Hendek Savaşı
Müşrikler ile Müslümanlar arasında Bedir ve Uhud’dan sonra meydana
gelen bir diğer savaş Hicret’in 5. senesinde meydana gelen Hendek savaşı idi.
Bu gazvede önceki savaşlarda olduğu gibi meydan savaşı yapılmamıştır. Zira Hz.
Peygamber, diğer savaşlardan farklı olarak Medîne’de kalarak savunma yapmayı
uygun bulmuştur. Mekkeli müşrikler Bedir’de Müslümanlar’a yenilmelerine rağmen
Uhud’da Ayneyn tepesindeki okçuların Hz. Peygamber’in emrine uymamaları
sebebiyle kısmî bir zafer elde etmişlerdir. Fakat müşrikler, asıl hedefleri
olan Hz. Peygamber’i ve Müslümanlar’ı ortadan kaldıramamışlardır. Bu durum
onlar açısından hâlâ bir tehdit unsuru idi ve Müslümanlar’ın Hicaz Bölgesi’nde
günden güne güçlenmesi onları tedirgin etmekteydi.
Diğer taraftan müşrikleri Müslümanlara saldırmaya teşvik eden başka
bir etken daha vardı ki bu da Medîne’de yaşayan Yahudiler idi. Zamanla
Medîne’deki üstünlükleri kaybolan Yahudiler müşriklerle ittifaklar kurarak,
Müslümanlar ile olan anlaşmalarını ihlâl etmişler, bunun sonucunda da önce Benî
Kaynuka, daha sonra da Benî Nadîr Yahudileri Medîne’den sürgün edilmişlerdi. Bu
sürgün esnasında bir kısım Yahudiler Hayber’deki Yahudilerin yanına sığınmışlar
ve buradan Müslümanlar aleyhine faaliyetlerine devam etmişlerdir.
Bu faaliyetler zamanla semeresini vermiş ve buradaki Yahudiler
müşrikleri, Müslümanlar üzerine saldırmaya teşvik etmişlerdir. Hayber
Yahudileri sadece Mekkeli müşrikleri değil birçok müşrik Arap kabîlesini de
Müslümanlara karşı birlik olmaya çağırmışlardır. Bu faaliyetler sonucu Kureyş,
Gatafan, Benî Süleym, Benî Esed gibi müşrik kabilelerin oluşturduğu on bin
kişilik bir ordu Medîne’ye doğru harekete geçmişti. Bu durumu haber alan Hz.
Peygamber, o güne kadar Araplar arasında pek bilinmeyen bir şekilde savunma
yapmaya karar verdi ve sahâbeden İran asıllı Selmân-ı Fârisî’nin tavsiyesi ile
Medine’nin saldırıya açık olan kısımlarına hendek kazılmasına karar verildi.
Konumuz açısından ele alacağımız husus ise bu savaş esnasında hendeği
geçmeye çalışan müşrik süvârilerden Amr b. Abd ile Hz. Ali arasında meydana
gelen olaydır.
Başında Ebû Süfyan’ın olduğu müşrik ordusu, Medîne önlerine geldiğince
daha önce alışık olmadıkları bir şekilde hendeği görünce büyük bir şaşkınlık
yaşamışlardır. Bu şaşkınlığı üzerlerinden atmaya çalışan müşrikler hendeğin
bulunduğu tarafta karargâh kurarak hendeği geçebilecekleri yerleri araştırmaya
başladılar. Hendeği geçme teşebbüsleri ise Müslüman okçular tarafından devamlı
olarak engellenen müşrik süvârilerinden beş kişi savaşın ilerleyen safhalarında
hendeği geçmeyi başarmıştır.
Hendeğin en dar yerinden geçmeyi başaran bu beş süvâri: İkrime b. Ebû
Cehil, Nevfel b. Abdullah, Dırâr b. Hattâb, Hubeyre b. Ebû Vehb ve Amr b. Abd
idi. Bunlardan Amr b. Abd, bin ere denk
tutulan ve o gün tamamıyla zırhlara bürünmüş bir savaşçı idi. Amr, atının başını çevirerek Müslümanlara
“Benimle çarpışacak kim varsa çıksın ortaya” diyerek meydan okuyor ve karşısına
çıkacak bir er istiyordu. Amr mübâreze yapmak için er istediğinde onun
cesaretini ve kuvvetini iyi bilen Müslümanlar, sanki başlarına kuş konmuş gibi
yerlerinden kımıldayamamışlardı.
Amr b. Abd’in bu çağrısına Hz. Ali karşılık vermiştir. Hz. Ali ayağa
kalkarak “Yâ Resûlallâh, onunla ben çarpışayım” dediğinde ise Hz. Peygamber,
“Sen otur, o Amr’dır!” buyurmuştur.
Amr b. Abd “Hani, sizden öldürülünce Cennet’e gideceğini iddia
ettiğiniz kimseler; hani, nerede kaldılar? İçinizden meydana gelerek benimle
çarpışacak kimse yok mu?” diye tekrar seslenince, Hz. Ali tekrar ayağa kalkarak
“Onunla ben çarpışayım yâ Resûlallâh” demiştir. Hz. Peygamber tekrar ona “Sen
otur! O, Amr’dır” buyurmuştur.
Amr b. Abd, üçüncü defa seslenerek çağrıda bulunup aralarında
çarpışacak kimse olup olmadığını sorarak bir dörtlük okumuştur. Bunun üzerine
Hz. Ali tekrar ayağa kalkarak “Onunla ben karşılaşayım yâ Resûlallâh” demiş ve
Hz. Peygamber’in “O, Amr’dır” buyurması üzerine Hz. Ali, “Onun Amr olması fark
etmez” karşılığını vermiş; Hz. Peygamber de sonunda onun mübârezeye çıkmasına
müsaade buyurmuştur.
Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin Amr ile karşılaşmasına müsaade edince ona
kendi kılıcını kuşandırmış, kendi zırhını giydirmiş ve sarığını onun başına
sarmıştır. Ve Hz. Peygamber ona,
“Allah’ım ona yardımını ihsan et!
Allah’ım! Bedir günü benden Ubeyd’yi, Uhud günü de Hamza’yı aldın. Ali
ise benim kardeşimdir ve amcamın oğludur. Beni yalnız başıma bırakma! Sen
vârislerin en hayırlısısın” diyerek duâ etmiştir.
Hz. Ali, Amr b. Abd’in karşısına çıkınca Amr “Sen kimsin” diye sormuş,
Hz. Ali, “Ben Ali’yim” karşılığını vermiştir. “Abdümenâfın oğlu Ali mi?” diye
tekrar sorunca “Ben Ebû Tâlib’in oğlu Ali’yim” cevabını vermiştir. Amr b. Abd
bu cevabına karşılık Hz. Ali’ye “Ey kardeşimin oğlu! Amcalarından senden başka
daha yaşlı kimse yok mu? Ben senin kanını dökmek istemem, zira senin baban
benim dostum idi” demiştir.
Hz. Ali “Vallahi ben senin kanını dökmek isterim” deyince Amr b. Abd
kızmış ve kılıcını çekerek atını Hz. Ali’nin üzerine sürmüştür. Bu hamle karşısında Hz. Ali ona,
“Ben seninle nasıl çarpışayım? Ben yayayım, sen ise atının üzerindesin, âdil
bir karşılaşma için atından in” diyerek seslenince Amr atından inmiş ve bir
vuruşta atının ayaklarını keserek Hz. Ali’nin karşısına çıkmıştır.
Hz. Ali bu esnada ona “Ey Amr! Ben senin Kureyş’ten bir kimse ile
karşılaştığın zaman onun üç dileğinden
birini kabul edip yerine getireceğin hakkında Allah’a yemîn ettiğini duydum, bu
doğru mudur?” diye sorar; Amr b. Abd
de “Evet, doğrudur” şeklinde cevap verir.
Bu cevap üzerine Hz. Ali “Öyleyse ben seni Allah’a ve Resûlüne îmâna
ve Islâm’ı kabûle dâvet ediyorum” demiştir. Amr ise “Ey amcamın oğlu, benim
buna ihtiyacım yok, bu bana gerekmez” şeklinde karşılık vermiştir.
Hz. Ali bu cevap üzerine, “Öyleyse bizimle çarpışmayı bırak ve yurduna
dön, eğer Muhammed Aleyhisselâm, düşmanlarına karşı galip gelirse sen bu
davranışınla ona yardım etmiş olursun, şayet düşmanları ona üstün gelip onu
ortadan kaldırırsa sen de dileğine savaşmadan ulaşmış olursun” teklifinde
bulunmuştur.
Amr bu teklifi de “Bu sözü Kureyş kadınları bile söylemezler, ben
burada savaşmayı ve intikam almayı adadım. Adağımı yerine getirmeden başıma yağ
ve koku sürünmeyi kendime yasakladım. Böyle bir adağı olan buradan dönemez”
diyerek geri çevirmiştir.
Amr, Hz. Ali’ye üçüncü dileğini söyle deyince Hz. Ali “Öyle ise seni
benimle çarpışmaya dâvet ediyorum” şeklinde cevap vermiştir. Bu cevap
karşısında Amr biraz şaşırmış ve “Doğrusu Araplar içinde benden korkmadan
benimle çarpışmak isteyecek birinin olduğunu hiç düşünmezdim. Sen benimle ne
diye çarpışacaksın ey amcamın oğlu! Vallahi seni öldürmek istemiyorum. Sen genç
bir yiğitsin. Ben ancak Kureyş’in Ebû Bekir, Ömer gibi yaşça uluları ile
çarpışmak isterim” diyerek Hz. Ali’nin önünden çekilmesini istemiştir.
Hz. Ali’nin “Fakat ben seni öldürmek isterim” demesi üzerine Amr
şiddetli bir şekilde Hz. Ali’ye hücum etmiştir. Böylece ilk hamleyi Amr b. Abd
yapmıştır. Amr, Hz. Ali’ye kılıcıyla şiddetli bir darbe indirmiş, Hz. Ali ise
bu hamleyi kalkanı ile karşılamıştır. Amr’ın darbesi o kadar şiddetli olmuştur
ki, kılıcı kalkana saplanmış ve ucu da Hz. Ali’nin başını yaralamıştır. Bu
hamleye karşılık sıranın kendisine gelmesiyle birlikte Hz. Ali de kılıcıyla
Amr’a şiddetli bir darbe indirerek onu öldürmüş ve tekbir getirmeye
başlamıştır.
Hz. Ali’nin tekbir getirmesini işiten Müslümanlar onun Amr’ı
öldürdüğünü anlamışlar ve onlar da tekbir getirmeye başlamışlardır. Hz. Ali bu çarpışmadan sonra Hz.
Peygamber’e yönelmiş ve “Lâ ilâhe illallâh Muhammedü’r-Rasûlullâh” diyerek
sevincini göstermiştir.
Hz. Ali bu mübârezede de Hz. Peygamber’in vekîli olarak onu temsîl
etmiştir. Amr b. Abd, o dönem savaşlarında yaygın bir usul olan mübâreze ile
karşısına bir rakip istemesine rağmen hiçbir sahâbî onun karşınına çıkmamıştır.
Hiçbir sahâbînin Amr b. Abd’in karşısına çıkmaması gibi bir durumda ise
Müslümanların komutanı olan Hz. Peygamber’in onun karşısına çıkması
gerekecekti. Sahâbîlerin harekete geçemediği böyle bir durumda Hz. Ali, Amr’ın
bu teklifine olumlu cevap vermiştir. Hatta yukarıda da zikretmeye çalıştığımız
üzere Hz. Ali’nin, Amr’ın karşısına çıkmak üzere harekete geçmesine Hz.
Peygamber ilk başlarda engel olmuşsa da, onun ısrarlı tavrı üzerine daha sonra
ona izin vermiştir. Hz. Ali bu vazîfesini gözünü kırpmadan şecaatle yerine
getirerek Hz. Peygamber’i başarı ile temsîl ederek önüne siper olmuştur.
Hz. Ali’nin bu karşılaşmada Hz. Peygamber’i vekîli olarak temsîl
ettiğini göstermesi açısından dikkat çekmemiz gereken bir başka hususu da
burada zikretmemiz gerekmektedir. Bu husus da Hz. Ali’nin Amr b. Abd ile
karşılaşmak üzere hazırlanmaya başladığında Hz. Peygamber’in ona kendi kılıcını
kuşandırması, kendi zırhını ona giydirmesi ve kendi sarığını onun başına
sarmasıdır. Daha önce de belirtmeye çalıştığımız üzere temsîlcinin, tam
mânâsıyle vazîfesini îfâ edebilmesi için vekâlet ettiği şahsı yakından tanıması
ve üzerinde ona ait bazı alâmetler taşıması temsîl gücünü ve etkisini artıran
bir unsurdur. Bu hususu en iyi şekilde bilen Hz. Peygamber, bizzat kendi elleriyle
onu mübârezeye hazırlamıştır. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamber’i temsîl
noktasında görevini güvenle en iyi şekilde yerine getirmiştir. Amr b. Abd’ı
öldürdükten sonra doğruca Hz. Peygamber’e yönelmesi ve tehlîl getirerek
sevincini onunla paylaşması da bunu açık bir şekilde göstermektedir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar