ATLAS SİLKİNDİ HAKKINDA ÖNSÖZ TURGAY CİNER
Pek çok insanın onun yaratıcılığı sayesinde hayatını
sürdürebildiği yaratıcı sınıf bir gün çalışmaktan vazgeçerse ne olur?
Atlas
Silkindi Ayn Rand’ın felsefesinin bütün
unsurlarıyla ve en mükemmel şekilde ortaya serildiği felsefi bir romandır.
Rand’ın
felsefesinin en önemli ve kurucu unsuru bireyciliktir. Rand, bireyin temel ve
esas beşeri varlık olduğuna inanır. Ona göre, birey, akıl sahibi bir varlıktır
ve hiçbir kollektivite uğruna feda edilemeyecek, kurban edilemeyecek bir
değerdir. Akıl sadece insanın sahip olduğu bir hazinedir ve insanın varlık
mücadelesindeki en önemli aracıdır. Akla uygun davranmak insanın tabiatının
gereğidir. Ancak, insanlar arasında aklını “gerektiği gibi” kullananlar
azınlıktadır. Yani, bütün insanlar değil sadece aklını kullananlar, yani kendi
çıkarı için çalışan, işini iyi yapan, hiçbir zaman “biz” demeyen
benciller yaratıcı olabilirler, keşfederler, icat ederler, geliştirirler;
geriye kalan “biz”ciler ise bu azınlığın, yani yapıp edenlerin yarattığı
şeyleri tüketirler, hatta bazen sömürürler... İnsanlar çoğu zaman farkında
değildir ama, modern, medeni toplumlar bu yaratıcı azınlık sayesinde sefaletten
kurtulur, zenginleşir, özgürleşir... Yaratıcı insanların engellenmesi bütün
insanların engellenmesi ve dolayısıyla sefaletin ve barbarlığın yayılması
anlamına gelir. Ve insanlık tarihi yaratıcı insanların engellenip onların,
onlara rağmen başarmasının tarihidir.
Bir an
gözlerinizi kapatın bir azınlığa (ki yaratıcı insanlar, iş adamları oldukça dar
bir azınlığı teşkil eder) bu şekilde bir muamele yapılacak olsa kopacak feryadı
hayal edin. Örneğin, bir filmde; kadınları, eşcinselleri, etnik veya dinî bir
azınlığı aşağılayıcı diyaloglar, sahneler olsaydı, vakit kaybetmeden film
“ihbar” edilir, filmin kurgusu yeniden gözden geçirilir, ardından “affedilemez”
mahiyetteki bu hata için özür dilenir, dahası film vizyondan kaldırılırdı. Peki
ya iş adamları, para kazananlar ve kâr amacı güdenler?
Bunlar
aleyhine yapılacak herşey mubahtır, zira onlar affedilemez bir suç işlemekte,
her geçen dakika büyük bir günah ile yaşamaktadırlar, çünkü onlar BENCİLdirler.
İnsanlığı
modern/hür/müreffeh bir dünyaya doğru getiren; çok uzak değil, günümüzden
yalnızca birkaç asır geriye gittiğimizde karşılaşacağımız fakirlik, sefalet ve
kölelik ile bugünün dünyasındaki zenginlik ve hürriyet arasında muazzam bir
farkın oluşmasını sağlayan dinamiklere baktığımızda sürecin temel bir düstur
üzerinde yol aldığını kolayca keşfedebiliriz: Bu, gönüllü ilişkiler ağı olarak
tanımlayabileceğimiz “piyasa” (ekonomisinin) yaygınlaşması, yani bireyin kendi
özçıkarlarının peşinde koşması önündeki engellerin bertaraf edilmesidir. Bunun
pratikteki manası, mevcut kaynakları fakirler arasında dağıtmaktansa,
müteşebbislerin kendi çıkarlarının gereklerini takip ederken daha fazlasının
üretilmesini mümkün kılmaları, böylece mevcut sınırlı kaynaklarla binlerce
insanın ihtiyaçlarının temin edilmesidir. Şüphesiz, sürecin bu şekilde, yani
çoğunluğun refahının artmasını sağlayacak biçimde ilerlemesi ve böyle
davranmanın bireyler için ahlaki bir ödev haline gelmesi, yaratıcı bireylerin
hemcinslerine daha büyük yararlar sağladıklarını kavradıklarından ve bu
durumdan duydukları memnuniyetten değil, bu şekilde davranan grup ve toplumlar
diğerlerinden daha fazla refaha kavuştukları için gelişmiştir. İnsanların diğer
insanların yararına olacak şeyler yapmaları için o insanları tanımaları ve
sevmeleri gerekmez. Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği adlı eserindeki şu
meşhur sözleri anlatmak istediklerimizi açık bir şekilde izah ediyor:
“Akşam yemeğimizi soframızda bulmamış kasap, biracı veya
fırıncının cömertliğinden değil, onların kendi menfaatlerine saygılarından
ötürüdür... Biz de onların insanlığına değil, özsevgilerine hitap ederiz...
Sermaye ve emek harcayan her birey ne kamu menfaatini destekleme niyetindedir,
ne de ona ne kadar destek olduğunu bilir. Adeta görünmez bir el vasıtasıyla,
kendi menfaati peşinde koşmakla, toplumun da menfaatine destek olmuş olur.”
***
Değerli
insanları, yaratıcı bireyleri, iş adamlarını her parçası kendilerine ait
ürünleri üretmekten, sahip oldukları şeyleri, çalışkanlıklarını, zekâlarını ve
egolarını kendilerinin en çok yararına ait olduklarını düşündükleri şekilde
kullanmaktan alıkoymak, insanlığın en kutsal haklarının açık bir ihlalinden
başka bir şey olmadığı gibi, insanoğluna yapılacak en büyük kötülüktür... Buna
rağmen, bugün dünyanın pek çok yerinde hukuka ve düşüncelere hâkim olan eğilim
tam ters istikamettedir. Yani, açık veya örtülü bir şekilde, yetenekli olanın
ahlaki görevinin yetenekli olmayana hikmet etmek ve kendini herhangi birinin
ihtiyaçları için feda etmek olduğunu öne sürerek, aklı ödüllerinden mahrum
bırakmayı talep etmek hâlâ baskın bir eğilim... Oysa, rasyonel bir beyin
zorlama altında çalışmaz, bilgisini ve bu yoldaki eylemlerini hiç kimsenin
refahına kurban edemez. Yetenekli olanın ahlaki görevi yetenekli olmayana
hizmet etmek ve kendini herhangi birinin ihtiyaçları için feda etmek değildir.
Bundan şüphe duyuluyorsa, bu tip insanların varlığına müsaade edilmeyen
ülkelerin yarattıkları “eser”e, buralardaki yaşama standartlarına göz
atılabilir.
Pek çok
insanın onun yaratıcılığı sayesinde hayatını sürdürebildiği yaratıcı sınıf bir
gün çalışmaktan vazgeçerse ne olur?
Turgay CİNER
Kasım 2005,
İstanbul
Kaynak:
Ayn RAND,
Atlas Silkindi / Özgün Adı / Atlas Shrugged, 4. Baskı: İstanbul, Aralık 2010
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar