Print Friendly and PDF

Efendimin Gerçek Halifesi


Hz. Ali halifeliği devralmasının ardından eğitime ve öğretime karşı büyük önem vermiş bunu geliştirmek ve ilerletmek hususunda büyük çabalar sarfetmiştir “Bana bir harf öğretenin kölesi olurum” diyen İslam devletinin liderinin eğitime ve öğretime yaklaşımını ifade eden bu söz , eğitime karşı söylediği en güzel sözlerden bir tanesidir. Hz. Ali çağının o zorlu şartlarında dahi toplumunu eğitmeyi ve yetiştirmeyi amaçlamıştı. Bu amaçla bilime , bilimsel çalışmalara, eğitime büyük değer vermiş ve bunları, kendi döneminde toplumuna kazandırmayı amaç edinmiştir. Ayrıca, tüm zamanlara katkı sağlayacak bilimsel, kültürel gelişimlerin harçlarını da ana yapıya koymuştur.
Toplumun her dönemde daha da ilerlemesi için mücadele eden Hz. Ali, bilgi ve eğitimin cahilliği daima yeneceğinin ifade etmekteydi. Bu hususta Hz. Ali “İlim öğrenin, onunla tanınırsınız. Onunla amel edin, onun ehlinden olursunuz. Çünkü sizden sonra öyle bir zaman gelecek ki hakkın onda dokuzu inkar edilecek. O zaman sadece tövbekar ve Allah’a tam yönelenler kurtulacak. Onlar hidayet önderleri ve ilim meşaleleridir” diyerek ilmin öğretilmesinin ve öğrenilmesinin insanlara neler kazandıracağını belirtmiştir (İbni Kesir, ?:6). Hz. Ali gericiliğin ancak ilim ve eğitimle oluşacak bilinçle yok edilebileceğine inanmaktaydı. Halifeliği süresince de geleceğin idarecileri ve yöneticileri olan çocukların eğitimine büyük önem vermiştir. Onların en güzel şekilde yetişmesi için önemli çalışmalar yapan Hz. Ali çocukların güzel değerlere sahip olarak yetişen kişiler olması yolunda çaba sarfetmiştir.
Hz. Ali eğitimi sadece bilimsel kapsamlı çalışmalardan ibaret olmadığını, insanların yetiştirilmesinin bir aracı olduğunun da bilincindeydi. Kendisi de, Hz. Peygamber’in eğitiminden geçen Hz. Ali“İlim Kapısı ve Adil bir lider” idi.
Hz. Ali kendisini yetiştirmiş bir insandı. Özellikle edebiyat alanında şiirlerle ilgilenmiş olan Hz. Ali kaynaklara göre kesinliği tam olarak bilinmemekle birlikte bazı kitaplar yazmış idi. “El- Kaşidetü’z -Zeynebiyye, Cennetü’l-Esma, Münacaat, Muhannes” gibi bir çok kitabın Hz. Ali tarafından yazıldığı ifade edilmektedir. Aynı zamanda mektup, emirname ve vasiyetlerinin yer aldığı Nehc’ül Belaga’da onun önemli bir eseridir. Fakat Hz. Ali’nin bir çok eserinin 1055 yılında Bağdad Şahpur Kütüphanesinde yandığını ve kaybolduğunu kaynaklar belirtmektedir. Bununla beraber Hz. Ali cesaret, bilim, fıkıh ve güzel konuşmada oldukça yetenekli bir kişiydi. Şam'da bilgin ve İslâm hukukunda âlim geçinenlerin ona karşı şer'î mes'elelerde tartışmaya kalkışmaları kedilerin arslana karşı mırıldanmalarına benzerdi (Ahmed Cevdet Paşa,1981:436). Öyle ki Hz. Ali’nin şehit edilmesi haberi, onun en büyük rakibi Şam Valisi Muaviye’ye ulaştığında:
”Ebu Talib’in ölümüyle fıkıh ve ilim gitmiştir” diyerek Hz. Ali’nin ilim adamlığına hayranlığını dile getirmişti .
Hz. Peygamberin yanında yetişmesinden dolayı Kuran’ın iniş aşamalarına tanık olan Hz. Ali, böylelikle Kuran’a vakıf biri olarak yetişmiştir. Özellikle Raşid halifeler döneminde Kur’an bilgileri üzerine ünlenmiş simalardan bir tanesi de Hz. Ali olmuştur. Rivayetlere göre Hz. Ali’den 586 hadis nakledilmiştir.
Hz. Ali kendinden önceki seleflerinde olduğu gibi eğitime ve öğretime büyük önem vermiştir. Hilafeti döneminde öncelikli olarak Kuran ve hadis eğitimine önem veren Hz.Ali bunun yanı sıra siyaset, ekonomi ve ahlak derslerinide ön planda tutmuştur. Çağın gerekleri doğrultusunda hareket eden Hz. Ali eğitim ve öğretimde toplumu yetiştirmeyi kendisine ilke edinmiştir. Bu hususta okullar açılmasına öncülük eden Hz. Ali, özellikle çocukların yetişmesinde oldukça titiz davranmıştır.
Hz. Ali açmış olduğu okullarda başta kendisi olmak üzere bir çok muallimi de dersler vermek üzere tayin etmiştir. Örneğin, Hz. Ali başkentte açmış olduğu okula öğretim görevlisi olarak atadığı Ebul Esved Dueli, Arapça grameri;
Abdurrahman Sülemi, Kur’an dersleri; Kumeyl İbni Ziyad, Fen bilimleri; Ubade bin Sabit ve Ömer bin Seleme Arap dili ve edebiyatı dersleri verdiler. Kendiside okulda belagat (Retorik, dilbilgisi kurallarına uygun güzel konuşma ve yazma), Kur’an hadis ve fıkıh dersleri veriyordu . Bu şekilde yetişecek olan yeni neslin Arapların karanlık dönemlerinden uzak yepyeni bir dönem açmaları için mücadele etmiştir. Toplumunun her zaman bir adım daha ilerlemesi için hiçbir fedakarlıktan çekinmemiştir. Kendisi de bir ilim adamı olan Hz. Ali, eğitimsiz toplumun yok olup gideceğinin farkındaydı.
Toplumun kalkınması ve ilerlemesi hususunda önemli atılımlar gerçekleştiren Hz. Ali kendisi de bir çok kitap yazarak bunu göstermişti. Hz. Peygamber’in bir hadisine göre, “Tanrı bilimin beşte dördünü Ali’ye verdi. Kalan birinde de onu insanlara ortak yaptı” diyerek Hz. Ali’nin üst düzeyde bir ilime sahip olduğunu gayet açık şekilde dile getirmişti.
Bunun yanı sıra Hz. Ali’nin eğitime ve öğretime dair söylemiş olduğu şu vecizeler, onun tam bir eğitim neferi olduğunu ispatlamaktadır. Buna göre Hz. Ali:
“ İlim bayrağımdır, nereye gitsem benimledir”.
“İlim bütün iyiliklerin anahtarıdır”.“
İlim hiçbir servet ile satın alınmaz. Onun içindir ki, bir cahil ne derecede zengin olursa olsun, en fakir bir alim ile mukayese olunmaz”.
“İki şey vardır ki sonu bulunmaz; ilim, akıl”.
“İlimsiz ibadette, tefekkürsüz Kur’an okumakta hayır yoktur”.
“İlim meclisleri cennet bahçeleridir”.
“İlim mirasın hayırlısıdır”.
 Sözleri ilme, ilmi öğretene ve öğrenene kısacası eğitime verdiği önemi göstermek için kanaatimizce kafidir…
Cihadın en faziletlisi zalim sultana adaleti söylemektir. [Ebû Dâvûd, Melâhim, 18.]
Sultan Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir. Kullarından zulme uğrayan herkes ona sığınır [Nureddin Ali b. Ebî Bekir el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid (thk. Abdullah Muhammed ed-Derviş), Dâru’l-Fikir, Beyrut 1994, V, 355.]
Hz. Ömer’e atfedilen şu sözdür: “Allah Kur’an’la yola getiremediğini sultanla yola getirir.”
[ Ebû Bekir Ahmed b. Ali b. Sâbit el-Hatîb el-Bağdadî, Tarihu Medînetü’s-Selâm, Dâru’l-Garbi’l-İslâmî, Beyrut 2001, V, 173.]
“İsrailoğullarını peygamberler idare ediyordu. Bir peygamber öldü mü yerine başka bir peygamber geçiyordu. Gerçek şu ki, benden sonra peygamber olmayacaktır. Halîfeler olacak ve çoğalacaklardır. Ashab: Bize neyi emredersin? diye sorunca, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Önce kime biat ettiyseniz onun biatına bağlı kalınız. Sonra onlara haklarını veriniz, şüphesiz Allah onları yönetimleri altına verdiği kimselerden dolayı sorgulayacaktır.” [Müslim, İmâre, 44.]

Hz. Fatıma, kocası Hz. Ali’nin halife olmasını istiyordu. Hz. Ebu Bekir’e biat edildikten sonra O, kocası Hz. Ali ile bir gece Ensar meclislerine uğrayıp onlardan yardım isteyince onlar da
“Ey Resulullah’ın kızı! Biz Ebu Bekir’e biat ettik. Eğer senin kocan ve amcanın oğlu, Hz. Ebu Bekir’den önce gelseydi, ona biat ederdik”
derler. Bunun üzerine Hz. Ali
“Rasulullah’ı evinde defnetmeden bırakıp insanlarla onun halifeliğini mi tartışsaydım?” der. Hz. Fatıma da
“Ebu’l-Hasan gerekeni yapmıştır. Onlar ise hesap ve sorgusu Allah’a kalan bir iş yapmışlardır”
[İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, s. 16.] diyerek Hz. Ali’yi destekler.
Hatta Hz. Ebu Bekir’in halife olmasına en çok karşı çıkanların başında gelen Hz. Fatıma’nın evi, bu konuda ne yapılacağının istişare edildiği bir merkez haline gelmiştir diyebiliriz. Hz. Ebu Bekir de Hz. Fatıma’nın kendi hilafetine karşı çıkmasını ciddiye alarak onu Medine’deki muhaliflerin başı gibi görür. Onun yanında bir araya gelenleri önlemek ister. Bunun için bir gün Hz. Fatıma’nın evinde toplanan bir gurubun dağıtılması için Hz. Ömer’i oraya gönderir. Hz. Ömer de buraya gelir ve içeridekilerin dışarıya çıkmasını ister.
Bunun üzerine Hz. Fatıma kapıya gelir ve ona Peygamber’in cenazesini ortaya koyarak ona danışılmadan ve onlara bu konuda bir hak tanımadan hilafeti ele geçirdiklerini söyler.
[a.g.e., s. 16-18.]
Ya’kubi, Hz. Fatıma’nın evinde Ensar ve Muhacirler’den Hz. Ebu Bekir’in hilafetine karşı olan bir gurubun toplandığını, bu sebeple Hz. Ömer’in, Hz. Ali ile tartıştığını, Hz. Fatıma’nın müdahalesi ile Hz. Ömer’in tartışmadan vazgeçtiğini daha sonra da bu muhaliflerin tek tek Hz. Ebu Bekir’e biat ettiklerini kaydeder.
[el-Ya’kubi, Ahmed b. Ebu Yakub b. Cafer, Tarihu’l-Ya’kûbi, Beyrut 1413/1993, C.2, s. 11.]
 Hz. Ebu Bekir, Hz. Fatıma’nın toplumdaki yerini bildiği için, onu bu muhalefet düşüncesinden vazgeçirmek gayesi ile onun evine gelir ve ona olayların nasıl geliştiğini açıklar. Hatta o, Hz. Fatıma’nın bu tutumu sebebiyle istifayı bile düşünür.
[Abdurrezzak, Ebu Bekr Abdurrezzak b.Hemmame’s-Sa’ni, el-Musannef, Beyrut 1421/2000, C.5, s. 304-306; İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyâse, s. 18; Rıza Savaş, a.g.e., s. 179-180.]
Hz. Aişe’ye göre Hz. Fatıma hayatta iken insanlar Hz. Ali’ye yönelmiş, O vefat edince Hz. Ali, insanların kendisinden desteklerini çektiğini hissetmiş ve bundan sonra Hz. Ebu Bekir’e biat etmiştir.[ İbn Kuteybe, a.g.e., s. 18; Rıza Savaş, Raşit Halifeler Devrinde Kadın, s. 194.s. 179-180.]

Allâh Rasûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem) tebliğin ikinci aşamasında “En yakın akrabanı uyar!” (26/şuarâ, 214.) âyeti gereği, davetinin sesini artık bir perde daha artırmakla yükümlü kılınmaktaydı. Söz konusu âyet, bi’setin dördüncü yılı nâzil olmuştur.
 Bu konuda kendisinden gelen şu rivâyet, bizlere, vahyin ilk evresinde Hz. Ali’nin nasıl bir tavır içerisinde olduğunu belirgin bir şekilde göstermektedir:
“En yakın akrabanı uyar!” âyeti geldiğinde Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem), ehl-i beytinden olanları bir araya getirdi. Sayıları otuzdu. Yediler, içtiler. Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) onlara:
 “Hanginiz benim, dinimin gereklerini yerine getirmeyi, sözlerimi dinlemeyi taahhüt eder ki’ [Orijinali böyle olan bu ifadeyi: “Borçlarımı ve sözleşmelerimi /vaadlerimi ödemeyi, yerine getirmeyi kim tazmin eder / bana garanti verir?”]  benimle beraber cennette olabilsin ve ailem arasında da benim Halîfem olsun?” diye sordu. Akrabalarından birisi bu sözler karşısında:
“Ey Allâh’ın Rasûlü! Sen bir denizsin. Kim bu vazifeyi yerine getirebilir ki?’ dedi. Sonra Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem) bunu üç defa tekrar etti. Fakat hiçbir cevap alamadı.
Bunun üzerine -Hz. Ali- “Ben kabul ediyorum’ dedim.”
 Bu rivâyete baktığımızda ve tarihsel verileri karşılaştırdığımızda Hz. Ali’nin bu dönemde, henüz on iki-on üç yaşlarında olduğu anlaşılmaktadır. Onun bu küçük yaşına rağmen, inatçı müşriklerin direnmeleri karşısında nasıl bir irade hâkimiyetine sahip olduğunu ve Hz. Peygamber’in (sallallâhü aleyhi ve sellem) de ona ne denli saygı gösterdiğini bu iki mervî olay ortaya koymaktadır. 
[ibn Hanbel, Ahmed (v. 241/842), Musned, Thk. Şuyb el-Arnavût, Âdil Murşid, Muessesetü’r- Risâle, Beyrut 1999, c. II, 883; 1371; ibn Kesîr, Imâdüddîn Ebi’l-Fidâ ismail b. Ömer (v. 774/1372), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, Dâru Sâdır, Beyrut, t.y., c. IV, s. 104-105; el- Kandehlevî, Muhammed Yusuf (v. 1384), Hayâtu’s-Sahâbe, Muessesetu’r-Risâle, Lübnan 1999, c. I, s. 126-127. ]
Hz. Hüseyin ve onu sevenler, Hz. Hasan’ın naaşını dedesi Hz. Peygamber’in kabri civarına defnetmek istemişlerdir. Çünkü Hz. Hasan bu konuda vasiyette bulunmuş olmakla birlikte, bir fitnenin kopma ihtimali söz konusu olursa başka bir Müslüman mezarlığına gömülmesini tavsiye etmişti. Hz. Hüseyin Hz. Aişe’den bu konuda izin isteyince Hz. Aişe buna müsaade etmiştir. Ancak Mervan b. Hakem gibi Muâviye taraftarları Hz. Hasan’ın Hz. Peygamber’in yanına defnedilmesini engellemeğe çalışmışlardır. 
Hz. Hüseyin onların böyle karşı koymalarına mani olmak istemişse de ona şöyle söylenmiştir: “Ağabeyin Hasan, Rasûlullah'ın yanına defnedilmeyi vasiyet etmiş, ancak bu defin işinin Müslümanlar arasında bir fitneye sebep olması hâlinde herhangi bir Müslüman mezarlığına gömülmeyi de tavsiye etmişti.  ste bu bir fitnedir.” Bu sözler üzerine, Hz. Hüseyin susmuştur. Ardından kardeşinin cenazesini Said b. Âs’in kıldırmasına izin vermiştir.
Rivayete göre H. 20 (M. 642) senesinde Hz. Bilal, ölümünün yaklaştığını hissetmiş ve bununla ilgili hisleri Hz. Peygamber’in rüyasında görmesi ile pekişmiştir. Rüyasında Hz. Peygamber ona “Ya Bilal bu ne cefâdir, hâla beni ziyaret zamanı gelmedi mi?” demiştir. Bunun üzerine o sıralarda Şam’da yaşamakta olan Hz. Bilal hemen bineğine binerek Medine’ye gelmiştir. Burada Hz. Peygamber’in kabrine gelip ağlayarak yüzünü sürmüştür.
Onun geldiğini haber alan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin onun yanına gelmişlerdir. Hz. Bilal, onları kucaklayıp öpmüştür. Onlar da: “Ya Bilal! Biz senin ezanını duymak istiyoruz” demişlerdir. O da kabul edip mescidin damına çıkarak ezan okuyunca Medine halkı eski günleri hatırlayarak ağlamışlardır. [Zehebî, Siyer, I, 358-359.]
Abdullah b. Abbas Hz. Hüseyin’in öldürüldüğü gece rüyasında Hz. Peygamber’in elinin içinde kan toplayan kabıyla görmüştür. Bunun üzerine Abdullah b. Abbas ona sebebini sormuştur. Hz. Peygamber de ona elindekilerin Hz. Hüseyin ve onunla beraber olanların kanı olduğunu, bu kabı Allah’a takdim edeceğini söylemiştir. Bunun üzerine uyanan Abdullah b. Abbas olayı anlamış ve rüyasını insanlara anlatmıştır.
Aynı şekilde Hz. Hüseyin’in ölümü o sıralarda Medine’de bulunan Ummu Seleme’nin rüyasında bildirilmiştir. Buna göre o rüyasında Hz. Peygamber’in saçı ve sakalının topraklı olduğunu görmüştür. Ummu Seleme ona bunun sebebini sormuştur. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Ummu Seleme’ye: “Az önce Hüseyin’in öldürülüşüne şahit oldum” demiştir
[Tirmizî, Sünen, V, 657; Hz. Peygamber’in Hz. Hüseyin’in sehit edilmesini ön gören hadislerinin değerlendirmesi konusunda bkz. Abdullah Karahan, “Hz. Hüseyin’in Öldürüleceğini Bildiren Rivâyetler Açısından Hadis Kaynaklarında Kerbela Olayı”, Çeşitli Yönleriyle Kerbela Sempozyumu,Sivas 2010, III, 23-58.]
Hz. Hüseyin de Kûfe yolundayken bir rüya gördüğünü açıklamıştır. Bu rüyasında Hz. Peygamber’in kendisine bir emir verdiğini, bu emri yerine getirmek üzere gittiğini, bunun ister lehine olsun, isterse aleyhine olsun yerine getireceğini anlatmıştır. [Taberî, Târîh, III, 297; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 402; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 176.]

Kerbelâ olayı günü yine Hz. Peygamber, Hz. Hüseyin’in rüyasına girmiş ve ona kendine doğru gelmekte olduğunu söylemiştir. Hz. Hüseyin, rüyasını yakınlarına bildirmiştir. Bu durumda kız kardeşi Zeynep feryat etmeye başlamıştır. Bunun üzerine kadere tüm kalbiyle inanan Hz. Hüseyin ona susmasını, kaderi metanetle karşılamasını anlatmıştır. [Ebû Mihnef, Maktel, 77; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 415; İbn Kesîr, el-Bidâye, VIII, 190.]

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar