Print Friendly and PDF

Muaviye b. Ebî Süfyan’ın Muhaliflerini Bertaraf Etme Yöntemleri


Hazırlayan: Melek Yılmaz Gömbeyaz

Dok. Öğr. U.Ü. Sos. Bil. Ens.

Özet

Emevî Devletinin kurucusu Muaviye b. Ebî Süfyan’ın muhaliflerini bertaraf etme yöntemleri konusu, onun hem iktidara uzanış öy­küsündeki başansını hem de iktidar yıllarındaki istikrarını sağ­layan ilkelerini anlamak, dolayısıyla onun siyaset anlayışını ve hatta dünya görüşünü kavramak açısından önem arz etmektedir. Muaviye’nin hilafeti elde edişi, ardından da ikame edişi, kendin­den önceki halifelere pek benzememesi açısından da dikkat çeki­cidir. Muhaliflerini veya muhalif olarak gördüğü kimseleri etkisiz hale getirme noktasında o, genel anlamda her yolu caiz gören bir anlayış ekseninde hareket etmiştir.

İşlerinde aklı ölçü kıldığını söyleyen Muaviye, muhaliflerine karşı bilinçli ve sistemli bir yaklaşım sergileyerek onlara uzlaşmadan şiddete doğru giden tedricî metotlarla yaklaşmıştır. Para, mal, makam-mevki gibi türlü vaatleri kullanarak muhalifleriyle diyalog kurmayı veya onları ikna etmeyi öncelikle deneyen Muaviye, bunların işe yaramadığı yerde gözdağı, tehdit, sindirme, maaşla­rını kesme gibi psikolojik, politik ve ekonomik baskı yöntemlerini devreye sokmuş, bunların da yetersiz kaldığı durumlarda muha­lifleriyle savaşmak veya onları bir şekilde öldürmek suretiyle ber­taraf etmeyi bilmiştir.

Giriş

Muaviye b. Ebî Süfyan’ın, muhaliflerini veya muhalif olarak gördüğü kimseleri bertaraf etme yöntemlerine geçmeden evvel, kısaca onun hayatından bahsetmek, onu tanımamıza yardımcı olacak bazı özelliklerine değinmek, konunun sağlıklı bir şekilde anlaşılması ve anlatılması açısından uygun olacaktır.

Muaviye b. Ebî Süfyan, 602 veya 603 yılında[1] Mekke’de doğ­muş olup, gerek annesi Hind binti Utbe b. Rabîa, gerekse babası Ebû Süfyan b. Harb b. Ümeyye tarafından şehrin en muteber kabilesi sayılan Kureyş’e mensuptur. Böyle bir aile içerisinde dünyaya gelen Muaviye, hem iyi bir eğitim alarak okur-yazar olan sayılı kişiler ara­sına girmiş hem de babasının yanında özellikle siyasî ve askerî idare hakkında tecrübe kazanma fırsatı bulmuştu. Büyük olasılıkla Mek­ke’nin Fethi esnasında m. 630 yılında Müslüman olduktan sonra[2] Hz. Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem]’e katiplik yapmaya başladı.[3] Hz. Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem]’in ardın­dan Suriye’ye gönderilen orduda ağabeyi Yezid ile birlikte ordunun komutasında görev aldı.[4] Başarılarıyla göz doldurmaya başlayan Muaviye, halife Hz.Ömer [ radiyallâhü anh] tarafından önce Ürdün[5], ardından da ağa­beyi Yezid’in vefatından sonra onun yerine Dımaşk valiliğine getiril­di.[6] Bu dönemde de başarılı fetihler gerçekleştiren Muaviye, yakın akrabası olan Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın halife olmasıyla Suriye genel valiliğine atandı[7] ve asıl nüfuzunu bu süreçte kazanmaya başladı. Ayrıca Suri­ye’nin en güçlü kabilesi Kelb’e mensup Meysun ile yaptığı evlilikle kazandığı potansiyelin yanı sıra “kendine has bir ordu” da oluşturan Muaviye, sağladığı bu düzen ile bölge halkının takdir ve desteğini kazanmayı bildi. [8]

Suriye valiliği boyunca kendi bölgesinde adeta halife gibi dav­ranan Muaviye, Hz. Osman [ radiyallâhü anh] döneminin “fitne” sıfatıyla anılan ve Hali­fenin öldürülmesine kadar varan olayların yaşandığı ikinci altı yıllık bölümünde Ümeyyeoğulları ailesinin de arzuladığı şekilde bu ailenin yeni reisi ve belki de zihinlerinde, devletin müstakbel lideri konumu­na yerleşti.[9]

Muaviye b. Ebî Süfyan, Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın şehid edilmesinin ardın­dan Medine’de halife seçilen Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye beyat etmediği gibi, onu Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın katli sürecinde sessiz kalmanın ötesinde onun katillerini koruduğu, dolayısıyla bu cinayetin sorumlularından biri olduğunu belirterek Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’yi hedef gösterdi. Kendisini de maktul halifenin ve­lisi ilan ederek, onun hakkını savunmak adına Şam halkından beyat alan Muaviye,[10] Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye karşı yürüttüğü mücadeleye yeni bir boyut daha kazandırarak halifenin meşruiyetini tartışmaya açtı. Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin sayısız beyat çağrılarına cevaben o, halifeye katillerin derhal ceza­landırılması, sonra da şura ile yani bir halife seçilmesi gerektiğini ısrarla dile getirdi.[11] Bu uzlaşmazlık, tarafları savaş meydanına gö­türdü. Neticede kesin bir şekilde mağlup olmasına ramak kalan Muaviye, akıllı danışmanlar edinmesinin meyvesini aldı. Nitekim iktidar hayallerini savaş meydanında yitirme noktasına gelen Muaviye, valisi Amr b. el-Âs’ın kurnazlığı sayesinde, Suriye askerle­rinin mızraklarının uçlarına Kur’an sahifelerini takmaları[12] şeklinde sembolleşen hakem tayini talebi ile hezimetten kurtulduğu gibi, bu durum sayesinde halifeyi de iki tarafı keskin bıçak hükmünde bir karar vermeye ve içinden çıkılmaz bir karmaşanın içine sokmaya muvaffak oldu. Halifenin ordusu bu noktada ikiye bölündü ki, bir tarafta onu öldürmekle dahi tehdit ederek bu teklifi kabule zorlayan­ların, öte yandan da şiddetle karşı çıkanların baskıları karşısında Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh], bunun apaçık bir hile olduğunu defalarca belirtse de bu işe evet demek zorunda kaldı. Üstelik ilginçtir ki, ilk başta Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’yi hakem konusunda kabule zorlayanlar daha sonra fikir değiştirerek onu bu konuda suçlamış, halifeye karşı isyan bayrağı açmak suretiyle, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye halifeliğini neredeyse Muaviye kadar zehir edecek bir grup ha­line gelmişlerdir. [13]

Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin, Haricîler denen bu grupla uğraşmasından doğan fırsatı iyi değerlendiren Muaviye, halifeye bağlı merkezlere saldırılar düzenleyerek halifeyi iyice yıprattı. Nihayetinde 40/660 senesine gelindiğinde, halifeliği boyunca enerjisinin büyük kısmını harcadığı Haricîlerden tbn Mülcem adlı kişi tarafından şehid edildi.[14] Bundan sonra, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] taraftarlarınca beyat edilen oğlu Haz. Hasan’ın da hali­feliğini tanımayan Muaviye, onunla savaşmak üzere Irak’a yöneldi.[15] Ancak, Muaviye’nin Haz. Hasan [alyehisselam]’ın her türlü talebini kabule hazır an­laşma teklifleri bir yana, babasını yarı yolda bırakan ve sürekli renk ve ton değiştiren bir meşrebe sahip[16] insanlardan oluşan ordusuna güvenmeyişi gibi sebeplerle Haz. Hasan, halifeliği zaten onu elde ede­ceği aşikar olan Muaviye’ye teslim etti.[17] Böylece h.41/m.661 yılında gerçekleşen anlaşmanın ardından Kufe’ye girerek halktan beyat alan Muaviye, yaklaşık bir asır sürecek Emevî Devleti’ni kurarak halife ünvanını almış oldu.[18]

“Onun için halife Unvanı, 20 yıllık gayretlerinin ve emektar Suri­yeli memurlarının sadakati sayesinde elde ettiği bir emr-i vâki’nin resmî tasdikinden ibaret idi.”[19]

Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] döneminde Haricî ve Şiîler’in yurdu haline gelen Irak’a[20] girerek beyat alan Muaviye, Şam’a dönmek üzere yola çıkmamıştı ki, Haricîler Kufe’de ayaklanmalara başladılar. Üstelik ilk karşılaşmala­rında Suriye ordusunu mağlup eden Haricîler,[21] muhalefetlerinde ne kadar kararlı olduklarının ve kendi bildiklerini okuyacaklarının da mesajını verdiler. Bu yenilgi karşısında Muaviye, Küfe halkına yaşa­dıkları şehirdeki her karmaşadan onları sorumlu tutacağını, içlerin­deki asileri dizgin altında tutmalarını aksi takdirde başlarına gele­ceklerin sonuçlarına katlanacaklarını kesin ve keskin bir dille ifade etti.[22]

İktidarı boyunca halkı nabzını tutmaya çalışan Muaviye, Şiî ve Haricî taraflar arasındaki soğukluğu, bilhassa Şiîler’in Haricîler’e karşı beslediği intikam duygusunu kendi menfaatleri doğrultusunda kullanarak, ordusunu yıpratmaya gerek kalmadan bu iki baş muha­lif grubu birbirine kırdırdı. Nitekim Haricî isyanlarının pek çoğu bu hissiyat ve Muaviye’nin tehditlerinin oluşturduğu baskı neticesinde halifeyle işbirliği yapan Şiîlerce bastırıldı.[23]

Muaviye’nin, hem muhaliflerine karşı en büyük kozu, hem de devlet otoritesinin teminatı, yetenekli valileriydi. Nitekim dört Arap dehasından[24] biri olan Muaviye, diğer üç deha olarak anılan Amr b. el-Âs,[25] Mugîre b. Şu'be[26] ve Ziyad b. Ebîh’i[27] bir şekilde kendi safla- rina katarak onların idare kabiliyetlerinden sonuna kadar faydalan­mayı bildi.27 [28] Büyük eyaletlerin idaresini bu güçlü valilerin ellerine emanet eden Muaviye, bu geniş yetki teslimine rağmen ipleri kendi ellerinde tutma konusunda asla taviz vermedi.

Kurucusu olduğu Emevî Devleti’ni yaklaşık 20 yıl istikrarlı bir düzeyde yöneten Muaviye, iktidarının son yıllarına doğru, aklının bir köşesinde beklettiği ve uğruna yoğun bir faaliyet içine giriştiği, oğlu Yezid’i kendi yerine veliaht tayin etme planını da gerçekleştirmiş bir şekilde, h.60/m.680 yılında vefat ettiğinde yerini oğlu Yezid’e bırak­mış oldu.

Tarihte, dört Arap dehasından biri olarak kabul edilen Muaviye,[29] hitabet gücünün yüksekliği, insanlara, anlayacakları dil­den konuşarak onları kazanmayı bilmesi, siyasetteki kurnazlığı, işle­ri nasıl gerekiyorsa öyle halletmesi, çevresini iyi tanıyan, gözlemleyen ve ileriyi gören bir idareci olması, onu deha yapan en önemli özellik­leridir. [30]

Muaviye’nin dehasını, icraatlarının yanı sıra, hayata bakışını ifade eden ve idare tarzına da yansıyan sözlerinde de görmek müm­kündür. O’na göre, akıl bir ölçektir; üçte biri meseleleri kavrayabilme kabiliyeti, üçte ikisi de bazen hataları görmezden gelebilme becerisi­dir. Yine, “akıllı kişi, sonunda girdiğine pişman olacağı hiçbir işe bu­laşmayandır”[31] diyen Muaviye’ye göre, insanların en sabırlısı da, gö­rüşleri, fikirleri ve kanaatleri, duygularına, arzularına ve heveslerine galip gelen kişidir.[32]

İnsanlarla arasındaki ilişkiler konusunda hassas olan Muaviye, “İnsanlarla aramda koparmadığım bir bağ vardır; onlar ipi gerdikle­rinde ben gevşetirim, onlar ipi gevşetirse ben gererim” diyerek bu husustaki denge anlayışını yansıtmıştır.[33] İlişkilerinin sağlıklı yürü­mesi adına özellikle kabile reislerine büyük önem veren Muaviye, belki de en fazla dikkati kendi kabilesiyle arasına koyduğu mesafe noktasında göstermiştir. Kendi kabilesinin etkisi altında kalmamayı ilke edinen Muaviye, önemli eyaletlere başta Sakîf olmak üzere başka kabilelerden valiler gönderirken, kendi akrabalarını, Mekke, Medine, Taif valilikleriyle hac emirliği gibi daha sembolik görevlerle sınırla­mıştır.[34]

Yaptığı cömert bağışlar ve vaatlerle pek çok muhalifini sustur­mayı da bir metot olarak benimseyen Muaviye’nin[35] siyasî hayatta başarılı olmasını sağlayan en dahice davranışlarından biri de, kendi­si gibi dahi olan kişileri kendi saflarına çekerek onların yeteneklerin­den faydalanmasıdır. Zira Muaviye, karşılaştığı en önemli zorlukları, Amr b. el-Âs, Mugîre b. Şu’be, Ziyad b. Ebîh gibi dâhi isimler saye­sinde aşmış ve hedeflediği birçok noktaya onların güçlü idare kabili­yetleriyle ulaşmıştır.

Bütün bu özellikleriyle Muaviye, tarih sahnesinde, savaş mey­danlarının anlı-şanlı bir kahramanı olarak parlamaktan ziyade, nadir yetişen bir diplomat, çevresini iyi tanıyan, tahlil eden ve dolayısıyla masa başı mücadelelerden hep zaferle ayrılan bir politikacı olmuş­tur.[36]

Böylece Muaviye b. Ebî Süfyan’ın, kısa biyografisiyle beraber, idare sanatını şekillendiren kişilik özelliklerine ana batlarıyla değin­dikten sonra, onun, muhaliflerini bertaraf etme yolunda kullandığı yöntemleri, kişilik özellikleriyle bütünleştirdiği siyaset ilkelerini, ge­nel başlıklar halinde izah etmek mümkün olacaktır.

1.   Vaat

Muaviye b. Ebî Süfyan, muhaliflerini etkisiz hale getirme nok­tasında genel bir prensip olarak benimsediği çeşitli vaatlerle ikna yöntemini, siyasi hayatının her safhasında kullanmıştır. Bu vaatler, bazen mal veya para, bazen makam-mevki bazen de af-eman teklifi şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Muaviye’nin idari hayatına hakim olan ilkeleri, kendi ifadele­rinde açık bir şekilde bulmak mümkündür. O, paranın iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde kılıca gerek görme­diğini söylemiştir. Kendisine, cömertçe dağıtmış veya harcamış oldu­ğu paraların çokluğundan yakmıldığında O, “muhtemel bir savaş bundan çok daha fazlasına mal olur” demiştir.

Gerek iktidara gelişi ve gerekse yaklaşık 20 yıl sürecek olan ik­tidar sürecinde Muaviye, yapmış olduğu maddi ikram ve taltiflerle hem muhaliflerini hem de kendisinden bazı beklenti veya talepleri olan taraftarlarını memnun etmeyi bilmiştir.

Muaviye’nin türlü vaatler yoluyla muhalif gördüğü kimseleri bertaraf etme girişimleri, siyasi arenada hükmetmeye başladığı Hz. Osman [ radiyallâhü anh] döneminin son yıllarından itibaren göze çarpar. Nitekim Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın idaresi karşısında gün geçtikçe hoşnutsuzlukları artan ve tepkilerini muhalefet hareketine dönüştüren bazı Kufeliler’in Muaviye’nin idaresindeki Şam’a sürgüne gönderildiklerinde, Muaviye onları tesirsiz hale getirmek adına ilk çare olarak cömertçe ikram ve iltifatlarda bulunmayı tercih etmişti.[37] Bu yöntem, Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın görevi başında öldürülmesinin ardından halife olarak kısmi beyat alan Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] karşısında yürüttüğü mücadelede de Muaviye tarafından uygulanmıştır. Bu mücadelenin askeri boyuta dönüştüğü Sıffin Sa- vaşı’nm daha başlangıç safhasında Muaviye ile yazışan ve onun türlü vaatlerine kapılıp savaşı bırakanlar olmuştu.[38]

Muaviye, hilafeti savaşsız bir şekilde Haz. Hasan [alyehisselam]’dan alabilmek için bazı maddi bedeller ödemeye çoktan hazırdı ki, Haz. Hasan [alyehisselam]’a, ne talep ediyorsa yazmasını istediği boş bir kağıt göndermesi buna işa­ret etmektedir. Sonuçta Muaviye Haz. Hasan [alyehisselam]’a geçimini temin etmesi ve borçlarını kapatması amacıyla Beytülmalden önemli bir meblağ ödemeyi; ayrıca Faris’teki bazı toprakların haracını da ona vermeyi taahhüt etti.[39] Bundan önce Muaviye, Haz. Hasan [alyehisselam]’ı kendisine karşı direnmeye ve onunla mücadeleye ısrarla teşvik eden Kays b. Sa’d ve Haz. Hasan [alyehisselam]’ın öncü kuvvetleri komutanı olan Ubeydullah b. Abbas’a da yolundan çekilmeleri için önemli maddî vaadlerde bulunmuştu. Onun bu cazip teklifleri Kays tarafından kesin bir şekilde reddedilse de, Ubeydullah’ın taraf değiştirmesini sağlamıştı.[40]

Muaviye b. Ebî Süfyan, uzun yıllar sürecek olan iktidarını sağ­lam temeller üzerine kurmak ve istikrarla yürütmek adına, Araplar arasında deha olarak nam salmış olan kişileri kazanmak uğruna da oldukça cömert davranmış; güçlü bir kadro kurmak isteyen Muaviye, bazen mal, bazen makam bazen de eman vaatleriyle onları yanına çekmiş, iktidarını onlarla zirveleştirmiştir. Bunun ilk örneği de Amr b. el-Âs’tır. Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın evinin kuşatma altına alınmasının ardın­dan Medine’yi terk eden Anır da siyasî istikbalinin Muaviye’nin ya­nında olduğunu görerek[41] Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye karşı verdiği gizli iktidar müca­delesinde Muaviye’yle beraber çalışma konusunda anlaşmıştı. Arala­rındaki anlaşma gereğince Muaviye idareyi ele almasından sonra Mısır bölgesinin yönetimini iktidara ulaşması yolunda kendisine bü­yük yardımları dokunan Amr’a teslim edecekti. Mısır, ölünceye kadar Amr’ın idaresinde kaldı; ayrıca askerî harcamalardan geride kalan gelir de Amr’ın idi.[42]

Muaviye’nin, muhaliflerini kendi saflarına çekme yolunda attığı adımların kararlılığı, muhalifinin deha özelliği nedeniyle kat kat art­maktadır. Bu noktada tıpkı Amr b. el-Âs gibi Arapların dahi olarak kabullendiği Ziyad b. Ebîh’i kazanma yolundaki ısrarı da bir diğer örnek olarak göze çarpar. O, bu hususta bir başka deha namlı valisi, Basra valiliği ile kadrosuna kattığı Mugire b. Şube’den faydalanmış­tır. Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin güçlü Paris valisi Ziyad’ın Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] taraftarları nezdindeki nüfuzundan endişe eden Muaviye, baskı ve tehditlere boyun eğmeyen Ziyad’a karşı, ortak dostları Mugîre b. Şu’be’yi devre­ye sokarak bu sorunu halletmeye çalıştı. Bu doğrultuda Muaviye, bir mektupla ona ve bazı arkadaşlarına eman göndermiş, beyat etmesi karşılığında yanındaki devlet malları hususunda Ziyad’ın verdiği ifa­denin üzerine gitmeyerek yaptığı beyanı kabul etmiş[43], karşısında Ziyad gibi bir muhalifin cephe oluşturmasını engellemiştir. Muaviye, kadrosuna katma uğruna ciddi uğraşılar verdiği Ziyad’ı önce Basra (665) sonra da Küfe (670) valiliği ile[44] taltif etmek suretiyle, güçlü bir muhalifi, sadık bir hizmetkâra dönüştürmeye muvaffak olmuştur.

“Muaviye, iktidara gelmek için en önemli adım olarak Arab’ın üç dahisini yanına çekmiştir. Bunlar, Amr b. el-As, Mugîre b. Şu’be ve Ziyad b. Ebîh’tir. Eğer bunlar olmasaydı, Muaviye hilafeti elde etmeye muvaffak olamayacaktı. ”[45]

Muaviye sadece birey bazındaki muhaliflerine karşı değil, grup muhalefetine karşı da vaat yöntemine başvurmuştur ki, bunun belli başlı örnekleri Haricî ve Şiî gruplara karşı tutumlarında ortaya çıkar. Yaklaşık 20 yıllık iktidarı boyunca Muaviye’nin başını ağrıtan en önemli meselelerin başında Haricî hareketi gelir. Sıffin Savaşı esna­sında gelişen Hakem olayından sonra hem Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’yi hem de kendisi­ni düşman olarak kabul eden Haricîler’e karşı Muaviye’nin kullandığı yöntemlerden biri af/eman dileyenlerin cezalandırılmayacağı vaadi­dir.[46] Aynı yöntemi Muaviye, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] taraftarlarının aykırı seslerini susturmak ve öfkelerini bastırmak için de kullanmıştır.[47] Bu noktada kabile reislerini de devreye sokarak, devlete karşı isyan hareketine karışan mensuplarına sahip olmaları, onları vazgeçirmeleri halinde asilere eman verileceği şeklinde uzlaşma vaadinde bulunmuştur. Bununla birlikte zaman zaman da kabile reislerinin ricasıyla muha­liflerine af kapılarını açan Muaviye, bilhassa destek tabanını oluştu­ran Yemenli kabileleri darıltmamak adına, pişman olup beyatlarını bildirdikleri takdirde kendilerinin güvende olacaklarını belirtmiştir.[48]

2.    Merkeziyetçi Yönetim- Muktedir Vali İşbirliği

Muaviye b. Ebî Süfyan, Suriye haricindeki yerlerde, toplumda oluşturduğu tabandan ziyade şahsî kabiliyetleriyle temayüz etmiş olan kimselerden istifade etmiş ve bu kişilere bulundukları bölgeler­de geniş imkanlar tanımıştır. Ancak o, şartların oluşmasıyla birlikte zamanla merkeziyetçi bir idareye yönelerek, vilayetleri belli ellerde toplamıştır.[49] Halifeliği boyunca kendi kabilesinin nüfuzu altına gir­memeye çalışan Muaviye, bu anlamda maktul halife Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın durumuna düşmemek için de önemli eyaletlere başka kabilelere - özellikle idare sanatında ehil olan- Sakîf kabilesine mensup güçlü ve tecrübeli valiler tayin etmiş[50], ayrıca kendi uygulamalarında hilm ve teenniyi tercih etse de görevlendirdiği valilerin sertlik yanlısı icraatla­rının açık-gizli destekçisi olmuştur.

Tam bir diplomat olup çevresini iyi tanıyan, ileriyi gören bir idareci olarak Muaviye, düşmanlarının en ağır sözleri karşısında dahi kendini tutup soğukkanlılığını korusa da aynı hoşgörüyü valilerinin göstermelerine pek de sıcak bakmamış hatta bu noktada ılımlı bir tavır takman valisi Mugîre b. Şu'be’yi azletmeyi dahi düşünmüştür.[51]

Merkezî otorite-muktedir vali güç birliğinin en gözde ismi, Muaviye’nin gücüne güç katan ve devletin bekası adına, hala büyük tenkitler alan bazı işler yapan Ziyad b. Ebîh’tir. Ziyad, halifeye beyati reddeden gerek Haricî, gerekse bir zamanlar arkadaşları olan Şiîlere karşı en katı tedbirleri almış, en sert hutbeleri irad etmiş, gerekli gördüğünde de en ibretlik infazları gerçekleştirmiştir. Halk arasında fitneye yol açarak devlet otoritesini zedelemekle itham ettiği herkese karşı amansız bir savaş açan Ziyad, bu özellikleriyle Muaviye’nin en etkili ve baskın valisi olmuştur. Halifeden aldığı destekle, şehirde gece sokağa çıkma yasağı ilan etmiş, uyarılara rağmen yasağı ihlal edenleri derhal öldürmüş, şehrin emniyeti için sürekli muhafız birliği oluşturmuş, isyancıları, o zamana dek görülmemiş yöntemlerle ceza­landırmıştır.[52] Böylelikle Ziyad’ın, idaresi altındaki yerleri, eşi benzeri görülmemiş bir disiplinle yöneterek, sadece dinî ve siyasî anlayış farkından kaynaklanan isyanları değil, aynı zamanda soygun, fuhuş, gasp, yağma gibi, otorite boşluğundan ortaya çıkan adi suçları da önleme konusunda başarılı olduğunu[53], halifeye rahat nefes aldırdı­ğını söylemek mümkündür.

Ziyad’dan sonra Basra valiliğine getirilen oğlu Ubeydullah b. Ziyad da devletin baş problemi olan Haricîler’e karşı ılımlı yaklaşmış ve hatta hapistekileri serbest bırakmışsa da, Haricîler’in açık muha­lefeti karşısında tamamen tavır değiştirerek babasını aratacak yolla­ra başvurmuştur. Bu doğrultuda o, şüphe ve zan üzerine adam öl­dürmekten sakınmamış,[54] hapsettiği Haricîler’e, arkadaşlarını öldür­dükleri takdirde serbest bırakılacaklarını vaad ederek onları birbirle­rine düşürmek suretiyle Haricîler’den kurtulmaya çalışmıştır.[55]

Burada son olarak şunu da yinelemek gerekir ki, valilerinin baskı ve şiddet içeren politikalarından pek de rahatsız olmayan Muaviye, gerek Şiî gerekse Haricî muhaliflerini büyük ölçüde onların insafına bırakmışsa da, geniş yetkiler tanıdığı muktedir valilerinin üzerinden, merkezin (denetim) gölgesini eksik etmemiş, valilerce is­yancılara karşı alınacak tedbirler, verilecek cezalar ona sorulmaksı- zm hayata geçirilmemiştir.[56]

3.    Tedrîcilik

Muaviye b. Ebî Süfyan, ulaşmak istediği noktalara sağlam adımlarla, hesaplı bir şekilde ulaşma hususunda siyasî hayatının hemen her safhasında başarılı bir örnek olmuştur. Bu konuda en bariz misal olarak iktidar olma sürecindeki politikası zikredilmelidir.

Siyaset sahnesinde küçük rollerle yetinmeyi sevmeyen Muaviye, daha Hz.Ömer [ radiyallâhü anh] döneminde, Suriye bölgesi fetihleri esna­sında önce ordu komutanlığına[57] daha sonra da Şam valiliğine tayin edilmişti.[58] Bu süreçte Suriye bölgesi fetihlerinin başarıyla tamam­lanmasının ardından, Kıbrıs’ın fethi için halifeden onay alamayan Muaviye,[59] bölgedeki hem devlet hem de şahsî otoritesini sağlamlaş­tırmak adına rotasını Anadolu’ya çevirdi. Buralara yaptığı seferler sonucunda bol ganimet elde ederek hızlı yükselişini sürdüren Muaviye, bir yandan ekonomik olarak güçlenirken öte yandan devlet­ten çok kendisine bağlı sağlam bir ordu oluşturmayı başarmıştı.[60] Üstelik, bölgenin köklü kabilesi Kelb’e mensup Meysun ile evlenerek bu maddi ve askeri nüfuzuna bir de toplumsal boyutu eklemiş ol­du.[61] Böylece emin adımlarla iktidar yolunda ilerleyişini sürdürdü. Nitekim Muaviye’nin devlet kademelerinde görevlendirilişinin ordu komutanlığı veya valilik ile sınırlı kalamayacağı, bunların sadece bir başlangıç olduğu Emevî ailesi mensuplarınca da dile getirilmekteydi. Hz.Ömer [ radiyallâhü anh] döneminde Muaviye’ye Şam valiliği kapısı açılınca, onların Muaviye’ye, idareye uygun hareket etmesini, idarenin rahatsız olaca­ğı işlerden uzak durmasını, dolayısıyla eline geçen bu fırsatı iyi de­ğerlendirmesini tavsiye etmeleri, Muaviye’nin iktidara yürüyüşünü de içine alan sonraki dönemlere ışık tutması açısından dikkate de­ğerdir.[62] Bu bağlamda, Hz.Ömer [ radiyallâhü anh] döneminde Emevî ailesinin Muaviye ile yeşermeye başlayan iktidar umutları, aynı aileye mensup Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın iş başına gelmesiyle beklenti boyutunu aşarak belli bir ivme kazanacaktır.

Hz. Osman [ radiyallâhü anh] zamanında dilediği gibi hareket etme imkanı bulan ve Suriye bölgesi valisi olarak yetkileri iyice genişleyen Muaviye’nin Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın muhasara ve daha sonra şehit edilişi sürecinde takın­dığı tavır, onun iktidara yürüyüşünün ayak sesleri görünümündedir. Nitekim Muaviye’nin halifeyi Şam’a götürme teşebbüsü, muhalefetin başı olarak itham ettiği Muhacirîn’i bilhassa Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’yi hedef göstere­rek tehditlerde bulunması, Emevî ailesinin diğer fertleri gibi, halife­nin katledilmesini engelleyecek bir kaç etkisiz hareket dışında hiçbir ciddî girişimde bulunmayışı üzerinde düşünülmesi gereken nokta­lardır.

Halifenin, hasta yatağında değil de muhalifleri tarafından kat­ledilerek ölmesi, Muaviye ve diğer Ümeyyeoğulları’na iktidar davala- nm sürdürmeleri için sağlam bir bahane olacaktı. 63 Tam da bu nok­tada meşru zemin oluşmuşken, önünde büyük bir engel onu bekli­yordu ki, o da hilafetin en güçlü adayı olarak görülen Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] idi. Bu­nun farkında olan Muaviye, daha Hz. Osman [ radiyallâhü anh] hayatta iken muhalefe­tin sorumlusu olarak işaret ettiği Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’yi etkisiz hale getirmenin peşine düştü. Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın katline göz yumduğu, hatta katillerine destek olup onları yanında barındırdığı, dolayısıyla suçluları ceza­landırma vazifesini yerine getirmediği, binaenaleyh bunları yapma­dıkça Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye beyat etmelerinin mümkün olmadığını dillendirerek gerekçelerini ortaya koydu. Muaviye, bir yandan “katiller bir an evvel cezalandırılsın, hilafet işi de şuraya bırakılsın” derken, öte yandan “biz hilafeti istemiyoruz; bizim arzumuz, akrabası olarak, mazlum halifenin kanını müdafaa etmektir”64 gibi ifadeleri sözlerine eklemek suretiyle masum ve meşru bir üslup kullanmayı tercih ediyordu.

Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] tarafından defalarca beyata davet edilen Muaviye, bu çağrıları dikkate almadığı gibi, hilafetinin meşru olmadığı gerekçesiy­le halife olarak tanımadığı Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye karşı bir dizi faaliyete girişti. O, bir yandan ashabın önde gelenlerine mektuplar göndererek Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin halifeliğinin meşruiyetini sorgularken[63] [64] [65] öte yandan halifeye olan hislerini ona savaş bayrağı açacak derecede ileriye götüren, ba­şını Hz. Aişe, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvam’ın çektiği ve bazı Ümeyyeoğullarmm da saflarında yer aldığı muhalefet hareketi­nin sonucunu bekliyordu.[66] Bu muhalefetin bir sonucu olan Cemel Savaşı’ndan halifenin galip çıkmasından sonra, halife ile asi vali Muaviye arasında askerî mücadele kaçınılmaz hale gelmişti. Netice­de, Sıffîn’de cereyan eden savaşta, danışmanı Amr b. el-Âs’ın telki­niyle Suriye askerlerinin mızrak uçlarına taktıkları Kur’an sahifeleri ile Allah’ın hakemliğine sığınmaları şeklinde bir savaş hilesi ile yenil­giden son anda kurtulan Muaviye, sadece askerî bir zafer elde etme­di, ayrıca halifenin ordusunun parçalanmasına zemin hazırladı.[67] Bundan sonra Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh], bir taraftan bu karara karşı çıkarak ordusun­dan ayrılan Haricîlerle öte taraftan hakemler toplantısında gündeme gelen, mevcut halifenin azli, Muaviye’nin ise halife ilan edilmesi[68] şeklindeki hileli kararın sancılarıyla uğraşmak durumunda kalmış­tır. Bu tarihten sonra Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin kan kaybetme süreci hızlanırken, Muaviye iktidara koşar adımlarla yaklaşmaya başlamıştır. Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin içinde bulunduğu sıkıntılı ortamdan istifade etmeyi bilen Muaviye, son planlarını devreye sokarak Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin elinde bulunan Mısır, Irak, Hicaz ve Yemen’i ele geçirdi. Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] daha sonra buraları geri alsa da halifeliği boyunca etrafını saran ateş çemberi, Muaviye’nin organize hamleleriyle içinden çıkılmaz bir hal almıştı. Bir süre sonra da, 40/660 yılma gelindiğinde Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin, kendi ordusundan çıkan Hari­cilere mensup İbn Mülcem tarafından öldürülmesi[69] ile Muaviye, önündeki en önemli engelden kurtulmuş oldu.

Bütün bu olayların ardından Kudüs’te “emîruT-mü’ıninîn” sıfa­tıyla beyat alan Muaviye[70] için, Iraklılar’ın başına geçen Haz. Hasan [alyehisselam]’ı bertaraf etmek hiç de zor değildi. Gerek askerî, gerek malî ve gerekse İçtimaî güç açısından iki taraf arasında uçurumlar vardı. Bu duru­mun farkında olan ve sonu olmayan bir mücadeleye girmenin, daha fazla kan dökmekten başka bir işe yaramayacağına kanaat getiren Haz. Hasan, bazı şartlar doğrultusunda hilafeti, zaten neredeyse onu elde etmiş olan Muaviye b. Ebî Süfyan’a bıraktı. Böylece, yıllardır aşama aşama, sabır ve bir o kadar da kararlılıkla[71] yürüttüğü müca­delesinin sonucunda Muaviye muradına erdi; başkent Kufe’ye girerek halkın beyatmı alarak Müslümanların yeni halifesi oldu.[72]

Muaviye’nin, hedefine ulaşmada genel tavır haline getirdiği ted- riciliğin en bariz örneklerinden biri de oğlu Yezid’in veliahtlığını ger­çekleştirme sürecidir. O, Yezid’e veliaht olarak beyat alabilmek için yaklaşık yedi yıl uğraşmış; bu süre zarfında müsait ortamı hazırla­mak için valileriyle birlikte dört koldan faaliyetlere girişmiştir. Yezid’in imajını tazelemek uğruna onu cihada göndermesi, yine itibar kazanması için onu hac emirliği ve Bizans seferi ile görevlendirmesi, halkın gönlünü kazanmak, şair ve hatipleri tarafına çekmek gibi çe­şitli sebeplerle cömertçe para dağıtması[73], farklı şehirlerden gelen heyetleri ikna görüşmeleri[74] onu hedefine ulaştıran hesaplı adımlar olmuştur. Nitekim Muaviye, siyasî hayatta ilerlemenin temel yöntemi olarak gördüğü ve uygulamalı olarak benimsediği tedricî yaklaşımı, meşhur bir sözünde şöyle ifade etmiştir: “Paranın iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde kırbaca, kırbacın iş gör­düğü yerde kılıca gerek yoktur. Son çare olarak kılıca başvurulur.”[75]

4.    Psikolojik Baskı / Sindirme Faaliyetleri

Muaviye b. Ebî Süfyan’ın, muhaliflerini bertaraf etme yöntem­lerinden biri olarak uyguladığı ve valilerine de sıkı sıkıya uygulattır­dığı psikolojik baskı, hatta taciz uygulamalarının başta gelen örnek­lerini, onun Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye karşı giriştiği mücadele sürecinde görmek mümkündür.

Muaviye, Müslümanların üçüncü halifesi Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın görevi başında iken öldürülmesinin ardından hilafeti devralan Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye, Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın katillerinin cezalandırılmadan maktul halifenin velisi ve varisi olarak, ona beyat etmeyeceğini her platformda gündeme getirmekteydi. Mevcut karmaşık ortam da Muaviye’nin söylemleri için uygun bir zemin sağlıyordu.                                                                                 

Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın kendi çocukları hayatta iken, Muaviye’nin onun velisi olup olamayacağı tartışmaları bir yana, Muaviye bu işi hukukî boyuttan çıkararak siyasî zemine taşımış[76]; halifeyi, katilleri bir an önce cezalandırıp, layıkıyla yerine getiremediği hilafet işini de şuraya havale etmesi gerektiği yönündeki taktik tutumuyla Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin zaten henüz oluşmamış olan otoritesini sarsmayı başarmıştır. Bir başka ifade ile Muaviye’nin, üzerinden muhalefet yaptığı, katillerin cezalan­dırılması konusunun, hukukî bir hak talebinden ziyade, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’yi yıpratarak onun gücünü zayıflatma amacını taşıdığını söylemek yan­lış olmayacaktır. Muaviye açısından Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin halifenin katillerinin destekçisi ve dolayısıyla katili olduğuna dair öne sürdüğü delili ise, katillerin Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin yanında yer alması ve bazı devlet görevlerine getirilmesinden çıkardığı yorumlardı. Bu ithamlarıyla Muaviye, hem kendi iddiasına destek bulabiliyor hem de Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’yi büyük bir baskı altına sokarak sindirmeye gayret ediyordu.[77]

Muaviye b. Ebî Süfyan, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’yi bertaraf etme sürecinde kul­lanmış olduğu bu etkili yöntemi, daha sonra kendi iktidarı süresince bu defa Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] taraftarlarını sindirme amacıyla kullanmıştır.

Her ne kadar ortak düşmanları olan Haricîler’in etkisiz hale ge­tirilmesi uğruna ortaya çıkan zorunlu işbirliği, iktidar ve Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] ta­raftarları arasında belli bir sükunet ortamı oluşturmuş olsa da, Şam’da başlatılan bir gelenek, ilişkilerin her daim gergin kalmasına sebep olmuştur. “Sebb” şeklinde ifade edilen, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] ve taraftarları­nın kötülenmesi, Hz. Osman [ radiyallâhü anh] ve taraftarlarının ise övülmesi temeline dayanan bu uygulama[78], Muaviye tarafından kararlılıkla işlenmiştir. Öyle ki Muaviye, bu uygulamanın aksatılmamasını valilerine de sıkı sıkı tembih ederek, sebbi resmî bir devlet politikası haline getirmiştir. Aslında böyle olacağının ilk işaretleri, Muaviye tarafından halifeliği­nin daha ilk zamanlarında verilmişti. O, halife olduğunda Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] taraftarlarının yoğun olarak yaşadığı önce Küfe, ardından da Bas­ra’dan beyat aldıktan sonra buradan ayrılışı sırasında Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye lanet okuyup durmuştu.[79] Bir anlamda, iktidarın muhalefet üzerindeki koyu gölgesini temsil eden, serin nefesini hissettiren bu uygulama, Muaviye iktidarının güçlü valileri Mugîre b. Şu‘be ve Ziyad b. Ebîh dönemlerinde de istikrarla sürdürülmüştür. Her ne kadar Mugîre’nin Küfe valiliği esnasında herkes fikirlerini -eyleme dönüştürmedikçe[80]- açıkça söyleyebilecek ve savunabilecek kadar müsamahalı bir or­tam[81] oluşmasına rağmen, Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın yüceltilirken, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] ve se­venlerine lanet okunması şeklindeki sindirme kampanyasında bir aksama olmamıştır.

Muaviye, siyasî muhaliflerine karşı yürüttüğü bu psikolojik baskı ve karalama kampanyasına bir de ekonomik kısıtlamaları ekle­yince, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] taraftarları üzerindeki baskı bir kat daha artmıştır. Bunun açık bir örneği, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] taraftarlarının önde gelen ismi Hucr b. Adiy ile Küfe valisi Mugîre b. Şu‘be arasında geçen bazı konuşmalar­da görülür. Vali Mugîre’nin Küfe mescidinde Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] aleyhinde cümle­ler sarfettiği sırada, Hucrün ona karşı çıkarak “Sen ihtiyarlıktan kimi seveceğini şaşırmışsın. Sen önce bize, kestiğin maaşlarımızı ver. Senin bunu yapmaya hakkın yok; senden öncekilerin yapmadığı bir şeye çok düşkün oldun” diye bağırmış, diğerleri de “ bizim boş lafa karnımız tok; biz kesilen maaşlarımızı istiyoruz” diyerek üzerlerinde­ki baskının yükünden şikayetlerini ve nasıl mağdur edildiklerini yüksek sesle dile getirmişlerdir.[82]

Muaviye, kitle veya grup psikolojisi üzerinde uyguladığı bu baskı yöntemini, elbette bireysel bazdaki muhaliflerini sindirme nok­tasında da kullanmıştır. Örneğin, Muaviye, Haricîler’in önde gelenle­rinden Havsere b. Veddayı faaliyetlerinden vazgeçirmek için babasını Havsere’ye gönderdi. Babası da, oğluna içinde bulunduğu durumun duygusallığını, zorluğunu göstermek için Havsere’ye oğlunu getirdi. Bu baskı hali karşısında dahi Havsere’nin verdiği cevap, Haricîler’in psikolojisini ve fikir dünyasını göstermesi açısından manidardır: “Bir kafirin mızrağının ucunda sallanmak, bana oğlumdan çok daha se­vimlidir.”[83]

Muaviye benzer bir yöntemi, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin Faris varisi olup, nüfu­zu ve elindeki, beytülmale ait mallar nedeniyle iktidarı için potansiyel bir muhalif olarak gördüğü Ziyad b. Ebîh’i kendi saflarına çekme sürecinde de kullanmıştır. Ziyad’ı önce tehditkar sözlerle[84] ardından elindeki malların kendisine bırakılacağı vaadiyle beyat etmeye çağı­ran Muaviye, olumlu cevap alamayınca Ziyad’ın Basra’da yaşayan aile fertleri üzerinde baskı kurma yoluna gitmiştir. Bu işle ilgili ola­rak görevlendirdiği Busr b. Ebî Ertat’a, Ziyad’ın oğullarını ve bazı akrabalarını tutuklattırmış, ayrıca Ziyad’a, Muaviye’ye gitmesini aksi takdirde çocuklarını öldüreceğini ifade eden bir de mektup yazdır­mıştır. Gelişmelerden endişeye kapılan Ziyad’ın üvey kardeşi Ebû Bekre, bizzat halifenin huzuruna çıkarak ondan hapisteki akrabala­rının serbest bırakılmasını talep etmiştir. İktidar-kabile ilişkilerini dengede tutmayı tercih eden Muaviye, onun bu talebini reddetme­miştir.[85]

5.    Propaganda

Muaviye b. Ebî Süfyan’ın siyaset sahnesinde başarılı olabilmek amacıyla başvurduğu yöntemlerin başta gelenlerinden biri de, gerek birey ve gerekse toplum psikolojisi üzerinde yüksek bir etki gücüne sahip olan “bilinçli propaganda”dır. İfade etmek gerekir ki Muaviye, muhalif olarak gördüğü kişileri bertaraf etme yolunda yoğun olarak kullandığı bu propaganda yöntemini, sindirme ve karalama faaliyet­leri ile iç içe yürütmüştür.

Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın katledilmesi ve ardından Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin halife olma­sından sonra, hilafet hususunda daha net adımlar atan Muaviye, bu süreçte yoğun bir propaganda faaliyeti yürüterek halifeye karşı tah­rik ettiği halkın desteğini kazanmak için büyük çaba sarfetti. Örne­ğin, Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın, eşi Naile tarafından Şam’a gönderilen kanlı göm­leği, yine Naile’nin olay sırasında kılıç darbesi ile kesilen parmakla­rı[86], halifenin katilleri veya fitnenin sebepleri olarak afişe edilen isim­lerin yazılı olduğu mektup[87], özellikle Şam halkını galeyana getirme­ye yetmişti. Bu malzemeleri Şam Camii’nde teşhir ederek halkı de­rinden etkileyen Muaviye, önemli bir taraftar desteği sağladı ki, özel­likle Şamlılar, Muaviye’nin argümanlarından etkilenmeye çoktan hazırdı.[88] Muaviye, bu yolla bir yandan Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin halifeliğinin meş­ruiyetini ortadan kaldırmaya çalışırken, öte yandan kendi davasında ne kadar haklı ve meşru olduğunun propagandasını yapmaktaydı. Sonuç olarak bu propaganda öyle boyutlara ulaşmıştı ki, Şamlılar, Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın katili olarak Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’yi öldüreceklerine dair yemin etti­ler.[89] Nitekim, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin Muaviye’den beyat alması için ona gönder­diği elçisinin geri döndüğünde ona Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın kanlı gömleği altın­da ağlaşıp intikam almaya yemin eden elli bin[90] veya altmış bin kişi­den bahsetmesi[91] Muaviye’nin ne denli etkili bir propaganda yaptığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Üstelik, Muaviye’nin Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’yi hedef göstermesi, onu halifeye isyan eden bir vali olarak algılanmak­tan kurtarmış, bir başka ifade ile kendisi ile Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] arasındaki bir mesele olmaktan çıkarıp Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] ile Hz. Osman [ radiyallâhü anh] arasındaki bir duru­ma dönüştürmüştür.[92]

Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın öldürülmesini, adeta siyasî bir kan davasına dö­nüştüren Muaviye, bu konuyu işleyerek, Suriye’deki varlığını iktida­ra alternatif kılma yolunda büyük çaba harcadı. Bu doğrultuda işe, maktul halifenin katillerinin derhal bulunup cezalandırılması propa­gandasıyla başlayan Muaviye, bir süre sonra yeni bir tartışma açarak Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin halifeliğinin meşruluğunun sorgulanması ve halifenin bir şura tarafından seçilmesinin gerekliliğini telkin etti ki,[93] özellikle bu ikinci adım, Muaviye’nin iktidar hesaplarına delalet eder demek mümkündür. Zira başlangıçta Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın katillerinin cezalandı­rılması veya kendilerine teslim edilmesi durumunda beyat edeceği şeklinde daha temkinli bir üslup kullanan Muaviye[94], daha sonra iddialı bir üslup ile, katiller teslim edilse bile beyat etmeyeceğini ve şura talebini dillendirmişti.[95] Görünen o ki bu durum, mücadelesinin başından beri Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın katillerinin cezalandırılmasından başka bir hedefi olmadığını ileri sürerek insanları etrafında toplayan Muaviye’nin gerçek maksadını ortaya koymaktadır ki, bu da Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin yeri olan hilafet makamını elde etmekten başka bir şey değil­dir[96] şeklindeki yorumlan desteklemektedir. Nitekim ileriki yıllarda, oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesi de, onun şura ile halife tayini ısra­rında pek de samimi olmadığını göstermiştir.[97]

Muaviye, bu süreçte iki önemli yol takip etmiştir ki, bunlardan biri, her türlü siyasî çareye başvurarak insanları kendi saflarına çekmek, diğeri de, mücadelesinde haklı olduğunu gösterecek ayetle­rin veya hadislerin desteğine başvurmaktır.[98] Nitekim Muaviye, Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın velisi olarak onun kanını talep ederken, kendisine “Sen kim, Hz. Osman [ radiyallâhü anh] kim! Sen sadece Ümeyyeoğulları’ndan birisin; Os­man’ın çocukları bunu talep etmeye senden çok daha layıktırlar” diyenlere, şu ayeti delil getirerek akrabalık hakkını kullandığını belir­tiyordu: “Allah’ın haram kıldırdığı cam haksız yere öldürmeyin. Kim haksız yere öldürülürse, onun velisine (hakkını alması için) yetki verdik. (Fakat o da) öldürmede aşırı gitmesin (katil yerine, katilin ak­rabasını veya katille beraber bir başkasını öldürmesin). Çünkü ken­disine yardım edilmiş(yetki verilmişjtir.”[99]

Öte yandan, Ümeyyeoğulları ve onların liderleri konumundaki Muaviye’nin, maktul ve mazlum halifenin yakınları olarak, ondan sonra hilafetin kendilerinin hakkı olduğunu düşündüklerini gösteren bir takım rivayetlerin yanı sıra,[100] hadis olduğu belirtilen bazı haber­ler de gelen rivayetler arasındadır. Buna göre Muaviye şöyle demiştir: “Birgün Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellemin bdest suyunu döküyordum. Kafasını kaldırdı ve bana şunları söyledi: “Benden sonra ümmetimin işlerini sen yükleneceksin; o zaman geldiğinde onların iyiliklerini taltif et, kö­tülüklerini affet’ buyurdu. Muaviye konuşmasının devamında, “Ben bu makamı elde edene kadar ümit içinde yaşadım” demişti.[101]

Muaviye’nin, Hz. Peygamber [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’e yakınlıklarını ileri sürerek Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin hilafete layık olduğunu savunanlara karşılık, kendisinin de Hz. Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem]’e onlar kadar yakın olduğunu ifade ettiği haberlere göre, Muaviye, bunu kanıtlamak için şu görüşlerin propagandasını yapmıştır: Hz. Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem]’e katiplik yapması, kardeşi Ümmü Habibe’nin Hz. Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem]le evli olması, Hz.Ömer [ radiyallâhü anh] ve Hz. Osman [ radiyallâhü anh] tarafın­dan vali olarak tayin edilmesi, anne ve babasının toplumdaki yeri, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye Hicaz ve İraklıların beyat etmesine karşın, Şamlılar’ın da kendisine beyat etmesi, dolayısıyla hilafet işinde onunla denk oldu­ğu. [102]

Muaviye, siyasî hayatı boyunca yürüttüğü propaganda faaliyet­lerinde, toplumu yönlendirme konusunda etkili bir güce sahip olan şair, hatip ve hatta müzisyenleri de değerlendirmeyi bilmiştir. O, kendi fikirlerini yaymak ve arzu ettiği doğrultuda bir kamuoyu oluş­turmak için onlara hayli cömert davranmıştır.[103] Öyle ki, bu aşırı cömertliği karşısında kendisine hayret edenlere o, “Bir savaş bundan çok daha fazlasına mâl olur” derdi.[104]

Muaviye’nin şair ve hatiplerden istifade ettiği yerlerin başında, Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın katlinden sonra öfke, intikam, hüzün gibi hislerin öne çıktığı, toplumun duygusallığının zirve yaptığı dönem gelir. Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın kanlı gömleğinin Şam Camii’nde sergilenerek adeta bir ağla­ma duvarı haline getirildiği o günlerde[105] şairler ve hatipler, coşturu­cu şiir ve konuşmalarıyla halkı, halifenin katillerini bir an evvel ceza­landırmaya davet ederek[106], konunun halkın vicdanında her daim sıcak kalmasını sağladılar.                   .

Yine, Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın katledilmesinin ardından Ümeyyeoğulları’nın ve liderleri konumundaki Muaviye’nin, maktul halife Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’a olan akrabalıkları, onun varisleri olmaları hase­biyle halifeliğin onlara verilmesi gerektiğini savunan görüşler, Muaviye’nin çevresindeki en yakın şairlerden olan Ferazdak ve Ahtal tarafından halkın beynine adeta nakşedilmiştir.[107]

6.    Asabiyetten Faydalanması ve Kabileler Arası Denge Poli­tikası

Kendisi de geniş bir aile ve kabileye mensup olan Muaviye, güç­lü bir idareci olabilmek ve gerçek bir otorite kurabilmek için kabileci- liğin öneminin farkındaydı. O, evvela kendi kabilesi olan Ümeyyeoğulları ile olan ilişkisini bir denge ve düzen içerisine soktu. Bununla birlikte yaşadığı toplumda ağırlığı olan nüfuzlu kabilelerle evlilikler gerçekleştirerek, gücüne güç kattı.

Muaviye b. Ebî Süfyan, Suriye valiliği sırasında gerçekleştirdiği fetihler, elde ettiği ganimetlerle kurduğu disiplinli, sağlam bir ordu ve yürüttüğü dengeli siyasetle Suriye’de başlı başına bir düzen oturtmuştu. Hz.Ömer [ radiyallâhü anh]’in vefatının ardından Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın iş başına gelmesi ile, bu düzenin gücü, ağırlığı gün yüzüne çıktı. Şüphesiz ki, Muaviye’nin Suriye bölgesindeki bu mutlak otoritesinin arkasında, kendi kabilesinden ziyade, sırtını dayamış olduğu Kelb kabilesinden aldığı kuvvet gelmekteydi. Önce kendisi bu kabileden biriyle evlendi, sonra da Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ı evlendirdi.[108] Bunun yanı sıra, Suriye bölgesi­nin tamamı Şam valiliğine yani Muaviye’ye bağlanınca o, Temimoğulları, Kaysoğulları, Esedoğullan, Rabîa ve Mudar kabilele­rini de belli yerlere yerleştirerek durumunu kuvvetlendirdi ve artık Hicaz’dan gelen Müslümanların muhalefetlerine pek itibar etmez oldu.[109]

İktidar olduğu dönem boyunca Muaviye, sabık halife Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın içine düştüğü sıkıntıları gördüğü için, idaresinin iplerini hiç­bir zaman kendi kabilesinin ellerine teslim etmedi. Bir başka ifadeyle onları, sembolik sayılabilecek görevlerle yetinmeye mecbur etti. Asıl kadroları ise ehliyet ve liyakat sahibi olduklarına inandığı tecrübeli kişi ve kabilelere teslim etti ki, bunlar arasında Sakif kabilesinin yeri büyüktür. Geçmişten gelen köklü ilişkiler ağının[110] ve Sakîf kabilesi­nin fitne hadiselerinde tarafsızlığını korumasının[111] verdiği deneyimle Muaviye, en önemli şehirlerini Mugîre b. Şu‘be ve Ziyad b. Ebîh gibi Sakilli kimselere emanet ederek, iktidarını zinde tuttu.

İktidarının selameti açısından kabilelerin doğru ve dengeli bir şekilde istihdamını hedefleyen Muaviye, muhalife tin başını çeken Haricî ve Şiî grupları etkisiz hale getirme noktasında da kabilelere başvurmuştur ki, gönüllü veya gönülsüz olarak kurulan bu menfaat ortaklığı, Muaviye’nin hedeflerine hizmet etmiştir.

Tıpkı Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye olduğu gibi, Muaviye’ye de açıktan isyan eden ve devletin en önemli iç sorunlarından biri olan Hariciler, halifeliği­nin daha ilk günlerinde Suriye ordusunu mağlup edince, bu duruma sinirlenen Muaviye, bunun hesabım Kufe’deki kabilelerden sormuş; “içinizden çıkan bu aşırılarınızı halletmedikçe size benim yanımda ne eman ne de rızık vardır”[112] diyerek bu işi onlara havale etmişti. Muaviye’nin bu konuşması Kufeliler’i hayli endişelendirmiş olacak ki, bazı kabileler, Haricîler arasında bulunan mensuplarını onlardan uzaklaştırdılar. Bunlar arasında, Eşca kabilesi Haricî liderlerden olan Ferve b. Nevfel, Tay kabilesinden Ka’kaa b. Nefr, Benî Şeyban kabilesinden İtris b. Urkub gibi isimler vardı.[113]

Muaviye’nin idare ile kabileler arasında işbirliği oluşturma gay­reti, onun valilerinin politikalarına sirayet etmiştir. Gerek Mugîre b. Şu’be, gerekse Ziyad b. Ebîh kendi bölgelerinde, bir yandan, Haricî- ler’e yardım ve yataklık eden kişileri kastederek bu işin daha fazla uzamaması konusunda halkını uyarırlarken, öte yandan kabile reis­lerini toplayarak onlara, kabile fertlerine sahip çıkmaları, asayişi bozmamaları, bozanları da aralarında barındırmamaları şeklindeki taleplerini net bir dille ifade etmişlerdir.[114]

Haricîler’in bertaraf edilmesi noktasında iktidar ile Haricî men­supları olan kabileler arasında kurulan zorunlu işbirliğinden çok daha fazlası, iktidar ile Şia arasında kurulmuştur. Zira, Haricîler hem Muaviye’nin hem de Şia’nın ortak düşmanıydı. Bilindiği gibi Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh], bir Haricî tarafından öldürülmüştü. Şia’nın gönlünde yanan bu intikam ateşinin farkında olan ve onu iktidarının menfaatleri doğrul­tusunda yönlendirmeyi, Haricîlerle baş etme yöntemi haline getiren Muaviye, bu sayede hem iki ana muhalifinin gücünü birbiri eliyle zayıflatmış hem de kendi ordusunun bu süreçte yıpranmasına izin vermemiş oluyordu.

Sonuç olarak, Muaviye’nin kabilelere karşı yürüttüğü siyaset hakkında özetle şunları söylemek mümkündür: Muaviye b. Ebî Süfyan, her ne kadar nüfuzlu bir kabileye mensup olsa da, bunun yeterli olmadığını; zira sınırları sürekli genişleyen ve dolayısıyla sos­yal yapısı da çeşitlenen bir ülkenin sağlıklı bir şekilde yönetilebilmesi için yönetimini daha geniş toplum kesimleri üzerine kurması gerekti­ğinin farkındaydı. Bu farkmdalığm ışığında kurduğu kadro ile, kabi­leler üstü bir konum elde etmiş; ayrıca, kazandığı bu sosyal meşrui­yetle asabiyetin tesirinde kalmak bir yana, asabiyeti yönetmeyi, yön­lendirmeyi başarmıştır. Nitekim zaman zaman kabilecilikten doğan problemler ortaya çıktığında, bu kabileler üstü statüsü ile sorunların üstesinden gelmiştir. Örnek vermek gerekirse, iktidar oluş sürecinde kendisine koşulsuz destek veren, bu nedenle de Şam’daki Mudarîler’den daha fazla maaşla taltif edilen Yemenîler’in, bu ko­numlarını istismar ederek Mudarlılar’ı bölgeden süreceklerine dair tehditkâr sözleri gündeme gelince, Muaviye, onlara göz dağı vermek ve böyle bir kararın ancak kendisine ait olabileceğini göstermek için, dört bin Kayslı’ya bir defada maaş vermekle kalmamış, Kayslılar’ı kolay kara seferleriyle vazifelendirirken, Yemenliler’i daha zor ve risk­li olan deniz savaşlarına göndermiştir.[115]

7.    Politik Girişimler ve Siyasî Komplolar

Muaviye b. Ebî Süfyan’ın, hayatının gerek siyasî gerekse askerî mücadele safhalarında stratejik hile veya politik tuzaklara başvurdu­ğuna dair pek çok belirgin örnek vardır. Bunlardan biri, Muaviye’nin, Mısır valisi Kays b. Sa’d b. Ubade ile halife Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin arasını açması olayıdır.

Muaviye, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye karşı mücadelesinde rakibini zayıflatmak için, onun en başarılı valilerinden olan Mısır valisi Kays b. Sa’dî he­def olarak belirledi. Zira Kays, Mısır’da Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] adına başarılı bir idare sergileyerek halkın beyatını almıştı; sadece Hz. Osman [ radiyallâhü anh] taraftarlarının bulunduğu Heribta bölgesi halkı beyat etmeseler de Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye itaat edeceklerini beyan etmişlerdi. Bu uzlaşma neticesinde Kays da onla­rın üzerine gitmedi, hatta sorun çıkmaması açısından onlara izzet-i ikramda bulundu. Aslında bu durum, sıkıntılı günler yaşayan Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] adına, Mısır’da belli bir sükunetin sağlanması demekti. Nitekim bu­nu fırsata dönüştüren Muaviye, harekete geçti. Önce, Kays’a Irak valiliğini vaad ederek onu kendi tarafına çekmeye çalıştı, fakat başa­rılı olamayınca devreye yeni bir plan soktu. Bu plan doğrultusunda Kays’ın aslında kendisinin tarafında olduğu, bunun işareti olarak da Heribta halkına nasıl da ikramlarda bulunduğunu söylemekle kal­madı, Kays’tan mektuplar aldığı şayiasını yayarak Kays’ı görevinden aldırmak için türlü girişimlerde bulundu.

Kulağına gelen bu haberler karşısında Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh], söylenenlerin doğru olup olmadığını anlamak için valisini sınama yoluna gitti ve Kays’a, Heribta halkına karşı mücadele ve savaş emri verdi. Ancak Kays, bunun yeni sorunlar doğurmaktan başka hiçbir işe yaramaya­cağı şeklindeki kanaatinde sabitti. Halifenin ısrarı karşısında, şayet kendisine güvenilmiyorsa azledilmesini talep eden Kays, nihayetinde Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] tarafından görevinden alındı.[116] Böylece Muaviye, Kays’ı Mı­sır’ın idaresinden uzaklaştırarak, oranın ele geçirilmesi konusunda büyük bir adım atmış olurken[117], Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh], Muaviye’nin gerçekleştirdiği siyasî entrika ile, Mısır’da her yönden Muaviye’ye denk ve onunla baş edebilecek kabiliyette önemli bir bürokratını kaybetmiş oldu.[118]

Stratejik hileler yoluyla ve yerinde yaptığı müdahalelerle sürece yön verebilen Muaviye, benzer bir yöntemi Sffîn Savaşı’nda devreye sokmuştur. Buna göre Muaviye, Sıffîn Savaşı’nda tam anlamıyla he­zimete uğramak üzereyken, vali ve danışmanlarından olan Amr b. el- Âs’ın teklifiyle kolay kolay kimsenin aklına gelmeyecek bir fikri dev­reye soktu. Muaviye’nin emri ile Suriyeli askerler, mızraklarının ucuna Kur’an sayfalarını takmak suretiyle[119], savaşı askerî boyuttan çıkararak başka mecralara taşımış oldu. Suriye ordusunun bu fotoğ­rafının bir tuzak olduğu, ordusunun çoğunluğu tarafından fark edilmiş olsa da Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh], geri kalan kısmı bu tuzağa düşmemeleri ko­nusunda ikna edemedi.[120]

Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin öldürülmesinin ardından ise Muaviye için işler iyice kolaylaşmıştı. Zira karşısında, kendisine rakip olabilecek denklikte bir lider yoktu. Bugüne kadar aştığı engeller düşünülürse, Haz. Hasan [alyehisselam]’ın hakkından gelmek, onun için “tereyağından kıl çekmek” mesabesindeydi.[121] Nitekim, Kudüs’te “emiru’l-mü’minîn” olarak halk­tan beyat alan Muaviye[122], İraklıların da Haz. Hasan [alyehisselam]’a beyat ettikleri­ni öğrenince, büyük bir ordu ile son hamlesini yapmaya koyuldu. Haz. Hasan da onları karşılamak amacıyla bir ordu hazırlayıp Medain’e kadar geldi[123] ancak iki ordu arasında bir savaş cereyan etmedi. Bu­nun sebepleri arasında zikredilen ve Muaviye’nin kurnazlık dolu bir başka stratejik hilesine delalet eden bu haberlere göre Muaviye, Haz. Hasan’ı kendisiyle anlaşmaya değil savaşmaya teşvik eden Kays b. Sa’d’ın, kendisiyle para karşılığı anlaşarak savaş fikrinden vazgeçti­ği[124] veya Kaysin öldüğü[125] şeklindeki sahte haberlerle Irak ordusu­nun dağılmasına sebep olmuştur.

Stratejik girişimler noktasında Muaviye’nin dehasını gösteren istisnâî bir örnek vardır ki o da, “istilhâk” yani Ziyad b. Ebîh’i kendi nesebine katarak onu “anne ayrı baba bir kardeşi” ilan etmesidir. Şöyle ki, kendisine beyati reddeden, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] döneminin güçlü Faris valisi Ziyad b. Ebîh, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] taraftarlarını etrafında toplayarak kendi­sine karşı ciddi bir hareket başlatacağı endişesi taşıyan Muaviye’nin uykularını kaçırmaktaydı. O, başlangıçta hiçbir teklifine yanaşmayıp tehdidine aldırmayan Ziyad hususunda yakın dostu Mugîre b. Şu'be’nin devreye girmesiyle onun beyatını almaya muvaffak oldu.[126] Bu gelişmenin ardından Muaviye, kendi ailesi başta olmak üzere pek çok kişinin tepkisine rağmen radikal bir kararla Ziyad’ın, kardeşi yani, “Ziyad b. Ebî Süfyan” olduğunu ilan etti ve onu bir de Basra valiliği ile ödüllendirdi.[127]

8.   Tehdit/Gözdağı

Muaviye b. Ebî Süfyan, muhaliflerini sindirmek maksadıyla, hi­tabet yeteneğiyle birleştirdiği tehdit ve gözdağı yöntemini de etkili bir şekilde kullanmıştır. Bunun ilk örneklerini, onun siyasî hayatının daha başlangıç yıllarında görmek mümkündür.

Hz. Osman [ radiyallâhü anh] döneminin sonlarına tekabül eden, ülkenin her ta­rafından gelen şikayetlerin arttığı ve halifenin bu durumun baş so­rumlusu olarak gösterildiği çalkantılı yıllarda 33/653 senesi haccm- da Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın gözde valisi Muaviye, halifeden aldığı yetki ile Hicaz- lılar’a açıkça gözdağı veren net bir konuşma yapmıştı. Bu konuşma­sında Muaviye onlara, Allah’ın onları İslam ile nimetlendirdiğini, son­raki neslin onları örnek aldıklarını, Mekke ve Medine’nin de kutsal mekanlar kılındığını, ancak onların bu nimetlerle şımararak idareye karşı yanlış işler yaptıklarını ifade ettikten sonra, eğer böyle giderse ne sonraki nesillerin örnek alacağı kişilerin ne de diğer şehirlerin ardından gideceği kutsal şehirlerin ayakta kalacağını net bir dille söyleyerek muhalif gördüğü kişilere açıkça gözdağı vermişti.[128]

Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın Medine’de gün geçtikçe yalnızlaştığmın ve yak­laşmakta olan tehlikeli şeylerin farkında olan Muaviye, halifeyi Şam’a götürmek niyeti ile Medine’ye geldi, ancak teklifi halife tarafından kabul görmedi.[129] Halifeyi Şam’a götüremeyen Muaviye, ona karşı yürütülen muhalefetin başı olarak gösterdiği ve aralarında Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin de bulunduğu Muhacirin’i tehdit ederek onlara, halifeye herhangi bir şey olması durumunda kılıcını eline alacağını[130], halifeye bir zarar gelirse bunun onlar için bir felaket olacağını söylemekten geri dur­madı. Bunun üzerine Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin, Muaviye’nin bu itham dolu sözleri­ne karşı çıkarak onunla tartıştığı rivayet edilmektedir. [131] Burada önemli olan bir diğer husus da, Muaviye’nin daha o zamandan ken­dini halifenin velisi konumuna oturttuğu ve daha halife hayatta iken onun haklarının hamisi rolünü üstlenerek siyaset sahnesinde Şam’a başrol oynatmaya çalıştığıdır.[132]

Muaviye’nin, tehdit ve gözdağı ile sindirme yönteminin bir diğer örneği, de, Muaviye’nin kendisi için ciddî tehlike olarak gördüğü Ziyad b. Ebîh’i kontrol altına alma çabaları sırasında karşımıza çı­kar. O, daha Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] hayatta iken, çöküntü sürecine giren halifeye, başarılı valiliği sayesinde taze kan getireceği endişesi ile Ziyad’ı tehdit etmeye başlamıştı.[133] Bu tehditler karşısında Ziyad’ın cevabı da en az Muaviye’nin sözleri kadar tehdit dolu idi: “Şaşılacak şey, şu ciğer yiyen kadının oğlu beni tehdit ediyor! Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellemin amcasının oğlu, Muhacirler ve Ensar onunla benim aramdadır. Eğer Emîrud- Mü’minîn izin verirse, ciğer yiyen kadının oğlunun hakkından geli­rim”.[134] [135]

Muaviye, kendi iktidarı yıllarında da gerekli gördükçe, özellikle Haricîler’e karşı Şiîler’in kullanılması sürecinde tehdit silahını kul­lanmıştır. Daha işin başında <ufe halkına hitaben Haricîleri kaste­derek, “Bu aşırılarınızı halletmedikçe, size benim yanımda eman ve rızık yoktur” diyerek hem can hem mal varlıkları açısından genel bir tehditte bulunmuş, bu sözlerini de iktidarı boyunca bilhassa valileri vasıtasıyla icraata geçirmiştir.115

9.   Askerî Mücadele/Müdahaleler

Muaviye’nin, muhaliflerini bertaraf etme noktasında son çare olarak uyguladığı yöntemlerden biri de askerî mücadele ve müdaha­lelerdir. Bu konudaki örnekleri, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye karşı giriştiği mücadele sürecinde olduğu gibi, hilafeti Hz. Hasan [aleyhisselâm]’dan devralışı ve daha sonra kendi iktidarı döneminde özellikle Haricîler’e karşı verdiği mücadele safhasında da açıkça görmek mümkündür.

Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin halifeliğini tanımayarak, hilafetinin meşru olmadığı iddiasıyla ona karşı mücadele süreci başlatan Muaviye, mücadelesi­nin sonlarına doğru rakibiyle sıcak savaşa girmekten kaçınmamış­tı.[136] Zira bu karşılaşma, Muaviye’nin onca zamandır Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’ye karşı yürüttüğü isyan hareketinin nihaî noktasıydı.

Yenilgiyle sonuçlanmakta olan askeri bir hezimetin, kendi lehi­ne siyasî bir zafere dönüştüğü Sıffîn Savaşı’ndan sonra da askerî faaliyetlerini sistematik bir şekilde sürdüren Muaviye, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’yi iyice yıpratacak olan bir dizi askerî faaliyete girişti. Önce Mısır, daha son­ra da Irak, Hicaz ve Yemen’i ele geçirdi.[137] Her ne kadar Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] bura­ları geri aldıysa da çok zor bir duruma düşmüş[138] ve iyice kan kay­betmişti.

Muaviye, kendi iktidarı boyunca uğraşmak zorunda kaldığı ve üstesinden gelmek için iyi-kötü her yolu denediği iki ana muhalif grup olan Haricîler’i ve Şia’yı bertaraf etme noktasında da, çoğu kez son safha olarak, askerî müdahaleye başvurmuştur.

Bir yandan, kendisine beyat etmeleri için daha önce bahsedilen her türlü metodu denediği ancak olumlu cevap alamadığı Haricî­ler[139], diğer yandan bey atlarını aldığı halde devlet düzenini bozarak halkı isyana teşvik etmekle itham ettiği Şiîler’le[140], askerî zeminde de sonuna kadar mücadele etmiştir. Örneğin, hiçbir şekilde idare ile uzlaşmaya ikna olmayıp yaklaşık on altı defa ayaklanan Haricî grup­lar, ancak askerî müdahale ile sindirilmiştir[141]. Yine iktidara karşı Şiî muhalefetin temsilcisi ve giderek yükselen sesi olan Hucr b. Adiy ve arkadaşları, toplumsal huzurun sağlanması adına uzun süren polis takibatı neticesinde ölüme mahkum edilmiştir.[142]

O, ilk etapta bazen vaadlerle süslediği hoşgörülü tavrı, diyalog arayışları, bazen psikolojik, ekonomik baskılar, bazen de gözdağı ve tehdit suretiyle ikna yolunu sonuna kadar kullanmış, bu yolların tıkandığı noktada da askerî müdahaleyi kaçınılmaz görmüştür. Nite­kim Muaviye bu anlayışını, daha önce de zikredildiği üzere, “Paranın iş gördüğü yerde konuşmaya, konuşmanın iş gördüğü yerde kırbaca, kırbacın iş gördüğü yerde kılıca gerek yoktur”[143], “Ziyad’ın kılıcıyla kazandığından çok daha fazlasını, ben dilimle kazandım”[144] gibi söz­leriyle de ifade etmiştir.

10.   Öldürme/Siyasî İnfaz ve Suikastler

Kaynaklarımızda, Muaviye’nin, doğruluğuna inandığı hedefleri­ni gerçekleştirebilme uğruna, zaman zaman çeşitli şekillerde gerçek­leştirilen siyasî infazlarla, muhalif gördüğü kimseleri yolunun üze­rinden kaldırdığına dair rivayetler mevcuttur.

Daha önce de bahsedildiği üzere, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin halife olduğu yıl­larda, Mısır’ın başarılı valisi Kays b. Sa’d’ın aralarında Hz. Osman [ radiyallâhü anh] taraftarlarının da bulunduğu tüm halkı kucaklayan uzlaşmacı siya­setine, yerinde bir müdahale ile son vermeyi hedefleyen Muaviye, iyi planlanmış bir hamle ile halife ile valinin arasını açmayı ve nihaye­tinde vali Kays’ı azlettirmeyi başarmıştı.[145] İşte, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh]’nin Kays’tan sonra, maktul halife Hz. Osman [ radiyallâhü anh]’ın katillerinden sayılan Muhammed b. Ebî Bekr’i vali tayin etmesi ile daha müsait şartlara kavuşan Muaviye, eline geçen bu kozla iyice rahatlamıştı ki, Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] bu başarı­sız tayininden vazgeçerek onun yerine Eşter’i Mısır’a tayin etti.[146] Eşter gibi dişli bir kimsenin Mısır’a vali olması ise Muaviye açısından tehlikeli idi. Bu yüzden Eşter’in tayin haberi Muaviye’ye ulaştırıldı­ğında ondan kurtulmanın çaresi arandı.[147] Sonunda, bazı maddî vaadler karşılığında bir gayri müslim ile anlaşılarak infazına karar verilen Eşter, kendisine sunulan zehirli bal şerbetini içmek suretiyle öldürüldü.[148]

Muaviye, kendi halifeliği döneminde de benzer icraatlarla anıl­mıştır ki bunlardan biri, Hıms valisi Abdurrahman b. Halid b Velid’in zehirlenmesi olayıdir. Bu infazın sebebi olarak Abdurrahman’ın, Bizans topraklarına yaptığı seferlerde gösterdiği başarıların, ona, Suriyeliler nezdinde giderek artan bir itibar kazan­dırması[149] veya Yezid’in veliahtlığı için bir tehlike arz etmesi gösteril­se de her iki durumda da Abdurrahman’ın Suriye halkı nezdinde hayli muteber hale gelmesi ve dolayısıyla bu durumdan Muaviye’nin rahatsızlık duyması sonucu ortaya çıkmaktaydı.[150] Dolayısıyla bu durum karşısında Muaviye’nin, İbn Âsâl ismindeki kişiyle, yine bir takım maddî vaadler karşılığında anlaşarak Abdurrahman’ı zehirlet­tiği rivayet edilmektedir.[151]

Muaviye’nin, iktidarının ve devlet otoritesinin sarsılmazlığı adı­na yaptığı benzer bir uygulamayı da Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] taraftarlarının önde gelen ismi Hucr b. Adiyy’in öldürülmesi olayında görmekteyiz. Muaviye’nin Küfe valisi Ziyad b. Ebîh, huzursuzluk çıkararak devlet ve milletin birlik-bütünlüğünü bozan faaliyetlere giriştiği gibi gerekçelerle, uzun bir kovalamacadan sonra Hucr b. Adiyy ve beraberindeki bir grubu yakalamıştı. Tutuklanan bu gruptan bir kısmı, kabile büyüklerinin araya girmeleri ve Muaviye nezdindeki kredilerini kullanmaları sure­tiyle serbest bırakılmıştı. Hucr’un da affı için devreye girildiyse de Muaviye bu teklife sıcak bakmamış, Hucrün tehlikeli bir ele başı olup serbest kaldığı taktirde yeniden şehirde fitne çıkarabileceğini sebep göstererek idam edilmesini emretmişti.[152]

Bu noktada yinelemek gerekir ki, Muaviye, hilm ve teenni ile hareket ederek mecbur kalmadıkça şiddete başvurmamayı kendi uygulamalarında tercih etse de, aynı müsamahayı valilerinin göster­mesinden hoşnut olmamış, onların merkezî otoriteye güç katacak her türlü icraatlarına, sertlik ve şiddet dolu olsalar da, ses çıkarmamış, hatta destek olmuştur.[153]

Sonuç

Muaviye b. Ebî Süfyan, gerek iktidara uzanış sürecinde ve ge­rekse kararlı, bilinçli adımlarla elde ettiği iktidarı süresince, kendi kişilik özellikleriyle de bütünleştirdiği belli başlı siyaset ilkelerini, riyaset metodlarını kullanarak muhaliflerini veya muhalif olarak gör­düğü kimseleri yolundan atmayı, önündeki engelleri kaldırmayı he­deflemiştir.

Kimi zaman her türlü maddî-manevî teklif ve vaadlerle uzlaşma yolları arayan ve müsamahasının öne çıktığı yöntemler, kimi zaman da zikredilen bu yöntemlerin işe yaramadığı, yeterli olmadığı veya amaca hizmet edemediği yerde devreye sokmaktan hiç de çekinmedi­ği tehdit, baskı, sindirme, yıldırma, hatta öldürerek ortadan kaldırma gibi metodlarla Muaviye, ister birey, ister grup, isterse kitle bazındaki muhaliflerini bertaraf etmeyi bilmiştir.

Esasen Muaviye, doğduğu aile ve yaşadığı çevrenin ikramı olan riyaset ortamının getirdiği tecrübenin yanı sıra, Hz.Ömer [ radiyallâhü anh] ve Hz. Osman [ radiyallâhü anh] döneminde Suriye bölgesinde uzun müddet yapmış olduğu vali­liği süresince elde ettiği siyasî nüfuz, askerî ve ekonomik gücünü, siyasî zekasıyla harmanlamıştır. Böylece o, olayların karşısında edil­gen bir pozisyona düşmemiş, bilakis onları kendi amaçlarına hizmete edecek bir seyre sokmayı başarmıştır. Siyasî hayatındaki bu başarıyı, tesadüflere veya şansa borçlu olmayacak şekilde iyi yapılmış plan ve gözlemlerle temellendiren, ayrıca kendi artılarının yanı sıra muhalif­lerinin eksilerini de görüp değerlendirebilen Muaviye, bu özellik veya kriterlerin süzgecinden geçmiş olan çeşitli -meşru veya gayrı meşru- yöntemler sayesinde muhaliflerini bertaraf etmiş, nevi şahsına mün­hasır bir lider olarak İslam Tarihi’ndeki yerini belirlemiştir.

T.C.  ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ

Cilt: 19, Sayı: 1,2010 s. 301-332

Kaynakça

Ahmed b. Hanbel, Müsned, I-VI, İstanbul, 1982.

Akbulut, Ahmet, Sahabe Devri Siyasî Hadiselerin Kelamî Problemlere

Etkileri, İstanbul, 1992.

Algül, Hüseyin, İslâm Tarihi, I-IV, İstanbul, 1991.

Apak, Adem, İslâm Siyaset Geleneğinde Amr b. el-Âs, Ankara, 2001.

........ , Anahatlanyla İslâm Tarihi-3 [Emeviler Dönemi], İstanbul, 2008. Ayçan, İrfan, Saltanata Giden Yolda Muaviye b. Ebi Süfyan, Ankara, 2001.

........ , “Muaviye b. Ebu Süfyan”, DİA, c. XXX, s. 332-334.

........ , İrfan - Sarıçam, İbrahim, Emevîler, Ankara, 1993.

Belâzurî, Ensâb, IV, (thk. İhsan Abbas), Beyrut, 1979,

........... , Futûhui-Büldân, (thk. Rıdvan Muhammed Rıdvan), Beyrut, 1983.

Cahız, el-Beyân ve’t-Tebyîn, (thk. A. Muhammed Harun), I-IV, Kahire, 1948.

Demircan Adnan, Ali-Muaviye Kavgası, İstanbul, 2002.

Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, (thk. Ömer Faruk Tübba), Lübnan - Beyrut, ts.

Dural, Osman Nuri, Muaviye b. Ebî Sûfyan’a Yöneltilen Eleştiriler, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), S.Ü.S.B.E., Konya, 2007.

Ebul-Fidâ, el-Muhtasar fi Tarihi’l-Beşer, I-IV, İstanbul, 1286.

Gadban, Münir Muhammed, Muaviye b. Ebâ Süfyan, Dımaşk, 1980. Halife b. Hayyat, Tarih, (thk. Ekrem Ziya el-Ömerî), Riyad, 1985.

îbn A’sem, Kitâbüi-Fütûh, I-IV, Beyrut, 1986.

İbn Abdilberr, el-îstiâb fi Marifetti-Ashâb, I-IV, Beyrut, 1940.

İbn Abdirabbih, el-İkdüi-Ferid, (thk. Müfid Muhammed Gamiha ve ark.), I-IX, Beyrut, 1987.

İbn Asâkir, Tarihu Medineti Dımaşk, (thk. Ali Şîrî), I-LXXVIII, Beyrut, 1977.

İbn Hacer, el-İsâbe fi Temyîzi’s-Sahabe, I-IV, Beyrut, 1940.

İbn Hibbân, Kitâbü’s-Sikât, I-II, Haydarabad, 1975.

İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sekka ve ark.), I­II, Kahire, 1955.

İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, (thk. Ahmed Ebû Mülhem ve ark.), I-XV, Beyrut, 1988.

İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyase, (thk. Taha Muhammed ez-Zeynî), I-II, Kahire, 1967.

.......... , Kitâbüi-Meârif Beyrut, 1970.

.......... , Uyûnui-Ahbâr, (thk. Yusuf Ali Tavil), I-II, Beyrut, 1986.

İbn Sa’d, et-Tabakâtüi-Kübrâ, I-IX, Beyrut, 1957-1960.

İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam fî Tarihi’l-Ümem ve’l-Mülûk, I-XVIII, (thk. Muhammed Abdülkadir Ata-Mustafa Abdülkadir Ata), Beyrut, 1992.

İbnü’l-Esîr, el-Kâmil fi’t-Tarih, I-X, Beyrut, 1986.

Kutluay, Yaşar, îslâmiyette Îtikadî Mezheplerin Doğuşu, Ankara, 1995.

Lammens, H., Muâviye, LA, VIII, 438-444.

Makrizî, Hıtat, I-II, Bağdat, 1970.

Mes’ûdî, Murûcü’z-Zeheb ve Meâdinü’l-Cevher, (thk. M. Muhyiddin Abdülhamid), I-IV, Kahire, 1964.

Minkarî, Vak’atu Sıffin, (thk. Abdüsselam Harun), Beyrut, 1990.

Onat, Haşan, Emevîler Dönemi Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, An­kara, 1993.

Taberî, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mülük, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbra­him), I-XI, Beyrut, 1967.

Varol, M. Bahaüddin, “Emevîler’in Hz. Ali [kerrem’allahü veche radiyallâhü anh] ve Taraftarlarına Hakaret Politikası Üzerine”, İSTEM, yıl: 4, sy. 8, (2006), s. 83-107.

Ya’kûbî, Tarih, I-II, Beyrut, ts.

Yakut, Mu’cemui-Buldân, I-V, Beyrut, 1979.

Yiğit, İsmail, “Emevılerğ DİA, XI, 87-104.

Zehebî, el-îber fi Haberi Men Gaber, (thk. Selahaddin Müneccid), I-V, Kuveyt, 1960.

......... , Siyeru A'lâmi’n-Nübelâ, (thk. Şuayb el-Arnaût), I-XXV, Bey­rut, 1988.

......... , Tarihui-İslâm, (thk. Ömer Abdüsselam Tedmürî), I-XX, Bey­rut, 1987.

Zeydan, Corci, İslam Medeniyeti Tarihi, I-V, çev. Zeki Megamiz, İs­tanbul 1970.



[1]             Bu konudaki tartışmalar için kaynaklarıyla beraber bkz. Ayçan, İrfan, Salta­nata Giden Yolda Muaviye bin Ebî Süfyan, Ankara, 2001, s. 34.

[2]             İbn Kuteybe, el-Meârif Beyrut, 1970, s. 153; îbn Abdilberr, el-İstîâb fi Marife-

ti’l-Ashâb, I-IV, Beyrut 1940, c. III, s. 1416; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe fi Temyîzi’s-Sahâbe, (thk. Muhammed İbrahim-Muhammed Ahmed Aşur), I-VII, ys„ 1970, c. V, s. 209.             '

[3]             İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-IX, Beyrut, 1957-1960, c. I, s. 26-28; Cevad Ali, el-Mufassalfi Tarihi’l-Arab Kable’l-İslam, Beyrut, 1993, c. VIII, s. 122, 130; Sönmez, Abidin, Rasûlullah’ın İslam’a Davet Mektupları, İstanbul, 1984, s. 65.

[4]             Belâzurî, Fütûhu’l-Büldân, (thk. Rıdvan Muhammed Rıdvan), Beyrut, 1983, s. 115, 135.

[5]             Taberî, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mülük, (thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), I-XI, Beyrut, 1967, c. IV, s. 60.

[6]             Belâzurî, Fütûh, s. 146; Ya’kûbî, Tarih, I-II, Beyrut, 1960, e. II, s. 150; Taberî,
Tarih, IV, 62; İbnü’l-Esîr, el-Kâmilfi’t-Tarih, I-X, Beyrut, 1986, c. II, s. 392.

[7]             Belâzurî, Fütûh, s. 187-188.

[8]             İbn Hibbân, Kitâbü’s-Sikât, I-II, Haydarabad, 1975, c. II, s. 284.

[9]             Konu hakkında detaylı araştırma için bkz. Apak, Adem, Hz. Osman Dönemi Devlet Siyaseti, İstanbul, 2003.

[10]            İbn Kuteybe, el-îmâme ue’s-Siyase, (thk. Taha Muhammed ez-Zeynî), I-II,
Beyrut 1985, c. I, s. 74; Taberî, Tarih, IV, 562; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 142.

[11]            Taberî, Tarih,V, 5-6; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 146; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-
Nihâye,
(thk. Ahmed Ebû Mülhem ve ark.), I-XV, Beyrut, 1988, c. VII, s. 258.

[12]            İbn Sa’d, Tabakât, III, 31-32; İbn Abdirabbih, el İkdü’l-Ferîd, (thk. Müfid Mu- hammed Gamiha ve ark.), I-IX, Beyrut, 1987, c. IV, s. 364; Taberî, Tarih, V, 48.

[13]            Yakûbİ, Tarih, II, 188-189; Taberî, Tarih, V, 49 vd.

[14]            İbn Sa’d, Tabakât, III, 35-38; Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, (thk. Ömer Faruk Tübba), Lübnan-Beyrut, ts., s. 197-198; Taberî, Tarih, V, 144-148.

[15]            Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 200; Yakûbî, Tarih, II, 215.

[16]            Algül, Hüseyin, İslam Tarihi, I-IV, İstanbul, 1991, c. II, s. 554.

[17]            Bu hususta bazı Batılı yazarların farklı yorumları karşısında “Haz. Hasan, Muaviye ile, ne Hitti’nin dediği gibi, kendisinden daha muktedir rakibi lehine hi­lafet makamından hak talep etmekten vazgeçip, sefa sürmek ve rahat yaşamak için, ne de Brockelmanin dediği gibi, ordularını harbe sevk etmek konusunda karar vermek kudretinden aciz olduğu için, uzlaşma yoluna gitmiştir” diyen Kapar’a göre Haz. Hasan, verdiği kararla, sonu olmayan bir mücadeleyi bitire­rek son derece isabetli bir davranışta bulunmuştur. (Kapar, Mehmet Ali, Hali­feliğin Emevîler’e Geçişi ve Verasete Dönüşmesi, İstanbul, 1988, s. 35, 37).

[18]            Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 202; Taberî, Tarih, V, 162; İbn Abdilberr, el- el- İstîâb fî Esmâi’l-Ashâb, I-IV, Beyrut, 1940, c. I, s. 387. Muaviye’nin iktidara uzanış süreci hakkında ayrıca bkz. Gadban, Münir Muhammed, Muaviye b. Ebî Süfyan, Dımaşk, 1980, s. 55-238.

[19]            H. Lammens, Muâviye, İA, c. VIII, s. 439.

[20]            Ayçan, İrfan, “Muaviye b. Ebu Süfyan”, DİA, c. XXX, s. 333.

[21]            İbn Kesir, el-Bidâye, VIII, 22.

[22]            Belâzurî, Ensâb, IV, (thk. İhsan Abbas), Beyrut, 1979, c. IV, s. 164.

[23]            Belâzurî, Ensâb, IV, 166 vd.; Yakûbl, Tarih, II, 22; Taberî, Tarih, V, 173-176.

[24]            “Dehânın tanımlanabilmesi için öncelikle zekânın bilinmesi gereklidir. Buna göre zekâ, anlama, ilişkileri algılama, kavrama, öğrenme, yeni durumlara uy­ma, çıkarsama yapma, genelleme, çözümleme, birleştirme, ayırt etme vs. gibi yeteneklerin toplamı (Hançerlioğlu, Orhan, Ruhbilim Sözlüğü, İstanbul, 1988, s. 31) veya problemlerin çözümünde lisanı kullanma kabiliyeti, belirli düzeyde düşünme ve muhakeme yeteneği olarak tanımlanır. (Arık, Alev, Yaratıcılık, Ankara, 1987, s. 15-16). Tüm bunların ortak yönleri birleştirildiğinde ise ze­kâ, kişinin yeni durum, engel ve problemler karşısında tecrübelerinden ve geçmiş öğrenmelerinden faydalanarak o an için gerekeni yapabilmesi, duruma uyum sağlayabilmesi ve yeni çözümlere ulaşabilme yeteneği olarak karşımıza çıkar. (Köknel, Özcan, Kaygıdan Mutluluğa Kişilik, İstanbul, ts., s. 42)”. Bkz. Apak, Adem, İslâm Siyaset Geleneğinde Amr b. el-Âs, Ankara, 2001, s. 206.

[25]            Minkarî, Vak‘atu Sıffîn, (thk. Abdüsselam Harun), Beyrut, 1990, s. 34 vd., Yakûbî, Tarih, II, 184-186; Taberî, Tarih, IV, 558-561.

[26]            Yatcûbi, Tarih, II, 229; Taberî, Tarih, V, 172; İbnül-Esîr, el-Kâmil, III, 228.

[27]            Ya’kûbî, Tarih, II, 229; Taberî, Tarih, V, 232-234; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 228.

[28]            Bu husustaki değerlendirmeler için bkz. Gadban, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 245-260.

[29]            îbn Sa’d, Tabakât. II, s. 351; İbn Abdirabbih, el-İkd, V, 7; İbn Abdilberr, el- İstîâb, III, 1188; îbn Asakir, Tarihu Medineti Dıraaşk, (thk. Ali Şîrî), I-LXXVIII, Beyrut, 1977, c. XIX, s. 622; Zehebî, Siyeru A'lâmi’n-Nübelâ, (thk. Şuayb el- Arnaût), I-XXV, Beyrut, 1988, c. III, s. 58; ibn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s- Sahabe, I-IV, Beyrut, 1940, c. III, s. 2.

[30]            Ayçan, “Muaviye”, DİA, XXX, 334.

[31]            İbn Abdirabbih, el-İkd, II, 105.

[32]            Cahız, el-Beyân ve’t-Tebyîn, (thk. A. Muhammed Harun), I-IV, Kahire, 1948, I, 88.

[33]            İbn Abdirabbih, el-İkd, V, 112.

[34]            Ayçan, “Muaviye”, DİA, XXX, 334.

[35]            İbn Kuteybe, Uyünu’l-Ahbâr, (thk. Yusuf Ali Tavil), I-II, Beyrut, 1986, I, 63.

[36]            Ayçan, Muaviye b. Ebi Süfyan, s. 48.

[37]            Taberî, Tarih, IV, 325 vd.; İbnü’l-Esîr, Kâmil, III, 70-72.

[38]            Minkarî, Vak’atu Sıffin, s. 366,

[39]            Dineverî, el-Ahbâru’t-Tıvâl, s. 202; İbn Abdirabbih, el-İkd, V, 110-111;

Mes’ûdî, Murûcü ’z-Zeheb ve Meâdinü’l-Cevher, (thk. M. Muhyiddin Abdülhamid), I-IV, Kahire, 1964, c. III, s. 8; Zehebî, el-îber fi Haberi Men Gaber, (thk. Selahaddin Müneccid), I-V, Kuveyt, 1960, c. I, s. 34-35. Bu du­rumu Lammens, “Muaviye, cömertliği ve muazzam para tahsisleri sayesinde Peygamber ailesinin efradının, İbn Abbas, İbn Cafer, Haz. Hasan gibi “Alevî ve Haşimîlerin” rahat durmalarını sağlamıştır” şeklinde yorumlar. H. Lammens, “Muâviye”, İA, V, 439.       '              '

[40]            Ya^ûbi, Tarih, II, 214-215.

[41]            Ayçan, Muaviye b. Ebi Süfyan, s. 98.

[42]            İbn Kuteybe, el-İmâme ve’s-Siyase, I, 88; Ya’kûbî, Tarih, II, 186; İbn Asâkir, Tarihti Dımeşk, XIX, 157; Zehebî, Tarihu’l-İslâm, (thk. Ömer Abdüsselam Tedmürî), I-XX, Beyrut, 1987, c. III, s. 94; Ebu’l-Fidâ, el-Muhtasarfi Tarihi’l- Beşer, I-IV, İstanbul, 1286, c. II, s. 186; İbn Kesir, el-Bidâye, VII, 253.

42 Taberî, Tarih, V, 176-177.

[44]            İbn Sa’d, et-Tabakât, V, 99; Taberî, Tarih, V, 216, 234.

[45]            Zeydan, Corci, İslam Medeniyeti Tarihi, I-V, çev. Zeki Megamiz, İstanbul 1970, c. III, s. 101.    '               '

[46]            Belâzurî, Ensab, IV, 166-167, 174-175.

[47]            Taberî, Tarih, V, 163-164; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 285.

« Belâzurî, Ensâb, IV, 257; Taberî, Tarih, V, 278-279.

[49]            Ayçan, İrfan - Sarıçam, İbrahim, Emevîler, Ankara, 1993, s. 12

[50]            Yiğit, İsmail, “Emevîler”, DİA, c. XI, s. 89.

[51]            Ayçan, “Muaviye”, DİA, XXX, 334.

[52]            Belâzurî, Ensâb, IV, 196-197; İbn A’sem, Kitâbu’l-Fütûh, I-IV, Beyrut, 1986, II, 304; Ibn Abdirabbih, el-İkd, V, 270.

[53]            Ayçan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 173.

34 Taberî, Tarih, IV, 360.

[55]            Taberî, Tarih, V, 524.

[56]            Belâzurî, Ensâb, IV, 177.

[57]            Belâzurî, Fütüh, s. 175; Taberî, Tarih, IV, 62; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 391; İbn Kesir, el-Bidâye, VII, 20.

[58]            Belâzurî, Fütüh, 192.

[59]            Belâzurî, Fütüh, 175.

[60]            Belâzurî, Fütüh, 192 vd.; Taberî, Tarih, IV, 250; İbnü’l-Esîr, e\-Kâmil, III, 45.

[61]            İbn Hibbân, Kitâbü's-Sikât, II, 284.

[62]            Ayçan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 61.

[63]            Ayçan, Muaviye b. Ehî Süfyan, s. 89.

[64]            İbn Kuteybe, el-lmâme, I, 88-91.

[65]            Ibn Kuteybe, el-İmâme, I, 89; Ya’kûbî, Tarih, II, 187.

[66]            îbn Abdirabbih, el-İkd,V, 115.

[67]            Minkarî, Vak’atu Sıffin, 504 vd.; Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 198; Taberî, Tarih, V, 64-66; İbn Hibbân, Kitâbü’s-Sikât, II, 293.

[68]            Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s.182-183; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 117-120; Taberî, Tarih, V, 69-71.

[69]            İbn Sa’d, et-Tabakât, II, 35; îbn Kuteybe, el-tmâme, I, 138; Yakûbi, Tarih, II, 212; Taberî, Tarih, V, 133-136, 143-152; Mes’ûdî, Murûc, II, 428.

[70]            Taberî, Tarih, V, 161.

[71]            Nitekim Muaviye bu konuda: “Ben hilafete sizin sevginizle gelmedim; kılıcımla (tırnaklarımla kazıyarak) yaptığım mücadele sonucunda geldim” dediği rivayet edilmektedir. İbn Abdirabbih, el-tkd, IV, 170.

[72]            Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, 202; Taberî, Tarih, V, 162; Mes’ûdî, Murûc, III, 4.

[73]            İbn Sa’d, et-Tabakât, IV, 182.

[74]            İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 153, 157; Taberî, Tarih, V, 301-307; İbnü’l-Esîr, el- Kâmil, III, 349-350.

[75]            Belâzurî, Ensab, IV, 21; Ya’kûbî, Tarih, II, 238; İbn Abdirabbih, el-İkd, I, 25.

[76]            Demircan, Adnan, Ali-Muaviye Kavgası, İstanbul, 2002, s. 78.

[77]            Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 84.

[78]            Belâzurî, Ensâb, XIII, 5720; Taberi, Tarih, II, 12-20; İbnül-Esîr, el-Kâmil, III, 472. Ayrıca konu hakkında kapsamlı bir araştırma için bkz. Varol, M. Bahaüddin, “Emevîler’in Hz. Ali ve Taraftarlarına Hakaret Politikası Üzerine”, İSTEM, yıl: 4, sy. 8, (2006), s. 83-107.

[79]            Belâzurî, Ensâb, XIII, 5720; Taberi, Tarih, II, 12; İbn A’sem, Fütûh, II, 298.

[80]            Aycan-Sarıçam, Emevîler, s. 15.

[81]            Taberi, Tarih, V, 174; İbnül-Esîr, el-Kâmil, III, 421.

[82]            Taberi, Tarih, V, 253 vd.; Mes’ûdî, Mûrûc, III, 1-12; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, V, 241-143; İbnül-Esîr, el-Kâmil, III, 233 vd.

[83]            Belazurî, Ensâb, IV, 165.

[84]            Belazurî, Ensâb, IV, 189; Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, 221; Yakûbî, Tarih, II, 218.

[85]            Taberî, Tarih, V, 169; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 415-416.

[86]            Taberi, Tarih, IV, 562; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 98.

[87]            Belazurî, Ensâb, I, 592-593;

[88]            Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 113.

[89]            Belâzurî, Ensâb, I, 592-593; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 74; İbn Kesir, el- Bidâye, VII, 254.

[90]            Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, s. 143.

[91]            İbn Hibban, Kitâbü’s-Sikât, I-II, Haydarabad, 1975, c. II, s. 276-277.

[92]            Onat, Haşan, Emevîler Dönemi Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiiliği, Ankara, 1993, s. 41.

[93]            Ayçan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 134.

[94]            Taberî, Tarih, IV, 562; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 146; İbn Kesir, el-Bidâye, VII, 259.

[95]            Minkarî, Vak’atu Sıffin, s. 200; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 88-90; İbn Abdirabbih, el-İkd, V, 80, 81.

[96]            Kutluay, Yaşar, İslâmiyette İtikadı Mezheplerin Doğuşu, Ankara, 1995, s. 49.

[97]            Akbulut, Ahmet, Sahabe Devri Siyasî Hadiselerin Kelamı Problemlere Etkileri, İstanbul, 1992, s. 208.

[98]            Ayçan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 134.

[99]            İsra, 17/33.

[100]          Minkarî, Vak’atu Sıffin, 63; İbn A’sem, Fütüh, I, 550-556.

[101]          Ahmed b. Hanbel, Müsned, I-VI, İstanbul, 1982, II, 101; İbn Abdirabbih, el- İkd, V, 122; Zehebî, Nübelâ, III, 131.

[102]          Muaviye’nin bu fikirler üzerinden yapmış olduğu propagandanın Suriye’de ne denli etkili olduğunu, onların, hilafetin Muaviye’nin hakkı olduğuna ne denli inandıklarını göstermesi açısından şu örnek çarpıcıdır: Emevîler’den sonra Abbasîler iktidara geldiğinde, bazı Şamlılarin Ebu’l-Abbas’la yaptıkları bir gö­rüşmede ona “Vallahi, siz iş başına gelinceye dek, Rasûlullah’ın akrabaları arasında ona, Ümeyyeoğulları’ndan başkasının varis olabileceğini bilmiyor­duk.” şeklindeki ifadeleridir. Ayçan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 136.

[103]          İbn Abdirabbih, el-İkd, VII, 19-21; İbn Sa’d, Tabakât, IV, 182.

[104]          İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, I, 63.

[105]          Akbulut, Sahabe Devri, s. 164.

[106]          Halife b. Hayyat, Tarih, (thk. Ekrem Ziya el-Ömerî), Riyad, 1985, s. 177; İbn Abdirabbih, el-îkd, V, 47.

[107]          Ayçan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 51.

[108]          İbn Hibban, Kitâbü’s-Sikât, II, 248.

[109]          Ayçan, Muaviye b, Ebî Süfyan, s. 73.

[110]          İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeuiyye, (thk. Mustafa es-Sekka ve ark.), I-II, Kahire, 1955, c. II, s. 483; Yakut el-Hamevî, Mu’cemu’l-Buldân, I-V, Beyrut, 1979, c. IV, s. 9-12.

[111]          Zehebî, Nübelâ, III, 9.

[112]          Belazurî, Ensab, IV, 164.

[113]          Halife, Tarih, 203; Belazurî, Ensâb, IV, 164; Yakûbi, Tarih, II, 217.

im Taberî, Tarih, V, 182-184; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 426.

[115]          Apak, Adem, Anahatlanyla İslâm Tarihi-3 [Emeviler Dönemi], İstanbul, 2008, s. 47-48. (Ayrıca asabiyet hususunda detaylı bilgi için bkz. Apak, Adem, Asabi­yet ve Erken Dönem İslâm Siyasî Tarihindeki Etkileri, İstanbul, 2004).

[116]          Taberî, Tarih, IV, 552-555; İbnü’l-Cevzî, el-Muntazam, I-XVIII, (thk. Muham- med Abdülkadir Ata-Mustafa Abdülkadir Ata), Beyrut, 1992, V, 99; İbnü’l- Esîr, el-Kâmil, III, 138; İbn Kesir, el-Bidâye, VII, 253; Makrizî, Hıtat, I-II, Bağ­dat, 1970, c. I, s. 300.

[117]          Ayçan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 103.

[118]          Apak, İslâm Tarihi, II, 321.

[119]          Minkarî, Vak’atu Sıffîn, s. 481; İbn Sa’d, et-Tabakât, III, 32-33; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 102; Taberî, Tarih, V, 48-49.

[120]          Minkarî, Vak’atu Sıffîn, s. 489.

[121]          Demircan, Ali-Muaviye Kavgası, s. 186.

[122]          Taberî, Tarih, V, 161, İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 202. Muaviye’nin Haz. Hasan [alyehisselam]’ın karşısında kendisi halife ilan ederek beyat almasıyla, ilk defa İslam Devle- ti’nin iki halifesi olmuş oldu. Zira Muaviye de Haz. Hasan gibi İslam aleminin bir bölümünün beyatma sahip olan bir halife konumuna oturmuştu. Dural, Osman Nuri, Muaviye b. Ebî Süfyan’a Yöneltilen Eleştiriler, (Basılmamış Yük­sek Lisans Tezi), S.Ü.S.B.E., Konya, 2007, s. 44.

[123]          Dineverî, Ahbâru’t-Tıvâl, 218; Taberî, Tarih, V, 160.

[124]          Ya’kûbî, Tarih, II, 214.

128              Mes’ûdî, Murûc, III, 9; Zehebî, el-İber, I, 35.

[126]          Taberî, Tarih, V, 161, İbnü’l-Esîr, el-K3.mil, III, 202

[127]          Taberî, Tarih, V, 176-178; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 422-423. Buna göre Ziyad, Ebû Süfyan’ın Taif’e yaptığı bir seyahat esnasında, Ziyad’ın annesi olan Sü- meyye ile ilişkiye girmesi sonucu dünyaya gelmişti. İşte Muaviye h. 44/m.664 senesinde, bir grup şahidin, Ebû Süfyan’ın bu olayı itiraf ettiğini işittiklerine dair şehadetlerini delil göstererek, Ziyad’ı kardeşi ilan etti.

[128]          İbn Kuteybe, el-İmâme, 50.

[129]          Taberî, Tarih, IV, 345; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 79; Zehebî, Tarihu’l-îslâm, II, 435; İbn Kesir, el-Bidâye, VII, 169.

[130]          İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 33.

[131]        Taberî, Tarih, IV, 344-345.

[132]          Apak, İslâm Tarihi, II, 256.

[133]          Ayçan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 168.

[134]          Belâzurî, Ensâb, IV, 189; Dineverî, Ahbcru’t-Tıvâl, 221.

[135]          Halife, Tarih, 203; Belâzurî, Ensâb, IV, 163.

[136]          Minkarî, Vak’atu Sıffin, 151 vd.; İbn Kuteybe, el-İmâme, I, 93; Yakûbî, Tarih,

II,        187; Mes’ûdî, Murüc, II, 385.

ut Yakubi, Tarih, II, 197-200; Taberî, Tarih, V, 133-136.

i3» Ayçan, “Muaviye”, DİA, XXX, 333.

139        Belâzurî, Ensâb, IV, 163; Taberî, Tarih, V, 165-166, 172-176.

[140]          Taberî, Tarih, V, 256-257; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 233 vd., İbnü’l-Cevzî, Mun­tazam, V, 241-243.

uı Belâzurî, Ensâb, IV, 163-183.

142        Belâzurî, Ensâb, IV, 250-252; Taberî, Tarih, V, 257 vd., İbnü’l-Esîr, el-Kâmil,

III,        326 vd.

[143]          îbn Kuteybe, Uyünü’l-Ahbâr, I, 62; Belâzurî, Ensâb, IV, 21, Ya’kûbî, Tarih, II, 238; İbn Abdirabbih, el-İkd, I, 25.

[144]          İbn Kuteybe, Uyünü’l-Ahbâr, I, 63.

[145]          Belâzurî, Ensâb, III, 163; Taberî, Tarih, V, 552-555; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 138-139; İbn Kesir, el-Bidâye, VII, 313.

[146]          Taberî, Tarih, V, 96-97.

[147]          Ayçan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 119.

[148]          Belâzurî, Fütûh, 229; Ya’kûbî, Tarih, II, 194; Taberî, Tarih, V, 96; İbn Hibban, Kitabü’s-Sikât, II, 298; Mes’ûdî, Murüc, II, 420.

[149]          İbn Abdirabbih, el-İkd, V, 39; Mes’ûdî, Murüc, II, 347.

[150]          Ayçan, Muaviye b. Ebî Süfyan, s. 149.

[151]          Taberi, Tarih, V, 227.

[152]          Belâzurî, Ensâb, IV, 250-252; Taberi, Tarih, V, 257 vd.; İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, III, 326 vd.

[153]          Ayçan, “Muaviye”, DİA, XXX, 334.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar