Ali Urfi Efendinin Sözleri
Babamda
ben baba iken, babam doğurdu anamı
Anamda
meme emerken, anam doğurdu babamı
Babam
doğurdu anamı, anam büyüttü babamı
İkisi
de birlik idi, ıtlâk etmeden anamı
Böyle
bir zerre-i mâder değilim, sanmayın ebter
Babamla ahd ettim,
oldum ki, doğurdu anamı
Babam
bana veled dedi, her emrine muti kıldı
Anam
mahremsin dedi, görmedim vechi anamı
Münkir
buna deme lâ lâ, başına gelmemiştir zira
Bu
sırdır hafiyül hifâ, bilen bilir o anamı
Babamı
görürüm herbar böyle vermiştik ikrar
Vechin göstermedi
zira anıniçün görmem anamı
Bu
sözler bilmece değil, nefsil emirde hilâf değil
Urfi,
deli sarhoş değil, söylerim baba anamı.
ŞEREFLİ SÖZLERİN ŞERH’İ
“Bismillâhirrahmânirrahîm”
Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm Muhammed
(s.a.v) e, kutlu ailesi ve dostlarının üzerine olsun.
Babamda
ben baba iken, babam doğurdu anamı
Anamda
meme emerken, anam doğurdu babamı
Beyitte ifade edilen doğurmayı, unsur ile
ilgili yeniden meydana getirmede alışılmış olan doğurma şekline yüklenilecek
olunur ise, baba anayı, ana babayı doğurmuş olmasının imkânsız olduğu gibi, bu
ilk defa söylenmiş bölümlerin sözlerini anlayışlara sığdırmak kabul edilebilir
değildir. Fakat “Seyr-i süluk” (Hak yola girmek) reisinin
mertebeleri geçme ile zevk ve şühud bakımından açıkça görmüş olduğu
İlâh ile ilgili tecelliler olmakla, Melamiler grubunun bilgisi olduğu
üzere: “Ben zatımda zat ile zat iken, zatım açık etti sıfatımı.
Sıfatım levhasında leddüniyat (Allah bilgisi ve sırları)öğretisi ile
nağme eden iken, sıfatım gösterdi zatımı” demek olur ki, yani
zatımda kendim zat iken zatıma olan zatım ile ilgili sevgim zıtlık göstermiş
olmakla sıfatım görünür oldu. Eğer ki, bu sıfatla sıfatlanmış olan Hak’tır.
Hak’tan başkalar olmadığı halde bu sıfatı kendine nispet etmek baş kaldırmış,
büyüklenme yapmaktır. Ancak nefsine (kendine, benliğine) arif olup, kendisinde
Hakk’a arif olan kâmilin, kendiliğinden eseri olmaksızın Hak onun aynı olduğu
hakikat olarak meydana çıkmış olmakla, her sözü onun dilinden söyleyen Hak
olup, Hakk’ın mutlak olan zat hakikatinde doygunluğa bağlı çekingen, gerekli
bulmayan sıfat ve isim kendi olan zat iken zat ile ilgili kesret
sevgisi esmâ (isimler) ile görünür olmasına sevgi duydu. Ben de
Hakk’ın vücudunda yok olan idim. İnsanlığıma arif olmadığım değeriyle benliğim
var olandır derken, Hakk’ın zat sevgisi zata ait sıfat ile görünür oldu. Zat:
Baba, Sıfat: Ana, ben de evlat oldum. Babamın doğurduğu, anamın babamdan
seçilen (fark edilen) olmadığı halde, babamın vücudundan çıkardığı hakikat
meyvelerinden ve çeşmelerinden akıttığı irfaniyyet (Hak sırlar
bilgileri) ile beslenirken, benim benliğim kendini göstermeyerek benden bana
görünür olmakla birlik, teklik meydana gelmiş oldu. Buraları sülük ehline doğru
zevk ile meydana gelmiş olup, insanların ise dillerinde dolaşan dedikoduya
uygun, açma ve ayrıntılı anlatımı kabul etmediği yönüyle kâmil arifler
özetlenmiş olarak bu söylemi, söyledikten sonra farklılaştırma ve
kuvvetlendirme makamında:
Babam doğurdu anamı, anam büyüttü babamı
İkisi
de birlik idi, ıtlâk etmeden anamı
Beyit’ini buyurmuşlardır. Yani, “Zatım
açığa çıkarmış oldu sıfatımı” demek olur. Baba, değer vermiş
olduğu mutlak olan zatının kendinde ve dışında bağ ile serbest bırakılmaktan
kesin olduğu halde kendi vücudunda, vücud hararet olmadan var olmuş
olan kendi sıfatını isimler kesreti ile açığa çıkarmış olduğu eksiksiz zevk ile
mertebelerde yol almış saliklere açıktır, bellidir. Kuruntularda şekillenmiş
olup, halkın anlayışına uzak olan ikilik nispetinin, her bir ismin hükümlerine
göre hayal ile ilgili kuvvetlerinden birinin şahsını hatıra getirilmiş olan. Ve
olabilir kişilere vermiş olduğu değerlerin dereceleri kabiliyet imkânı ve
kabiliyetlerine göre, her salikin zevkinde meydana gelen olması için kâmiller
aklın ermeyeceği gizlilikleri bu benzerli yanıltıcı kelimeler ile uyandırma
yapar. Çünkü bir salik yanında ikilik nispeti, zenginlik yanında fakirlik demek
ise, Hakk’ın zenginliği yanında kulun fakirlik göstermesi ortaklığa
dâhil olma emrinden korkma yeridir. Bundan dolayı fakirin imkânı, zenginin
tersi olma değerinden ibaret olmakla diri olan ölü olduğunun tespitidir.
Bununla beraber, zenginlik ile fakirliğin kayıt ve bağ değerinden fakirliğin
zenginlikte tükenmesi halinde zenginin ehadiyyetinden, birliğinden:
Böyle bir zerre-i mâder değilim, sanmayın ebter
Babamla ahd ettim,
oldum ki, doğurdu anamı
Beyit’ini buyururlar. Kendinle beraber, toplu olan olabilenlerin varlığı
gerekli vücutta hatırı sayılır imkânı varlığı olmayan olan fakirden ayrı
olmadığı. Ve bu fakirliğinde zenginliğe karşılık bir nispeti olmayan
olup, kâmil arifin serbest bırakma olarak isimlendirdiği ruhsuz değerlerin
gizli tarafı, içyüzü bilinmesi için, ana baba ve çocuğun. Yani Zat, Sıfat ile
isimlerin kesret ile ilgili vahdet farklılığında sevenlerin dillerinde
dolaşmakta olan sevgi kelimelerinin aktığı yolunu çirkeflik döküntülerinden
temizlemek için, böyle zatın evladıyım ki, nesli sonsuza dek kesilen olmaz.
Zatımın kendi kendisi ile ilgili zatının zamanında, sıfatımın isimler ile
görünmesinin mümkün olması, “Ben zatım ile söz verdim” buyurduktan
sonra, ana baba, çocuk her biri sıcak kişiler olarak değerlendirilmiş olmamak
için birlik ile ilgili teklikten:
Babam bana veled dedi, her emrine muti kıldı
Anam mahremsin dedi, görmedim vechi anamı
Beyit’ini buyururlar. Yani, teklik, birlik katında sıfatın yüzü olmadığı
belli ise de, bilinen dört unsura nispet olunsa; su ile toprak baba. Sıcaklık
ile soğukluk ana olarak değerlendirilir. Toprak içinde su ve her su altında
toprak var olup, bir çekirdeği toprak içine gömmüş olsalar, toprakta var olan
su ile beslenir, sıcaklık ve soğukluğun terbiyesi ile cinsinin aynı olan bir
ağaç meydana gelmiş olur. Bu benzetme hükmü ile su ve toprak baba, ateş ve hava
anası olur. Bu sürüp çıkma ile bir müddet kalıcılığı mümkün olup, sonrasında su
ve torağa dönmüş olur. Her halde o ağacın unsurlar ile bileşiği asıl ve
olabilirliği bilinmiş olursa, inkârcının inkârı cesareti, olabilen huyları
gerekliliğinden olmakla o aklınca iş yapana seslenme ile:
Münkir buna
deme lâ lâ, başına gelmemiştir zira
Bu
sırdır hafiyül hifâ, bilen bilir o anamı
Beyit’ini buyurmuşlardır. Çünkü gizli olandan daha gizli olan
ve aklın ermeyeceği bu işler belli ve apaçık olduğu halde her olabilenin başına
gelmiştir. Fakat inkârcılar yok, arifler mutlaka deyip bilen bilmiş,
bilmeyenler inkârda kalmışlardır. Seçkin kişinin, inkârcının inkârını kötü
niyetli bulduktan sonra saliklerde şüphe kalmaması için:
Babamı görürüm herbar böyle vermiştik ikrar
Vechin göstermedi
zira anıniçün görmem anamı
Beyit’ini buyurmuşlardır. Geçmişlerde şeriatın izin verdiği ayrıntılı
anlatımlar olduğu üzere, kendine arif olan kâmilin daima zatında başkalık olan
bir yüz görmediği ve sıfatını, dışta varlığı olmadan. Bir olan yüzde de yani,
anasını, babası vücudunda vücutsuz olarak şühud etmiş olarak. Ve kendisi,
babası vücudunda darmadağın olup babası onun aynı olarak zat, sıfat
ve esmâ diyerek adlandırılmış olunduğu üzere. Ana, baba, evlat
değerlendirmeleri hakikat üzere olan zevkinden meydana gelmiş olduktan sonra.
Söz dinleyip çıkmış olanı karşılamış olan neşeler dilinden dolaşmış olmasıyla,
zevk üzere çıkmış olanı gıda olarak kabul ettiği için. Ve zat ile ilgili
neşeleri başkalara dağıtıp ilan edilmesinin mümkün olmadığı için özellikle
ariflerin zevkinde meydana gelmiş olup, başkalıkla görünür olan akıl sahiplerinin
anlayış ve kavrayışlarına sığdırması mümkün olmayan aldatıcı, dolaylı anlatımı
olan kelimeler ile neşeleri yerine getirmiş olurlar. Ve her sözü mutlak olarak
ele alıp, akıl sahiplerinin bir yönüyle açma ve ayrıntılı anlatımlarını kabul
etmediği gibi, her salikin şühudunda meydana gelen toplu manaları
dahi içine alan olup, nasibi olmayanın zevkine göre çeşitli manaları kabul
etmediği için, iki tarafta, yanlarda olanlara son olarak seslenme ile:
Bu sözler bilmece değil, nefsil emirde hilâf değil
Urfi,
deli sarhoş değil, söylerim baba anamı.
Beyit’ini buyurmuşlardır. Çünkü akıl sahiplerinin anlayışlarında
şekillendirmiş oldukları ibadet edilecek olana kul
olması nefs-ül-emr’e (işin hakikatine) uygun olsa, ortada yalan ve
uyuşmazlık olmazdı. Genel dillerde geçerli olan
ayrılıkların nefs-ül-emr’e uygunluğu olmaması yönünden olduğu görünür
olmakla, görüşe dayalı düşünce sahipleri: “Bunu bir kişi bilmece
olarak yalandan söylemiş veya aklı karışmış sarhoş veya bir delinin söylemiş
olduğu sözlerdir diye bu konuşulan sözlerin hiçbir kitapta yeri ve yerleri
yoktur.” Gibi sözlerle dil uzatmış olması doğaldır. Kaldı ki,
mertebe sahiplerinin zevkinde meydana gelmiş olup, nefs-ül-emirde uygun,
zatından zatına hakikat olarak meydana çıkmış olarak, babası yüz seneden
yüzeli, anası o yüzde bir elli doğmaz doğurmaz. Zatında aynı çocuk o elli zevk
ve şühud bakımından meydana gelmiş olup, çocuk, ana ve babanın
tekliğiyle birliği görünür olur… Her şeyin gerçeğini bilen yüce Allah’tır…
Mayadağlı
<<İSMAİL HAKKI EFENDİ>>
Meslek-i Melâmiyye
Hizmetçisi
Not: İsmail Hakkı Efendi tarafından yorumlanmış olan şerefli ve hikmet dolu
sözleri açığa çıkaran Melâmilik mesleği üzere isteyici müminleri aydınlatmış
Kâmil mürşitlerden Ali Urfi Efendi Hicri 1305
yılında vefat edip Selanik Mevlevihane’si civarında defnedilmiştir. (Hüseyin İşbilir)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar