Vazgeçen Bir Ateist Gözüyle Dinler
Antony Flew’ün kendi ifadeleri doğrultusunda
Hıristiyanlık ve İslâmî kaderci olarak yorumladığım söyleyebiliriz. İki dinin
de en temel öğretisi olarak kaderciliği kabul ettiğini düşünmektedir.
Hıristiyanlığın Ortaçağ’da kabul ettiği ve
uygulamaya çalıştığı doğrular, Reform hareketinden sonra geçerliliğini
kaybetmiştir. Fakat İslam ne Reform’dan ne de Aydınlanma’dan hiçbir şekilde
etkilenmemiştir.
Flew, Kuran’ın kaderci ifadelerinin, İncil’in
en sert ifadelerinden bile daha saldırgan ve daha kesin olduğunu söyleyerek,
Kuran’daki ikinci surenin 6 ve 7. ayetlerini örnek vermiştir: “Şüphesiz inkâr edenleri uyarsan da,
uyarmasan da, onlar için fark etmez inanmazlar. Allah onların kalplerini ve
kulaklarım mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde perdeler vardır. Büyük azap onlar
içindir.”
Flew’a
göre Kuran ve İncil arasında hiçbir benzerlik bulunmamaktadır.
Mesela marketlerde İncil bulunabilir ve edebi
bir eser olarak okunabilir. Fakat Kuran’ı okumak zevkten çok kefarettir.
Kuran’da herhangi bir düzen de yoktur; tüm
sureler uzunluklarına göre sıralanmıştır. Mesela en uzunu en baştadır. Bir Arap
klasiği olan Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem Peygamber’e Cebrail
tarafından gizli durumlarda ve parça parça gönderilen bu Kuran’ da, herhangi
olağanüstü bir durumun olduğunu varsaymak zor görünmektedir.
Yine iki büyük dinin peygamberlerini
karşılaştırırken şöyle demektedir Flew: İsa Peygamber oldukça çekici ve
karizmatik bir figürken, İslam’ın Peygamberi vurgulayarak söylemeliyim ki bu
şekilde değildir.
Antony
Flew’ün, Gary Habermas ile yaptığı görüşmede, Habermas Flew’e teizimden
Hıristiyanlığa geçmeyi düşünüp düşünmediğini sormuştur. Flew’ün cevabı şu
şekildedir:
Bu oldukça ihtimal dışı görünmektedir. Fakat
böyle bir şey olursa bazı ilginçlikler içerir, belki Ortodoksluk şeklinde ve
yine belki inanç olmadan fakat düzenli dini fiiller şeklinde olabilir. Eğer
gelecekte bu şekilde bir şey düşünürsem Yehova’nın Şahidi olabilirim fakat
tamamen inanmış olursam. Ve duyduğum dehşet ve korku sebebiyle kesinlikle
İslam’a riayet etmem.
**
Antony Flew üzerinden bu konuyu açalım.
Antony Flew uzun ve tartışmalı hayatı boyunca
uygulamaya çalıştığı tek bir prensipten bahseder. Bu Plato’nun Republıc
(Cumhuriyet) eserinde Socrates’e yönelttiği “Kanıtın bizi götürdü yeri takip
etmeliyiz.” prensibidir.
Flew, ateizmi on beş yaşında kabul ettiğini
ancak o yaşlarında ateist olmak için yeterli nedenleri olmadığını
söylemektedir. Daha sonra “gençliğe özgü bir ısrar” olarak tanımladıktan
sonra, ateizmini dayandırdığı iki nedenden bahseder:
1- Sonsuz
iyiliğe sahip, her şeye gücü yeten bir varlık olan Tanrı’nın yokluğunu kesin
olarak ispatladığım düşündüğü; “kötülük problemi”.
2- Tanrı’yı
kötü olması gerçeğinden kurtarmayan “özgür irade savunması”.
Antony Flew’a göre Tanrı’nın rahmet, kudret ve
aşk sıfatları gibi bir takım nitelikleri vardır ki, bunların hiç bir anlamı bulunmamaktadır.
Flew, dünyada olup bitenler gözlemlendiğinde acı içinde olan ve hastalıktan
ölen çocukların görüldüğünü söylüyor, bu ve benzeri kötülüklere rağmen nasıl
olurda iyi ve güçlü olan bir Tanrı’nın var olduğu iddia edilebilir diye
soruyordu. Ona göre bu durum Tanrı’nın gücü ve sevgisiyle çelişmekteydi. Dünyadaki kötülüğün varlığı, pek çok insanın
güçlü ve yarattıklarım seven bir Tanrı’ya inanmasında çoğu kez bir engel teşkil
etmektedir.
Teolog Rabbi Eugene Borowitz, The Mask Jews
Wear adlı eserinde Holokost hakkında
şunları yazar:
“Holokost’a
izin vermiş olabilen, o esnada sessiz kalmış olabilen, tam arandığı zaman
“yüzünü gizlemiş olabilen” herhangi bir Tanrı inanmaya değmezdi. Onun hakkında
anlayabileceğimiz şeylerin bir sınınrı olabilirdi, fakat Auschwitz anlamayı makul olmayacak denli askıya almayı
gerektiriyordu. Bu kadar dehşetli bir kötülük karşısında, o iyi ve kudretli
olan Tanrı, öylesine anlaşılamazdı ki, insanlar “Tanrı öldü” dediler.”
“Tabii Din
Üzerine Diyalog” adlı yazının sahibi David Hume, teizmin
kötülük problemine ilişkin çelişkisini şu şekilde dile getirmiştir:
- “Tanrı
kötülüğü önlemek istiyor da gücü mü yetmiyor; o halde O güçsüzdür.
- Yoksa
gücü yetiyor da önlemek mi istemiyor; o halde O kötü niyetlidir.
- Eğer
Tanrı hem güçlü hem de kötülüğü ortadan kaldırmak niyetinde ise, bunca kötülük
nasıl oldu da var oldu?”
Pek çok düşünüre göre kötülük problemi, teist
inanca karşı en güçlü itirazdır. Alman teolog Hans Küng bunun için “ateizmin
kayası” demiştir. Bir taraftan şunu kabul eden teist:
1- Mutlak güç ve mutlak ilim sahibi olan bir
Tanrı vardır, diğer taraftan şunu da kabul eder:
2- Dünyada kötülük vardır.
Bazı eleştirmenler bu iki önermenin ikisinin
aynı anda doğru olamayacağını ve burada mantıksal bir çelişki olduğundan bahsederler.
Eğer bunlar birbirleriyle çelişiyorsa, öyleyse ikisine birden inanmak akla
aykırıdır. Alvin Plantinga bu tutarsızlık suçlamasına karşı, Free Will Defense
(Özgür İrade Savunması) adlı eseriyle bu konuda bir tutarsızlık olmadığını
göstermeye çalışır ki, daha öncede söylediğimiz gibi “Özgür İrade Savunması”
Flew’ün ateizmini dayandırdığı gerekçelerden biridir. Plantinga’ya göre, bu iki
önermenin tutarlı olduğunu göstermek için, doğruluğu mümkün olan birinci
önermeyle tutarlı ve hem birinci önermeyi hem ikinci önermeyi kapsayan üçüncü
bir önerme bulmak gerekmektedir. Bu üçüncü önermenin doğru olması ve hatta
kuvvetle muhtemel olması gerekmez. Sadece doğruluğunun mümkün olması
yeterlidir. Çünkü burada yaptığımız işin, önermelerin hepsinin veya birinin fiilen
doğru olup olmadığıyla ilgisi yoktur. Hepsinin birden doğru olmalarının
imkânıyla ilgilenmekteyiz. İnsan özgürlüğüne ilişkin Plantinga Şöyle der:
“Bazen önemli ölçüde özgür olan (ve özgür
olarak, kötülükten daha çok iyilik yapan) yaratıkların olduğu bir dünya, hiç
özgür yaratıklar içermeyen fakat diğer her şeyin aym olduğu bir dünyadan daha
değerlidir. İmdi, Tanrı sadece özgür yaratıklar yaratabilir, fakat onların
sadece doğru olanı yapmalarına neden olamaz veya bunu zorunlu kılamaz. Çünkü
eğer öyle yaparsa, onlar önemli derecede özgür olmazlar; onlar doğru olanı
özgürce yapmazlar. Ahlaki iyiye yetenekli yaratıklar yaratmak için, o halde,
Tanrı ahlaki kötüye de yetenekli yaratıklar yaratmak zorundadır; Tanrı hem
onları kötülük yapmada" serbest bırakıp hem de kötülük yapmaktan
alıkoyamaz. Vakıa şudur ki, Tanrı önemli derecede özgür olan yaratıklar
yaratmıştır; ne yazık ki onlardan bazıları özgürlüklerini kullanmada yoldan
çıkmışlardır. İşte ahlaki kötülüğün kaynağı budur. Ancak bu yaratıkların bazen
yoldan çıkması ne Tanrı’nın kudretine, ne de O’nun iyiliğine karşı bir delil
oluşturur.”
Tanrı’nın kendi varlığının referansının
bizatihi kendisidir. Bu referans olma biçiminin de dille gerçekleştiği
malumdur. Fakat söz her ne kadar Tanrı sözü olsa da, muhatap insandır. Bu
sebeple Tanrı, sözü kullanırken hitap ettiği insanın kültüründen, dilinden ve
birikiminden istifade etmiştir.
Yani
Tanrı, kendisi hakkında kullandığı ifadelerin tamamına yakınını insanın
kullandığı gündelik dilden almıştır. Bu bir taraftan kullanılan dilin
muhteviyat ve maksadının anlaşılmasını kolaylaştırırken, diğer taraftan
birtakım sorunlara kapı aralayabilmektedir. Çünkü Tanrıdan bir şahıs olarak söz
etmek istediğinizde (gündelik dilin zihin dünyamızda uyandırdığı etkiler dolayısıyla)
ne kadar kaçınsanız da teşbihe düşmekten sakınamazsınız. Bu tehlikeyi görüp,
farklı bir yol denediğinizde seçenek bu defa tenzihi önceleyen dili tercih
etmek olacaktır ki, burada da anlamın daralması veya bütünüyle yok olması gibi
bir tehlike belirecektir. Bundan kaçınmak imkânsız gibidir.
İnsanın muhatap alındığı bir iletişim
biçiminde bu riskler her zaman olacaktır, bunu kabul ediyoruz. Fakat bunu
bahane ederek dili bütünüyle anlamsız ve geçersiz ilan etmenin oldukça tarafgir
ve haksız bir tutum olduğuna da özellikle dikkat çekmek istiyoruz.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar