadesi olmaktan çıkmış, devleşip canavarlaşarak, yaşanmamış bir çocukluğun intikam vasıtası hâline gelmiştir.

Batman, dünyanın pisliklerinden uzak kalmak için maske arkasına gizlenmek ve şatosunda beklemek durumundadır. Dünyanın düzelmesini bekler gibi görünse de zaman zaman şa­tosundan ayrılarak rayından çıkmış bir şeyleri yeniden yoluna koyup geri döner.

Batman, sembollerin, işaretlerin halkalarından kurulu bir zincir. Batman Musevi-Hıristiyan kurtarıcı mitosuyla birlikte. Onun alâmeti farikasının, sembollerinin kurduğu Kabalistik dünya, her şeyden önce ikonalarının pazarlama gâyesine yönel­miştir.

Matrix orta ve üst burjuvaziyi hedef almışken, Batman ban­liyö küçük burjuvazisine, onun gençliğine hitap eden bir kültü gözlere ve zihinlere kazımayı tercih etmiştir.

HOLLYWOOD FİLMLERİNDE İSİM VE KARAKTERLER

Hollywood'un özgün senaryolu filmlerine isim seçerken dikkat ettiği bazı hususlar vardır.

İsimler ya filmin ana temasını çağrıştıracak veya doğrudan anlatacak tarzda olmalı.

Hollywood filminin ismi kolay söylenebilmeli, merak unsu­ru barındırmalı, pazarlama açısından çekici olmalı ve olabildi­ğince başka dillere çevrilirken zorluk çıkmamalı ve yanlış anla­malara meydan vermemeli. Zira film bütün dünyada vizyona sokulacaktır.

Her ülke filmlerinde olur, ancak Hollywood filmlerinde se­yircinin şuuraltına seslenen ustaca yerleştirilmiş yüzlerce, bin­lerce ayrıntı ve küçük mesajlar yer alır.

Mesajlar hem göze, hem de kulağa olabileceği gibi sadece ikisinden birine de yönelik olabilir.

Bazen mesaj filmin adında veya hikâyeyi sürükleyen karak­terin isminde bile gizli olabilir.

Filmin esas karakterine verilen adlar da hikâyenin altında yatan, alt-hikâyeciklere hizmet eden küçük detaylardan biri ama en basiti ve az dikkat çekici olanıdır.

Hollwood filmlerinde çok sık kullanılan meslek ve isimler, öğretmen, hemşire gibi meslek gruplarından ve iyi bir insan ol­ması şart olan kadın karakterlerin çoğunun ismi Mary'dir.

Mary adlı kötü bir kadın Hollywood filmlerinde yer almaz. Zira bu isim Hıristiyanlara kutsal çağrışım yapmaktadır.

Son on beş yıla kadar özellikle Hıristiyan literatüründeki azizlerin ya da havarilerin isimleri devamlı surette çoğu film ka­rakterlerinde yakıştırma ve karakter tipini pekiştirme maksa­dıyla direkt olarak o filmin alt hikâyelerine hizmet eder bir şe­kilde kullanılırdı. Yaklaşık 15 yıldır da Hıristiyan tiplemelerin "esas oğlan" veya "esas kadın" yanında Yahudi tiplemeler de monte edilmiştir.

Kısaca iyiler ya Hıristiyan olur, ya da Yahudi. İsimler Gabri- el, John, Paul, Thomas, Simon veya David olur. Beylik bir misal Matrix film üçlemesi.

Burak Güral'ın dediği gibi, kalabalık bir âiledeki en büyük kardeşin adı ya Tony'dir, ya da Paul. Küçük kardeşin adı da ya Tom'dur, ya da Michael.

İngiliz tipi, yani hafiften aristokrat, film karakterinin adı mutlaka George, küçük-orta boy dedektif ve gazeteci takımının adı David, çiftçilerin ve fedakâr babaların adı Harry'dir.

Bu isimlerin sürekli tekrarlanması sizce sadece bir rastlantı mıdır?

Niçin filmdeki Frank adını almış karakterler iyi giyimli, ama biraz saf ve şaşkın olurlar? (Çıplak Silah'ın Frank Drebin'i gibi.)

Hollywood filmlerinde en çok kullanılan isimlerden biridir John. (Papaların isimlerini hatırlayınız.) Bu ismi t«.,-.., . .. film kahramanları genellikle yanlışlıkla başı belâya girmiş veya ifti­raya uğramış iyi insanlardır. (İlk Kan'ın gâzisi John Rambo, Slyvester Stallone gibi)

Bir başka klişeleşmiş Hollywood ismi ise Jack. Hız Tuzağı ( Speed) filmindeki Keanu Reeves gibi gözünü budaktan esirge­meyen, cesur, sert, yakışıklı ve kadınların gözdesi.

Karakter isimlerinin özellikle Kabalistik ve Hıristiyan tema­lı fantastik filmlerde "anlamlı" olarak seçilmesi filmin vermek istediği mesajı tamamlayıcı bir etki yapar. Matrix'de Keanu Re- eves'in her iki adı da, Thomas Anderson Hıristiyanlığa, Neo takma adı da Kabalist-İbrani, film içinde verilmek istenen mesa­jın temsilcileridir. Neo birdir. Yani one.

Benzer bir "kodlama" isim kullanımı James Bond filminde­ki kötü karakterler ve Bond kızları için de geçerlidir. Bond kız­larının isimleri seksüel imalardan oluşur. Pussy Galore (Galore: bol bol, Pussy: argoda vajina), Octopussy (octopus: ahtapot ve pussy kelimelerinin karışımı), Holy Goodhead ( Holy: kutsal, Goodhead: güzel kafa(!) gibi.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Özgün senaryolu Holly- wood filmlerinde hiçbir şey tesadüf değildir. Filmin adından hi­kâyeye oradan mekân seçimine kadar her şey psikolojik harbin birer silahı olup "Yeni Dünya Düzeni"ne hizmet etmektedir.

ALİCE HARİKALAR DİYARINDA VE
YÜZBAŞI AMERİKA'NIN BEYİN YIKAMA GÖREVİ

Lewis Carrol'ın 1864'te kaleme aldığı Alice Harikalar Diya- rı'nda çizilen karakterdeki; özgüven, saflık ve canı sıkılan çocuk, şimdilerde İngiltere' de " savaşçı bir prensese" dönüştürülmüş.

Alice artık kanlı cinayetler, zâlim düşmanlar ve savaşlarla boğuşuyor. '

Hemen bir komplo teorisi kurayım. Acaba İngilizler "Yeni Dünya Düzeni" için çocuklarını ve yeni yetmeleri psikolojik eği­time mi tâbi tutmak istiyorlar?

Bir İnternet sitesinin haberine göre Frank Beddor'un yazdığı. yeni versiyonun adı "The Looking Glass Wars", bir üçlemenin ilk kitabıymış. Çizgi filmi ve sinema filmi yapılması hedefler arasındaymış. Alice'in yeni maceralarında Matrix, Yıldız Savaş­ları, Yüzüklerin Efendisi'nin belirgin izleri varmış.

"Yüzbaşı Amerika" da İkinci Dünya Savaşı sırasında cephe­den cepheye koşan bir Amerikan çizgi roman kahramanı. Bu çizgi roman-film NASA desteklidir.

Türkiye'de ilk Amerikan çizgi romanı, İsmet İnönü zama­nında anti-komünist propaganda maksatlı "Kızıl Tehlike" imiş.

Örümcek Adam'ı (Spider Man) herkes biliyor artık.

Bir başkası, zenci bir kız kahramanı olan Martha Washing- ton dünyayı kurtarıyor, Martha Washington savaşa gidiyor.

Vietnam gazisi "The Punisher" / Cezalandırıcı, kötülerin amansız düşmanı. Batman ise en Kabalistik öğeler taşıyanlar­dan birisi.

Bizde niçin yapılmıyor da Türk çocuklarının beyni adetâ na­dasa bırakılıyor?

KABALA FELSEFESİ VE YENİ DÜNYA DİNİ

Yahudiliğin "yasa" yönünü Talmud'da mistik yönünü de Kabala'da görmek mümkündür.

"Kabala üzerine yapılan ilk yazılı çalışma Musevilik, Hıristiyan­lık ve İslam'ın atası olan Hz. İbrahim tarafından 4000 yıl önce kaleme alınan oluşumun kitabıdır. Oluşumum kitabı sadece birkaç sayfa ıızım- luğunda olmasına rağmen, onun evrenin bütün sırlarını içerdiği söy­lenir." (Yehuda Berg, Kabala'nın Gücü, s. 220)

Yahudiler, Kabala'da saklı olan ilmin ancak çok az insan ta­rafından kavranabileceğine inanırlar. Eski Ahid' de insanların çoğunun farkına varamayacağı veya anlayamayacağı sırların, Kabala'ya vâkıf olan kişi tarafından çözüleceği düşünülür. Ka­bala metinleri, bilinen kitaplardan farklı olarak, çok az kimsenin anlayabileceği şekilde yazılmıştır. Kitapta mânâsız gibi görünen çok sayıda sembol yer almaktadır. Bazı metinlerde yazıyı kimse­nin anlayamaması için şifrelenmiştir. Gerçek mânâsının, Yahu- dilerin büyük kısmının ve Yahudi olmayanların tam bilmediği Kabala ancak hakkında yazılmış olan kitaplar ile anlaşılabilir.

Kabalistik öğreti, evrendeki metafizik dengeler, Şeytani güç­ler ve bilinçaltı dünyasıyla yakından ilgilenir ve bunları büyü ri- tüelleri ile etkilemeyi gâye edinir.

Ortaçağ Avrupa'sında, Kabala'da yer alan gizli öğretilerin hayata geçirilmesi ile Yahudi toplumunun kurtuluşa ereceği dü­şüncesi yaygınlaşmıştır.

Kabala' da belirtilen çeşitli ezoterik ritüellerle, bütün Yahudi- leri içinde bulundukları durumdan kurtarıp, onları "dünyanın efendileri" yapılacağına inanılan Mesih'in yeryüzüne gelişinin hızlandırılacağına inanılmıştır.

Bu inanış ve uygulamalar 13. yüzyılda İspanya Granada'lı haham Moses de Leon tarafından yazılan Zohar kitabı ile zirve­ye ulaşmıştır. Bu kitabın içindeki bilgilerin geçmişinin ikinci yüzyıla kadar dayandığı kabul edilir.

Zohar'da antik dünyanın farklı ilimlerinin bulunduğuna inanılır. Zohar'da en çok üzerinde durulması gereken "sefirot" kavramıdır.

Sefirot, bir tür şemadır. Kabalacılar Sefirot'un Allah'ın evre­ni yaratışının bir tür temsili ve yansıma şekli olduğunu savu­nurlar. İnsanın ruhundan evrenin yapısına kadar her şey sefirot şeması ile uyumludur.

Kabalacılar, sefirot'a dayanarak “tarihe yön verebileceklerine" inanıyorlar.

Kur'an-ı Kerîm'de: “Hiç şüphesiz, biz her şeyi kader ile yarattık" (Kamer suresi, âyet 49) ifadesi ile Allah'ın bütün evreni ve in­sanlığı belirlenmiş bir kader ile yarattığına vurgu yapılır.

Eski Mısır yazıtlarındaki semboller ile Kabalistik semboller arasındaki benzerlikler dikkati çekicidir.

Kabala'nın günümüz Yahudiliğine en büyük negatif etkisi, Kabalistik ritüellerle "tarihin gidişinin değiştirilebileceği" yanıl­gısıdır.

Siyonizme destek veren haham Avraham Yitzhak Hacohen Kook, şöhretli bir Kabalacı'dır. Ve Siyonizmi Mesih'in gelişinin insan eliyle hızlandırılması olarak tarif eder.

Burada mukayese için; Mesih'in gelmesi için Evanjelistlerin insan eliyle yapılması gerekenler düşüncesini hatırlayınız.

Kabala'nın Gücü, kitabının yazarı Yehuda Berg'e göre: "Ka- bala'nın bilgeliği ve kerâmeti, tarih boyunca, Hz. Musa'dan Shakespeare'e, Plato'dan Newton'a dünyanın önde gelen ruha­ni, felsefi ve bilimsel zihinlerini etkilemiştir. Fakat bugüne kadar bu bilgelik, sadece aydınlar ve tarihçilerin kullanımında kalıp, kadim metinler olarak gizlenmiştir.

Yahudiler Mısır'daki firavun dönemi kültüründen sonra en çok - Tevrat dışı- Helenist kültürün "laik" etkisinde kalmışlardır.

İlk defa bir "Gaon", Babil Yahudiliği'nin en büyük lideri Sadya (M.S. 892-942) Aristoculuğu Yahudi düşüncesinin içine soktu.

Sadya, Yahudi felsefesi kitabı "İnsanlar ve Görüşler"i yazdı. Yahudiler bu kitabın iman ve akıl ile hür araştırma ruhunu bir arada topladığına inanıyor.

Gaon kelimesi günümüzde dahi mânâsında. Önceleri seki­zinci yüzyıldan Babil Yahudiliğinin yıkılışına kadar, oradaki bü­tün Yahudilerin dinî liderini tanımlamada kullanılıyordu. Gaon dünyanın dört bir yanındaki Yahudilerin dinî sorularını cevap­lıyor, yüce bir dinî kişilik olarak büyük saygı görüyordu.

Bir diğer husus ise Tapınak Şövalyeleri.

Tapınakçıların temel felsefesi, esas olarak Birinci Haçh Sefe­ri' nden sonra Kudüs'te temelleri atılan Tapınak Şövalyelerinin felsefesidir. Bu ise KABALA felsefesine dayanır.

Kabala, esas itibariyle Eski Mısıi daki firavun büyücülerinin öğretilerinin Yahudi kültürünün içine devredilmiş şeklidir.

Yahudi araştırmacı Shimon Halevi'nin "Kabala Tradition of Hidden Knowlege" (gizli ilmin geleneği Kabala) isimli kitabın­da: "Kabala, kötülüklerle ilgilenmenin, semboller ve ezoterik (sır dolu) yolla psikolojik dünya üzerinde hakimiyet kazanmanın tehlikeli bir sa­natı ve büyüye dayalı bir, formdur" der.  ,

Kabalanın en önemli teorilerinden birisi evrenin oluşumu ile ilgili olandır. Bu teoriyle Kabala gerçekte Kur'an, İncil ve Tev­rat'la ÇATIŞMA hâlindedir.

Bilin bakalım, özellikle Türkiye'deki Hıristiyan misyoner fa­aliyetleri içerisinde Protestanlar niçin başı çekiyor? Rice Üniver­sitesinden Prof. William Martin'e göre Amerika dışındaki Pro­testan misyonerlerin %90'ını Evanjelistler oluşturmaktadır.

Cevabını bulmak için belki vaad edilmiş topraklar hikâyesi­ni bir daha hatırlamanız gerekebilir. Malum Evanjelistler, Tan­rı' nın tasarısını hızlandırmak istiyorlar.

Siyasi hesap ve idealler için yüz yılların çok kısa zaman di­limleri olduğunu hatırlatmakla yetineceğim.

Tempo dergisinin 19-25 Ağustos 2004 tarihli sayısındaki bir habere göre Yahudiler Urfa-Harran'da Yakup'un kuyusunu bul­muşlar ve Eylül 2003' de âyin yaparken video kameraya kayde­dilmiş. Hz. Yakup, İsrail diye çağrılır. İsrail, geceleri Allah'a yü­rüyen mânâsındadır.

Sakın ha Büyük Ortadoğu Projesi'nin yeni çıktığını düşün­meyelim.

"İstek ve düşünce, insanı harekete geçiren iki unsurdur. İsteği meydana getir, fikirlere HÜKMET. Böylece ne kadar sağlam görünür­se görünsünler, var olan bütün sistemleri tepetaklak edebilirsiniz." (Abbe Borrvel-Jakobenizmin Hikâyesi- 18. yy.)

Görülüyor ki , Protestan Evanjelizm ve Kabalacı Tapınakçı- ların gerçekte ilâhi dinlerle alâkaları yoktur. Bir kısım söylemler görüntüyü kurtarmak ve kamuoyu desteği içindir.

Bugün ABD'de yönetimi elinde tutan Bush ve ekibinin de ilâhi dinlerle alâkası yoktur.

Bush ve yakın çevresindekilerin övünerek söyledikleri gibi onlar "Skııll and Bones / Kurııkafa ve Kemikler" adlı gizli teşkilâtın üyesidirler.

Kurukafa ve Kemikler örgütü 1832'de kurulmuş olup, mer­kezi Amerika'nın Connecticut eyâletinin New Haven şehrinde­ki Yale Üniversitesi'ndedir. Yale Üniversitesi'nin öğretim üyesi kadrosunun %70'i Yahudi kökenlidir. Bu üniversite de kilise vakfına aittir.

Bush, Yale Üniversitesi'nde mastır yapmıştır. Baba Bush da aynı üniversiteden mezundur.

Kurukafa ve Kemikler kulübünün ana gâyesi yeryüzündeki ilâhi dinlerin ve diğer inanışların yok edilerek dünyada yeni bir DİN (!) ve YÖNETİM sisteminin kurulmasıdır.

Bu örgüt Amerika' da seçilmişlerin örgütü olarak anlatılır.

Kabalacı ve ezoterik örgütlerle yatay ve dikey organizasyon­larla iç içe olan Kurukafa ve Kemikler kulübüne Kasım 2004'de- ki seçimlerde Demokrat Parti'den başkan adayı olan Kerry de üyedir.

Bugünkü görüntü, 14 milyon Yahudi'nin DÜNYALIĞI, bir milyar Protestan Hıristiyan'ın-500 milyonu Evanjelist - CEN­NETLİĞİ için fundamantalist Yahudiler ile fundamantalist Evanjelik Hıristiyanlar var gücü ile birlikte çalışıyorlar.

Tarihçi Dr. Alfred M. Lilientbal'in deyimi ile ikisi de gerçek­te birbirlerini sevmiyorlar. Mesele dinî değil siyasi.

Ancak dünyayı idare eden güçler bir "hesaplaşma" için ka­rar vermiş durumdalar. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda "din coğrafyası" yeniden düzenlenerek yeni devletler ve sınırlar ihdas edilecektir. Türkiye tam olarak bu operasyonun merke­zindedir.

Ortadoğu'da başlatılan çalkantı yeni de değildir. Bu en azın­dan İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra plânlanmış, ince-ince dü­şünülmüş "Yeni Dünya Düzenidir."

Türkiye hedefin tam ortasındadır. Ortadoğu'daki bu çalkan­tıyı başlatanlar bölgeyi bilerek ve isteyerek tam bir kaosun içine iteceklerdir.      •

ABD'nin Irak'ta yapmak istediği, istikrarı sağlamak değil­dir. Aksine ta başından beri Amerika ve İsrail' in birinci önceliği Irak'ta dehşeti tırmandırmaktır.

Bu hengâmede Türkiye'yi gerektiğinde harcamaktan çekin­meyeceklerdir. Türkiye alacağı kısa, orta ve uzun vâdeli strate­jik kararlarda mutlaka ve mutlaka öncelikle EVANJELİST HI­RİSTİYAN VE YAHUDİ ŞERİATINI çözümlemek durumunda­dır. Aksi takdirde büyük tuzaklarla karşılaşacak ve bu tuzakla­ra düşecektir.

Yahudi şeriatı ve Evanjelik-Protestan Hıristiyanlığı birbirle­rini manipüle etmektedir.

Türk devletinin egemenlik alanındaki mevcut toprakları İs­rail devleti, Yahudiler ve Evanjelist Protestanlar tarafından ta­nınmıyor.

Buraya kadar anlatmaya çalıştıklarım size saçma sapan ge­lebilir, masal ya da komplo teorisi diyebilirsiniz.

Ancak ABD'yi idare edenlerin büyük kısmı ile çoğunluk Amerikan Protestan mezhebi Hıristiyanları buna inanıyorlar.

Türk Milleti olarak biz de geleceğimizi plânlarken bu "saç­malığı" göz önüne almak durumundayız. İlk tedbirde Türkiye mutlaka nükleer güce sahip olmalıdır. Türk ordusu çok güçlü olmak mecburiyetindedir.

Dün Osmanlı-Türk İmparatorluğu dünyanın en yalnız dev­letiydi, bugün de Türkiye Cumhuriyeti dünyanın en dostsuz ül­kesidir.

HOLLYWOOD FELSEFESİ VEYA KABALA NEDİR?

İbranice "Kabala" kelimesi almak mânâsındadır. Kabul et­mek, kabul eden alır, anlamındadır. Bir diğer anlamı da "gele- nek"tir.

Kabala, kısaca, ortaya çıkışından sonra yüzyıllarca asla yazı­lı hâle getirilmemiş, kulaktan kulağa nakledilerek bazı sembol­ler ve imalarla anlatılarak yaşamış ve günümüze kadar gelmiş gizli bir öğretidir.

Kabalistik etkileri, spiritüalizm'de, tasavvufta, büyücülükte ve astrolojide görmek mümkündür.

Başlangıç noktasında Kabala (Kabbala) Akaid-i Tevrat'a, onun Yahudi tarihine uygunluğunu kontrol altında tutan, o ta­rihi onunla tefsir eden, Talmud'a mugayir (aykırı) bulunmamak şartıyla bazı gnostik ( konu, akılcı, öğrenimci) geleneklere ve fel­sefi ideallere (eğer bunlar ayrıca mistik ve sembolik bir dünya görüşü üretebiliyor idiyse), iltifat eder olmuştur.

Kabalistik anlayışta, fiziki yaratılış, ruhun tam bir açılımıdır. (...) Kabalacı zikir, bir nevi, fakat her halde kişisel "kıyamcı Me- sihlik" bekleyişidir. Kabala Şehine'nin sürülüşü (İsrail' in bir kıs­mının yurdundan kovuluşu, çıkarılışı) kavramına, bir Zuhar ya­zarının Talmud'dan yaptığı bir ilâveden yola çıkar: "İsrail çıka­rılınca ruh (Şehine) da onunla elbet yola çıkacaktır." Şu farkla ki Talmut'a göre Şehine, Kavli-Allah'tır, Allah'ın ruhu yahut huzu­rudur (varoluş). Kabalacılar bu kelimeyi (aslen gelin demektir) sonuncu gök- katı, 10. Sefire , anlamında kullanmaktaydı. Meli- kü Kudüs ise yurtta kalmaktaydı. Giden gelin, kalan koca idi. (Gershoın Scholeın, Sabatay Sevi, Buruk Yayınlan, 2001, s. 26,27)

Kabala yüzyıllardır süregelen Yahudi mistisizmi, bilgeliği, majihal ekolü, büyücülük yöntemi felsefesi, insanın Tanrı'yı an­layabilme ya da tanıyabilme yöntemidir.

Kabalacılığın da çeşitleri vardır.

Günümüzde Kabala hikmeti olarak yazıya geçirilmiş üç ana metin bulunmaktadır. Sefer ha Yezirah (Yaratılış Kitabı), Sefer ha Zohar ve Sefer ha Bahir. (Kabballah , Yahudi Gizemi, Arzıı Cen- Şİl, Ayna Yayınevi, Ekim 2002, s. 14)

Yazıya geçirilmiş Yahudi mistisizmi M.Ö. 1000-100 tarihleri­ne dayanır. (Kabballah, s. 15)

Sefer Ha Zohar (İhtişam/Nur Kitabı), Kabalistik metni Rab- bi Şimon Bar Yohai'nin (M.Ö. 160) öğrencileri tarafından M.S.170'de İsrail'de yazıya geçirilmiştir.

Yahudiler günümüzden yaklaşık 3400 yıl önce Mısır' dan çı­karılmışlardır (Exodus). Firavunun zulmüne uğrayan Yahudiler Mısır'ı terk ederken beraberlerinde firavun büyücülerinin öğre­tilerini de almışlardır.

Buraya bir bilgi notu ilâve edelim. Birinci Haçlı Seferi'nden sonra (1099 ve sonrası) Kudüs'te temelleri atılan Tapınakçılar Tarikatı'nın temeli de Kabala felsefesine dayanmaktadır.

İslâm "inancına göre Hz. Musa (M.Ö. 14-13. yüzyıl) İsrailo- ğullarının (Yahudiliğin) peygamberidir ve ilk ilâhi kitap Tevrat kendisine indirilmiştir.

Yahudi geleneği, İbranice Tevrat metnini, yaklaşık iki mil­yon kişinin Mısır'dan ayrıldığı biçiminde yorumlamakla birlik­te, eleştirel yöntemlere dayanan yorumlara göre bu sayı 15 bin dolayındadır. (Ana Britanica, 16. cilt, s.312-313)

Kur'an-ı Kerim'e göre Hz. Musa İsrailoğullarına kutsal toprak­lara (Filistin) girme emrini tebliğ ettiğinde, İsrailoğulları savaşma­ya yanaşmamış ve bunun üzerine Allah, kutsal topraklan 40 yıl süre ile İsrailoğullarına haram kılmıştır. (Maide suresi, 20-26)

Biz tekrar Kabala'ya dönelim.

Zamanımızda, Amerika, Kanada ve Avrupa'da çok sayıda ekol, hatta tamamına yakın Kabalistik esaslıdır.

Günümüzde, İsrail'de uygulanan klâsik Kabala ile Amerika ve Avrupa' da uygulanan modern Kabala arasında farklılıklardan söz edilmektedir. İsrail Kabalacıları Amerikan ve Avrupa Kabalacıları­nı, öğretinin klâsik, mistik yapısını bozmakla suçluyorlar.

Kabala hakkında "sızan bilgiler" Batı kaynaklıdır. İsrail Ka- balacılığı, bilgi vermeme temeline dayanır.

Çünkü onlar Yahudilere aittir ve kutsaldır. Kabala ancak İs­rail devletinin yükselmesi ve Yahudilik için kullanılabilir.

Hollywood filmlerinde etkisini gösteren Kabalistik öğelerin İs­rail Kabalacılığına dayandığı yönünde çok sayıda kaynak vardır.

Talmudi geleneğe dayalı Kabala anlayışında Tanrı, Sina Da­ğı' nda dünyevi şekillerin arkasındaki nihai gerçeği Musa'ya fı­sıldamıştır. Musa da bunları 70 yardımcısına anlatır. Onlar da haleflerine sözlü olarak naklederler. Sistem asırlar boyu halef- selef arası sözlü bilgi alış verişidir.

Bütün mistik ekoller gibi Kabala'da kişi ile yaratıcısı arasın­da bir yüzleşme ve hesaplaşmadır.

Kabalistlere göre Tevrat içrek bilginin görünür şeklidir. İlâhi hayatın sembolik bilgileri buradadır. Tevrat metninin kendisi, sakladığı mânâdan çok daha az önemliydi.

Kabalistler yöntem olarak kriptogramatik şekilleri kullanır­lar. Harflerin ve kelimelerin sayı değerleriyle uğraşırlar. Onlara göre her kelimede birçok ışık parıldar.

Kullandıkları üç ana kriptogramatik yöntemleri vardır. Ge- matria: Ebcet hesabına benzer. İbranice kelimeleri başka kelime- !erle değiştirmektir. Harflerin sayı değeri vardır ve onu esas alır. Mesela Tanrı'nın isimlerinden biri YHVH'dir, kutsaldır ve ağza alınmaz. Notarikon: Ele alman Tevrat âyetlerindeki kelimelerin hepsinin ilk harfini alıp diğerine geçirmektir. İlâhi sıfatları, me­lek ve Şeytan isimleri bu yöntemle keşfedilmiştir. Temura: Esas olarak yorum, yani tefsirdir. İlâhi mesajları çözme bilimidir.

Kabalistik terminolojide ilâhi yayılmanın her bölümüne "se- fira" denir. Basit mânâsı "sayıdır". Sefiraların yayılışının ve ile­tişimlerinin geleneksel diyagramı "Hayat Ağacı" (Etz Hayyim) olarak adlandırılır.

Bütün bunların çözümlenmesinde çok geniş bir İbranice ter­minoloji kullanılır.

Kabala VI. yüzyıldan sonra İslâm, Katolik ve Ortodoks Hı­ristiyanlık âleminde tanınmaya başladı.

Katolik ve Ortodoks kiliselerinin Yahudi düşmanlığı (anti- semitizm) sergilediği dönemlerde bile Kabalistik akımlara fazla­ca karşı çıkılmadı.

Avrupa'da Kabala'ya en çok katkıda bulunan kuruluş Gol­den Dawn'dır. 18. yy'da masonik ritüelleri kullanan bu kuruluş kendisine oldukça zengin, aristokrat, bilim ve sanatçı kesimin­den taraftar toplamıştı.

Avrupa ve Amerika Kabalasında bu cemiyete dâhil olanlar çok kısa süre sonra kendilerini "Adam Kadmon" yani "İnsan-ı Kâmil" olarak görürler.

Kim bilir, politik bir tercih mi?

İsrail Kabalasında ise şeyh müridine bile sırları sembolik şe­killerle anlatır.

Hepimizin duyduğu veya gördüğü tarot destesi ve falı Ka­bala kaynaklıdır. Amerika, Kanada ve Avrupa'da neredeyse her köşe başında tarot falcıları görebilirsiniz.

HOLLYWOOD YILDIZLARI
KABALA FELSEFESİNİN HİZMETİNDE

ABD'deki-Kabala merkezi 1922'de kurulmuştur. Bu merkez her yıl milyonlarca dolar kazanmaktadır. Kabala merkezleri Hollywood yıldızlarının âdeta akınına uğramıştır. Kimisi daha çok şöhret sahibi olmak ve dolar kazanmak, kimisi de şöhreti yakalayabilmek için. Boston, Los Angeles, Miami, New York ve birçok şehirde Kabala merkezi var.

Mesela Madonna, Londra'daki Kabala merkezine 8 milyon euro bağışlamıştır. (Haftalık Dergisi, 2004/59)

Yıllar evvel 2004 yılı içinde ölen "Baba" filminin unutulmaz aktörü Marlon Brando "Hollywood'u Yahudi çeteleri yöneti­yor" demişti ve kıyâmet kopmuştu.

Hollywood, Brando'yu boykot etmişti ve bu dev aktör çark ederek özür dilemek zorunda kalmıştı.

On yıllardır Hollywood, film yapım şirketleri, yönetmeni ve oyuncusu ile ciddi "Yahudi sermaye kültürü" etkisindeyken şimdi de "Yahudi mistisizmi" olan Kabala öğretileri ile iyice "operasyon sahası" içine çekilmiştir.

Bunları laf ola beri gele misali tenkit için yazmıyorum. Hollywood gerçeğinin "sahne arkasını" göstermeye çalışıyo­rum ve bir de biz Türkler olarak hangi dersleri çıkarmalıyız, ne­lere dikkat etmeliyiz demek istiyorum.

Kabala müridlerinin her birinin sol bileğindeki kırmızı bant­lar bir mensubiyet simgesi.

Müridler içersinde kimler yok ki... ? Michel Douglas, Dustin Hofmann, Mick Jagger ve eski eşi Jarry Hall, Bruce Willis, Demi Moore, Britney Spears, Paris Hilton vs. gibilerinin de aralarında olduğu çok şöhretli ve zengin 250 bin kişi.

Size bir bilgi kırıntısı. Kemal Derviş'in can dostu, Bay Çan- dar ve Birant'ın gözbebeği olan Brooklyn Yahudisi Bay Wolfo- witz de Kabalacı. Kendileri Türk subaylarının başına geçirilen çuvalın siyasi sorumlularından birisidir.

"Kabala, Yahudi dininin mistik kolu. Tevrat'taki ve diğer dinî kay­naklardaki gizli anlamları inceleyen bir öğreti. Yüzlerce yıldır her tür­lü büyü ritüelinin arkasından Kabala öğretisi çıktı. "Yahudi olmayan birçok kişi, Kabala gizeminden etkilendi, bu öğretiyi kullanarak bü­yüyle haşır neşir oldu (...). Kutsal metinler doğru okunursa Tanrı'nın gerçek adı ortaya çıkacaktı. Bu gizli ad, şifreyi çözen insana sonsuz ya­ratma ve yok etme gücü verecekti. Hiç de alçak gönüllü bir amaç değil­miş." (Hakan Topçu, Haftalık Dergisi, 2004/59)

Bütün Kabalacı starlar biliyor ki, tıpkı haberleri bile olma­dan var olan Fizik kanunları gibi evrenin ruhani kanunları da her anlarını ve hayatlarını etkiliyor. ( A.g.d, s. 46)

Derginin haberine göre Madonna 30 ayrı dile çevrilen ve yü­zün üzerinde ülkede yayınlanan çocuk kitabı "İngiliz Gülle- ri"nin satışından elde edilen kârın hepsini "Spirituality for Kids Faundation" isimli Kabalacı çocuklar yetiştiren bir vakfa bağış­lamış. Kanseri bile tedavi ettiği söylenen "Kabala Suyu" şişesi Avrupa'da dört Euro'ya, Amerika'da beş Dolara satılıyor.

Hollywood yıldızlarının bir kısmının geçmişte ve günümüz­de gizli servislerin emrinde olduğu ise bir başka Hollywood gerçeğidir.

"Bilginlerin çoğu (sosyal bilimciler -RKK-) çoğu, Amerikan kültürünü şekillendirenin, diğer bütün araçlardan çok, filmler ol­duğu konusunda aynı fikirdedir. Kahramanlarımızdan çoğunu bi­ze filmler kazandırır. Filmler değerlerimizi tanımlamamıza yar­dımcı olur. Aşkı ve hayatı anlamlandırmamıza, "iyi çocukları" ve "kötü çocukları" ayırt etmemize yardım eder. Hollywood filmleri -muhtemelen diğer unsurlardan daha çok- Amerikan rüyası ya­ratmış, sonra da dünyanın dört bir yanına ihraç etmiştir.

"Ve mucizelerin mucizesi, sinemanın kurucu ataları ve bu endüstrinin en önemli ustalarından çoğu Avraam'ın torunların­dan başkası değildir. Eski zamanlarda dünyayı, bir mabed inşa etmek için kutsal tahta ( holy wood) kullanarak etkilemeye çalı­şan halkın çocukları, artık sadık müridleri ve doymak bilmez müptelâları cezbedecekti. Filmlerin doğuşunun öyküsü o kadar ilginçtir ki filminin çekilmesi gerekir." (Rabi Benjamin Blech, Geç­mişten Günümüze Yahudi Tarihi ve Kültürü, s. 339)

Almanya doğumlu bir Yahudi olan Carl Laemmle, ABD'ye gitti, Universal Pictures'i kurdu.

Paramount Pictures'in kurucusu Adolph Zucker adlı, Maca­ristan doğumlu bir Yahudi. William Fox, Fox Film Corporati- on'un kurucusu diğer bir Yahudi.

Metro-Goldwyn- Mayer'in kurucularından birisi Rusya do­ğumlu Yahudi Lois B. Mayer.

Yine meşhur Warner Brothers'in kurucusu Polonya doğum­lu bir Yahudi, Benjamin Warner.

Neal Gabler, Yahudilerin Hollywood üzerindeki etkisini an­latırken şöyle der.:

"...Avrııpalı köken, dil ve şive, gelenekler ve din. İnsanın bunları silmesi ve yeni bir tarz benimsemesi(Amerika için bir tarz) gerekiyor­du. Amerika, bir arındırma ve yenileme vaftizi idi. Bu kişiler, sadece yeni bir ülkeye asimile olmak (özümsemek) isteyen göçmenler değildi, bu ülkeyi kendi düşlerine göre yeniden yaratmak istiyorlardı. Filmler onlara neredeyse tanrısal bir güç verdi. Dünyayı yaratmak için çok geç kalsalar da, en azından Amerika'yı yaratabilirlerdi. Değerlerini, mitle­rini, geleneklerini, ilk örneklerini, umutlarını ve düşlerini... Shtetl ve gettolardan gelen, yoksulluk ve zulümden kaçan Yahudi göçmenler böylece Amerikan rüyasını tasarladı, üretti ve geniş kitlelere pazarla­dı." (Neal Gabler, An Em pire of Their Own / Kendilerine Ait Bir İmparatorluk.)

Yahudi sinemacıların en ünlülerinden birisi, asıl adı Allen Stewart Konisberg olan New York, Brooklyn doğumlu Woody Allen'dir. Bir başka şöhret Steven Spielberg. Bu ünlü yönetmen kendisini, "Çevresindeki Yahııdi olmayan dünyada, bir yabancı gibi hisseden Yahudi baş belası" şeklinde tanımlıyordu.

Bu yüzden bilinçaltında E.T.'ye örnek teşkil etmiş ve E.T.'nin aslında Yahudi olduğunu ilk kez açıklamış olabilir.

"Ortodoks bir sinagogda "bar mitzua / on üç yaş töreni" olan Spielberg'in bütün filmleri,, kimliği ile derin bir bağlantıya sahiptir. Bu filmler, dünyaya yüzyıllar boyunca yabancı addedi­len bir halkın üyesinin gözüyle bakar." (Geçmişten Günümüze Ya­hudi Tarih ve Kültürü s. 345)

Spielberg'in diğer filmleri:

Close Encounters of the Third Kind / Üçüncü Cinste Yakın Karşılaşmalar, gerçekte Yahudi inancındaki "oralarda başka bir şey var"ı anlatır.    1

Raiders of the Lost Ark / Kutsal Hazine Avcıları, Yahudi inancındaki geçmişten gelen dini gücü kontrol etmek için kötü­lerle mücâdele eden iyilerin macerasıdır.

E.T., modern bir Yahudinin "biblik" bir melekle karşılaşma­sını anlatır.

Jurassic Park, Hezekiel'in ölü kemikler vâdisi dinî inancını anlatır. (Hezekiel 37:1-14)

Schindleı's List, Holokost (Yahudi soykırımı) sırasında ha­yatta kalan Yahudilerin, gelecek nesilde nasıl binlere, milyonla­ra dönüşmek üzere kutsandığını gösterir.

"Tora" sinagog ayinini takiben kutsal dolaba (aron akodeş) her kaldırıldığında, cemaat şu duayı okur: "Eski günlerimizi ye­nile." Bu ise Spielberg'in Back to the Future / Geleceğe Dönüş filmlerinin çekilmesine başlangıç teşkil ediyor.

En büyük Yahudi ideali "şalom / barış" dır. Her ne kadar Şa- ron bunun tersini ispatlamak için elinden geleni yapıyorsa da, gerçekten Yahudilerin ve İsrail'in en çok ihtiyacı olan şey barış.

İşte Spielberg'in "Saving Private Ryan / Er Ryan'ı Kurtar­mak" filmi Musa'nın barış idealini işler.

Steven Spielberg Amerika'daki Yahudi düşmanlığı ile ilgili kendi hayatından örnek verir.:

"Phoenix'e (Arizona eyâleti) taşındığımızda, ilkokul ve lise­de beş Yahudi çocuktan biriydim. Kız kardeşlerime ve bana kar­şı anti-semitizm gösteriliyordu. Etüt salonunda, çocuklar bana bozuk para fırlatırlar, paralar masama çarpar ve çok gürültü çı­karırdı. Bunun adına Yahudi'ye para fırlatmak diyorlardı, çok can yakıcıydı."

Yahudi Hollywood şöhretlerinden bazıları:

Simone Signoret, Yves Montand, Jerry Lewis, Kirk Douglas, Michael Douglas, Louren Bacall (Nobel Barış Ödülü sahibi İsra­il eski başbakanı Şimon Perez'in kuzeni), Bob Dylan, Tony Cur- tis, Michael London, Barbara Streisand, Duston Hoffman vs.

Kısaca Hollywood'daki bütün yıldızlar arasında en önemli­si "DAVUD"un yıldızıdır.

HOLLYWOOD VE THE SKULLS FİLMİ

Türkiye'de "The Skulls / Saklı Seçilmişler" adıyla gösterime giren 2000 yapımı film gerçeğe yakın kareleriyle oldukça ilgi çekmiştir.

Luke Mc Namara /Joshua Jackson çok zeki, çalışkan fakat maddî durumu kötü bir öğrencidir. Her yıl ABD'nin en seçkin üniversitelerinden bir grup kalburüstü öğrenci çok gizli sosyal birliklere kabul edilir.

Faaliyetlerini olağanüstü bir gizlilik içinde yürüten bu sos­yal birlik geleceğin liderlerini yetiştirmektedir.

Bu sosyal birliklerin içerisinde en güçlü olanı "Skulls / Ku- rukafalar"dır. Filmde en az üç ABD başkanının bu birliğe üye olduğu vurgulanır.

Yaklaşık 200 yıldır bir gelenek hâline gelmiş olan "en iyile­rin seçimi" Amerika'nın bildiği, ancak asla gün yüzüne çıkma­mış / çıkarılmamış gerçeklerden biridir.

Çok gizli ve özel cemiyetler her yıl çok başarılı üniversitele­rin en iyi öğrencilerinin arasından seçtiği YÜZDE BİR'lik bir kıs­mını üyeliğe kabul eder ve onları örgütün geleceğinin bir temi­natı olarak yetiştirir.

Örgüte üyelik ömür boyudur. Üyeler birbirine çok sıkı bağ­larla bağlıdır.

Öğrenci Luke Mc Namara bu cemiyete katılmak için bir da­vetiye alır. Rüyalarının artık gerçekleşeceği umudundadır. Çok çalışarak ve maddî olarak da oldukça borçlanarak bu başarıyı yakalamıştır. Diğer arkadaşlarının böyle bir derdi yoktur.

ABD'nin en iyi hukuk okulunda, Harward Üniversitesi Low School / Hukuk Fakültesi'nde okumak istemektedir.

Ancak Luke'un bundan daha fazlasına ihtiyacı vardır. Luke bunu da bilmektedir.

Luke olağanüstü notlara sahiptir ama parası ve iyi bir refe­rans mektubu verecek tanıdığı yoktur.

Filmde Kurukafa'ların toplantısına katılan Luke, hâkimler­den senatörlere pek çok kalburüstü insanla tanışmıştır.

Gelecekteki iyi referans ve çok paranın yolu da bu cemiyet­ten geçmektedir. Bankaya yatırılan 200 bin dolar onun sınıf atla­masına bir fırsat olacaktır.

Artık gelecekte üst düzey bir görevde yer alacak olan Luke için "start" verilmiştir.

Ancak her şeyin bir bedeli vardır.

Film "Kurukafa ve Kemikler" kulübünü oldukça gerçeğe yakın yansıtmıştır. Benzerliklerden birisi de toplantıların gizli bir adada yapılıyor olmasıdır.

DEDEDEN TORUNA BUSH AİLESİ VE KEMİKÇİLER

"Kurukafa ve Kemikler"in 1832 yılından günümüze kadar 172 yılda 2500 dolayında üyesi vardır.

Beyaz Saray' dan finans dünyasına; oradan medyaya; Holly- wood'a ve yüksek yargıya kadar ABD'de söz sahibi olan örgü­tün sadece ABD tarihinde değil dünya tarihinde de çok önemli etkileri var.

Etkili ve yetkili örgüt üyeleri sayesinde "Kurukafa ve Ke­mikler" cemiyeti, Kennedy suikastı, Hitler'in iktidarı ve "Yeni Dünya Düzeni"nin asıl senarist ve yönetmeni.

Örgüt üyelerinin kimlikleri üzerinde yapılan araştırmalarda tespitlerine göre, Nazi yönetim ve işgali altında, İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına kadar iş yapan ITT, Chase, Texaco gibi çok uluslu devasa şirketlere ulaşılıyor.

Bunlar içerisinde ABD Başkanı George W. Bush'un büyük dedesinin, Hitler'i finanse ettiğine dair belgeler de var.

"Kurukafa ve Kemikler" cemiyeti daha yukarıda ve daha aşağıda olmak üzere başka örgütlerle bağlantılı çalışıyor. Örgüt belli bir plân ve strateji doğrultusunda, inanılmaz bir sabırla kendi ağını kuruyor.

Cemiyetin iki ünlüsü ABD eski başkanı baba Bush ve şimdi­ki Başkan George W. Bush.

Çok gizli olan örgüte üye seçimi iki türlü oluyor. Birincisi hazır âile ilişkilerine dayanan "klan" sistemi. Yani zincirin hal­kası içerisinden ve davetle.

İkincisi "takip" "tanım" ve "davet" metoduna dayanan ola­ğanüstü başarılılar ve tabi örgüte bağlı ve uyum sağlaması mümkün görülenler.

"Kurukafa ve Kemikler"e kabul / İnisiyasyon töreni ve bir kısım ritüelleri masonlarınkine benzer.

Anadan doğma tabuta girip çıkan üye yeniden doğmuş sa­yılır.

Üyelerin birbirlerini tanımak için özel yöntem ve şifreleri vardır.

Örgüt üyeliği için WASP ve seçkin bir âileye mensup olmak esastır. Altı-yedi kuşak öncesinden Anglosakson ve Protestan olmasına dikkat edilir.

Başka ırka veya geçmişe mensup, başka dinden olanlar bu yapıya giremez. Son yıllardaki çok az sayıda "kabul haberleri" de kamuoyuna yönelik dezenformasyondur.

Bu klübe üye veren ailelerden bazıları Bush, Lord, Bundy, Phelps, Gilman, Payne, Davison, Pillsbury, Stimson, Taft, Wasd- worth.

Şimdiki Başkan George Walter Bush'un dedesi ABD eski se­natörü Prescott Sheldon Bush'dur. Ailenin hemen her mensubu gibi Prescott Bush'da Yale Üniversitesi'nde okur ve Kemikçiler'e üye olur.

Kızılderililer' e göre Yale Üniversitesi öğrencisi Prescott Bush 1918 yılında mezarı açarak Geronimo'nun kafatasım çalar.

Geronimo, Kızılderili apaçilerin efsanevî şefidir. Dede Bush mezardan çaldığı kafatası ve kemikleri New Haven'deki Yale Üniversitesi'ne, "Kurukafa ve Kemikler"in "mezar" denilen toplanma merkezine getirir.

Geronimo'nun kafatasının alın kısmında küçük bir deri par­çası ve şakaklarında bir tutam saç vardır. Deriyle saç hemen o gece karbolik asit kullanılarak yakılır.

Ancak olayın peşini Kızılderililer hiç bırakmazlar. Dede Bush'un 1972'de ölümünden sonra, 1983 yılında Geronimo'nun mezarının Prescott Bush tarafından soyulduğunu tespit ederler.

Kızılderililer başkanın amcası Jonathan'dan kafatası ve ke­mikleri geri isterler. Bush âilesi herhangi bir yardımda bulun­maz. Apaçi şefleri mücadeleyi bırakmaz. FBI'a başvurulur. An­cak şu ana kadar FBI tarafından somut bir cevap verilmemiş.

Mücadele hâlâ devam ediyor. Tıpkı Kızılderili topraklarında olduğu gibi.

"KURUKAFA VE KEMİKLER" DAHA ÇOK ARAŞTIRILIYOR

Dış İlişkiler Konseyi (CFR) 50 yıldan fazla zamandır ABD'nin dış politikasının önde gelen kuruluşudur.

Konsey, işadamlarından, siyasi liderlerden ve bilim adamla­rından meydana gelmiş, küresel meseleler üzerinde çalışan stra­tejik bir kurumdur. ABD'nin milletlerarası ilişkilerdeki rolüyle ilgilenen en güçlü yarı resmi gruptur.

Konsey, İlluminati Tarikatı'nın 322 numaralı bölümü olarak bilinen Yale Üniversitesi'ndeki Kurukafa ve Kemikler ile Har- vard Üniversitesi'ndeki Scroll and Key gizli örgütlerinden seçil­miş insanlar tarafından yönetilmektedir.

Dış İlişkiler Konseyi, İngiliz Kraliyet Milletlerarası İşler Ens- titüsü'nün kardeşidir. Her ikisinin gâyesi "Yeni Dünya Düze- ni"dir.

J.P.Morgan, Carnegie Vakfı, Rockfeller âilesi ve Wall Street banka ve bankerleri tarafından finanse edilmektedir.

CFR Amerikan devletine hâkim durumdadır. Başkanlar, is­tihbarat teşkilâtlarının tepe yöneticileri, medya yöneticileri, adâ- let mekanizması, Dışişleri Bakanlığı, Pentagon'un bir kısım üst pozisyonları vs. Dış İlişkiler Konseyi'nin elindedir.

Amerikalı bir düşünür, "Hiçbir şey sır dolu bir işbirliği kadar tehlikeli değildir"diyor.

Amerikan halkı da gün geçtikçe "Kurukafa ve Kemikler'' gizli cemiyetini daha çok merak ediyor. Araştırmacılar peşi sıra ör­gütle ilgili kitaplar yayınlıyorlar.

Televizyonda daha çok sorgulayan ve deşifre eden program­lar yapılıyor.

Bunlardan biri Alexandra Robbins. Robins'in kitabının adı: "Secrets of The Tomb; Skull and Bones, the Ivy League, and the Hidden Paths of Power / Kabirin Sırları: Kurukafa ve Kemikler, Sarmaşık Birliği ve Gücün Gizli Patikaları".

"The Ivy League / Sarmaşık Ligi-Birliği" ABD'nin Doğu bölgesinde bulunan en meşhur ve saygın sekiz üniversitesini kapsayan bir tanımlama ve bu üniversitelerdeki "Kurukafa ve Kemikler" biraderliğinin bir simgesi.

" Pennsylvania Üniversitesi- Philadelphia, meşhur "Beaut- ful Mind / Akıl Oyunları" filmine konu olan matematikçi John Nash'ın üniversitesi-Princeton, Cornel Üniversitesi, Colombia Üniversitesi ve MIT bu gruptadır.

Kitabın yazarı Alexandra Robbins de Yale Üniversitesi me­zunu. Kabir / Tomb kelimesinin hem "Kurukafa ve Kemikler" mânâsına geldiğini, hem de örgütün Yale Üniversitesi kampü- sündeki binasına verilen ad olduğuna dikkat çekiyor.

2005 yılı itibariyle Yale Üniversitesi'nde 20 kadar Türk öğ­renci eğitim görmektedir.

Bayan Robbins "Kurukafa ve Kemikler"in Amerika'da CIA, finans ve sanayi dünyasında da çok etkili olduğunu dile getiriyor.

Kitapta, başta George W. Bush olmak üzere politikacıların hepsinin Amerikalılara "seçkinliğe karşı" olduklarını, ABD'nin "sıradan fertlerin demokrasisi" olduğunu söyleseler de, gerçek öyle değil. Hepsi birer seçkinci ve sıradan insanlardan nefret ediyorlar.

Robbins'e göre "Kurukafa ve Kemikler" "Yeni Dünya Düze­ninin en önemli mekanizmalarından bir tanesi. Örgüt kendisi­nin üstünde ve altında bulunan gizli ezoterik örgütlerle işbirliği içerisinde ve bu "cemiyet" "dünyayı yöneten gizli mihraklar içinde" yer alıyor.

Örgütün geleneğine göre üyeler birbirlerini her ahval ve şe­rait altında kayıtsız şartsız desteklemekle mükellef. Çok gizli ve sıkı bir organizasyon olan "kabirciler"in birbirine karşı mücade­le etmesi için de zaman-zaman kışkırtmalar ve acımasız bir ya­rış teşviki olabiliyor. Zira sonuçta örgüt Beyaz Saray'la bağlantı içine girebiliyor.

MSNBC Televizyonu'ndan Keith Olbermann'ın programına katılan Alexandra Robbins esas söylemek istediklerinin ne ka­darını söyledi bilemeyiz.

Ancak Musevi asıllı Olbermann'ın sorularına verdiği cevap­lar özetle şöyle:

"Kurukafa ve Kemikler"in ilginç bir yaklaşımı var. Örgüt önce insanlara oldukça korkunç ve abartılı görünen "mesajlar" veriyor, sonra bunu ciddiye alan insanlar, araştırmacılar, gazete­ciler alay konusu ediliyor, dalga geçiliyor."

Türkiye'de de bu yöntem genellikle Sabataycılık, masonluk ve bir kısım dinî tarikatlarla ilgili araştırma yapan veya kamu­oyunu bilgilendirmeye çalışanlara karşı kullanılıyor.

Cemiyete üye insanlar tabut ve / veya mezar içerisinde en gizli cinsi tecrübelerini diğer "kardeşleri"ne anlatıyor.

"Örgüt"ün en önemli gâyesi üyelerini çok güçlü hâle getir­mek ve sonra güçlenen bu üyeleri kullanarak başka üyelerini en kritik mevkilere yerleştirmek.

Son Amerikan seçimlerine, "Kurukafa ve Kemikler"in yak­laşımı, onların her ahvalde "kazanmak" için oynadıklarını gös­teriyor.

2004 başkanlık yarışı, Yani Bush ve Kerry arasındaki aman­sız mücadele, örgüt için "KAZAN YA DA KAZAN" ı ifade eden ilginç bir örnektir.

BOP'un arkasındaki güç bunlardır. Hıristiyan fundamanta- lizmi Evanjelizm sadece hedef kitleleri motive etmede kullanı­lan bir vasıta. Hollywood bunların emrinde. ABD'deki 13 ulus­lararası istihbarat teşkilatı, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve Pentagon bunların kontrolü altında.

Ne dersiniz? Türkiye BOP'un mayın eşeği mi olacak? Yoksa buraya kadar "onların kı:;ndi kaynaklarından" anlatmaya çalış­tıklarımı "SAÇMA" bulup kulağımızın üzerine mi yatacağız?

Bu çalışmanın bilgisayarda yazma işlemini bitirdiğimde de­ğerli tarihçimiz Cemal Kutay Beyefendi ile sohbet imkânı bul­dum. Bu yazıdaki konular da dahil sohbetimizin bir yerinde Sa­yın Kutay, "Hiçbir fikir ütopya değildir. Tarihte birçok olay var­dır ki önce ütopik denilmiştir" diye görüşlerini belirttiler.

Saygıdeğer işadamı ve fikir insanı Melih Bey'in de bu muhterem tarihçimizden aktardığı bir söz var: "Büyük ve id­dialı devletler her zaman gerçek niyetlerinin üzerini bir şal ile örterler."

Ben kendi adıma bir elimde Kuı'an, diğer elimde Nutuk ve cennet mekân Atatürk'ün "Gençliğe Hitabe"sini yeniden oku­yorum.

HOLLYWOOD, TÜRKİYE'YE KARŞI
KÜRESEL OPERASYON BAŞLATTI

ABD, hedef tahtasına koyduğu ülke veya ülkelere karşı ön­ce Hollywood vasıtası ile operasyon yapar.

Operasyonun ana maksadı, Hollywood filmleri ve TV dizi­leri kullanılarak, Amerikan halkı ve dünya kamuoyunun psiko­lojik olarak, ABD'nin siyasi ve askeri hedefine uygun hâle geti­rilmesidir.

11 Eylül 2001 saldırılarından önce Hollywood Araplara ne yapmıştı?

1980'1i yılların ikinci yarısından itibaren Hollywood filmle­rinde, önce ufak-ufak Arap aleyhtarlığı başladı. .. Sonra Arap aleyhtarlığının dozajı giderek artırıldı ve öyle bir noktaya geti­rildi ki bütün Araplar potansiyel terörist, İslâm da terörizmi destekleyen temel motivasyon unsuru.

Çok sayıda filmin içinde üçü var ki, âdeta 11 Eylül'e gidişin ve BOP'un yol hikâyesidir.

Birincisi, 1998 yılı yapımı "The Arlington Road / Arlington Yolu" filmidir. Bu filmin oyuncuları Jeff Brtidges-Tim Robbins.

İkincisi, "The Siege / Kuşatma". Filmin başrol oyuncuları Bruce Willis, Zenci aktör Denzel Washington ve Anette Bening.

Her iki film, özet olarak Amerika'ya, FBI merkezine saldırı ha­zırlığı içindeki Arap Müslüman teröristlerin ve derin bağlantıları­nın habercisiydi âdeta. Sanki bir şeylerin plânları yapılıyordu da Amerikan ve dünya kamuoyu psikolojik olarak devşiriliyordu.

Gelelim en popüleri olan "Swordfish / Kıhçbalığı" filmine. 2001 yılı, yazında ABD'de gösterime giren bu filmin başrol oyuncusu ünlü aktör John Travolta. Film eski bir İsrail-MOS- SAD ajanıyla CIA ajanının Amerika'yı korumak ve terör belâsı­nı ABD'den uzaklaştırmak gâyesiyle finanse ettikleri derin terör örgütlerine ve düzmece terör saldırılarına hangi yollarla para tedarik ettiklerini konu alıyor.     .

Uyuşturucu operasyonlarından sağladıkları kara parayı muhtelif ülkelerdeki banka hesaplarına yatıran CIA 1986 yılın­da başlattığı bu operasyona ve hesapların kullanıcı adına şifre olarak Swordfish/Kılıçbalığı adını veriyor... İşe FBI karışıyor, MOSSAD ve CIA adına çalışan usta "hacker"lar karışıyor, ABD kongresinin gizli operasyonlar masasından sorumlu bir senatör öldürülüyor... Eski MOSSAD ajanının parayı İstanbul'da ABD Büyükelçiliği'ne bombalı terör saldırısı düzenlemek ve suçu Ak­deniz'deki bir gemide kaçmak isterken kendini havaya uçuran Halid Al Haazad adlı Arap Müslüman teröristin üstüne yıkmak için çaldığını anlıyoruz.

CIA ve MOSSAD, ABD menfaatlerini korumak için terör su­çu işliyor. Filmin final sahnesinde intihar eylemi düzenleyen te­röristin öldüğü söyleniyor. Bu arada gerçekleştirilen terör ola­yında Arap Müslümanları zan altında bırakan MOSSAD ajanı­mız, yani Travolta imalı bir şekilde gülümsüyor.

Filmin oldukça ilginç sahnelerinden birisi, helikopter bir otobüsü havaya- kaldırarak götürürken Los Angeles'ın şehir merkezlerindeki ikiz kulelere otobüsü çarpma sahnesidir. New York'ta da İkiz Kulelere iki uçak çakıldı.

Gelelim Türklere. Türkiye'ye yönelik, operasyonel film ve TV dizilerine.

En meşhuru "24" dizisi.Kiefer Sutherland'ın oynadığı Gol­den Globe ve Emmy ödüllü televizyon dizisi, hayal mahsulü Müslüman kökenli teröristlerle anti-terör teşkilâtlarının müca­delesini işliyor. ABD Savunma Bakanı ile kızını kaçıran, kanlı eylemler yapan Müslüman teröristleri Türkiye'den terörist bir Türk gurubu yönlendiriyor.

Dark Holiday filmine gelince ... New York'lu dul milyoner Gene Le Pere'nin, Marmaris'te tatildeyken satın aldığı hediyelik eşyaların tarihi eser çıkması sebebiyle tutuklanması ve cezaevi­ne girmesi konu ediliyor. Le Pere'nin kendisi bile senaryonun gerçekleri çarpıttığını kabul ediyor.

Bir başka film ise, Out of Reach. Başrol oyuncusu Steven Se- agal olan filmde, Polonya'da bir Türk şebekenin yetimhanedeki kız çocuklarını kaçırıp açık artırma ile sattığı anlatılıyor. Film 2004 yılında gösterime girmişti.

Şimdilik sonuncusu olan, "The West Wing" adlı diziye ge­lince. Dizide Türkiye zina yapan' kadınların kafalarının kesile­rek öldürdüğü bir ülke olarak gösteriliyor.

Beyaz Saray'ın Batı çalışma kanadını anlatan The West Wing, kürtaj, uyuşturucu, lezbiyen ve homoseksüel "haklarını" tolere ediyor ve Yahudi düşmanlığını kınıyor.

Film ve dizilerin ortak noktası yapımcı şirketlerin veya gös­terime sokan TV kanallarının sahiplerinin hepsinin Yahudi ol­ması.

Bilgi için, Universal Pictures'in kurucusu Alman Yahudisi Carl Laemmle, Paramount Pictures'ın kurucusu Macaristan do­ğumlu Yahudi Adolph Zucker, Fox Film Corporation'un kuru­cusu Macaristan' da doğan ve Amerika'ya göç eden Yahudi Wil- liam Fox'dur. Rusya doğumlu Yahudi Louis B. Mayer, Metro- Goldowyn- Mayer'in kurucusu, Polonya Yahudisi Benjamin Warner ise Warner Brothers'ın kurucusudur.

Colombia Pictures'ın kurucusu Yahudi Harry Cohn, Mira- max Film' in kurucuları ise Yahudi Harvey ve Bob Weinstein.

"West Wing" NBC'de, "24" ise Fox televizyonunda yayın­lanmakta.

Gazetelerimizin hemen hemen hepsinin haber yaptığı bu konuyla ilgili yorumlar ise tam bir cahillik örneği.

Efendim, Arap lobisi ABD'de çok güçlü imiş, onun içinde Müslüman olduğumuzdan Türklere çamur atılıyormuş. Ermeni ve Rum tezgâhı da önemliymiş.

Bunların hepsini geçiniz. ABD'de Hollywood Yahudilerin elindedir. Daha önce Araplar için düğmeye basan ABD derin devlet merkezi, bu defa Türkiye ve Türkler için düğmeye bas­mış durumda.

Çünkü Türkiye "Yeni Dünya Düzeni"ne giden BOP'un önündeki en büyük engel.

Bir zamanlar sosyal içerikli filmler geyiği ile meşgul olan Yeşilçam, şimdi de etnisiye takıntılı filmlerle meşgul. Nerede Ame­rikalıların Kızılderili katliâmını anlatan bir film?

Kendimizi kandırmayalım. "Metal Fırtına" kurgu gerçeğe dönüştürülmek istenebilir. Türk milleti her şeye hazırlıklı olma­lıdır.

Atalarımız ne güzel söylemiş:"Geberecek it cami avlusuna pisler" diye.

Kaynak: HOLLYWOOD VE KABALA'NIN 13. HAVARİSİ/ EVANJELİZM- DÜNYA İMPARATORLUĞU VE TÜRKİYE

 

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar