Sinemada bir BEAT yeniği: BURROUGHS
İMA C. ÖZKAN 12,
2013
– Towers Open Fire: Aykırı Metinler,
Bitirim Adamlar ve Rüya Makinesi
Gençliğinin baharındaki İngiliz yönetmen Anthony
Balch, önce Gysin; hemen ardından da Burroughs’la tanışınca, kes-yapıştır
tekniğinin sinematik eşdeğerini yakalamak için müthiş bir heyecan duymuş olmalı
ki, derhal Burroughs’a teklif götürdü. Birlikte ilk deneysel filmlerine
başladılar: Towers Open Fire. Bu ilk film her ne kadar 1961-62
arasında Paris ve Cebelitarık’taki çekimlerden devşirilip, 1963’te gösterime
hazır hale gelse de ancak 1966’da ilgili kitle ile buluşabildi ki bu da
underground bir festivalle mümkün olabildi.
Birlikte kotarılan bu ilk film, pek çok bakımdan
ilgiye değer doğrusu. Towers Open Fire Burroughs’un romanlarındaki
stilin sinematik benzeriydi elbette tema olarak. Film; bir müzik
eşliğinde görüntülere yine Burroughs tarafından basit bir Grundig teyp
ile kaydedilmiş seslerin karışımından oluşan yaklaşık 10 dakikalık kısa bir
kolaj. Stüdyoda halledilen montaj kısmında ise, farklı farklı Arap tınılarını
içeren müzikler eklenmiş. Belirgin bir hikaye aranmaması gerektiği ortada. Yine
de duvarları enteresan Kabalistik görünümlü çizimlerle kaplı bir odada, yönetim
kurulu edasıyla oturan bir grup koyu elbiseli adam (yönetim kurulunda
Burroughs’un sağında oturan kişi Alexander Trocchi) ile, parça parça
göz önünden geçen sıçramalı fotograflar ile, felç olmuş finans sistemi,
çökmekte olan bir toplum manzarası hepten hissedilmez değildir. Bir de
Burroughs’un karga sesini ekleyin tüm bunlara: “Onların kilit ve
kapıları var, her zamankinden daha fazla kilit, pencere, köşe, bucak, kapı… Her
zamankinden daha çok kilitleme ihtiyacı.” Bu bölüm muhtemelen cadılığı
işleyen kült film Haxan’den kesilmiş bir parça olmalı; nitekim
adamımızı o işe bulaşmışken de göreceğiz sonraki yıllarda. Yüz üzerine
yansıtılan ışığın bir maske gibi kullanıldığı önemli sahneler barındırdığını da
eklemek lazım. Bu film, pozlama bakımından,Godard’ın Vivre Sa Vie’si ile
karşılaştırılıyor.
Açılışından itibaren, görünen her portre çok çarpıcı.
Örneğin sabit bir korku simgesi olarak filme eklenmiş Béla Lugosi.
1950’lerin ortalarına dek yaşamış Macar asıllı Amerikalı korku filmi aktörü
Lugosi. Drakula ve vampir öykülerinin bir dönemki en aranan yüzü. Antony
Balch’ın da Lugosi’nin 16 mm. Filmlerinin hayranı olduğu biliniyor. Balch ve
Burroughs yanı sıra bitirim yazar Alexander Trocchi de
oyunculardan bir diğeri. Küçük toplar fırlatan tüfekler, savaş maskeli adamlar,
üst gövdesini gördüğümüz ve bir yatağa uzanmış mastürbasyon yapan bir diğeri,
hiyeroglif figürleri, finansal notlar içeren tabelalar, kısacası bir metin
tekniğine aykırı gelebilecek her türlü biraradalık. Burroughs’un arkadaşı Michael
Portman’ın dans ettiği ve gökyüzünde pembeli-yeşilli lekeler gördüğü sahne
de çok çarpıcıydı. Gysin tarafından elle yapılan bir çalışmasıdır gökyüzü tema
çeşitlemesi. Filmin sanıyorum “cut-up” tekniği açısından en şaşmaz ve yaklaşık
30 saniyelik bir bölümü daha var ki, Burroughs’un Paris Rıhtımı boyunca
yürüyüşünden parçaların çekildiği bu bölüm, sinema matematiği ile ilgilenenler
için bir hazinedir: 12 karelik bu planlar, döngüsel bir yapı sunarlar.
Kesintisiz ve aşırı hızda sunulan baş döndürücü, gerçeküstü görseller dizisi.
Fazlasıyla deneysel belki de.
Son bir enteresan not da şu: Filmde görünen Gysin’in
“rüya makinesi” adlı düzeneğiyle alfa-ritm titreşimi denen kıpırtılar
oluşturuluyormuş ve rivayete bakılırsa bu hiçbir kimyasal uyarana gerek
olmaksızın 360 derecelik fraktal halüsinasyonlar yaratabiliyormuş. Düzeneğin
saldığı titreşimler gözler kapalı olarak izlenecek rüya kıpraşmaları
sunuyormuş. Hani sırf bu nedenle bile bu deneysel film izlenmeye değer!
– The Cut Ups: Cinema Reductio ad
Absurdum
Towers Open Fire’dan hemen sonra Balch ile
Burroughs’un bir projesi daha vardı.Gerilla Conditions adını
vermeyi düşündükleri bu proje 20 küsur dakikalık bir sessiz belgesel olacaktı,
yazık ki hayata geçirilemedi. Ancak daha sonraki filmleri olan The Cut
Ups’da Gerilla Koşulları’ndan beslendiler elbette. Rivayete bakılırsa,
esasındaNaked Lunch’ı da Balch ile filme almak istedi Burroughs ancak
finansal yetersizliklerden ötürü realize olamadı. Gelelim adıyla
sanıyla Balch- Burroughs ve Gysin filmi katıksız Cut Ups’a. Eğer doğru
anladıysam film önce geleneksel düz çekimler yapılıp kurgulandıktan sonra aşağı
yukarı 4 eşit uzunlukta kesilip, bu şeritlerden farklı varyasyonlar
matematiksel yollarla elde edilmek suretiyle kurgulanmış. İşlemler esnasında
çatlak Balch, tuhaf deneyler de yapmış; mesela saniyede 24 yerine 16 kare
göstermeyi falan denemiş. Filmin müziği de Burroughs,
matematikçi Somerville ve Gysin tarafından
yapılmış.
The Cut-up, 1963’te bitirilmişti. Gösterimi içinse üç
yıl daha beklemek gerekti. 1966 yılında Londra’da Oxford Caddesi’ndeki
Cinephone gösteri merkezinde ilk kez gösterime sunulduğu zaman,
izleyenler tarafından “iğrenç” bulundu; hatta bazılarının kusmasına
neden olduğu bile söylendi. Verdikleri bilet paralarını geri
isteyenler, bu işe soyunanları düzenbazlık ve ahlaksızlıkla suçlayanlar…Bir
süre Balch o kadar öfkelendi ki Londra’da gösterimden men etti filmini. Kurulu
düzen açısından bakıldığında, The Cut-up’ın kadrosu hakikaten akıllara
zarardı. Kadroya baktığımızda manzara şu: Yönetmen
koltuğundaki junky Balch’ın, çocukluğundan beri idolüDracula ve
onu oynayan Lugosi. Bir başka junky Glasgowlu Alexander
Trocchi kiMerlin adlı edebiyat dergisinde porno yazmak
için tuhaf projeleri olmuş birlikte. Sonra şair Christopher Logue,
her bakımdan netameli başka bir junkie. Brion Gysinacayip resimler
yapıyor, gerçeküstücülerin bile tahammülünü zorlamış, fraktal halüsinasyonlar
sağlasın diye rüya makinesi icad etmiş bir adam. Burroughs’a gelince, al birini
vur ötekine durumu; William Tell sahnesini canlandıracağım derken karısının
başına elma koyup nişan aldıktan sonra yanlışlıkla onu öldüren, daha sonra akıl
sınırlarını zorlayıcı Naked Lunch’ı yazmış bir başka “druggie”. Şimdi kadro
böyle olunca, cut-up’ın nelere kapılacağı ayan beyan ortada değil mi?
Burroughs ve Balch’ın bu ikinci işbirliği, ilki cidden
çarpıcı olsa da çok daha enteresan enstantaneler verecektir, bu bir gerçek. Bu
film, başlıbaşına , montaj açısından radikal bir deneydir. Herhangi bir altyazı
gerektirmiyordu; duyularda tam bir oryantasyon bozukluğuna yol açacak
şekilde planlanmış bu kurgu yalnızca birkaç kalıpsal cümlenin bazan
diğer dış seslerle üst üste bindirilmesiyle hipnotik, hatta çıldırtıcı bir
monotonluk hissi veriyordu: “Yes, look at these pictures, yes, hello, thank
you, yes, hello, good, yes hello…” Altyazıya gereksinim duyacağınız
cümleler listesi işte bu kadar. Sözcükleri alın; harmanlayın ve zihin uyuşturan
bu permutasyon eşliğinde Burroughs, Somerville ve Gysin tarafından
hazırlanan diğer sesleri dinleyin:“Teşekkür ederim”, “Evet merhaba”, “Bakın
şu resimlere”, “Bu size de kalıcı gibi görünmüyor mu?” Sonra cümle
sıralarını değiştirin ve yeniden, yeniden dinleyin. Nitekim ilk gösteriminde
Cinephone müdürünün belirttiğine göre, filmin yarattığı oryantasyon bozukluğu
epey insanın vestiyerde palto, şemsiye, çanta gibi çok sayıdaki ve çeşitli
eşyalarını unutup gitmesine sebep olmuştu.
The Cut Ups, Paris, Londra ve New York
sokaklarında çekilen ve tamamen rasgele sırada yeniden düzenlenebilir olan
çeşitli görüntü şeritlerinin tuhaf filmi. Brion Gysin’in Dreamachine’i
ile sağlanan silindirik-kesik şehir manzarası çekimleri. Hastalıklı bir gençlik
ve klişe cümleler ile onları inceleyen psikiyatri bilimi ve deli doktoru.
Burroughs yine Beat Hotel , Paris’in Latin Mahallesi’ndeki sokaklarda yürüyor;
metroda trene binmeden Gysin tarafından hazırlanmış büyük ölçekli zemine
birtakım yazılar yazılıp duruyor, üzerine kocaman “Burroughs” yazılı tabelanın
asıldığı binaya adamımız ağır adımlarla giriyor vesaire.
1920’lerdeki dadacı ya da diğer sürrealist filmlerle
başlatılan klasik anlatı mantığına böylesi keskin bir saldırıyı, burjuva
duyarlığına sahip kimseler zor kaldırıyordu. Dolayısıyla pek çok sinema
bülteninde bizim bitirim tayfanın cut-up işleri “cinema reductio ad absurdum“;
yani abesle iştigal eden sinema, olmayana ergi sineması diye nitelenmişti
zamanında. Filmin dudak uçuklatan nihilist yönleri, bir seyirci kontrol sistemi
olarak dil/ mantık ilişkisine dair çatışmacı yaklaşımı herkesten farklı bir
kurguyla ele alışı göz ardı edilmiş olmalıydı bana kalırsa. Dahası Rimbaud’daki
anlamıyla “duyu bozucu” etki efekti, Burroughs metinleri açısından daima
önemsenmiştir ve bu önemseyiş kes-yapıştır film tekniğinin de iliklerine
işlemiş bulunuyor. Her görüntü kayışında; bindirilmiş ve yıldırıcı seslerin her
tekrarında taze ve gizli metin mağaraları bekler takip etmeyi göze aldığınız
takdirde. Bu biraz da Joyse metinlerini izlemedeki meşakkat ve aynı zamanda
yaratıcı keşfe benzer. Görünüşteki sakat sözdizimi, dil’in ideolojik kontrol
aygıtı olarak işgördürülmesine de bir nevi ayak direr. Velhasıl, bu biçim okuma
bizi Marksist bilinç/yanlış bilinç pozisyonlarını değerlendirmeye kadar
götürür. Dil’e yüklenen hegemonik rol söz konusu olunca, ekibimizdeki yazar
Glasgowlu Trocchi’nin metrodaki yürüyen gazete deneylerine de değinmeli belki
ama, sanırım bu başlı başına bir müstakil yazı gerektirecek. Dümdüz bir izleme
için bıktırıcı müzik tekrarları, cümlelerin çıldırtıcı permütasyonlarının
boyuna yinelenmesi sadece değeri bilinmemiş bir etkinlik olurdu.
– William Buys a Parrot ve Ghosts at
No. 9 (Paris): Ölü Evinden Çıkan Rulolar
Yönetmen Anthony Balch ve Burroughs işbirliği
bu kadarla bitmiyor. 1960’ların başlarında çok kısa birkaç çalışmaları daha
var: William Buys a Parrot. Bir diğeri iseGhosts at No. 9
(Paris). Bu iki film yazık ki Balch’ın ölümünden sonra evi temizlenirken
paslı kutular içinde 1980 itibariyle gün yüzüne çıkmış, herhangi bir gösterimi
olmamış filmler. Brion Gysin’in sadakatle sahiplenmesi sonucu daha sonraki
kuşak haberdar oldu bu filmlerden. İlki hakkında pek fazla söyleyecek bir şey
yok, elimdeki kopya ses içermiyor; diğerlerinden farklı olarak renkli filmciğin
özellikle mi sessiz çekildiğini bile bilmiyoruz. Bir buçuk dakikalık film,
belki de koleksiyonun en gizemli parçalarından. Burroughs bir kafes içinde bir
papağanı alırken görülüyor; bu görüntüleri çekerken ikili neleri planladı,
amaçladı kimse bilmiyor. Muhtemelen Towers Open Fire için renkli çekip çekmeme
düşüncelerini tartışırlarken bir denemeydi. Ya da çok daha kapsamlı bir iş için
ön çalışma, Tanrı bilir. Öteki film de, eldeki verilerle tahmin edildiği
kadarıyla belki de geniş kapsamlı bir “Hayalet” filminin projesi niteliğinde ve
filmin adına eklenen “9” Beat Hotel’e bir referans. Ghosts at No. 9
(Paris) kırk küsur dakikalık, ürkütücü görüntülere sahip bir kısa
film. Kadro ise elbette aynı.
– Bill and Tony: Kim Kimdir Oyunu
60’lı yıllar sona erdiğinde Burroughs ile Balch
tayfası son kez 1972’de Bill and Tonyiçin bir araya geldi. Aynı
zamanda Who’s Who olarak da biliniyor film. Bu defa 70 mm’lik
ve süresi 5 dakika olan bir film söz konusu. Oyuncular da yine Antony
Balch, William S. Burroughs; kendi kendilerini oynuyorlar, bazan da
birbirlerini. Bu film daha ziyade Burroughs’un ilginç ve tartışmalı bir ilişki
içinde olduğu Scientology ile ilgili malzeme içeriyor aynı
zamanda. Balch’ın idolü Bela Lugosi’li Dracula filmi de çeken
ünlü korku film yönetmeni Tod Browning’in 1932 tarihli Freaks filminden
parçalar da var: “Biz; hanımlar beyler, biz yalancı değiliz!” Bir Tod
Browning repliği mesela. “Ben Tony, sen kimsin? Ben Bill, ya sen kimsin? Ben
Bill, Tony nerede?” biçiminde ilerleyen tuhaf metni Balch ve Burroughs’un
bedensiz kelleleri konuşuyor. Monologlar yineleniyor ve bu defa birbirlerinin
sesleriyle konuşuyorlar. İlk elden Beckett’in Viladimir ve Estragon’unu
anımsatan tipler bunlar.
– Thot-Fal’N: Tam Kadro Düş’e Yazmak
Burroughs’un bir diğer cut-up işi bu defa Stan
Brakhage ile gerçekleştirdiği, 1978 tarihli 9 dakikalık sessiz bir
film olan Thot-Fal’N. Oyuncu kadrosuyla da enteresan ve hayli
sembolik bir film diyebiliriz: Jane Brakhage, Tom ve Gloria Bartek,
William Burroughs, Allen Ginsberg, Peter Orlovsky ve Philip Whalen.
Brakhage, bilindiği gibi filmografisi acayip kalabalık çok dikkat çekici
avant-garde filmlerin yönetmeni, hatta 16 mm.lik filmlerin yönetmeni desek yeri
hani. Nitekim Thot-Fal’N da 16 mm.lik filmlerinden zaten. Film, yüzme havuzundan
kesitlerle açılıyor. Renk geçişleri, yansımalar ve yüzen bir kadına kayıyor
kamera. Oldukça titrek ve bulanık görüntüler tercih edilmiş. Hayal alegorisi
bir anlamda ve oyuncuların karanlık silüetleri gerçeğine inat son derece
kaygan. Kurgu yine bilindiği gibi parçacıl, eklektik. Thot-Fal’N bir kenara,
Burroughs 70’ler boyunca başka da film işine bulaşmadı. Zaten 1980
yılının 6 Nisan’ında Anthony Balch da ölmüş olduğuna göre, artık Burroughs
80’ler sonrasında başka yönetmenlerle yan yana görülecektir.
Gelecek Bölüm: Uzun Metrajlarda Fink Atmak
ETİKETLER İMA C. ÖZKAN NAKED LUNCH SİNEMA MAKALE - TANITIM THE CUT UPS WİLLİAM S. BURROUGHS
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar