Sembol Çeşitleri
Sembolün tanımı, kullanılışı ve özellikleri konusunda farklı bilim
adamları birbirinden farklı tanımlar, özellikler üzerinde durmuşlardır.
Aynı durum, geniş bir kullanım alanı olan sembollerin
sınıflandırılmasında da söz konusudur. Sembolle ilgili bazı bilim adamalarının
sınıflandırmalarını şu şekilde özetleyebiliriz: Bu sınıflandırmaların ilki
Amerikalı bilim adamı Bevan’ın, “Symbolizm and Belief” adlı kitabında
belirttiği sınıflamadır.
Bunlarherhangi bir şeyi, başka dil ve terimlerle daha açık bir biçimde
kavrayabileceğimiz şekilde temsil eden sembollerdir. Bu tür semboller başka
sembollerin yerine de geçebilir.
Tanrı hakkında kullanılan her türlü sembolik ifade ve tanımı, bu gruba
sokabiliriz. Bazı sembollerle hakiki manaları arasındaki münasebet o kadar
sıkıdır ki, onun yerine bir başka sembol konulamaz. Böyle bir sembol çeşidine
örnek olarak Hıristiyan inancındaki Allah-Baba mefhumunu verebiliriz. İkinci
olarak, Yale Üniversitesi’nin Profesörlerinden Walter Marshall Urban sembolleri
üç grupta sınıflandırmıştır:
Bu sembol çeşidine özellikle bilim sembolleri dâhil edilmiştir.
Bu sembol çeşidine de din ve sanat sembolleri girer.
Anlayış sembolleri, şiir ve dinde olduğu gibi doğuştan gelen veya asli
olan sembollerin alt cinsidir ve onların anlaşılmasına rehberlik eder.
Şiirde kullanılan kalıplar ve benzetmelerdir.
Geleneksel semboller; sembolle sembolize edilen arasında geleneğe
dayanan ilişki dışında hiçbir benzeyiş ve hatırlatma bulunmayan sembollerdir.
Öyle ki, bir bayrak bir ülkeyi sembolize eder; haç şeklinde bir şey veya Hz.
Süleyman’ın mührü veya Hz. Davut’un kalkanı bir din ya da dini bir topluluğu
sembolize eder; bir tekerlekli sandalye resmi sakatları veya onlara sağlanan
bir takım kolaylıkları temsil eder. Mesela, herhangi bir arabanın plakası
üzerinde görmüş olduğumuz tekerlekli sandalye resmi, bu arabanın özel bir
donanıma sahip olduğunu ve sakat bir insana ait olduğunu bize gösterir. Yine
bir merdiven basamaklarına gelmeden önce görülen bir tekerlekli sandalye resmi
ve bir ok işareti, sakat olup, tekerlekli sandalye kullananların bu yolu takip
etmeleri gerektiğine işaret eder ki, bu onlar için merdivenlerden inmenin
kolaylığına işarettir. Ses taklitlerine dayananların dışındaki bütün kelimeler
Geleneksel Semboller”dir; Geleneksel Semboller, bir bayrak ya da haç gibi maddi
bir nesne olduğunda, bu, insanların zihninde sembolize edilen şeyle
birleştirilir; böylece bir ülke ya da bir azize karşı duyulan bağlılık sembole
yönelmeye başlar.
Temel Semboller, evrenin ilk dönemlerinin çeşitli aşama ve
görüntülerinin insandaki bir karşılığı, bir yansımasıdır. Evrenin sonsuzluğu
insanı kuşatır. Onda merak ve hayret duygusu uyandırır, ne var ki, bilgisini de
aşar. Bunun yanında evrenin sonsuzluğunun bazı yönleri insan mahiyetinin bir
parçası olarak görülür. Bu durum kâinatı ayakta tutan yaratıcı ilkenin insan
kılığına girmiş benzeri olarak kendisinde mevcuttur. Bu, onun tüm kâinata
yakınlığını ifade eder. Ruh; yansıtıcı gücüyle, evrenin sonsuzluğunu
kendileriyle dağıttığı ve belli şekil ve kalıplar içinde sonlu hale geldiği
ilkelere karşı bir ayna gibi davranır.
Lisan sembolü, hemen bütün milletlerde bulunan en basit, aynı zamanda
en kutsal söz ve sesler halinde görülebilir. Mesela, Hindistan’da mukaddes
kelime “Om” gibi; tarikatlarda kullanılan “Hu” kelimesi de bu eski sözlere
dâhildir. Dinlerde kullanılan her mefhum esas itibariyle bir semboldür; çünkü
sembol, insan tarafından yaratılan, bundan dolayı da maddi dünyaya ait bir
şeydir ki, insan bu sembolle tamamen ruhani bir hakikati ifade etmeye
çalışmaktadır. Lisan sembolünün başka bir çeşidi akidelerdir. Eski Hıristiyan kilisesinde,
dinin hakikatlerini ifade etmeye çalışan akidelere ‘Symbolon’ veya “Sembol’
denilmiş ve bu suretle onun aşılamaz sınırlarına işaret edilmiştir.
Lisan sembollerinin yanı sıra faaliyet yahut merasim sembolleri de vardır;
çünkü ayinler, ilahi bir hakikati temsil etmek maksadıyla tesis edilmiştir.
Dini merasimler, çoğunlukla mitolojide anlatılan mistik hakikatin bir
tekrarlanışı, geçmişte vuku bulan hadislerin bugünkü hayatta hazır
bulundurulmasıdır.
Tabiat
Sembolleri:
Tabiat sembolleri insanın yarattığı değil, gördüğü sembollerdir.
Mesela güneş, ay, yıldız, kuş, yılan, su, dağ, çöl v.s.Maddi kuşun arkasında
bir gün insanın ruhu görülmüş, yılana bakılınca onda hem aldatıcı hem de
meydana getirtici bir kuvvetin gizlenmiş olduğu anlaşılmıştır.
Sanatın her dalında kullanılan sembollerdir ki, bunlar tamamen insan
eseri sembollerdir.
Sembollere daha çok, eski uygarlıklara ait eserlerde çizimler,
kabartmalar, freskler ve heykeller olarak; mitolojilerde, masallarda,
inisiyatik ve kutsal metinlerde ise sözcük ve kavramlar olarak rastlanmakla
birlikte, okült ve ezoterik görüşe göre, doğadaki canlıların hepsi bir
sembolizm içermektedir. Bir sembolün çözülebilmesinde en önemli hususlardan
biri sembolün hiçbir niteliğinin gözden uzak tutulmamasıdır. Semboller
nitelikleri bakımından yedi kategoride sınıflanır:
Daire, küre, insanın biçimi vs. sembolün anlamını anlamada, biçiminin
özellikleri, doğadaki diğer biçimler arasındaki yeri ve diğer biçimlerle
ilişkileri dikkat edilmesi gereken noktalardır. Örneğin üç boyutlu cisimler
arasında, yüzeyindeki tüm noktaların merkeze eşit uzaklıkta olduğu tek cisim
küredir.
Kimi zaman sembolün rengi de bir anlam taşır. Renklerin fiziksel ve
psişik etkileri farklıdır. Doğada bulundukları yerler de ayrı ayrıdır. Sütün
beyaz, göğün mavi, kanın kırmızı, bitkilerin genelde yeşil oluşu vs.
Kimi sembollerde yalnızca sayısal sembolizm görülür.İnisiyelere göre
evren sayılar üzerine kurulmuş bir sistemdir.
Nergis, aslan vs. Bu tür
sembollerin çözümünde söz konusu canlının fiziksel özelliklerinin yanı sıra
davranış özelliklerinin bilinmesi önem taşır. Köpeğin sadık oluşu, kurdun
hiyerarşiye ‘saygılı oluşu, pelikanın şefkatli oluşu, guguk kuşunun başka
kuşların yuvalarını yuva edinmesi vs.
Sembolizme konu olan kimsenin sergilediği karakter.
Olayların konusu ve olayların içerdiği mesaj. Neo-spiritüalist görüşe,
sufilere ve kimi tradisyonlara göre insanın karşısına çıkan hiçbir olay
tesadüfî değildir, karşılaştığı olayların bazılarında bir mesaj vardır. Eric
From, “Rüyalar, Masallar, Mitoslar” adlı eserinde sembolün tanımını “başka bir
şeyin yerinde duran, onun yerini alan, onu temsil eden” olarak verdikten sonra
sembollerin üç türe ayrıldığını söylemiştir. Bunlar sırasıyla; geleneksel,
rastlantısal ve evrensel sembollerdir.
Semboller arasında kullandığımız en yaygın ve tanınmış olan tür,
geleneksel sembollerdir Geleneksel sembollere verilebilecek en yaygın örnek,
kelimelerdir. Bunları günlük konuşmalarımızda kullanırız. “Masa” kelimesini
duyduğumuzda veya okuduğumuzda M-A-S-A harfleri, başka bir şeyin yerinde duran,
onun yerini alan ve onu temsil eden birer semboldürler. Sembolize edilen şey
de, her gün gördüğümüz, kullandığımız ve ellediğimiz masadır. Geleneksel
sembolleri, yalnızca kelimelerle sınırlı tutamayız. Bazen resimler de
geleneksel sembollere bir örnek olabilirler. Örneğin bayrakların, renkleri ve
sembolize ettikleri ülkeyle yakından ya da uzaktan hiç bir ilgileri yoktur.
Fakat buna rağmen, onlar da birer semboldür ve bayraklar, ülkelerin en güzel
tanıtım aracı olarak kabul edilmişlerdir. Görüntüsü ve maddi varlığı, bayrak
ile ülke arasında bir ilişki kurmamıza yardımcı olur.
Rastlantısal sembollerde, sembol ile temsil edilen şey arasında içsel
bir bağlantıya rastlamak mümkün değildir. Geleneksel sembollerden farklı olarak
rastlantısal sembollerin anlamı sadece tarafımızdan anlaşılır. Örneğin, bir
kişinin herhangi bir şehirde, üzücü bir olayla karşılaştığını düşünelim. Bu
kişi daha sonralar, o şehrin adını duyduğunda, buruk bir duyguya kapılacaktır.
Eğer o şehirde güzel bir anısı olsaydı, kişinin içi de neşeyle dolacaktı. Doğal
olarak, şehirlerin kendi başlarına üzücü ya da sevindirici oldukları
söylenemez. Ama kişisel bir ilişkilendirme sonucu, sözü geçen şehir bir sembol
biçimini almıştır. Aynı duygusal tepki, belki de belirli bir ev, bir sokak, bir
kıyafet veya belirli bir olay için ya da özel bir duyguyu gerektiren herhangi
başka bir durumla karşılaşınca da gösterilebilirdi. Rüyamızda, herhangi bir
şehirde olduğumuzu görebilir ve rüya sırasında belirli bir duygusal tepki
göstermediğimizi de kabul edebiliriz. Diyelim ki, o şehrin bir sokağını veya
yalnızca ismini gördük. Hemen, rüyamızda niçin bu şehri gördüğümüzü merak
ederiz. Biraz düşündükten sonra da, yatağa yatmadan önceki ruh halimizin, bu
şehrin sembolize ettiği ruh halimizle benzeştiğini fark ederiz. Rüyada
gördüğümüz resim, içinde bulunduğumuz ruhsal durumu, gördüğümüz şehir ise, bir
zamanlar aynı duyguları yaşamış olduğumuz yeri sembolize etmektedir. Burada,
sembol ve sembolize edilen şey arasındaki ilişki bütünüyle rastlantısaldır.
Rastlantısal sembollere mitoslarda, masallarda ya da sanat eserlerinderastlamak
hemen hemen imkânsızdır.
Sembol ve sembolize ettiği şey arasında belirli bir ilişki vardır,
evrensel semboller insanların kişisel tecrübelerine dayanmaktadır. Ateşi, bir
sembol olarak kullandığımızı düşünelim. Ocaktaki ateşin canlılığı hepimizi
büyülemektedir. Ateş, durmadan değişir, büyür küçülür, fakat yine de belirli
bir sürekliliğe sahiptir. Ateş için şunu söylemek mümkündür. O hiç bir zaman
aynı kalmadığı halde, hep aynı olandır. Güç, enerji, büyüklük ve hareketlilik
ateşin en önemli özellikleridir. Sanki sonsuz bir güç kaynağını kullanarak dans
eder gibidir. Eğer ateşi bir sembol olarak kullanacaksak, onun özelliklerine
uyan duygularımızı dikkate almamız gerekecektir. Yani; güç, çabukluk çeviklik
hareketlilik, büyüklük, neşe ve canlılık, ateş sembolü aracılığı ile
anlatabileceğimiz duygularımızdır. Buna benzer bir biçimde deniz veya nehir
suyunu da bir sembol olarak kullanabiliriz. Fakat böyle bir sembol, ateş
sembolünden farklı olacaktır. Aslında su sembolünde de, değişim ve süreklilik
bir arada görülmektedir. Örneğin deniz suyunu bir sembol olarak
kullandığınızda, ardındaki canlılığı, sürekliliği ve enerjiyi
hissedebilirsiniz. Fakat burada çok önemli bir fark vardır.
Ateş; heyecan verici, maceracı ve değişimci olmasına rağmen, su;
durgun, yavaş ve süreklidir. Ateşin doğasında belirsizlik, suyun doğasında ise
düzen vardır. Suyu kullanarak da canlılığı sembolize edebilirsiniz, fakat su
daha “ağırdır” ve bir “güven” kaynağıdır. Su, insanı “rahatlatır”. Bu yüzden
heyecan dolu duygularımız için bir semboldür. Geleneksel semboller kişiye ya da
belirli toplumlara özgüdürler. Rastlantısal semboller, çok dar bir çevreye
seslenmektedirler ve onu yalnızca sembolün anlamını bilenler anlayabilirler.
Evrensel semboller ise, bedenimizin, duygularımızın ve ruhumuzun özellikleriyle
ilgilidirler. Bu tür semboller tüm insanlar için geçerlidir. Belirli bir
kişiyle ya da kişiler topluluğu ile sınırlanamazlar. Gerçekten de evrensel
sembol, insanlığın geliştirdiği tek ortak dildir.28 Görüldüğü gibi sembolün
tanımı konusunda karşılaştığımız, bilim adamlarının farklı yaklaşımlarıyla
sembollerin sınıflandırılası konusunda da karşı karşıya kalmaktayız. Geniş bir
kullanım alanına sahip olan sembollerin sınıflandırılmasının ortak yönlerini
kısaca şu şekilde toparlayabiliriz:
Biçimsel semboller, sayısal semboller, renklerle ilgili semboller,
doğadaki canlı sembolleri, cansız nesnelerden oluşan semboller, kişi ve
kişiliklerle ilgili semboller ve olaylarla ilgili semboller olarak
sınıflandırabiliriz.
Sanatsal semboller, dini semboller, siyasi semboller, bilimsel
semboller, askerî semboller, lisan sembolleri, merasim sembolleri…
Romantik ilişkide partnerlerin
sorun karşısında birbirlerini anlamaya çalışma, duygularını ifade etme,
birbirlerinin gereksinim, duygu ve düşüncelerine yönelme davranışlarıdır . Fiziksel stismar:
Romantik ilişkide bireylerin
partnerlerine fiziksel açıdan zarar verme veya bedensel bütünlüğünü bozma
davranışlarını olarak tanımlanabilir
Romantik ilişkide bireylerin
partnerlerini reddetme, aşağılama, küfretme, yalnız bırakma, korkutma,
yıldırma, tehdit etme, duygusal bakımdan ihtiyaçlarını karşılamama, önemsememe,
küçük düşürme, alaylı konuşma, lakap takma,
aşırı baskı ve otorite kurma gibi davranışları olarak tanımlanabilir
Literatürde topluluk duygusu
olarak yer alan, Almanca karşılığı “Gemeinchaftsgefuhl” olan kavram, tüm
insanlığa karşı sosyal hissetmeyi içerir, kişinin başkalarıyla özdeşlemesi ve
toplum ve insan huzuru için gerçek bir endişe ile çalışmasıdır . Dostça
işbirliği kapasitesini artırarak ve düşmanlığı azaltarak, tehdit duyguları ve
kişiler arası çatışma, sorun ve görevlerle başa çıkmayı kolaylaştırmak ve
stresi en aza indirmek olarak
tanımlanabilir.
Aşk tutumları kavramı, aşk
biçimlerini içermektedir. Aşk stili tipolojisinde tutkulu aşk (eros), oyun gibi
aşk (ludüs) ve arkadaşça aşk (storge) olmak üzere üç temel birincil aşk çeşidi
olduğunu belirtilmiştir.
Bu üç aşk çeşidinin bir araya getirilmesiyle mantıklı aşk, sahiplenici
aşk ve özgeci aşk olmak üzere ayrı bir aşk stili oluşturulabileceğini
söylenebilir.
Bunlardan Mantıklı aşk (Pragma), arkadaşça aşk ve oyun gibi aşkın
birleşiminden meydana gelirken; sahiplenici aşk (Mania), tutkulu aşk ve oyun
gibi aşkı içermekte; özgeci aşk (Agape) işe tutkulu aşk ve arkadaşça aşk
türlerinin bileşimidir.
Eros’un aşk turu romantik
aşktır. Bu aşk türünü tercih eden bireyler ilk görüşte aşka inanırlar ve âsık
olmak çok arzulanan bir durumdur
Bu aşk tutumuna sahip olan
bireyler, bir oyunmuşçasına aşkla oynayan, benmerkezci oyunculardır
Dostça ilişki, kendini ortaya
koyma, birbirine muhtaç olma ve karşılıklı ihtiyaçların giderilmesi
özelliklerine sahiptir. Bu tür aşk, samimi bir ilişki içerisinde gelişmiş iyi
bir dostluktan doğar .
Kişiler için olumlu gelecek
sağlayabileceğine ve devam edebileceğine inanılan ilişkilerde egemen olan aşk
türüdür
Kıskanç, güvensiz, obsesif,
biraz da patolojik aşk türüdür
Beraber olunan kişinin öldüğü
gibi kabul edildiği, kusurlarına rağmen sevildiği ve iyiliğin ön planda
tutulduğu aşk türüdür
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar