Print Friendly and PDF

Hz. Osman ve Karışık İşler

Bunlarada Bakarsınız

Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellemin vefat haberi duyulunca Hz. Ömer'in bu haber karşısında takındığı tavır beklenilenin dışındadır.
Hz. Ömer:
“Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve sellem ölmemiştir, o ölmez, ancak Musa (aleyhisselâm) gibi Allah ile buluşmak üzere gaib olmuştur. Dönecektir, ona öldü diyenin ellerini ayaklarını keserim."
diyerek feryad etmiştir.
Hz. Ebu Bekir gelerek Zümer Suresi 31. ayetini "Bu kitabın indirilişi, güçlü, hikmet sahibi olan Allah tarafındandır." okuyup peşinden, "Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin ki o ölmüştür, kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki O ölmez.” Sözünü söyledikten sonra Âli İmran 144. Ayetini " Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de nice peygamberler gelip geçti. Şimdi o, ölür veya öldürülürse, siz gerisin geriye mi döneceksiniz? Her kim geri dönecek olursa, kesinlikle Allah'a bir zarar veremeyecektir. Fakat Allah, şükredenleri yakında mükâfatlandıracak." okumuştur. 
Bunu dinleyen Hz. Ömer'in, hatasını anladığı ve sözlerinin derin üzüntüden kaynaklandığını ifade ettiği belirtilse de, bu fevri tutumun kodlarında tamamen teessür mü yoksa cahiliyye döneminde içinde yetişilen kültürden kalma figürlerin ve bilinçaltının İslami formda çıkışı mı olduğunu kesin olarak kestirebilmek mümkün görünmemektedir.
Sahabe Efendimizin vefatı karşısında ilk duruşu, Hz. Ömer’in tavrı gibi iken, sonra ona ve herkese karşı cesaretle tek karşı çıkabilen ve hakikati haykıran Hz. Ebubekir radiyallâhü anh olmuştur.
Yine şu konu unutulmamalı ki, Hz. Ali kerremallâhü aleyhi vecheh olmasaydı kimse Efendimizi toprağa sırlayacak cesareti kendinde bulamayacaktı.
Hz. Ebubekir’in konuşması ilk halife olmasına, Hz. Ömer’in itiraz edecek kadar ölümüne inanmayışı ikinci halife olmasına, Hz. Osman’ın bu konuda suskunluğu üçüncülüğüne, Hilafet 30 yıldır hadisine muvafık olması ile Asr-ı saadetin tamamlanması ise ancak Hz. Ali ile mümkün olacağından dördüncü halife olmasına neden olmuştur.
Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve sellemin güzide arkadaşları gittikten sonra fitne devri kendiliğinden değil özüyle meydana çıkmış ve kırılan kapı bir daha kapanmamıştır.
Ali Emiri
 Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellemin vefatından sonra yerine kimin geçeceği konusu, O’nun defni esnasında tartışılmaya başlanmış, o dönemin örfî anlayışları da göz önünde bulundurularak ensar ve muhacirûn tarafından Hz. Ebû Bekir halife seçilmiştir. Bu mesele Hz. Ebu Bekir’in halife seçilmesiyle bitmemiş, daha sonraki dönemlerde bunun siyasî yansımaları farklı boyutlar kazanarak artmış ve bazı rivayetlere de ulaşmıştır. Çok sayıda hadis kitabında yer alan hilafete konu olan hadisler senet ve metin bakımından incelenince şu sonuçlara ulaşılmıştır:
1.       Hz. Peygamberin vefatından sonra yönetime geçenlerin, araştırmaya konu olan rivayetler dikkate alındığında değişik unvanlarla anıldıkları görülmüş ve mesela Hz. Ebû Bekir Halife, Hz. Ömer Emîru ’l-Mü 'minin, Muaviye ise Melik şeklinde isimlendirilmiştir. Ayrıca bu unvanlar dışında halifeler, Büyük Sultan ve İmam şeklinde de adlandırılmıştır. Dolayısıyla Hz. Ebû Bekir’le kullanılmaya başlanan halife kavramının Hz. Peygamber tarafından nasla belirlenen bir yönünün olmadığını söylemekte herhangi bir sakınca yoktur. Rivayetlerde yer aldığı şekliyle özellikle halifelerin halife, halifetu Rasûlillah ve halifetullah şeklinde isimlendirilme meselesinin Hz. Peygambere isnat edilmesi, rivayetlerin subûtu ve delaleti açısından söz konusu değildir. Ayrıca halifelerin isimlendirilmesi ile ilgili rivayetlerin birbirleriyle çeliştiği de görülmüştür.
2.       Kur’an-ı Kerim’de bazı ayetlerde yer alan halife kelimesinin iddia edildiği gibi, siyasî anlamda hilâfete delil olması söz konusu değildir. Bahse konu olan ayetlerde dile getirilen husus, insanların yeryüzünde nasıl bir görev üstlenmeleri gerektiği ile ilgilidir. Ayrıca, Hz. Davud ve Süleyman’ın durumundan söz eden ayetler esas alınarak, hilâfetin Kur’an’m bir emri olduğunu söylemek de tutarlı bir yaklaşım değildir. Kanaatimizce Ehl-i Sünnet tarafından ayetlerin zorlanarak hilâfete delil gösterilmesinin nedeni, Şia’nın Hz. Ali’nin hilâfetinin nassa dayandığı iddiasına cevap verme gayretidir.
3.       Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin hilâfet sıralarıyla ilgili bilgiler veren hadislerin sıhhatli olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir. Her ne kadar söz konusu hadislerden bazılarının senet bakımından sıhhatli olduğu tespit edilse de, bu durum o hadisin metin sıhhati hakkında karar vermek için tek başına yeterli değildir. Yapılan metin tenkidi sonucunda rivayetlerin delaletlerinde problemler olduğu görülmektedir. Bir kısım rivayetlerde, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in ismi zikredilmiş, bazılarında da Hz. Osman ve Hz. Ali bu sıralamaya dahil edilmemiş bazı rivayetlerde ise, dört halifenin ismi hilâfete geçtiği sıra dahilinde rivayetlerde yer almıştır. Bu durum, rivayetlerin belli bir amaca yönelik olarak haraket eden kimselerce ortaya atıldığını göstermektedir.
4.       Hz. Peygamber ile bir kadın ve Hz. Aişe arasında geçen özel bir konuşmaya dair rivayetlerin de siyasî olarak yorumlanması söz konusu değildir. Çünkü Hz. Peygamberin insanların problemlerini çözmek için ihtiyaç duyan her insanla konuştuğu ve onlara sorunlarının çözümü noktasında yardım ettiği bilinmektedir. Söz konusu rivayetlerin bir kısmının isnad bakımından sıhhatli olduğu görülse de Hz.Peygamberin bir kadına kendinden sonra yardım edebilecek kimselerin ismini
zikretmesi, ileride o kimsenin Hz. Peygamberin işareti ile halife olacağı anlamında düşünülmesi rivayetlerin delaleti bakımından zorlama bir yorum olarak görünmektedir. Hz. Peygamberin, kendinden sonra yönetime geçecek halifeleri rüyâsında gördüğüne dair rivayetler de senet bakımından zayıf olduğu gibi, Hz. Peygamberin hayatı boyunca bütün faaliyetlerini rüya yoluyla değil de bir işin gerekleri ne ise ona göre yaptığı ve meseleleri de vahyin yol göstericiliğiyle çözme yoluna gittiği gerçeğiyle çelişmektedir. Aynca Hz. Peygamberin hastalığı sırasında Hz. Ebû Bekir’i namaz kıldırmak için görevlendirmesi ile ilgili rivayetleri de halife tayini ile ilişkilendirmek mümkün değildir. Çünkü Hz. Peygamber daha Önceleri Hz. Ali’yi Tebûk Gazvesi’nde, Ummu Mektûm’u Hendek Gazvesi’nde ve Hz. Osman’ı da Zâtu’r-Rıka Gazvesi’nde yerine vekil olarak bıraktığı için aynı şeyi onlar için de düşünmek mümkündür. Bu husustaki rivayetler, daha sonraki nesil tarafından Hz. Peygamberin Hz. Ebû Bekir’i hilâfete işareti olarak yorumlanmış olup, yapılan senet ve metin tetkiki sonucunda bunun zorlama bir yorum olduğu belirlenmiştir.
5.       Otuz sene hilâfetten sonra saltanatla yönetimin olacağı hususu hadislerde yer almıştır. Otuz yıllık nübüvvet hilâfetinden sonra saltanatla yönetimin, daha sonraki dönemde zorba krallık ve sonrasında da rahmet hilâfetinin yeniden olacağına dair rivayetler, senet bakımından zayıf olduğu gibi metin bakımından da delaletlerinde problemler olduğu görülmüştür. Nasıl ki hilâfeti, nassa dayanan bir kurum olarak kabul etmek söz konusu değilse, aynı şekilde saltanatı, zorba krallığı ve rahmet hilâfetini de ayet ve hadislere dayanan siyasal kurumlar olarak düşünmek doğru bir yaklaşım değildir.
6.       Aynı dönemde iki halife ortaya çıktığında, diğerinin veya daha sonra halife olduğunu iddia edenin ne şekilde yönetimden uzaklaştırılacağı sorunu hadisler vasıtasıyla çözülmek istenmiştir. Böyle bir çözüm yolu söz konusu hadislerin senet ve metin tetkiki sonucu tutarlı görünmemektedir. Çünkü hadisler isnad bakımından zayıf olduğu gibi, metin bakımından da Hz. Peygamber sonrası siyasî rekabeti dile getirir niteliktedir.
7.       Halifelerin sayısı hakkında ileri sürülen üç, beş ve on iki sayılarının yer aldığı rivayetlerin daha sonraki dönemlerde siyasî amaçla Hz. Peygambere isnat edildiğini söylemek mümkündür. Çünkü rivayetler isnad bakımından zayıf olduğu gibi metin bakımından da birimleriyle çelişmektedir. Bazı rivayetlerde “on iki emir” bazılarında ise “on iki halife” kavranılan yer almaktadır-. Aynca Emevî halifelerinin sayısının dahi 14 olduğu göz önünde bulundurulduğunda, halifelerin sayısının Hz. Peygamber tarafından tespit edildiği iddiası realiteye de ters düşmektedir. Hadis kaynaklarında yer alan on iki imam ve benzeri hadislerin ortaya çıkmasında Şia’nın on iki imam anlayışının etkisinin büyük olduğunu söylemek mümkündür.
8.       Gelecekte halifelerden birinin çok mala sahip olacağı ve bu malı insanlar arasında dağıtacağını dile getiren hadislerin Hz. Peygambere ait olması söz konusu değildir. Çünkü vahyin bildirmesi dışında Hz. Peygamberin gelecekte vuku bulacak olaylar hakkında bilgi vermesi Kur’an’a aykırı bir durumdur. Ayrıca halife, mehdî ve deccal ilişkisini dile getiren hadislerin de hilâfetin nassa dayandığını iddia eden kimselerin iddialarını haklı çıkaracak sıhhatte olmadıkları yapılan senet ve metin tetkiki sonucunda görülmüştür.
9.       Hz. Peygamberin vefatından sonraki dönemde Müslümanların siyasî literatürüne giren ve pek çok sayıda rivayette yer alan, ayrıca çeşitli tartışmalara konu olan hilâfet meselesi, günümüzde bazı kesimlerin zihinlerini meşgul etmektedir. Hilâfeti o günün şartlarına göre şekillenmiş siyasî bir kurum olarak görmeyerek ona dinî kutsiyet katmak isteyen ve bu kurumun yeniden hayata geçirilmesini dinî bir emir telakki eden dinî cemaat, grup ve oluşumlar bu düşüncelerini rivayetler yoluyla desteklemeye çalışmaktadırlar. Dolayısıyla bu grupların hilâfetle ilgili düşüncelerini mesnet kabul ettikleri dinî naslar/rivayetler çerçevesinde yeniden gözden geçirmeleri yararlı olacaktır. Aksi takdirde Kur’an’da yer almayan ve ayrıca Hz. Peygambere ait olduğu senet ve metin bakımından eleştiriye açık çok sayıda rivayet esas alınarak geçmişin siyasî tecrübelerini dinin mutlak emri kabul etmek gibi bir yanlışlığa düşülmüş olacaktır.
(Alıntı)
Hz. Ebu Bekir’in kısmi bir seçimle göreve gelmiş idi. Ancak Hicri 13/miladi 634 Cemaziyelahir ayında vefat etti. Hastalığı sırasında da Hz. Ömer’i imam tayin etti. Bu göreve kendisinden sonra halifelik makamına Hz. Ömer’in geçmesini istiyordu. Çünkü Hz. Ömer, Ebu Bekiri’r-Sıddık zamanında icra olunan bütün işlerin tahakkuk etmesinde büyük yardımda bulundu. Bundan dolayı Hz. Ebu Bekir, halife olarak yerine geçecek en muktedir ve en liyakatlı şahsiyetin Hz. Ömer olduğuna kani olmuştu . Hz. Ebu Bekir bu düşüncesini Abdurrahman b. Avf, Osman b. Affan , Sa’d b. Ebi Vakkas ,Üseyd b. Hudayr gibi Ensar ve Muhacirlerin ileri gelenlerine söyledi. Abdurrahman b. Avf , Hz. Ebu Bekir’in bu düşüncesine olumlu baktı fakat Hz. Ömer’in sert bir mizaca sahip olduğunu belirtti. Bunun üzerine Ebu Bekir: “Bunun nedeni onun beni yumuşak görmesidir. Eğer iş ona düşerse şu anda yaptıklarının pek çoğunu yapmayacaktır. Ben kendisini uzun uzun gözetledim. Birisine kızdığım zaman beni ondan hoşnut etmeye çalışırdı. Birisine yumuşak davrandığımda ona karşı daha sert davranmak yolunu gösterirdi” dedi.
Abdurrahman b. Avf, Hz. Ömer’in halife olacak özelliğe sahip olduğunun farkındaydı ve bu sebepten dolayı onun halife olmasında bir sakınca görmemekteydi. Hz. Ebu Bekir Avf’dan olumlu bir yanıt alınca Hz. Osman’a düşüncesini söyledi. Hz. Osman’da Hz. Ömer’in içinin dışından daha iyi olduğunu söylemiş ve aramızda bu vazifeye en uygun kişi Ömer’dir demiştir. Hz. Osman’ın bu müspet cevabından sonra, Ensar ve Muhacirin ileri gelenleride olumlu cevaplar vermiş idi.
Ancak Hz. Ömer’i destekleyip halife olması yönünde olumlu kararlar bildirenler kadar menfi yönde onu eleştiren ve halife olmasını istemeyen kişilerde var idi. Bu yönde itirazlarını bildirmek maksadıyla bazı sahabeler Hz. Ebu Bekir’in yanına gitmişlerdi. Talha b. Ubeydullah bunlardan bir tanesiydi. O, Ömer’i niçin halife tayin ediyorsun, Rabbi’ne nasıl cevap vereceksin diyerek Hz. Ebu Bekir’e itirazını belirtmiş idi. Bu sözleri hasta yatağında duyan Hz. Ebu Bekir hem öfkelenir hem de biraz da üzülür ve “beni oturtun” der. Oturduktan sonra, Talha’ya, ; “Beni Allah’a vereceğim hesapla mı korkutuyorsun. Ben Allah’a diyeceğim ki, bu dünyada mevcut en iyi şahsı tavsiye ettim. Ben Ömer’i sizden daha iyi tanıyorum. Ben Allah’ı da sizden daha iyi bilirim. Ömer, şüphesiz serttir; fakat hilafete geçip mesuliyeti yüklenirse başka şekilde hareket edecektir” diyerek Talha’nın itirazına cevap vermiş idi.
Daha sonra ise Hz. Osman’ı çağırıp şu vasiyeti yazdırmıştır. Bu vasiyetname de Hz. Ebu Bekir şöyle demekteydi:—
Yargılayan, bağışlayan Allah adıyla. Abdullah b. Ebu Kuhafe’nin dünyadan çıkarken son deminin hitamında, ahirete giderken ilk deminin başlangıcında , kafirin imana , facirin iykana geldiği , yalancının bile doğru söylediği son deminde ki ahit ve vasiyetidir. Ömer b. Hattab’ı kendime halef tayin ediyorum. Onun sözünü dinleyiniz. Ona itaat ediniz . Ben bununla Allah’a ve peygamberine, dinime, kendime ve size iyilik istemiş bulunuyorum. Adalet üzerine yürürse ondan umudum ve beklediğim budur. Başka bir hareket tarzı takip ederse, biliniz ki, kişi ne işlerse onu kazanır. Benim maksadım ve gayem hayırdır. Gaybı bilmem. Zulüm edenler, nelere duçar olacaklarını kendileri de bilir. Allah’ın selamı, rahmet ve bereketi üzerinize daim olsun.”
Daha sonra yazdırdığı vasiyetnameyi mühürledi. Hz. Osman bu vasiyeti dışarı çıkıp halka okudu. Kendiside evinin penceresine yaklaşarak, burada toplanan halka, başınıza, akrabamdan birini değil, Hattab oğlu Ömer’i seçtim , kabul ediyor musunuz diye sordu. Halk halifenin bu sorusuna olumlu yanıt vermiş idi.
Hz. Osman Mekkeliler arasında okuma yazma bilen az sayıda ki kişiden biriydi. Bu sebepten, Hz. Peygambere vahiy katipliği de yapmıştır. Hz. Osman Hz. Peygamberin sünnetine ve Kuran-ı Kerimin kurallarını yaşamı boyunca tatbik etmiştir. Hz. Peygamber Hz. Osman’dan dolayı aşırı haya ve edep sahibi bir kimse olarak bahsetmiştir. Hatta “göklerde melekler bile Osman’ın hayasına bakar da utanırlar” demiştir. Aynı şekilde “Her Peygamberin cennette Refiki vardır, benim cenneteki refikimde Affan oğlu Osman’dır” diyerek ona şereflerin en büyüğünü vermiş idi. Hz. Peygamber’in vefatıyla beraber aynı şekilde samimi bir müslüman olarak hayatını yaşamaya devam etmiştir. Ebu Bekir’in Halifeliği döneminde de O’na biat etmiş ve O’nu katipliğini üstlenmiştir. Hz. Ebu Bekir’in vefatından önce yazdırdığı vasiyet name de göstermiş olduğu doğrulukla yine samimi ve adil bir müslüman olduğunu kanıtlamıştır.
Hasta olan Ebu Bekir, kâtibi Hz. Osman'ı çağırmış . Benim söylediklerimi yaz demiştir. Besmele ve salvele'den sonra
“Allah' ın kulu olan Ebu Bekir bu dünyadaki son dakikada ve öbür dünyaya intikal edeceği ilk dakikada sizden, aşağıdaki hususları istiyor. Ben sizin için şu şahısa biat etmenizi istiyorum...”
dedikten sonra isminin yerini boş bırakmış ve o anda bayılmıştır. Hz. Ebû Bekir bayıldığı için, Hz Osman cümleyi tamamlayamamıştır. Sonra Osman cümleyi tamamlayarak “Ömer” adını yazmıştır.
Kendine gelen Hz. Ebu Bekir Hz. Osman’ın yaptığı bu hareketten dolayı Sen kendi adını da yazabilirdin fakat Ömer’in adını yazdın Allah senden razı olsun, Sen halifeliğin bütün vasıflarına sahipsin” demiştir.
Daha sonra Hz. Ebu Bekir halefini çağırarak ona bir çok nasihatte bulundu. Hz. Ebu Bekir’in bu kararı almasında, şüphesiz kendi başkanlığının seçimi zamanında ümmetin parçalanma noktasına gelmiş olmasının, böyle bir tecrübe yaşanmasının önemli bir etkisi olmuştur. Müslümanların tekrar aynı tehlike ile karşı karşıya kalmasını istememesi onu bu kararı almaya zorlamıştır.
Hz. Ebu Bekir’in vefatı ve defnedilmesiyle beraber Hz. Ömer halifelik makamına geçmiş idi. Halktan ilk biati de Mescid-i Nebevi de kabul etmiştir. Böylelikle Hz. Ömer resmen İslam devletinin 2. Halifesi seçilmiş idi. Hz. Ömer’in bu şekilde halifeliğe gelmesi dolayısıyla istihlaf adı verilen, önceki yöneticinin kendisinden sonra kimin yönetime geleceğini etrafındakilerle istişare ettikten sonra açıklaması şeklindeki seçim biçimi ortaya çıkmış olmaktaydı.
Hz. Ömer’in vasiyet yoluyla olduğu kadar Ehl-i hal ve’l akd diye tabir edilen seçkinler zümresi ve halkın görüşünün de alınmasıyla bu göreve getirildiğini görmekteyiz. Böylelikle Hz. Ömer vasiyet yoluyla halife olan ilk kişi olmuştur. Hz. Ömer’in göreve gelme biçiminde demokratik bazı uygulamaların varlığı da dikkat çekmektedir. Hz. Ebu Bekir’in halkın ileri gelenlerine düşüncelerini sorması ve olumlu yönde cevap alması bunun destekleyicisi niteliğindedir. Aynı zamanda vasiyetten sonra Hz. Ebu Bekir’in halka Hz. Ömer’i halife olarak onaylıyor musunuz diye sorması da kısmi seçimin ve demokrasinin göstergesiydi. Hz. Ömer Ashabın ve halkın seçimiyle göreve geldiğini söylemek de kanaatimizce yanlış olmayacaktır. Bununla birlikte, Hz. Ömer'in bu şekilde (vasiyetle) halife tâyin edilişi tartışma
konusu olmuştur. Hz. Ömer'in "meşveretsiz" ve "anti- demokratik" halife olduğu, Sünnet'e uygun olmadığı ileri sürülerek eleştirilmiştir. (alıntı)
Hafs b. Amr er-Rabâlî, Zeyd b. Hubâb, Fudayl b. Mezrûk, Zeyd b. Yusay’ Ali b. Talip (ö. 40/660) isnadıyla gelen bu rivayette Hz. Peygamber’in hayatta iken halifelerin sırasına, Hz. Osman eksiğiyle işaret etmesi dikkat çekicidir.
“Şayet siz Ebû Bekir’i yönetime getirirseniz, onu dünyada zahit, ahirete de çok rağbet ettiğini görürsünüz. Hz. Ömer ’i iş başına getirirseniz, onu güvenilir ve emin bulursunuz. Allah yolunda, hiçbir şekilde kınayanının kmamasına aldırmaz. Şayet Hz. Ali ’yi iş başına getirirseniz, o hidâyete götüren bir kimsedir ve sizi doğru yola götürür. Siz asla bunu böyle yapmayacaksınız”
[el-Heysemî, Keşfu’l-Estâr an Zevâidi’l-Bezzar, H. No: 1571, II, 225. (Bezzar bu hadisi Hz. Ali dışında bu isnatla rivayet eden kimseyi bilmiyoruz demektedir. Aynı yer).]
Abdullah b. Vaddâh el-Kûfî, Yahya b. el-Yemân, İsrâil, Ebu’l-Yakzan, Ebû Vail ve Huzeyfe isnadıyla gelen bir haberde sahabeden bir grubun Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve selleme soru sormasıyla o da şu şekilde bir sıralama yapmaktadır . Sahabeden bir grup:
"Ey Allah ’m Rasûlu bizim için bir halife tayin etseniz” der. O da
"Şayet ben size herhangi bir kimseyi halife tayin edersem sizler benim halife tayin ettiğim kimseye asi olursunuz ve üzerinize azap gelir, "şeklinde karşılık verir. Bunun üzerine onlar:
Ebû Bekir ’i tayin etsek?
Hz. Peygamber de, “onu halife tayin etseniz, beden bakımından zayıf Allah ’ın emirlerine bağlılık bakımından güçlü bulursunuz."
Biz Ömer’i tayin elsek?
Siz Ömer'i tayin etseniz onu hem beden bakımından hem de Allah ’ın emrine bağlılık bakımından güçlü bulursunuz.
Biz, Ali ’yi tayin etsek?
Şayet Ali ’yi tayin ederseniz, ki asla böyle yapmayacaksınız, o sizi doğru yola götürür, ve onu hidâyete götüren bir kimse olarak bulursunuz"
[Heysemî, Keşfu’l-Estâr an Zevâidi’l-Bezzar, H. No: 1570, n, 224-225. Bezzar, “HadisiHuzeyfe’den başka, bu isnatla rivayet eden kimseyi bilmiyoruz” demektedir., 11,225. Dolayısıyla hadis “fert -gariptir”.]
Başımızdakiler kader mi yoksa rıza mı ortada…


Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer istişare müessesesini çok iyi işletiyorlardı. Devlet işleri ile ilgili konularda bir karar alınacağı zaman Ali b. Ebi Talib, Sa’d b. Ebi Vakkas, Talha gibi sahâbînin ileri gelenleri ile ve toplumla istişare ediyorlardı. Fakat Hz. Osman aynı uygulamayı pek devam ettirmedi ve dolayısıyla yaptığı uygulamaların meşruiyetinin sorgulanmasına sebep oldu.
Özellikle hilafetinin ilk altı yılından sonraki döneminde, gerek kendisinin gerekse valilerinin icraatları, geniş halk kesimlerinin ve ashabın önde gelen bazı isimlerinin rahatsızlık duymaya başlamasına neden olmuştu. Zeyd b. Sabit, Ebu Useyd es-Saidi, Ka’b b. Malik ile Hasan b. Sabit bu ashabtan bazılarıydılar ve Hz. Ali’nin yanına gelerek rahatsızlık duydukları konuları ona iletmiş, Hz. Osman’la konuşmasını istemişlerdi. Bunun üzerine de Hz. Ali, Halifenin yanına gelerek bu durumu onunla tartışmıştı. Hz. Osman’ın, kendi döneminde yaşanan olaylara ve bu konuda oluşan rahatsızlıklara karşı yaklaşım tarzını yansıtmakta olan ve Hz. Ali ile aralarında geçen bu diyalogu aktarmamız faydalı olacaktır. Çünkü buradaki yaklaşım tarzını bilmemiz, Hz. Osman’ın, toplumda hilafetinin meşruiyetinin sorgulanmasına ve itiraz seslerinin yükselmesine rağmen neden cereyan eden olayları ihmal ettiğini anlamamıza yardımcı olacaktır.
Hz. Ali, yaşananları ve rahatsızlıkları Hz. Osman’a ilettiğinde aralarında şöyle bir diyalog geçmiştir:
Hz. Osman:
—Vallahi, senin bu söylediklerini söyleyenlerin kimler olduğunu anladım. Vallahi, sen benim yerimde olsaydın sana böyle serzenişte bulunmaz ve kınamaz, seni böyle ayıplamazdım.
Hz. Ali:
—Vallahi, sen bir ihtiyaç sahibinin ihtiyacını giderseydin ve Ömer b. el- Hattab’ın yaptığı gibi zayıf bir kimseyi barındırmış olsaydın kesinlikle sana gelip böyle kınamalarda bulunmazdım.
—Muğire b. Şu’be şu anda burada değildir.
Hz. Ali:
—Evet, şu anda burada değildir.
Hz. Osman:
—Hz. Ömer onu görev başına getirmişti.
Hz. Ali:
—Evet.
Hz. Osman:
—Ben akrabam ve yakınım olan İbn Amir’i vali tayin ettim diye beni kınıyorsun?
Hz. Ali:
—Ömer, tayin ettiği valilerinden herhangi birisinin en ufak bir hatasını işittiği anda onu en büyük bir cezaya çarptırırdı. Fakat sen bunu yapmıyorsun. Bu konuda da biraz zayıf düştün ve akrabalarına karşı da yumuşak davrandın.
Hz. Osman:
—Onlar aynı şekilde senin de akrabalarındır.
Hz. Ali:
—Onlar akraba olarak en yakınlarımdır, ancak fazilet ve hayır onlardan başkasındadır.
Hz. Osman:
—Muaviye’yi Hz. Ömer’in tayin ettiğini biliyor musun? Ben de onu görevinde bıraktım.
Hz. Ali:
—Allah’ını seversen Muaviye’nin, Hz. Ömer’in kölesi Yerfe’den daha fazla Ömer’den korktuğunu bilmiyor musun?
—Evet biliyorum.
Hz. Ali:
—Fakat bu gün Muaviye sana danışmadan bir sürü işler çeviriyor ve “Osman böyle emretti” diye konuşup duruyorken sen bunu biliyorsun fakat onu alıkoymuyorsun.
Bu diyalog aslında sorunun temelini ortaya koymaktadır; dikkat çekici olan şey, taraflardan birisinin sorun olarak gördüğü şeyin diğer tarafça mantıklı bir durum olarak görülmesi ve sorun olarak algılanmamasıdır. Bu konsensüs eksikliği sorunlara karşı ortak çözüm üretilmesine engel olmuş ve olayların kontrolden çıkmasına neden olarak neticede Hz. Osman’ın şehid edilmesine kadar uzanmıştır.
Şimdi, halkın gündemine girmiş fakat Hz. Osman tarafından üzerinde fazla durulmamış olduğunu düşündüğümüz olaylara geçebiliriz. Bu olaylar, kaynaklarda Hz. Osman’ın şehid edilmesine neden olan ve halkın tepkisini çeken olaylar olarak zikredilmektedir. Bunlar siyasi tasarruflarla birleşince de her biri ayrı bir kriz konusu haline gelmiştir. Bunları maddeler halinde şu şekilde sıralayabiliriz:
1.       Ebu Zerr el-Ğifari’yi sürgün etmesi.
Ebu Zerr el-Ğifari, Muaviye b. Ebi Süfyan’ı müsriflik ve mal biriktirme ile suçluyordu. Muhalefeti halk üzerinde etkili olmaya başlayınca zor durumda kalan Muaviye b. Ebi Sufyan durumu halife’ye iletti ve Ebu Zerr halife tarafından Rebeze’de mecburi iskâna tabi tutuldu. 
2.       Hz. Muhammed’in kovmuş olduğu, kendisinden önceki halifelerin dönmelerine müsaade etmediği Hakem b. Ebi’l-Âs  ve Abdullah b. Sa’d b. Ebi Serh’i yanına alması ve kollaması. 
3.       Hürmüzan’ın kanını heder etmesi.
4.       Ammar b. Yasir’i dövdürmesi.
Bakillani’nin aktardığına göre Ammar, Hz. Osman’a muhalefet edenlere “onun hakkındaki şikâyetlerini bir kâğıda yazıp kendisine vermelerini” söylemişti. Bu kâğıtla Hz. Osman’ın yanına giren Ammar, halifeye ağır ithamlarda bulunmuş ve hakaret etmişti. Bu yüzden de halife kendisini cezalandırmıştı.
5.       Mervan b. Hakem’e Afrika’nın gelirlerinin beşte birini vermesi.
6.       Cuheyne isminde altı aylıkken doğum yapmış bir kadının zina ettiği suçlaması nedeniyle recmedilmesine izin vermesi.
7.       Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve sellemin uygulamalarını takip eden kendisinden önceki halifelerin aksine Cuma namazında iç ezanı ihdas etmesi, Mina ve Arafat’ta namazı tam kıldırması.
Hac mevsiminde Mina’da ve Arafat’ta namazların farzlarını dörder rekat kıldırması Müslümanların onun aleyhine ilk defa açıkça konuştukları konu olmuştur. Hz. Peygamber, Ebu Bekir ve Ömer zamanlarında ve hatta halifeliğinin ilk zamanlarında iki rekat olarak kılınıyordu. Bu duruma Hz. Ali, Abdurrahman b. Avf başta olmak üzere sahâbî itiraz etti.
8.       Hz. Peygamberin mührünü Medine’ye iki mil mesafedeki Erîs kuyusuna düşürmesi ve bulunamaması.
9.       Hutbe okuduğu zaman Mescid-i Nebevi’deki minberde Hz. Muhammed Sallallâhü aleyhi ve sellemin durduğu basamakta durması. Hâlbuki kendisinden önceki halifeler Peygamber’in durduğu basamağın bir aşağısında durmuşlardı. 
10.     Amir b. Abdikays’i Şam’a sürgün etmesi.
Amir b. Abdikays da Cuma namazı kılmadığı, et yemediği, evlenmediği, bu türlü davranışlarıyla halka kötü örnek olduğu suçlamalarıyla halifeye şikayet edilmişti. Bu durum Hz. Osman’a şikâyet edilince Şam’a sürgün edildi.
11.     Kur’ân’ı çoğalttıktan sonra İbn Mes’ud’un nüshasını imha ettirmesi.
Hz. Osman, Hz. Ebu Bekir’in tek bir nüsha haline getirttiği Kur’ân-ı Kerim’i çoğaltıp İslam beldelerine dağıttıktan sonra ihtilaf ortaya çıkmaması için farklı nüshaları imha ettirmişti. İbn Mes’ud bu uygulamaya muhalefet etmiş ve insanların bir kısmı da buna tepki göstermişti. Bu muhalefeti yüzünden halifenin, İbn Mes’ud’u da Ammar gibi cezalandırdığı rivayet edilmektedir.
12.     Bazı Arazileri Devletleştirmesi.
Hz. Muhammed zamanında, zekât develerinin otlaması, beslenip korunması, ordunun hizmetine hazır halde muhafaza edilmesi için, bazı araziler mera olarak kullanılıyordu. Daha sonraki dönemlerde ihtiyaç arttıkça meraların arttırılması uygulaması yapılmıştır. Hz. Osman’da bu artırımı yaptığında ilk anda herhangi bir tepki oluşmamıştı fakat daha sonraları bazı kimseler ve çevreler tarafından tenkid edilmeye başlandı.
Zikretmiş olduğumuz, farklı derecelerde öneme sahip olan idari tasarruflar ve olaylar, toplumda Hz. Osman’ın hilafetinin meşruiyetinin sorgulanmasına neden olmuştur. Bu olaylara ilave olarak, devletin önemli merkezlerinde, geniş halk kesimlerini etkileyen ve yakından ilgilendiren bazı gelişmeler meydana gelmişti ki esas isyanın fitilini ateşleyenler de bunlar olmuştur. Bu önemli merkezlerden bir tanesi olan Kûfe’de yaşanan isyanın ve bu isyana yol açan süreçte neler yaşandığının bilinmesi, konunun iyi anlaşılması için gereklidir.
(ALINTI)
Ubeydullah b. Ömer meselesi, Hz. Osman hilafete geçtiğindeki en önemli mesele idi. Hz.ömer'in yaralanmasından sonra, Hz.Ebu Bekir'in oğlu Abdurrahman, Hz. Ömer’in oğlu Ubeydullah'a Ömer’in katili Ebu Lü'lü'yü Hürmüzan ve Cufeyne ile birlikte gördüğünü haber vermişti. Bunun üzerine Ubeydullah b. Ömer intikam hırsıyla Hürmüzan'ı, Cufeyne’yi ve Ebu Lü’lü'nün kız çocuğunu öldürdü. Hatta Ubeydullah, yaptığından pişman olacağı yerde, "öldürmedik hiç bir acem bırakmayacağım" şeklinde beyanda dahi bulundu.  Hz. Osman bu olayı dini değil tamamen siyasi bir hadise gibi düşündü ve idari insiyatifıyle meseleyi çözümlemeye çalıştı. Halbuki Hz. Osman bu konuda ashabın ileri gelenleri ile de istişare etmiş ve görüşlerini de almıştı. Çoğunluğun görüşü Ubeydullah'ın kısasen öldürülmesi yönünde idi. Fakat halife kısas yapmadı, hatta onun adına diyet ödedi ve Ubeydullah'ı şu cümleleriyle savundu: "Hürmüzan bir müslümandır varisi yoktur. Varisi olmayanın varisi tüm müslümanlardır. Ben de sizin imamınızım, bundan dolayı Ubeydullah'ı affettim"  Bu sözler sahabeyi ve özellikle Hz. Aişe, Hz. Ali başta olmak üzere ashabın ileri gelenlerini kızdırmış ve Hz. Osman'a karşı soğukluk beslemelerine sebep olmuştur. Bu ve bunun gibi zikrettiğimiz ve zikredemediğimiz olaylardan rahatsızlık duyan ashab, Halife'yi uyarmayı kendilerine vazife bilmişlerdir. Bu konuda sorumluluk duygusu taşıyanlardan biri şüphesiz Hz. Ali'dir. Hz. Ali konu ile ilgili olarak oğlu Hasan'ı halifeye göndermiş ve ona halkın halife hakkında duydukları endişeleri bildirmesini istemiştir. Bu uyarı karşısında sinirlenen Hz. Osman, Hz. Hasan'a "Baban zannediyor ki, hiç bir kimse yaptığım bilmiyor; fakat biz ne yaptığımızı biliriz"demiştir.
Böyle sert bir tepki ile karşılaşan Hz. Ali'den şüphesiz bunun ötesinde daha ileri bir tavır beklenemezdi. Nitekim o da bu olaydan sonra Hz. Osman'ın icraatları karşısında sessizliğini muhafaza etmiştir.
Hz. Osman'ın uygulamalarından hoşnut olmayan bir diğer kişi de Ümmü'l-Müminin Hz. Aişe'dir. Hz. Aişe'de, Hz. Osman'ın bazı uygulamalarından dolayı O'nu uyarmıştır.
Hatta Hz..Aişe, Hz. Osman'ın uygulamaları sonucu o kadar sert düşüncelere sahip olmuştur ki, uygulamalarından dolayı Hz. Osman'ın Kur'an'a göre dini açıdan yanlış yolda olduğu kanaatini dahi beslemiştir. (alıntı)

Takdir edileceği gibi, Hz. Ali halife seçildiğinde toplumda birçok problem vardı. Bu problemlerin en büyüğü de hiç şüphesiz Hz. Osman'ın katillerinin cezalandırılması meselesi idi. Ancak ortada belirli bir katil yoktu. Sayıları ikibin beşyüzü aşan, hatta on bin dolaylarında bir kalabalık "Osman'ı hepimiz öldürdük" demekte idi. Şehre hakim olan bu asilerle hemen başa çıkılamayacağı da gayet açıktı.
 Hz. Ali halka "isyancı arapları uzaklaştırın" diyor, isyancı topluluğuna da "geldiğiniz yerlere dönün" şeklinde tavsiyelerde bulunuyordu. Fakat bu tavsiyeler pek fayda sağlamıyordu. İsyancıların gayeleri zaten karışıklık çıkarmaktı ve çıkarmışlardı da. Nitekim bu uğurda Hz. Osman'ı şehit etmişlerdi. Meidne'liler de bu duruma seyirci kalmışlardı. Medine'lilerin böyle pasif bir davranış içine girmelerini Hz. Osman'ın uygulamalarından memnun olmadıklaarının işareti olarak görmek belki mümkün olabilir.
Hz. Ömer'in şûra'sında önceden de değindiğimiz gibi Hz. Ali'den yana tavır koyan Talha ve Zübeyr gibi sahabenin, isyancılar karşısında Hz. Osman'a yeterince sahip çıkmadıklarını, Hz. Aişe'nin de tıpkı onlar gibi sahip çıkmadığını görmekteyiz. Zaten Hz. Aişe'nin, Hz. Osman'ın uygulamalarından zaman zaman şikayetçi de olduğu bilinmektedir.’ Bu sebepten olsa gerektir ki Hz. Aişe, Hz. Osman kuşatma altında iken hacca gitmeye karar vermiştir. Onu bu kararından vazgeçirebilmek için Mervan b. Hakem, Zeyd b. Sabit ve Abdurrahman b. Attab, yanma gelerek "Ey müminlerin Annesi, seferden vazgeçiniz. Gördüğünüz gibi, mü'minlerin emiri kuşatılmıştır. Senin Mü'minler yanındaki mevkiin sayesinde Allah ondan bu belayı defedebilir" dediler, fakat Hz. Aişe fikrinden dönmedi ve Mekke'ye gitti.
Hz. Osman'ın şehid edildiği haberi kendisine ulaşınca, Hz. Aişe Medine’ye dönmek üzere yolda bulunmakta idi. O da yeni halifenin kim olacağı üzerinde düşünüyordu. Hz. Osman'ın ölüm haberi üzerine Hz. Aişe "sanki insanları Talha'ya bey'at ederken görüyorum" şeklinde bu konudaki arzusunu da açığa vurmuştu.  Hatta Hz. Aişe, Hz. Osman'ın ölümünden duymuş olduğu üzüntüyü ifade eden bir cümle de sarfetmemişti. Bundan sonra da Medine halkının Hz. Ali'ye bey’at ettiği haberi kendisine ulaşmıştı. Bunun üzerine Hz. Aişe Hz. Ali'nin halife olmasından hoşnut olmadığını ifade ederek: "Osman'a yazık oldu" dedi ve Mekke'ye geri döndü.
 Burada rivayetler doğru ise düşündürücü olan Hz. Aişe'nin tavrındaki tenakuzdur. Hz. Ali'nin hilafetini duyana kadar Hz. Osman'ın şehit edilmesi ile ilgili bir yorumda bulunmuyor, fakat Hz. Ali'nin hilafeti haberini duyduktan sonra "Osman'a yazık oldu" ifadesini kullanıyor. Yine Hz. Aişe'nin kardeşi Muhammed b. Ebi Bekir'in katillere yol göstermesi de   olayın başka bir ilginç boyutunu oluşturmaktadır.
Tarihi rivayetler gözönünde bulundurulduğunda şayet doğru iseler Hz. Aişe'nin Hz. Osman'la ilgili tavırlarında bir farklılık ve tenakuz göze çarpmaktadır. Hz. Aişe'deki bu tavır farklılığının sebebi nedir? sorusuna Hz. Ali'nin halife seçilmesi şeklinde bir cevap verilmektedir. Bize ulaşan rivayetler ışığında Hz. Aişe'nin, Hz. Ali'nin halife seçilmesini istemediği ve bu konuda görüş beyan etmekten kaçındığı şeklinde bir yorum belki mümkün olabilir. Çünkü bunu beyan ettiği takdirde görüşü halk arasında hoş karşılanmayabilirdi. Bunun için de halkın desteğinin üzerinde bulunabileceği bir görüş ortaya atmış ve Hz. Osman'ın masum olduğu, onun mazlum olarak öldürüldüğü ve Hz. Osman'ın kanının sorumlusunun da Hz. Ali olduğu gibi görüşler beyan etmiştir.
Hz. Aişe'nin, Hz. Ali'ye fiili olarak cephe almasının sebeplerini biz Talha ve Zübeyr'in teşvikine bağladığımız gibi, bize ulaşan kaynaklarda Hz. Peygamber devrinde cereyan eden bir olaya da bağlanmaktadır. Bu olaya göre, Hz. Ali'nin yanlış tutumu Hz. Aişe'nin, Hz. Ali'ye cephe almasını sağlamış ve Ona kin beslemesine sebep olmuş olabilir. İşaret edilen bu olay hicretin beşinci yılı Şaban ayında, Benî Mustalik Gazvesinde Hz. Peygamber'e eşlerinden Hz. Aişe'nin refakat ettiği sırada cereyan etmiştir. Olay genel olarak şu şekilde rivayet edilmektedir: Kafile, gece bir yerde konakladı. Hz. Aişe zaruret sebebiyle kafileden ayrıldı. Geri döndüğünde ise, boynunda takılı gerdanlığının olmadığını gördü.. Gerdanlığı bulmak için kafileden tekrar ayrıldı ve gerdanlığı buldu. Ancak kafileye yetişemedi. Bunun üzerine çarşafına bürünerek olduğu yerde durakaldı. Hz. Aişe orada iken, askerin bazı ihtiyaçlarını gidermek için ordunun gerisinde kalan Safvan b. Muttal es-Sülemı geldi. Hz. Aişe'yi kafileye yetiştirdi.
 İşte meydana gelen bu durum münafıklar için büyük bir fırsat oldu. Onlar Hz. Aişe'ye iftira etmekten geri kalmadılar. Hatta bazı müslümanlar da buna inandı. Hz. Peygamber bu duruma çok üzüldü.. Konu ile ilgili olarak Hz. Ali ve Üsame b. Zeyd'in fikrini aldı. Üsame, Hz. Aişe hakkında hayırdan başka bir şey bilemeyeceğini ve olanların söylentiden ibaret olduğunu bildirdi, fakat Hz. Ali, Hz. Peygamber’i teskin etmek için; "Ey Allah'ın Elçisi, Kadınlar çoktur. Yerine başkasını almaya gücün de yeter"   dedi. Ali'nin bu sözü, ister istemez Hz. Aişe'yi üzdü. İşte Hz. Aişe'yi üzen ve Hz. Ali'ye karşı soğuk duygularının doğmasına da bu olay sebeb olmuş, Hz. Ali halife olunca da halife aleyhine tezahür etmeye başlamış olabilir. Fakat burada değinmemiz gereken Hz. Aişe'nin bir kadın olarak bu olayların bil fiil içinde oluşu sadece kendi şahsından kaynaklandığı gibi bir düşüncenin kabul edilmesinin zorluğudur. Hz. Aişe'yi bu olayların bizzat içine çeken kimselerin var olduğu düşünülebilir. Bu kimselerin de Hz. Ali'nin halifeliğinden umdukları maddi menfaati bulamayıp halifeye cephe alan Talha veZübeyr'in olması muhtemeldir. Çünkü bilinmektedir ki Talha ve Zübeyr halifeden umdukları valilik makamına ulaşamayınca Ona cephe almışlar ve Mekke'ye giderek Hz. Ali aleyhine konuşmuşlar, hatta belki bu dönemde Hz. Aişe'yi de Hz. Ali aleyhine olmak üzere kendi yanlarına çekmişlerdi.  
Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr Mekke'de bir görüş teatisinde bulunmuşlar, yapılacak işler hususunda bir durum muhakemesi yapmışlar ve Basra'ya gitmek hususunda fikir birliğine varmışlardı. Basra'yı tercih sebebi de Şam tarafına Muaviye'nin kafi geleceği ve Basra'da Talha’nın otoritesi olduğu görüşü idi.
Hz. Aişe, Talha ve Zübeyr   3000 askerle beraber Basra'ya yöneldiler. Hz. Aişe, Ya’la b. Münye tarafından kendisine hediye edilen bir deve ile yola koyuldu. Hz. Aişe ve taraftarları Basra'ya giderken yolda yaklaşık 20.000 savaşçı da etraflarında toplandı. Hz. Ali ise Medine'den yaklaşık 4000 kişilik bir kuvvetle ayrıldı. Hz. Ali'ye de yolda 12.000 Kufe'li asker katıldı. O, bundan sonra Basra'ya yöneldi. Talha ve Zübeyr ile görüşüp savaşa mani olmak için çaba sarfetti fakat, görüşmelerden bir netice çıkmadı. Savaş h. 14 cemaziye'l-eweI/36 m. 9 aralık 656 Perşembe günü başladı. Zübeyr ve Talha dâhil olmak üzere bunların taraftarlarından 13.000 kişi, Hz. Ali taraftarlarından da 2.000 kişi olmak üzere toplam 15.000 kişi öldü.  Hz. Aişe de olayın sonunda bu olaydan dolayı pişman oldu ve tövbe ederek olay yerinden ayrıldı.
Hz. Aişe'nin pişman olarak olay yerinden ayrılması hadisesi de bize gösteriyor ki, Halife ye karşı içinde bir takım soğuk duygu ve düşünceler bulunsa da bunlar ancak beşeri özellikler olarak değerlendirilebilir. Hz. Aişe hiç bir şekilde bu duyguların tesiri altında kalarak müslümanları bölüp parçalamak gibi bir düşünce içerisinde olmamıştır. Zaten Mü’minlerin annesini de böyle karanlık düşüncelerin tesiri altında düşünmek asla mümkün değildir. O sadece bir insan olarak çevresindeki insanların, özellikle Talha ve Zübeyr gibi kimselerin tesiri altında kalmış, sonucunu tahmin edemediği bir aksiyon içine girmiştir. Gelişen olayları gördüğünde de hatasını anlamış ve pişman olmuştur.
İslam tarihinde üzücü bir hadise olarak kalan bu müthiş vakıanın gerçek sebepleri kesin çizgilerle tespit edilemediği için başlangıçta çelişkili tavırların arkasından patlak verdiği gözönüne alınarak bu tavırlardan sebepler çıkarılmaya çalışılmıştır. Fakat genel manada savaşın tek sebebinin insan unsuru olduğu düşünülmektedir. Kişisel ihtiras ve çeşitli duygular da burada zikredilebilir. Bu tür ihtirasları ve kişisel özellikleri belli zaman ve mekanlarla sınırlamak pek mümkün olmamakla beraber bu tür hadiseleri her devir ve her insanda görebilmek mümkündür. Dolayısıyla insanın insanlığından kaynaklandığını sandığımız bu türden bir hadiseyi insanlığın herhangi bir devresinde görmek ve yaşamak mümkündür. Dolayısıyla bu olayın sebeplerini cahiliyye devri kültürü ile sınırlamanın uygun olamayacağı kanaatindeyiz. Bu olayın gerçek sebebinin ve gerçek failinin bilicisi hiç şüphesiz her şeyde olduğu gibi Cenâb'ı Allah'tır. Biz kendimize ulaşan bir takım kaynaklar ışığında kendi gücümüz nispetinde olayları değerlendirip bir takım sonuçlara ulaşmaya gayret etme çabasındayız. Bunu yaparken de hatadan salim olmamız mümkün değildir. Hatamız varsa bunda kesinlikle herhangi bir kasıt aranmamalı ancak elimizdeki mevcut bilgilerin objektif bilim anlayışı dairesinde bizi bu neticelere götürdüğü düşünülmelidir.
Raşid halifelerden ilk üçü ihtiyaç duyduklarında Beytülmâl hâzininden borç alabilmekte, alınan miktar kayda geçirilmekteydi. 1
Hz. Ebû Bekr’in beytülmâlden aldığı borcu vefatından sonra kızı Hz. Âişe ödemişti. 2 Hz. Ömer’in zaman zaman Beytülmâl’den borç alıp bunu parası olduğunda, gecikme durumunda ise atâsı çıktığında veya ganimetten payına hisse düştüğünde dilimler halinde ödediği 3 ve ölmeden önce de oğlu Abdullah’tan bu borçların hesap edilerek ödenmesini istediği bilinmektedir. 4
Hz. Ömer yaralandığında oğluna borçlarını nasıl ödeyeceği konusunda tavsiyede bulunmuş, oğlu Abdullah da babasına ait evi ve Gâbe’deki bir arsasını satarak borcunu ödemiştir. (İbnu’n-Neccâr, 210.)
Mevcut rivâyetlere göre Halife Osman ise hazineden aralıklarla yüzbinlerce dirhem borç almaktaydı. Bir keresinde beytülmâlden aldığı yüz bin dirhemlik borç beytülmâl sorumlusu olan Abdullah b. el-Erkam tarafından müslümanların hakkı olarak yazılmış ve Hz. Ali, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas ve Hz. Abdullah b. Ömer şahit tutulmuştu.
Bu borç, vadesi geldiğinde Halife tarafından ödense de Hz. Osman ve Hz. Abdullah b. el-Erkam arasında Halife’nin borç trafiği nedeniyle sürtüşmeler yaşanmaktaydı. 5
Bir rivâyete göre Halife beş yüz bin dirhem borç almış fakat zamanı geldiği halde ödememişti. Beytülmâl sorumlusu olan Hz. Abdullah b. el-Erkam’ın ikazlarına rağmen Halife ödemeye yanaşmayıp yeni borçlar edinince Abdullah, Mescid’de cemaatin bulunduğu bir sırada anahtarları minbere asarak istifa etmişti.6
Hz. Ali kerremallâhü aleyhi vechenin borç aldığı rivayeti yoktur.
Medine döneminde oluşmaya başlayan bu devlet gelirleri üzerinde Hz. Peygamber bir mal sahibi olarak değil bir kamu görevlisi, bir devlet başkanı olarak tasarruf etmiştir. Onun, zekât hurmalarından birini ağzına atan torunu Hz. Hasan'a, "Bırak, o ne Allah Resulü'ne ne de ailesinden birine helâldir"7 demesi, zekât gelirlerinin Peygamber ailesine helâl olmamasının sonucu olduğu kadar beytülmâla ait bir malın Hz. Peygamber'in şahsî serveti gibi görülmediğinin de işaretidir 8. Bu bakımdan devlet başkanının mal varlığından ayrı olarak devlete ait müstakil bir mal varlığı kavramının ilk dönemlerden itibaren mevcut olduğu anlaşılmaktadır.
Kaynaklar
1 İbn Şebbe, I, 373; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 173.
2 Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 206.
3 İbn Sa’d, III, 257; VI, 73; İbn Şebbe, I, 373; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, X, 308; Taberî, Târîh, IV, 208;
Suyûtî, 248.
4 Bkz., Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, X, 436; İbnu’n-Neccâr, 210.
5 Bu yaşanan sürtüşmeye örnek olarak ayrıca bkz., Bkz.Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 173.
6 İbn Sa’d, VI, 73; Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, VI, 209.
7 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Cilt: I, s. 200
8Salih Tuğ, İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkışı, ss.77-78. Hamidullah, İslâm Peygamberi, Cilt: II, s.967.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar