Cem Meselesi
Cem Meselesi Kur’an’ın ne ifade ettiği çoğu
zaman hadisler olmaksızın anlaşılamaz. Namaz vakitleri konusunda da bu durum
söz konusudur. Çünkü namazın beş ayrı vakitte kılınması gerektiği Kur’an’dan
itiraza yer bırakmayacak tarzda anlaşılamamaktadır. Kur’an-ı Kerîm namaz
vakitlerini genel hatlarıyla belirlemiş, özel sınırlarıyla bize açıklayan ise
Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) olmuştur. Kur’an’da namaz vakitlerinin
açık şekilde ortaya konmaması, namazları hiçbir vakte bağlı olmaksızın
istediğimiz gibi kılabileceğimiz anlamına gelmez. Çünkü Kur’an’ın ifadesiyle,
sünnet te dinin ana kaynaklarından birisidir.
Namaz
–marjinal bazı gruplar haricinde- bütün İslam mezheplerince beş vakit olarak
kabul edilmektedir. Sünni
Mezheplerin cem konusunda takındıkları tavır göz önüne alındığında, en katı
mezhebin Hanefiler, en hoşgörülü mezhebin ise Hanbeliler olduğu görülmektedir.
Malikiler, Hanbelilere yakın bir duruş sergilerken, Şâfiîler, Hanefilere yakın
bir konumdadırlar.
Namazların cem'i hususunda Hanefî âlimlerinin
anlayışı, ihtiyat açısından ve istismarın önlenmesi bakımından önem taşırken
diğer üç Sünnî mezhep alimlerinin görüşleri, Hz. Peygamberin uygulamalarına ve
kolaylık dini olan İslâm'ın genel prensiplerine daha uygun görünmektedir. Pek çok sahabe ve tabiîn alimleri yanında
Şâfiî, Maliki, ve Hanbeli mezhepleri tarafından uygulanan, namazları cem ederek
kılma işlemi, diğerlerini taklit ederek de olsa yolculuk halinde olsun ikamet
halinde olsun, gerekli şartlar gerçekleştiğinde, Hanefi olan insanlar
tarafından da uygulanabilir.
Hadislerden anlaşıldığına göre
tüm namazları vaktinde kılmak zor olduğunda iki namazı bir arada cem ederek
kılmak mümkündür. Ancak kişi bunu devamlı yaparak alışkanlık haline getirmemelidir.
Namazları cem etmek çok nadir olması halinde caiz olur ve insanların
karşılaşmış oldukları zorlukları kaldırmak amacını taşır.
Hanefiler, “cem-i te’hîr”i özür sebebiyle caiz
görmüşlerdir. Ancak Hanefilere göre sefer özür değildir. Bir insanın malına ve canına karşı korkusu özür sayılır. “Cem-i
takdîm” ise, Arafat dışında asla caiz değildir. Hanefi Mezhebi’nde olan bir
kimsenin bu sayılan sebepler dışındaki bir sebepten dolayı diğer mezhepleri cem
konusunda taklit ederken, o mezhebin şartlarına uyması gerekir mi gerekmez mi?
Bu mesele mezhep içerisinde tartışmalı bir husustur. Bu konu fıkhî bir terim
olarak, telfik veya intikal şeklinde adlandırılmaktadır. İntikâl: Fikir ya da mezhep
değiştirmeyi ifade eden bir fıkıh terimidir.
Bir
mezhebi toptan veya belli birkaç meselede terk ederek diğerine geçmeyi ifade
eder. Telfîk ise fıkıh
âlimlerince, “farklı şeyleri birleştirmek” anlamında kullanılmış ve bununla da
iki veya daha fazla mezhebin birbirine zıt olan hükümlerini belli bir hadisede
bir araya getirmek kast edilmiştir. Başka bir ifadeye göre telfik, teker teker
mezheplere vurulduğu zaman hiçbirine göre müstakil olarak caiz olmayan mürekkeb
bir hakikattir.
Hanefi Mezhebi’nde olan bir
mü’min, diğer mezhebin şartlarına riâyet ederek namazlarını birleştirirse
intikâl, riâyet etmeden birleştirirse telfîk yapmış olur. Fıkıh âlimlerinin kâhir
ekseriyetine göre intikâl’in ve çoğuna göre de telfîk’in caiz olduğu belirtilmiştir.
Hanefi
âlimlerinden İbn Hümâm(ö.861/1456), hac ibadeti müstesna farz namazları
vaktinde kılmanın bütün mezheplere göre daha faziletli olduğunu belirttikten
sonra, zorunluluk halinde namazların başka bir mezhep taklit edilerek cem
edilebileceğini belirtmiştir. Ancak taklit ettiği mezhep imamının gerekli gördüğü hükümlerin tümüne
uymasının uygun olacağını da ifade etmiştir. Yani ona göre intikal caiz fakat
teflik caiz değildir.
İbn
Âbidîn (ö.1252/1836) ise; “zorunluluk durumunda diğer mezhebin taklit
edilmesinin bir mahzuru yoktur. Ancak taklit ettiği mezhebin imamının gerekli
gördüğü hükümlerin tümüne uyması şarttır. Çünkü
yalnız başına bir hükmün taklit edilmesi, ilim adamlarının ortak görüşleriyle
geçersizdir” demektedir. Tercih edilen diğer görüş ise, zaruret durumunda
mutlak surette diğer mezhebi taklit etmenin mümkün olmasıdır.
“Seferîlik ve Hükümleri” adlı ilmî toplantıda müzakereci olarak görüşünü beyan eden Halil Gönenç, İbn Âbidîn’in, bir
gün Hanefî’ye, başka bir gün Malikî’ye göre, diğer bir gün de Şâfî’ye göre
namaz kılınabileceğini ifade ettiğini belirtmektedir. Buna göre Hanefî Mezhebine bağlı
bir kimse Ankara’ya giderken Şâfî Mezhebine göre cem-i takdim veya te’hîr
yapabilir, ama Şâfî’ye göre abdest nasıl alınır, namaz nasıl kılınır, onu
bilmesi gerekir. Bilmeden, sadece ben Şâfî’ye göre cem-i takdim veya te’hîr
yapacağım dese caiz olmaz. İbn Hacer’e göre namaz ve namazın
mukaddimelerinde o mezhebi taklit etmeye mecburdur. Yani mesela Şâfî’ye göre
namazını kılacak ise, abdestte de, gusülde de bu şartlara riâyet etmeye
mecburdur. Ancak Ebû Ziyad’a göre sadece namaz hususunda taklit etmesi
gerekir. Çünkü namaz müstakil bir meseledir.
Aynı
ilmi toplantıda, Ramazan el-Bûtî’den, bir müslümanın bütün dini hayatını bir
mezhep çerçevesinde yaşamak mecburiyetinde olmadığı, gerekli gördüğünde başka
mezhepten de istifade edebileceği hususunda ittifak olduğunu nakleden Hayreddin Karaman;
Telfik’in ise, Kur’an, Sünnet ve müctehidlerce yasaklanmamış, müctehid
imamlardan sonra tartışma konusu olmuş bir mesele olduğunu belirtmektedir.
Bundan dolayı kendisi, telfikin caiz olduğunu kabul etmektedir. Halil Gönenç’in
ifade ettiği şekilde, Hanefî Mezhebinde bulunan bir kişiden şartlarına riâyet
ederek diğer bir mezhebi taklit etmesinin istenmesi, imkânsızı istemek
demektir. Çünkü âvâm ve mukallid olan kişinin diğer mezhebin şartlarını
öğrenmesi imkânsızdır. Bu konu Hanefi mezhebinde de tartışılmış, İbn Hümâm,
“Et-Tahrîr” adlı eserinde intikâlin caiz olduğunu, bu eseri şerh eden İbn
Emîri’l-Pâdişah ise, telfik’in caiz olduğunu söylemiştir.
Bu görüş Hanefiler tarafından savunulmuş olup,
şu delillere dayandırılmıştır.
a -
Namazın belirli vakitlerle farz kılındığı âyetle sabit olup, vakitleri tayin
eden hadisler mütevâtir ya da meşhurdur. Bunlara denk bir delil bulunmadıkça,
namazların vakitlerini terk etmek caiz değildir. Namazların hac dışında cem
edilmesine dair hadisler ahad haberlerdir. Ahad haberlere dayanarak mütevatir
veya meşhur hadisleri tahsis etmek ise Hanefi’lerde kabul edilemez.
b- Bu
ahad haberlerin hepsi, umûmü’l-belvâ (insanların çoğunu ilgilendiren ve
kaçınılıp, sakınılması mümkün olmayan durum veya hadise) türündendir. Bu tür
bir hadiseyi sahabelerin çoğunun bilmemesi ise akılla anlaşılması mümkün
olmayan bir durumdur.
c-
Namazların kendine ait vakitleri olduğunda âlimlerin icması vardır. Haber-i
Vahid ise icmaya aykırı olamaz.
d-
Cebrâil (aleyhisselâm), Hz. Muhammed’e beş vakit namazın vakitlerini bizzat
bildirerek, vakitleri içinde namaz kılmasını öğretmiştir. Bunlarda, bir vakit
içinde iki namaz kılma uygulaması yoktur.
e- Nebi
(sallallâhü aleyhi ve sellem)’in ibadetlerini anlatan ravilerin hepsi Arafatta
öğle ile ikindinin öğle vaktinde, Müzdelife’de akşam ile yatsı namazının yatsı
namazı vaktinde cem edileceği hususunda ittifak etmişler fakat sefer, yağmur,
hastalık gibi özürlerden dolayı cem edilmesinde ise ihtilaf etmişlerdir. Hac
dışında, namazların cem edilerek kılınacağı ile ilgili ne bir âyet ne de bir
sözlü hadis bulunmaktadır. Hadislerin hepsi fiilidir. Hz. Peygamber'in
uygulaması olarak nakledilen rivâyetlerin şeklî cem olarak değerlendirilmesi
ise mümkündür.
f - Hz.
Peygamber'in namazları cem ederek kıldığı ile ilgili rivâyetlerin çoğunun
sahabe ravisi İbn Abbas olup, o Efendimizin sağlığında 13 yaşlarında bir genç
olduğundan, kendinden nakledilen rivâyetlerin başka ilim sahibi sahabenin
rivâyetlerine aykırı olduğunda, onun rivâyetlerinin tercih edilmesi uygun
değildir. Çünkü onun konuyu yanlış algılama ihtimali mevcuttur. Hanefiler ise,
ravilerin daha fakih olması ve ihtiyata uygun bulunması sebebiyle İbn Mes’ûd’un
ve İbn Ömer’in hadislerini tercih etmiş ve çelişkili durumda onlara öncelik
tanımışlardır. Abdullah
b. Mesud ise, "Ben Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)'ın bir namazı
kendi vaktinden başka bir vakitte kıldığını görmedim. Ancak iki
namaz müstesna: Arafat'ta öğle ile ikindiyi, Müzdelife'de ise akşamla yatsıyı
birlikte kılmıştır." Diyerek Arafat ve Müzdelife dışında cem yapmanın
uygun olmayacağını belirtmiştir.
g-
Allah Rasûlü (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e, “Allah’ın en çok sevdiği amel
hangisidir?” diye sorulduğunda, “vaktinde kılınan namazdır” cevabını vermesi,
Nebi (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in namazları vaktinde kılmaya ne kadar önem
verdiğinin bir göstergesidir. Sahabeler de, Nebi (sallallâhü aleyhi ve
sellem)’in yolundan gitmişler ve namazları vaktinde kılmaya aşırı şekilde özen
göstermişlerdir. Öyleyse namazları
vaktinde kılmak en efdal olanıdır.
h- Bir namazı vaktinden evvel
kılmak, münakid olma şartı tahakkuk etmeden bir şeyi yapmaya benzer. Namazın
farz olmasının sebebi ise vakittir. Bu sebeple, vaktinden önce kılınan namaz
sahih olmaz. Namazı
vaktinde kılmayıp tehir ederek, diğer vakit girince kılmak ise, uyku dışında
caiz bir hareket değildir.
ı-
Savaşta bile, düşmanın baskın yapma tehlikesi altında namazların kısaltılarak
kılınması emredilmiş (bilfiil çatışma hali hariç) olup, cem edilerek sonradan
toptan kılınmasına müsaade edilmemesi, bir kısım sıkıntılı anlarda da olsa,
namazların cem edilerek kılınamayacağının delilidir.
i-
Cem-i takdîm’e (namazların vaktinden önce) kılınacağına delalet eden Muaz
(radiyallâhü anh)’dan naklen Ebu’t-Tufeyl’in rivâyet ettiği hadisten başka açık
hadis yoktur. Bu hadisin de sıhhatinde şüpheler vardır.
j-
Diğer mezheplerde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı namazları arasında iki
vaktin birbiri içine girmesi (tedâhül) durumu vardır. Güneş batmadan önce
hayızlı temizlendiği, kâfir Müslüman olduğu, çocuk buluğa erdiği zaman hem
öğlen hem de ikindi namazlarını kılmaları gerekir. Fecir doğmadan önce çocuk
buluğa erdiği, kâfir Müslüman olduğu, hayızlı temizlendiği zaman hem akşam
namazını hem de yatsı namazlarını kılmaları gerekir. Bu görüşü savunanlar;
Abdurrahmân b. Avf, zaman, ihram tekbiri alabilecek kadar, Şâfiîlere göre bir
rekâtlık bir namaz kılabilecek kadar, Malikilere göre ise beş rekâtlık bir
namaz kılabilecek kadarlık bir zamandır.
Hanefilere göre ise vakitler arasında tedâhül yoktur. Her birinin
kendine ait bir vakti vardır.
k- İbn
Ömer'in akşam ile yatsı namazını şafak battıktan sonra birleştirerek kılması
ile ilgili 7 ve 9 numarada zikrettiğimiz hadiste geçen "şafak"
kelimesindeki ihtilafı lehlerine delil olarak zikretmişlerdir.
l-
Hanefiler, Cem yapmayı yasaklayan hadisler bölümünde değinmiş olduğumuz
hadislere dayanarak namazların vaktinde kılınması gerektiğini ifade
etmektedirler.
Namazı
vaktinden sonraya bırakmak ise "tefrîd'tir (kusurdur).
"Tefrit", bir namazı diğer namazın vaktine ertelemektir. Peygamber
(sallallâhü aleyhi ve sellem), "Ancak uyuyup kalan kimsenin namazı vaktinden
sonraya bırakmasında tefrit olmadığını" söylemiştir.
a- Arafat ve Müzdelife'de namazların cem
edilerek kılınmasının gerekçesinden hareketle, hac dışında da cemin caiz olduğu
görülebilecektir. Hac esnasındaki cemin sebebi; hacıların hac ibadetiyle
meşguliyetlerinden dolayı, buna muhtaç olmalarıdır. Böyle bir durum, hac
dışında da söz konusu olabilir. Normal hayatta da, kişilerin acil meşgaleleri
bulunabilir ( acil yolculukta olduğu gibi). Şeriatta, hacda söz konusu ruhsatı
etkileyen, belirli vakitte bir mesafeyi alma meşakkatinin dışında, başka bir
özel durumun bulunduğunu bilmiyoruz. Aynı illetin tahakkuk ettiği başka
yerlerde, benzer hükmün verilmesi, yani, namazların cem edilerek kılınması
gerekmektedir.
b-
Seferde namazları kısaltmaya kıyas ederek, sefer sebebiyle cem’in de caiz
olması gerektiğini savunmuşlardır.
c-
Namazların cem edilebileceğine dair hadisler, amm olan namaz vakitlerini
açıklayan hadisleri tahsis etmiştir. Mütevatir hadislerin, sahih hadislerle;
Kur’an’ın haber-i vahid ile tahsisi ittifakla caizdir. Dolayısıyla sünnetin
sünnetle tahsisi evleviyetle caiz olur.
d-
Sahih rivayetlerde, Hz. Peygamber'in hac dışında da cem ettiği
nakledilmektedir. Bu hadislerin başka bir şekilde anlaşılması mümkün değildir.
e- Cem
ile ilgili hadisleri inceleyen Hayri Kırbaşoğlu, bu hadisleri rivayet eden
sahabe sayısının 12, ikinci tabaka ravi sayısının 31, üçüncü tabaka ravi
sayısının ise 47 olmasından dolayı cem ile ilgili hadislerin meşhur hadis
olduğunu, bu sebepten Hanefi alimlerince de amel edilebileceğini belirtmiştir.
f-
Peygamberimizin sadece Arafat ve Müzdelife’de cem yaptığını belirten Abdullah
b. Mesud (radiyallâhü anh), namazların başka bir sebeple cem edilemeyeceğini
söylemiştir. Bu rivayete şu şekilde cevap verilmiştir: “İki kişi bir rivayette
bulunur da birisi, “onun şöyle yaptığını gördüm”, diğeri ise “onun öyle
yaptığını görmedim” derse; gördüğünü söyleyen olaya şahit sayılır. Örneğin
Bilal, “Rasülullah’ın Kâbe’nin içinde namaz kıldığını gördüm demiş, el-Fadl b.
Abbâs ise “kılmadı” demiş ve ulema Bilal’in sözünü kabul etmişlerdir.
g-
Cumhur, namazların vakitleriyle ilgili hadisler seferde ve hazarda umumidir.
Cem ile ilgili hadisler ise sefere özgüdür demişler.
h. Cem
bir ruhsattır. İbn Abbas hadisi buna delildir. Şekli cem ruhsatın getirdiği
kolaylığa ters düşer. Her namazı vaktinde kılmak şekli cem yapmaktan daha
kolaydır. Çünkü şekli cemde öğle ile akşamın son ikindi ile yatsının ilk
vaktini gözetlemek zorunluluğu vardır. Eğer cem şekli cem olsaydı, ikindi ile
akşam, yatsı ile sabah namazları arasında da cem yapmak caiz olurdu. Halbuki
bunun haram oluşunda ihtilaf yoktur.
ı. Cem
kelimesi, cemin şekli cem olarak anlaşılmasına manidir. Çünkü hakiki cemde
öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazları kendi vaktinin dışında kılınmaktadır.
Şekli cemde ise her namaz kendi vaktinde kılınmaktadır.
Özürsüz
ve Mazeretsiz Cem:
Zahirilerden bir grup, İbn Sîrîn (ö.110/728),
İbn Şübrüme (ö.114/761), Râbiatü’r-Rey (ö.136/753),
Mâlikîlerden Eşheb (ö.204/819), İbn el-Munzir (ö.318/930),
Kaffalu’l-Kebîr (ö.365/979), Ebû İshak el-Mervezî (ö.340/951) ihtiyaç anında
âdet edinmemek şartıyla namazların birleştirilebileceği görüşündedirler.
Hattabî (ö.388/998), hadisçilerden bir
topluluğun da bu görüşte olduklarını bildirmiştir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar