WAİTİNG FOR GODOT / Godot'yu Beklerken (2001)
Yönetmen: Michael Lindsay-Hogg
Senaryo: Samuel Beckett
Ülke: İrlanda
Tür: Dram
Rating: 7.7
Vizyon Tarihi: 04 Şubat 2001 (İrlanda)
Süre: 120 dakika
Dil: İngilizce
Web Sitesi: beckettonfilm.com
Oyuncular: Barry McGovern, Johnny Murphy, Alan Stanford, Stephen
Brennan, Sam McGovern
Özet
Samuel Beckett'in meşhur oyunundan uyarlanan film "Waiting For
Godot", 2001 senesinde çıktı. 2 defa Emmy'e aday gösterilen Amerikan
sinemacı Michael Lindsay-Hogg tarafından çekilen film, DVD olarak piayasaya
çıktı. İrlandalı aktör Barry McGovern ve Johnny Murphy'nin başrollerini
paylaştıkları bu tek mekanlıık filmde Stephen Brennan, Alan Stanford ve Sam
McGovern de rol alıyor.
İki
kişinin Godot adlı birini beklemeleri üzerine kurulu oyun, Godot'un kim
olduğunu, beklenen yere gelip gelmeyeceği veyahut karakterlerimizin Godot'u
niçin beklediğine dair bilgi vermiyor. Yaprakları dökülmüş bir
ağacın altında Godot'u beklemeye başlayan Vladimir ve Estragon'un arasında
geçen diyaloglarla ilerleyen oyuna sonradan katılan Pozzo ve kölesi de oyunu
ilginç kılan yan karakterler olarak beliriyorlar.
Ön Fikir
Kimsenin gelip
geçmediği, sadece kuru bir ağacın olduğu
ıssız bir yol kenarında geçen oyunun iki başoyuncusu Vladimir ile Estragon, Godot
adını verdikleri bir kurtarıcıyı beklerler.
Godot : Toplumsal ve bireysel özelliklerden arındırılmış olsa da
somut görüntüsüyle bir “varlık”tır. Sembolik olarak kimine göre umut, kimine
göre Tanrı’dır. Her birey ve toplum Godot’yu kendi kimliğine göre yorumlar.
Godot, Cezayirli köylülere göre, toprak reformu; Polonyalı seyircilere göre,
ulusal bağımsızlık, kimine göre hiç gelmeyecek olan sosyalist düzendir.
Burada önemli olan
Godot’un ne olduğu değildir, çünkü bunun ne olduğu kişinin ruh haline ve içinde
bulunduğu toplumsal yaşama göre değişir. Asıl soru şudur:
İki ana
karakterin Godot’yu bekleme dışında hiçbir umutları yoktur. Burada iki temel
düşünsel eylem vardır:
- İnsanın varoluşunun bir anlam
taşıyıp taşımadığı. İnsanın “ben” diyebileceği bir öze sahip olup
olmadığı.
- İnsan için kurtuluş
olasılığının bulunup bulunmadığıdır.
Yukarıda da söylendiği üzere, oyunda Godot tanımlanamayan belirsiz bir
varlık ya da “yok”luk gibidir. Oyunda Godot’nun ne olduğundan ya da kim
olduğundan öte ne yaptığı önemlidir. Godot’nun anlamı bağlamsal olabilir ama ne
yaptığı konusunda hem-fikir olmak zor değildir: O, oyundaki kişilere bir amaç
verir. Dolayısıyla Godot’nun olup olmaması da çok önemli değildir onlar için.
Yaşamlarındaki tek devinim onu bekleme eylemidir. Bir türlü gelmez ama onu
beklerken zamanı geçirebilirler. Kaotik gerçeklerini düzenleyebilen bir öğedir
bu durumda. Godot’nun gelmesini beklerler ama aslında gelişi onlar için sahip
oldukları tek amacın da yok olması demektir. Dolayısıyla gelmesi gel-memesinden
çok daha kötüdür.
GODOT'YU BEKLERKEN ÜZERİNE
Selnur Şarman
7 Ocak 2007
Samuel Beckett
tarafından yaratılan, ‘Godot’yu Beklerken’, sahneye konduğu ilk günden itibaren
birçok tepkiyle karşılaşmış bir oyundur. Eser, Fransızca yazılmış, ilk basımı
1952’de yapılmıştır. Seyirci karşısına ise ilk kez, 1953’te çıkarılmıştır. 2.
Dünya savaşı sonrası yazılmış bir romandır. Hitler ve atom bombası, insanların
gelecek umutlarını yitirmelerine yol açmıştır. İnsanların gelecek kurma adına
eylem oluşturacak bir seçenekleri kalmamıştır, dolayısıyla bu eser savaş
sonrası yazılmış diğer eserler gibi umudu bekleyişe yöneliktir.
Absürd Tiyatro’nun bir
özelliği olarak giriş- gelişme- sonuç gibi bir olay örgüsünün olmayışı ve bir
durum öyküsü gibi dönem, yer ve kişilik analizlerinin net verilmeyişi kendinden
önceki edebiyat yapıtlarından farkını ortaya koyar. Absürd Tiyatroda,
olayların belli bir başlangıcı ve bitişi yoktur, bunun aksine tekrarlardan
oluşan, başladığı yere geri dönen, ya da bir zaman döngüsü içinde sonsuzluk
prensibi uygulanır biçimde belli bir zaman dilimini temsili olarak işleyen
biçimler vardır. Klasik tiyatrodaki gibi belli bir olay örgüsünün olmayışı
ve seyircinin bu eski biçimlere koşullanmış olmasından dolayı oyun çok olumsuz
tepkiler almıştır. Anlaşılamamış ve dolayısıyla da beğenilmemiştir. Ancak
1957’de San Fransisco’daki bir hapishanede sahne alan oyunun sonunda hapishane
adeta alkıştan yıkılmış ve son derece coşku dolu olumlu tepki uyandırmıştır. Bu
“şaşırtıcı” olay üzerine, eleştirmenler eseri tekrar inceleyip her satırını
didik didik incelemişlerdir. Sonucunda da çok farklı yorumlar ortaya çıkmıştır.
Oyun, varoluşçuluk
felsefesini çok çarpıcı bir biçimde işlemiştir. Bu da oyundaki iki ana
karakterin “yarına kalmamız için bir nedenimiz olmalı” fikriyle paralel olarak
gelişen hareketleriyle anlaşılır. Vladimir ve Estragon, insanın doğumu ile
ölümü arasındaki serüveni anlatır. Oyun aynı biçimde başlar ve aynı biçimde
sonlanır. Beckett, anlamsız bir varoluşun sonsuza dek sürecekmiş gibi gelen
sürecinden bir kesit sunmuştur.
Anlatım Düzlemi:
Sahnenin tam ortasında yer alan kurumuş bir ağaç. Kır Yolu ve gün ışığı… Tüm
dekor budur.
Yırtık
pırtık kıyafetleriyle Gogo ve Didi (sahne adlarıyla) içeri girer. Sahne
giysileri içinde rahat değillerdir.
Didi’nin şapkası kafasına batar, Gogo’nun çizmesi ayağını vurur. Didi kasık
ağrılarından dolayı kahkaha atamaz, Gogo ise zorlukla yürür. Bu iki ana
karakter, oyun boyunca diyalog içindeler gibi gözükseler bile çoğunlukla
cümleleri yarım bırakırlar, tekrarlar kullanırlar, bir fikri bitirmeden
diğerine geçerler, yada Didi konuşurken, Gogo bulduğu her fırsatta uyuklar. Boş
bir sahne üzerine <dünya’ya> yazılı bir metni sergilemek için değil de
kendi rollerini oluşturmak üzere fırlatılmış ik oyuncuya benzer. Oyundaki temel
eylemleri oyun oynamak, oyalanmaktır. Yapmakta özgür olmadıkları tek şey
sahneyi terk etmektir, sahnedeki varoluşlarına son vermektir.
Geceyi sefil koşullarda
geçirirler, ertesi gün yine aynı yerde buluşurlar. Yaptıkları tekdoğru dürüst
iş, beklide onları içinde bulundukları zor durumdan kurtaracak olan Godot’yu
beklemektir.
Oyunun bir yerinde
nereden gelip nereye gittikleri ve kim oldukları tam olarak anlaşılamayan iki
yan karakter sahneye girer ve bir anda tüm dikkatler bir anda bu ikilinin
üzerinde toplanır. Bunlar, “sahip” olan Pozzo ile “köle” olan Lucky’dir. Pozzo,
Lucky’nin yetenekleri ile bir yere gelmiş ve küçük burjuva alışkanlıklarını
sürdürerek çevredekilere tepeden bakmaktadır. Görkemli görünüşe rağmen, Pozzo
pek iyi durumda değildir. Astımı var, rahatça oturup kalkamaz. Kendi durumunu
görmezden gelip, Lucky’ye son derece kötü davranır. Lucky’nin yarım yamalak
sözcük öbeklerinden oluşmuş uzun bir tiradı var. Bu tirad, bütün olarak
anlamsız, ancak gruplar halinde çok dahiyane söylenmiş ifadelerden oluşur. Bu
tiradı dinlerken,
Vladimir:
Ne hoş bir akşam geçiriyoruz.
Estragon:
Unutulmaz
V:
Berbat!
E:
Ucuz piyezden de kötü.
V:
Sirkten’de
E:
Müzikhol’den de
Burada Beckett, kendi
oyununu seyirci gözüyle eleştirmektedir.
Karakter Analizi:
Ana karakterler
birbirlerine kendi isimleriyle hitap etmezler. Bunların yerine takma isim olan
Gogo ve Didi’yi kullanırlar. İsimlerinin bir önemi yoktur, çünkü kişiliklerinin
bir önemi yoktur. Klasik tiyatro ve hikayelerde olduğu gibi, karakterlerin
fikirlerini, zevklerini ve nelerden hoşlandıkları, kısacası onları diğer
insanlardan ayıran özelliklerini bilmiyoruz. Beckett, iki oyun kişisinin
“varoluş” serüvenini sergilerken onların benliğe sahip oldukları kanısına
varmamızdan kaçınmıştır. Karakter ve olay örgüsü dışlanmıştır. Çünkü olay
örgüsü zamanla gelişen olayların bir önem taşıdığını gösterir. “Karakter”in varlığı
da “kimlik ve kişilik” özelliklerinin önemli olduğu duygusunu verir. Kısacası
Beckett, “insanı özüne indirgeme” yoluna gitmiştir.
Bireyi toplumsal
kimlikten, ‘bilinç’ ide ‘benlik’ten arındırma süreci ise bir anlamda “tüm
insanlık”, bir anlamda “hiç kimse” özelliği taşıyan iki bilge aylaktır. Hem
“herkes”i temsil edecek kadar güçlü, hem de “hiç kimse”yi temsil edecek kadar
silik karakterlerdir. Hiçlik kavramı, üstünde düşünüldüğü, konuşulduğu zaman
kendi kendini yok eder. Çünkü hiçliği konuştuğumuzda onu var ederiz. Oyundaki
kişilerin sahne üstünde somut olarak görünmesiyle hiçlik ve varlık arasındaki
ilişki ortaya çıkar.
Gogo ve Didi, sürekli
ikilidirler. Bir aradayken tamamen zıt, fakat birbirleri olmadan yapamazlar.
Tek başlarına bir işe yaramayacaklarını bilirler, bu yüzden birbirlerinden
ayrılmazlar. Bu yüzden, Bazı eleştirmenlere göre, bu iki karakter şu şekilde
temsil olunmuştur:
Estragon (Gogo) İd
Vladimir (Didi) Süper ego
* Vladimir: Düşünsel ve duygusal
yanı ağır basan, düşçü, umuda yönelik, insan onuruna değer veren bir
yaratılıştır.
Vladimir’in düşünsel
düzeydeki rahatsızlığı şapkasını durmadan çıkarıp içini yoklamasıyla
belirlenir. Geçmişi anımsamaya çalışan “varoluş”unun bir özü olup olmadığını
bulmaya çalışan Vladimir’dir. İncil’i okumuştur, ve incil’i iyi bildiğini
kanıtlamak ister gibi, İncil’den hikayeler anlatır.
* Estragon: İnsanın güdüsel yanını
yansıtır. Estragon geçmişi anımsamaz. İnsani değerlere kafa yormaz. Aklı ya
midesinde ya ayaklarındadır. Her gece rüyalarında birileri tararından dövülür.
Estragon’un varlığının
fiziksel konumuna indirgenmişliği, ayaklarını içinde bir türlü rahat
ettiremediği çizmelerini durmadan giyip çıkarmasıyla belirlenir. Estagon
fiziksel gereksinimleri dışında her şeyi hiçleyen bir tutum içindedir. Godot’yu
beklemeye tutsak oluşunun nedeni de Vladimir’den ayrılamayışıdır.
(Estragon’un seçimi
intar etmektir. Ancak Vladimir’in –..ya Godot gelir de bizi bulamazsa?....
sözleriyle intardan vazgeçer)
Bu ikilinin sürekli
çatışma halinde olmaları, insanın iç dünyasında yaşadığı çatışmaları anlatır.
Yani Beckett, insanı parçalara bölerek anlatmıştır. İçimizde yaşadığımız
çatışmalar, sahnedeki iki somut insanın yaşadığı bir dış çatışmaya dönüşür.
*
Pozzo: Sömüren egemen güçleri,
*
Lucky: Düşünsel ve bedensel emeği simgeler.
Pozzo ve Lucky
karakterleri çok abartılı anlatılmıştır. Pozzo, yaşadığı her eylemi törene
dönüştüren bir sahip, Lucky ise ağır yükleri tek başına taşıyan bir uşaktır.
Pozzo sürekli saate bakarak acelesi olduğunu belirtir, ancak nereye gideceğini,
ne yapacağını, gideceği yerde ne bulacağını kesin bilemez.
Bu ikilinin Estragon ve
Vladimir’le tek ortak noktası, fiziksel rahatsızlıkları olmasıdır. 1. bölümde
Lucky’nin yeteneklerinin gösterilmesi istenir. “…Danset!” denir. Dans
edemeyince düşünmesi istenir. Lucky’nin konuşması düşünme eylemini gösterir.
Tiradı son derece bilgiççe sözcük gruplarının birbirine mantık sıralaması
yapılmadan eklenmiş yan tümcelerden ve sözcük kümelerinden oluşur.
İkinci yarıda ise Pozzo,
kör, Lucky ise dilsiz olmuştur. Dolayısıyla sahip-köle ilişkisi çöküştedir, ve
ilk yarıdaki gibi katı ayrımdan uzaklaşır. Değişen zaman koşulları, toplumsal
ve tarihsel süreçte yaşanan olayların özetidir. Pozzo kör olduğu için, lucky’ye
muhtaçtır.
Beckett, bu dört
yuncuyla insanı dörde bölmüştür. İnsan, tarihsel, toplumsal ve evrensel
düzlemlerdeki çeşitli konumlarıyla bu dört karakterde şekillenir.
* Çocuk:
Her perdenin sonunda,
Godot’un gelemeyeceğini bildirmek için haberci olarak bir çocuk seçilmiştir.
Çünkü çocuk, saftır , saflığıyla istenenleri aynen iletir.
Oyunda bazı göndermeler
vardır, koyunlara bakan çocuğun Godot tarafından sevilmesi, keçilere bakan
kardeşinin Godot tarafından dövülmesi, Habil ile Kabil hikayesini anımsatır.
Zaman ve Mekan Kavramı:
Oyunun geçtiği mekan ,
kimsenin gelip gitmediği, hiçbir olayın yer almadığı ıssız bir yol kenarıdır.
Bu alanın dışına çıkmazlar, çıkamazlar. Beckett, bu iki karakteri sanki sahneye
hapsetmiş gibidir. Bununla verilmek istenen düşünce, bir yerden bir yere
gitmenin varoluş sancılarını dindirmeyeceği görüşüdür.
“--Eğlendiğimiz zaman
vakit çabuk geçiyor”
Karakterler, burada
zaman ve edim arasında bağ kuruyorlar. Estragon ve Vladimir günlerini
beklemekle geçirirler. Oyunun temel devinimini oluşturan ‘bekleme’ eylemi
kişileri edilgen bir konuma itmektedir.
Toplumsal yaşamda görev
ve yetkilerimiz vardır. Hepimizin yetişmesi gereken yer, yapmakla yükümlü olduğumuz
mecburiyetler var. Dolayısıyla günlük yaşam koşturmacası içinde zamanın ne
kadar çabuk geçtiğinden yakınırız. Oysa sevdiğimiz işlerle uğraşırken vakit çok
çabuk geçer. Ancak birini beklerken zaman çok yavaş geçer.
Vaktin genel olarak çok
hızlı geçtiğinden şikayet ederiz çünkü toplumda etkin rollerimiz var. Ancak
etkin roller oynamayacak kadar güçsüzleşen insanlar için saatlerin hiçbir
ayırıcı özelliği kalmıştır… Bu gibi durumda insanlar, zamanın geçmek bilmeyen
bir bekleme sürecine tutsaktırlar.
Oyun boyunca “varoluş”
adı verilen bir kılıf içinde bir “ben” bulunup bulunmadığı araştırılır. Gerçek
bir “ben” var mı?
İki ana karakter,
bekleyişlerini olmayan ‘zaman’ın alabildiğine yavaş akışı ve hiçbir yer
özelliği taşıyan sahnede geçirirler. Toplumla tüm bağlarını koparmış, üstündeki
eski kıyafetlerinden başka hiçbir şeyi olmayan iki aylaktır. Bekleme sırasında
birbirleriyle konuşur, tartışır, darılır, barışır, ayrılır, buluşurlar.
Susarlarsa varlıklarından kuşkuya düşecekleri için konuşurlar. Konuşmalarının
çoğu birbirleriyle iletişim kurmalarını sağlamaz. Çoğu cümleye başlayıp yarıda
keserler, birbirlerini dinlemezler bile. Sessizlikler olur. İşte duraklama
anları, sözcük tekrarları, yaşamın ne denli monoton ve tekdüze olduğunu
gösterir.
İkinci yarıda var olan
kuru ağacın yeşermesi, dün-bugün ilişkisini değil de, sanki uzun bir zaman
dilimini geçtiğini bildirir. Bu da zaman birimleri arasındaki değişiminin
alışık olmadığımız biçimini verir.
Godot : Toplumsal ve bireysel özelliklerden arındırılmış olsa
da somut görüntüsüyle bir “varlık”tır. Vladimir ve Estragon’un bekleyişine son
verecek bir olgudur. Sembolik olarak kimine göre umut, kimine göre Tanrı’dır.
Her birey ve toplum Godot’yu kendi kimliğine göre yorumlar. Godot, Cezayirli
köylülere göre, toprak reformu; Polonyalı seyircilere göre, ulusal bağımsızlık,
kimine göre hiç gelmeyecek olan sosyalist düzendir.
Burada önemli olan Godot’un ne olduğu değildir, çünkü bunun ne olduğu
kişinin ruh haline ve içinde bulunduğu toplumsal yaşama göre değişir. Asıl soru
şudur:
İki ana karakterin Godot’yu bekleme dışında hiçbir umutları yoktur. Burada
iki temel düşünsel eylem vardır:
İnsanın varoluşunun bir anlam taşıyıp taşımadığı. İnsanın “ben”
diyebileceği bir öze sahip olup olmadığı.
İnsan için kurtuluş olasılığının bulunup bulunmadığıdır.
Varoluş :
Pozzo ve Lucky ikinci
perdede yeniden göründükleri zaman Vladimir ve Estragon’u anımsamazlar. ( Acaba
ilk karşılaşma yanılsama mı?)
Her perdenin sonunda
görünüp onlara Godot’nun gelemeyeceğini bildiren çocukta, onları daha önce
görmediğini söyler.
Geçmiş yaşantılarına
ilişkin anılarını Estragon’la paylaşmak isteyen Vladimir, arkadaşı hiçbirşey
anımsamadığı için başarılı olamaz. Vladimir’in varoluşundan duyduğu kuşku
ortada hiçbir tanık olmadığı için oyun boyunca dile getirilemez.
“Eğer varsak,
başkalarının zihinde, onlarla olan ilişkilerimle ve onlar üstünde yaptığımız
etkiyle varızdır. Ancak yaşamımızın bir bölümünde başkalarının bizi
görmediğinin bilincine varırız. Bu durumda varolduğumuzdan nasıl emin
olabiliriz?”
Descartes’ın düz
mantığını ikileme dönüştürmüş oluyoruz. “Düşünüyorum , ama var mıyım?”
Vladimir oyun sonuna
kadar bu arayışı sürdüyor. Yaşama dayanabilmemizin tek yolu, insanın durumu ne
denli anlamsız olursa olsun, yaşamın bir anlamı olması gerektiğidir. Beckett,
bize bu iki karakter yoluyla, “hiççi” bir yaklaşımı değil, insanın hiççi
olmasının olanaksızlığını gösterir.
Estragon: “ ..her zaman
kendimize varolduğumuz izlenimi vercek bir şeyler uluyoruz, di mi Didi?”
Vladimir, insanın kurtuluşu
var mıdır ?
sorusunu irdeler.
İncil’e göndermeler yapar. İsa ile çarmıha gerilen iki hırsızdan biri, son anda
olumlu tutumuyla cehennemden kurtarılmış, diğeri de olumsuz tutumuyla
lanetlenmiştir. Bu durumda kurtulma şansı yarı yarıyadır. Ayrıca perdenin
sonunda gelen çocuğun söylediği gibi, Godot’un insana iyimi kötü mü davranacağı
önceden bilinmez. Hem babacan hem acımasızdır. “Umutsuzluğa kapılma
hırsızlardan biri kurtuldu, umuda kapılma, hırsızlardan biri lanetlendi. Ancak
İsa’nın çarmıha gerilişindeki bu olayı 4 incil yazarından sadece biri
anlatmakta, dolayısıyla kanıtlanmamaktadır. Çarmıh kavramı, insan yaşamındaki
acı çekme olgusunu simgelemek için kullanılmıştır.
“Acı çekme ve sabırlı bir bekleyişle, kurtuluşa ulaşma olanağının olduğu
bir dünya”dır burası.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar