SEN KENDİNİ ANLA
KIRMIZI KİTAP, LİBER NOVUS- Carl Gustav Jung
Filemon'un vaazları SINAMALAR- SEN KENDİNİ ANLA
"Sınamalarda ölüler yeniden ortaya çıkıyor ve Jung’a
Kudüs’e gittiklerini ama aradıkları şeyi orada bulamadıklarını söylüyor. Bu
noktada Filemon ortaya çıkıyor ve
Vaazlar başlıyor." Sınamalarda ölülerle
konuşan Jung değil Filemon’dur.
SEN KENDİNİ ANLA
19
Nisan 1914
Karşı çıkıyorum. Bu halimi, boş bir hiçlik olmayı kabul edemem.
Neyim ben?
Adım ne?
Ben’imin hep var olduğunu farz
ettim. Şimdi ise önümde duruyor. Ben’imin önünde ben. Seninle konuşuyorum,
Ben’im:
'Yalnızız ve birlikte olmamız katlanılamayacak kadar sıkıcı olma
tehlikesi taşıyor. Bir şeyler yapmalı, zaman geçirmenin bir yolunu bulmalıyız;
örneğin, seni eğitebilirim. Hemen gözüme çarpan en önemli kusurunla başlayalım,
gerçek anlamda bir özsaygın yok.
Gurur duyabileceğin tek bir iyi özelliğin bile yok mu?
Yetenekli olmanın bir sanat
olduğuna inanıyorsun. Oysa bu beceriler bir dereceye kadar öğrenilebilir. Yap
bunu, lütfen. Bu sana zor geliyor. Evet, ama bütün başlangıçlar zordur. Yakında
daha iyi yapmaya başlayacaksın.
Bundan kuşkun mu var?
Hiç faydası yok; yapabilmen
gerekiyor, yoksa seninle yaşayamam. Tanrı yükseldiğinden ve her nerede olursa
olsun kızgın göklere yayıldığından ve her ne yapıyorsa -tam olarak bilmiyorum
ne yaptığını- onu yapmaya başladığından beri birbirimize bağımlıyız. O halde
kendini geliştirmeyi düşünmeye başlaman gerek, yoksa birlikte sefil bir
yaşamımız olur. Öyleyse kendini toparla ve değer ver kendine! Bunu yapmak
istemiyor musun?
Acınası yaratık! Çaba göstermezsen sana biraz eziyet edeceğim.
Neden sızlanıyorsun?
Belki kırbacın bir yararı olur.
Nasıl, derinin içine işliyor, değil mi?
Al bakalım, al. Nasılmış tadı?
Herhalde kan tadında, değil mi?
Orta Çağdaki in majorem Dei
gloriam [Cizvitlerin sloganı. "Tanrının büyük zaferine.” ] mı?
Yoksa sevmeyi ya da sevmek diye bilinen her ne ise onu mu istiyorsun?
Darbelerin yararı olmazsa sevgi
de öğretilebilir.
Öyleyse seni sevmeli miyim?
Seni sevecenlikle bağrıma mı
basmalıyım?
Bana öyle geliyor ki esniyorsun sen.
Nasıl, konuşmak mı istiyorsun?
Buna izin veremem, yoksa en
sonunda benim ruhum olduğunu söylemeye başlarsın. Benim ruhum ateş solucanıyla,
yukarılardaki göklere, üst kaynaklara uçtu gitti kurbağanın oğluyla birlikte.
Orada ne yaptığını biliyor muyum?
İyi ama sen benim ruhum değilsin.
Sen benim çıplak, hiç-Ben imsin, kendini değersiz görme hakkının bile
yadsınamayacağı nahoş varlık.
İnsan senin için umutsuzluğa kapılabilir: Duyarlılığın ve istekliliğin
bütün makul ölçüleri aşıyor. Diğer herkes dururken, benim de seninle yaşamam
gerekiyor, öyle mi?
Evet, öyle çünkü tuhaf bir
talihsizlik bana bir oğul verdi ve aldı onu benden.
Bu gerçekleri sana anlatmaktan pişmanlık duyuyorum. Evet, gülünç bir
duyarlılığın, bilgiçliğin, serkeşliğin var. Güvensiz, kötümser, ödleksin,
kendine karşı dürüst değilsin, kinle, hınçla dolusun; çocuksu gururunu, güce
olan açlığını, itibar isteğini, gülünesi hırsını, şöhrete duyduğun açlığı
midesi bulanmadan kim anlatabilir?
Yapmacıklık ve kendini
beğenmişlikle dolusun ve olabildiğince kullanıyorsun bunları.
Seninle yaşamanın yıldırıcı değil de hoş mu olduğunu düşünüyorsun?
Hayır, üç kere hayır! Sana söz
veriyorum, seni saran mengeneyi daha da sıkacağım ve derini yavaş yavaş
yüzeceğim. Sana kabuk değiştirme olanağı vereceğim.
Herkes bir yanda dururken sen mi söyleyeceksin insanlara ne
yapacaklarını?
Gel buraya, sana yeni bir deri dikeyim de etkisini hissedebilesin.
Başkalarından yakınmak, birinin sana haksızlık ettiğini, seni
anlamadığını, yanlış anladığını, incittiğini, görmezden geldiğini,
tanımadığını, yok yere suçladığını, daha neler neler söylemek istiyorsun. Bunun
ne kadar boş olduğunu, kibrinin nasıl da gülünesi, sonrasızca boş olduğunu
görmüyor musun?
Çektiğin eziyet bitmedi diye mi yakınıyorsun?
Sana söyleyeyim; daha yeni başladı. Ne sabrın ne ciddiyetin var.
Yalnızca zevkin söz konusu olduğunda sabrını yüceltiyorsun. Çektiğin eziyeti
iki katma çıkarayım da sabrı öğren.
Acıya katlanamıyorsun. Oysa insanın canını çok daha fazla yakan şeyler
var ve sen bu acıları en büyük saflığınla başka insanlara çektirip her şeyden
habersiz kendini aklayabiliyorsun.
Şimdi susmayı öğreneceksin çünkü alaya almak, kutsala küfretmek -daha
da kötüsü- şaka yapmak için kullandığın dilini sökeceğim. Kötü sözlerin insana
nasıl saplandığını öğrenesin diye bütün haksız ve ahlaksız laflarını iğnelerle
bedenine tutturacağım.
Bu eziyetten sen de zevk alıyorsun, bunu kabul ediyor musun?
Kendine eziyet etmekten haz
duymanın ne demek olduğunu öğrenesin diye zevkten kusana dek artıracağım bu
hazzı.
Bana baş mı kaldırıyorsun?
Mengeneyi biraz daha sıkarım
olur biter. İçinde katılığın izi kalmayana dek kırarım kemiklerini.
Seninle iyi geçinmek istiyorum ve seni lanetlemeliyim bunun için. Sen
Benimsin ve seni mezara kadar yanımda götürmem gerekiyor. Bütün hayatım
boyunca bu budalalığı çekmek istediğimi mi sanıyorsun?
Benim olmasaydın çoktan seni
paramparça etmiştim.
Oysa seni araf boyunca çekmem gerekiyor ve bu da benim lanetim.
Tanrı’yı mı çağırıyorsun yardımına?
Sevgili ihtiyar Tanrı öldü, iyi de oldu, yoksa tövbekâr günahkârlığına
acır ve seni affederdi. Ben de senin cezanı veremezdim. Bilmen gerek, ne
sevginin Tanrısı ne de seven bir Tanrı doğmadı daha. Ateşten bir solucan
tırmandı yukarıya, yeryüzüne ateş, feryat figan yağdıran muhteşem, korkunç bir
varlık. Şimdi yakar Tanrıya ki günahlarının bağışlanması için ateşe boğsun
seni. Dolan kendine ki kan aksın terinden. Ne zamandır böyle bir ilaç gerek
sana. Evet -başkaları hep yanlış yapıyor- peki, ya sen?
Sen suçsuzsun, doğrusun,
tartışmasız hakkını savunmalısın, yanında da sevgi dolu bir Tanrı, acıyarak
bütün günahları bağışlayan. Başkalarının içgörüye erişmesi gerekir ama sen
tekeline almışsın içgörüyü ve her zaman haklı olduğundan eminsin. Yakar o zaman
sevgili Tanrına; o seni işitecek ve tepene ateş yağdıracak. Tanrının yassı
kafatasıyla yeryüzünde sürünen, köze dönmüş kızgın bir solucan olduğunu
göremedin mi?
Demek üstün olmak istedin! Ne gülünç. Aşağıydın ve hâlâ da öylesin.
Kimsin sen o zaman?
Beni iğrendiren bir pislik.
Acaba biraz güçsüz müsün?
Kendine gelene kadar seni bir
köşeye koyayım da uzan öylece. Eğer hiçbir şey hissetmemeye başlarsan bu da işe
yaramaz. Sonuçta, ustaca ilerlememiz gerekiyor. Islah olman için böyle barbarca
yollara başvurmak gerekiyor ve bu da seni çok iyi anlatıyor. Orta Çağ’dan bu
yana bir arpa boyu yol almamışsın.
Bugün kendini neşesiz, aşağı, küçük düşmüş mü hissettin?
Nedenini söyleyeyim mi sana?
Ölçüsüz hırsın sınır tanımıyor. Nedenlerin iyiye değil, boş kibrine
odaklanıyor. İnsanlık için değil, kendi çıkarın için çalışıyorsun. Tamamlanma
için değil, tanınmak için, çıkarını korumak için uğraşıyorsun. Başına hurda
demirden bir taç geçiresim var; içinde içine işleyecek dişleri olan bir taç.
Zekânla ardına düştüğün alçakça üçkâğıda ne demeli?
Konuşmada beceriklisin,
yeteneğini kötüye kullanıyorsun, ışıkla gölgenin rengini bozuyor, tonunu
alçaltıyor, yükseltiyor, dağıtıyorsun ve bağıra çağıra onurlu, dürüst, iyi
niyetli olduğunu duyuruyorsun. Başkalarının iyi niyetini sömürüyor, onları
sinsice kıskaçlarının arasına alıyor, üstünlüğünün ne kadar hayırlı olduğunu,
onlar için bir armağan olduğunu söylüyorsun. Alçakgönüllü numarası yapıp
erdemlerini söylemiyorsun da kuşkusuz birinin çıkıp bunu senin yerine yapmasını
bekliyorsun; o da olmazsa hayal kırıklığına uğruyor, kırılıyorsun.
İkiyüzlü bir dinginlik salık veriyorsun. İşin ucu sana dokununca sen
sakin kalabiliyor musun peki?
Hayır, yalan söylüyorsun.
Kendini öfkeye kaptırıyorsun, dilinde soğuk hançerler dolanıyor, öç düşleri
görüyorsun.
Sinsisin, hınçla dolusun. Güneş ışığını başkalarından kıskanıyorsun
çünkü onu da senden taraf oldukları için taralında olduklarına atfetmek
istiyorsun. Çevrendeki bütün esenliği kıskanıyorsun ama hep tersini
söylüyorsun.
İçten pazarlıklısın, hep işine geleni düşünüyorsun, utanmadan; bunu
yaparken de kendini insanlıktan üstün tutuyor hem de hiçbir sorumluluk
almıyorsun. Oysa düşündüğün, duyduğun ve yaptığın her şey için insanlığa karşı
sorumlusun. Düşünmekle yapmak arasında ayrım olduğunu sanma. Sen sadece hak
etmediğin öndeliğine, düşündüğünü ve duyduğunu söylemek ya da yapmak zorunda
olmamana güveniyorsun.
Oysa gözlerden ırak olduğunda ar damarın çatlıyor. Biri bunu sana
söylese alınganlığından ölürsün ama haklı olduğunu da biliyorsun. Aksilikleri
için başkalarını azarlamak mı istiyorsun?
Böylece kendilerini
geliştirirler mi diyorsun?
Peki, itiraf et, sen kendini
geliştirdin mi?
Başkaları hakkında fikir yürütme
hakkını nereden buluyorsun kendinde?
Kendinle ilgili ne düşünüyorsun?
Bunu destekleyen haklı
gerekçeler nerede?
Senin gerekçelerin yalanlardan
ördüğün bir ağ, kirli bir köşede. Başkalarını yargılıyor ve onları yapmaları
gerekenler ile suçluyorsun. Bunu yapmanın nedeni de içinde düzen olmaması, sen
mundarsın.
Bir de gerçekte nasıl düşünüyorsun?
Bana öyle geliyor ki sen
insanlarla düşünüyorsun, insan onuruna bakmadan; onları kullanarak düşünmeye
cüret ediyorsun ve onları, sanki onlar sen onları nasıl kavrıyorsan öylelermiş
gibi, sahnendeki figürler gibi kullanıyorsun, değil mi?
İnsanları seviyormuş gibi
görünen ama onları kendi amaçları uğruna kullanan insanları suçluyorsun. Peki,
senin yaptığın da o kadar kötü değil mi?
Yaptığının ne kadar utanç verici
bir güç eylemi olduğunu hiç düşünmedin mi?
Günahın gözlerden uzakta serpiliyor
ama bir o kadar büyük, bir o kadar vicdansız ve kaba.
İçinde gizlediğin şeyi çekip gün yüzüne çıkaracağım, seni hayasız!
Üstünlüğünü ayaklarımın altında çiğneyeceğim.
Bana sevginden söz etme. Senin sevgi dediğin şey çıkarlarınla ve
tutkularınla kirlenmiş ama sen büyük laflar ediyorsun o konuda da.
Söylediklerin ne kadar büyük olursa sözde sevgin de o kadar acınası oluyor.
Sakın bana sevginden söz etme, ağzını bile açma. Yalan söylüyor.
Büyük sözler etmeni değil, utancını anlat istiyorum, saygısını kazanmak
istediklerin önünde çatlak sesler çıkar istiyorum. Sen saygı duyulmaya değil,
alay edilmeye layıksın.
İçindeki o gurur duyduğun şeyleri yakacağım senin, tamtakır kuru bakır
kalacaksın. Senin boşluğundan ve sefilliğinden başka gurur duyacak bir şeyin
yok. Senin yaşamla dolu olman gerekir, öyleyse öldür putlarını.
Sana ait olan özgürlük değil, biçim; güç değil acı çekme ve gebe kalma.
Kendini hor görmenden erdem çıkarman gerek ve ben bunu insanların önüne
bir halı gibi sereceğim. Üzerinde kirli ayaklarıyla yürüyecekler ve sen
üzerinde tepinen ayaklardan daha kirli olduğunu göreceksin.
Seni evcilleştirebilirsem, seni yabani, başkaları için de kendi
yabanilerini evcilleştirme olanağı doğar. Evcilleştirme sende başlıyor, Benim,
başka bir yerde değil. Öyle çok da yabani olduğundan değil, aptal kardeşim,
Benim. Senden daha yabani olanlar var ama sen başkalarının yabaniliğine
katlanabilene dek kırbaçlamalıyım seni. İşte o zaman seninle yaşayabilirim.
Biri sana yanlış davrandığında, bu yanlışı bağışlayana dek ölümüne eziyet
edeceğim sana ama öyle lafta kalmayacak bu; iğrenç duyarlılığıyla ağırlaşmış o
kalbinde bağışlayacaksın. Senin duyarlılığın sana özgü bir şiddet.
Dinle öyleyse, yalnızlığımdaki kardeşim, her türlü işkenceyi hazırladım
senin için, duyarlı olmak yine aklından geçerse diye. Kendini aşağı
hissetmelisin. Arılığına pislik denmesine ve kirlenmeni istemelerine,
savurganlığının eli sıkılık, açgözlülüğünün erdem olarak yüceltilmesine
katlanabilmelisin.
Beherini boyun eğmenin acı içkisiyle doldur çünkü sen ruhun değilsin.
Ruhun alevler içinde göklerin tepesine çıkan kızgın Tanrı ile birlikte.
Hâlâ duyarlı olman mı gerekiyor?
Gizliden gizliye öç almayı
tasarladığını, düzenbazlıklar peşinde koştuğunu görüyorum. Budalanın tekisin,
yazgıdan öç alamazsın. Çocuksun sen daha, herhalde denizi de kırbaçlamak
istersin. Oysa daha iyi köprüler kurmalısın; böylece zekânı daha iyi har vurup
harman savurabilirsin.
Anlaşılmak mı istiyorsun?
Bize de tek bu gerek zaten!
Kendini anla, o zaman yeterince anlaşılmış olursun. O iş seni yeterince oyalar.
Anasının kuzusu olan anlaşılmak ister. Sen kendini anla. Bu, duyarlılığa
karşı en iyi savunmadır ve anlaşılmaya duyduğun çocuksu özlemi de giderir.
Herhalde yine başkalarını kendi tutkularının kölesi yapmak istiyorsun. Oysa biliyorsun,
seninle yaşamak zorundayım ve böyle sefil kederlere katlanamam daha fazla.
Sh:406-401
Kaynak: Carl Gustav Jung, Kırmızı
Kitap, Liber Novus, Orijinal Adı The Red Book, Liber Novus, İngilizceden
Çeviren: Okhan Gündüz Yayına Hazırlayan: Sonu Shamdasanı 2. basım, 2016
İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar