Print Friendly and PDF

Kulluğun Kapsamına Girdiği Terimler

Bunlarada Bakarsınız



Ritüel (rit), Latince bir kelimedir ve ibadetleri ifade etmede kullanılan teknik bir terimdir. Ritüel kavramıyla genellikle seremonik ayin ve ibadetler     kastedilmektedir. Bilhassa bu kavram; ‘ibadet esnasındaki düzen; sözlerle, jestlerle ve hareketlerle dini ayinin icrası, yani dini ayin, merasim ve ayin kitabı, adet edinilmiş’ gibi anlamları içermektedir
Sözlü ifadeler gibi ritüeller de aktörün bir başkasıyla ilişkileri hakkında açıkça veya imalı şeyler söyleyen davranışsal eylemlerdir. Ritüeller eskiden beri var olagelen normlar uyarınca, toplumun yaşamındaki önemli bazı olayları anmak ve açıklamak için belki bilinçli olarak düzenlenmiştir. Bununla birlikte, nisbeten basit eylemlerden oluşan ritüeller de anlam taşır (bir askerin selamı veya bir şöförün dönmek için işaret vermesi gibi). Hatta, aslında tamamen araçsal gayelerin yönlendirdiği eylemler bile (mesela bir hendek kazmak) nasıl icra edildiklerine bağlı olarak, anlamlı rollere sahip olabilirler. Dolayısıyla ritüeli tamamen müstakil bir davranış olmaktan ziyade, analitik bir davranış boyutu olarak tarif etmek daha yerinde gibi gözükmektedir. Ritüel sembolik anlamlıdır ve bu iletişimsel görevi yerine getirmek için genelde formel normlara uyum sağlar ve kendisine işlenmiş, seremonileştirilmiş nitelik verecek kadar ağdalı biçimde oluşturulmuştur.
Kült, Latince cultus kelimesinden gelmektedir. Bir ilâha saygı, itina, kurallı ibadet gibi anlamlara gelmektedir.  Kült kavramı; tapınım, özellikle doğaüstü olduğu tasarımlanan kişiler, objeler veya onların sembolik temsilcileriyle ilişki kurmayı içeren geleneksel ritüeller topluluğu anlamına gelmektedir. Bir kült belirli bir tanrısallık veya sosyal grup ile birleştirilmiş düşünceler, etkinlikler ve uygulamalar koleksiyonunu içerir.    
Kült (Almanca: Kult, Fransızca: Culte, İngilizce: Cult) yüce ve kutsal olarak bilinen varlıklara karşı gösterilen saygı, onlara tapınıştır. Bu saygı ve tapınış, duayı, kurbanı, belli ritleri gerektirmektedir. Tapınaklar, toplantı evleri, kutsal olarak bilinen alanlar, tepeler, mağaralar, nehirler kült yeri olarak kullanılır. Kült için bayram ve tören vakitleri gibi belli zamanlar seçilmektedir.
Mit kavramı Yunanca mythos, Fransızca myte kelimesinden olup, anlamı; söz, (parola) nutuk, başlangıçlar zamanında cereyan etmiş olanı anlatmak, kahramanlar ve efsaneler devrinin hikayesi olarak tanımlanmaktadır.
Belirli bir uygarlığa ya da dinsel geleneğe özgü inançları, uygulamaları, kurumları ya da doğa olaylarını açıklamak amacıyla görünüşte gerçekten yaşanmış olayları aktaran, ama özellikle ayin ve törenlerle bağlantılı, çoğunlukla kökeni belli olmayan ve en azından kısmen geleneğe dayanan söylenceler toplamıdır. Sigmund Freud, simgesel iletişimin yalnızca kültürel tarihe değil, insan ruhunun işleyişine de bağlı olduğunu ileri sürmüştür. Böylece Freud tarihselliği aşan biyolojik bir insan kavramı ortaya atmış ve söylenceleri bastırılmış düşüncelerin anlatımı olarak yorumlamıştır.
Carl Jung, ‘kollektif bilinçdışı’ ile ondan türeyen ve genellikle söylencelerle kodlanan arketipler kuramıyla tarihselliği aşan ruhbilimsel yaklaşımı getirmiştir. Alman ilahiyatçısı Rudolf Otto ve dinler tarihçisi Mircea Eliade gibi bazı araştırmacılar, söylencelerin bilinçdışı kategorilere indirgenemeyen, bütünüyle dinsel olgular olarak anlaşılması gerektiğini ileri sürdüler. Ayin okulu olarak anılan çevreye bağlı araştırmacılar ise her söylencenin kendisine karşılık düşen bir ayinin açıklaması olarak işlev gördüğünü savundular.
Söylenceler ile âyinler arasında bir bağlantı olduğu gerçekten yadsınamaz, ama hangisinin önce geldiği de belirlenemez. Belirli bir söylenceyle bağlantılı olmayan hiçbir âyin yoktur, ama tamamlayıcı âyinleri bulunmayan söylenceler vardır. Gerçeğin ve bilginin taşıyıcısı sayılan söylencelerin evreni denetlemeye ya da insan eylemlerini etkin kılmaya yardımcı oldukları düşünülür. Mitolojiler çeşitli kategorilerde incelenir. Kozmogoni mitleri; dünyanın yaratılışını açıklar, etyoloji mitleri; varlıkların ve eşyanın menşeini açıklar, eskatologya mitleri; gelecekle ve dünyanın sonu ile ilgili mitlerdir, ahlak mitleri; bunlar hemen hemen bütün toplumlarda vardır, iyi ile kötü, melekler ve şeytanla ilgili mitlerdir.
Eski Yakındoğu’nun bıraktığı çeşitli mitolojik malzemenin incelenmesiyle işlevsel açıdan, mitos türleri şu şekilde de sınıflandırılabilir: Ritüel mitosları, orijin (etyoloji) mitosları, kült mitosları, prestij mitosları, eskatalogya mitosları.
Ritüelin yalnızca eylemlerden oluşmadığı bilinmektedir. Eylemlere, sihirsel etkileri ritüelin asal parçasını oluşturan sözler, şarkılar ve afsunlar eşlik etmektedir. Başka bir deyişle, ritüel, Yunanlılar’ın dromenon (dram) olarak adlandırdıkları söylenen sözler bölümünden, yani mitos (mit) bölümünden oluşmaktadır. Ritüelde mitos, oynanmakta olan oyunun öyküsünü anlatır, belli bir durumu betimler; ne var ki bu öykü, izleyici kitlesini eğlendirmek için söylenen sözler değildir; öykü, sözlerle bir güç, bir erk yaratılması için söylenmiştir.
Bazı bilginler onu en eski mitos türü olarak kabul etmişlerdir. Nedenbilimsel mitos olarak da adlandırılır. İşlevsel açıdan, bir göreneğin, bir adın ya da bir nesnenin nasıl doğduğunun imgesel bir açıklamasını sunmaktadır. Örneğin Sümerler’in ‘Enlil ile Kazma’ mitosu bu en değerli tarım aracının bir Tanrı’nın etkinliğiyle nasıl doğduğunu açıklamaya çalışan bir öyküdür. Etyolojik mitosun bir başka örneği, Ya’kub’un bir doğaüstü varlıkla çatışmasını anlatan İbrani mitosunda,  İsrail oğullarının eski bir yiyecek tabusunun konulma nedeninin öyküsü vardır.
Diğer bir ifadeyle mitosların işlevi, insanlara başka yollarla dile getirilemeyecek, anlatılamayacak şeyleri, imgeleri kullanarak, simgesel terimlerle anlatmaktır. İşte burada mitos, simgeciliğin bir uzantısı olarak görünür.
Sembol (Latince “Symbolum, Symbolos”; Fransızca “Symbole”; İngilizce “Symbol), remiz, alem, misal, timsal ve alâmet karşılığında kullanılan, duyu organlarıyla idraki imkansız herhangi bir şeyi, tabii bir münasebet yoluyla hatıra getiren veya belirten her türlü müşahhas şey yahut işarettir.          Sembolle ilgili antropologlar, filozoflar, ilahiyatçılar, sanat tarihçileri, edebiyat eleştirmenleri çok çeşitli tanımlar yapmışlardır. Bu tanımlamalardan bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: İnsan düşüncesinde görünemeyen bazı şeyleri, onunla ilişkisi nisbetinde görülebilir bir şekilde tasvir eden şeylere sembol denir.
Hazır olmayan veya idraki imkansız bulunan herhangi birşeyi, tabii bir şekilde zihne davet eden şahsî alâmetlere sembol denildiği gibi, aslî amellere, inançların ilkelerine ve dinî kanunlara da sembol denilmiştir.
Sembol, şüphesiz bir kültür ortamında belli bir duygu, eylem veya tutumu gösteren bir unsur, deyim, sistem, nesne veya bir ferttir. Sembol bilinen bir şekil ile, onun sembolleştirdiği nesne arasında tabiî ve itibarî olmayan benzetmeye dayanan bir tekabül fikrini gerekli kılar. Bir başka deyişle sembol, bir nesneye veya ruhî unsura eklenen hissedilir bir tasavvurdur.    
Duygularla algılanamayan şeyleri, algılanabilir bir hale getiren somut şeylere veya işaretlere sembol denir. Sembol açıklanamazın ifade biçimidir. Gustav Mensching’e göre, her şey sembol olabilir; ama hiçbir şey kendiliğinden sembol olamaz. Sembol, bir insanın yahut bir cemiyetin tesis ettiği bir şeydir. Her sembolün iki unsuru vardır ki, onlardan biri; sembolleştirilen veya sembol olarak kabul edilen madde, ötekisi de bu maddenin temsil ettiği manevî hakikattir. Bu iki unsurun işbirliğinden dolayı ortaya çıkan sembol, hayatın her sahasına ait olabilir. Mensching, her sembolün dile getirdiği bir hakikatin olduğunu söyleyerek, sembolün temsil ettiği hakikat ile karıştırılmaması gerektiğini ısrarla belirtmektedir.  Şayet buna dikkat edilmezse, sembol kendi mahiyetini kaybeder ve dile getirdiği gerçek hakikat gizlenmiş olur.
Psikolog Allwohn’a göre, sembolün aslını mistik dünya görüşü oluşturur. Sembol, kutsal bir hakikati maddî bir surette temsil etmekten uzak kalır; onunla ifade ettiği hakikat arasında akıl ile idrak edilemeyen gayr-ı mantıkî bir ilişki vardır. hakîki sembol, görülen bir surette görülmeyen bir hakikate işaret ederek, ruhun derinliğine, şuur altındaki sahalara kadar tesirler bırakıp, bir çok fikir ve duyguları uyandıracak kadar kuvvetlidir. Sembolde kutsal bir hakikat mevcut olduğundan, sembol, kutsal olanın iki tarafını; heybet ve korku uyandıran, celâl ile hayranlık ve zevk bahşeden cemâli ihtiva eder.  
Din alanı, soyut gerçekliklerin en fazla dile getirildiği alandır. Mü’minin, varlığına ve yüceliğine inanıp bağlandığı Allah, görülen ve doğrudan algılanan bir gerçekliğe sahip değildir. Dua ve ibadet Allah’la kurulan bir ilişki, O’nun varlığı ve yüceliği hakkında bilgi ve şuur kazanmadır. Bir insan, lider ve otorite olarak kabul edip kendisine bağlandığı ve her bakımdan itaat ettiği bir diğer insan karşısında, kendisini alçaltan ve onu da yücelten birtakım söz, hareket ve davranışlarla ilişkisini ortaya koyar. İnanan insan da kendisini görmediği ve kendisine yaklaşamadığı Allah karşısında duygu ve düşüncelerini ifade etmek ister. Dolayısıyla diğer dinlerde olduğu gibi, İslâm’daki bazı ibadetler de, insan-Allah ilişkisini dile getiren sembolik jestler ve bunlara eşlik eden sözlü formülleri ihtiva etmektedir.
İbadet kelimesi Arapça ‘abede- ya’budu’ kökünden, boyun eğmek, itaat etmek, alçalmak, kulluk etmek anlamlarına gelir. Bu kelime abede ve teabbede şekliyle Allah’tan başkası için kullanılmaz.
Arapça gibi Sami diller ailesinden olan İbranice’de ibadet anlamında ‘avd’ kökünden çalışmak, hizmet etmek anlamındaki avodah (avodah elohim: Allah’a ibadet) teriminin kullanılması kelimenin kökeni açısından dikkat çekicidir.
İbadetin çeşitli tanımları yapılmıştır.
“Kişinin nefsi istekleri hilafına, Rabbini tazim için yapmış olduğu davranışlara denir.”
“İnsanın ruhen ve bedenen, açık ve gizli bütün mevcudiyetiyle yalnız Allah’a yaptığı şuurlu bir taat ve yakınlıktır.”        
 “Allah’a karşı kulluk ve bağlılığı sözler ve hareketlerle ifade etmektir. İbadet, Allah’a hem şükran borcunu ödemek, hem de bağlılığı ve sevgiyi göstermek amacını güden tutum ve davranışlardır.”
İbadet ve ubûdiyet kavramlarında umum husus ilişkisi vardır. Ubûdiyet tezellülü, yani yetersizlik acz ve eksikliği açığa vurmakta olup, ibadet ubûdiyetten daha beliğdir. Çünkü ibadet tezellülün son noktasıdır. Ona ancak en üstün vasıfların sahibi Allah layıktır.” “ibadet dini bir takım saiklerle kişinin, yüce yaratıcıya yönelmesi, sevgi, saygı ve bağlılık ifade eden tutum ve davranışlarda bulunmasıdır.”    
İbadet kavramı dilimizde ‘tapınma’ anlamındaki şekli ibadetlere (ritüel) indirgenmiş bir anlamda kullanılmaktadır. Kur’an’da kullanılan ibadet kavramı bunları içermekle birlikte anlam alanı daha da geniştir; Allah’a imandan, O’nun iradesine uygun her türlü ahlaki doğru davranışa -salih amel- kadar bütün iradi eylemler ibadettir. Amel-i Sâlih (doğru davranış), günlük yaşamın bütün alanlarında (siyasî, hukukî, iktisadî, askerî vb.) gerçekleşebilir. Kur’an’da sözü edilen kulluk, günlük hayatta ritüellere de belli bir zaman ayırmaktan ibaret değildir. Önemli olan, bireyin tek tek davranışları değil, bir bütün olarak seçtiği hayat tarzının niteliğidir. İnsanın yaratılışından gelen çift kutupluluk, onun iki zıt yönde iki farklı yaşam sürmesine imkan vermektedir. Kişi, yapacağı tercih sonucunda kendisini, ya yeryüzünde insan onuruna yaraşır bir hayatı oluşturma / sürdürme (ıslah) yolunda, ya da tam tersi bir yolda (ifsad) bulacaktır. İnsanın kulluğunu gerçekleştirme sürecinde, şekli ibadetlerin yalnızca işlevsel roleri vardır. “Sana Kitap’tan vahyolunanı oku, namazı kıl; zira namaz çirkin ve kötü şeylerden alıkor... "
İbadetlerde dinin kişiselliği ve vicdaniliği kadar, toplumsallığı da içkindir. Öte yandan, genel olarak bilindiğinin aksine, ibadetlerin özü, biçimlerinde değil, bireysel ve toplumsal boyutlarıyla, insanın kendine yabancılaşmasını ve toplumdan kopmasını (anomi) önleme amacında gizlidir.  Nitekim tarih içerisinde ibadet biçimleri toplumdan topluma değişiklik gösterebilmiştir. “Biz, her ümmete, uygulamakta oldukları bir ibadet tarzı gösterdik....”  
İnsanlar yüceltme, sevgi, sığınma, korku, acziyet, dünyevi menfaat elde etme, zarar ve sıkıntılardan kaçınma ve kurtuluşa erme gibi duygu ve etkenlerle başlangıçtan beri yüce bir varlığa veya çeşitli varlıklara inanmış ve inandıklarına uygun bazı söz ve davranışlarla kulluklarının gereğini yerine getirmiş yani ibadet edegelmiştir.  Dua, mücerret manada düşünüldüğünde, istek ve dilekleri Yüce
Varlığa duyurmanın en mükemmel vasıtasıdır. Kul, yaratanından dileklerini, dilinin döndüğü, aklının yattığı her türlü vesveseden uzak tuttuğu nisbette arzularına kavuşacağı inancını taşır. Böyle düşünüldüğü takdirde dua bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkar. İbadet ise bir vazifedir. Allah’ın kullarından istediği kulluk görevini, tayin edilmiş zamanlarda yerine getirmektir. Bunda bir nevi mevburiyet olup, isteğe bağlı değildir. Allah’a karşı kulluk görevi ancak ibadetlerle yerine getirilir.
Yapılan araştırmalar, insanlığın dinî tecrübesinde en yaygın ibadet şeklinin bir yüce varlığa veya çeşitli varlıklara dünyevî veya uhrevî gayelerle dua edip yalvarmak olduğunu ortaya koymuştur. Duanın şekli ferdin mensup olduğu dine göre istenildiği veya ihtiyaç hissedildiğinde tekrar edilen birkaç kelimeden ibaret olabileceği gibi, belirli mekan ve zamanlarla irtibatlandmlmış dini âyinler tarzında genişliğe ve yoğunluğa da sahip olabilmektedir. Gerek ilkel kabile dinlerinde gerekse semavî olan ve olmayan gelişmiş dinlerde Yüce Tanrı’ya ta’zimi ve şükrü ifade etmek veya tanrıların gazabından kurtulmak için kurban ve takdîme sunmak ibadetle ilgili uygulamalarda en önemlilerinden birini oluşturmaktadır. Kurban ve takdîmelerle topluca icra edilmesi gereken âyinler mabed ihtiyacını ortaya çıkarmış, bu şekilde mahallî şartlara ve dinlerin yapısına göre mimarileri değişen mabedler yapılmıştır. Belirli ibadetler mabede bağlı kılınmış ve bazı dinlerde mabedde ibadet teşvik edilmiştir. Yılın belli ay ve günlerinde oruç tutulması veya bir kısım yiyeceklere karşı perhiz uygulanması, bazı mekanların ve bölgelerin kutsal sayılarak ziyaret edilmesi de dini hayatı şekillendiren önemli ibadetler arasında yer almıştır.
Dinlerin hemen hepsinde ritüellerin olması, ibadet şekillerinin olması dinlerin kaynağının aynılığına işaret etmektedir. Şekiller farklı da olsa temelde yüce bir varlığa duyulan tapınma ihtiyacı ve saygı duyma vardır.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar