Peygamberimize iftira edenler bu ayeti okumadılar mı
Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve sellem’in
Kurân-ı Kerim’i tahrif ettiği, uydurduğu, kafasına hevasına göre yazdığını veya
başka başka hezeyanları ileri sürenler bu ayeti okumalılar.
İnsan tabiatı kendini ezen ve küçülten
hususları saklamakta mahirdir. Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem onların
bahsettiği gibi olsaydı, bu ayeti saklar kimseye söylemezdi. Kurân-ı Kerim’de
adı geçen bir sahabi vardır. O da Zeyd b. Hârise (ö.8/m.629) radiyallâhü anh
dır.
Bilindiği gibi Zeyd o günkü toplumsal
anlayışın çarpıklığı nedeniyle köle olan, Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve
sellem tarafından özgürlüğüne kavuşturulan, bu arada peygamber (sallallâhü
aleyhi ve sellem)’e evlatlık olma şerefine ulaşmış bir sahabedir.
Zeynep Binti Cahş ise Hz Peygamberin halası
Ümeyye’nin kızıdır.
Medine’ye hicret eden ilk muhacirlerden
biridir. Medine’de Zeynep ile evlenmek isteyenler bir hayli fazla olmasına
rağmen Hz Peygamber O’nun Zeyd ile evlenmesini uygun gördü. Zeynep binti Cahş
bu evliliğe gönlü olmamasına rağmen Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve sellemin
kararına rıza göstererek istemeye istemeye Zeyd ile hicretin ikinci senesinde
624 yılında evlendi.
Zeynep binti Cahş bu sıralarda 30 küsur
yaşlarında, Zeyd ise hem Peygamberimiz’in sütannesi Ümmü eymen ile evli, hem de
elli yaşlarında idi. Ayrıca Zeyd Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellemin
evlatlığı olması da bilinen bir durumdur.
Peygamberimizden beş yaş daha küçük olan Zeyd,
Allah Rasulu’nun en çok sevdiği dostları arasında idi. Zeyd Peygamberimize ilk
iman eden sahabilerin arasında yer alırken, askeri ve idari kabiliyetleri ile
sahabe arasında saygın bir kişiliğe sahipti.
Zeyd İmam Zührî (ö. 50-124/670-742)’nin : “ Zeyd’den önce Müslüman
olmuş kimse bilmiyoruz.”dediği kimsedir.
Müfteriler Rasülüllâh salla'llâhü aleyhi ve
selleme bakarken birde bu açıdan baksalar, aile içi bir sorun olduğu halde ifşa
edilmesi de kolaydı.
[Ahzap suresi 37]
“Hani sen Allah'ın kendisine nimet verdiği,
senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, "Eşini
nikahında tut (onu boşama) ve Allah'tan sakın" diyordun. İçinde, Allah'ın
ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa
kendisinden çekinmene Allah daha layıktı. Zeyd eşinden yana isteğini yerine
getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana
isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlatlıklarının
eşleriyle evlenmeleri konusunda mü'minlere bir zorluk olmasın. Allah'ın emri
mutlaka yerine getirilmiştir”
Hz. Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellemin torunu ve
Hz. Fatıma annem ile Hz. Ali kerremallâhü aleyhi vechenin küçük oğlu olan
Hüseyin aleyhisselâm, H. 4’te dünyaya gelmiştir. İlk üç halife devrinde
çocukluk ve gençlik dönemini geçiren Hz. Hüseyin, bu sıralarda önemli bir rol
üstlenmemiştir. Babasının halifeliği sırasında Kûfe’ye giderek babasının bütün
seferlerine katılmıştır. Hz. Ali’nin ölümünden sonra ağabeyi Hz. Hasan’a bey’at
etmiştir. Hz. Hasan aleyhisselâm hilâfeti Muaviye’ye bırakmaya karar verdiğinde
Hz. Hüseyin, ağabeyine itiraz etmiş ancak bu, sonucu değiştirmemiştir. Bunun
üzerine ağabeyiyle Medine’ye giden Hz. Hüseyin, Muaviye döneminde Yezid’in
veliahtlığına itiraz dışında sessiz kalmış, herhangi bir siyasî faaliyette
bulunmamıştır.
Muaviye’nin vefatının ardından Şam’da ve diğer
bölgelerde Yezid’e beyat edilmiştir. Ancak o sırada Medine’de bulunan Hz. Hüseyin
ve Abdullah b. Zübeyr, kendilerinden zorla bey’at almakla görevlendirilen
valinin takibatından kurtularak Mekke’ye gittiler. Onların bu davranışıyla
birlikte Muaviye zamanında kontrol altında tutulan muhalefet harekete geçti. Bu
işin başını da Kûfeliler çekiyordu. Bunlar Mekke’ye sığınan Hz. Hüseyin’e elçi
ve mektuplar göndererek kendisini Kûfe’ye davet ettiler. Davetlerini kabul edip
şehirlerine geldiği taktirde kendisini halife ilan edeceklerini ve bayrağı
altında Yezid’e karşı savaşacaklarını bildirdiler. Hüseyin’in durumu araştırmak
üzere gönderdiği amcasının oğlu Müslim b. Akîl, Kûfe’de çok müsait bir zemin
buldu. Emevî valisi Numan b. Beşir’in gevşekliğinden de faydalanarak Hüseyin
adına halktan bey’at aldı. Ardından da Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye çağırdı.
Gelişmelerden haberdar olan Yezid, Basra Valisi
Ubeydullah b. Ziyad’ı Küfe valiliğine tayin ederek isyanı önlemekle
görevlendirdi. Göreve başladıktan hemen sonra Müslim b. Akîl ve arkadaşlarım
öldürten Ubeydullah, gönderdiği kuvvetlerle Kûfe’deki yeni gelişmelerden
habersiz olarak Kûfe’ye gelmekte olan Hz. Hüseyin’in yolunu kestirdi. 10
Muharrem 61 (10 Ekim 680) Cuma günü Kerbelâ’da cereyan eden çarpışmalarda
Hüseyin ve beraberindekilerin tamamına yakınını susuzluk ve canice şehit
ettiler.
[Yiğit, XI, s. 90. Hz. Hüseyin ve Kerbelâ olayı
hakkında şuralara bakılabilir: Ethem Ruhi Fığlalı, “Hüseyin”, DÎA, XVIII, s.
518-521. Ahmet Ağırakça, Emevîler Döneminde Kıyamlar, Şafak Yayınları,
İstanbul, 1994, s. 73-120. İbrahim Sançam, Emevî-Hâşimî İlişkileri, TDV Yayınları,
Ankara, 1997, s. 307-334. Ahmet Turan Yüksel, İhtirastan İktidara Kerbelâ,
Yediveren Yayınları, Konya 2001, s. 71-106. M. Asım Koksal, İslâm Tarihi (Hz.
Hüseyin ve Kerbelâ Faciası) Akçağ Yayınları, Ankara 1984.]
Önceleri Hıristiyan olan Selman-ı Fârisî’nin
Medine’ye gelerek Müslüman olmasından sonra, Hz. Peygamberin yanına gelerek,
arkadaşlık ettiği Hıristiyanların amellerini ve onların yaşantılarını Hz.
Peygamber’e anlatması üzerine Hz. Peygamber; "Onlar İslâm dini üzere
ölmediler buyurmuştur. ”Bu olay üzerine ilgili ayet nazil olmuştur.
“Şüphe yok ki iman edenler ve Yehudîler,
Nasranîler, Sabiîler bunlardan her kim Allaha ve Ahıret gününe hakikaten iman
eder ve salih bir amel işlerse elbette bunların Rableri yanında ecirleri
vardır, bunlara bir korku yoktur ve bunlar mahzun olacak değillerdir” (Bakara, 62)
Hz. Peygamber Selman’ : ” Bu ayet senin arkadaşların
hakkında indi, kim benim Peygamber olarak geldiğimi işitmeden önce Hz. îsa’nın
dini ve İslam üzere ölürse o hayırdadır. Ama bugün kim beni işitir de bana iman
etmezse o helak olmuştur.” buyurdu.
Ayette zikredilen İslâmiyet dışındaki dinlerin
mensupları, Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme ve Kur’ân’a inanıp “İslam
milleti’ne girmedikçe iman etmiş sayılmayacaklardır. " Uhrevî kurtuluş
konusunda Kur’ân-ı Kerîm’in ısrarla üzerinde durup vazgeçilmez gördüğü şartlar,
Allah’ın varlık ve birliği ile Ahirete inanmak, Hz. Muhammed’in Peygamberliğini
ve öğretisini tanımak, Allah’ın razı olduğu güzel işler yapmaktır.”
Sonra Hz. Peygamber evine döndü. Bundan sonra
Hz. Peygamber’in sonunda vefat edeceği hastalığı başladı. Hz. Peygamber, ahireti tercih ettiğini üstü
kapalı da olsa mescidde ashabına duyurdu. Sonra Hz. Âişe’nin odasına gitti.
Hz. Âişe’yi; “Vay başım” derken buldu.
Bunun üzerine “Bilakis yâ Âişe! Benim vay başıma” buyurdu. Ardından “Sen benden önce ölsen, ben de
seni iyice yıkayıp kefenlesem, sonra da defnetsem sana ne zarar verir”
dedi.
Bunun üzerine Âişe “Vallahi ben öyle
zannediyorum ki şayet sen bunu yaparsan, evine döner ve orada hanımlarından
biri ile gerdek yaparsın” dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber tebessüm etti.
Daha sonra hastalığı arttı. [Dârimî,
Vefatün-Nebi, 14, İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, I/153.]
Nahiv ilminin H. 1. asrın ikinci yarısında Ebu’l-Esved tarafından
kurulduğu, değişik rivayetlerde de Ebu’l- Esved’i nahiv konusunda düşünmeye
teşvik edenin Hz. Ali olduğu kabul edilmektedir. Hz. Ali’nin Ebu’l- Esved’e
kaideleri açıklayarak “bu minval üzere yap” anlamında “ أنح نحوه ”
dediği ve nahiv kelimesinin buradan gelmiş olduğu da rivayet edilir.
İslamiyetin gelişinden sonra çok erken bir dönemde Araplarda filoloji
çalışmaları başlamış ve hızla gelişmiştir. Filoloji çalışmaları Kur’an-ı
Kerim’in yazılıp kitap haline getirilmesiyle başlamıştır. Gramer de yazının
ıslahı çalışmalarına bağlı olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim Kur’an-ı Kerim’in
doğru anlaşılması, Klasik Arapça lugatının derlenmesini, yapı ve gramerinin
tesbitini ve üslup araştırmalarını gerekli kılmıştır. Nahiv konusunda en büyük
payın Halil bin Ahmed’e ait olduğu da rivayet edilmiştir. Müsteşriklerden
bazıları nahiv ilminin Yunanlılardan alındığını iddia etmişlerdir. Çünkü nahiv
Irak’ta doğmuştur ve bu görüşe göre nahiv ilmi Arapların, Yunanlılardan miras
aldıkları eski bir nahivleri olan Süryanilerle karşılaşıp onların kültürünü
öğrenmelerinden sonra oluşmuştur. Nahvi başlangıçta Arapların icat ettiğini
sonradan Irak’ta Süryanilerden Yunan felsefesini öğrenerek nahiv bilgilerini
artırmış olduklarını düşünen araştırmacılar da vardır. Ebu’l-Esved ed-Düelî’nin
nahvin mucidi, İbn İshak el- Hadramî’nin nahvin illetlerini açıklayan, İsa bin
Ömer’in de bu alanda ilk olarak eser veren kişi olduğu da söylenmiştir.
Kaynaklar nahiv ilminin Basra’da doğduğunda müttefiktir. Nahiv ilmi Basra’da
doğmuş ve felsefesini Basra’da oluşturmuştur. Nahiv ilminin Hz. Peygamberin
emriyle oluşturulmaya başlandığı görüşü de mevcuttur. Fakat mütekaddimin
bilginleri arasında nahvin kurucusunun Ebu’l-Esved olduğunda ve onun da temel prensiplerini Hz.
Ali’den aldığında hemen hemen bir icma söz konusudur. Bu görüşlerin
yanında nahiv ilminin tevfikî olduğunu söyleyenler de olmuştur. Bu alimler “Allah,
Adem’e bütün isimleri öğretti” (Bakara/ 31) ayetini dayanak alırlar fakat
bu durum dil terminolojisinin de öğretildiği anlamına gelmez. [Gündüzöz, Soner,
“Nahiv ve Sarf İlmlerinin Doğuşu Üzerine” Ondokuz Mayıs Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi dergisi, sayı: 9, Samsun, 1997, s. 287- 292]
Hz. Âişe, Hz. Peygamber’in son
zamanlarında “Sübhanallahi ve bi hamdihi estağfirullahe ve etûbü ileyh” sözünü
çok söyler olduğunu, sebebini sorduğunda ise; “Rabbim, ümmetimde bir alâmet
göreceğimi haber verdi. Onu gördüğümde hamd ile tesbih ve istiğfar etmemi
emretti” [Müslim, salât, 221.]
Yedi Kuyudan Yedi Kırba Su
Hz. Peygamber “Yâ Âişe yedi
kuyudan yedi kırba su doldurup ağızlarını açmadan getirsinler. Üstüme dökün.”
buyurdu. Emrettiği şekilde sular geldi.
onu Hafsa’nın çamaşır tenekesi üzerine oturttuk, sonra soğuk suları
dökmeye başladık nihayet kendisi eliyle, “yeter” diyerek işaret etti. [İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, V/ 391.]
Afif
el-Kindi’nin şöyle dediği rivayet edilir: “Tacir biriydim. Hac günlerinde
Mekke ’ye geldim. Abbas b. Abdulmuttalib de bir tüccardı ve onun yanına
alışveriş yapmaya gitmiştim. Bu sırada bir adam çıkıp Kâbe ’ye doğru yönelerek
namaz kılmaya başladı. Sonra bir kadın çıktı onunla namaz kıldı, daha sonra bir
çocuk çıktı ve onunla namaz kıldı. Dedim ki: Ey Abbas bu din nedir. Bu bizim
bilmediğimiz bir dindir? Şu cevabı verdi: Bu Muhammed b. Abdullah’tır; Allah’ın
kendisini peygamber olarak gönderdiğini (İran Hükümdarı) Kisra ile (Bizans İmparatoru)
Kayser ’in
hazinelerinin kendisine geçeceğini söylüyor. Yanındaki
hanımı Hatice bt. Huveylid, ona inandı. Çocuk da amcasının oğlu Ali b. Ebi
Talib, o da ona inandı.” Afif dedi ki: “Keşke o gün inansaydım da ikinci (erkek) ben olsaydım.”İşte
tam bu noktada Hz. Muhammed’in onlara vermiş olduğu cevap ve karşı teklifi daha
ayrı bir anlam kazanmaktadır. Onların tekliflerine “Güneşi sağ elime ayı sol
elime koysalar ben bu davadan vaz geçmem”
şeklinde net bir cevap veren Hz. Muhammed, tebliğ etmiş olduğu inancı kabul
etmeleri durumunda kaybetme korkusu yaşadıkları şeylerin daha fazlasını elde
edeceklerine onları ikna etmeye çalışmıştır. Mekkelilerin tekliflerini
kendisine ileten amcası Ebu Talib’e, “Ey
amcacığım onlar bir tek kelimeyi bana versinler; Araplara onunla hâkim olurlar.
Acem ’in cizyeleri de onlara gelir’” demiştir. Bu sefer de “bu hangi kelimedir”” diye Kureyşliler sorunca?
Hz. Muhammed, “Bu kelime, la ilahe
illallah Muhammedu’r-rasulullah”tır demiştir.”
Nitekim bu
teklife olan tepkilerindeki yaklaşım tarzları bunun ipuçlarını bize
vermektedir. Ebu Cehil’in, Hz. Muhammed’in bu teklifini alaysı bir ifade ile “Muhammed’in
dediğine göre ona uyarsanız, Arabın ve Acemin hükümdarı olacakmışsınız”
diyerek küçümsediği rivayet edilmektedir.
**
İbn Hişâm’ın
İbn İshak’tan aktardığına göre Hz. Ali, son hastalık günlerinde Allah Rasulûnün
yanından çıktı. Halk ona sordu:
“Ey Ebu’l-Hasan, Allah’ın Rasulü nasıl?”
Hz. Ali: “Allah’a
şükür iyileşti” diye karşılık verdi. Hz. Abbas onun elini tutarak şöyle
dedi:
“Ey Ali vallahi
sen üç gün sonra kölesin. Ben, ölüm halindeki Abdulmuttalipoğullarının
yüzlerinin nasıl olduğunu bilirim. Allah Rasulunün yüzünde de ölümü gördüm.
Haydi Allah’ın Rasulü’nün yanına girelim. Bu iş bize kalacaksa bilelim.
Başkalarının olacaksa, bize insanlar hakkında tavsiyede bulunsun.” Bunun üzerine
Hz. Ali:
“Allah’a yemin
ederim ki, bunu yapamam. Eğer bundan alıkonulacak olursak, Allah Rasulü’nden
sonra onu hiç kimse bize veremez” dedi. [İbn Hişâm, VI, 72.; İbn Sa’d, II,
245; Buhari, Meğazi, 67, 78 h. no: 4182, İstizan, 29.; İbnü’lArabi,
el-Avasım mine'l-Kavasım fî Tahkiki Mevakıfi's-Sahâbî ba'de Vefati’n-Nebiyyi
(s.a.v), thk. Muhibüddin Hatîb, Dârü'l-Kütüb es-Selefiyye, Kahire, 1984,
58.]
Bir başka
rivayete göre, Hz. Muhammed vefat ettiğinde Abbas, Hz. Ali’ye “çık da
insanların gözü önünde sana bey ’at edeyim de başka birisi sana muhalefet
etmesin” dedi. Hz. Ali buna yanaşmadı ve “onlardan kim bizim hakkımızı inkâr edebilir ve bize
baskı yapabilir” diye cevapladı. Bunun üzerine Abbas “göreceksin'"
dedi ve Hz. Ebu Bekir seçilince de “ben sana dememiş miydim?” şeklinde
hatırlatmada bulundu. [Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, II,
265.]
Zühri’den gelen rivayete göre Hz. Ali ,
Haşimoğulları ve ez-Zübeyr altı ay
süreyle, (Hz. Fatıma vefat edinceye kadar) bey’at etmediler. O’nun vefatından sonra Hz. Ebu Bekir’e bey’at ettiler.
Hz. Fatıma ile Hz. Ebu Bekir arasında
Fedek arazisi yüzünden bir gerginlik
yaşandığı kaynaklarda Hz. Aişe’den gelen bir rivayette şöyle anlatılmaktadır: “Fatıma
Ebu Bekir’e gelerek, Allah’ın Peygamberi’ne tahsis etmiş olduğu mirasını
istedi. Fatıma o esnada Hz. Peygamber’in Medine ve Fedek’teki hisseleri ile
Hayber’in humusundan (beşte bir hisse) geri kalanları istiyordu.”
“Ebu Bekir kendisine Rasulullah’ın: ‘Biz
miras bırakmayız, bıraktıklarımız sadakadır’” dediğini ve bu maldan Âl-i Muhammed’in de
yiyebileceğini, bu konuda Rasulullah’ın uygulamasının haricinde herhangi bir
şey bilmediğini ifade ederek, Fatıma’nın isteğini geri çevirdi. Fatıma bundan
dolayı Ebu Bekir’e kırıldı, oradan ayrıldı ve ölünceye kadar da onunla
konuşmadı. Rasulullah’tan sonra altı ay
yaşadı. Bazı rivayetlere göre vefat ettiği zaman kocası Ali namazını kıldırdı
ve Ebu Bekir’den herhangi bir izin almadan da onu defnetti.
Hz. Ali’nin altı ay sonra bey’at ederken Hz.
Ebu Bekir’le aralarında şöyle bir konuşmanın geçtiği rivayet edilir:
Hz. Ali:
—Bu işte hakkımız olduğunu bilmiyor muydun?
Hz. Ebu Bekir:
— Evet. Fakat fitne çıkmasından korktum ve
büyük bir sorumluluk aldım.
Hz. Ali:
—Biliyorum ki Rasulullah sana namaz kıldırmayı
emretti, mağarada ikinin ikincisiydin. Bizim bunda hakkımız vardı ve sen
bizimle istişare etmedin. Allah seni bağışlasın” dedi ve ardından bey’at etti. [Belâzurî, Ensâbu’l-Eşrâf, II,
263]
“Ağacı delil getirdiler, meyveyi
zayi ettiler”
Nitekim İbn Ebi’l-Hadîd’in Şerhu Nehci’l
Belağa isimli eserinde şöyle bir rivayet vardır:
Hz. Ali, Ben-i Saide sakifesindeki toplantıdan
habersizdir. Toplantı bittikten sonra olaydan haberdar olur ve Hz. Ebu Bekir’e
bey’at edildiğini öğrenir. Bu toplantı sırasında cereyan eden olaylar kendisine
aktarıldığında hangi delille Hz. Ebu Bekir’e bey’at edildiğini sorar.
Kendisine, Hz. Ebu Bekir’e bey’atı sağlayan şeyin Hz. Muhammed sallallâhü
aleyhi ve sellemin “İmamlar Kureyş’tendir” hadisi olduğu söylenince de “Ağacı
delil getirdiler, meyveyi zayi ettiler” diyerek bu delillendirmeye olan
tepkisini dile getirmiştir.
Ziya Paşa, Amasya’da hastalık acısıyla
kıvranıp hiçbir yerden yardım alamazken; özellikle Babıâli onun bu durumuna
kayıtsız kalmışken; Mur Ali Baba’dan yardım ricasında bulunur. Bu yardım
mektubunda Ziya Paşa;
“Mur Ali Baba tarafından kurtarılmasını, aksi
halde ne kütüb-i mukaddeseye, ne şuna, ne buna inancı kalmayacağını çok kesin
bir dille bildiriyor.”
Mur Ali Baba, cevap mektubunda “Mesele
inanmaktır. İnanmak her şeyi halleder” sözleri ve duası ile onu teskin
eder.
Ziya Paşa’nın inanç anlamında ikinci buhranı
da belli ki ünlü terkib-i bendini yazdığı Cenevre’de olmuştur. Tanrı’yı
“Sen’sin” diyerek üst üste suçlayan Paşa,
“Zâlimleri adlin ne zamân hâk edecektir /
Mazlûmlann çıkmadadır göklere âhı / Bî-gâneleıe münhasır envâ’-ı huzüzât /
Milmet-zede-i aşkına mahsûs devâhî”
(Külliyât-ı Ziya Paşa 1924, s. 136- 137)
beyitleriyle Tanrı’nın adaletinden ciddi şekilde şüpheye düştüğünü gösterir.
1. Kimdir bu aczi hâss kılan nev'-i âdeme?
Kimdir bu nev'i eşref eden cümle âleme?
2. Şeytân u nefsi kimdir eden âlet-i şürûr?
Kimdir koyan zebûn-ı hevâyı cehenneme?
3. Mansûr'u kim düşürdü Ene'l-Hakk diyârına?
Kim verdi hükm katli için şer'-i ekreme?
4. Kimdir şarâbı hurmet ile telh-kâm eden?
İ'mâl-i câm ü bâdeyi kim öğreten Cem'e?
5. Kimdir Yehûd'u münkir-i i'câz-ı Hakk eden?
Kimdir Mesîh'i nefh kılan zât-ı Meryem'e?
6. Kimdir veren cesâret-i şerr ü fezâhati?
Süfyân'a, Ca'de'ye, Şemr'e, İbn-i Mülcem'e?
7. Kimdir Nasîr-i Tûs'u Hülâgû'ya sevk eden?
Musta'sım'ı kim etti karîn İbn-i Alkem'e?
8. Kimdir veren alîle tedâvîye ihtiyâç?
Kimdir koyan meziyyet-i ıslâhı merheme?
9. Zenbûr kimden eyledi tahsîl-i hendese?
Bülbüllere kim eyledi ta'lîm-i zemzeme?
10. Kimdir bu kârgâha çeken perde-i hafâ?
Kimdir veren tasavvur-ı teftîş âdeme?
Subhâne men tahayyare fi sun'ihi'l-ukûl,
Subhâne men bikudretihi ya'cüzü'l-fuhûl.
Günümüz Türkçesi:
1. İnsan soyuna bu aciz yaratılışı veren
kimdir? İnsanoğlunu bütün alemlerin en şereflisi olarak yaratan kimdir?
2. Şeytan'ı ve nefsi kötülüklere alet eden
kimdir? Nefsine yenilenleri cehenneme koyan kimdir?
3. Mansur'u(Hallac-ı Mansur) “Enel-Hak”
diyarına düşüren kimdir? Bu en büyük şeriata idam hükmünü, gücünü kim verdi?
4. Şarabı haram ederek hüzünlendiren kimdir?
Cem'e şarap ve kadeh yapmayı öğreten kimdir?
5. Yahudiler'e Allah'ın kahredici gücünü inkar
ettiren kimdir? Mesih'i(Hz. İsa) Hz. Meryem'e üfleyen kimdir?
6. Süfyan'a, Cade'ye, Şemr'e ve İbn-i Mülcem'e
kötülük ve rezillik yapma cesaretini veren kimdir?
7. Nasreddin Tusi'yi Hulagü Han'a yollayan
kimdir? Mustasım ile İbn-i Alkem'i kim yakınlaştırdı, kim tanıştırdı?
8. Hastalığın tedavisine muhtaç eden kimdir?
İyileştirme özelliğini merheme koyan kimdir?
9. Arı, geometri eğitimini kimden aldı?
Bülbüllere ses eğitimini veren kimdir?
10. Bu dünyaya gizlilik perdesi çeken kimdir?
İnsanlara, araştırma ve düşünme kabiliyetini kim verdi?
Vasıta Beyti: Allah bütün kusurlardan uzaktır;
akıllar bu yaptıklarına şaşkındır. Akıllar, Allah'ın kudreti karşısında aciz
kalır.
* Hallac-ı Mansur: “Enel-Hakk” yani “Allah
bendedir”, “Allah içimdedir” dediği için idam edilen şair, yazar, filozof.
* Cem: İran mitolojisine göre, şarabı ve şarap
kadehini bulan ünlü hükümdar, Çemşid.
* Süfyân: Ebu-Süfyan adıyla bilinir. Emevi
halifesi Muaviye'nin babası ve Yezid'in dedesidir. Hz. Muhammed'in
peygamberliğine inanmamış ve müslümanlara eziyetler çektirmiştir.
* Ca'de: Hz. Hasan'ın eşi olur. Kocasını
çeşitli vaatlerle kandırıp zehirlemiştir.
* Şemr: Hz. Hüseyin'in katillerinden biridir.
Onun kesik başını Yezid'e götürmüştür.
* İbn-i Mülcem: Hz. Ali'nin katilidir.
* İbn-i Alkem: Son Abbasi veziridir. Bazı
iddialara göre, Hülagü Han'ı Bağdat'a gelmeye teşvik eden odur. Şehrin Hülagü
tarafından fethedilmesinden sonra idareye memur edilmiş ama birkaç ay içinde
ölmüştür.
* Nasreddin Tûsî: Tus şehrinde doğmuş,
astronom, yazar ve siyaset adamıdır. Hülagü Han'ın Bağdat'ı fethi sırasında
onun müşavirliğini yapmıştır.
* Hülagü Han: Meşhur Moğol imparatoru ve
Cengiz Han'ın torunudur. İran'da hüküm sürmüş ve İlhanlılar Devleti'ni
kurmuştur.
* Musta'sım: Son Abbasi halifesi. Hülagü,
Bağdat'ı istemiş ama o teslim etmemiştir. Hülagü de Bağdat'ı alınca onu ve tüm
ailesini katletmiştir.
1. Ey kudretine olmayan âğâz u tenâhî!
Mümkün değil evsâfını idrâk kemâhî!
2. Her nesne kılar varlığına hüsn-i şehâdet,
Her zerre eder vahdetine arz-ı güvâhî.
3. Hükmün kılar izhâr bu âsâr ile mihri,
Emrin eder ibrâz bu envâr ile mâhı.
4. Dil-sîr-i bisât-ı ni’amın mürg-i hevâyı,
Sîr-âb-ı zülâl-i keremindir suda mâhî.
5. Eyler keremin âteşi gül-zâr Halîl’e,
Mağlûb olur peşşeye Nemrûd-ı mübâhi.
6. Zâlimleri adlin ne zaman hâk edecektir?
Mazlûmların çıkmadadır göklere âhı!
7. Bîgânelere münhasır envâ’-yı huzûzât!
Mihnet-zede-i aşkına mahsûs devâhî!
8. Sensin eden idlâl nice ehl-i tarîki,
Sensin eden ihdâ nice güm-geşte-i râhı.
9. Hükmün ki ola mûcib-i hayr ü şerr-i ef ‘âl,
Yârâb! Ne içindir bu evâmir, bu nevâhî?
10. Sendendir İlâhi yine bu mekr ü bu fitne!
Bu mekr ü bu fitne yine sendendir İlâhi!
Güftî bikün ü bâz zenî seng-i melâlet;
Dest-i men ü dâmân-ı tü der rûz-ı kıyâmet.
Günümüz Türkçesi:
1. Ey kudretinin başlangıcı ve bitişi olmayan (Allah’ım). Sıfatlarını
olduğu gibi idrak edebilmek mümkün değildir.
2. Her nesne varlığına tanıklık eder; her zerre senin tekliğine
şahitlik eder.
3. Hükmün, bu eserlerin ile güneşi ortaya çıkarır. Emrin, bu ışıklar
içinde ayı ortaya çıkarır.
4. Arzu kuşu, nimetler döşeğinde gönlü tok olmuştur . Sudaki balık,
cömertliğinin tatlı suyuna doymuştur.
5. Cömertliğin, Halil(Hz. İbrahim) için ateşi gül bahçesi yapmıştır.
Çok övünen o Nemrut sineğe mağlup olur.
6. Adaletin ne zaman zalimleri yerle bir edecektir? Mazlumların ahı
göklere çıkmaktadır.
7. Çeşitli hazlar ve zevkler yabancılara sınırlanmıştır. Türlü
cefalar, senin aşkının eziyetlerine uğrayanlara mahsustur.
8. Sensin nice doğru yolda olanları yoldan çıkaran. Sensin nice yolunu
kaybetmişlere doğru yolu gösteren.
9. Sen işlerin, amellerin hayır ve şerre sebep olacağını emretmişsin.
Yarabbi, öyleyse nedendir bu emirler ve yasaklar?
10. Allah’ım, sendendir yine bu fitne ve hileler. Bu hileler ve
fitneler yine sendendir Allah’ım.
Vasıta Beyti: Hem yap dersin hem günahkar
sayarsın. Kıyamet gününde ellerim duada, senin adaletine sığınırım.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar