Olunda
Hacı Veyiszâde,
keramet üzerine konuşmayı çok sevmezdi. Keramet konusu açıldığında bazen yüzü
düşer yada konuşmazdı. Bu konuları ara sıra sorduğumuzda şöyle derdi: “
Sahtekârlar, ne yapacaksınız kerameti, siz çalışın okuyun, Allah’ın dinini
şeriatı öğrenin. Mevlâna olmaya bakın, siz Mevlâna olursanız, Allah Teâlâ size
bir Şems gönderir” derdi.
İbni Arabî’nin düşünce
kavramında “bir şeyin o şeyin kendisi
olduğunu ama aynı zamanda o olmadığını, fakat üçüncü bir şeyde olmadığını”
anlatır.
Mesela; Beyazla siyahı
birbirine karıştırarak gri tonu elde etmez. Kendisi zatı itibarıyla hem siyah
hem beyaz olup, zıtlıkları kendi hakikati üzere birleştirir”
Mevlana'nın konuyla
ilgili ünlü metaforu şöyledir:
Anadolulu (Rumi) ve
Çinli ressamlar ustalıkları konusunda anlaşmazlığa düşünce, padişah onları bir
sınavdan geçirme gereği duyar. Büyük bir salon perdeyle ikiye bölünerek
duvarlara resim yapmaları istenir. Çinli ressamlar hemen işe koyulup, kendi
duvarlarını müthiş resimlerle boyarken; Anadolulu ressamlarsa sadece
kendilerine verilen duvarı cilalayıp, parlatıyorlarmış. Süre dolduğunda,
padişah önce Çinli ressamların resmine bakar ve hayranlığını dile getirir.
Padişah, Anadolulu ressamların resmini görmek istediğinde; onların yaptığı
sadece aradaki perdeyi kaldırmak olur ve Çinlilerin resmi bu pürüzsüz, cilalı
yüzeye daha bir alımlı ve etkili yansır.
Mistik tecrübeyi yaşayan ruh “tıpkı ateşle
kızaran demir gibi, kendisinden çok daha fazlasını yapabilen bir varlığın,
kişiliği O’nun içinde emilmeden, kendisini içine almasına razı olur. Bunu
hissetmesi ona yetecektir”. Mevlana da “Demir ateşe girince nasıl ondan farksız
olup ‘ben ateşim’ derse ilahi tecelliye uğrayan kul da kendi benliğinden geçmiş
olarak ‘ben Hakk’ım der.” Mevlana burada Hallacı Mansur’un ‘Ene’l Hakk’
deyişini kastetmektedir.
Hallac’ın durumu genellikle böyle kabul
edilir. Bu durumda Mevlana’nın kullanımına göre demir ateşte yok oluyor ve
ilahi iradede fena buluyor. Vahdet-i vücudun karakteristik özelliği olan bu
görüşte bile ontolojik değil de epistemolojik bir birleşmenin kastedildiği
şeklinde güçlü bir kabul vardır. Mesela N. Topçu bu konuda şöyle diyor: “En
açık ifadesini Yunus’ta bulan Vahdet-i Vücud mesleği, inkâr değil itmamdır.”
Yani ontolojik birleşme söz konusu olsaydı
vahdet-i vücut (İslam inanç esaslarını) inkâr etmek anlamına gelecekti.
Ontolojik birleşme olmadığından dolayı bu öğreti inkâr değil itmam olmaktadır.
Hucviri ise bu benzetmeyi “demirin
ateşte erimesi” şeklinde kullanır. Bu kullanımda, Hucviri’nin deyimiyle
ateşin demire etkisi öz değil sıfat yönüyledir.
Tabiri caizse ateşe giren demir ‘ben
ateşim’ demiyor da sanki ‘ben ateşin etki ettiği demirim’ diyor.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar