Ah Hüseynim Vah Hüseynim
Hz.
Hüseyin aleyhisselâm, İbn Zübeyr gibi Medine’de Yezit’e biata zorlanmış ve ilk
başta muhtemelen gizli bir biatın doğru olmadığını düşünerek açık biat
edebileceği teklifinde bulunmuştu. Ancak muhtemelen İbn Zübeyr’in de tavsiyeleriyle
Emevi valisine verdiği sözünü yerine getirmemiş ve açıkça biat etmekten de
kaçınıp gizlice Mekke’ye gitmişti. Dahası “biat ederse kafir olacağını”
söylüyordu. O günkü toplumda yığınlarca sahabi ise Yezit’e biat etmişti.
Hz. Hüseyin’in bu anlayışına
göre Yezit’e biat eden bu kadar sahabinin, imani durumu nedir? şeklindeki bir
soruyu düşünmek gerekir.
Hz.
Hüseyin’in Küfe’ye gitmesini sahabeden İbn Zübeyr dışında hiçbiri istemiyordu.
Hz. Hüseyin’in Küfe’ye gitmemesi için o günün bütün sahabileri seferber
olmuştu. Onun gitmemesi konusunda adeta sahabe icmaı oluşmuştu. Ancak Hz.
Hüseyin’i ikna edememişlerdi. Rivayetlerde Hz. Hüseyin’in Kûfelilerin
yaptıkları ısrarlı davet sebebiyle onlara söz verdiği, dolayısıyla gitmek
zorunda kaldığı aktarılır.
Doğrusu
Küfeliler babası Hz. Ali kerrma’llâhu vecheyi Muaviye’ye karşı savaşta
yardımsız bırakmış, abisi Hz. Hasan’ın çadırını yağmalamışlar ve onun hilafeti
Muaviye’ye devretmesine neden olmuşlardı. Bütün bunlara rağmen, Hz. Hüseyin
muhtemelen bu gelen mektuplara bakarak bölgede hakim olup hüküm sürebileceğini
düşünmüştü.
Yine
Hz. Hüseyin’in temsilci olarak Kûfe’ye gönderdiği Müslim b. Akil’in
yakalandığında öldürülmeden önce son bir vasiyet yapmak istediğini belirttiği
ve orada bulunan Ömer b. Sad b. Ebi Vakkas’a veya Muhammet b. Eşas’a bıraktığı
sözlü vasiyetinde Hüseyin’e haber göndermelerini, işin (Hz. Hüseyin’in
davasının) son bulduğunu bildirmelerini ve ailesi ile geri dönmesi gerektiğini,
Kûfelilerin kendisini aldattıklarını, söylemelerini istemiş ve bu vasiyet
yerine getirilmişti. Müslim’in tavsiyesi Hz. Hüseyin’e ulaştığı halde Hz.
Hüseyin yoluna devam etmişti.
Şimdi
onun Küfe'ye gitmesi konusuna karşı çıkan çoğunluğu sahabe olan, önde gelen
kimselerin görüşleri…
Hz.
Ali’nin küçük oğlu ve Hz. Hüseyin’in kardeşi Muhammed b. Hanefiyye,
Hz. Hüseyin’in Medine’den ayrılmasından sonra arkasından Mekke’ye kadar gitti.
Hz. Hüseyin’i bulup ona “Kardeşim! Sen en çok sevdiğim ve en çok değer
verdiğim kimsesin. Bütün yaratıklar arasında samimiyetle öğüt vereceğim senden
daha layık hiçbir kimse yoktur. Elinden geldiğince şehirlerden uzak dur.
İnsanlar senden başkasının etrafında toplanırlarsa bununla Allah ne senin
dindarlığına, ne de aklına eksiklik vermeyeceği gibi, senin yiğitlik ve faziletin
de elden gitmez. Ben senin varacağın şehirde yanlarına gittiğin topluluğun
ayrılığa düşmelerinden korkuyorum. İnsanlar senden uzaklaşırsa sen de kumluk
çöllere ve dağlara sığınır, insanların işinin nereye vardığını görünceye ve
nasıl bir karar vereceğini anlayıncaya kadar bir yerden bir yere göçer
gidersin.” dedi.
İbni
Abbas “Ey Amcamın oğlu! Allah, seni rahmetiyle esirgesin. Söyle bakayım.
Yanlarına gideceğin kavim, valilerini öldürüşler veya kovmuşlar, memleketlerini
onun elinden geri almışlar, düşmanlarını sürüp çıkarmışlar mıdır? Eğer, böyle
yaptılarsa, onların yanına git. Ancak valileri başlarında bulunuyor, onlara
hükmünü yürütüyor, zekat ve haraç âmilleri de onların zekat ve haraçlarını
topluyorken seni, yanlarına çağırıyorlarsa, onlar, seni ancak harbe, çarpışmaya
çağırıyorlar demektir. Onların, babanı ve kardeşini sahipsiz bıraktıkları gibi,
seni de bırakmayacaklarından, aldatmayacaklarından, yalan söylemeyeceklerinden,
muhalefet etmeyeceklerinden, ürküp senin başından dağılmayacaklarından, sana
karşı hal kin en şiddetli davrananı, düşman kesileni olmayacaklarından emin
değilim!” dedi.
İbni
Abbas, o gün akşam veya ertesi günü sabahleyin Hz. Hüseyin'in yanına tekrar
gitti,
“Ey
Amcamın oğlu! Sen, gitmekten vazgeçmeyeceksen ben de söylemeden duramayacağım:
Senin gideceğin yerde helak olacağından, kökünün kazınacağından korkuyorum!
Çünkü Iranlılar gaddar,
vefasız, sözlerinde durmaz bir kavimdir. Sakın, onlara yaklaşma. Sen, şu
beldede otur. Çünkü sen, Hicaz halkının Seyyidi ve ulususun. Eğer, Iraklılar,
dedikleri gibi, seni istiyorlarsa, onlara yaz; düşmanlarını (valilerini) sürüp
çıkarsınlar. Sonra, yanlarına git. Eğer ille burada oturmayacak, oturmaktan
kaçınacaksan, bari Yemen diyarına git. Çünkü orada kaleler, vadiler var. Orası,
enine, boyuna geniş bir topraktır. Hem, orada babanın taraftarları da vardır.
Orada, münzevi bir hayata kavuşmuş, halktan ayrılıp bir köşeye çekilmiş de
olursun. Oradan halka yazılar yazar, davetçilerini her tarafa dağıtırsın. Böyle
yaparsan, istediğin selamet ve afiyetin sana vasıl olur, böylelikle muradının
hasıl olacağını umanın.”
“Eğer,
mutlaka gideceksen, kadınlarını ve çocuklarını yanında götürme. Vallahi, Osman
b. Affan'ın kadın ve çocuklarının gözleri önünde öldürüldüğü gibi, senin de
öldürüleceğinden korkuyor ve öylece öldürülmeyeceğinden emin bulunmuyorum.
Onlar, seni harp için çağırıyorlar. Gitmekte acele etme. Babanın, kardeşinin
ashabı olduklarını söyleyen o kişiler, bir sabah, başlarındaki valileri ile
birlikte gelip seninle çarpışacaklardır! Sen, Mekke'den çıkacak olursan, İbn
Ziyad, senin yola çıktığını haber alacak, sana mektup yazmış olanları ürkütüp
başından dağıtacak, onlar, sana en azılı düşman kesileceklerdir! Eğer, gücüm
yetseydi iki elimle saçını yakalardım. Seni durduracağımı bilsem, böyle
yapardım!”
dedi
ve ağladı. Ne var ki Hüseyin, onun bu sözüne karşı şöyle dedi: “Ey Abbas'ın
babası! Sen yaşlanmış bir ihtiyarsın.”
İbn
Abbas, dışan çıkınca İbn Zübeyr'e rastladı ve “Gözün aydın Hüseyin gidiyor!”
dedi.
Abdullah
b. Ömer, Hz. Hüseyin’in Irak’a doğru gittiğini haber alınca, onunla buluştu.
Ona “Sakın, onların yanına gitme!” dedi. Ayrıca İbn Zübeyr ile Hz.
Hüseyin’e “Allah’tan korkun, Müslüman cemaatine tefrika çıkarmayın!” dedi.
Hz. Hüseyin’in geri dönmeye yanaşmadığını görünce, boynuna sarılıp onunla
kucaklaştı ve vedalaştı. “Biz Hüseyin’e engel olamadık. O bize galebe
çaldı.” dedi.
Abdullah,
Hüseyin’e “Allah aşkına sakın Kûfe’ye gideyim deme! Vallahi, oraya gidecek
olursan, muhakkak öldürülürsün! Baban, orada öldürüldü. Kardeşin Hasan, orada
yalnız bırakıldı, aldatıldı ve yaralandı. Sen, Mekke Hareminden ayrılma. Hicaz
halkı, sana, hiç kimseyi denk tutmaz. Sen, sana bağlı olanları her taraftan oraya
çağır. Gelip yanında toplanırlar. Vallahi, Ümeyyeoğulları, seni önlerinde
bulurlarsa, muhakkak, öldürürler. Sen, öldürülecek olursan, Senden sonra,
onlar, hiçbir zaman, hiçbir kimseden korkmazlar. Gel, yapma! Sen, ne Kûfe’ye
git, ne de Ümeyyeoğullarının önlerine çık!” dedi. Hz. Hüseyin ise kaderci bir
tavırla “Allah, dilediği şeyi takdir ve hüküm eder!” dedi.”
Ömer
b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam elMahzûmî der ki
Iraklılardan,
Hüseyin’e mektuplar geldiği, Hüseyin’in Irak’a gitmeye hazırlandığı sırada,
Mekke’de yanına vardım ve “Ey Amcamın oğlu! Ben, sana bir hacet için geldim.
Eğer, öğüdümü tutmayı uygun görürsen, sana bir öğüt vermek istiyorum. Uygun
görmezsen, sana söylemek istediğim şeyden vazgeçeceğim” dedim. “Söyle!
Vallahi, ben, senin ne kötü bir şey düşünebileceğini, ne de çirkin bir iş
işlemeyi arzu edebileceğini sanmam!” dedi. Ona “Ey Amcamın oğlu! Seninle
aramızda bir süt emişme akrabalığı var. Bilmem ki, ben, sana nasıl öğüt
vereyim? dedim. Bana “Sen, herhangi bir suçla suçlanmamış
kimselerdensin. Ne söyleyeceksen, söyle!” dedi.
“Sen,
Irak'a gitmek istiyormuşsun. Ben, sana karşı çok şefkatliyimdir. Senin baban;
İslamiyete girenlerin ilki, İslamiyet uyarınca hareket edenlerin en iyisi,
tutuş ve yakalayış bakımından da Müslümanların en zorlusu idi. Halk, ondan
dünyalık umdu. Onun sözlerini dinledi ve başına toplandı. O da kalkıp
Muaviye'nin üzerine yürüdü. Şamlılardan başka herkes, babanın başına
toplanmıştı. Muaviye ise, Şamlılar katında nüfuzlu ve itibarlı idi. Bunun üzerine,
halk, dünyaya tamah ederek ve ona saplanarak babanı bıraktılar. Allah'ın ikram
ve rızasına erinceye kadar ona karşı gelmekten, kin tutmaktan geri durmadılar.
Babandan sonra kardeşine de yapılmayacak şeyleri yaptılar. Sen, bunların
hepsinde bulundun ve bütün olan bitenleri de gözlerinle gördün. Demek ki
babana, kardeşine düşmanlık etmiş, onlarla çarpışmış olan Şamlıların,
Iraklıların yanına gitmek istiyorsun?!
Halbuki
rakibin olan kişi, sayıca senden daha çok, hazırlılık ve kuvvetlilik bakımından
da senden daha hazırlıklı ve daha kuvvetlidir. Halk; ondan, daha çok korkar;
dünyalığı, ondan, daha çok umar. Yanlarına varacak olursan, onlar, senden, mal
ihsan etmeni isteyecekler. Çünkü onlar, dünya ve dünyalık kuludurlar. Senin
elde etmek istediğin beldelerdeki valiler ve amirler onlardandır. Beytülmaller,
hazineler de onların elindedir. Halk ise, şu dirhem ve dinarların kuludurlar.
Sana yardım etmeyi va'd edenler, seninle çarpışır ve seni bırakırlar. Senden
çok, ona ve onun adamlarına yardım etmeyi arzu ederler. Sana yardım vadinde
bulunanların seninle çarpışmayacaklarından, senden ziyade, seninle
çarpışanların yanlarında bulunmayı arzu etmeyeceklerinden emin değilim!”
dedim.
Sonra
Hüseyin'in yanından ayrılıp Haris b. Halid b. As'ın yanına vardım. Durumu ona anlattım.
Haris b. Halid “Kabe'nin Rabbine and olsun ki sen, ona gereken ögüdü
vermişsin. Altık, kabul etmek veya bırakmak, ona aittir!” dedi.
Ebû
Saîdu’l Hudrî
Ebü
Saîdu’l Hudrî “Hüseyin, Mekke’den çıkıp gitme hususunda bizi mağlup etti. Bu
hususta kendisine güç yetiremedik. Kendisine dedim ki:
“Nefsine
aldanmak hususunda Allah'tan kork, evine kapan ve imamına isyan etme. Ey Ebü
Abdullah! Ben senin için hayırlı bir öğütçüyüm ve şefkatliyim. İşittiğime göre
taraftarın olan kavim sana mektup yazmış. Sakın, onların yanına gitme! Küfe'de
babandan işitmiştim, demişti kı: “Vallahi Küfelilerden bıktım, usandım, onlara
kızdım. Onlar da benden usandılar ve bana kızdılar. Onlarda asla vefa yoktur.
Allah'a yemin ederim ki, onların herhangi bir işe niyet ve azimleri yoktur,
kılıca karşıda sabır göstermezler.”
Ahnef
b. Kays, Hz. Hüseyin'e Rum suresinin son ayeti olan, “Sabret ki, Allah’ın
sözü şüphesiz gerçektir. Kesin olarak inanmayanlar seni hafife almasınlar.”
yazıp gönderdi. “Sen, şimdi sabır et. Şüphe yok ki Allah'ın vaadi haktır.
Buna kati inanç beslememekte olanlar, sakın, seni sabırsızlıkla hafifliğe
götürmesinler!’
Abdullah
b. Cafer b. Ebi Talib, Hüseyin'e şöyle bir mektup gönderdi: “Senden, şu
mektubumu okuduktan ve gereğini düşündükten sonra Allah aşkına geri dönmeni
istiyorum. Yönelmekte olduğun yerden, yani Küfe'den sana bela gelmesinden,
senin öldürülmenden ve ailenin kökünün kazınmasından korkuyorum. Eğer bugün sen
öldürülecek olursan İslam'ın nuru söner. Sen hidayete erenlerin bayrağı,
mü'minlerin umudusun. Hareketinde acele etme.” Sonra Abdullah b. Cafer,
Mekke valisi Amr b. Said'e giderek şöyle dedi: “Hüseyin'e bir mektup gönder
ve ona eman verdiğini, ona iyi davranacağını, dostluk bağlarına riayet
edeceğini söyle, ona teminat ver. Geri dönmesini iste. Belki bu şekilde güven
duyup Mekke'ye geri gelir.”
Vali
Amr, Abdullah'a şöyle dedi: “Benim adıma dilediğin şekilde bir mektup yaz,
getir, altını mühürleyeyim.” Abdullah b. Cafer de vali Amr b. Said'in adına
şu şekilde bir mektup yazdı:
“Sana
doğru yolu göstermesini ve yuvarlanmakta olduğun uçurumdan seni geri
çevirmesini Allah'tan diliyorum. Duyduğuma göre sen Irak'a gitmeye karar
vermişsin. Ayrılık çıkarmaktan Allah'a sığınmam istiyorum. Eğer korkmakta isen
yanıma gel, ben sana eman veririm. Sana iyi davranırım. Aramızdaki bağların
kopmamasına özen gösteririm.”
Sonra
mektubu Amr'a götürüp mühürletti. Vali, mektubu Hüseyin'e gönderdi, ancak o
geri dönmeye yanaşmadı ve valiye şu mektubu gönderdi:
“Eğer
göndermiş olduğun bu mektubunla bana iyilik yapmak ve aramızdaki bağların
kopmamasına özen göstermek istemiş isen, dünyada ve ahirette hayır ve iyilik
gör. İnsanları Allah'a davet edip iyi işler yapan ve “Ben Müslümanlardanım”
diyen kimse ayrılık çıkarmış olmaz. Emanların en iyisi ve hayırlısı, Allah'ın
verdiği emandır. Dünyada Allah'tan korkmayan kimse, Allah'a iman etmiş olmaz.
Biz, kıyamet gününde, katında bize emanı vacip kılacak bir korku ile dünyada
Allah'tan korkuyoruz. ”
Sonuç:
Birçok
sahabi, onu engellemeye çalışsa da Hz. Hüseyin aleyhisselâm kimseyi dinlemedi.
Bu tavsiyeleri yapanların hepsi ona giderse öldürüleceğini söylediler. Bu
tavsiyeleri göz önüne aldığımızda “kimsenin onun öldürüleceğini bilmediğini”
söyleyebilmek zordur.
Onun, öldürüleceğini gördüğü bir rüya üzerine
teslimiyet içinde hareket ettiği şeklindeki düşünceler ve rivayetlere şüphe ile
bakmak daha uygundur.
(M.A)
Yine
de Hz. Hüseynim aleyhisselâm haklı idi, ümmetin, Peygambere hiç vefa borcu yok
muydu, velev ki hatalı olsa da, bu insanlar sahabilerden beri peygambere karşı
vefa duymada aciz neden kaldılar. Gerçek sevenler ki, ta hakikatine kadar, bir
elin parmaklarını geçmiyor. Görüyorum ki, huzurunda başını eğmeden durabilen
çok kimse yok.
Neden…
Ali
Emiri
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar