Mezhebimi Soruyorlar
Nefsin
Sıfatları / Seyr Çeşitleri / Mahaller / Esmâ/ Nur Rengi
Emmâre/
İlelhüdâ/ Sadr / Lâ ilâhe illallah/ Mavi
Levvâme/
Lilhüdâ / Kalp / Allah / Kırmızı
Mülhime
/ Alelhüdâ/ Ruh / Hû / Sarı
Mutmeinne
/ Maalhüdâ / Sır / Hakk /Yeşil
Râziye
/ Filhüdâ Sırr-ı Sır Hay Beyaz
Merzıye
/ Anilhüdâ / Hafî / Kayyum / Siyah
Sâfiye / Seyr bilhüdâ / Ahfâ / Kahhar / Renksiz
Mezhebimi Soruyorlar
İbnu’l-Fârid’e tarikatını veya mezhebini
soranlara:
عَنْ مَذْهَبِى فِي الْحُبِّ مَالِى مَذْهَبٌ إِنْ مِلْتُ يوْمًا فَارَقْتُ مِلَّتِي
“Sevgi
yolundaki mezhebimi soruyorlar, mezhebim yoktur benim
Bir gün bile o sevgiliden ayrılsam dînimden
dönerim.”
[The
Dîwân of Ibn al-Fârid, 64. Beyit, s. 72]
زِدْني بفَرْطِ الحُبّ فيك تَحَيّرا
وارْحَمْ حشىً بلَظَى هواكَ تسعّرا
Ey sevgilim! Sana karşı olan aşırı
sevgim hayretim ziyadeleşsin! Ancak, gönlümü yakan aşkınla, ateşler saçan
kalbime biraz merhamet eder misin?
**
وإذا سألُتكَ أن أراكَ حقيقةً
فاسمَحْ ولا تجعلْ جوابي لن تَرى
Senin hakikatinle görmek isteğim
olduğundan, okşayıcı /taltif edici merhametine sığınıyorum.
(لن تَرانى=
Asla göremeyeceksin) cevâbıyla üzülmeme merhametin razı olmaz, değil mi?
**
يا قلبُ أنتَ وعدَتني في حُبّهمْ
صَبراً فحاذرْ أن تَضِيقَ وتَضجرا
Ey hayretteki kalbim!
Sen hakîkî aşk ve kalbini yakan
aşkın elemlerine karşı sabır vadedip ve metânet eylemiştin. Sakın yürek darlığı
usanç gösterme!
Sır gibi sakladığın aşkından emîn ve
sözünü tutmada metanetli ol!
**
إنَّ الغرامَ هوَ الحياةُ فمُتْ بِهِ
صَبّاً فحقّك أن تَموتَ وتُعذرا
Hayât, bir aşk ve onun hırsıyla
mahvolma değil mi? Sevgilin için nefsini öldürerek ederek sonsuz hayata
kavuşmak! Âşıka ölmek lâyıktır ve ma‘zûr/özür görülecektir.
**
قُل لِلّذِينَ تقدَّموا قَبلي ومَن
بَعدي ومَن أضحى لأشجاني يَرَى
Ey sonsuz hayata talip olan
hayretteki kalbim!
Öncekiler ve sonrakiler ve görmekte
olan günümüzde yaşayan insaf ehline aşkımın tecelliyâtlarını söyle;
عني خذوا وبي اقْتدوا وليَ اسمعوا
وتحدّثوا بصَبابتي بَينَ الوَرى
Sevgiyi ve âşk dersini benden
alsınlar, yalnız bana uyup ve beni dinlesinler. Yaratılmışlar içinde benim
şiddetli aşkımı ve sevdâmı söylesinler.
**
ولقد خَلَوْتُ مع الحَبيب وبَيْنَنَا
سِرٌّ أرَقّ منَ النسيمِ إذا سرى
Yemin ederim ki; sevgilimle aramızda
olan halvette geçen sırlar, seher vakti hafif ve lâtif esen rüzgârdan daha
ince/gizli/sırlı oldu.
**
وأباحَ طَرْفِي نَظْرْةً أمّلْتُها
فَغَدَوْتُ معروفاً وكُنْتُ مُنَكَّرا
Sevgilim, âlem ile güzelliğinin
arasına perde koymuşken müsâade ve merhamet edince, görmek arzusuna kavuştum.
Yine bilinmeyen şöhretsiz bir âşık
iken, mar‘ûf-ı cihân/ herkes tarafından bilinen de oldum.
**
فَدُهِشْتُ بينَ جمالِهِ وجَلالِهِ
وغدا لسانُ الحال عنّي مُخْبِرا
Sevgilimin cemâl ve celâl
tecellileri arasında tuhaf bir şekilde dehşete düştüm. Lisânımda konuşacak hal
kalmadığı ve halimi anlatamaz oldum.
**
فأَدِرْ لِحَاظَكَ في محاسنِ وجْهه
تَلْقَى جميعَ الحُسْنِ فيه مُصَوَّرا
Ey âşık!
Nazarlarını ve düşüncelerini
sevgilinin güzelliklerine çevir. Gör ki, bütün güzellikler onda tasavvur
edilmiş ve mutlak cemâlin/güzelliğin zahir olduğunu görürsün.
**
لو أنّ كُلّ الحُسْنِ يكمُلُ صُورةً
ورآهُ كان مُهَلِّلاً ومُكَبِّرا
Cihânın sureten kabul görmüş kemal
güzellikleri, sevgilimi görselerdi, lisânlarından iradesizce/şaşkınlıkla
“Lailahe İllallâh ve Allahu Ekber” feryâdları duyulurdu.
**
Ey Allah'ım, âlemlerin efendisi, çok sevilen ve göz
aydınlığımız, sevgilin Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellemin makamı
hakkı için, cennet şarabıyla sarhoş olmayı nasip kılmanı niyaz ediyoruz.
قَدْ يَكْثرُ الْمَالُ يوْمًا بعْدَ قِلَّتِهِ يَكْتَسِي الْعُودُ بعْدَ الْيَبَسِ بِالْوَرَقِ
“Mal, azaldıktan sonra bir
gün artabilir,
Dal da kuruduktan sonra yapraklanabilir.” (İbn
Kuteybe (1958). eş-Şi’r ve’ş-Şuarâ’, Dâru’l-Meârif, Kahire, 1958, s.423).
“Allah bir kulunu
sevdiği zaman Cebrâil’e: Ben falanca kulumu seviyorum sen de sev, buyurur.”
[Buharî, Edep, 41; Müslim Birr, 48.]
“Kim Allah’a kavuşmayı
arzu ederse, Allah’ta ona kavuşmayı arzular.” [Buharî, Rikak, 21; Müslim,
Zikir, 5.]
“İçinizden kim
dininden dönerse bilsin ki, Allah onların yerine Hakk’ı seven ve Hakk
tarafından sevilen bir kavim getirir.”
Mâide, 5/54.
“Kim benim bir velî
kulumu zillete düşürür ve ona
düşmanlık ederse, bana harp ilân etmişolur. Mümin bir kulumun ruhunu alma
zamanında gösterdiğim tereddüt kadar hiç bir hususta tereddüt göstermişdeğilim.
Çünkü kulum ölümden, ben ise onu üzmekten hoşlanmamaktayım. Halbuki orada
yapılması gereken bir işbulunmaktadır. Kulum farz ibadetlerle bana yaklaştığı
kadar başka hiç bir şey ile yaklaşamaz. Kulum nafile ibadetleri îfâ ederekte
sürekli bana yaklaşır. O kadar çok yaklaşır ki, artık ben onu severim. Bir
kimseyi sevdim mi, onun kulağı, gözü, eli olurum.” [Buhârî, Rikâk, 38; İbn
Mâce, Fiten, 16.]
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar