DİNLERDE HAYAT AĞACI
Hazırlayan: Selma ÖZTEKİN
İnsanoğlu yaratılış itibariyle kutsal bir varlığa inanma ve bağlanma ihtiyacı içerisinde olmuş ve bu ihtiyaç neticesinde, kutsalla iletişim kurmak istemiş ve etrafında gördüğü bir takım varlıklara kutsallık atfetmiştir. Bu nedenle İlk insandan günümüzün en modern insanına kadar kutsal düşüncesi hep var olmuştur. Kutsal düşüncesi en ilkeliden günümüzün en gelişmiş dinlerine kadar bütün dinlerde ortak bir fenomendir. Hatta hiçbir dine inanmadığını söyleyen insanların dahi bir takım kutsalları olmuştur. Aynı zamanda kutsal, toplumları ayakta tutan en önemli unsur olmuştur. Kutsal olan kendisini olduğu gibi göstermemiş ancak bazı varlıklar aracılığıyla göstermiştir. Dünya üzerinde pek çok varlıkta kutsalın ortaya çıktığı düşünülür. Bu varlıkların en önemlilerinden biri, ‘ağaç’tır. Bu nedenle ağaç ve ağaçtan elde edilen malzemeler ve bazı bitkiler, hemen hemen dünyanın bütün kültürlerinde önemli bir yere sahip olmuş ve dini hayatta kullanım alanı bulmuştur.
Ağaç, insan hayatının her safhasında çeşitli yönleriyle kullanılmış olmasından dolayı da özel bir ilgi görmüştür. İklimlere göre türlerinin farklı oluşu, her mevsim görünümünün değişmesi, özellikle de kışın yapraklarını döküp baharda tekrar canlanması sebebiyle ağaç, ölümden sonra hayata yeniden dönüşün sembolü olarak görülmüştür. Ağacın, hayatiyetinin ötesinde bir ruha sahip olduğuna, dolayısıyla bünyesinde bir güç ve kudretin bulunduğuna inanılmış, buna bağlı olarak da ona saygı gösterilerek kutsiyet izafe edilmiştir. Bu nedenle bütün dinlerde farklı şekillerde de olsa ağaca önem verilmiştir. O, bitkilerin, hayat ve ölümün sırrını göstermiş, kimi zaman ağaçlara canlı ulûhiyetler olarak tazim edilmiştir. Ağaç, insanoğlu için ruhsal, fiziksel ve kozmik dünyanın sürekli olarak kutsallığını ve hayatı simgeleyen doğal bir form olmuştur ve genellikle tanrısallığı ya da dinsel bir oluşumu simgelemiştir.
Ağaç, ataların gücü, doğumda hayatın yaratılışı, ölüm ve ölüm sonrası, sağlık ve hastalıklar için de çok önemli fonksiyonlar icra eder. Ağaçlara hayatın ruhi ve fiziksel bağışlayıcıları olarak değer verilir. Bu nedenle ağaçtan elde edilen malzemeler dini ritüellerde ve hastalıkların tedavi edilmesinde kullanılır. Bütün bu özelliklerinden dolayı geçmişten günümüze kadar ağaçlar, insanların tazim ettiği dinsel bir nesne görünümündedir.
Ağaçlar hakkında ilk devirlerden bu yana hemen hemen bütün toplumlar çok sayıda mit ve inanç geliştirmişlerdir. Bu mit ve inançlarda kutsal ağaç, dünya ağacı, evren ağacı, hayat ağacı gibi çeşitli isimler zikredilmiştir. Bu mit ve inançlar genel olarak hayat ağacı ve kozmik eksen etrafında toplanmıştır. Bu anlamda hayat ağacı dünya kültürlerinin bildiği ve sevdiği, insanlığın ortak kültürel unsurlarından biridir.
Dünya kültürlerinde yer alan hayat ağacı motifini incelemeden önce kutsal kavramı, kutsalın mahiyeti, çeşitleri gibi konulardan bahsetmek konumuzun anlaşılması açısından yerinde olacaktır.
KUTSAL KAVRAMI
İnsanoğlu yeryüzünde var oluşundan bu yana kutsalla karşılaşmış ve sürekli iletişim içerisinde olmuştur. İnsanoğlu kutsal, dini bir dünyada yaşamayı arzu etmiş ve bu özelliğinden dolayı çevresinde gördüğü varlıklara kutsallık atfetme özelliği göstermiştir. İnsan yeryüzündeki varlığı içinde hem maddi hem de manevi anlamlara yönelik bir yaşantıya sahip olmuş ve yapısı gereği olarak yeryüzünde bir anlam arayışı içerisine girmiştir. Bu arayış içerisinde çevresinde olup bitenleri anlamlandırmaya çalışmıştır. Anlam arayışı içerisinde maddi âlem ve manevi âlemi bulmuştur. Manevi âlem insanoğluna daha anlamlı gelmiş ve gereksinimlerini daha iyi karşılayabilmiştir. Hatta manevi hayat insanoğlu için öylesine önemli olmuştur ki hayatının maddi yönlerini de şekillendirme gücüne sahip olmuştur. Bu bağlamda insan kendini, çevresini, çevresinde olup bitenleri, manevî, aşkın bir güçle ilişkilendirmeye çalışmıştır.
Manevi yön din duygusunu oluşturmuştur. İnsan, çevresindeki varlıkları anlamlandırmaya çalışırken onlara doğaüstü bir gözle bakmış ve çevresindeki bir takım varlıklara kutsallık atfetmiştir. Kutsallık, bir din için vazgeçilmezdir. Bir dini ayakta tutan temel etken kutsal duygusudur. Dinin, İnsanın kutsal karşısında duyduğu saygıdan oluştuğunu ileri sürenler olmuştur. Annamarie Schimmel dini şu şekilde açıklamıştır. “Din deyince, insanların behemehal şahıs şeklinde olması lazım gelmeyen insanüstü bir kudretle münasebetini anlamaktayız. İlah ve Tanrı mefhumunun olması gerekmez.” Aynı şekilde Nathan Söderblom da “Hakiki din, belli bir Tanrı fikrine sahip olmadan da var olabilir, fakat kutsal ve kutsal olmayan (profan) arasında ayırım yapmayan hiçbir hakiki din yoktur.” demiştir ve dindar insanı şöyle tarif etmiştir: “Dindar, kendisine göre olağanüstü bir şeyin kutsal olduğudur.” Şu halde kutsallık, bir dinde en büyük işarettir. Hatta o tanrı düşüncesinden daha köklüdür. Çünkü Budizm vb. dinler, herhangi bir tanrı inancını gerekli görmedikleri halde kutsal fikrine sahiptirler.
Kutsal kavramı bir din içindeki unsurları birbirine bağlayarak o dinin bütünlüğünü sağlayan ve kuşatan en temel eleman olup din bilimlerinin ana konularındandır. Din bilimlerinin genel tanımına göre kutsal, politeizmden monoteizme kadar, bütün din bilimlerinin özünü oluşturur. Herhangi bir dinde inançlı kabul edilen kişiyi Tanrı’ya, ritüele, cemaate, doktrine ve ahlaka bağlayan, onun din çevresinde kalmasına katkıda bulunan temel tecrübe kutsal duygusudur. En ilkel dinlerden en gelişmiş dinlere kadar tüm dinler tarihi, kutsal gerçeklerin açığa çıkmaları aracılığıyla tezahürlerinin birikimidir.
Verilen bu bilgiler kutsal kavramının din için vazgeçilemez, başat bir etken olduğunu gösterir. Şimdi kutsal karşılığında bazı dillerde kullanılan kelimelere bakalım.
Kutsal Karşılığında Kullanılan Kelimeler
Kutsal kavramını ifade etmek üzere Latince’de “sanctum” ve “sacrum” kelimeleri kullanılmıştır. Sanctum ile bir realite olarak kutsallık ve ilahi güç ifade etmiştir. ”Sanctum” aynı zamanda, fertlerin davranışlarıyla da ilgilidir. Aziz, veli, eren gibi anlamlara gelen “saint” kelimesi “sanctum”dan gelir. “Sacrum” ise insana duyulan saygıyı gösterir. Latince “sanctum”un İtalyanca ve İspanyolca karşılığı ‘Santo’, Fransızca karşılığı “sacrea”dır. Almanca’da da kutsal kelimesi için “heiling” kelimesi kullanılır.
İngilizce’de kutsal karşılığında “sacred” ve “holy” kelimeleri kullanılmaktadır. “Sacred” ile “holy” kelimeleri, profan veya sekülerin aksine, Tanrı ve tabiatüstünün alanına ait olan şeyler için eşanlamlı olarak kullanılan kelimelerdir. Her ikisi de kendisinde tabiatüstü dünyanın günlük hayata nüfuz ettiği şahısları, yerleri ve objeleri vasıflandıran sıfatlar olmalarına bağlı olarak, kullanıldıkları yerler bakımından aralarında farklar bulunur. Latince’de kutsal olan şey tanrıların alanına ait olan şeydir. Bu anlamda sacer ve profanus birbirine aittir. Profanus tapınaktan çıkarılan şey anlamına gelir.
Eski Ahit’te kutsal karşılığında “kadoş” veya “kodeş”, Yeni Ahit’te de “hagios” kelimesi kullanılmıştır. “Kadoş”, ‘bir şahsı ya da bir eşyayı tanrısal kullanıma tahsis etme’ anlamında ve böylece tahsis edilen obje ya da şahsın durumunu ifade etmek üzere “ayırmak” veya “koparmak, mahrum etmek” anlamlarına gelebilir. Hagios’un ise “ayırma” ve böylece “Tanrı’ya tahsis etme” gibi anlamlara gelen “hagnos” ile aynı kökten gelebileceği söylenmiştir.
Kur’an’da kutsal veya kutsallığı ifade etmek üzere “k-d-s” (Arapça) kökünden kuddus, mukaddes; “h-r-m” (Arapça) kökünden harem ve “b-r-k” (Arapça) kökünden de bâreke, tebareke mübarek vb. kelimeler kullanılmıştır.
Kutsal karşılığında kullanılan bu kelimeler, Tanrı ile yakın ilişkiye sokulan bir objenin veya şahsın durumunu ve bu obje ya da şahsın yarı Tanrısal özellik ve güçle kuşatıldığını ifade eder.
Türkçe’deki kutsiyet Arapça’da “temiz ve pak olmak” anlamındaki “kuds” kelimesinden türemiştir. Aynı kökten gelen takdis “kutsallık, nispet etmek”, bundan türeyen mukaddes ise “kutsallık, nispet edilmiş” manasına gelir.
Kutsalın Tanımı
Kutsal kelimesi sözlükte çeşitli anlamlara gelmektedir. Bunlardan bazılarını aşağıda sıralayalım.
Güçlü bir dini saygı uyandıran veya uyandırması gereken, kudsi, mukaddes.
Tapınılacak veya uğrunda can verilecek derecede sevilen, kudsi, mukaddes.
Bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması gereken, üstüne titrenilen.
Tanrıya adanmış olan, tanrısal olan.
Kutsalın çeşitli tanımları yapılmıştır. “Kutsal, yüce, yüksek, temiz, çok derin bir saygı uyandıran veya uyandırması gereken; bozulmaması, dokunulmaması, karşı çıkılmaması icap eden bir varlık, bir şey veya yer için kullanılır.”
Kutsal, kendini her zaman doğal gerçeklerden tamamen farklı bir gerçek olarak gösteren; tamamen farklı bir şeyin, bizim dünyamıza ait olmayan bir gerçekliğin, doğal, dindışı dünyamızın, ayrılmaz bir parçası olan nesneler içinde açığa çıkmasıdır. Kutsallık ise; menşe ve özü itibari ile gizemli ve tabiatüstü güçle olan teması sebebiyle bir kısım eşyaya, bazı insanlara, hayvanlara, bazı yerlere, olay ve faaliyetlere atfedilen üstünlük ya da meziyettir.
Kutsalın Morfolojisi
Kutsalın kavramsal çerçevesini çizmek ve onu bir tanım içerisine oturtabilmek kolay değildir. Kutsal kavramıyla ilgili çalışmaları olan Mircea Eliade kutsal kavramının çerçevesini çizmenin oldukça güç olduğundan bahseder. Bu güçlüklerin hem kavramsal hem de uygulamaya yönelik olduğunu söyler. Eliade’ye göre kutsalın belirlenmesi ve tanımlanması için kutsal olguların toparlanması gereklidir. Zira kutsal olgular çeşitlidir ve bu çeşitlilik kutsal olguların incelenmesini zorlaştırmaktadır. Çünkü söz konusu olan şey ayinler, mitler, ilahi biçimler, kutsal ve tapınılan nesneler, simgeler, kozmolojiler, mukaddes insanlar, hayvanlar, bitkiler, kutsal yerler vb. dir. Her kategorinin son derece zengin, geniş, karmaşık bir morfolojisi vardır. Bütün bunlar da kutsalın belli bir çerçeve içine sokulup incelenmesini zorlaştırmaktadır.
Kutsal düşüncesi dinin konusudur. Bir dinin en önemli ayırt edici özelliği kutsal düşüncesi ve kutsalla ilgili olan şeylerdir. Dinler kutsalla ilgili olan şeylerin doğasını, inançlarını, mitlerini, doğumlarını, efsanelerini inceleyen sistemlerdir.
İster basit ister girift olsun bilinen bütün dinlerde ortak bir özellik göze çarpar. Bu, dindar insanların birbirine zıt iki sınıf halinde tasavvur ettikleri gerçek ya da hayali şeylerin bir tasviridir. Bu iki cins iki farklı terimle isimlendirilir. Kutsal (sacred) ve dindışı (profane) terimleri birbirine zıt bu iki cinsi iyi bir şekilde ifade eder. Buna göre dünya, biri kutsal olan her şeyi, diğeri din dışı olan her şeyi içeren iki alana bölünmüştür.
Emile Durkheim, beşeri düşünce tarihinde birbirlerine bu kadar kökten bir şekilde zıt iki kategorinin başka bir örneğinin bulunmadığını hatta iyi ve kötü arasındaki geleneksel karşıtlığın bile bunun yanında bir hiç kalacağını söylemiştir.
Kutsal ve dindışı her zaman ve her yerde insan zihni tarafından ortak hiçbir özellikleri olmayan ayrı iki tür, iki dünya olarak tasavvur edilmiştir. Birinde faaliyet gösteren kuvvetler farklı derecelerde de olsa ötekinde karşılaşılan kuvvetler değildirler. Bunlar tür olarak birbirlerinden farklıdır. Ayrıca bu zıtlık farklı dinlerde farklı şekillerde tasavvur edilmiştir.
Kutsal ve dindışı ayrışıklığı bir düşmanlığa ve zıtlığa dönüşen bir ayrışıklıktır. Bu iki dünya birbirlerinin düşmanı ve kıskanç rakipleri olarak tasavvur edilmiştir. İnsanın bunlardan birine ait olmasının şartı diğerini bütünüyle reddetmek olarak kabul edilmiş, hatta bir insanın saf bir dini hayat yaşayabilmesi için dindışı hayattan bütünüyle çekilmesi tavsiye edilmiştir. Bu çekilme sonucunda da manastır hayatı veya inzivaya çekilme ortaya çıkmıştır.
Kutsal her zaman ve her yerde dindışı olandan ayrı düşünülür. İnsan kutsal ve dindışı arasında mantıksal bir boşluk düşünür. Bu düşünceden dolayı ikisi arasında bir karışıma veya herhangi bir temasa meydan vermez. Buna rağmen bir varlık kutsal olanla dindışı olan arasında bir takım ritüeller aracılığıyla bağlantı kurabilir ve bir dünyadan ötekine bu ritüeller sonucunda geçebilir. Bu geçiş vuku bulduğunda iki alanın temel farklılığı açığa çıkar. Erginlenme ayinleri bu geçişi iyi bir şekilde göstermektedir. Erginlenme ayini kişiyi dini hayata dâhil etmek amacıyla icra edilen bir takım ritüellerden oluşmaktadır. Kişi burada dindışı dünyayı terk ederek kutsal dairesi içine girer. Bu ayinler sonucunda yenilenip bir kez daha doğduğuna inanılır.
Kutsal ve dindışı dünya olarak ikiye bölünen varlık âleminde insan için iki farklı varoluş tarzı ortaya çıkar; Kutsal varoluş ve din dışı varoluş. Dindar insan kutsal var oluşun bilincine varan insandır. Dindar insanın davranışları kutsal etrafında düzenlenir. Kutsal, dindar insan için kendini dindışı olandan tamamen farklı bir şekilde gösterir.
Eski toplumlara mensup insanlar mümkün olduğu kadar kutsalın içinde veya kutsallaşmış nesnelerin yakınında yaşamaya gayret etmişlerdir. Modern çağ öncesi toplumlarda ve ilkellerde kutsal, güce ve mükemmel bir gerçeğe eş değerdir. Bu toplumlara göre kutsal hem güç, hem gerçeklik, hem ebediyet ve etkinlik demektir. Dindar insan varolmayı, gerçeğe katılmayı, güçlü olmayı arzu eder. Bunun sonucunda da kutsalla ilişki içinde olma ve kutsala yakın yaşama eğilimine sahiptir. Çünkü kutsalla ilişkili olduğu sürece bunları elde edecektir.
Kutsal düşüncesinin dışında dindışı dünyada tamamen kutsallıktan arındırılmış bir evren tasavvuru vardır. Dindışı dünyada kutsal kabul edilmez. Çağdaş insan tarihsel süreçte bazı ruhsal dönüşümler sonucunda dünyasını kutsallıktan arındırmıştır. Modern insan için zaman tekdüze, mekân homojen ve olağan, nesneler ise nötrdürler. Fakat dindar insan için hepsi de bir anlam ve değer yüklüdür. Asla tekdüze ve aynı değere sahip değildir. Modern insan için normal eylemler olarak görülen basit fizyolojik hareketler bile dindar için son derece derin anlamlara sahip olabilir. Dindar insan için bütün kâinat ya kutsaldır ya da kutsallığı açığa çıkarma potansiyeline sahiptir.
Kutsal her zaman kendini belli bir tarihsel dönem içinde göstermiştir. Fakat her kutsal varlık değerini her zaman aynı tutamamıştır. Tarihin her döneminde değerini sürdürebilen kutsallar olduğu gibi, değerini belli bir zaman sonra yitiren kutsallar da olmuştur. Kutsal bir varlığın değerini kaybedip tekrar kazanabildiği de olmuştur. Buna göre din tarihi kutsalın tecelli sürecinde kutsalın değer kaybetmesi, sonra tekrar değer kazanması olayını inceler. İnsan zihni yeni bir kutsalla karşılaştığında eski kutsal tecellileri anlamlarını yitirebilir. Anlamını yitiren kutsallar dinsel yaşamın önünde bir engel olarak görünürler. Örneğin putperestlik, tarihin belli bir döneminde çok önde gelen bir dini inanç olarak varlığını sürdürürken birtakım etkenler sonucunda etkisini kaybederek put kırıcılığa dönüşmüştür.
Kutsal, bütünüyle farklı olan şey, güç, mutlak gerçek, sonsuzluk, ilahi, insanı, dünyayı, tarihi aşan yaşamın ve doğurganlığın sembolü olarak kabul edilir. Kutsal, kendisinde var olan bu özellikler sayesinde toplumu yönlendirme gücüne sahiptir. O, toplumu emir ve yasaklarla yönlendirir. Böylece toplum kutsal olana saygı gösterir ve onunla ilişkisini diğer toplumsal olgulardan farklı bir şekilde sürdürür. Kutsal olarak düşünülen bir varlık, ister çok güçlü bir varlık isterse anlamsız bir şey olsun bu güç her durumda aynıdır, bu güçten çekinilir, bu güce karşı müminler belli şekillerde davranmak zorundadırlar.
Kutsal şeylere ulaşmak herkese açık değildir. Kutsala ulaşabilmek birtakım sınırlamalara tabidir. Pek çok dinde kutsal bir nesneye yaklaşmadan, dokunmadan veya kutsal bir mekâna girmeden önce çeşitli törenlerin ya da temizleme ayinlerinin yapıldığı görülmektedir. Böyle bir hazırlığın olmaması durumunda kutsal tamamen tehlikeli olabilir. Bazen doğrudan tehlike olmasa bile kutsala dikkatsiz bir şekilde yaklaşılması yapılan ibadet ve ayinin iptal edilmesine veya faydasının ortadan kalkmasına sebebiyet verebilir. Bazı dinlerde kutsala yaklaşma ayinleri adı verilen dini temizlik çerçevesinde elbise, beden ve çevre temizliği yapılmakta bunun yanında abdest ve gusül gibi manevi temizlikler de bulunmaktadır. Yine kutsal bir nesneye yaklaşırken ya da kutsal bir mekâna girerken bazı özel kıyafetlerin giyildiği ya da çıkarıldığı görülmektedir. Şaman, rahip, din görevlisi gibi bazı şahısların dini görevlerini ifade ederken giymiş oldukları özel kıyafetler buna örnektir.
Bazı toplumlar tarafından bazı yiyecek maddeleri de kutsal kabul edilmiştir. Bu nedenle bu yiyecekler yenmemeli ya da yenilecekse bile küçük bir porsiyon yenmelidir. Örneğin Fas’ta mabetleri ziyaret edenler ya da bir bayrama katılanlar kendilerine sunulan yemeklerden az yerler.
Kutsala yönelik temas, kutsal kabul edilmiş bir bitki veya hayvanı yemek, bazen kutsal bir şeye bakmak, kutsal varlıkların önünde konuşmak dindışı bir varlığa yasak olabilir.
Kutsal bir nesne, kirlenen nesnelerden ya da kutsal olmayan her şeyden ayrı tutulmalıdır. Bir insan din dışı koşullarda bulunuyorsa ve ayinsel olarak hazırlık yapılmamışsa kutsal bir nesneye yaklaşamaz. Örneğin bazı bölgelerde krallar ve ermişler tabu olarak kabul edilirler. Kral, kral olması nedeniyle güçle donatılmıştır. Bu nedenle ona bazı önlemler alınarak yaklaşılabilir. Ona dokunulmaz, bakılmaz ve onunla konuşma yasakları bulunur. Bu bakımdan kutsalın totem ve tabu kavramlarıyla ilişkisi vardır. Totem kabul edilen hayvan veya bitkinin kutsallığı onun yenilmesine yönelik yasakla gösterilir. Totem hayvan veya bitkileri günlük tüketim için kullanılmazlar. Ancak mistik törenlerde kullanılabilirler. Kim bu yasağı çiğnerse kendisini oldukça büyük bir tehlikeye atmış olur. Bazen kutsala karşı yapılan bir saygısızlığın ölüme bile sebebiyet vereceğine inanılır. Kutsal olan bir yiyecekten yenilmesi bir şarta bağlanmıştır. Bu yiyecekten bir zamanda küçük bir parça alınabilir. Bu miktarın ötesine geçmek büyük bir hatadır ve korkunç sonuçlara yol açabilir.
Dini bir yasak, zorunlu olarak kutsal düşüncesini içerir. Bu kutsal nesnenin uyandırdığı saygıdan kaynaklanır. Amaç ise kutsala karşı herhangi bir saygısızlığın önlenmesidir.
Kutsalın hem çekme hem de itme özelliği bulunur. Bu anlamda kutsal; hem “kutsal”dır hem de “kirlenmiştir”. Eliade, Dinler Tarihine Giriş adlı eserinde “sacer” sözcüğünün hem “lanetli” hem de “kutsal” anlamları olduğunu belirtmiştir. Bu noktada insanın kutsala karşı çelişkili eğilimi vardır demiştir. Kutsala hem saygı duyulur hem de ondan çekinilir. İnsan bir yandan kutsalla olabildiğince çok temas ederek kendi gerçekliğini arttırmaya ve güvence altına almaya çalışmış, öte yandan da ondan çekinmiş ve saygı duymuştur.
Kutsal şeyler tanrılar ya da ruhlar diye isimlendirilen kişisel varlıklardan ibaret değildir. Bir kaya, bir ağaç, bir su kaynağı, bir taş veya herhangi bir şey kutsal olabilir. Kutsal kişiler tarafından söylenen sözler, formüller, hareketler de kutsal kabul edilir. Kutsal nesneler dairesi hiçbir zaman sabitlenemez, onun alanı bir dinden başka bir dine çok büyük farklılık göstermiştir. Bazen tuhaf, olağanüstü görünen nesnelerde kutsallık olduğu da düşünülmüştür. Çirkin, tuhaf görünen bir varlığın bile kendisinde gizemli güçler bulundurabildiğine inanılmıştır. Bu nitelikler bu varlıkların öteki, sıradan varlıklardan ayırıp onların kutsal kılınmalarına sebebiyet vermiştir.
Kutsalın Tezahürü
Mircea Eliade, en ilkellerinden en gelişmişlerine kadar bütün dinlerin kutsalın tezahürlerinin birikiminden oluştuğunu söyler. Bütün dinler tarihi kutsalın tezahürlerinin birikimidir. Kutsalın tezahürünü ifade etmek için ‘hierophanie’ terimi kullanılmıştır.
Kutsal her zaman bazı nesneler, canlılar vb.leri aracılığıyla tezahür eder. Bu şeyler gerçek dünyadan bir nesne ya da kozmik enginlikten bir nesne olabildiği gibi Tanrısal bir figür, bir simge, bir ahlak kuralı veya bir düşünce olabilir. Kutsal kendisinden başka bir şey aracılığıyla çok çeşitli şekillerde ortaya konabilir. Kutsal herhangi bir nesnede, bir ağaçta, bir taşta, bir nehirde tecelli edebildiği gibi, bir insanda, çok basit ve garip görünen bir varlıkta bile tecelli edebilir. Fakat kutsal her zaman için dindışı dünyadan bir varlıkta ortaya çıkmıştır.
Kutsalın taşlarda veya ağaçlarda ya da herhangi bir nesnede ortaya çıkmasını anlamak kolay değildir. Burada önemli olan taş veya ağaca tapınma değildir. Taş ve ağaç, sadece taş ve ağaç oldukları için tapınma nesnesi değildirler. Onlara saygı duyulmakta ve tapınılmaktadır. Çünkü onlarda artık kutsal tezahür etmiştir. Onlara ne bir taş, ne de bir ağaç olarak saygı duyulur, onlara artık kendi özelliklerinin çok üstünde özellikler atfedilmiştir.
Herhangi bir nesne kutsalı açığa çıkartırken kendi olmaya son vermeksizin başka bir şey haline gelmektedir. Dindışı bir bakış açısına göre görünüşte bir ağaç, ağaç olarak kalmaktadır. Onu diğer ağaçlardan farklı kılan herhangi bir şey yoktur. Dindar insan için ise o ağaç, artık bir ağaç değil, çok daha olağanüstülükleri ifade eden bir gerçekliktir.
Kutsal bir nesnede kendiliğinden veya tesadüfen ortaya çıkmaz. Bir yerin, bir nesnenin, kişinin veya bir canlı figürünün kutsal oluşu, tabiatüstü, ilahi bir gücün onunla temasının sonucudur. Örneğin herhangi bir yerin hac mekânı (kutsal) olmasının sebebi, Tanrı’nın veya bir meleğin orada zuhur etmesi veya önemli bir olayın olmasıdır. Bu mekânların Tanrı’ya tahsis edilmiş olması din için önemli olayların olmasından kaynaklanmıştır.
Dindar bir bakış açısına göre tüm evren kutsallığı açığa çıkartma potansiyeline sahiptir. Yani evrenin tümü kutsalın tezahürü haline dönüşebilir.
Kutsalın tarihsel veya yapısal olarak farklı farklı ortaya çıkış tarzları vardır. İnsan yapısı gereği, karşılaştığı, sevdiği herhangi bir şey hiyerofani olabilir. Kısacası insanoğlu etrafında gördüğü her şeyde kutsalın ortaya çıkabileceği düşüncesine sahip olmuştur.
Kutsal kendisini dış dünyamızda bulunan nesneler aracılığıyla ortaya koyar, ama kendini olduğu gibi bütünüyle ortaya koymaz. Sonuç olarak kutsal her biçimde hatta en garip bir biçimde bile kendini tecelli ettirebilir, önemli olan kutsalın ağaçta veya taşta bulunması değildir. Ağaç veya taş, kutsal kendisinde tezahür ettiği için kutsal kabul edilir.
Kutsalın Çeşitleri
Kutsal kavramı içerdiği anlam itibariyle oldukça zengindir. Bu kavramı belli sınırlar içine sokabilmek zordur. Kutsal kavramı her dil için farklıdır dolayısıyla çok çeşitli hale gelmiştir. Kutsal yapısı itibarıyla çok çeşitlidir. İnsan zihni de olağanüstü, farklı, tuhaf gördüğü her şeyi kutsallaştırmıştır. Kutsal, varlık çeşitleri kadar çeşitli olabilir. Kutsal, gök, su, taşlar, ay, güneş, ağaçlar vb. şekillerde sınıflandırılabilir. Bu itibarla kutsalı birçok kısma ayırmak mümkündür. Ama anlaşılır olması açısından dinlerde kutsal kavramı ilgili olduğu fenomene bağlı olarak çeşitli kısımlara ayrılabilir.
Kutsal Mekânlar
Genellikle tabiatüstü bir gücün herhangi bir yerde tecelli etmesiyle bazı coğrafyalar kutsal mekânlar olarak kabul edilmiştir. Bu mekânlarla temas özel ritüeller gerektirir. Bu mekânlarda bulunmak kişiye dünyevi ve uhrevi imtiyazlar kazandırır.
İnanan insanların maddi ve manevi dünyaları vardır. Maddi dünyalarını fiziki coğrafya belirler. Manevi dünyalarını ise sahip oldukları dini inançları ve benimsedikleri değerleri belirler. İnanan insanlar için bütün mekânlar aynı değildir; onun için mekânda kopukluklar, kırıklıklar vardır, diğer coğrafyalardan farklı özelliklerde mekânlar bulunmaktadır. Eliade Kutsal ve Dindışı adlı eserinde şöyle bir örnek verir. Tanrı Musa’ya “Buraya yaklaşma, ayaklarından ayakkabılarını çıkart; çünkü durduğun yer kutsal bir topraktır.” demektedir. Burada kutsal, anlamlı bir mekândır. Bu mekânda birtakım kurallar uygulanmalıdır. Burası gerçek mekândır bunun dışında kalanlar tutarlılığa sahip değildir.
Bir yerin kutsal kabul edilmesinde etkili olan sebepler vardır; bunları maddeleştirerek açıklamaya çalışalım.
Bir yerin kutsal olduğuna dair Tanrısal bir işaretin bulunması; örneğin Kâbe’nin yerinin Hz. İbrahim’e Cebrail vasıtasıyla gösterilmiş olması. Hz. Musa mukaddes Tuva Vadisinde bulunduğu yerin kutsal bir yer olduğu Allah tarafından bildirilmiştir. Buraları Tanrı bizzat tayin ve tespit etmiştir.
Bir yerin Tanrı’ya tahsis edilmiş olması: Bütün dinlerde Tanrı’ya (kutsala) tahsis edilmiş mekânlar bulunur. Bunların en önemlisi de mabetlerdir. Bir din tarafından kutsal kabul edilmiş varlıkların, şahısların eşyaları ve tasvirlerinin bulunduğu yerler de kutsaldır.
Tanrının bir yerde tecelli etmesi: Tanrının bazı zamanlarda bazı kimselere belli bir yerde görülmesi sonucunda bu yerlere kutsallık atfedilir. Örneğin Hz. Musa’ya Rabbi Tur Dağı’nda tecelli eder. Allah’ın bu dağda tecelli etmesi oranın kutsal kabul edilmesini sağlamıştır.
Bir yerin insanlar tarafından kutsal kabul edilmesi: Kutsal kabul edilen yerlerin etrafındaki yerler de bazen kutsal kabul edilmiştir. Mekke şehri içerisinde Kâbe bulunduğu ve Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem orada yaşadığı için kutsal kabul edilmiştir. Müslümanlarca Medine Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem’in kabrinin bulunduğu için kutsal bir şehir hükmündedir. Aynı şekilde Kudüs’te bulunan mabet nedeniyle bu şehir Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet tarafından kutsal bir şehir olarak kabul edilmiştir. Yine bu şehirlerden bahsedilirken övgüyle bahsedilmesi onların kutsal kabul edilmesinde etkili olmuştur.
Kutsal mekânın belirlenmesinde çoğu zaman Tanrının bir ruhu veya kutsalın bir zuhuru gerekmemektedir bile. Bazen herhangi bir işaret bir yerin kutsallığını belirtmeye yetebilir.
Kutsal mekânın keşfi dindar insan için varoluşsal bir değere sahiptir. Dindar insan kutsal gördüğü yeri bir merkez olarak düşünür ve sürekli olarak dünyanın merkezinde yaşama eğilimine sahiptir ve bu merkeze yerleşmeye çaba göstermiştir. Buna karşın din dışı bir kimse için mekân aynıdır. Mekânın hiçbir parçası birbirinden farklı değildir ve dünyanın hiçbir yeri kutsal değildir. Dindar insan yaşadığı dünyada kutsal bir mekân (sabit bir nokta) bulmaya gayret eder. Bu nokta dindar insan için düzendir, hakikattir, gerçekliktir. Bu nokta onun gerçekte ilişki kurmasını, yönünü bulmasını sağlamaktadır. Dindışı insan için böyle bir sabit nokta söz konusu değildir. O, günlük ihtiyaçlarına göre kısa süreli sabit noktalar bulmakta, bunlar da kısa bir süre sonra başka yönlere kaymaktadır.
Dindışı kimselerin hayatlarında niteliksel olarak diğerlerinden farklı ayrıcalıklı mekânlar vardır. Örneğin doğduğu, hayatında önemli olayların olduğu, ilk aşkını yaşadığı yerler de yegâne ve biricik olarak görülebilir. Onlar için kutsal olan yerler de buralardır.
Konunun daha iyi anlaşılabilmesi açısından “dünyanın merkezi” kavramını açıklamak yerinde olur. Kutsalın ortaya çıkışı sabit bir noktayı gözler önüne serer. İnsanlar kutsalın ortaya çıktığı mekânı bir merkez olarak görmüşlerdir. Bu düşünce dünyanın merkezi düşüncesini oluşturmuştur. Özellikle modern çağ öncesi toplumlarda kendi kutsal kabul ettikleri mekânları dünyanın merkezi olarak algılama eğilimi vardır. Onlar için burası dünyanın en önemli yeridir. Bu insanlar dünyanın merkezine mümkün olduğunca yakın yaşamayı arzu etmişlerdir. Ülkesinin fiilen yeryüzünün merkezinde bulunduğunu, yaşadığı kentin evrenin göbek çukurunu meydana getirdiğini, özellikle tapınak ve sarayların dünyanın gerçek merkezleri olduğunu düşünürler.
Dünya kültürlerinde dünyanın merkezi olarak düşünülen yerde genellikle yukarı doğru (Tanrısal dünya) ve aşağı doğru (alt bölgeler, ölüler dünyası) bir ‘açıklık’ oluştuğu düşünülmüştür. Buna göre bu noktada üç kozmik düzey bulunur. Yeraltı, yeryüzü ve gökyüzüne ait bölgeler birbirleriyle bu noktada iletişim haline geçmişlerdir. Bu üç kozmik düzey arasındaki iletişim “axis mundı” adını taşıyan evrensel bir sütunla ifade edilmiştir. Bu sütun gökyüzünü ve yeryüzünü taşımakta ve bunları birleştirmektedir. Kaidesi cehennem adı verilen aşağı dünyaya saplanmıştır. Bu sütunun evrenin bizzat merkezinde olduğuna inanılır. Dünya kültürleri bu temel direğin bir merdiven, dağ, ağaç, sarmaşık vb. olabileceğini düşünmüşlerdir. Genellikle bu kozmik direk, bir ağaç/ hayat ağacı olarak tasavvur edilmiştir. Tezimizin konusu olan hayat ağacı’nın bu özelliği hakkında ileride genişçe durulacaktır.
Dünyanın merkezi kavramına birçok kültürde rastlanır. Hint’te Meru, İran’da Haraberazalti, Filistin’de Gerizm Dağı bir axis mundi’dır. Buraların dünyanın en yüksek noktaları olduklarına inanılır ve buralar dünyanın göbek çukuru olarak kabul edilirler. İsrail geleneğine göre Filistin dünyanın en yüksek yeridir, bundan dolayı Tufan sırasında sular altında kalmamıştır. İslamî düşünceye göre “dünyanın merkezi Kâbe”dir. Hıristiyanlığa göre ise kozmik dağın zirvesinde “Golgota” bulunur.
Kozmik eksen dünyanın merkezinde bulunur ve dünya kozmik eksenin etrafında bulunmaktadır. Buna bağlı olarak da eksen ‘ortada’, “yeryüzünün göbek çukurunda” yer almaktadır, yeryüzünün göbek çukuru dünyanın merkezidir. Yaratılışın başladığı yerdir. Bu anlayışta Allahın dünyayı yaratması bir embriyonun yaratılmasına benzer. Allah dünyayı bir embriyo gibi yarattı. Embriyonun göbekten başlayarak gelişmesi gibi Tanrı da dünyayı göbeğinden başlayarak yaratmıştır. Dünya sonra değişik yönlere doğru yayılmıştır. Dünyanın merkezi mutlak gerçekliktir. Dünyanın merkezinde insanlık için çok önemli olaylar olduğuna inanılmıştır. Örneğin İnsanın yaratılışı dünyanın merkezinde gerçekleşmiştir. Hıristiyanlığa göre Hz. Âdem’in yaratıldığı yer cennetin merkezindedir. Cennet ise yeryüzünün göbeğidir. Hz. Âdem dünyanın merkezinde yani Golgota’da yaratılmıştır ve yine yaratıldığı yer olan Golgota tepesine, dünyanın merkezine gömülmüştür. Aynı zamanda insanlık dünyanın merkezinde asli günahtan temizlenmiştir. Yine burada yaşam ve ölüm ağaçları ve gençlik suyu bulunur.
Kutsal Zamanlar
Dindar insan için zaman da mekân gibi ne türdeş ne de süreklidir. Yılın belli dönemlerinde dindışı zamandan farklı olarak oluşmuş özel periyotlar vardır. Bu özel periyotlar bayram şeklinde tanımlanmıştır. Kutsal zamanın fasılaları bayram zamanlarıdır. Dindışı zamanlar ise dini anlamdan yoksun faaliyetlerin yer aldığı sıradan zaman süreleridir. Dindar insan dindışı zamanda kutsal zaman fasılalarını tehlikesizce geçebilir. Kutsal zaman, doğası gereği tersine dönebilir. Dini hayat ve dindışı hayat aynı anda varolamazlar. Dini hayata hasredilmiş günlerin ve dönemlerin belirtilmesi zorunludur. Bu gün ve dönemlerde her türlü dindışı faaliyetin dışlanmış olması gerekir. Bayram günleri bu şekilde ortaya çıkmıştır. Bütün toplumlar zamanı kutsal ve dindışı zaman olarak birbirini takip edecek şekilde ikiye bölümlemişlerdir.
Her dinsel bayram, her efsanevi tören zamanı efsanevi bir geçmiş içinde başlangıçta meydana gelmiş olan kutsal bir olayın yeniden güncellenmiş biçimidir. Kutsal zaman tekrar edilebilir niteliktedir ve dindar insan bu zamanı telafi edebilir. Her devrevi bayramda aynı kutsal zaman yeniden ortaya çıkar. Bu zaman bir yıl önceki veya yüzyıllar önceki zamanın aynısıdır.
İnsanlar zamanı kutsala göre ayarlamışlardır. Örneğin bir mabedin kurulması evrenin yaratılışına tekabül eder. Eski kültürlerin dindar insanına göre dünya yıllık olarak yenilenmektedir. Yeryüzü ilk yaratıldığı anda sahip olduğu kökensel kutsallığa her yıl yeniden kavuşmaktadır. Çünkü her yeni yılla birlikte dünyanın yeniden yaratılması söz konusu olur.
Yılın belli dönemlerinde yaşanan bayramlar birtakım ritüelleri beraberinde getirir. İçinde yaşanılan bayram zamanında yapılması ve yapılmaması gereken kurallar bulunur. Kutsal zaman aralığında normal hayat şartlarından uzaklaşma vardır. İnsan bu uzaklaşmanın farkındadır. Kutsal zaman diliminde bazı yasaklar konulabilir bazı şeyler de daha fazla yapılabilir. Normal zamanda yapılamayacak şeyler yapılabilir. Kutsal zamanın içinde dindar insan daha ahlaki bir üst konuma geçmeyi hedefler.
Dindar insan periyodik olarak kutsal ve tahrip edilemez bir zamana dalma ihtiyacını duymaktadır. Dindar insana göre dindışı zamanı mümkün kılan kutsal zamandır. Ona göre bayramlarda hayatın kutsal boyutu tam anlamıyla ortaya çıkar. Bu zamanlarda var oluşun kutsal boyutu ihya edilmeye çalışılır. İnsanlar kutsal zamanın içine girmeyi arzu ederler. Bu zamanın içinde gerçekliğini hissederler ve kutsala yaklaşmak için bu zamanı bir araç olarak kullanırlar. Bu zaman içinde çeşitli yasak ve ibadetlerle kendilerini kutsallaştırmaya çalışıp dindışı dünyadan uzaklaşırlar.
Kutsal zamanın belirlenmesinde din için önemli olayların vuku bulması etkili olmuştur. Örneğin bir peygamberin doğum günü veya bir kutsal kitabın gelişi, bir kavmin kurtuluş günü daha sonra ilgili din mensuplarınca kutsal zaman addedilerek bayram ve dini günler oluşturulmuştur.
Kutsal Varlıklar
Yeryüzünde bulunan varlıklar da birbirleriyle aynı değildir. Birtakım varlıklar diğerlerinden daha farklı özelliklere sahiptir. Başta Tanrı olmak üzere doğaüstü özellikler atfedilen varlık türleri, bazı insanlar, hayvanlar kutsal sayılırlar. Tanrı fikri bütün dinlerde olağanüstü özelliklere sahip ilahi gücü bünyesinde toplayan en önemli kutsaldır. Her dinin tanrısının özellikleri farklı olabilir. İslam geleneğinde Allah her şeyi yaratmıştır, yegânedir, sınırsız kuvvet sahibidir, hiçbir şey ona benzemez, o ilk ve sondur. Yahudi ve Hıristiyan gelenekleri bazı farklılıklar olsa da buna benzer özellikler içerir. Politeist dinlerde ise tanrılara zalimce işler atfedilir. Tanrılar birbirleriyle savaşabilirler. Bazen gözle görülebilirler, yerler, içerler, insanlar gibi yaşarlar.
Hayvanlar da zaman zaman kutsal kabul edilmiştir bunda tanrının bazen bazı hayvanlarda bedenleşmesi etkili olmuştur. Hayvanlar insanlara göre biraz daha sadık olmuşlardır. Bundan dolayı toplum onlara kutsallık atfetmiştir. Hayvanların kutsallığı hakkındaki inancı totemizm ortaya koyar. Bu anlayışa göre baykuş, karga, timsah, tavşan, kartal vs. gibi muayyen totem hayvanları bazı sosyal gruplarca totem kabul edilir. Her bir klanın kendine has özel bir totem hayvanı vardır ve o hayvanın ismini taşır, klan onu kendi ataları olarak görür. Kutsal ayları ve ziyafetleri dışında o hayvanın etinin yenmesi yasaktır. Hindistan’da inek kutsaldır, bunun çeşitli sebepleri vardır. Tanrı Vişnu’nun avatarası bir inekte gerçekleşmiştir. Ayrıca ineklerden çeşitli şekillerde faydalanmaları onlara karşı bir minnet duygusu uyandırmıştır.
Kutsal Nesneler
Bazı nesneler de kutsal sayılmıştır. Taşlar, kutular, elbiseler, bazı resim ve heykeller, din büyüklerine ait nesneler, peygamberin hırka-i şerifi, sakal-ı şerifi kutsal kabul edilen nesneler içindedir. Bu elbiseler aynı zamanda tabu niteliği taşır. Örneğin kutsal bir kişiye ait elbiseye dokunmanın dokunan kişiyi etkilediğine inanılır. Eski Yunanistan’da bir katilin elbisesine dokunan kişinin kirleneceğine inanılırdı. İbadet esnasında dini olmayan elbiseler çıkarılır dini elbiseler giyilirdi.
Kutsal İnsanlar
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de toplumun sıradan şeylerden kutsal şeyler yarattığını görüyoruz. İnsanların kutsallaştırılmasını buna örnek olarak verebiliriz. Kimi zaman bir insan diğer insanların üstünde görülerek adeta tanrılaşır. Toplum o insana olağanüstü özellikler atfederek Tanrılara verilen bir haşmet verir. Birçok toplum hükümdarlarını olağanüstü görmüş ve kutsallık atfetmiştir.
Kutsalı Belirleyen Etkenler
Kutsal kendi kendine ortaya çıkmaz. Onu gösteren, işaret eden etkenler vardır. Kutsalın ne olduğu veya neyin kutsal olduğunun belirlenmesinde iki temel unsur vardır.
Bizzat kutsalın kendisi ya da
İnsan
Konuya hem ilkel kabile dinleri hem de milli dinler bağlamında bakıldığında insan unsuru ön plana çıkarılmıştır. Çünkü Nathan Söderblom ve Rudolf Otto kutsalla ilgili araştırmalarında insan unsurunu ön plana çıkarmışlardır. Kutsalın belirlenmesinde en önemli unsur insan olmasına rağmen yegâne unsur değildir. Konu özellikle ilahi dinler açısından ele alındığında kutsalın belirlenmesinde en önemli unsurun kutsalın bizzat kendisi olduğu anlaşılmaktadır. Kutsal metinlerde (Tevrat ve Kur’an) yegâne kutsal varlığın Allah olduğu ifade edilmiştir ve yalnız kendisine kulluk edilmesi istenmiştir. Bu durumda kutsalın varlığını kabul ve ona kulluk etme durumunda en yakın yaratık insandır. İnsan yegâne kutsal varlık olan Allah’ın ve dolayısıyla dinin gerçek muhatabıdır. Çünkü Allah ile insan arasında ontolojik bir ilişki vardır. İnsan Allah’tan bir ruh taşımaktadır. Ayrıca varlıklar içinde kutsalı en iyi idrak eden ve fıtratında kutsal duygusu bulunan yegâne yaratık da insandır.
Dünya üzerinde geçmişten günümüze kadar yaşamış bütün dinlerde kutsal düşüncesi en temel unsur olmuştur. Tanrısı olmayan bir din var olmuş fakat kutsal düşüncesi olmayan bir din var olamamıştır. Kutsal düşüncesi bütün dünya dinlerinde en önemli ortak fenomendir ve insanlık tarihinde en köklü düşüncelerden biridir. Kutsalın arka planında ise tabiatüstü güç bulunur. Bu nedenle kutsala karşı korku, sevgi, saygı, heyecan gibi birbirinden çok farklı duygular sergilenmiştir. Dünyanın kuruluşundan günümüze kadar insanlık kutsalla ilişki içinde olmuştur. Kutsal düşüncesi insanların hayatlarını belirlemede başat etken olmuştur.
Kutsal, dinlerde ortak bir fenomendir. Bununla beraber dinlerde kutsalın ortaya çıktığı varlıklar birbirinden farklılaşmıştır. Bazı dinlerde bir taş, bir yer, zaman veya hepsinde birden kutsalın ortaya çıktığı görülür. Dünya dinlerinde kutsalın tezahür ettiği varlıkların en önemlilerinden biri hatta en önemlisi diyebileceğimiz varlık ağaç olmuştur. Aynı zamanda kutsal olanla(Tanrıyla) insanlar arasındaki ilişkiyi düzenleyen en önemli semboldür.
HAYAT AĞACININ SEMBOLİK ANLAMLARI VE İŞLEVLERİ
AĞACIN KUTSALLIĞI
Dünya toplulukları birbirinden farklı yaşayış ve kültür özelliklerine sahiptirler. Bununla beraber bu topluluklarda birçok ortak özelliğin olduğu da görülür. Ortak özelliklerin en önemlilerinden biri ağaca verilen kutsiyettir. Geçmişten günümüze en ilkelinden günümüzün en gelişmiş dinlerine kadar bu kutsiyet var olmuştur. İnsanoğlu ağaçlara önem vermiş ve onları diğer varlıkların içerisinde özel bir yere koyarak diğer varlıklardan üstün tutmuştur. Bu önem neticesinde dünya toplumları, ağaçlara çok zengin anlamlar yüklemiş ve ağaçlar etrafında oldukça geniş bir inanış ve pratik dairesi oluşturmuşlardır. Aynı zamanda dünya toplumlarında ağaçla ilgili sayısız mit ve efsane oluşturulmuştur. Bu bağlamda ağaç, mitolojinin de en çok sevdiği ve sık sık kullandığı bir sembol olmuştur.
Her dini sistem sembollerden oluşur ve kendisini semboller aracılığıyla ifşa eder. Dini sistemlerin en önemli sembollerinden biri geçmişten günümüze ağaçlar olmuştur. İnsanlık tarihinde sembollerin çok önemli bir yeri olmuştur öyle ki insanoğlu ancak kutsal olanla semboller aracılığıyla iletişim kurabilmiştir. Bu nedenle dünya dinlerinde ağaç, kendisinde kutsalın tezahür ettiği sembollerin başında gelmiştir. Dünya dinlerinde ağaç sembolizminde genellikle Tanrı bir ağaçta tezahür eder. Böylece ağaç, Tanrının yeryüzündeki sembolü olur. Bu nedenle insanoğlu, ağaçlara yakın olmaya çalışır, onlara bezler bağlayarak dilekte bulunur.
Ağaç, varlığın başlangıcından bu güne kadar insan hayatında hava, su, toprak kadar önemli bir yere sahip olmuştur. Çeşitli faydaları, estetik özellikleri, sonbaharda kuruyup, baharda yeniden canlanmasıyla hayatın safhalarını temsil etmiştir. Çiçeği, meyvesi ve diğer özellikleriyle tarih boyunca insanların dikkatini çeken ağacın insan hayatının her safhasında kullanılması ona karşı özel bir ilgi uyandırmıştır. İklimlere göre türlerinin farklı oluşu, her mevsim görünümünün değişmesi, estetik olarak insana zevk veren bir görünümünün olmasıyla da insan hayatında çok önemli bir yeri vardır. Bu özellikleri nedeniyle ağaç bütün dinlerin üzerinde durduğu bir varlık olmuştur.
Ağaç, dünya kültürlerinde doğurganlığın, türemenin, ölümsüzlüğün, şansın, bereketin, sağlığın, hastalıktan kurtulmanın sembolüdür. Çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar ağaç vasıtasıyla çocuk sahibi olmuştur. Ağaçla sağlığa kavuşulmuştur. Tanrı ile iletişim ağaç yoluyla kurulmuştur. Tabiat olayları da ağaç vasıtasıyla düzene girmiştir. Ağaçlar yağmuru yağdırma veya durdurma, güneşin batmaması, ayın tutulmaması, sürüleri ve sığırları çoğaltma, kadınları kolayca doğurtma gücüne sahip bir varlık olarak düşünülmüştür.
Dünya toplumlarında ağaçlara canlı ulûhiyetler olarak bakılmıştır. Onlara tazim edilip dileklerde bulunulmuştur. Aynı zamanda dini törenlerin vazgeçilmez unsurları olarak etraflarında kurbanlar kesilmiş ve onlardan dilekte bulunularak dileklerinin yerine getirileceğine inanılmıştır.
Canlılar âleminde ölümler doğumları, doğumlar ölümleri izler. Bu döngü sürekli devam ederek yaşamı sonsuz kılar. Bu döngüye yüzyıllardır simge olarak ağaç seçilmiştir. Bundaki neden, ağacın kışın yapraklarını döküp baharda tekrar canlanıp yeşillenebilmesi, hatta çam benzeri bazı ağaç türlerinin yapraklarını hiç dökmemeleridir. Ağaçlar çok uzun yaşamalarıyla da uzun ömrün birer simgesi olmuşlardır. İnsanların sınırsız yaşama isteğinden ve ölümü kabul edemeyişinden kaynaklanan öldükten sonra dirilme inancının da simgesidirler. Bu özelliklerden dolayı ağaçlar, kendilerinde bulunan özelliklerle insan hayatını temsil etmiştir. Böylece insanoğlu kendisi ve ağaçlar arasında bir yakınlık hissetmiştir.
Burada dikkat edilmesi gerekir ki ağaçlar hiç bir zaman için hangi toplumda olursa olsun sadece ağaç oldukları için kutsal kabul edilmemişlerdir. Ağaç, ağaçlığının ötesinde başka bir anlama bürünmesiyle kutsallık kazanmıştır.
Ağaçlara yüklenilen sembolik anlamlar çok zengin ve çeşitlidir. Burada bahsettiğimiz kadarıyla ağaçların insanoğlu için son derece önemli olduğu anlaşılıyor. Ağaçların bir ruha sahip olduğu inancından dolayı bünyesinde bir güç ve kudretin bulunduğuna inanılmış; buna bağlı olarak da onlara güç ve kutsiyet atfedilmiştir. Güç ve kutsiyet bakımından dünya toplumlarında bazı ağaçların diğerlerine göre öne çıktığı görülür. Hayat ağacı, dünya toplumlarının güç ve kutsiyet atfettiği en önemli ağaçtır.
HAYAT AĞACI
Hayat ağacı inancı, dünya kültürlerinde en yaygın inançlardan biridir ve ağaç kültüyle ilgili bütün inançların kökeninde hayat ağacı teması bulunmaktadır.
Genel olarak Hayat ağacına bütün toplumlarda benzer özellikler atfedilir. Fakat toplumlara göre hayat ağacının farklı mitolojik özellikleri ön plana çıkar. Hayat ağacı, mitolojik bir sembol olarak birçok mucizeyi gerçekleştirir. Hayat bahşeder, gençlik ve ölümsüzlük verir. Saadet kaynağıdır. Yegâne gerçeklik ve merkeziyet hayat ağacındadır. O üç âlemi birbirine bağlar; dünyanın merkezindedir. Dünyanın düzenini ve İnsanlar arasındaki dayanışmayı sağlar. İnsanlarla kader birliği bulunur. Ulûhiyet onda tezahür eder. Tanrının sıfatlarını taşır. Canlı ve daima yemyeşildir. Doğumlar hayat ağacı vasıtasıyla gerçekleşir. Birçok toplum, yaratılışın onunla ilgili olduğunu düşünür. İlahi dinlerde vahiyler ışık, ateş veya nur şeklinde hayat ağacı üzerine iner. Hayat ağacı vasıtayla, tanrıyla konuşulur. Ölülerin ruhları hayat ağacı vasıtasıyla yerlerine yerleşebilir.
Dini ritüellerde kullanılan temel unsur olan ağaçtan yapılmış malzemelerin odununun hayat ağacının odunundan yapıldığına inanılmıştır. Örneğin, Şamanların davullarının hayat ağacının odunundan yapıldığına inanılmış ve şaman elbiselerinin üzerleri hayat ağacı motifleriyle süslenmiştir. Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen haçın odununun da hayat ağacından yapıldığına inanılmıştır.
Çalışmamız esnasında kaynaklarda kutsal ağaçlar için hayat ağacı, kozmik ağaç, dünya ağacı gibi farklı isimlerin zikredilmiş olduğunu gördük. Bu kaynaklarda Kozmik ağaç, dünya ağacı, evren ağacı ve hayat ağacı aynı özelliklerdeki ağacı ifade eden ağaçlar olarak karşımıza çıkıyor. Bu kavramlar toplumdan topluma, kültürden kültüre farklı şekillerde ifade edilmiş olabilir. Fakat burada anlaşıldığı kadarıyla bu ağaçlar aynı ağaçtır ve kullanımdaki farklılıkların sebebi ise farklı toplumlarda bu ağacın farklı mitolojik özelliklerinin ön plana çıkmasıdır. Bu özellikler kısaca şu şekilde ifade edilebilir. Kozmik ağaç motifinde kozmolojik sistemde yeri olan dünya ekseni yani üç kozmik âlemi birbirine bağlayan “kozmik direk” özelliği ön plana çıkar. Hayat ağacında ise daha çok hayatın yenilenmesi, değişim, türeme, doğum, ölümsüzlük, gençlik, gerçeklik, canlılık ön plandadır. Hayat ağacı da kozmik ağaç da kozmolojik düzenin, yani hayatın devamlılığını, gerçekliğini, bir düzen içinde devam etmesini ve sürekli olarak yenilenmesini sağlamaktadır. Bu bağlamda kozmik ağaç, dünya ağacı, evren ağacı ve hayat ağacı özellikleri itibariyle birbirileriyle örtüşür ve sıkı bir ilişki içindedirler. Çoğu zaman, birbirlerinin yerine kullanılır; çünkü birçok özelliği aynıdır. Kozmik Ağaç dünyanın kutsallığını, doğurganlığını ve sürekliliğini, yaradılış, sırra erme, verimlilik, mutlak gerçeklik ve ölümsüzlük özelliklerini kendisinde barındırarak hayat ve ölümsüzlük ağacı yerine geçer. Dünya ağacı ve Evren ağacı kozmik ağaçla aynı özellikleri taşır. Aslında bahsettiğimiz bütün bu ağaçlar temelde hayat ağacıdır. Dünya kültürlerinde kullanılan en eski kutsal ağaç formu hayat ağacıdır. Daha sonraki dönemlerde ağaç sembolizminde bazı değişiklikler sonucunda bu ağacın ismi ve taşıdığı özellikler dünyanın değişik coğrafyalarında farklılaşmış olabilir. Bu nedenden dolayı Bu kavramları tezimizde yeri geldiğince kullanacağız.
Hayat ağacı inancı çok eski ve köklü bir inançtır. Onun, dünyanın yaratılışıyla ortaya çıktığına inanılmıştır. Hayat ağacı ile ilgili mit ve efsanelerde Tanrının hayat ağacını dünya ile beraber yarattığı anlaşılır. En eski inanışlardan biri olduğu anlaşılan ‘Hayat ağacı’na ilişkin ilk izlere somut olarak M.Ö. 3000 ve sonrasında Aşağı Mezopotamya’da rastlanılan iki hayvan arasındaki bitki öğesi yaşam ve ölüm arasındaki sürekli döngünün sembolü olarak Sümerlerde rastlanır. Daha sonra hayat ağacı ve kuş başlı yaratık betimlemeleri Hitit ve Asur mühürlerinde sıklıkla görülmüştür. Aslında hayat ağacı, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın kutsal kitaplarında bahsedildiği gibi ilk insan kadar eskidir.
Hayat ağacının mahiyeti tam olarak belli değildir. Hayat ağacının yeri konusunda dünya kültürlerinde çeşitli yorumlar yapılmıştır. Farklı yorumlara rağmen genellikle hayat ağacı dünya kültürlerine dünyanın merkezinde ve göbek çukurundadır. Bu merkezde yeraltı yeryüzü ve gökyüzü arasındaki iletişimi sağlayan temel bir eksen bulunur. Bu eksen hayat ağacıdır. Fakat dünya üzerinde bütün toplumların sabit olarak kabul ettiği belli bir merkez yoktur. Her medeniyet kendi kabul ettiği kutsal mekânı merkez saymıştır. Bu merkez genellikle yüksek bir dağdır. İslamî gelenekte dünyanın en yüksek yeri yani merkezi Kâbe’dir. Hıristiyanlarda Golgota tepesidir. Hindistan’da Meru, Filistin’de Gerizm’dir. Yakutlara göre Akdağ’dır. Burada her şey apaçıktır. Yakutlara göre ilk insan er-Sogotoh’un sarayının doğusunda bulunan cennetin ortasındadır. Türk kültüründe genel olarak cennet ile hayat ağacı doğu bölgelerinde bulunuyordu. Kırgızlara göre dünyanın merkezi Kaf dağıdır. Genelde Hayat ağacı bir dağın veya bir tepenin üzerindeki bir merkezdedir. Uygurların türediği hayat ağacı iki nehir arasında yüksek bir tepenin üzerindeydi. Yahudi, Hıristiyan ve İslam geleneğine göre hayat ağacı cennetin ortasında bitmiş bir ağaç olarak tasvir edilir. Biçiminden ya da türünden bahsedilmez. Eliade’ye göre her kent bir merkezdir. Yani Hayat ağacının sabit bir yeri yoktur. Her millet kendi kültüründe neresi kutsalsa oraya hayat ağacını dikmiştir.
Hayat ağacı ulaşılması çok zor olan bir yerde ve canavarlar ya da yılanlar tarafından korunmaktadır. Hayat ağacı çoğu zaman ulaşılamaz bir yerde dünyanın sonunda, denizin dibinde karanlıklar ülkesinde, çok yüksek bir dağın zirvesinde ya da yedi dağ arasında bulunan bir merkezde bulunmaktadır ve ona ulaşmak çok zordur.
Hayat ağacının biçimsel özellikleriyle ilgili olarak da çeşitli yorumlar yapılmıştır. Hayat ağacı bütün âlemi birbirine bağlar kökleriyle cehennemi, gövdesiyle yeryüzünü dallarıyla cenneti kapsar. Dalları Tanrının evine yani cennete kadar sürünür. Dünyanın en büyük ağacıdır. Hayat ağacı bazen de baş aşağı çevrilmiş olarak tasavvur edilir. Buna göre hayat ağacı, kökleri göğe uzanan, dalları tüm yeryüzünü saran, her şeyi aydınlatan güneştir. Bazen evren, baş aşağı çevrilmiş bir ağaç olarak tasavvur edilir. Ezoterik İbrani geleneğinde, İslam’da ve Hint geleneğinde baş aşağı çevrilmiş hayat ağacı teması bulunur.
Bütün ağaçlar Hayat ağacı olarak kabul edilmemiştir. Bazen sadece belli bir ağaç türü bazen de birkaç ağaç türü hayat ağacı olmuştur. İnsan zihni hayat ağacını somutlaştırma çabasına girmiş ve bu çaba sonucunda onu belli bir ağaç türüyle özdeşleştirmeye çalışmıştır. Hayat ağacının cinsi bütün toplumlarda farklılık arz etmiştir. Toplumlara göre meşe, kayın, çam, zeytin, elma, incir, asma vb. birçok bitki ve ağaç cinsi hayat ağacıyla özdeşleştirilmiştir. Bu çeşitlilik muhtemelen toplumların günlük hayatlarında hangi çeşit ağaçla iç içelerse o ağaca hayat ağacı vasfı yüklemelerinden kaynaklanır. Çünkü insanlar kendilerine birçok faydalar sağlayan bu ağaçlara minnet duymuş ve saygı göstermişlerdir. Sonuç olarak dünya toplumları bu ağaçlara hayat ağacı vasfı yüklemişlerdir.
HAYAT AĞACININ SEMBOLİK ANLAMLARI
Hayat ağacının özellikleri dünya toplumlarına göre farklılık arz edebilir. Fakat bu ağacın temel vasfı “ebedi canlılık ve hayat kaynağı” olmasıdır. Diğer vasıfları toplumdan topluma değişmiştir. Son derece geniş ve zengin olan “hayat ağacı” motifinin içerdiği anlamları incelemek konumuzun anlaşılması açısından yerinde olacaktır.
Hayat Ağacı Üç Kozmik Âlem Arasındaki Bağın Sembolüdür
Ağaç köklerini en uzak derinliklerine kadar toprağa saldığı ve dallarıyla da gökyüzüne uzandığı için sınırsız olarak tasavvur edilir. Bu yönüyle her şeyden önce ağaç, sürekli olarak yeraltı dünyasıyla ve gökyüzüyle temasta olan, bu nedenle de yer ve gök arasında iletişim yolu olan bir varlıktır. Dünya topluluklarında bu iletişimi kuran genellikle hayat ağacı olmuştur. Bu doğrultuda Hayat ağacı üç kozmik âlem arasındaki bağdır. Dünya kültürleri insanlığın yaşadığı âlemin üç kozmik düzeyden oluştuğu inancına sahiptirler. Üç kozmik düzey yeraltı, yeryüzü ve gökyüzünden oluşur. Sırasıyla ölüler âlemi, insanlar âlemi ve Tanrılar âlemidir. Bu kozmik düzeylerin iletişimi bir merkezde, “dünyanın merkezinde” gerçekleşir. Bu iletişimi sağlayan “axis mundi” adı verilen kozmik bir direktir. Bu sütun hem gökyüzünü hem yeryüzünü taşımakta, hem de bunları birleştirmektedir. Kaidesi de cehennem adı verilen aşağı dünyaya saplanmıştır. Bu özellikleriyle bu sütun evrenin merkezindedir. Bu iletişimi sağlayan “evrensel sütun” bazen bir dağ, bir merdiven, bir sarmaşık, gökkuşağı çoğu zaman da bir ağaç olmuştur. ( Resim 1) Bu ağacın yedi veya dokuz olan dalı, yedi veya dokuz gök katını simgeler.
Üç kozmik âlemi bağlayan hayat ağacı motifi ile dünya kültürlerinde sık sık karşılaşırız. İskandinavya’da Yggdrasil ağacının dalları bütün dünyaya yayılır. Kökleri ise yerin derinliklerine kadar iner. Burada cehennem vardır. Altay Türkleri “yerin göbeğinden yükselen”, dalları Bay Ülgen’in evi göğe kadar uzanan dev bir köknarın, dünyanın en yüksek ve en büyük ağacının yükseldiğini söylerler. Ostyak Şamanları kozmik ağacın, gök gibi yedi basamağı olduğundan, göğün tüm bölgelerine yayıldığından ve köklerinin yerin en diplerine kadar uzandığından söz ederler.
Yakutlara göre de Hayat ağacı yüzyıllarca yaşamış çok yaşlı bir ağaçtır. Kökleri hadese yani ölüler âlemine kadar iner ve tepesi dokuz gök katına ulaşır. Her bir yaprağının büyüklüğü yedi kulaç ve her bir köşesi dokuz kulaçtır. Ağacın diplerinden hayat suyu köpürür. Özellikle Şamanist uygulamalarda hayat ağacının üç âlem arasındaki iletişimi sağlaması önem arz eder. Şamanlar göğe çıkarken mistik yolculukları sırasında, hayat ağacını temsil eden kozmik bir direğe tırmanırlar. Her şamanın evinin önünde veya içinde hayat ağacını temsil eden bir ağaç bulunur. Şaman direğinin üstünde göğün katlarını temsil eden çentikler bulunur. Şamanlar bu çentiklerden geçerken göğün katlarını geçtiklerini ve tanrıya ulaştıklarını düşünürler. Hayat ağacı yoluyla tanrısal âlemdeki ruhlar ve yeraltındaki ruhlardan haberdar olurlar. Böylece Şamanlar hayat ağacı vasıtasıyla Tanrı ile insanlar arasında iletişim kurarlar.
Hintliler evrenin ortasında bulunan hayat ağacı ya da direk tarafından temsil edilen bir kozmik eksen bulunduğuna inanırlar. Çin mitolojisinde mucize ağaç evrenin merkezinde yükselir. Devlet merkezi buradadır. Dokuz gök, dokuz pınarla burada birleşir. Hayat ağacı evrenin ekseni olarak kozmosun dayanağıdır, sabit noktasıdır ve biçimiyle mutlak gerçekliği temsil eder.
Hayat Ağacı Tanrı’yı Sembolize Eder
Tanrının yeryüzünde tezahür ettiği varlıklardan en önemlisi ağaçlardır. İnsanlar hayat ağacına taşıdığı özellikler itibariyle tanrısallık atfetmişlerdir. Bu düşüncenin neticesi olarak, İslam dininde hayat ağacı Allah’ın güzel isimleriyle özdeşleştirilir. Hayat ağacı her zaman yeşil olması ve canlılığını yitirmemesi ile “el- hayat” ismini, önsüz ve sonsuz oluşuyla “kıdem ve beka” sıfatlarını, tek olmasıyla “vahdaniyet”, azametli olmasıyla “azim” ismini temsil etmiştir. Hayat ağacı buna benzer birçok özelliğiyle Allah’ın isimleriyle özdeşleşmiştir. Türk kültüründe hayat ağacının meyvesiz olması da Allah’ın doğurulmamış ve doğmamış olması ve benzerinin olmaması anlamına gelir.
İnsanların dileklerini, isteklerini Tanrıya hayat ağacı ulaştırabilir. Çünkü hayat ağacı tanrısaldır; mutlak gerçekliktir, ebedi canlılıktır. Bu özellikleriyle mutlak gerçek olan tanrıya ancak istekleri o ulaştırabilir.
Eski dinlerde Ulu Tanrı ile hayat ağacı arasında ortaklık kurulur. Eski Yunan ve Romalılar’da her ağaç bir tanrıyla özdeşleştiriliyordu. Defne Apollon’un, meşe Jüpiter’in ağaçlarıydı.. Eski Mısır’da Bir kabartmada ulu tanrıça Hathor, bir ölünün ruhuna yiyecek ve içecek sunarken yani ona yaşam verirken betimlenir. Kader tanrıçası, göğü simgeleyen büyük bir ağacın dallarına oturmuş olarak resmedilir; bu dalların üzerinde firavunların adları ve kaderleri yazılıdır.
Altaylarda da 7 dalı bulunan Hayat Ağacı’nın altında “Yıllar Tanrıçası” bulunmaktadır. Hayat ağacı tanrı özdeşleştirmeleri başka birçok kültürde de yer alır. Eski İkonografilerde Tanrının bir hayat ağacından çıkarak çevresindekilere yiyecek ve içecek sunan motiflerine rastlanır. Bu örneklerde Tanrının mekânı hayat ağacıdır. Hayat ağacı kendisinde bulunan özellikleriyle insanlara tanrıyı hatırlatmıştır.
Hayat Ağacı, Yaratılış Ve Doğumun Sembolüdür
Binlerce yıl boyunca her türlü büyüsel uygulamaya konu olan hayat ağacı, doğurganlıkla ilgili bir sembol olmuştur. O, tarih öncesi devirlerden itibaren doğurganlık ve üretkenliği sembolize etmiştir. Üst paleolitik dönem sembolizminde hayat ağacı imgesi daha ziyade “hayat otu, hayat bitkisi” şeklinde algılanmıştır. M.Ö. 6000’lerde Çatalhöyük tanrıçası, göbeğinden bir bitki dalı çıkar şeklinde tasvir edilmiştir. Bulunan başka heykelciklerde de bitki ağaç formu bulunur. Eski İran’da kadınlar vücutlarına ağacı temsil eden dövmeler yaptırırlardı. Bu dövmelerde ağacın kökleri göbek altından, genital organlardan başlayarak göğüslere kadar giderdi. Eski Çin inançlarında “her kadının içinde bir ağaç taşıdığına” ve annelerin karınlarında bulunan bu ağaçlardan çocuklar doğurduklarına inanılırdı.
Bazı ağaç türlerinde doğuganlık gücü bulunduğuna inanılmıştır. Doğurganlık gücünün içinde gizlendiği varsayılan kutsal ağaçlar; Keltlerde elma, Asurlularda asma, nar, köknar, sedir ya da meşedir.
Aslında doğurganlık simgeselliğinde hayat ağacı plesentadır. Kadın ve ağaç arasındaki mitolojide plesentadan doğum kurgulanmıştır. Bu düşüncenin sonucu olarak kadınlar anılan ağaçlardan kısırlıkları engellemeleri, gidermesi ve doğumlara yardımcı olmaları için istek ve duada bulunurlar. Örneğin Bazı kültürlerde kısır kadınların çocuk doğurabilmek için tek başlarına bir elma ağacının altında dua etmeleri veya yuvarlanmaları gerektiği inancı yaygındır. Orta Asya’da Goldes adı verilen bir toplulukta çocuklarının olmasını dileyen yeni gelinler hayat ağacı işlemeli elbiseler giyerlerdi. Anadolu’nun bazı yörelerinde kısır kadınlar gövdesinde delik olan bir ağacın içinden geçerler, böylelikle çocukları olacaklarına inanırlardı; bazen de bir kişi bir ağaç keserse artık çocuğunun olmayacağına inanılırdı. Güney Hindistan’da kısır kadınların, köklerinin bir kısmı nehir sularıyla yıkanan ve diplerine bir çift yılanın delik açtığı iki ağacın arasına bir taş koyarlarsa anne olacağına inanılırdı. Çocuğu olmayan Yakut kadını, karaçam ağacına gelir, beyaz at derisini ağacın altına serer ve ağacın karşısında dua ederdi. Yakutlarda ruhlar kuş biçiminde tasavvur ediliyordu. Ruhlar şamanın diktiği ağacın dalları arasında uçuşurlardı. Bir insan doğunca buradan bir ruh uçarak o insana can verirdi. Avrupa’da bebekleri ağaçların verdiğine dair bir inanç vardır. Bu nedenle Avrupalılar, birçok yerde bebek ağaçları bulundurmuşlardır. Böyle bir bebek ağacı günümüzde Tirol’de bulunmaktadır.
İnsanlığın yaratılmasında da hayat ağacı teması vardır. Yaradılış efsanelerinde genel olarak belirli bir toplumda hangi malzeme daha fazlaysa ondan yaratıldığı anlayışı yaygındır. Örneğin Melburn çevresinde Avustralya kabileleri, iki insanın bir mimozadan doğduğuna inanmışlardır. Hindiçin’de çok yaygın bir mite göre, insanlık bir tufan sonucunda yok olur. Yalnızca mucize eseri bir bal kabağının içine saklanan bir kız ve erkek kurtulur bu kızla erkek evlenir, kız bir bal kabağı dünyaya getirir; bir dağa ve ormana serpilen tohumlardan insan doğar. Bazı toplumlar bir bambu ağacından, bazıları da bir muz ağacından türediğine inanırlar.
Yakutlarda ilk insan Er-Sogotoh hayat ağacıyla beraber yaratılmış ve hayat ağacından beslenmiştir. Uygurların Türeyiş Efsanesi’nde Uygurlar’ın, ağaçtan çıkan beş çocuktan türedikleri belirtilir. Oğuz Kağan eşini bir ağaç kovuğunda bulmuştur. Şamanların da bir ağaç yoluyla türediğine inanılmıştır. İnsanlar bazı bitki ve ağaç türleriyle yakınlık kurmuşlar, buna bağlı olarak da ağaç veya bitkiden türediklerine inanmışlardır. Her yeni doğanın Tanrıdan yani Ağaçtan geldiğine inanılmıştır. Bunda yaşam ve gerçeklik kaynağının ağaç olarak düşünülmüş olması etkili olmuştur.
İnsanların bitki veya ağaca dönüşmesi mitiyle de sık sık karşılaşırız. Bazen insan veya hayvan dönüşerek ağaç veya bitki olur. Buna bir örnek Tongo Adalarından verebiliriz. Bir karı kocanın bir yılan balığı oğulları olur ve yılan balığı oğul bir göle gider. Sonra halk onu öldürür, başı bir yere gömülür. Başın gömüldüğü yerden Hindistan cevizi ağacı çıkar. Havai’de de bir ekmek ağacı efsanesi anlatılır. Buna göre ekmek ağacı ilk kez bir adam açlıktan öldüğünde ortaya çıkmıştır. Genel bir kıtlık vardır ve adamın çocuğu hastadır. Adam buna bir çözüm için açlıktan ölür ve karısından öldükten sonra bedenini parçalayıp evin değişik yerlerine gömmesini ister. Gömülen yerlerden birçok değişik meyve ağaçları ortaya çıkmıştır. Muz ağacı, üzüm, seker kamışı gibi ağaçlarla evin çevresi dolar. Kadın oğlunu bunlarla besler. Çocuk meyveleri yiyince gövdesine sağlık gelir ve gücü artar, büyüyünce de bir kahraman olur.
Kadınları doğurgan kılma gücünün ağaçtan geldiğine inanılmıştır. Birçok kültürde çocuğu olmayan kadınlar, kollarıyla bazı ağaçlara sarılmışlar böylece ağacın bereketinden faydalanarak çocuklarının olacağına inanmışlardır. Bazı toplumlarda ağaçların çocuk doğururken kadınlara kolay bir doğum imkânı verdiğine inanılır. Örneğin İsveç’te kadınlar ıhlamur, dişbudak veya karaağaca sarılarak doğum yapmışlardır. Bu uygulamayla onlar, hem kötülüklerden korunacaklarını hem de kolay bir doğum yapacaklarına inanırlardı. Yunan kültüründe de kutsal ikizler Apollon ve Artemis’i anneleri doğurmak üzereyken bir hurma ve zeytin ağacına veya iki defne ağacına sıkıca sarıldığı anlatılır. Konunun İslam kültüründe bir örneği de Hz. Meryem’in Hz. İsa’yı doğuracağı zaman hurma ağacına sarılması ve yere dökülen hurmalardan yemesi ile doğumunun kolaylaşmasıdır.
Hayat Ağacı Gençlik Ve Ölümsüzlüğün Sembolüdür
Hayat ağacı, ebedi gençlik ve ölümsüzlük kaynağıdır. O, hep yeşildir, canlıdır, yeşil kaldığı müddetçe de varolmaya devam edecektir. “Hayat Ağacı” her zaman yeşil, her zaman çiçekli, her zaman meyve yüklü ve yiyeni ölümsüz kılan bütün ağaçları bünyesinde barındırır.
Hayat ağacı evrenin varlığının garantisidir. O varoldukça ve yeşil kaldıkça kâinat da varolacaktır. İskandinav hayat ağacı Yggdrasil, dünyaya son verecek bir felaketin geldiği ve evrenin temellerinden sarsıldığı bir felaket sırasında çok kuvvetli bir biçimde sallanır ama yıkılmaz. Mit ve efsanelerde Hayat ağacını sürekli olarak yıkmaya çalışan canavar ve griffonlardan bahsedilir. Bu anlatılarda genellikle bir yılan veya ejderha hayat ağacının kökünü kemirir ve onu devirmeye çalışır, ama deviremez. Hayat ağacında varolan ebedi canlılık, sonsuza kadar yaşama, yok olmaya karşı direnme onun mutlak gerçeklik olduğu anlayışını doğurur. Bu düşünce hayat ağacının sağlık, gençlik ve ölümsüzlük kaynağı olduğu düşüncesini geliştirir.
İnsanlar yeryüzünde ölümsüz bir yaşam arzulamışlardır. Ebedi gençlik ve ölümsüzlük için mucizevî meyveler, şifalı otlar yetiştirilmiş, simya ve tıp reçeteleri geliştirilmiştir. Bunların bazılarının gençleştirdiğine, bazılarının uzun ömür verdiğine, bazılarının da ölümsüzlük verdiğine inanılır. Ölümsüzlük arayışlarının temelinde mucizevî bitkiler ve ağaçlar yatar her türlü mucizevî bitki temasının altında da “hayat ağacı” teması bulunur. Hayat ağacı genellikle ulaşılamaz bir yerde ya da merkezde bulunan ve yalnızca seçilmişlerin meyvelerinden yiyebileceği mucizevî bir ağaçta cisimleşen gerçeklik, kutsallık ve yaşamı simgeler. Her türlü hastalığın tedavisi, gençlik ve ölümsüzlüğün çaresi hayat ağacıdır. Ölümsüzlüğü arayanlar bu ağaca ulaşmalıdır.
Hayat ağacı hastalıkları iyileştirir. Örneğin Avrupa kültürlerinde yaygın olan Mayıs ağacı tıbbi tedavide önemli bir fonksiyona sahiptir. İngiltere’de insanlar bazen fıtık tedavisi için bir ağaç yarığının arasından geçerler. Frandreliler, sıtma tedavisi için sabahleyin erkenden bir söğüt ağacının dallarından birine üç düğüm atarlar ve şöyle derler: “Sabahlar hayır olsun ihtiyar, sıtmayı sana veriyorum. Hayırlı sabahlar ihtiyar.” Daha sonra geri dönerler ve arkalarına bakmadan kaçarlar. Dünyanın birçok toplumunda hastalıklar ağaçlarla tedavi edilmiştir. Şamanlar hastaları tedavi ederken yanlarında hayat ağacını temsil eden kayın ağacı bulundurmuşlardır.
Hayat ağacı ölümsüzlüğün kaynağıdır. Bu ağacın meyvelerinden yiyen ve suyundan içen tam bir sağlık, gençlik ve ölümsüzlüğe kavuşur.
Hayat Ağacı Güç Ve İktidarın Sembolüdür
Rivayete göre efsanevi hükümdar Oğuz Kağan göbeğinden 3 ağacın çıktığını, gölgelerinin her tarafa yayıldığını ve göğe değdiğini görür. Aynı doğrultuda Osman Gazi’nin rüyasında göbeğinden çıkıp bütün dünyayı saran bir ağacın yükseldiğini görür. Bu ağaç Osmanlı Devleti’nin dünya hâkimiyetinin sembolü olmuştur.
HAYAT AĞACININ FONKSİYONLARI
Dünya kültürlerinde hayat ağacının bazı fonksiyonlarının olduğu tasavvur edilir. Bu fonksiyonlar genellikle hayat ağacının insanların günlük hayatlarını ve dini hayatlarını düzene sokan özelliği üzerinde yoğunlaşır. Bu anlamda hayat ağacı, insanların güçlerinin yetmediği ve olaylar karşısında aciz kaldıkları durumlarda birçok mucize gerçekleştirir.
Hayat A ğacı Tabiat Olaylarını Yönlendirir
İnsanlar hayat ağacının tabiat olaylarını yönlendirme gücüne sahip olduğuna inanmışlar ve bu nedenle doğa olaylarını yönlendirme konusunda hayat ağacından faydalanma yoluna gitmişlerdir. Eski insanlar güneşin batışının gecikmesi veya engellenmesi, rüzgârın dinmesi veya esmesi, ay tutulmasının engellenmesi, yağmurun yağması gibi olaylarda ağaçtan faydalanmışlardır. Örneğin Rusya’da Dorpat yakınlarında bir köyde yağmur yağması istendiğinde üç adam kutsal bir korudaki köknar ağacına tırmanırlardı. Bu adamların biri gök gürültüsü, biri şimşek, diğeri de bir demet ince dalla bir kasadan etrafa su serperek yağmur yağdırma taklidi yapardı. Yeni Gine’nin batısında bir adada, büyücü özel bir ağacın dalını suya daldırıp; dalda birikmiş su damlacıklarını yere serperek yağmur yağdıracağına inanırdı.Orta Angoniland halkı yağmur yağdırmak için bir takım ritüeller yaparlardı. Bunların içinde ağaçlardan dal koparıp yağmur için dans etmek de vardır. Halk, ellerindeki dalları suya daldırıp yukarı doğru sallar ve suyu damlacıklar halinde etrafa savurur bunun sonucunda artık yağmurun gelmesine kesin gözüyle bakarlardı. Yağmurun durmasında da yine temel araç ağaçtır. Hadramut’ta Algamar adlı bir kabile halkı çöldeki ağaçtan bir dal kesip bunu ateşin üzerine koyar. Daha sonra da tutuşan dalın üzerine su serper ve alevli ateşin üzerine düşen su uçunca yağmurun şiddetinin azalacağına inanırdı.
İnsanoğlu tabiat olayları karşısında aciz kaldığı durumlarda hayat ağacından faydalanma yoluna gitmiştir. Örneklerde gördüğümüz kadarıyla insan gücü yetmediği durumlarda tanrı ile kendisi arasına hayat ağacını koyarak iletişim sağlamaya çalışmıştır.
Hayat Ağacı Şeytan Ve Kötü Ruhları Kovar
Ağaç ve bitkide bulunan kutsallık, kötü ruhların zarar vermesinde engelleyici bir etken olarak görülmüştür. Bir Japon yaratılış mitinde şeftali ağacı kötülükleri kovar. Kızılderililer söğüt ağaçları yeşerdiğinde şeytanı kovma ayinleri yapmışlardır. Cermenlerin köy evlerinin avlularında koruyucu olması için birer hayat ağacı bulundurulmuştur. Kaşgarlı Türk boylarında kötü ruhlardan arındırılmak istenen bir yere ağaç dikilir, kurban olarak da yere bir koyun gömülürdü. Avrupa halklarında çok önemli bir yere sahip olan ökse otu, bütün sihirlere ve büyülere karşı kesin bir çare, savaş günündeyse tam bir koruyucu yerine geçerdi. Ökse otundan kesilen ufak bir dal, bebeklerin beşiğine yerleştirilirdi. Bunun onları periler tarafından peri çocuklarıyla değiştirilmeye karşı koruyacağı düşünülürdü. Aynı şekilde ökse otu tüm Avrupalı ailelerin evinin koruyucusu sayılırdı. Norveç’te bir kayığın pruvasına ağaç dalı takılmış şekilde çizilmiş bir tablo bulunur. Bu tablodaki kayığa takılmış ökse otunun bu çifti koruyacağına inanılmıştır. Azerbaycan Türklerinde çocukları ve hayvanları kötülüklerden korumak için “dağdağan” isimli sert bir ağacın parçası çocukların boyunlarına asılırdı. Bu sayede çocukların ve hayvanların nazar gibi kötülüklerden korunacağına inanılırdı.
Günümüzde Hıristiyan olan Çuvaş Türklerinde üvez ağacı kutsal kabul edilmiş ve kötü güçleri kovucu özelliğe sahip olduğuna inanılmıştır. Çuvaşlar üvez ağacının insanları ve hayvanları hastalıklardan koruduğuna inanmaktadırlar. Kendilerine gelebilecek kötülükleri önlemek amacıyla boyunlarına üvez ağacından yapılan haç veya herhangi bir kolye takmışlardır. Çuvaş inançlarına göre terkedilmiş yerlerde yaşayan ve ‘iye’ adı verilen kötü ruhlar bulunur. İye’lerin zararlarından korunmak için bebeklerin boyunlarına üvez ağacından yapılmış bir kolye takılır. Çuvaşlar çocuklarının ölümünü önleyebilmek için yeni doğan bebeklerine bazı ağaçların isimlerini vermişler, böylece kötü ruhların uzaklaştığını da düşünmüşlerdir.
Birçok dinde ardıç, günnük ve öd ağacından yapılan tütsünün kötü ruhlardan koruyucu, temizleyici vasfı bulunduğuna inanılır. Bu nedenle tütsü dini ritüellerde kullanılmaktadır. Fakat günümüzde tütsünün bu vasfı unutulmakla beraber eski bir uygulama olarak ayinlerde hala varlığını devam ettirmektedir.
Hayat Ağacı Bereketi Arttırır
Hayat ağacı canlılığı, doğurganlığı ve bereketi simgeler. Ürünler onunla olgunlaşır, doğumlar onunla kolaylaşır. Dünya toplumları bereketin sağlanması için ağaçlar etrafında bazı uygulamalar yapmışlardır. Eski Anadolu medeniyetlerinden Hititler’de Tanrı Telepinus kaybolur ve bunun neticesinde ülkeden bereket gider. Bunun üzerine hayat ağacı olarak tanımlanabilecek bir direk üzerine koyun postu asılır ve bu direk etrafında bazı dini ritüeller yapılır. Tanrı’nın önüne dikildiğine inanılan bu direk etrafında yapılan ritüellerden sonra berekete kavuşulacağına inanılır. Galalar hayat ağacının çevresinde çiftler halinde dans ederek iyi bir ürün için dua ederler. Her çift bir kadın ve bir erkekten oluşur. Bunlar uçlarından
tuttukları bir sopa ile birbirine bağlanırlar. Kollarının altında yeşil mısır ve ot taşırlar ve bu törenin onlara bol ürün getireceğine inanırlar.
Eski Avrupa medeniyetlerinde İlkbaharın gelişi bir ağacın süslenip bir tören alayıyla gezdirilmesiyle kutlanırdı. Bu kutlamalara Avrupa’da bugün de hâlâ rastlanır. İlkbaharın başında Vaftizci Yahya yortusunda ormandan bir ağaç getirilip kasaba meydanına çıkılırdı ya da bazı yerlerde herkes ormana gidip taze dallar keserdi. Evin efendisi, bu dalları bolluk ve bereket getirmesi için eve dikerdi. Bu ağaca “mayıs ağacı” ya da “mayıs direği” denilmiştir.
Almanya’nın bazı bölgelerlinde 1 Mayıs günü köylüler ahırların kapılarına, her at ve inek için birer mayıs ağacı ya da mayıs çalısı dikerler; bunun ineklere daha fazla süt verdireceğine inanırlar. İrlandalılar da 1 Mayıs günü evin üzerine tutturulan yeşil bir ağaç dalının o yaz çok süt sağlayacağına inanırlar Mayıs direği ev ev dolaştırılır. Çünkü Mayıs direğinde bereket vardır. Bundan dolayı kapı kapı dolaştırılarak ya da her evin önüne dikilerek herkesin pay alması sağlanır. Mayıs ağacı ilkbahar bereketinin ve bolluğunun taşıyıcısıdır. O, insanlara ve şehirlere bütün bir yıl boyunca bereket sağlayacak kadar sihirli güce sahiptir. Ayrıca 1 Mayıs günü yapılan ilginç uygulamalardan biri de sevilen bir genç kızın evinin önüne ya da üzerine yeşil bir çalı yerleştirilmesidir.
1 Mayıs veya Paskalya günü geldiği zaman kalabalık gençler ormana gider, genç bir ağacı kesip, süsleyip köye getirirler. Ağacı köyün alanına yerleştirip etrafında dans ederler. Bazen bu ağacı şarkılar söyleyerek evden eve dolaştırırlar. Halk şarkıcılara yumurta, yağ gibi gıda maddeleri verir. Sonra da kalabalık bunları yer. Ağacın dallarına çeşitli oyuncaklar, süsler, bayrak ve kurdeleler asılır. Pek çok bölgede Mayıs ağacının taşınması sırasında geçen yılın direği yakılır. Ateşin tahtayı küle çevirmesi bitkiler âleminin yenilenmesi ve yeni yılın başlaması anlamına gelir. Sonra da mayıs direğinin külleri karnavalda veya Noel’de tarlalara serpilir. Böylece hasat bereketi geleceğine inanılır. Eski çağlardan beri mayıs
ağacı bereketin ve verimliliğin sembolü olmuştur. Mayıs ağacı hayat ağacı olarak bereketi simgelemiştir. İlerleyen bölümlerimizde mayıs ağacını daha detaylı bir şekilde incelemeye çalışacağız.
Hayat Ağacı İnsanların Kaderini Belirler
Hayat ağacının yaprakları bu dünyadaki insanlara benzetilmiştir. Hayat ağacının yapraklarından her biri dünyadaki bir insanla özdeşleştirilmiştir. Onun yaprağı sararıp yere düşerken bir insan ölür.
Osmanlı Türklerinin inancına göre, hayat ağacının bir milyon ya da dünyadaki insan sayısı kadar yaprağı vardır. Her yaprağın üzerinde bir insanın kaderi yazılıdır ve her yaprak düşüşünde bir insan ölür. Ölen birinin yaprağı düşerken sağlıklı bir insanın yaprağına değerse o insanın kulaklarının çınlayacağına inanır. Anadolu’da bir inanışa göre her insanın bir ağacı vardır ve her kulak çınlayışında ağaçtan bir yaprak düşer, ömründen bir gün eksilirmiş, ağaçtaki yaprak bitince de ömrü bitermiş. Dünya kültürlerinde yaygın olan bir uygulama da yeni doğan her çocuk için bir ağaç dikmektir. Çocuk doğduğunda bir ağaç dikilir ve çocuğun ağaçla birlikte büyümesi umulur. Bu gelenek günümüzde de hala yaşatılan bir uygulamadır. İsviçre’de erkek çocuk için bir elma, kız çocuk içinse bir armut ağacı dikilir; böylece halk çocuğun ağaçla birlikte gelişeceğine ya da kuruyup öleceğine inanır. Mecklenburg’da doğan çocuğun sonu dışarıya, genç bir ağacın dibine atılır, o zaman çocuğun ağaçla birlikte büyüyeceğine inanılır. Bazen de bir ağacın dalı kendiliğinden kırıldığında bir insanın ölmek üzere olduğu anlaşılırdı. Çocuğu olmayan aileler bazen dileklerinin gerçekleşmesi için ağaç dikerlerdi. Büyürse çocuklarının olacağını, kurursa olmayacağını düşünürlerdi. Bazen de rüyada görülen ağaç devrilmesi önemli birinin öleceğine işaret olurdu. Bütün bunlardan İnsanlar ve hayat ağacı arasında kader birliği kurulduğu anlaşılıyor.
Eski insanlara göre dünya genel olarak canlıdır. Ağaçlar ve bitkiler de bu kurala bağlı olarak canlıdırlar. Onların da insanlarda olduğu gibi ruhları olduğuna inanılmıştır. Ağaçlar belli bir zekâya sahiptir ve insanlara yardımcı olabilirler. Eski insanlar canlı ağaçların kesilmemesi ve zarar verilmemesi gerektiğini düşünürler. Eğer onlara zarar verilirse, zarar veren insan ya ölür ya da sakat kalır. Hatta canlı bir ağacı kesmenin onlara acı vereceğine inanılır ve bazı ağaçların kesilirken ağladıkları ifade edilir. Avrupa uygarlıklarında bir ağacın kesilmesi gerektiğinde ağaçtaki ruhun kızıp insana zarar vermemesi için önce ağaca kurbanlar sunulur sonra da ondan özür dileyip kesilirdi. Ağaçlarda ruhun bulunduğu inancı ağaçların da erkek ve dişisinin olduğu ve onların da evlenebilecek varlıklar olduğunun düşünülmesine sebebiyet vermiştir. Bu düşünceden dolayı ağaçlar meyve vermeleri için evlendirilmişlerdir.
İlkel düşüncede ağaçların ata ruhlarının barınağı olduğu anlayışı vardır. İnsanlar ölülerini ağaçların altına gömerler, çünkü ölünün ağacın kutsiyetinden faydalanmasını isterler. Ağaçların yanına hacca giderler onlardan dilekte bulunurlar ve dileklerinin gerçekleşmesi için ağaçlara bez bağlarlar.
HAYAT AĞACI - SU BİRLİKTELİĞİ
Dünya kültürlerinde ağaçlarla ilgili geliştirilmiş mitlerde genel olarak ağaç- su, ağaç-su-taş, ağaç-su-türbe veya mabet birlikteliği yer alır. Bu birliktelikte su ve ağaç kompozisyonu daha yaygın bir halde bulunmaktadır. Hayat ağacının altında veya çevresinde genellikle bir su kaynağı, bir göl veya bir nehir bulunur. Ayrıca bu ağacın, kökünden, gövdesinden ya da başından bir su “hayat suyu” akar. Bu su içenlere şifa, gençlik ve ölümsüzlük verir. Altay Türk mitolojisine göre ilk insan er- Sogotoh’u Hayat ağacının akıttığı su ve süt diriltir. Bu su sayesinde hastalar iyileşir. İhtiyarlara gençlik, yaşlı hayvanlara zindelik gelir. Er-Sogotoh, hayat ağacının tepesinden ve gövdesinden çıkan usareyle beslenmiştir. Bu su onun hem içecek hem de yiyecek ihtiyacını karşılamıştır. İçenlere gençlik, zindelik, canlılık bahşetmektedir. Bu bağlamda Uygurların Türeyiş efsanesi de ilgi çekicidir. Efsaneye göre iki nehrin kavuştuğu bir yerde bir tepe yükselir. Tepenin de
üzerindeki bu ağaçtan beş çocuk türer. Uygurların hakanı Bögü Han bu çocuklardan biridir. Buradaki ağaç, hayat ağacıdır ve cennetten çıktığına inanılan iki nehrin kavuştuğu yerde bulunur. Çocuklar, güç ve kuvvet veren hayat suyu ile beslenmişlerdir. Oğuz Kağan destanında, Oğuz, bir gölün ortasında bulunan bir ağaç kovuğunda bulduğu bir kızla evlenmiştir. Eski İran düşüncesine göre göğün en üstünde bir hayat ağacı vardı, onun altında da gök dağı bulunuyordu. Dünyadaki bütün ırmakların kaynağı bu gök denizinden akıyordu. Bu denize ‘advisura’ denmiştir. Yggdrasıl ağacının üç kökü vardır: Bu üç kökün yanında üç tane kutsal kaynak bulunur. Bu kaynaklardan biri hafıza çeşmesidir. Buradan içen bilge olur. Tanrılar konseyini burada toplar. Yggrasil bu kaynaktan sulanır. Ona geçlik ve canlılık verir. Dekoratif sanatlarda su ağaç birlikteliğine geniş bir şekilde yer verilir. Kutsal akarsuların cennetten çıkıp tekrar cennete döndüklerine inanılmaktadır. Yani Tanrı’dan gelip Tanrı’ya dönmektedirler.
Ağaç-su-taş kompozisyonun zengin bir anlamı vardır. Taş kutsal gerçekliğin yüce bir temsili, yıkılmaz ve sonsuza kadar varlığını sürdüren göstergesidir. Bu kompozisyonun ayrılmaz unsuru olan ağaç, düzenli olarak kendini yenileyen kutsal gücü ifade eder. Bu bütünü tamamlayan su ise potansiyeli, tohumu ve arınmayı sembolize eder. Zamanla bu birliktelik en önemli olan unsura, tek başına ağaca indirgenmiştir. Böylece ağaç tek başına kozmosun ifadesi olmuştur. Günümüzde pek çok kültürde bu kompozisyon varlığını güçlü bir şekilde devam ettirmektedir.
HAYAT AĞACI ve HAYVAN ÖRÜNTÜLERİ
Dünya kültürlerinde hayat ağacının dalarında ve kökünde çeşitli hayvanlar olduğu tasavvur edilir. Anlatılan efsanelere göre bu hayvanlar farklılık gösterir. Fakat hayvan örüntülerinde genel tema aynıdır. Ağacın dallarında bir takım hayvanlar bulunur. Genellikle bir kartal bu hayvanların içinde yer alır. Kökünde ise bir yılan veya ejderha bu ağacı yıkmaya çalışır. Kartal da her gün yılanla mücadele eder. Bu temanın dünya kültürlerinde çok sayıda örneği vardır. İran mitolojisindeki hayat ağacı Gaokerena’ya zarar vermesi için kötülük Tanrısı Ehrimen bir kertenkele yaratır. Kalmuklar, okyanusta bir ejderhanın yaşadığından ve ağacın suyun üzerine düşen yapraklarını yuttuğundan söz ederler. Buryatlar’da hayat ağacı bir süt gölünün ortasındadır. Dibinde bir yılan yaşar. Bazen de yılan ağacın gövdesine sarılı halde bulunur.
Yılan veya canavar bu ağacın bekçiliği görevini üstlenir. Kimseyi yanına yaklaştırmaz. Kurtuluş yolunu ve ona giden tüm yolları gözetir. Yunan mitolojisinde Herakles, Hesperidler’in bahçesinden altın elmaları alabilmek için onları koruyan ejderhayı öldürmek veya uyutmak zorunda kalır. Yılanlar, tüm ölümsüzlük yollarına yani tüm merkezlerin ve kutsallığın ve gerçekliğin bulunduğu her yerin bekçiliğini yaparlar. Dünyanın merkezinde saklı bulunan hazineleri, güç, yaşam ve her şeyi bilebilme yeteneği bahşeden her simgeyi korurlar. Bu simge genellikle hayat ağacı olmuştur.
Hayat ağacının ve ölümsüzlüğün peşindeki ilkel insan ve bu ağacı koruyan veya insanın ağacın meyvesini yemesini kurnazlığıyla engelleyen yılan ya da canavar örüntüsü birçok gelenekte bulunur. Burada insan, ağaç-yılan birlikteliği bulunur. Ölümsüzlük güçlükle elde edilir. Buna ulaşmayı isteyen insan birçok zorluğa katlanmak mecburiyetindedir. Ölümsüzlük ulaşılamaz bir yerde, dünyanın sonunda, denizin dibinde, karanlıklar ülkesinde, çok yüksek bir dağın zirvesinde ya da bir merkezde bulunan hayat ağacında bulunmaktadır. Büyük çabalarla hayat ağacına yaklaşmaya çalışan insanı bir canavar ya da bir yılan beklemektedir. İnsan ise bu canavarla dövüşmeli ve onu yenerek hayat ağacının meyvelerinden yemelidir. Bu canavarı yenemeyen hayat ağacına ulaşamaz.
Yahudi ve Hıristiyan geleneklerinde, ilk insan Hz. Âdem ölümsüzlüğü yılanın kurnazlığıyla kaybeder. Yılan Âdem’i kandırır. Canavar veya yılan insanın ölümsüzlük yolundaki en büyük rakibidir.
İskandinav kozmik ağacı Yggdrasil’in dallarında kartal, keçi, yılan ve geyik yaşar. Köklerinde onu sürekli devirmeye çalışan çıngıraklı bir yılan bulunur. Hayat ağacı ve kartal motifi de çok sık karşılaşılan bir temadır. Türk kültüründe ağacın tepesinde daima iki başlı kartal ya da iki kartal tasavvur edilir. Hayat Ağacı üzerindeki kartalın göğün beşinci katında yaşadığına inanılır. Türk kültüründe kartal Tanrının bir sembolü olarak görülür. Hayat ağacının en tepesinde nöbet tutar. Tanrının elçisi olan ruhların ilettiği mesajları hakan ve kamlara iletir ve Şeytanı temsil eden yılanı öldürür.
TAPIM NESNESİ OLARAK HAYAT AĞACI
Kutsal ağaçlar, tapınma nesnesi olarak karşımıza çıkar. Frazer, Almanlar, Keltler, Druidler, Putperest Slavlar ve Eski Yunanlılar gibi Avrupa kavimlerinin ağaçlara ve korulara taptıklarını bildiriyor. Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, Müslüman Nogayların ağaca taptıklarından bahseder. Nogaylara göre ibadet ettikleri ağaç Cebrail vasıtasıyla Allah tarafından gönderilir. Bu ağaç Tuba ağacının dalından bitmiş olup, Hızır eliyle dikilmiştir. Dünya gelenekleri üzerinde ağaç tapımına rastlanmakla beraber bu tapınma hiçbir zaman sadece ağaca tapınma değildir. Mircea Eliade ağaç tapımıyla ilgili olarak; bir ağaç hiçbir zaman yalnızca kendisi için kutsallık kazanmaz, her zaman onun aracılığıyla “ortaya konulan” anlamlandırdığı ve simgelediği şey adına bir tapınma sahip olur. Büyülü ya da şifalı ağaçlar etkilerini mitolojik bir ilk örneğe borçludur.” demiştir. Ağaç hiçbir zaman ağaç olduğu için tapınma nesnesi olmamıştır. Ağaç kendisi aracılığıyla mutlak gerçekliği ortaya koymuş, Tanrı’nın yeryüzünde bir tezahürü olmuştur.
Verilen bilgilere göre hayat ağacının insan hayatında doğumdan ölüme kadar her safhasında, ölüm sonrasında, doğa olaylarının düzenlenmesinde, yaradan ile insan arasındaki münasebetlerde, çok önemli bir yeri olduğu anlaşılmaktadır.
KADİM DİNLERDE HAYAT AĞACI
Hayat ağacı en eski medeniyetler tarafından bilinen bir kavramdır. Hatta hayat ağacının varlığı insanın varlığı kadar eskiye gider. Öyle ki birçok toplumda insanlığın hayat ağacından türediğinden bahseden mit ve efsaneler oldukça yaygındır.
Eski Anadolu ve Mezopotamya Medeniyetlerinde Hayat Ağacı
Sümer mitolojisi, hayat ağacı motifinin en erken ortaya çıkığı medeniyetlerden biridir. Sümer dininde hayat ağacı temasına sıklıkla rastlanır. Sümer yaratılış efsanesinin temelinde “kutsal ağaç” veya “doğum bitkisi” motifi bulunur yani yaratılış hayat ağacıyla başlamıştır. Sümer mitolojisinin önemli kahramanlarından ‘Etena’ bir Sümer kralıdır. Efsaneye göre Etena, bir çocuk sahibi olmayı ister. Tanrılarla konuşarak onlardan doğum bitkisini bulmalarını ve doğum bitkisinin meyvesiyle kendisine bir çocuk verilmesini ister. Güneş Tanrısı, bir kuşun doğum bitkisini bulması için ona yol göstereceğini söyler. Efsanede doğumun hayat ağacıyla özdeşleştiği, Etena’nın çocuğa hayat ağacı vasıtasıyla kavuştuğu görülür. Böylece yaratılış hayat ağacıyla başlamıştır. Bu efsanede doğum bitkisini getiren kuş da yine hayat ağacı temasının ortak unsurlarından biridir.
Mezopotamya’nın birçok yerinde hayat ağacı kalıntılarına rastlanmış ve hayat ağacıyla ilgili birçok efsane anlatılmıştır. Konuyla ilgili bir efsane Gılgamış ile ilgili olarak anlatılır. Gılgamış, bir bahçede mucize ağacı bulur. Gılgamış, mucize ağacın yanında genç bir kız görünümünde bulunan ilah Siduri ile karşılaşır. Gılgamış bu Tanrıça’ya bir asmanın yanında rastlar; bağ eski doğuluların “hayat otuyla” özdeşleştirdiği bitkidir. Sümerler, yaşam için bir asma yaprağını işaret olarak kullanmışlardır. Asma mucizevî bir bitki olarak ulu tanrıçaya adanır. Ulu tanrıçanın adı da asma ile ilişkilendirilerek “asma ana” ya da “asma tanrıça” olarak adlandırılmıştır. Bu tanrıça (Siduri) ölümsüzlüğün kaynağıdır. Asma ile Tanrıça Siduri’nin ilişkilendirilmesi Siduri’nin elinde üzüm bulunması ölümsüzlüğünün kaynağının ‘asma’ olduğunu akla getirir. Asma ölümsüzlük otuyla özdeşleştirilmiştir yani hayat ağacı olmuştur. Mezopotamya’da ölümsüzlük otu çok bilinen bir kavramdı ve çok önemliydi. Bilhassa ‘Gılgamış Destanı’ ölümsüzlük otunu bulma hikâyesidir.
Siduri, Yunan mitolojisinde yer alan Nympha Kalypso’yla özdeşleştirilir. Kalipso da Siduri de genç kız görünümündedirler. İkisinin de ellerinde üzüm salkımları bulunur. Siduri dört kaynağın çıktığı bir yerde oturmaktadır. Adası denizin ortasındadır. Kalypso, Amphalos’un yanında “dünyanın merkezindeki” hayat ağacının ve dört kaynağın bulunduğu yerde kendini ifşa eder. Kahramanlara ölümsüzlük dağıtır ve sükûnet verir.
Sümerlilere ait olduğu düşünülen bir şiirde ‘Huluppu ağacı’ndan bahsedilir. Bu ağaç Fırat nehrinin kenarına dikilmişti. Fakat rüzgâr onu söküp, ırmakla birlikte sürükledi. Gök tanrıçası İnanna onu alıp tapınağın merkezine getirip dikti ve özenle baktı. Ağaç büyüyünce İnanna onu kesmek istedi; fakat bir yılan onun dibine yuva yapmıştı, tepesine de bir kuş yavrusunu bırakmıştı. Ağacın dallarına harabe hizmetçisi Lilit evini kurmuştu. Burada Huluppu ağacı dibindeki yılan ve dallarındaki kuşlarla hayat ağacına benzemektedir.
Başka bir anlatıya göre Gılgamış Destanında Tanrıça İnanna, bahçesine bir Huluppu ağacı diker. Düşmanları onu engellemeye çalışırlar. Gılgamış ise İnanna’ya yardım eder. Bu yardımından dolayı İnanna Gılgamış’a teşekkür eder ve Huluppu denilen bir ağaçtan ‘Pukku’ ile ‘mukku’ hediye eder. Pukku ile mukku, sihirli davul ve sihirli davul tokmağıdır. Burada Tanrı Huluppu ağacında tezahür etmiştir. Tanrı ile iletişim Huluppu ağacının odunundan yapılan davul ve tokmak ile gerçekleşir. Davuldan çıkan sesin huluppu ağacının sesi olduğuna inanılmıştır.
Asur kabartmalarında Tanrı’nın hayat ağacında tecelli ettiği görülür. Bir kabartmada Tanrı, bir ağaçtan çıkar biçimde gövdesinin üst kısmıyla betimlenir. Ağacın yanında su akmakta ve bir keçi ağacın yapraklarını yiyerek beslenmektedir.159
Bir Asur belgesinde İştar’dan Hayat ağacı tanrıçası olarak bahsedilmektedir. Asur ülkesinde Hayat ağacı kraliyeti ya da Asur ülkesini simgelemektedir. Asur sanatında da hayat ağacının çok zengin bir kullanımı vardır. Duvar bezemelerinde, kral mühürlerinde kullanılmıştır. Asurlularda hayat ağacı insanlarla Tanrılar arasında aracı konumdadır. Saray duvarları, resmi odalar ve tapınaklarda sıklıkla bu motifin yer alması hayat ağacının ne kadar önemli olduğunun göstergesidir.
Urartu uygarlığında hayat ağacı motifine diğer ilk çağ uygarlıklarına oranla daha sık rastlanır. Urartu sanatında hayat ağacı, Sümer, Babil, Asur medeniyetlerine göre daha zengin ve özgün bir içerik taşır. Urartulardan kalan bir silindir mühürde ortadaki hayat ağacına karşılıklı olarak ön ayaklarını dayayan ve en küçük ayrıntısına kadar özenle işlenen iki keçi motifine rastlanır. Bu motif M.Ö. üç binli yıllardan itibaren Sümerlilerin kullandığı ve dünya kültürlerinde de oldukça sık kullanılan bir motif olmuştur. Urartu tapınaklarının üzerinden sonsuza doğru yükselen hayat ağacı tapınağın kutsallığını, varlığının devamlılığını ve tarım ürünlerinin bereketini simgelemiştir.
Urartularda Hayat Ağacının koruyucu vasfı ön plana çıkmıştır. Hayat Ağacı motifi Urartu askeri donanımını oluşturan malzemelerin üzerine resmedilmiştir. Örneğin kral miğferi üzerinde hayat ağacı motifleri bulunur. Bu tasvirde kral ve soyundan olanlar hayat ağacına selam verirler. Hayat Ağacının Tanrısal ruhları içinde barındırdığı ölümsüzlüğü simgelediği düşünülür. Hayat ağacının bu gücünden kralın ve ordunun yararlanması istenilmektedir. Urartular,saraylarını tapınaklarını, boydan boya hayat ağacı motifiyle bezemiştir. Bu motif, Urartular için İmparatorluk simgesi ve Tanrıların amblemleri olmuştur.
Mısır ikonografisinde, Hayat Ağacı temasına rastlanır; bir tasvirde, Tanrı’nın elleri ağaçtan çıkmış bulunmakta ve ellerinde bağışlarını ve hayat suyunu dağıttığı bir vazo bulunmaktadır. Bu tasvirde Tanrı bir ağaçta “Hayat ağacında” tecelli etmiştir. Hayat ağacında tecelli eden Tanrı, yeniden doğuşun ve ölümsüz bir hayatın kaynağıdır. İnsan bu kaynağa, ölümsüzlüğe ulaşabilmek için gelir.
Birçok medeniyette olduğu gibi, Ulu Tanrıça Hayat Ağacı birlikteliğine Mısır’da da rastlanır. Bir kabartmada Mısır’ın büyük tanrısı Hathor, bir gök ağacına muhtemelen hayat ağacı (ölümsüzlük ağacı)na çıkmış olarak ve bir ölünün ruhuna yiyecek ve içecek sunarken yani ölüye yaşam verirken betimlenir.(Resim:2) Her iki örnekte de hayat ağacı ve Tanrı arasında ortaklık kurulur. Tanrı hayat ağacı vasıtasıyla varlıklara yaşam, ölülere güç verir. Başka bir betimlemede de kader tanrıçası, göğü simgeleyen bir ağacın alt dallarına oturmuştur. Bu dalların üzerlerinde firavunların adları ve kaderleri yazılıdır. Mısır da bir ağacın dalları, ağaçta yetişen insana benzer suretler şeklinde tasvir edilmiştir. Mısırlıların tasavvurlarına göre Hayat ağacı göğün doğusundadır. Göğün doğusunda bir incir ağacı vardır ve Tanrılar bu ağacın üzerinde otururlar. Bu ağaç Tanrıların meyvesinden yiyerek beslendikleri hayat ağacıdır Eski Mısır dininde tanrıların ağaçtan türediğinin örnekleri vardır. Tanrı İsis bir ılgın ağacının gövdesinde Osiris’i bulmuştur. Adonis de Myrrha adındaki bir ağaçtan doğmuştur.
Eski çağlarda ağaçlarla ilgili inanışların yaygın olduğu toplumlardan biri de cahiliye çağı Araplarıdır. Onların inançlarına göre melekler ve cinler bazı ağaçları kendilerine mekân seçmekteydiler. Bu inançları sebebiyle Araplar ağaçlara adak ve kurbanlar sunmuşlar, hastalıkları için şifa ummuşlardır. Ayrıca bazı putlar kutsallığı nedeniyle hurma ağacının odunundan yapılmıştır.
Eski Avrupa Kültürlerinde Hayat Ağacı
Avrupa din tarihinde ağaçlara tapınmanın önemli bir rolü vardır. Avrupa, tarihin başlangıçlarında uçsuz bucaksız ormanlarla kaplıydı. Bu nedenle de Avrupa kavimleri ağaçlarla ilgili çok çeşitli inançlar geliştirmişlerdir. Avrupa’da birçok ağaca özel bir önem verilmekle beraber meşe ağacına daha fazla önem verilmiştir ki zaten daha çok yaygın olan ağaç da meşedir.
Ağaca tapınma Ari kökünden gelen bütün toplumlarda görülen bir uygulamadır. Aynı zamanda bütün Avrupa’da ağaçların ruhları bulunduğuna inanılmış ve ağaç ruhlarına saygı duyulmuştur.
Avrupa kültürlerinde birçok ağaç türüne tazim edilmiştir. Bazı topluluklar için, meşe, bazen incir, dişbudak, kayın vb. birçok ağaç türü kutsal ağaç olmuştur. Genel olarak bütün Avrupa topluluklarındaki kutsal ağaç motifi hayat ağacının özekliklerini taşır. Bu ağaçlar Avrupalıların koruyucularıdır aynı zamanda Bereketin ve doğurganlığın sembolüdürler.
Eski Roma’da ağaçları takdis etmek için üzerlerine bir şeyler asılır veya konurdu. Romalılara göre zeytin ağacı kutsaldı. Zeytin dalı barış işareti olarak kabul edilirdi. Zeytinin meyveli dalları Apollo mabedinin önüne dikilirdi. Dal onlara göre kutsiyetin taşıyıcısıdır. Onlar için ağaçtan yapılan bir eşya bile kutsiyetin taşıyıcısı olabilirdi.
Eski Roma ve Yunan’da ağaç tapımıyla ilgili bir hayli kalıntı vardır. Örneğin Kos (İstanköy) adasındaki Asklepios tapınağında servi ağacının kesilmesi yasaktı. Cezası da bin drahmi idi. Roma’nın işlek merkezlerinden biri olan Forum’da Romulus’un kutsal incir ağacına imparatorluk günlerine kadar tapınılırdı. Onun gövdesinin kuruması bütün kente korku salıyordu. Yine Roma’nın kutsallarından biri olan kızılcık ağacı vardı. Ağaç ne zaman oradan geçen birine solmaya, kurumaya yüz tutmuş görünse, adam çığlıklar atmaya ve ağlamaya başlardı. Kelt rahipleri Druidler arasında da meşe ağacı tapım nesnesiydi. Druidler’e göre ağaç yeraltı, yer ve gök arasındaki bağlantıyı temsil etmektedir. Druidler’de elma ağacı da kutsaldır. Meşe gücün, elma ise ölümsüzlüğün sembolüdür. Druidler’e göre ağacın öneminin bir nedeni de tanrıların habercileri olan kuşları üzerinde barındırmasıdır. Druidler, ölülerin ruhlarının dallar arasında ve ağaçların gövdelerinde bulunduklarına inanırlar. Ellerinde kutsal ağaçlarının sembolü olarak gördükleri değnekleri taşırlar. Bu değnekler güç ve sihirle doludur. Dini tören ve ritüelleri korularda ve ağaçlık alanlarda yapılır. Ayrıca Druidler için meşe ağacından büyüyen ökse otu da çok önemlidir.
Eski Yunan dininde ağaçlarla birlikte doğup ölen ağaç perilerinin bulunduğuna inanılır. Bu ağaç perilerine nympheler (driyadlar) adı verilmiştir. Ağaç perileri ağaçların gövdelerinde ve dalları arasında bulunur. Onların etraflarında dolanırlar. Bu ağaç perilerinin ait oldukları ağaçlarla doğdukları ve yine ağaçlarla öldüklerine inanılmıştır. Ağaç perilerinin “Hamadryad” adlı kardeşleri vardır ve bu canlılar daha ufak bitkileri, çalı ve ufak boylu ağaçları korumuşlardır. Yunan mitolojisine göre bazı ağaçlar Tanrıların sembolleri olmuşlardır. Her bir Tanrının ayrı bir ağacı vardır. Zeus’un ağacı bir meşedir. Tapınağı meşe ağaçları arasında bulunur. Zeus’un kızı Tanrıça Athena’nın ağacı zeytindir. Bu ağacı Athena’nın yarattığına inanılır. Defne Apolloy’u, selvi Artemis’i, mersin ağacı da Afrodit’i simgeler. Bu Tanrılar bu ağaçları her türlü tehlikeden korur. Eski Yunan dinine göre defne ağacının bir Tanrıdan oluştuğuna inanılır. Defne ağacı başlangıçta bir tanrıçadır ismi de Daphne’dir. Daphne bir gün koruda dolaşırken Tanrı Apollon ile karşılaşır. Apollon onu beğenip sever. Daphne ondan kaçmaya Apollon da onu kovalamaya başlar. Daphne kendisini bir ırmağa atmak ister fakat başaramaz ayakları kıpırdamaz ve olduğu yerde kalır. Ansızın kollarından omuzlarından yapraklar fışkırır. Ayakları toprağa girip kök salar birden bire bir defne ağacı olur. Apollon bunu görünce çok üzülür ve bundan böyle benim ağacım defne olsun, savaşta kazananlar bu ağacın yapraklarından başlarına çelenkler taksın der.
Bir anlatıma göre de iyiliğin ve yardımın karşılığı ağaç şekline dönüştürülerek verilmiştir. İki Yunan tanrısına bir yaşlı çift yardım eder. Tanrılar bu çiftin yardımlarına karşı ne istediklerini sorarlar çift bulundukları yerde kalmayı birbirlerinden ayrılmamayı isterler. Aradan bir süre geçtikten sonra yaşlı çiftin biri meşe diğeri ıhlamur ağacı oluverir. Bu ağaçların kökleri aynı gövdeleri ise ayrı olur. Eski Yunan inancına göre Tanrıların iyi insanlara bir mükâfatıdır bu.
Eski Yunan dininde ağaçlara zarar vermek veya kesmek büyük cezaları gerektiriyordu. Onlara göre ağaçlar canlı birer varlıktı ve konuşabilirlerdi. Bunun güzel bir örneğini Erysıkhton’un toprak ana Demeter’in korusuna girerek en yüksek meşe ağacını kesip suç işlemesi olarak gösterebiliriz. Erysıkhton ağacı kesmeye başladığında vurduğu yerden kanlar fışkırmıştır. Ağacın kabukları arasından, “beni kesersen cezalandırılırsın” diye bağırılmıştır. Fakat yine Erysıkhton ağacı kesmiş ve Tanrıça tarafından cezalandırmıştır. Burada ağacın konuşabilmesi ve ağaçtan kanlar çıktığı düşüncesi onun insan gibi düşünüldüğünün bir kanıtıdır.
Ege ve Yunan uygarlıklarında, tanrıça-ağaç-dağ-hayvan örüntüleri çok yaygındır. Mikenliler’in Tanrıçayı, eli çıplak göğsünün üzerinde bir sürü kozmolojik amblem (su, güneş, ay)ile hayat ağacının altında oturur halde betimleyen büyük halkası bunun örneklerindendir. Eski Avrupa medeniyetlerinde kutsal ağacın altında oturmak ve birtakım ritüeller yapmak çok yaygındır.
Sir James Frazer Almanlar arasında en eski tapınma yerlerinin doğal ormanlar olduğun söyler. Almanların kutsal koruları vardır ve ağaçlar onlar için çok değerlidir. Eski Almanlarda canlı bir ağacın kabuğunu bile soymanın çok ağır cezaları vardı. Bazı durumlarda bir ağacı kesmeleri gerektiğinde ise bu ağaç güzel ve canlı bir ağaç ise ağacı kesmeden önce ondan özür dileyip kendilerinin bağışlanmasını dilerlerdi.
Avrupalı toplumların inançlarında da diğer birçok toplumda olduğu gibi türeme ağaç yoluyla gerçekleşmiştir. Eski bir Alman rivayetine göre insanlar dişbudak ve karaağaçtan türemiştir. Eski Alman putperestlik ilahları Odin, Hönir ve Lodr, Askr ve Embla adlı iki yaratıkla karşılaşır. Daha sonra dilbilimciler Askr’ı dişbudak ağacı, Embla’yı da karaağaç ile özdeşleştirirler. Alman ilahları bu yaratıklara can verir, böylece ilk insanlar ortaya çıkar. Semnon adlı Alman kabilesi, de, atalarının bugün bile kutsal kabul ettikleri bir ormandan çıktığına inanırlar.
Avrupa kültürlerinde Mayıs ağacı ya da Mayıs direği inancı yaygındır. Mayıs ağacının insanlar ve diğer varlıklar üzerinde birtakım güçlere sahip olduğu düşünülür. Almanya’nın bazı bölgelerinde 1 Mayıs günü köylüler ahırların kapılarına, her at ve inek için birer mayıs ağacı veya mayıs çalısı dikerler, bunun ineklere daha fazla süt verdireceği düşünülür. Almanlardaki Mayıs ağacı inancı hayat ağacı inancının halk arasındaki bir kalıntısıdır. Mayıs ağacı yeni evlenenlerin önüne dikilerek ondaki hayat ve yetişme gücünün yeni çiftlere geçmesini sağlar.
Ağaçlar ve bitkiler canlı varlıklar olarak düşünülmüştür. Bunun sonucunda birçok dünya kültüründe ağaçlar birbirleriyle evlenebilecek erkek ve dişi gibi tasavvur edilmişlerdir. Noel arifesinde Alman köylüleri, ağaçların evlendiğini söyleyerek meyve ağaçlarını meyve vermeleri için saptan iplerle birbirlerine bağlamışlardır.
Avrupa’da hayat ağacını temsil eden en yaygın ağaç meşedir. Avrupalılar meşeyi temsil eden insan veya diğer varlıkları bir sepete kapatıp, güneşin parlaması, ürünlerin büyümesi, bereketin sağlanması için yakmışlardır. Meşe ve meşe üzerinde büyüyen ökse otu bütün Avrupa’da çok değerlidir. Meşe ağacının bedeninde büyüyen ökse otunu ağacın kalbi olarak görürler. Kutsal koru olarak da meşe ormanlarını seçerler. Meşe ağacı üzerinde ne yetişirse cennetten
gönderildiğine inanırlar ve ökse otunun meşe ağacının gövdesinde yetişmesini Tanrı tarafından seçildiğinin bir işareti olarak kabul ederler. Ökse otunun toplanmasına sırasında birtakım dini uygulamalar yapılır. Ağacın altında kurban kesilir, beyaz giysiler giyilir, rahip ağaca tırmanarak altın bir orakla bolluk bereket dilekleriyle onu keser. Ökse otu insan ve hayvanlar için şifa kaynağıdır. Ökse otundan elde edilen ilaçla birçok rahatsızlık tedavi edilir. Örneğin, ökse otundan hazırlanan ilacın kısır hayvanlara iyi geldiğine inanılır.
İskandinav mitolojisinde ağaç miti yaygın bir şekilde görülür. İskandinav mitolojisinde hayat ağacı Yggdrasil’dir. Yggdrasil, dünyanın merkezi ve dayanağıdır. Kökleri yerin derinliklerine kadar iner. Burada devlerin krallığı ve cehennem bulunur. O, dünyayı saran, koruyan, besleyen, onu ayakta tutan ağaçtır. Yggdrasil, dokuz dünyayı birbirine bağlar ve dünyayı korur. Dokuz dünyanın feleği bu ağaçla kaplıdır. Yggdrasil, kâinat dişbudağı olarak bilinir. O kutsal bir kaynak kenarında kutsal bir ağaçtır, dalları bütün kâinata uzanmış ve göklere çıkmıştır. Bu ağaç ebediyete kadar yeşil kalacaktır. Yggdrasil, bütün ağaçların en büyüğü ve en iyisidir. Tanrı her gün her kararını onun dibinde verir. Ağacın dalları bütün dünyaya yayılır ve üç kökü vardır. Bu ağacın üç kökü altında Asgard, Jotunheim ve Nifheim olmak üzere üç dünya vardır. Asgard Tanrıların mekânıdır buraya sadece cesur ve temiz kalpli olanlar gelebilir. Jotunheim devlerin yaşadığı dünyadır. Nifheim ise ölülerin dünyasıdır. Nifheim’de soğuk hüküm sürer ve karanlık bir mekândır. Gezegenin en alt kısmında Yggdrasil’in üçüncü kökünün altında yer alır. Yggdrasil’in bulunduğu yerde üç de pınar vardır. Birincisi aklın pınarı (mimisbunnr) mimir tarafından korunur. Buna Mimir’in akıl kuyusu denir. Mimir bu kuyudan içtiğinden beri destanlarla dolu hale gelmiştir. Mimir gizli bir ilme sahip olduğuna inanılan ünlü bir devdir. Mimir Yggdrasil’in altındaki bilgelik kaynağının bekçisidir. İskandinav mitolojisinin en önemli tanrılarından olan Odin bilgeliğe sahip olmak için bir gözünü çıkarıp bu kaynağın içine saklayarak kurban etmiş ve bu kaynaktan su içme hakkı elde etmiştir. İkinci pınar kaderin pınarı (urdarbrunnr)dur. Bu çeşme her zaman Yggdrasil’in yanında bulunur. Tanrılar bu çeşmenin yanında mahkeme kurarlar. Üçüncü pınar da Hevelgelmir’dir. Burada ise birçok özellikte nehir bulunduğuna inanılır.
Yggdrasil’in tepesinde bir kartal oturur. Dallarında bir keçi bir geyik ve bir ceylan ve dört tane de karaca bulunur. Kartalın gözlerinin arasında bir şehir bulunur. Karacalar ağacın dalları arasında koşar ve yapraklarını ve dallarını ısırırlar. Kökünde ise çıngıraklı bir yılan ve bir sincap vardır. Yılan sürekli ağacın kökünü kemirip onu devirmeye çalışmaktadır. Kartal her gün yılanla dövüşür. İskandinav mitolojisine göre dünyaya son verecek bir felaket gelecektir. Bu felakette evrenin temeli sarsılacaktır. Yggdrasil de bu felaket sırasında çok kuvvetli bir biçimde sarsılacak ama yıkılmayacaktır.
İskandinav mitolojisinin büyük Tanrılarından biri olan Odin, bilgeliğini artırmak için kendini Yggdrasil’e dokuz gün dokuz gece asarak kurban etmiştir. Odin mızrakla yaralı olduğu halde ve yiyecek ve içecek olmadan dokuz gün dokuz gece Yggdrasil’de asılı kalmıştır. Daha sonra Odin, çağrısı üzerine büyüsel bilgelik ve gücün simgesi olan Rune yazısını ele geçirmiştir. Odin’in çağrısı üzerine Runık harfler ortaya çıkar. Böylece Odin, gizli ilmi ve şiir yeteneğini elde etmiştir.
Yggdrasil “ygg”ın (Odin’in adlarından biri) atı (Drasill) anlamına gelmektedir. Yggdrasil darağacına asılmışın atı anlamına gelir. Bu örnekte Odin’e sunulan kurbanların ağaçlara asıldığı anlaşılmaktadır. Yggdrasil eski İskandinav dininde tam bir hayat ağacı özelliği gösterir.
Uzak Doğu Ve Hint Dinlerinde Hayat Ağacı
Hint geleneğinin en eski metinlerinde kozmos, devasa bir ağaç olarak tasvir edilmiştir. Hint kutsal metinlerinden olan Upanişadlar’da bu düşünce açık bir şekilde yer almıştır. Buna göre evren kökleri göğe uzanan, dallarıyla tüm dünyayı saran “baş aşağı” durmuş bir ağaçtır. Kozmik ağaç Katha-Upanişad’da şu şekilde betimlenir: Bu ağaç, “kökleri yukarıya uzanan ve dalları aşağıya veren, ezeli Asvattha’dır, o saf olandır, o Brahman’dır”, o ölümsüz olarak adlandırılır. Tüm dünya onda dinlenir. Ashvattha ağacı Brahman’ın kozmostaki mümkün olan en açık tezahürünü yani yaratılışı temsil eder. Kozmik ağacın dalları esir, hava, ateş, su ve topraktır. Bu elementler de Asvatha’nın yani Brahmanın tezahürleridir. Tanrı Brahman, kutsal ağaç olan Asvatha’da tezahür etmiştir.
Kozmik ağaç, sadece evreni değil, insanın dünya üzerindeki durumunu da ifade eder. Asvatha ağacı ölümsüzdür. Yaprakları ilahilerdir. Bunları bilen kişi vedaları bilir. Dalları fışkırıp büyür, serpilerek her yere yayılır. Tohumcukları duyu nesneleridir. Asvatha’nın bu dünyada ne biçimi ne sonu, ne başı ne de mekânı vardır. Asvathayı güçlü feragat baltasıyla kökünden kesmek ve kimsenin geri dönmediği o yeri aramak lazımdır.
Hint geleneğinde her şey kozmik ağaçla simgelenir. Ondan gelen her şey kozmosla örtüşür ve ona katılır. Hint geleneğine göre ebedî kurtuluşa erebilmek için ağacın kökten kesilmesi gerekir. Çünkü bu ağacı köklerinden ayırmak, insanı “duyu nesnelerinden” ve eylemlerinin meyvelerinden yalıtmak demektir. İnsanın dünyada kurtuluşu ebedî kurtuluş demektir.
Hinduizmde ağaç, dünyanın ekseni olarak da düşünülmüştür. Meşhur bir Rigveda ilahisinde evrenin merkezinde evren direği bulunduğundan bahsedilir. Upanişadlar’da Hinduizm’in en önemli üç tanrısı yaratıcı Brahma, koruyucu Vişnu ve yıkıcı güç olan Şiva, hayat ağacının üç dalı olarak ifade edilmiştir. Hindu hayat ağacı, ölümsüzlük suyu soma’nın kaynağıdır. Vedalar bu içeceği, “bolluk ve refah veren, bin şarkının ustası, bilginin rehberi, mutluluk verici bir içecek olarak tanımlamışlardır
Yine Hint geleneğine göre kıtalar daireler şeklinde düşünülmektedir. Bu dairelerin tam ortasında da kozmik ağaç bulunmaktadır. Eski Hintlilere göre dünya dev gibi bir insanın bel hizasında yer almaktadır. Bu gezegende aralarında okyanuslar bulunan bir dizi daire şeklinde kıta vardır. Kıtanın çapından eksen gibi bir dağ, Meru dağı geçmektedir. Bu dağda Tanrılar ikamet eder. Kıtanın tam ortasında yenilebilir, hoş kokulu meyveleri olan, “gül elması ağacı” bulunmaktadır. Bu dairede iki güneş ve birçok ay vardır. Diğer bir kıta da söğüt ağacı kıtasıdır. Bu kıtanın merkezinde söğüt ağacı bulunur. Diğer bir daire de “lotus dairesi”dir. Hint düşüncesine göre zamanın geçişi on iki dairenin sürekli dönüşü ile olur. Bu düşünceden anlaşılıyor ki, Hint inançlarında evren tamamen kozmik ağaç etrafında şekillenmiştir.
Hint reenkarnasyon inancına göre, bütün insanlar öldükten sonra tekrar yeryüzüne dönerler. Fakat tekrar dünyaya gelişlerinde bir önceki hayatlarındaki amellerine göre dünyadaki hayat şartları belirlenir. Ameline göre bir insan tekrar dünyaya gelişinde bir ağaç veya bir bitki şeklinde girebilir. Bir insan yaptığı amellere göre diken, yosun, soğan vb. olabildiği gibi ağaç, sarmaşık veya bir ot bile olabilir. Hint inancına göre bir Guru’nun yatağını kirleten bir kimse yüzlerce dallı ayrık otu, çalı, sarmaşık gibi bitki formunda yeniden dünyaya gelecektir.
Hindistan’da ağaçlarla ilgili farklı uygulamalara rastlanır. Bu uygulamalardan biri de ağaçlara insanların kurban olarak sunulmasıdır. Örneğin, Pencap’ın Karga dağlarında yaşlı bir sedir ağacına her yıl bir kız kurban edilirdi. Köydeki aileler de sırayla bu kurbanı temin ederlerdi.
Hindistan’da “ağaçların evliliği” geleneği yaygındır ve bu evlilik insanların evliliğiyle aynı anda gerçekleşir. Burada İki bitki türünün birleşmesi ile kadının üretkenliği arasında bağ kurulur. Hint dininde hayat ağacı karşımıza ezeli Ashvatha ağacı olarak karşımıza çıkıyor. Burada hayat ağacının maddi anlamından çok mecazi varlığı ön plana çıkmıştır.
Budizm genel olarak ağaçlar ve koruluklar etrafında gelişen bir inanç sistemidir. Budizm’in kurucusu Buda’yı annesi bir korulukta ağaçlar arasında doğurmuştur. Buda’nın annesi korulukta Buda’yı doğururken bir ağacın dalını yakalayarak doğum yapmıştır. Buda yirmi dokuz yaşına geldiğinde bir ağacın altına oturarak aydınlanmaya ermiş ve yine bir korulukta ağaçların altında seksen yaşındayken can vermiştir. Buda, aydınlanmaya ulaşabilmek için kutsal bir incir ağacının altına oturmuş ve bu ağacın altında bir süre kalmıştır. Kırk dokuzuncu gün ağacın altında nihai kurtuluşa, tam aydınlığa yani Nirvana’ya ulaşarak ‘Buda’ olmuştur. Budizm’de ağaçların altında aydınlanmaya erişen Buda hikâyelerine sık sık rastlanır. Budistlere göre ağaçların bulunduğu mekânlar, Tanrılarla konuşulabilen mekânlardır. Tanrılarla konuşmak isteyen Budistler, ağaçların altında Nirvana’ya ulaşmaya çalışmışlardır. M.S.100’de yaşadığı anlatılan genç bir Goutama, zahit olmak ister. Bunun için bir ‘gül elması ağacı’nın altına oturur. Burada tefekkür ettikten sonra Tanrı, Goutama ile ağacın altında konuşur.
Budizim’de Budalık mertebesine ulaşmak çok zordur. Buda olmak isteyen kimse Bodhi ağacının altında oturur ve burada düşünceye dalmak mecburiyetindedir. Budist inançta aydınlanma Bodhi ağacı vasıtasıyla gerçekleşir.
Budistler, zamanı 7 günlük sürelere ayırmışlardır. Budalar, 7 günlük sürede Bodhi ağacının altına otururlar. Beşinci yedi günlük sürede ise kocaman bir incir ağacının altına otururlar. Sonra yavaş yavaş başka yerlere geçmeye başlarlar. Ağaç dibinde Budalığa erişen kimseye bütün ruhların secde ettiğine inanılır. Mircea Eliade Buda’nın altında oturduğu incir ağacının Hinduların hayat
ağacı, asvatha olduğundan bahseder.Budistlerde ağaç çok değerlidir. Nasıl ki suçsuz bir insanın kolu kırılmazsa ağacın dalı da kesilmemelidir.
Budizm’de Buda’yı ağaç temsil etmiştir. Hindistan’da ilk klasik dönem tasvirlerinde Buda insan olarak gösterilmez. Buda’nın yerine Bodhi ağacı tasvir edilmiştir.221 Budistler, mükemmel çiçekleri olan, ışık saçan, üzerinde göksel çocukların yaşadığı ağaçların olduğuna inanırlar. Bu ağaçlar çok uzundur ve her birinin yedi mücevher çiçeği ve yaprağı vardır. Hepsinin ilk mücevherlerinden altın bir ışık çıkar. Her ağacın üzerinde yedi inci dizisi vardır. Her iki inci arasında beş yüz milyon saray bulunur. Bunlar Brahman’ın sarayı gibi mükemmel çiçeklerden yapılmıştır. Bu saraylarda göksel çocuklar yaşar.222
Budizm’de Bodhi ağacından başka birçok mitolojik ağaçtan da bahsedilir. Cevher ağacı bunlardan biridir. Tanrı İndra bu ağacın süslenmesini ister ve bu ağaç, aydınlama ağaçlardan biridir. Budizm’de de Bodhi ağacında ağaç su birlikteliğiyle karşılaşır. Bodhi ağacı bir su kenarındadır.223 Budist metinlerinde bu ağacın adı “suçatı”, “sujata” , incir ağacı olarak geçer.224
Sonuç olarak; Budizm’de ağaç, değişmez merkezi temsil eder. Üç âlemi birbirine bağlar. Kutsal doğum onun altında gerçekleşir. Buda Hayat ağacının altında hakikate, ulaşmıştır. Buda bu ağacın altında aydınlandığı için bu ağaca aydınlanma “Bodhi ağacı’ adı verilmiştir. Bütün Budaların bu ağaç altında aydınlanmaya eriştiğine inanılır. Budizm’deki Hayat Ağacı, Bodhi ağacıdır. “Bodhi Ağacı”nın özellikleri şöyle sıralanabilir. Dünyanın merkezindedir ve üç âlemi birbirine bağlar. Kutsal bir mekânda ve genellikle bir ormanın içindedir. Olağanüstü özellikleri vardır. Altında Tanrının pek çok mucizesi gerçekleşir. Bodhi ağacı, Tanrının sarayının bahçesindeki ağacı temsil eder. Büyük ve heybetlidir. Altında oturan kişi dilediğine kavuşur.225 Bodhi ağacında gördüğümüz özelliklerden biri de Buda’nın Bodhi ağacı altında Şeytan Mara ile mücadelesidir. Bodhi ağacının altına oturup aydınlanmaya çalışan Buda ile şeytan Mara sürekli olarak mücadele eder. Mara Buda’ya vesveseler ve korkular vermeye çalışır fakat başarılı olamaz. Hayat ağacını koruyan hayvan-şeytan örüntüsüne, şeytan Mara olarak Budizm’de de karşımıza çıkmaktadır.
Japon dininde ‘hayat ağacı’ karşımıza ‘şeftali ağacı’ olarak çıkmaktadır. Şeftali ağacında iki özellik göze çarpar. Birincisi, yaratılış mitindeki özelliği ikincisi ise kötü ruhları kovma özelliğidir. Kötü ruhları kovma özelliğinin diğer özelliklerinin yanında daha baskın olduğu söylenebilir.
Japon yaratılış mitine göre, göksel ruhlar, Japonya’yı ve davet eden erkek ve davet eden kadını oluşturdular. Bunlar daha sonra yer, deniz, mevsimler, ağaçlar, at vb’nin ruhlarını doğurdular. Daha sonra davet eden erkek, davet eden kadının kötü ruhlar oluşturduğunu görünce kaçar, kadın onun peşinden sekiz fırtınayı ve gece ülkesinin bin beş yüz savaşçısını gönderir. Erkek yaşayanlar ve ölüler ülkesinin sınırındaki, şeftali ağacının dibine saklanır. Geldiklerinde onlara üç şeftali fırlatır. Bunun üzerine hepsi geri dönerler. Davet eden erkek, şeftalilere “Bana yardım ettiğiniz gibi sıkıntıya düşüp bunaldıklarında bütün insanlara da yardım edin.” der. Japonlar arasında günümüze kadar gelen inanışa göre, kötü ruhlar “kutsal ağacın meyvesi şeftali” ile uzaklaştırılır.
Çin’de de güçlü bir ağaç sembolizmi bulunur. Bazı Çin efsanelerinde sık sık “dut ağacı” dan bahsedilir. Çin krallarından büyük on dizisinin iki kralının “dut ağacı (song) kovuğu (klung)” denilen yerde yaşadıklarına dikkat çekiliyor. Bu ağacın bulunduğu yerde bir kült merkezi oluşmuştur. Kral yağmur yağması için kendi gövdesini böyle bir yere sunar.
Dünyanın merkezinde bulunan bir ağaç tasavvuru Çin’de de vardır. Çin’de Kiyen-Mu ağacının dünyanın merkezinde olduğu düşünülür. Bu ağacın sekiz dalı vardır ve bu dallar, gökyüzünün sekiz katını simgeler.
Çin’de ölenlerin ruhlarını güçlendirmek ve bedenlerini çürümekten kurtarmak amacıyla mezarlar üzerine ağaç dikme uygulaması eski bir gelenek olarak hala devam etmektedir. Bu iş için genellikle her zaman yeşil kalan servi ve çam ağacı tercih edilmektedir. Çin’de bazı köylerin girişinde kutsal bir ağaç bulunur. Bu ağacın içinde ataların oturduğuna ve kaderlerin bu ağaç içinde yazıldığına inanılır.
Çin efsanelerinde bir kadının bir dut ağacının kovuğunda bir bebek bulduğundan bahsedilir. Efsaneye göre bebek büyüyünce çok zeki bir delikanlı olur. Ünü krala kadar yayılır. Bu delikanlı iyiliğin sembolü olmuştur. Ülkeye kuraklık geldiğinde tek başına koruluğuna giderek yüce tanrıya dua eder kurban olarak da kendi gövdesini sunardı. Çin efsanelerinde “hayat ağacı”nın daha çok bereketi sembolize ettiği görülür.
Çin’de Hayat ağacı bazen hayat otu şekline girer. Bir efsaneye göre olağanüstü bir ada vardır. Kargalar bu adadan ölümleri üzerinden üç gün geçmiş savaşçıları bile dirilten hayat otunu taşırlar.
Eski İran Dininde Hayat Ağacı
İran geleneğinde hayat ağacı ve onun gökteki ilk örneği inanışı vardır. Dünya üzerinde biten haoma, bazen bir bitki bazen de bir pınar olarak tasavvur edilir. O, dağlarda yetişir; Ahuramazda onu Haraiti dağına diker. Haoma’nın ilk örneği göktedir; tadına bakanlara ölümsüzlük kazandırır. Tedavi edici özellikleri olan pek çok otla birlikte Uaurakaşa Gölü’ndeki bir adada bulunur.
İran geleneğinde Beyaz hom adındaki bitki, yaşlılığı gidermek için yaratılmıştır. Evrenin yenilenmesini ve ölümsüzlüğü sağlayacak olan Beyaz hom’dur. O, bitkilerin kralı olarak tarif edilir ve ondan yiyenin ölümsüz olacağına inanılır.
İranlıların yaratılış efsanelerinde üç ağaç büyük önem taşır. Birincisi, “Bütün tohumların ağacı”dır. Bu ağaç dünya okyanusunun ortasında yükselmiştir. Kökü dalsızdır. Suyu tatlıdır, dikeni ve kabuğu yoktur. Tatlı ve yumuşaktır. Griffon kuşları ona konmakta ve sinekler ondan çıkmaktadır. Ahura-mazda tarafından yaratılmıştır. İkinci ağaç birincinin etrafında yaratılmıştır. O yaşlıları gençleştiren,
ölüleri dirilten, ölümsüzlük ağacı Gaokerena ağacıdır. Angramainyu kökünü kemirmesi için bir kertenkele yaratır. Üçüncü ağaç ise ilk insan olan Gayomart’ın ölümüyle ortaya çıkmıştır. Gayomart ölünce tohum vermiş ve organlarından sekiz metal çıkmıştır. Bunlardan altından kırk beş yapraklı bir ağaç büyümüş ve her yıl ondan bir insan çifti türemiştir.
Eski Türk Dininde Hayat Ağacı
Eski Türk inançlarında kutsal ağaç motifinin çok önemli bir yeri vardır. Eski Türkler başlangıçta yüce bir yaratıcı inancına sahip olmakla beraber tabiat varlıklarını da kutsal kabul etmişlerdir. Eski Türklerde Tabiata kutsallık verme kültürü yer-su terimiyle ifade edilmiştir. Yer-su inancında dağ, taş, su, ateş, orman, ağaç vb.nin kutsal kabul edilme anlayışı bulunur. Yer-su inancı içerisinde “kutsal ağaç”ın özel bir konumu vardır. Türk boyları ağaçlarda büyük bir zenginlik ve anlam bulmuşlar ve ağaçlarla ilgili birçok mit ve efsane geliştirmişlerdir. Geliştirdikleri bu mit ve efsanelerde ağaçlarla ilgili çok zengin anlatımlara yer verilmiştir.
Türk toplumlarında varlığın kaynağının hayat ağacından geldiğine inanılır. Bu inanış Türk toplumlarının en temel inançlarından biridir. Özellikle türeme konusunda anlatılan mit ve efsaneler oldukça geniş ve ilgi çekicidir. Türklerde türeme çoğu zaman bir ağaçla ilişkilendirilir. Türeme olgusu eski Türk efsanelerinde bazen ilk insanın yaratılışı bazen de bir boyun veya bir kahramanın ağaçtan çıkması şeklinde ortaya çıkar. Oğuz destanına göre “Kıpçak Bey”, göl ortasında bulunan bir ağaç kovuğundan doğmuştur. Türk boylarından Kıpçak kavminin bu çocuğun soyundan geldiğine inanılır. Yine Oğuz Destanına göre Oğuz Kağan, bir gölün ortasında bir ağaç görür. Ağacın kovuğunda bir kız görür ve onunla evlenerek soyunu meydana getirir. Bir Yakut söylencesine göre ilk insanın hayat ağacının içinde belinden yukarısı çıplak bir kadın tarafından beslendiğinden bahsedilir. İlk insanın yaratılışıyla ilgili önemli bir başka efsane de Ak Genç söylencesidir. Efsaneye göre yerin göbeğinde bir Ak Genç (ilk adam) vardır. İlk adam, nerden çıktığını ve evinin nasıl olduğunu görmek için dolaşmaya başlar. Doğuda aydınlık, geniş bir düzlük, düzlüğün üzerinde büyük bir tepenin üzerinde büyük bir ağaç görür. Bu ağacın tepesi büyük Tanrının bulunduğu göğün yedinci katına, kökleri ise yeraltının derinliklerine uzanmaktadır. Ağacın yaprakları göğün sakinleriyle konuşmaktadır. İlk insan yalnızlıktan sıkılır ve kendine bir arkadaş verilmesi için dua eder. Dua sonunda ağacın yaprakları hışırdamaya başlar süt şeklinde bir yağmur yağar ve ağacın köklerinden yarı beline kadar çıplak bir kadın ortaya çıkar. Kadın ak gence gençlik sütü sunar. Sütü içince gencin gücü yüz kat artar. Bu kadın ona her türlü mutluluğu vaat eder.
Türemeyle ilgili efsanelerin en önemlisi Uygurların Türeyiş Efsanesidir. Efsaneye göre Tola ve Selenga adlı iki nehrin birleştiği yerde bir ada bulunur. Bu adanın tepesinde ise bir kayın ağacı yetişir. Bir zaman sonra kayın ağacı ışıklarla dolar ve on ay on gece ışıklarla dolu olarak kalır. Daha sonra bu ağaçtan sesler gelmeye başlar ve bir gün kayın ağacı yarılır, içinden 5 oğlan çocuğu çıkar. Sonraları bu çocuklar büyür ve onların en büyüğü “Boğu-Han” Uygurların hanı olur. Uygurların türeyiş efsaneleriyle ilgili anlatımlar çok zengin ve geniştir.
Eski Türklerde Şamanların türemesinde de hayat ağacının önemli bir rolü vardır. Bir Yakut söylencesine göre şamanlar hayat ağacından doğarmış. Dallarında yuvalar taşıyan ulu bir ak çam yükselirmiş. Büyük şamanlar bu ağacın en üst dallarında, orta şamanlar orta dallarında, en küçük şamanlar ise en alt dallarda yuvalanırlarmış.
Eski Türkler kutsal addettikleri ağaçlara dünya ağacı, evren ağacı, sonsuzluk ağacı veya hayat ağacı isimlerini vermişlerdir. Bu kullanımlar içerisinde özellikle evren ağacı ve hayat ağacı dikkat çeker. Dünya kültürlerindeki ağaçla ilgili bütün inançlarının kökeninde hayat ağacı teması yatar. Hayat ağacının Türk inançlarında çok çeşitli sembolik anlamları vardır ve Hayat ağacı Türk boylarında farklı şekillerde adlandırılmaktadır. Fakat genel olarak “Bay terek” ve “Baygaç- Bayağaç” olarak adlandırılır.
Hayat ağacı Türk düşüncesine göre, dünya yaratıldığında yaratılmıştır. Dalları ve budakları gümüşten, yaprakları altındandır, gövdesinden ve tepesinden sarı renkte bir sıvı çıkmaktadır. Eski Türk inançlarına göre İnsanların ilk atası Er- Sogotoh, hayat ağacının gövdesinden ve tepesinden çıkan usare ile beslenmiştir. Bu su hem içecek hem yiyecek vazifesi görür. İçenlere gençlik, canlılık, zindelik ve hayat bahşeder.
Yakutlara göre hayat ağacı yüzyıllarca yaşamış çok yaşlı bir ağaçtır. Onun kökleri hadese yani ölüler âlemine kadar iner ve tepesi dokuz gök katına kadar ulaşır. Her bir yaprağının büyüklüğü yedi kulaç ve her bir köşesi dokuz kulaçtır. Hayat ağacının köklerinden bengisu (hayat suyu) köpürür. Hayvanlar ve insanlar, bu ağacın dallarından ve kozalaklarından reçine ya da özsuyunu içtiklerinde gençliklerini yeniden elde ederlerdi.
Eski Türk dininde Hayat ağacı, dünyanın merkezinde yani göbek çukurunda bulunur. Dalları büyük Tanrı Bay-Ülgen’in sarayına sürünür. Yeryüzünün merkezinden Tanrı katına yükselen bu ağaç, yer ile gök arasındaki kutsal değnek olarak da tanımlanır. Bu değnek, gökyüzündeki ve yeraltındaki ruhların bir geçiş yoludur. Bu yolu Şamanlar kullanırlar. Şamanlar, sembolik olarak hayat ağacını temsil eden bir direğe tırmanırlar. Eski Türkler gökyüzünün katmanları olduğuna inanır. Batı Türklerine göre gökyüzü yedi, doğu Türklerine göre de dokuz katmandan oluşur. Ayrıca bu ağacın yedi veya dokuz dalı, yedi veya dokuz gök katını, yani göğü simgelemektedir.
Türk boylarında yaygın bir inanç olan Şamanizm’de Şamanlar hayat ağacına tırmanır. Şamanın hayat ağacına tırmanması göğe çıkışı simgeler. Ağacın üzerinde yedi veya dokuz çentik açılmakta ve şaman bunlara basarak tırmanmaktadır. Çentikler gök katlarını simgeler. Şaman törene katılanlara, kat ettiği gök katlarının her birinde gördüklerinin hepsini anlatmaktadır. Şaman, altıncı gök katında aya, yedinci gök katında güneşe saygı duymaktadır. Son olarak dokuzuncu katta Bay-ülgen’in yanına varır. Burada Bay-ülgen’in yüce varlığı karşısında yerlere kapanmakta ve ona kurban edilen atın ruhunu sunmaktadır.
Eski Türk dininde Şamanların davullarının hayat ağacının odunundan yapıldığına inanılmıştır. Davul’un Şamanları dünyanın merkezine taşıdığına ve ilahi âlemle temasa geçirdiğine inanılmıştır. Davulun kasnağı hayat ağacından yapılmış olduğu için, şaman, davulunu çalmakla, sihirli bir şekilde bu ağacın yanına yani dünyanın merkezine fırlatılmış olmakta ve bu sayede göğe çıkabilmektedir. Ayrıca davulun üzerine kozmik âlemler arasındaki yolu simgeleyen hayat ağacı figürleri çizilmiştir.( Resim: 3-4)
Eski Türkler yerin ve göğün direği olduğuna inanırlardı. Göğün direği hayat ağacıdır. Yerin direği de yeraltı ağacıdır. “Türk düşüncesinde göğün direği” kutup yıldızıyla sembolize edilmiştir. Bunun için kutup yıldızına “demir kazık” ve “altın kazık” demişlerdir. “Göğün direği” kutup yıldızından geçiyordu. Uzaydaki bütün yıldızlar ve göğün direği ona bağlanmıştır. Yakutlara göre yer ile gök yaratılmaya ve yavaş yavaş büyümeye başladığı zaman bu demir ağaçta onlarla beraber yeşermiş ve yine onlarla beraber büyüyerek yerle gök arasında yükselmiştir. Böylece göğün direği demir bir ağaç olmuştur. Türk düşüncesine göre Kutup yıldızı yerden göğe açılan bir kapı gibi düşünülmüştür. Kutup yıldızı bu ağacın tepesindedir. Gök ve bütün uzay, bu ağacın ekseninde döner.
Eski Türk düşüncesinde Hayat ağacı göğün direği olarak tasavvur edilmiştir. Bu direğin en tepesinde kutup yıldızı bulunur. Bu direğe “at çakı” da denmiştir. Çünkü gökteki yıldızlar bir at gibi düşünülmüştür. Eski Türkler Tanrılarını da kendileri gibi düşünmüşler ve Tanrının da kutsal bir atı olduğunu, bu atın da kazığa bağlanması gerektiğini tasavvur etmişlerdir. Hayat ağacına yerinde sabit durduğu için demir ağaç isminin verildiği de olmuştur.
Hayat ağacının Türk kültüründe çok çeşitli ve renkli özellikleri vardır. Hayat ağacı tektir, yalnız ağaçtır, kâinatın bel kemiğidir. Çocuk ve doğum hayat ağacıyla ilişkilendirilmiştir. Yakutlara göre çocuk ana rahminde büyürken ruhu gökte bir ağaç üzerindedir. Yakutlarda çocuğu olmayan kadınlar kutsal bir ağacın dibinde yalvarırlar. Bu yakarıştan sonra çocuk sahibi olanlar bunun Tanrıdan geldiğine ve ağaç ruhları tarafından verildiğine inanırlar.
Hayat ağacı ölümün de sembolüdür. Türk inanışlarında beden ölür ama ruh ölmez. Hayat ağacı ruha aşağı veya yukarı gideceği yolu gösterir. Azerbaycan Türkleri arasında da dünya ağacı bütün insanların anası, hamisi gibi tasavvur edilir. Azerbaycan Türklerine göre dünyada bir ağaç vardır. Bu ağacın yaprağının her biri bu dünyadaki insanlardır. Onun yaprağı sararıp yere düşerken bir insan ölür. Bu ağaç dünya ağacıdır.
Türk düşüncesinde ağaçlar bu dünyada Tanrıyı sembolize eder. Tanrının ilahi âlemdeki özelliklerinin maddi dünyadaki sembolü ağaçtır. Hayat ağacı, yapraklarını yaz kış dökmemesiyle daima diridir. Eşi benzeri yoktur, önsüz ve sonsuzdur. Hayat kaynağıdır, rızk verir, ölümsüzlük verir. Büyüktür, azametlidir, kökleri, gövdesi ve dalları ile üç kozmik âlemi bileştirir, bütün dünyayı kaplar vb. daha birçok özelliğiyle Tanrıya benzerliğinden dolayı onu temsil eder.
Türk inanışlarında hayat ağacının üzerinde kartal bulunması önemli bir figürdür. Hayat ağacının doruğunda bazen kartal, bazen de çift başlı kartal figürüyle karşılaşılır. Tanrıyı simgeleyen kartal, Türklerin milli sembollerinden biridir. Eski Türkler tarafından kartalın, Tanrının veya şaman ruhunun sembolü olarak dünya ağacının tepesinde yaşadığı düşünülmüştür. Kartalın hayat ağacının üzerinde göğün beşinci katmanında yaşadığına inanılır. O, Kutup yıldızında nöbet tutar, yukarıya geçişlere izin vermez. Tanrının elçisi olan ruhların iletildiği mesajları kamlara ve hakanlara iletir, doğacak çocukların ruhlarını yeryüzüne taşır.
Türk kültüründe hayat ağacı genellikle bir kayın ağacıdır. Bu nedenle Türklerde en makbul sayılan ağaç kayın ağacı olmuştur. Özellikle şamanlar ayin yaparken kayın ağacını mutlaka yanlarında bulundurmuşlardır. Şamanist mitolojiye göre kayın ağacı Tanrı Ülgen ve Umayla gökten inmiştir.
Bazı Türk kavimlerinde kayın ağacı, yalnız dini törenlerde kullanılan bir unsur değil, bizzat kendisine tapınılan mukaddes bir varlıktır. Yapraklarının altında mübarek bir ağaç olduğu düşünülen kayın ağacına kurbanlar sunulur.
Hayat ağacı-su birlikteliği Türk inanışlarında da yer alır. Hayat suyu hayat ağacının genellikle başından veya gövdesinden akar. Açık renkli bir sıvıdır. O hayat kaynağıdır ve ölümsüzlük verir. Türk kültüründe Hayat ağacının çevresinde genellikle bir dere, göl veya su kaynağı buluna gelmiştir.
Türk toplumlarında ağaç koruyucu bir güç olmuştur. Bazen kötü ruhlardan arındırılmak istenen bir yere ağaç dikilmiş, kurban olarak da yere bir koyun gömülmüştür.
Eski Türk dininde hayatın başlangıcı ve sonucu, İnsanların kaderi, günlük hayatları hep hayat ağacıyla ilişkilidir. Yeryüzündeki iletişim, korunma hayat ağacıyla ilgilidir. Türkler, Hayat ağacına tanrı kutunun bir sembolü olduğu için çok önem vermişlerdir. Dünya kültürlerine göre Türk kültüründeki Hayat ağacı motifi çok zengin ve geniştir. Burada bu konuya daha fazla yer vermemiz uygun olmayacaktır. Türk kültüründe hayat ağacı inancının ayrı bir çalışma halinde incelenmesinde daha değişik ve renkli anlatımlar ortaya çıkacaktır. Fakat şunu belirtelim; dünyanın bütün kültürlerinde hayat ağacı, motifi çok yaygındır. Fakat hiçbir kültürde bu ağacın mahiyeti Türk kültüründeki kadar açık ve net değildir.
YAHUDİLİK, HIRİSTİYANLIK VE İSLAM’DA HAYAT AĞACI
Hayat ağacı inancı dünya toplumlarının inanç ve düşünce sistemlerinde çok önemli bir yere sahip olmuştur. Her toplumda hayat ağacı birçok mucizeyi gerçekleştiren efsanevi bir bitkidir. Hayat ağacı ilahi dinler olarak bilinen Yahudi, Hıristiyan ve İslam dinlerinde de diğer birçok dinde olduğu gibi kutsal kabul edilir. Hayat ağacının bu üç dindeki temeli genel olarak aynıdır ve özel bir terminolojiye sahiptir.
YAHUDİLİK’TE HAYAT AĞACI
Yahudilik’te ağaç, insanların gözünde yaratanın doğaya saçmış olduğu hayati gücün elle dokunulabilen bir belirtisidir. Ağaç, her baharda yeniden doğuşu habercisidir. Kesilince yeniden büyür. Kurak çöllerde, suyun yaşamı mümkün kıldığı yerleri belirtir. Meyveleri ile canlıları besler. Tevrat’ta ağaçların çok çeşitli özelliklerinden bahsedilmiş ve bazı ağaçlara özel nitelikler atfedilmiştir. Akasya, meşe, erz gibi birçok ağaçtan Tevrat’ta bahsedilir. Museviler için akasya ağacı kutsaldır. Tevrat’ta pek çok yerde akasya ağacından bahsedilir. Allah, akasya ağacından kendisine takdime için sandık, bu sandığa akasya ağacından yapılmış kollar ve yine bu ağaçtan bir sofra yapmalarını ve yapılacak olan mezbahın da akasya ağacından yapılmasını istemiştir. Tevrat’ta Allah’a yapılacak takdimeler için sadece akasya ağacı zikredilmiş ve mabedin yapımında akasya ağacına yer verilmiştir. Tevrat’ın akasya ağacına verdiği önem masonluğu da etkilemiş ve Masonluk’tta akasya ağacı kutsal bir ağaç olmuştur. Yahudilere göre ağaç cansız bir varlığın değil, hayatın sembolüdür.
Meşe ağacı da Musevilere göre kutsaldır. Allah’ın meleği Yoaş, Ofra şehrinde meşe ağacının altında oturur. Dünya kültürlerinde gördüğümüz hayat ağacı ve tanrısal varlık birlikteliği burada da karşımıza çıkar. Tevrat’ta Libnan’ın erz ağaçlarının Rabbin ağaçları olduğu, Rab tarafından dikildiği ve üzerinde kuşların yuva kurduğundan bahsedilir. Aynı zamanda Erz ağaçlarının leyleklerin evi olduğundan bahsedilir. Yine Tevrat’ta Allah’ın mesh ettiği iki zeytin ağacından da bahsedilir.
Tanrı’nın kendini bir ağaçta tezahür ettirmesi temasıyla Yahudi kültüründe de karşılaşıyoruz. Tekvin’de Tanrı’nın kendisini Hz. Musa’ya Mamre meşeliğinde gösterdiği anlatılır. Hz. Musa’ya Allah, yanan, bitmeyen bir çalının içinde görünür.
Yahudiliğe göre asa, bünyesinde hayat ağacının kutsallığını taşıyan bir nesnedir. Hz. Musa elindeki asasıyla mucizeler gösterir. Hz. Musa kutsal ağaçtan yapılan değneğiyle asi halkın gözleri önünde bir kayaya iki kez vurur ve vurduğu yerden bol su çıkar. Hz. Musa’nın Elindeki asasının yılana dönüşmesi ve bu asa ile kızıl denizi ikiye bölmesi gibi mucizeler anlatılır. Tevrat’ta ağaçlarla ilgili kullanımın çok çeşitli ve çok yönlü olduğu görülür. Bunun yanında ağaçlarla ilgili kullanım iki yönlü bir gelişim gösterir. Birincisinde ağaçlar, özellikle benzetme unsuru olarak kullanılmıştır. İkincisinde ise asıl konumuzu ilgilendiren tarafıyla ölümsüzlük kaynağı olan ‘hayat ağacı’ temasıdır.
Dünya kültürlerinde yer alan üç kozmik âlemi birbirine bağlayan, dünyanın merkezinde bir kozmik ağaç anlayışı somut olarak kutsal kitapta yer almaz. Fakat benzetme unsuru olarak üç âlem arasında bağ kuran bir kozmik ağaç temasına Tevrat’ta yer verilmiştir. Tevrat, büyük imparatorlukları olağanüstü bir kozmik ağaca benzetmiştir. Bu ağaç göklere kadar çıkmakta cehenneme kadar inmektedir. Bütün kuşları ve bütün hayvanları bünyesinde barındırır. Ağacın buradaki büyüklüğü yapaydır. Çünkü gurur üzerine dayanmaktadır. Allah’ın yargısı bu ağacı devirecektir. Fakat mütevazı bir tohumdan doğan Allah’ın krallığı da kuşların gelip üzerine yuvalarını yapacakları büyük bir ağaç olacaktır.
Tevrat’ta büyüklüğüyle övünen Mısır firavununun ders çıkarması için kozmik ağaçtan bahsedilir. Bu ağaç, Libnan’da bulunan “erz ağacı”dır. Çok büyük ve çok güzeldir, boyu çok yüksektir, tepesi bulutların arasındadır. Onu sular besler, etrafından ırmaklar çıkar. Arklarını kırın bütün ağaçlarına eriştirir, göklerin bütün ışıkları onun dallarında yuva yapar ve kırın bütün hayvanları onun kolları altında doğururlar. Bütün milletler onun gölgesi altında oturur. Allah’ın bahçesindeki erz ağaçları onu örtemez, cennetteki ağaçlar bile onu kıskanır. Çam ağaçları bile onun kokuları gibi değildir. Allah’ın bahçesindeki hiçbir ağaç onun kadar güzel değildir. Fakat Allah kibirlenen bu ağacın yok edilmesini ister. Onu milletlerin kuvvetlisinin eline verir. Kötü insanlar onu keserler. Bütün derelere, vadilere, dağlara parçaları düşer. İnsanlar onun gölgesinden çekilirler, kuşlar da onu bırakırlar. Allah onu diğer ölümlüler gibi yerin dibine gönderir. Bu örnekler Yahudi toplumunda kâinatı kapsayan büyük bir hayat ağacı düşüncesinin bulunduğunu gösterir. Fakat Yahudi toplumunda bu ağacın diğer toplumlarda yer aldığı şekilde somut bir varlık olduğu düşüncesi gelişmemiş daha çok bu ağacın mecazi yönü vurgulanmıştır.
Tekvin’de Hz. Yusuf meyveli bir dala benzetilmiştir. Allah’ın doğruluğunu ilan eden salih adamlar, kutsal ağaçlarla mukayese edilir ve onların hurma ağacı gibi bitecekleri, erz ağacı gibi büyüyecekleri, Rabbin evinde dikildikleri için Allah’ın avlularında çiçeklenecekleri, ihtiyarlıkta da meyve veren yaş ve taze meyve gibi olacakları anlatılır. Tevrat’ta salih amel ile “hayat ağacı” arasında bağ kurulduğu görülür. Salih olanların yaprak gibi tazeleneceği ve semerelerinin hayat ağacı olacağı düşüncesi vardır.
Yahudilik’te kutsal günlerde ve bayramlarda ağaçların dalları ya da yaprakları önemli dini malzeme olarak kullanılır. Yahudi bayramlarından biri olan ‘sukkot’ta hayat ağacını temsil eden ağaç dalları kullanılmaktadır. Yahudiler ağaçların yağmur yağdırma gücüne sahip olduklarına inanırlar. Bu inançlarından dolayı onlar, Sukkot bayramında söğüt dallarını belli bir ritimle sallayarak havayı harekete geçirdiklerini düşünmüşler ve bu hareketlerinin sonucunda rüzgârın eseceğine ve yağmurun yağacağına inanmışlardır.
Yahudiler, ağaçlıklı alanlara yakın olmayı istemişler ve bu düşünceleri doğrultusunda mabetlerini ağaçlıklı alanlara yapmışlardır. Eski Yahudi tapınakları bir ağaç ve Beytel’den oluşmuştur. Özellikle sunak yerleri yüksek tepelerde ve yaprakları yeşil her ağacın altında bulunmuştur.
Yahudi bayramlarından Tu-Bişvat, hayat ağacı ile ilgili olarak kutlanır. Tu- Bişvat Yahudilerin yeni yıl kutlamalarından biridir. Aynı zamanda ‘ağaçlar bayramı’ olarak da anılır. Yahudi geleneğine göre Her yıl Şevat ayının 15. günü kutlanır. Bu mevsimde ağaçlar yeniden hayat bulmaya başlar. Yahudiler vaat edilmiş topraklara ulaştıkları zaman ziraatla meşgul olmuşlardır. Hem bunun anısına hem de Tora’nın emri doğrultusunda bu bayram kutlanır. Tu-Bişvat’ın anlamı gelecek nesillere yeşil bir dünyanın bırakılmasıdır. Bu bayramda Yahudiler topraklarına ağaçlar dikerler ve onları korumak için önlemler alırlar. Evlerde kurulan sofralarda çeşitli meyveler ve arpa buğday gibi hububatları simgeleyen kurabiyeler bulundurulur. Öğrenciler sinagoglarda şiir ve şarkı söylerler. Tu-Bişvat bayramı süresince İsrail topraklarında yetişen meyveler yenilir.
Yahudi kültüründe hayat ağacı teması çeşitli şekillerde varlık göstermiş ve zaman içinde farklı anlamlarda yorumlanmıştır. Hayat ağacı mecazi anlamda kullanıldığı gibi gerçek anlamda da kullanılmıştır. Şimdi Yahudilik’te en çok bilinen, cennette bulunan ve insanlığın imtihanı olduğu düşünülen hayat ağacı temasını ele alalım.
Yasak Ağaç
Yahudi, Hıristiyan ve İslam geleneklerinde hayat ağacı ile iyiliği ve kötülüğü bilme ağacı, “yasak ağaç” formunda, bir imtihan unsuru olarak karşımıza çıkar ve özel bir terminolojiye sahip olur. Hayat ağacı ile iyiliği ve kötülüğü bilme ağacı, Hz. Âdem için bir imtihan aracıdır. Bu iki ağaç Hz. Âdem’in imtihanı için cennetin ortasına yerleştirilmiştir.
Tevrat’a göre Allah yeryüzünü yaratır. Sonra yerin toprağından ilk insanı yaratır. Daha sonra da şarka doğru Aden’de (eden) bir bahçe hazırlayıp yarattığı adamı oraya koyar. “Ve Rab Allah yerin toprağından adamı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi; ve adam yaşayan canlı oldu. Ve Rab Allah şarka doğru Aden’de bir bahçe dikti; ve yaptığı adamı oraya koydu.”
Allah’ın Hz. Âdem’i koyduğu cennetin ismi Tevrat’ta ‘Eden’ olarak geçer. Bundan sonra Allah, içinden bir ırmağın çıkıp dört kola ayrıldığı, Eden bahçesinde, görünüşü güzel, yenilmesi iyi olan her ağacı ve bahçenin ortasında ‘hayat ağacını’ ve ‘iyilik ve kötülüğü bilme’ ağacını bitirir. Allah bu bahçeyi koruması için Hz. Âdem’i Eden bahçesine koyar ve onunla bir ahit yapar. Allah Hz. Âdem’e bahçede bulunan bütün ağaçların meyvelerinden yiyebileceğini, ancak iyilik ve kötülüğü bilme ağacının meyvesinden kesinlikle yememesi gerektiğini, aksi takdirde derhal öleceğini söyler. Tevrat’ta konuyla ilgili pasaj şu şekildedir: “Ve Rab Allah görünüşü güzel ve yenilmesi iyi olan her ağacı ve bahçenin ortasında hayat ağacını ve iyilik ve kötülüğü bilme ağacını yerden bitirdi. Ve bahçeyi sulamak için Aden’den bir ırmak çıktı; ve oradan bölündü ve dört kol oldu. Birinin adı Pişon’dur; kendisinde altın olan bütün Havila diyarını kuşatır; ve bu diyarın altını iyidir; orada ak günnük ve akik taşı vardır. Ve ikinci ırmağın adı Gihon’dur; bütün kuş ilini kuşatan odur. Ve üçüncü ırmağın adı Dicle’dir; Asur’un önünden akan odur. Ve dördüncü ırmak Fırat’tır. Ve Rab Allah adamı aldı, baksın ve onu korusun diye Aden bahçesine koydu. Ve Rab Allah adama emredip dedi: bahçenin her ağacından istediğin gibi ye; fakat iyiliği ve kötülüğü bilme ağacından yemeyeceksin; çünkü ondan yediğin günde mutlaka ölürsün.”
Bundan sonra Allah, Âdem’in cennetteki yalnızlığını gidermek için ona uygun bir yardımcı olmak üzere yerin hayvanlarını, göğün kuşlarını yaratır. Fakat bunların hiçbiri O’nun yalnızlığını gideremeyince Hz. Âdem’in kaburga kemiğinden kadını yaratılır. Yeryüzündeki ilk kadın olarak bilinen Havva, Âdem’in eşi ve insanoğlunun annesi olarak tanınmakta ve cennette yalnızlıktan sıkılan Âdem’e yardımcı olmak için yaratılmaktadır.
Âdem ve eşi cennete yerleştirildikten sonra kendilerine bir ağaç dışındaki bütün ağaçların meyvelerinden yiyebileceği bildirilmiştir. Tevrat’a göre Rab Allah’ın cennette bitirdiği ağaçlar içinde iki tanesi özel isim ve nitelikleriyle bildirilmektedir ki bunlar ‘Hayat ağacı’ ve meyvesi yasaklanan ‘iyilik ve kötülüğü bilme ağacı’dır. Buna göre Tevrat’ta yasak ağaç, birbirleriyle ilişkileri bakımından iki ağaç formunda karşımıza çıkar.
Hayat Ağacı
Yahudilik’te dünya geleneklerindeki hayat ağacı formundan biraz farklı bir tema ile karşılaşırız. Yahudi kültüründeki hayat ağacı temasında diğer kültürlerde karşılaştığımız, ölümsüzlük, canlılık, gençlik, bereket vb. birçok özellikler yer alır. Fakat Yahudilik’te hayat ağacı, bu özellikleri yanında bir imtihan unsuru olarak farklı bir tema ile karşımıza çıkar. Tevrat’ta anlatılan hayat ağacı, imtihan unsuru olarak ön plana çıkar ve bütün insanlığın kaderini etkileyecek bir öneme sahip olur. Tevrat’a göre Hayat ağacı ölümsüzlüğün kaynağıdır ona ulaşan ölümsüzlüğü elde edecektir, fakat ona ulaşmak çok zordur. Mircea Eliade, hayat ağacının saklı olduğu ve Hz. Âdem’in iyilik ve kötülük bilgisine yani bilgeliğe sahip olduğu anda ulaşabileceği bir ağaç olduğu görüşlerine yer verir. Yahudi geleneğinde hayat ağacının birtakım mucizevî özellikleri bulunur, örneğin, hayat ağacı, yukarıdan aşağıya doğru uzanmaktadır. Onun kökleri gökyüzüne, dalları ise yeryüzüne uzanmaktadır. Yahudi kutsal metinlerinden Midraş’a göre hayat ağacı tüm bölgeye gölge sağlıyordu ve en az on beş bin değişik tadı bulunuyordu. O kadar büyük bir ağaçtı ki, bir adamın onun çevresini dolaşması beş yüz yıl alırdı. Bu ağacın köklerinin altından tüm yeryüzünü sulayıp sonra da Aden bahçesinde bulunan Pişon, Gihon, Dicle ve Fırat nehirleriyle birleşen sular geçerdi. Bir rivayete göre bu dört nehir kaynağını hayat ağacından almıştır.
İyilik ve Kötülüğü Bilme Ağacı
Tevrat’a göre Hz. Âdem’in meyvelerinden yemesi yasaklanan ağaç, iyiliği ve kötülüğü bilme ağacı’dır. Bu ağaca ‘Bilgi Ağacı’ ismi de verilmiştir. İyilik ve kötülüğü bilme ağacı Yahudi din adamları tarafından çeşitli şekillerde tarif edilmiş ve nitelendirilmiştir. Hem Hayat Ağacının hem de İyilik ve Kötülüğü Bilme Ağacı’nın cinsinin ne olduğu, şeklinin nasıl olduğu gibi konular araştırmacılar tarafından merak edilmiştir. Bazı araştırmacılar Hz. Âdem ve Havva’nın suç işledikleri esnada incir yapraklarıyla örtünmeye çalışmalarından esinlenerek bu ağacın incir ağacı olduğunu söylemişlerdir. Talmut’ta Hz. Âdem’in yediği ağacın ‘asma’ olduğu belirtilerek insan üzerinde hiçbir ağacın bu derece yıkım meydana getirmediği ileri sürülmüştür. Bunda sebep ise Havva’nın Âdem’e “üzüm şarabı” ikram ettiğinin düşünülmesidir. Hanok’un kitabında iyiliği ve Kötülüğü Bilme Ağacının bir ‘asma’ olduğu ve yedi dağ arasında bulunduğu söylenir. Bazen de bu ağacın kavun veya buğday olduğu iddia edilmiştir. İslam âlimleri de Tevrat’ta yasaklanan bu ağacın ’bür’ yani buğday ağacı olduğunu söylemişlerdir. Yasak ağaç konusunda ortaya çeşitli isimler atılmış fakat bu isimler üzerinde görüş birliğine varılamamıştır. Ancak İnsanlar üzerinde meydana getirdiği tesirler üzerinde yorum yapılabilmiştir. İyilik ve kötülük fikrinden hareketle mutluluk ve mutsuzluk kavramları üzerinde durulmuştur. Aynı zamanda Tekvin’de Hayat Ağacı, Bilgi Ağacı’nın yerini bildiren bir unsur olarak da belirtilmektedir.
Tekvin kitabının ikinci ve üçüncü bablarında söz konusu edilen hayat ağacının mahiyet ve rolünün tespitinde büyük güçlüklerle karşılaşılmıştır. Tekvin’de hayat ağacı ve iyilik ve kötülüğü bilme ağacı birlikte anılmaktaysa da anlatımda sadece bilgi ağacı söz konusudur. Burada bilgi ağacının meyvesinden yenmesi yasaklanırken hayat ağacından bahsedilmemesi hayli ilginçtir.
Hayat ağacı ile iyiliği ve kötülüğü bilme ağacı adı verilen bu ağaçlar cennetin ortasına yerleştirilmiştir. İki ağaç arasında sıkı bir ilişki kurulmuştur. Her iki ağaç da cennetin ortasında olmakla birlikte hayat ağacının daha merkezde olduğu söylenmiştir. Yahudi geleneğinde Hayat ağacına ulaşabilmek için iyiliği ve kötülüğü bilme ağacına dokunulmak zorunda olduğu varsayımı vardır. Bu ağaçların iki ayrı ağaç olduğunu düşünenler olduğu gibi tek bir ağaç gibi birleşik olduğunu düşünenler de vardır. Tevrat’ta yer almayan bu bilgiler birer varsayım niteliği taşımaktadır. Bilgilerin kısıtlılığı hayat ağacının bulunduğu yeri tesbit ve mahiyeti hakkında kesin bilgiye ulaştırmayı zorlaştırmaktadır. Tevrat’ta belirtildiğine göre Âdem’e yasaklanan ‘hayat ağacı’ değil, bilgi ağacı’dır. Kutsal kitapta sadece ‘hayat ağacı’nın ismi zikredilmekle yetinilmiştir. Ayette “şimdi elini uzatmasın ve hayat ağacından almasın ve yemesin ve ebediyen yaşamasın” denilmek suretiyle ‘Hayat ağacı’nın ölümsüzlük bahşetme vasfı belirtilmektedir.
Cennetin ortasında bulunan iyilik ve kötülüğü bilme ağacı ile hayat ağacı, Yahudi literatüründe gerek mahiyetleri, gerekse fonksiyonları açısından farklı şekilde değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmelerde hayat ağacının ölümsüzlük vasfı ön plana çıkar. Hayat ağacı kendinden yiyenin ebedi bir hayata sahip olacağı bir ağaç olarak tefsir edilmiştir. Ayrıca bu ağacın hayvanları, insanları, hatta tapınaktaki tanrıların ölmeyenlerini beslediğine inanılır. Bir bitki örtüsü olarak hayat ağacının eski şarkta bilindiği iddia edilmiştir.
Âdem ve Havva cennette mutlu bir şekilde yaşarlarken yılanın Havva’yı bu ağacın meyvesinden yemeye ikna etmesiyle bu hayat sona ermiştir. Onlar kendilerine yasaklanan bilgi ağacının meyvelerinden yemişlerdir. Yılanın Havva’yı kandırması Tekvin’de şu şekilde anlatılır: “Ve Rab Allah’ın yaptığı bütün kır hayvanlarının en hilekâr olanı yılandı. Ve kadına dedi: Gerçek Allah: Bahçenin hiçbir ağacından yemeyeceksiniz dedi mi? Ve kadın yılana dedi. Ve yılan kadına dedi, bahçenin ağaçlarından yiyebiliriz, fakat bahçenin ortasında olan ağacın meyvesi hakkında Allah: Ondan yemeyin ve ona dokunmayın ki, ölmeyesiniz dedi. Ve yılan kadına dedi, katiyen ölmezsiniz, çünkü Allah bilir ki ondan yediğiniz gün, o vakit gözleriniz açılacak, iyiyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacaksınız. Ve kadın gördü ki, ağaç yemek için gözlere hoş ve anlayışlı kılmak için arzu olunur bir ağaçtı; ve onun meyvesinden aldı ve yedi ve kendisiyle beraber kocasına da verdi. O da yedi. İkisinin de gözleri açıldı ve kendilerinin çıplak olduklarını bildiler ve incir yaprakları dikip kendilerine önlükler yaptılar.”
Âdem ve Havva meyveyi yedikten sonra yaptıkları hatayı anlamışlar ve yanlarında bulunan ağacın yapraklarıyla örtünmeye çalışırlarken aynı zamanda hayat ağacına ulaşma imkânı aramışlardır. Ancak hayat ağacından yemek isteyen bir kimsenin iyilik ve kötülüğü bilme ağacına dokunma zaruretinden dolayı, ondan yiyememişlerdir. Tekvin’de Hayat ağacı çok sıkı bir koruma altındadır. Bundan dolayı Âdem ve Havva ona ulaşamayıp cennetten çıkarılmışlardır.
Kutsal kitapta bahsedilen hayat ağacının mahiyeti hakkında güçlüklerle karşılaşılmıştır. Hayat ağacı ve bilgi ağacı Tevrat’ta beraber anılmaktaysa da anlatımda sadece bilgi ağacı söz konusudur. Ölümsüzlük bahşeden hayat ağacı olduğu halde Allah niçin bilgi ağacını yasaklamış ve Âdem’e ondan yediği takdirde öleceğini bildirmiştir. Buradan anlaşıldığına göre iyiliği ve kötülüğü bilme ağacı, hayat ağacına ulaşmayı engelleyen bir semboldür. Hayat ağacına yaklaşmak isteyen öncelikle iyiliği ve kötülüğü bilme ağacı ile karşılaşır, bu ağaç büyük bir engeldir. Bilgi ağacının hayat ağacı çevresinde dikenli bir tel gibi olduğu ve onu bir anlamda koruduğu anlaşılıyor. Burada Allah, hayat ağacına ulaşılamaması için bilgi ağacını bir engel olarak koymuş olabilir.
Bazı araştırmacılara göre bu iki ağaç aynıdır. Süleyman’ın mesellerinde hayat ağacı ilahi hikmetle aynı sayılmıştır. Bazıları da bu yasak ağacın gerçek bir ağaç olmayıp bir sembol olduğunu ileri sürmüşlerdir. İskenderiye Yahudiliği ve Philon, yasak ağacın cinsi ilişkiyi ifade ettiği kanaatindedir. Bilgi ağacının doğruyu yanlıştan ayıran ahlaki değer, kültür ve akıl anlamında dünyevi bilgi, cihan şümul veya ilahi bilgi olduğu da ileri sürülmüştür.
J. Campbell, Batı Mitolojisi adlı eserinde, Tevrat’ta yer alan bilgi ağacı ve hayat ağacının, Tanrı ve dünya, ölümsüzlük ve ölümlülük arasındaki mitsel ayırımı ifade ettiğini söyler. Bunlardan hayat ağacı Tanrı tarafından insanlardan uzaklaştırılmıştır. Bilgi ağacının ise mitolojilerde hem Avrupa da hem de doğu da, ölümsüzlük ağacıyla aynı olduğunu ve insanlar için ulaşılabilir olduğunu kaydeder.
Bu iki ağacın mahiyeti hakkında araştırmalar yapılmış ve birçok görüş ortaya atılmıştır. Onların mahiyetleri nasıl olursa olsun Âdem ve Havva için bir imtihan vesilesi olmuşlardır. Cennetten dünyaya gelmelerini ve ölümlü bir hayata sahip olmalarını netice vermiştir.
Yılan ve Hayat Ağacı
Kutsal Kitab’a göre yılan kötülük ruhunu yani şeytanı temsil etmektedir. Şeytan ise insanın ebediliğine karşı olduğundan, Âdem’in hayat ağacına yaklaşmasına engel olmuş, ölümsüzlük verir diyerek bilgi ağacından yedirmiş böylece insanlığın ölümlü olmalarına sebep olmuştur. Yılanla ilgili olarak birçok açıklamalar yapılmıştır. Bir izah tarzına göre yılan, ölümsüzlüğü kendi elde etmek istiyordu. Bunun için de cennette diğer ağaçlar arasına gizlenmiş olan hayat ağacını bulması gerekiyordu. Hayat ağacının meyvelerinden ilk kez o tatmalıydı. Bu nedenle Âdem’i iyiyi ve kötüyü bilmeye zorlamıştır. İyi ve kötüyü bilmenin yolu iyilik ve kötülüğü bilme ağacının meyvesinden yemekten geçer. Bu düşünceye göre Âdem ağacın meyvesinden yiyip bilgi sahibi olacak ve yılana hayat ağacının yerini gösterecektir. Bu sebeple hayat ağacının yerini bildirmesi için Âdem’i bilgi ağacından yemeye teşvik etmiştir. Yılanın Havva’yı kandırmasında başka sebepler de açıklanmıştır. Diğer kültürlerde olduğu gibi Yahudi kültüründe de hayat ağacının etrafında ölümsüzlüğe ulaşmayı engelleyen yılan motifi ile karşılaşıyoruz. Yılan Âdem’le yaptığı mücadeleyi kazanmış ve Âdem’in ölümlü olmasına neden olmuştur. Tevrat’ta yılan hayat ağacının koruyucusu değildir; fakat hayat ağacının özelliklerinden kendisi faydalanmak istemekte ve sürekli ağacın yanında bulunmaktadır.
Havva yılanın kandırmasıyla bu ağacın meyvelerinden yedikten sonra ölümsüz yaşayacağını, meleklere benzeyeceğini, iyi ve kötüyü bilerek Allah gibi olacağını zannetmiştir. Bu duygularla bu ağaçtan yemiş ve kocasına da yedirtmiştir.
Şeytanın ağacın meyvesinden yemeye teşvik etmesinin ilginç sebepleri bulunur. Bu sebeplerinden biri de Havva’yı kıskanması olarak düşünülür. Bu anlatıma göre kıskançlıktan çıldıran şeytan yılanın Havva’yı kandırmasını sağlar. Diğer bir rivayete göre de yılan bizzat Havva’ya sahip olmak için onu günaha teşvik eder ve onu şehvete sürükler. Bu anlatımlara göre şeytan ya da yılan Havva’yı kandırır. Yasak meyveyi tutan Havva ölüm meleğinin kendisine doğru gelmekte olduğunu görünce Âdem’i de kendi kaderine ortak etmiştir. Yılan onu şehvete çağırdığında şarap içen Havva bunu Âdem’in içeceğine de karıştırmıştır. Sonuçta Havva’ya sadakatsizliği sebebiyle dokuz bela verilmiştir.
Yasak Ağaçtan Yemenin Sonuçları
Bazı apokrif kaynaklarda Hz. Havva’nın cennetten çıkarıldıktan sonraki hayatıyla ilgili ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Buna göre Âdem ile Havva Aden’den kovulduktan sonra aç kalırlar ve her yerde yiyecek ararlar. Cennette yediklerine benzer yiyecek bulamayınca tövbe etmekten başka çare bulamazlar. Havva boynuna kadar Dicle sularında dalar ve otuz yedi gün sularda kalır. Âdem de bir ırmağa dalarak kırk gün orada kalır. Böylece tövbelerinin kabul edilmesini umarlar. Apokrif metinlerde buna benzer birçok anlatı bulunur
Âdem ve Havva’nın yasak ağacın meyvelerinden yemeleri birçok sonuç ortaya çıkarmıştır. Öncelikle onlar, meyveden yer yemez gözleri açılıp, çıplaklıklarını fark ederler. Sonra Allah, yılana onları aldattığı için yeryüzünün en lanetli hayvanı olacağını ve ömrü boyunca karnının üzerinde yürüyerek her gün toprak yiyeceğini söyler. Havva’ya da zahmeti ve gebeliğini çoğaltacağını ve ağrı ile evlat doğuracağını, kocasının onun üzerinde hâkim olacağını bildirir. Âdem’e de yasak ağaçtan yediği ve karısının sözünü dinlediği için toprağın lanetlendiğini, zahmetle o topraktan kazanıp yiyeceğini, ömrünün sonuna kadar zorlukla ve alnının teriyle kazanacağını, bereketli toprağın artık diken ve çalı bitireceğini, topraktan geldiğini ve yine toprağa döneceğini söyler.
Tevrat’a göre Âdem ve Havva yasak meyveden yedikten sonra iyilik ve kötülüğü bilmede Allah gibi olmuştur. Allah da onları hayat ağacına dokunmasın ve yaklaşmasın diye cennetten kovmuştur. Yahudi düşüncesine göre Allah, Âdem’in hayat ağacının meyvelerinden yiyerek ebediyen yaşamayı ve daha fazla bilgi sahibi olmasını istemediği için cennetten uzaklaştı rm ıştır. Zira eğer Âdem bu ağaçtan yiyebilseydi hiç ölmeyecek ebediyen yaşayacaktı. Bundan sonra Allah hayat ağacına ulaşamasınlar diye Aden bahçesinin doğusuna Kerubileri ve her tarafa dönen kılıcın alevini koymuştur. Bundan dolayı insanlar o günden bu yana hayat veren ağacı bulmak için çırpınıp dururlar.
Âdem, Allah’ın kendisine emrettiği yasağı çiğnediği için yaratıcısına karşı işleyebileceği en büyük günahı işlemiş oluyordu. Âdem’in işlediği bu günah ‘ilk günah’ olarak Yahudi ve Hıristiyan terminolojilerinde çok büyük sonuçlara yol açmıştır. Âdem ve Havva yasağı çiğnemeleriyle büyük bir düşüş yaşamışlardır. Ayrıca bu hata onların çok yüksek olan anlayış kapasitelerini düşük bir düşünce seviyesine indirmiştir. İnsanlığın başına gelen bütün felaketlerin kaynağı bir anlamda bu ilk günahtır. Hatta oğulları Kabil ve Habil’in mücadelesinin sebebi de ilk günah olarak gösterilir.
Günah kavramı Yahudi düşüncesinde toplumsal bir niteliğe sahiptir. Ahdi Atik’teki bazı ifadelere göre insanın başlangıçta işlediği suç bütün insanlık tarihine sirayet etmiştir. Tanrı’nın emrini dinlememe, cennetten sürülme anlamına gelmiş ve Yahudi tarihindeki bütün sürgünler bu suçun cezası olarak düşünülmüştür. Babil sürgünü sonrasında ise günah anlayışında değişiklik olmuş ve günahın toplumsal olduğu inancı reddedilmiştir.
Âdem ve Havva Tevrat’a göre tövbe etmeden suçlu olarak yeryüzüne inmişlerdir. Tevrat’ta bu suçun başkalarına geçtiği şeklinde herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte, dünyada sıkıntılı bir şekilde yaşayan insanların atalarının günahının neticesi olarak bu duruma katlanacakları ifade edilmiştir. Eski Ahit Âdem ve Havva’nın cennette yasak meyveyi yemekle, ilk günaha düştüklerini kabul eder. Fakat Yahudilerde Hıristiyanlıktaki gibi nesilden nesile intikal eden bir asli günah anlayışı bulunmamaktadır.
Kutsal Kitap’ta anlatılan hayat ağacı ve etrafında oluşturulan tema dünyanın diğer medeniyetlerinin oluşturduğu hayat ağacı temasından oldukça farklıdır. Yahudilik’te hayat ağacı, bir imtihan vesilesi olarak ön plana çıkar. Diğer kültürlerde ise imtihan olma unsuru görülmez. Fakat Yahudilik’teki hayat ağacı ile diğer kültürlerdeki hayat ağacının birçok ortak yönü de bulunmaktadır. Hayat ağacı cennetin ortasındadır. Cennet dünyanın merkezinde bulunur. Yani hayat ağacı da dünyanın merkezindedir. Etrafında ırmaklar bulunur. Onu koruyan ve bekçiliğini yapan yılan veya şeytan bulunur. Ulaşılmasının çok zor olması, meyvelerinden yiyenin ölümsüzlük kazanması gibi özellikler ortak yöne örnektir. Benzer bir özellik de köklerinin yukarı da dallarının aşağıda her şeyi aydınlatan ışık olmasıdır.
Yahudilik’te cennetteki yasak ağaç dışında farklı şekillerde hayat ağacı temasıyla karşılaşırız. Yahudiliğin en önemli iki sembolünden biri olan yedi kollu şamdan/Menora, hayat ağacı olarak nitelendirilmiştir. Yahudilere göre Menora’nın birçok sembolik anlamı vardır. Örneğin, ‘daimi ışık’ın simgesidir. Yahudilere göre Tanrı yeri ve göğü yarattıktan sonra ilk emir olarak ‘ışık olsun’ demiştir. Bu ışık, evrenin, ruhların ve bilimin aydınlığının simgesidir ve bilimin devamlılığını, sonsuzluğunu simgeler. Yedi kollu şamdanın bir diğer sembolik anlamı da cennetteki ‘Hayat ağacı’dır. Yahudi mistisizmine göre hayat ağacı yedi Tanrısal erdemi ifade eder. Bu bakımdan Menora, insanlığın Tanrının suretinde yaratıldığının bir ifadesi olmuştur.
Yedi kollu şamdan, Yahudilerce hayat ağacı olarak nitelendirilmiştir. Aynı zamanda bu ağacı badem ağacı ile özdeşleştirmişlerdir. Badem ağacı ilkbaharda çiçek açtığı zaman henüz onun yaprakları yeşermemiştir. Yahudilerce Badem ağacının bu özelliği saflığı ve kutsallığı simgelemiştir. Bu anlamda Menora ölümsüzlüğün bir sembolü olmuştur.
Yahudilikte zeytin ağacı da bir hayat ağacı olarak kabul edilmiştir. Bet Amiktaş’ın dışına ve içine zeytin ağacı oymaları yapılmıştır. Mabet’in iç odasında zeytin ağacı figürleri ve ağacın üstünde de tıpkı cennette bulunan hayat ağacında olduğu gibi Kerubiler resmedilmiştir. Kerubiler, sfenks’e benzeyen aslan vücutlu insan başlı kanatlı meleklerdir. Kerubiler’in kanatları beşer metredir. Bu melekler cennette hayat ağacını, Hz. Âdem ve Havva’dan korumuşlardır. Burada da zeytin ağacını korurlar, dolayısıyla Bet Amiktaş’ı korurlar.
Yahudi Mistisizminde Hayat Ağacı
Yahudi geleneği ilk dönemlerde hayat ağacı temasını somut anlamıyla algılamıştır. Daha sonraki dönemlerde felsefi düşüncenin de etkisiyle mecazi anlamda algılanmaya başlanmıştır. Ortaçağ Yahudi din adamlarından Maimonides bu düşünceyi savunan belirgin şahsiyetlerinden biri olmuştur. Yahudi mistisizmi Kabala, Aden bahçesinin varlığını kabul etmekle beraber bu bahçede bulunan hayat ağacını mistik-mecazi bir tarzda yorumlamıştır.
Yahudi mistisizmi Kabala’da ilahi âlem bir hayat ağacı tiplemesiyle tasvir edilir. Hayat ağacı burada Âlemler arası irtibatı simgeler. Kabala’ya göre hayat ağacı evrenin ve insanın ideal modelidir. Kabalistlere göre Tanrının on temel vasfı vardır; bu vasıflar Tanrısal yaşamın içinde dolaşıma girdiği on düzeyi oluştururlar. Bu düzeylere ‘sefira’ adı verilmiştir. Bu on sefiranın adları tanrısal tezahürün çeşitli biçimlerini yansıtır. Sefirotun tamamı, Tanrısal yaşamının bütününü oluşturur. Bu on temel(sefirot) hayat ağacı veya ezeli bir insan biçiminde tasavvur edilmiştir. Hayat Ağacında On sefirotun yanı sıra yirmi iki yol ve yedi alt küre bulunur. Bu yedi alt küre, omurganın üzerine dağılmış yedi ilahi gücü simgeler. Bunlar evrenin ve insan ruhunun haritasını oluşturur. Kabalistlere göre Bu haritayı anlamanın yolu hayat Ağacını bilmekten geçmektedir.
Hayat ağacında ortaya çıkan on küre, evrenin güneş sisteminin ve insanın bir modelidir. Ağacın küreleri yirmi iki yol ile birbirine bağlanmıştır. İbrani alfabesinin yirmi iki harfi ile ifade edilmiş olan bu yollar aynı zamanda evrenin yapı taşları olarak kabul edilmiştir. Hayat ağacını oluşturan on sefira alçak gönüllülük, bilgelik, anlayış, sevecen iyilik, yargı, güzellik, tahammül, haşmet, temel ve hâkimiyettir. Yahudi mistiği, hayat ağacında bulunan özelliklerle kendisini süslemek ister. Aklına ve davranışlarına bu özellikleri yayar. Zamanla hayat ağacındaki özellikler kendisi olur. Yahudi gününü yani hayatını bu on temele göre ayarlayabilmelidir. Onun kalbi Tanrının bu aydınlık isimleriyle parlar. Hayat Ağacında bazen yıldırım şeklinde bir kılıç ve ağaca tırmanan yılan görülür. Kılıç Tanrı’dan inen rahmeti, yılan ise insanın yukarıya doğru dönüş yolunu yani ruhsal tekâmülü simgeler. Yukarıdan aşağı ve aşağıdan yukarıya olan bu iki güç birbirinin tamamlayıcısıdır. Bu anlamda hayat ağacı zıtlıkların bütünleştiği bir bilgelik ağacıdır. Hayat ağacındaki başka bir zıtlık da erkek ve dişi güçlerin bir arada bulunduğu yer olmasıdır. Ağacın sağ ve sol dallarını ‘dişi’ ( negatif- olumsuz enerji) ve ‘erkek’ ( pozitif olumlu enerji) olarak iki ayrıma tabi tutanlar olmuştur. Yahudi mistiği kendinde bulunan hayat ağacını yani dişi ve erkek gücü dengelemelidir. Kabalistlere göre evren en yüksek hallerden tezahür etmiştir. Hayat ağacı evrenin oluşmasının da bu anlamda bir modeldir. Bu anlamda Hayat ağacı, Tanrı’nın özelliklerinin insanların görünür dünyasındaki tezahürlerini temsil eder.
Yahudi mistiklerinin ilginç düşüncelerinden biri de Hz. Âdem’in cennette işlemiş olduğu günah karşısındaki yorumlarıdır. Bu düşünceye göre Tanrı, Ruhlar ağacı, Şehina ile kutsal bir evlilik kurmuştur. Bu kutsal evlilik, Kabalistlere göre Tanrı’nın gerçek birliğini oluşturur. Yahudi kutsal metinlerinden Zohar’a göre bu birleşme başlangıçta kalıcı ve kesintisizdi ama sonra Hz. Âdem’in işlediği günah bu kutsal evliliğin bitmesine ve bunun sonucunda Şehina’nın sürgün edilmesine sebep olmuştur. Fakat kefaret ödenip kurtuluş gerçekleşirse başlangıçtaki kutsal evlilik yeniden kurulacak ve Tanrı’nın adı bir olacaktır.
Yahudi mistisizminde hayat ağacı gerçek anlamından çok insanın olgunlaşmasını, Tanrı ile bir olmasını, hayat ağacında bulunan zıtlıklarla dengeye ulaşmaya çalışmasını simgeleyen derin bir düşünme şeklidir.
Yahudiler için ağaçlar çok önemli bir yere sahip olmuştur. Tevrat’ta sık sık ağaçlardan bahsedilip benzetmeler yapılmıştır. Kenanilerin ve İbranilerin sunak yerleri yüksek tepelerde ve yaprakları yeşil her ağacın altındadır.
Ağaçlarla ilgili uygulamalar ağacın Tanrının kutsiyetini kendinde taşıdığının Yahudilerce de kabul edildiğinin göstergesidir. Bunun yanında birçok din âlimi, Kutsal Kitap’ta adı geçen hayat ağacı temasının Eski Yakın Doğu’da bilinen bir tema olduğundan bahsederler. Eski medeniyetlerde gençlik ve ölümsüzlük veren hayat ağacı veya bitkisini konu eden birçok efsane mevcuttur. Birçok din âlimi kutsal kitabın bu efsanelerden etkilendiği görüşündedir.
Sonuç olarak, Yahudilik’te bazı ağaçlar kutsal kabul edilmiş ve özel sayılmıştır. Akasya, asma, zeytin, erz, Allah’ın özel olarak yarattığı ve cennete koyduğu ağaçlardır. Yahudi kültüründe ağaçlar hem maddi hem de mecazi olarak algılanmıştır. Tevrat anlatılarında ağaçlar genellikle mecazi anlamda kullanılmış ve sık sık benzetme unsuru yapılmıştır. Özellikle cennette bulunan hayat ağacı mecazi olarak algılanmış ve hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır.
HIRİSTİYANLIK’TA HAYAT AĞACI
Hıristiyan literatüründe ağaçların çok çeşitli özelliklerinden bahsedilmiştir ve dinsel uygulamalarında sıklıkla kullandıkları araçlardan biri ağaç olmuştur. İncil’de ağaçlardan benzetme unsuru olarak bahsedilmiştir. Markos İncil’ine göre Allah’ın melekûtu Hayat ağacına benzetilir. “Hardal tanesi gibidir ki toprağa ekilirken her ne kadar yer üzerinde olan bütün tohumlardan en küçüğü ise de, ekildikten sonra büyür ve bütün sebzelerden daha büyük olur, büyük dallar salar şöyle ki; göğün kuşları onun gölgesi altında yeşerebilirler.”
Değnek/asa, Hıristiyanlarca kutsal bilinir. İncil’e göre On iki havari kötü ruhları hidayete erdirmek için gittikleri her yere yanlarında bir asa bir de çarık götürmüşlerdir. Havarilerin kullandıkları değnek aslında hayat ağacını sembolize eder ve insanları hidayete erdirmede kullanılan bir semboldür. Asa, hayat ağacının sahip olduğu güç ve kuvvete sahiptir. Bu inanca Hz. Meryem ve Yusuf kıssasında da rastlanır. Bu kıssaya göre, başrahip mabede vakfedilmiş Meryem’i evlendirmek ister. Fakat üç bin delikanlının Meryem’e talip olması karşısında, taliplerin sopalarını ister, ancak bu gençlerden sadece Yusuf’un sopasının yeşermeye başladığı görülür. Bu mucize üzerine Meryem Yusuf’a verilir. Bu nedenle Piskopos ve rahipler her zaman hayat ağacı gücü taşıyan asayı yanlarında bulundurmuşlardır.
Hıristiyan inancına göre Noel Baba’nın mucizeler gerçekleştiren bir asası vardır. Noel Baba Paskalyadan kırk gün sonra ortaya çıkıp halk arasında dolaşır ve elindeki asasıyla insanlara hafifçe dokunur, bu dokunuş kime rastlarsa, dileklerinin kabul olacağına ve o yılı sağlıklı geçireceğine bir işaret olarak kabul edilir
Hıristiyanların dini bayramlarından olan Paskalya’dan bir Pazar önce, Hz. İsa’nın Kudüs’e girişini hatırlatmak için dallar takdis edilir. Özellikle Katolik ve Ortodoks kilisesinin ayinlerinde dal demeti baş üzerine sürülüp dokundurulmaktadır. Katoliklerde palm gününde Palmiye ve zeytin dalları merasimle şehrin sokaklarında dolaştırılır. Bu uygulama İsa’nın haşri ve zafer işareti sayılır.
Hıristiyan geleneğinde de dünya kültürlerinde gördüğümüz yerle gök arasında bağlantı olan hayat ağacı motifi vardır. Ortaçağa ait bir Alman bilmecesinde kökleri cehennemde olan, tepesi Tanrının tahtına uzanan ve dünyayı dallarıyla saran bir ağaç sorulur; bu ağaç, Hıristiyanlar için dünyanın dayanağıdır. Hıristiyan geleneğinde hayat ağacı ve su birlikteliğiyle de karşılaşırız. Hayat ağacı, İncil anlatımına göre kentin ortasında ırmağın iki yanında büyür ve her ay on iki çeşit meyve verir. Ayrıca onun yaprakları uluslara şifa dağıtır.
Hıristiyan geleneğinde hayat ağacı inancının çeşitlilik arz ettiği görülür. Hayat ağacı, bazen Noel ağacı, mayıs ağacı, haç, bazen de cennette Hz. Âdem ve Havva’ya yasaklanan ağaç formunda karşımıza çıkar. Burada özellikle Hz. Âdem ve Havva’ya meyvelerinin yenmesi yasaklanan, Tevrat’ta da isim olarak bizzat tanımlanmış cennet ağacı olan ‘hayat ağacı‘ üzerinde duracağız. Hıristiyan dünya görüşünde asıl ve en önemli olan ağaç, İsa’nın çarmıha gerildiği ağaç ve bu ağacın kökeninde bulunan cennetteki ‘hayat ağacı ile ‘iyiliği ve kötülüğü bilme ağacı’dır . Hıristiyan ağaç sembolizminin temelinde genel olarak cennetteki yasak ağaç ve İsa’nın çarmıha gerildiği ağaç yatar.
Hıristiyanlık kendi kutsal kitapları yanında Yahudiliğin kutsal kitabı Eski Ahit’i de kabul eder. Hıristiyanların sahip oldukları yaratılışla ilgili konular temelde Eski Ahit’e dayanmaktadır. Eski Ahit’i kutsal kitaplarında bir bölüm olarak benimseyen Hıristiyanlar yaratılış, yasak ağaç, ilk günah gibi konularda verilen bilgileri prensip olarak kabul etmekle birlikte, yaptıkları yorumlarla Yahudilerden ayrılmaktadırlar. Hz. Âdem ve Hayat Ağacı hakkında yaptıkları yorumlar bu ayrımlardan biridir. Eski Ahit’te yasak ağaç konusundan daha önce bahsettiğimiz için burada bu konu üzerinde kısaca durulacaktır.
Yasak Ağaç
Yahudilikte gördüğümüz cennette bulunan ve Hz. Âdem’in imtihanı olan iki ağaç Hıristiyanlık’ta da işlenen bir temadır. Hz. Âdem’i kontrol etmek amacıyla Allah tarafından cennete iki ağaç yerleştirilmiştir ve Hz. Âdem’in bu iki ağaçtan birine yani hayat ağacına yaklaşması ve ondan yemesi yasaktır. Net bilgiler bulunmamakla beraber bu ağaçlara bazı nitelikler atfedilmiştir. Bu nitelikleri değerlendirebilmek için iki ağacı ayrı ayrı ele almak gerekir.
Hayat Ağacı
Kitab-ı Mukaddes’te açık olarak bildirilmemekle birlikte hayat ağacı birçok yönden değerlendirilmiştir. Hayat ağacının bazı özelliklerini şu şekilde sıralayabiliriz:
Meyvesinden yiyen herkesi ebedileştirmektedir.
Topraktan yaratıldığı için yok olma durumunda olan insanın gücünü yenilemektedir.
Devamlı yeşil olmasından dolayı, tam olarak itaat etmesi karşılığında verileceği söylenen ebedi hayatı temsil etmektedir.
Bu ağacın meyvesi ebedi kuvveti, ölümsüz hayatı bağışlayacak niteliktedir.
Hıristiyanlarca hayat ağacından yiyenlerin Hz. İsa gibi ölümsüz olacağına inanılmaktadır. Böylece her ikisi arasında bir benzerlik kurularak, hayat ağacının kendinden yiyeni ebedi hayata kavuşturacağı gibi, Hz. İsa’ya inananların da saadete ulaşacağı sonucuna varılmıştır. Nitekim Âdem ve Havva hayat ağacına ulaşamadıkları için cennetten çıkarılmış ve ebedi hayattan mahrum olmuşlardır.
Kitab-ı Mukaddes’te açıkça bildirilmemekle birlikte “Hayat ağacının” meyvesinden yiyen herkesin ebedileşeceği, topraktan yaratıldığı için insanın gücünü yenileyeceği anlatılır. Hayat ağacının meyvesinin ebedi kudreti, ölümsüz hayatı bağışlayacak nitelikte olduğu ve devamlı yeşil olmasından dolayı ebedi hayatı temsil ettiği kabul edilmektedir. Hıristiyanlarca hayat ağıcından yiyenlerin Hz. İsa gibi ölümsüz olacağına inanılmıştır. Fakat onlar hayat ağacına ulaşamamışlar bundan dolayı cennetten atılmış ve ebedi bir hayattan mahrum olmuşlardır.Bu ağaca neden hayat ağacı ismi verildiğini merak edenler olmuştur. Bu soruya Bazı Hıristiyan teologlar şu şekilde cevap vermektedirler. Hz. Âdem’in, iyiliği ve kötülüğü bilme ağacından yiyerek ölüm tuzağına düştükten sonra bu ağaç, hayat ağacı adını almıştır. Buna göre Hayat ağacı ile İyiliği ve Kötülüğü Bilme Ağacı adı verilen bu ağaçlar isimlerini insan ile olan münasebetlerinden daha doğrusu onların meyvesinden yenilmesiyle insan hayatı ve gelişmesi üzerindeki etkiden almaktadır. Hıristiyanlara göre bu ağaç, Hz. Âdem iyilik ve kötülüğü bilme ağacından yiyerek ölüm tuzağına düştükten sonra, ‘hayat ağacı’ adını almıştır. Çünkü bundan önce onun hayatı problemli ve çileli değildir.
İyilik ve Kötülüğü Bilme Ağacı
Kitab-ı Mukaddes’te iyilik ve Kötülüğü Bilme Ağacından bahsedilen ayetlerde ‘iyilik ve kötülüğü bilme’nin ileriyi görme, umumi karakter, her şeyi yargılayan, insanlar için iyi ve kötü şeyleri anlama gibi anlamlarda kullanıldığı anlaşılıyor. Bu ağaca iyilik ve kötülüğü bilme adı, Hz. Âdem’in cennetten çıkarılmasından sonra verildiği iddia edilmiştir. Buna delil olarak, Hz. Âdem ve Havva’nın cennette bilgi edinme güçlerinin olmaması gösterilmiştir.
Cennetteki bütün ağaçların Hz. Âdem için helal olduğu halde sadece bilgi ağacının yasaklanması Hıristiyanlarca araştırma konusu yapılmıştır. Fakat hiçbir zaman bu yasağın, ağacın zehirli olması gibi maddi bir sebebe dayandırılamayacağına işaret edilmiştir. Bu ağaçlar, Hz. Âdem ve Havva’yı imtihan için cennetin ortasına konulan, mahiyetlerinden söz edilmeyen fakat tesirleri itibariyle Âdem ve Havva’nın cennetten çıkarılmalarına sebep olan kuvvetli ağaçlardır. Bu ağaçların mahiyetleri tam olarak bilinemediği için Hıristiyan din adamları çeşitli görüşler ortaya atmışlardır. Onların bu görüşlerden biri de yasak ağacın kadın ve erkeğin cinsel münasebetinden kinaye olduğunu ileri sürmeleridir.
Hıristiyan ilahiyatçılar genel olarak bu iki ağacın birer sembol olacağı noktasında birleşmektedirler. Hıristiyanlar bu ağaçların cinsleri ve maddi yönleriyle ilgilenmemekte sadece ilk insanlar üzerindeki olumsuz etkilerinden söz etmektedir. Zaten onların cinslerini ve isimlerini tespit etmeye imkân sağlayacak herhangi bir açık bilgi bulunmamaktadır. Sonuçta Hz Âdem ve Havva Bilgi ağacının meyvesinden yemişler ve onların bu hareketi çeşitli sonuçlar doğurmuştur. Hıristiyan ilahiyatçıların üzerinde durduğu konu özellikle bu nokta olmuştur.
Yasak Ağaçtan Yemenin Sonuçları
Hz. Âdem ve Havva’nın cennet hayatı konusunda Tevrat’ta açık bilgi bulunmamaktadır. Tevrat’ta üzerinde durulan asıl konu Hz. Havva’nın işlediği suçtur. Havva yılanın tahrikiyle yasak ağaçtan yemiş, hem kendi hem de kocasının cennetteki hayatının sona ermesine neden olmuştur. Ayrıca Allah, Havva’nın cennette yaşamadığı birtakım cezaları da ona dünya hayatında takdir etmiştir.
Hz Âdem Allah’ın kendisine koymuş olduğu yasağı iyilik ve kötülüğü bilme ağancın meyvesinden yiyerek çiğnemiştir. Hıristiyanlar, Hz. Âdem’in yasak ağaçtan yemek suretiyle büyük bir günah işlediğine ve Allah’ın gazabına uğradığına, onun bu günahının kıyamete kadar her yeni doğan çocuğa geçtiğine, dolayısıyla onların da günahkâr olarak doğduklarına, ancak vaftiz edilmek suretiyle cehennemlik olmaktan kurtulduklarına inanırlar.
Hıristiyanlığa göre insanlığın ilk Ata’sı Hz. Âdem’in şeytanın aldatmalarına uyarak yasak meyveye yaklaşmak suretiyle Tanrıya karşı geldiği, günaha düştüğü bu günahın da hem şahsi hem de kolektif bazı sonuçlar doğurduğu kabul edilmektedir. Bu düşüşün şahsi sonuçları; Âdem’in kutsal lutfu kaybetmesi ve masumiyet durumundan çıkması olarak belirtilirken kolektif sonucu; İlk düşüşün ardından günahının bütün insanlığa sirayet ederek geçmesi gösterilmektedir. Ancak Eski Ahit’te de yeni Ahit’te de bu konu hakkında hiçbir yorum yapılmamıştır. Bu konuda ilk yorumu yapan Pavlus olmuştur. Asli Günah terimini ilk defa kullanan ve doktrinleştiren ise Saint Augustin olmuştur.
Hz.Adem ile Havva’nın cennette yasak meyveden yemek suretiyle işledikleri ve nesilden nesile bütün insanlığa intikal ettiğine inanılan suça “Asli Günah” denilmektedir. Bu doktrine göre her insan doğumundan itibaren ferdi hiçbir girişimi olmadığı halde ilk günahı işleyenin nesline ait olmaları sebebi ile mecazen günahkâr kabul edilmektedirler.
Hıristiyanlığa göre Âdem’in cennetteki hayatı dünya hayatını hatta kendisinden sonraki nesilleri etkilediği için önemlidir. Eski Ahit’e göre; Âdem yaratılmasından sonra Allah’a itaat etmekle sınırlandırılmış bir seçme hürriyetine sahip olarak Aden’de, bir bahçe olan cennete konmuştur. Âdem, cennette bulunan her şeyden faydalanma imkânına sahiptir. Sadece cennetin ortasında bulunan “İyilik ve kötülüğü bilme” ağacına yaklaşmaması emrolunmuştur. Bu emir Hıristiyan literatürüne Tanrı’nın Adem ile ahitleşmesi olarak terminolojik bir anlam kazanmış, Ademin cennette yapılan bu ahde uyup-uymamakla imtihan edildiği kabul edilmiştir. Yine Adem cennette hayat ve ölüm arasında tercih yapmak durumuyla karşı karşıya kalmıştır. Bu tercihin de cennetin ortasında bulunan “Hayat ağacı” ve “iyiliği ve kötülüğü bilme ağacı” ile sembolize edildiği belirtilmiştir.
Allah Âdem ile Havva’yı cennet koymuş, onlara bir ağaç dışında bütün ağaçların meyvelerinden yiyebileceklerini söylemiştir. Fakat onlar bu yasağı çiğneyip açık bir şekilde günah işlemişlerdir. Bunun sonucunda onların gözleri açılmış, çıplaklıklarını da fark etmişlerdir. Çıplaklığa sebep olan davranışları sonucunda utanmışlar gizlemek için saklanıp özür dilemişler, Allah da onun bu hatasını yüzüne vurmuştur.
Âdem’in işlemi ş olduğu günahın sebebi olarak Hıristiyan teologlar çeşitli görüşler geliştirmişlerdir. Bunların başlıcaları ise Âdem’in Havva’nın tesirinde kalması, gurur hissi, Allah’a benzeme arzusu, Âdem ve Havva’nın cinsi duyguları ve kader gibi açıklamalardır.
Âdem’in işlemiş olduğu günah, çok çeşitli ve kötü olarak nitelenen sonuçların doğmasına neden olmuştur. Onların günahı genel olarak şu sonuçları doğurmuştur.
Hz. Âdem ve Havva’da hayâ ve utanma duygusu oluşmuştur. Âdem’in suçu, Tanrı suretinde yaratılmış olan insanın kutsallığını ortadan kaldırmıştır. Onlar bu hatayı işledikten sonra çıplak olduklarının farkına varmışlar ve utanarak örtünme ihtiyacı hissetmişlerdir. Bu çıplaklık insanın zayıflığı olarak değerlendirilmiştir.
Âdem ve Havva Cennette Allah’ın sesini işittiklerinde korkmuşlardır. Zayıflıklarını anlamışlar ve Tanrı’nın korkusundan kaçma gereği hissetmişlerdir.
Yeryüzünde meydana gelen bütün kötülük, düşmanlık vb. temelinde ilk günah yatmaktadır. Hz. Âdem ve Havva’nın aralarındaki sevgi azalmış, yılan ile de büyük düşmanlık başlamıştır.Bu günahtan dolayı dünyadaki barış ve huzur kaybolmuş yerini ise düşmanlık almıştır. Tüm evren huzursuzlukla dolmuş, yeryüzündeki tüm depremler, seller, erozyonlar, hastalıklar vb. asli günahın birer sonucu olarak kabul edilmiştir.
Âdem ve Havva cennetten çıkarılarak mutlu ve huzurlu bir hayattan mahrum edilmişlerdir. Onların yüzünden yeryüzü lanetlenmiş, verimlilik azalarak çöller oluşmuştur. Âdem rızkını yorgunluk ve alın teriyle topraktan kazanmak zorunda kalmıştır. Havva’da çileli bir dünyada yaşamaya mecbur olmuştur.
Kitab-ı Mukaddes Âdem ve Havva’nın işlediği suçun tam karşılığını ölüm olarak belirtmektedir. Hıristiyanlar ölümü gerçek anlamından çok mecazi olarak değerlendirmişler ruhun ve edebin ölümü olarak nitelemişlerdir. İlk günahtan sonra irade zayıflamış ve ölüm dünyaya girmiştir
Asli günahın en mühim neticelerinden biride şehvettir. Augustinus’a göre cinsi şehvet arzusu başlangıçta insanlığın tabiatında yoktur. Allah insanlığı yarattığında bu duyguyu vermemiştir. Şehvetin asıl kaynağı Âdem ve Havva’nın işlediği suçtur. Bunun için her insan şehvetin dolayısıyla suçun ürünü olarak doğmaktadır.
Hıristiyanlar Havva’yı daha çok Yeni Ahit’teki bilgilere göre anlatmaya çalışmışlardır. Tevrat’ta bulunmamasına rağmen onu günahın sembolü olarak görmüşlerdir. Hıristiyan telakkisine göre kadın, haram meyveyi Âdem’e yedirerek Âdem’in cennetten kovulmasına ve insan neslinin günahkâr olmasına sebep olmuştur. İncil’e göre kadın günahkârdır ve o aldanarak suça düşmesi yüzünden ancak çocuk doğurmakla kendisini aklayabilir İncil’e göre erkek kadına hâkim olmalıdır. Zira Âdem aldanmamış, fakat kadın aldanarak suça düşmüştür.
Tanrı insanı başlangıçta özgür olarak yaratmıştır, ama ilk insan bu özgürlüğüyle günahı işlemiştir. Böylece, Tanrı’dan kopmuş ve düşmüştür. Bu düşmede günah ortaya çıkmış ve Âdem’in soyundan gelen bütün insanlara bu ilk günah kalıtım yoluyla geçmiştir. İnsan iradesi, düşme sebebiyle kötülüğe yönelmiş ve bu yönelişten insanı ancak Tanrı kurtarabilecektir. İşlenen günah için Tanrı ile insanlığın barışması lazımdır. Bunun için Tanrı biricik oğlu İsa Mesih’i insanların günahına keffaret olması için yeryüzüne göndermiş ve çarmıhta can vermiştir. Böylelikle insanlar Tanrıyla yeniden barışmıştır.
Hıristiyan din adamlarından Saint Augustinus’un yasak ağacın meyvesinden yemenin neticeleri arasında geliştirdiği en çarpıcı noktalardan biri çocuklar üzerine getirdiği yorumlardır. Henüz doğmamış olan ya da yaşamlarında iyi ya da kötü herhangi bir şey yapmamış olan çocuklar doğumlarının ilk anından itibaren günahın bulaşıcılığını kaparlar. Bir günlük bir bebek bile günahkârdır. 388Her insan suçlu olduğu için çocuklar da suçludur. Bu nedenle insanlar ölmeden önce vaftizle temizlenmemişse doğruca cehenneme gidecektir.
Hıristiyanlığa göre yasak ağaçtan yemenin günahından ancak bazı ritüellerin yerine getirilmesiyle kurtulunabilir. Kurtuluş, İsa’nın çarmıhına iman, vaftiz ve tövbe ile mümkündür.
Hıristiyanlık kendisini Hz. Âdem’in yasak ağaçtan yeme suretiyle işlediği günahtan kurtuluş dini olarak sunmaktadır. İncillerde İsa’nın dünyayı kurtarmaya geldiğinden bahsedilir. İnsanlık Âdem’den gelen bu günahtan kurtulmak için çaba sarf etmiş, ancak bu çabalar sonuçsuz kalmıştır. Bu ezeli günahtan insanlığın kurtulması için Tanrı önce Eski Ahit şeriatını tebliği etmiş, ancak bu yükün ağırlığını kimse taşıyamamış ve günahtan kimse kurtulamamıştır. Tanrı insanlığı bu günahtan kurtarmak istemiştir. Bu kurtarıcı Hıristiyanlığa göre Allah’ın adaleti rahmet ve muhabbet sıfatlarını bünyesinde toplayan insanlar gibi yaşayan Allah’ın insanı şeklini alan biricik oğlu İsa’dır. Tanrı insanlığa duyduğu sevgi ve merhametten dolayı biricik oğlu İsa’yı çarmıhta feda ederek insanlığı bu büyük günahtan kurtarmıştır. İsa Âdem’in işlediği suçun kurbanıdır. Hz. İsa’nın Golgota Tepesinde haça girilirken akan kanı Âdem’in mezarının üzerine dökülmüş böylece insanlık asli günahtan temizlenmiştir. Ve çarmıh Tanrı ile insanlar arasındaki uzlaşmanın gizemli bir sembolü olmuştur
Hıristiyanlığa göre yasak ağaçtan yemenin günahından kurtulmanın bir yolu da vaftiz’dir. Vaftiz kelimesi suya dalmak yıkanmak, necasetten temizlenmek gibi anlamlara gelmektedir. Terim olarak; Vaftiz, Hıristiyanlıkta dine girmek, asli günahtan, kirli geçmişten temizlenmek ve kutsal bir hayata kavuşmak anlamlarına gelir. Hıristiyanlar vaftizle asli günahtan kurtulmuş ve Hıristiyan olmuştur. Günahsız olarak yeniden doğmuş ve yaratılmış, İsa ile bütünleşmiş ruhi canlılığa kavuşmuş olduklarına inanırlar. İnsan vaftiz olmak suretiyle Hıristiyanlığa girmiş olmakta ve böylece günahtan kurtulmuş olmaktadır.
Vaftiz olan kimse, İsa’nın yolunda giderek Âdem’in günahtan sonra giydiği günah elbiselerinden soyunmakta ve Âdem’in düşüşünden önceki konumuna geri dönmüş olarak kabul edilmektedir.
Hıristiyanlık’ta, Hayat ağacı, bazen hayat otu formunda ortaya çıkar. Avrupa efsanelerinde dirilten hayat otu motifi ve onun güçleri ile ilgili anlatımlar yaygındır. Bir efsaneye göre Hz. Süleyman, Saba kraliçesinden ölümsüzlük ister. Saba kraliçesi kayaların arasında yetişen bir bitkiden söz eder. Hz. Süleyman, etrafta elinde bir otla dolaşan bir “ak saçlı” yaşlı bir adamla karşılaşır; adam severek elindeki otu verir; çünkü onu tuttuğu sürece ölememektedir. Bu ot yalnızca ölümsüzlük vermekte ancak gençlik verememektedir.
Hıristiyanlar bitkilerin gücüne inandıklarından hayat otu olarak düşündükleri bitkileri, güzel kokulu çiçekleri ayinlerinde kullanırlar. Hz. Meryem’in Miraç gününde bazı bitkiler takdis edilir. Bazı otların evleri yangına ve yıldırıma karşı koruduğuna inanılır. Hıristiyanlara göre şifalı otlar kutsaldır çünkü kozmik bir anda ‘Calvary’ dağında bitmişlerdir. İsa Mesih’in yaralarını iyileştirdikleri için de kutsanmış oldukları düşünülür. Toplanan bitkilerin etkisi, onu toplayan kişinin bazı duaları etmesine bağlıdır. Burada Kutsallıkla donanmış bir bitki hayat ağacının küçük bir modelini oluşturur.
Hayat Ağacı ve Haç
Haç, birbirine benzer iki dik ağaç ve vb. şeylerden meydana gelen bir semboldür. Hıristiyanlığın temel sembollerinden olan haç, Hıristiyanlık öncesi devirlerde yaygın şekilde kullanılan sembollerden biridir. Hz. İsa’nın çarmıh olayından sonra Hıristiyanları diğer dinlerin mensuplarından ayıran, onlara ait bir sembol olmuştur. Hıristiyan geleneğinde ‘haç’, hayat ağacı ile özdeşleştirilmiştir. Hıristiyanlar için hayat ağacının yapıldığı tahta kulsaldır bu kutsallığın sebebi ise Aden bahçesinde(cennette) bulunan hayat ağacının odunundan yapılmış olduğuna inanılmasıdır. Haçın ‘iyilik ve kötülüğü bilme ağacı’ndan yapıldığı görüşü de vardır.
Hıristiyanlıkta haç, yerden göklere kadar uzanan bir ağaç olarak düşünülür. Haç ağacı ölümsüz bir bitki olarak gök ve yerin merkezinde yükselmektedir. Evrenin desteği, toprağın dayanağıdır. Hıristiyan ilahilerinde
kutsal haçın yüceltilme gününde hayat ağacına evreni kutsallaştıran ağaç diye dua edilmektedir.
Tarih öncesi dönemlerden bu güne kadar başta Hıristiyanlık olmak üzere pek çok din ve öğretide geniş sembolik değeri bulunan haçın değişik şekilleri bulunur. Haç bu şekillere göre farklı anlamlar içermiştir. Örneğin kolları eşit olan haç, dört ana yönü aynı zamanda uzayın temel yönlerine doğru bir yayılımı ve açılımı ifade eder. Bu haç, Sümerler ve Asurlular’da göğü ve onun Tanrısı Anu’yu sembolize etmekteydi. Çin’de de eşit kollu haç, yeryüzünü ifade eden bir kare içine çizilmektedir aynı zamanda bolluk ve bereketin sembolü olmuştur. Mısır’da rastlanan haç şekli ise konumuz açısından oldukça ilginçtir. Mısır’daki haç hiyeroglif yazısında ‘ankh’ diye okunmakta ve ‘hayat’ anlamına gelmektedir. Aynı zamanda ‘hayatın anahtarı’ diye adlandırılan bu haç motifi Eski Mısır’da Tanrının, rahibin veya kralın eline tutuşturulmuş olarak tasvir edilmektedir. O hayatı ve yaşamı sembolize etmektedir. Haç, Asur Babilon kültür çevresinde hayat ağacını, Hititler’de sonsuzluğu sembolize etmekteydi. Hindularda bu sembol, her şeye hâkim olduğunu ifade etmek üzere Tanrı Vişnu için kullanılırdı. Haç, Tibet’te çok eski çağlardan beri ölümsüzlüğün sembolü olarak kullanılmıştır. Kızılderililerde de göğün dört yönünün, hayat ağacının ve verimliliğin sembolleri olarak kullanılmıştır. Mısır’da rahiplerin elbiselerinde süs olarak, Asur krallarının boyunlarında ve elbiselerinde süs eşyası olarak kullanılmıştır. Budizm’de Buda ve Bodhisatvaların boyunlarında bulunur. Ortaçağ boyunca paralar, armalar ve çanlar üzerinde sıkça görülür. Sonsuzluğu sembolize edilmesi bakımından birçok eski kalıntıda haç şeklinde şekiller bulunmuş, tapınakların galerileri haç şeklinde inşa edilmiş, duvarlarına da haç motifleri işlenmiştir.
Tarih öncesi devirlerden bu yana dünyanın farklı coğrafyalarında karşılaşılan haç motifi, tanrıyı, ölümsüz yaşamı, hayatı, sonsuz mutluluk, bereket, sevgi ve kudreti sembolize etmiştir. Haç, kendisine atfedilen özellikler bakımından hayat ağacı ile aynı özellikler taşır. Haçın, dünyanın ve uzayın dört ana yönünü yani bir anlamda kozmosu temsil etmesi, ölümsüzlüğü, sonsuz mutluluğu, Tanrıyı
sembolize etme gibi özellikler aynen hayat ağacında bulunur. Asurlularda haçın açıkça hayat ağacını sembolize etmesi ve Eski Mısır dilindeki haç kelimesinin karşılığının “hayat” olması bu sembolün hayat ağacını ifade ettiğinin açık bir kanıtıdır. Hayat ağacı daima merkezdedir haç da dünyanın yönlerini ve tanrıyı temsil etmesiyle merkezdedir. Haç motifine Mezopotamya’da M.Ö. 3000 yıllarında rastlanmıştır. Hayat ağacı motifine de ilk olarak aynı zamanlarda rastlanır ve iki motif birbirine benzer şekilde tasvir edilmiştir.
Haç, Hıristiyanlık’ta en önemli dini-ikonografik şekil ve semboldür. Hıristiyan inancına göre haçta can veren Hz. İsa insanlığın asli günahına keffaret olmak üzere kendini feda ettiği için haç onun kurban oluşunun sembolüdür. Hz. İsa’nın haçı kendisi ve İncil uğruna canını feda etmenin sembolü olarak değerlendirmiştir. Bu fedakârlığın amacı insanlığın kurtuluşu olduğu için haç aynı zamanda kurtuluşun ve İsa ile birleşmenin sembolü olmuştur. Haç, kozmik hakikatin gözle görünür halidir. Haç, Hz. İsa’da üzerinde idam edilmek suretiyle kozmosun özeti olarak düşünülmüştür.
Hıristiyan düşüncesinde haç, “hayat ağacı”dır. Haç yeryüzünden göklere ulaşan bir ağaç, göğün ve yerin merkezine dikilen, evrenin sağlam dayanağı olan, ölümsüz bir bitki olarak Golgota’ya dikilmiş hayat ağacı şeklinde betimlenir. Haçın bir merdivene bir sütuna veya bir dağa benzetildiği olur. Böylece Gökle iletişim haç aracılığıyla sağlanır ve tüm evren bu şekilde kurtarılır.
Hıristiyan geleneğinde Hz. Âdem’in yaratıldığı ve gömüldüğü yer, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği yer olarak düşünülür. Burası dünyanın merkezidir. Hz. İsa çarmıha gerildiği zaman dökülen kanı Hz. Âdem’in başına akmış ve onu vaftiz etmiştir sonuçta İsa’nın kanı Âdem’i günahından arındırmıştır. İsa’nın çarmıhta akan kanı ilk günahın bedeli olmuştur. Çarmıh ağacı, ‘hayat ağacı’ olmuş ve zeytinyağı, buğday, üzüm ve bazı şifalı otlar kutsamaların kaynağı olmuştur.
Haçın tahtasıyla ilgili pek çok efsane geliştirilmiştir. Bunların kökeninde Musa’nın vahyi, Nicodemius İncil’i, Hz. Âdem ve Havva’nın hayatı bulunmaktadır. Mircea Eliade’ye göre bunların en tanınmış versiyonu ve Hıristiyanlık’taki hayat ağacı-haç ilişkisini en güzel şekilde anlaşılmasını sağlayacak olanı şöyledir. “Adem Hebron Vadisinde dokuz yüz otuz iki sene yaşadıktan sonra ölümcül bir hastalığa yakalanır ve oğlu Şit’i cennetin kapısını bekleyen melekten merhamet yağı istemeye gönderir. Şit, Âdem ve Havva’nın izlerin takip eder, zira Âdem ve Havva’nın ayak bastıkları yerde ot bitmemiştir; böylece cennete gelir ve Âdem’in isteğini baş meleğe iletir. Baş melek Şit’e üç kere cennete bakmasını söyler. İlk bakışında, dört nehrin doğduğu kaynağı ve onun üstünde de kurumuş bir ağaç görür. İkinci bakışında ağacın gövdesine dolanmış bir yılan, üçüncüde ağacın göğe yükseldiğini görür, tepesinde yeni doğmuş bir bebek bulunmaktadır ve kökleri yeraltı âlemine kadar uzanmaktadır. Melek Şit’e gördüklerinin anlamını açıklar ve Kurtarıcı’nın (İsa) gelişini müjdeler. Ona anne ve babasının tatmış olduğu ağacın meyvesinden üç tohum verir ve bunları Âdem’in dilinin üstüne koymasını ve koyduğu takdirde üç gün sonra öleceğini söyler Adem Şit’in anlattıklarını duyunca cennetten kovulduğundan beri ilk kez güler, çünkü insanlığın kurtulacağını anlamıştır. Ölümünde Şit’in dilinin üstüne koyduğu tohumlardan, Hebron Vadisi’nde Musa’nın dönemine kadar kalacak üç ağaç biter. Bu ağaçların nereden geldiğini bilen Musa, ağaçları söküp Tabor ya da Horeb Dağı’na (Dünyanın merkezi) diker. Hz. Davud, ağaçları Tanrı’dan gelen bir emirle Kudüs’e(Burası da merkezdir.) götürüp oraya dikene kadar binlerce yıl kalırlar. Pek çok olaydan sonra bu üç ağaç, tek bir ağaç haline gelir ve bu ağacın tahtasından Kurtarıcı’nın haçı yapılır. Dünyanın merkezinde haça gerilen İsa’nın kanı, Âdem’in yaratıldığı ve gömüldüğü yere düşer, böylece Âdem’in kafatasına damlayarak onu vaftiz eder; böylece, insanlığın babası günahlarından arınmış olur. “413
Hıristiyan geleneğine göre gerçek haçın yapıldığı tahta ölüleri diriltmektedir. İmparator Konstantin’in annesi Helena, onun peşine düşer. İsa’nın üzerinde idam edildiği asıl haç/hayat ağacı, Helena tarafından 326 yılında Filistin’de bulunmuştur. Bu hikâyeye göre İsa’nın haçı Hz. Şit tarafından Eden bahçesinden alınmış ve nesilden nesile aktarılmış, nihayet Helena bu haçı
Kudüs’te toprak içerisinde bulmuştur. Bugün AvrupalIlara göre haçlı seferlerinin temel amaçlarından biri Kudüs’te bulunan İsa’nın haçını/hayat ağacını ele geçirmektir.
Hıristiyanlık’ta Ortaçağ mistiklerinde haç, bir hayat ağacı olarak köklü, yapraklı ve meyveli bir şekilde tasvir edilmiştir. İsa’nın çarmıha gerildiği bu ağaç bir ölüm ağacı değil, yeşil bir hayat ağacıdır. Onunla ibadet eden ruha büyük bir hayat gücü akar. Doğu efsanelerinde haç, insanların ruhlarının Tanrıya ulaştığı bir merdiven ya da köprüdür; “dünyanın merkezine” yerleştirilen haç, gök yer ve cehennem arasında bir geçittir. Bazı anlatımlarda haçın gövdesinde yedi çentik vardır. Kozmik ağaçların yedi göğü temsil etmesinde olduğu gibi.
Hıristiyanlık’ta haç genellilikle hayat ağacı olarak betimlenir. Fakat günümüzde hayat ağacı olma vasfı biraz gölgede kalmış, hz. İsa’nın ölümünü sembolize eden vasfı ön plana çıkmıştır. Sonuçta Hıristiyanlığın bir kutsallık simgesi olarak haç, Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesini, çarmıhta çektiği acıları, insanlık için yaptığı fedakârlığı ve ölümü hatırlatır. Bu anı hatırlamak ve onun çektiği acılara ortak olmak için Hıristiyanlar(Protestanlar hariç), Kiliselerinde, evlerinde, yol kavşaklarında, mezarlarında ve buna benzer birçok yerde haç sembolünü bulundururlar, kolye olarak boyunlarında taşırlar. Hatta çoğu zaman kiliselerinin mimarisi bile haç şeklindedir. Olayın hatırasına haç yortusu dini bayramını başlatmışlardır Bugün Hıristiyan kiliselerinde Kudüs’teki haç kalıntısının bir davamı olarak haça tazim etme ve tapma âdeti bulunur.
Tanrı Mesih’in haçında dünyanın yargılanmasını ilan etmiş, böylelikle Mesih’te kurtuluş yolunu açmış ve haç/hayat ağacı, kurtuluşun sembolü olmuştur.Bu anlamda hayat ağacı başlangıçta insanlığın felaketine sebep olurken sonra da kurtuluşu sağlamıştır.
Noel Ağacı
Hıristiyanlıkta kutsal kabul edilen ağaçlardan biri de Noel ağacıdır. Hz. İsa’nın doğum gününü veya vaftiz gününü temsil eden ve bayram olarak kutlanan Noel, Katolik ve Protestan Hıristiyanlar tarafından 25 Aralıkta, Ortodoks Hıristiyanlar tarafından 6 Ocakta kutlanmaktadır
Noel bayramı ağaçla sembolize edilmiştir. Noel ağacı ilk olarak 1571 yılında Almanya’da ortaya çıkmıştır. Almanlar, ilk olarak ren nehri kıyısında cennet ağacını temsil eden bir köknar ağacına ışıklar, meyveler ve çeşitli parlak nesneler takarak süslemişlerdir. O zamana kadar tanrılarına meşe ağacı ile ibadet eden, kurbanlarını meşe ağacının dallarına asan Avrupalılar meşenin yerine çam ağacını koymuşlardır. Çam ağacı daha çok Avrupa’da Hıristiyanlığın yayılmasıyla kabul görmüştür.
Noel ağacı aynı zamanda Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği ağacı sembolize eder. Cennetteki hayat ağacından yapılan çarmıh, İsa’yı göğe götürmüştür. Bu ağacın aynı zamanda ölüleri dirilttiğine de inanılmaktadır.
Noel’de süslenen, ışıklandırılan ağaçların bulunduğu evlere Tanrı’nın geleceğine inanılır. Noel’de Tanrı, ev halkına bolluk, bereket ve sağlık verir. Hıristiyan inancına göre Tanrı, ak sakallı, kırmızı kaftanlı Noel baba kılığında bir insan formuna girerek ağacın bulunduğu bütün evleri, herkes uykudayken ziyaret eder ve Noel ağacının altına hediyeler bırakır.
Noel kutlamalarının tarihi Hıristiyanlık öncesi çağlara kadar gider. Aslında Noel kutlamalarının başlangıçtaki amacı eski Avrupa putperest halklarının güneşten daha fazla yararlanabilmesini sağlamaktır. Aralık ayında günlerin gittikçe kısalmasıyla insanlar güneşin kendilerini terk edeceğini düşünmüşler ve bunu engellemek için bazı tedbirler almaya çalışmışlardır. İnsanlar, 25 Aralıkta günlerin tekrar uzamasıyla güneşin karanlığı mağlup etmeye başladığını düşünmüşler ve bu günü bayram olarak kutlamışlardır. Aynı zamanda bu günün Güneş tanrısı Mitra’nın doğum günü olduğu düşünülmüş ve ona kurbanlar kesilerek ibadetler edilmiştir. Pers kökenli Mitraizm, Roma Pagan kültüründe yaygınlaşan dinlerden biri olmuştur. Bu dinde güneş Tanrısı Mitra’nın doğum günü 25 Aralıktır. Putperest dönemde Almanlar ve İskandinav ülkeleri, Noel gecesinde iri bir kütüğü merasim eşliğinde ocağa atarak kış gün dönümü tanrısına ziyafet vermişlerdir.
Noel kütüğünün yandığı eve yıldırım düşmeyeceğine inanılırdı. Hatta kütük ne kadar canlı yanarsa ve etrafa kıvılcımlar saçarsa o kadar iyi kabul edilmiştir. Kıvılcımları çok olması hayvanlarının ve çocuklarını çok olacağına işaret kabul edilmiştir. Yanan Noel kütüğünün külleri, toz haline getirilip tarlalara serpilirdi. Böylece tarlalara bereket geleceği umulurdu. Fransa’da Noel kütüğünün koruyucu vasfı ön plana çıkar. Fransızlar Noel odununu yataklarının altına sakladıklarında bir yıl süreyle evi yangın ve yıldırımlardan koruyacağına, ev halkını ve hayvanlarını hastalıklardan koruyacağına ve hayvanların doğumlarını kolaylaştıracağına inanmışlardır. Noel kütüğü ile ilgili uygulamalar bütün Avrupa’da yakın zamanlara kadar uygulana gelmiştir. Noel, putperestlerin eski kış gündönümü kutlamalarıdır. İnsanların güneşinin sönmekte olan ışığını yeniden yakmak için kutladıkları bir bayramdır.
Noel kutlamalarının temel unsurlarından biri de çam ağacıdır. Çam ağacının kutsallığının Eski Yunan ve Roma Pagan dinlerinden kaynaklandığı düşünülmektedir. Bereket tanrısı Attis’in çam ağacında yeniden dirildiğine inanılmış, bu nedenle de çam ağacına bereket sembolü olarak tapınılmıştır. Başka bir görüşe göre de çam ağacının kutsallığı eski bir İskandinav efsanesine dayanır. İskandinav tanrılarından Odin dünyayı yarattıktan sonra kendini evrenin ağacı denilen ve hiç solmayan çam ağacına asmış ve burada hikmet ve bilgiye dönüşmüştür. Bu efsanede Odin’in kendini feda edişi İsa’nın kendini çarmıhta feda edişine benzetilmiştir. Ayrıca çam ağacına asılan bir takım süslerin de eski kültürlerden kaynaklandığı düşünülmektedir. Çam ağacının ölümsüzlüğü temsil ettiğine ve ağaca asılan mumların ise kötü ruhları ve cadıları kovmak için yakıldığına inanılmıştır. Ağaca asılan ay, güneş ve yıldız süslemeleri de Babil tanrılarını sembolize etmiştir. Bütün bu uygulamalar eski Yunan ve Roma yoluyla günümüz Hıristiyanlığına girmiş ve farklı anlamlara sokularak kurumsallaşmıştır. Baltık sahillerinde yaşayan Tötonların Noel de çam ağacı kesme ritüelleri de bu geleneğin kaynağı sayılmaktadır.
Günümüzde Hıristiyanlarca çok canlı bir şekilde varlığını devam ettiren Noel ağacı kültü, Hıristiyanlığın asli kaynaklarından çıkmış olmayıp eski putperest dinlerin etkisinin bir sonucudur. Hıristiyanlığın yayılmasıyla eski putperestler, daha sonra kabul ettikleri Hıristiyanlığa eski inanç ve uygulamalarını yeni dinin kutsallarıyla birleştirerek çok farklı oluşumlar ortaya çıkarmışlardır. Fakat günümüzde Noel kutlamalarının çıkış noktası unutulmuş sadece Hz. İsa’nın doğum günü kutlaması olarak zihinlerde kalmıştır. Noel ağacı Hz. İsa’nın ölmeyen, daima diri kalan hayatının bir simgesi olmuştur. Çam ağacı, daima yeşil kaldığı için günümüzde Noel ağacı ile özdeşleşmiş ve Hz. İsa’nın canlılığını temsil etmiştir. Günümüzde Noel kutlamaları Hıristiyan toplumlar dışında birçok toplum tarafından yılbaşı eğlenceleri olarak kutlanmakta ve birçok evde yılbaşı geceleri Noel ağacı bulundurulmaktadır.
Mayıs Ağacı
Hıristiyanlık öncesi eski Avrupa halk inanışlarında ilkbaharın gelişi, bir ağacın süslenip bir tören alayıyla sokaklarda gezdirilmesiyle kutlanırdı. Bu tören genellikle 1 Mayıs veya günümüzde ‘Vaftizci Yahya’ yortusunda kutlanır. 1 Mayıs’ta ormandan bir ağaç getirilip kasaba meydanına konulur ya da bazı yerlerde herkes ormana gidip taze dallar keser ve bu dalları, evin efendisi bolluk getirmesi için eve diker. Bu ağaca ‘mayıs ağacı’ denilmiştir. Mayıs ağacı ile ilgili uygulamalar günümüzde birçok Hıristiyan toplum tarafından devam ettirilmektedir. Eski putperest Avrupa’nın kutsal mayıs ağacı günümüzde Hıristiyan inançlarına yerleşmiş şekilde varlığını devam ettirmektedir. Mayıs ağacı törenleri başlangıçta baharın gelişi anlamına gelirken daha sonra Vaftizci Yahya yortusuyla birleştirilmiştir.
Bir mayıs şenlikleri yaz gündönümü şenlikleridir. Bir mayıs kutlamaları Avrupa’nın tamamında yaygındır. Bu törenlerde hayvanları çoğaltmak ve hastalığa yakalanmalarını engellemek ve her türlü belayı önlemek için ateş yakılıp üzerinden atlanırdı.
Günümüzde bir çok Hıristiyan toplum tarafından kutlanan mayıs ağacı törenleri, bazı yarışmalar ve ritüel oyunlarla renklendirilmiştir. 1 Mayıs’ta gençler, başlarında dallardan ya da çiçeklerden oluşan taçlarla, şarkılar söyleyip, hediyeler isteyerek ev ev dolaşırlarmış. Gençler, elma, kiraz, dut ya da her kültürde değişebilen cinslerde bir ağaca(direğe) tırmanma yarışı yaparlar ve Ağacın etrafında çeşitli danslar ederler. Ağacın en üstteki dallarına armağan olarak sosis, yumurta veya pasta asılır, güreşler yapılır ve sonunda ‘Pentakost’ kral ve kraliçesi seçilir.
Özet olarak, Hıristiyan geleneğinde ağaçlara büyük önem verildiği görülür. İncil’de benzetme unsuru olarak veya mecazi anlamlarda sıklıkla kullanılır. Ağaçlara kutsallığın taşıyıcısı olarak bakılır. Hıristiyan geleneğinde genel olarak bütün ağaç ve bitki temalarının altında cennetteki hayat ağacı motifi yatar. Hayat ağacı Hıristiyanlar için aydınlanmanın ve yeniden doğumun sembolüdür. Çünkü Hz. İsa insanlığı asli günahtan hayat ağacında can vererek kurtarmıştır. Bu anlamda hayat ağacı kurtuluşun yolu olmuştur. İsa’nın kendisi de bir ağaç olarak tasvir edilmiş ve haç sembolüyle göğe çıkmıştır. Genel olarak Hıristiyan teologlar bu ağacın bir sembol olduğunu düşünmüşler ve insanlık üzerindeki etkileri ve sonuçları üzerinde yoğunlaşmışlardır.
İSLAM’DA HAYAT AĞACI
İslam kültüründe ağaca ve yeşilliğe büyük önem verilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de ‘şecer’ veya ‘şecere’ kelimesi hem ağaç hem de genel olarak bitki anlamında olmak üzere 26 yerde geçmektedir. Bu tür kullanımlara hadislerde de rastlanır. Kur’an’da ayrıca hurma, nar, üzüm, incir, zeytin gibi bazı ağaçlar ismen anılmakta, incir ve zeytin ağacı üzerine yemin edilmektedir. Kur’an’da ağacın ilahi lütuf ve kudret eseri olarak yaratıldığı belirtilerek birçok canlının ağaç olmaksızın yaşayamayacağı gerçeğine dikkat çekilmiştir. Ayrıca ‘incir ve zeytine and olsun’ ifadesiyle ağaç üzerine yemin etmek suretiyle ağacın değeri gösterilmiştir. Kur’an’da Ağaca verilen bu değer İslam kültürüne de yansımış ve ağaçlara kutsallık atfedilmiştir.
Kur’ an’da ağaçlarla ilgili kullanımlarda çeşitli vasıfların ortaya çıktığı görülür ve ağaçlardan, Allah’ı zikir ve tespih eden canlı varlıklar olarak bahsedilir. Güneşin, ayın, ağaçların ve birçok insanın secde ettiğini ifade eden ayetlerin tefsirinde ağaçların secdesi, Allah’ın iradesi doğrultusunda kendi türlerinin gereğini yerine getirerek fonksiyonlarını ifa etmeleri şeklinde yorumlamıştır. Çeşitli hadislerde ağacın zikir ve tespihte bulunduğunu, ezanı duyduğu ve ezan okuyan hakkında hüsn-i şahadette bulunacağı yani bir nevi haberleşme yapacağı ifade edilir.
Kur’an-ı Kerim’de ağaçlar, bazen benzetme unsuru olarak kullanılır. İbrahim suresinde ağaç, iyiliğin ve kötülüğün sembolü olarak gösterilmiştir. “ Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi. Güzel bir söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir. ( o ağaç ) Rabbinin izniyle her zaman meyve verir. Öğüt alsınlar diye Allah, insanlara böyle misaller verir. Kötü sözün durumu da, yerden koparılmış, kökü olmayan bir ağaca benzer. Mevlana’nın “dünya bir ağaçtır, biz onun meyveleriyiz.” Şeklindeki cümlesi İslam kültüründe ağacın benzetme unsuru olarak kullanıldığına bir örnektir.
Al-i İmran suresinde Hz. Meryem, Allah’ın yetiştirdiği bir bitkiye benzetilmiştir. Hz. Meryem Allah’ın sevgili kullarındandır, annesi onu daha karnındayken Allah’a adamış, doğduktan sonra da Meryem’i ve soyunu kovulmuş şeytana karşı koruması için dua etmiştir. “Bunun üzerine rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriya’nın himayesine verdi. Zekeriya ne zaman kızın bulunduğu mihraba girse, onun yanında yeni bir yiyecek bulurdu. “ Meryem! Bu sana nereden geldi?” deyince O da: Bu Allah katındandır.” Dedi. Şüphesiz Allah dilediğine rızk verir.”
Gökten inen suyla yeşeren, hayat bulan ağaçlar, dirilecekleri gün gelince kabirlerinden dirilip çıkacak olan insanlara benzetilir. “Bir de gökten bereketli bir su indirip de onunla bağlar, bahçeler ve biçilecek taneler bitirmekteyiz. Tomurcukları birbiri üzerine dizilmiş, uzun boylu hurma ağaçları yetiştirdik. Bunları kullara rızk olması için (yetiştirmekteyiz) O su ile ölü bir toprağa can verdik, işte hayata çıkış da böyledir.”
Kur’an-ı Kerim’de ağaçlar, hem Allah’ın varlığının bir kanıtı hem de insanlar için çeşitli vasıflarıyla ibret unsuru olarak gösterilmiştir. “Gökten suyu indiren O’dur. Onunla her çeşit bitkiyi çıkardık, o bitkiden bir yeşillik çıkardık, ondanda birbiri üzerine binmiş taneler; hurmanın tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar(bahçeleri) çıkarıyoruz. Bunların kimi birbirine benzer kimi benzemez. Bunlar meyvelendikleri zaman meyvelerinin olgunlaşmasına bakın! Bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır.” “Yeryüzüne bir bakmadılar mı? Biz orada her güzel çiftten nice güzel bitkiler yetiştirmişiz.” Yasin suresinde bitkilerin yaratılışı ibret unsuru olarak gösterilmiştir. Rad suresi, İbrahim suresi ve Nahl suresinde de buna benzer örnekler görülür.
Kur’an-ı Kerim’de cennet tasvirlerinde ağaçlar ve ağaçlık mekânlardan sıkça bahsedilmiştir. Ağaçlar, Allah’ın insanlara sunmuş olduğu birer nimet olarak görülür. Kuran’da ağaçlıklı mekânlar cennetle özdeşleştirilerek insanın zevk alacağı bir şekilde tasvir edilir. Bu tasvirlerde ağaçların sarmaş dolaş dallarından, yeşilliğinden, meyve ve gölgelerinden, boyları birbirleriyle yarışan iç içe geçmiş ağaçlıklı bahçelerden bahsedilmiştir.” Kur’an’da tasvir edilen cennet yemyeşildir. Çeşit çeşit ağaçlar ve çeşit çeşit meyve ve sebzeler bulunur. Bu ağaçların bazılarının isimleri de zikredilmiştir. Dünya hayatında salih ameller işleyenlerin bu cennetlere girecekleri ve bu nimetlerden faydalanacakları vaat edilir. Rahman suresinde cennet şöyle tasvir edilir. “Düzgün kiraz ağacı, meyveleri salkım salkım dizili muz ağaçları, uzamış gölgeler, çağlayarak akan sular, tükenmeyen ve yasaklanmayan sayısız meyveler içindedirler”
Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem hadislerinde sık sık ağaçtan ve, ağacın çeşitli özelliklerinden bahsetmiştir. Özellikle hurma ağacını överek, bu ağacın yapraklarını dökmediğini ve daima faydalı olduğunu hatırlatmış iyi ve hayırsever müslümanı bu ağaca benzetmiştir.
İslam kültüründe ağacın ölülerin ruhlarını rahatlatıcı özelliğe sahip olduğu da görülür. Bir gün Hz. Peygamber, birbirine yakın iki kabrin yanından geçerken durmuş ve kabirlerde yatanların bazı günahları sebebiyle azap görmekte olduklarını haber vererek yaş bir hurma dalı getirtmiş, onu ikiye ayırarak kabirlerin üzerine koymuş ve şöyle demiştir: “belki bu dallar kuruyuncaya kadar azapları da hafifletilir.” Böylece ağaçların canlı birer varlık oldukları ve Allah’ı tespih ettikleri anlaşılmaktadır.
Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem’in mucizelerinde de karşımıza ağaç unsuru çıkar. Siyer ve hadis kitaplarının kaydettiğine göre bir mucize olarak bir ağacın yerinden ayrılarak peygamberin huzuruna geldiği sonra da yerine döndüğü rivayet edilir. Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem’in peygamberliğinin yaklaştığı günlerde ve daha sonraki dönemlerde dolaştığı yerlerdeki ağaçlar onu “Esselamü aleyke ya Resulallah!” diye selamlıyorlardı. Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem’in hayatında ağaçlarla ilgili başka mucizeler de vardır. Bütün bu örnekler bize İslam’ın ağaca canlı bir varlık olarak baktığını gösterir.
İslam dini, ağaç dikilmesine, yetiştirilmesine ve korunmasına büyük önem vermiştir. Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem bizzat kendisi ağaç dikmiş ve Müslümanları da ağaç dikme konusunda teşvik etmiştir. Hadislerinde “Hiçbir Müslüman yoktur ki, o ağaç diksin yahut ekin eksin ve mahsulünden insan, kuş, kurt yesin de kendisi bundan istifade etmiş olmasın. Elbette o Müslüman da diktiğiyle ektiğiyle alır.” “Cenab-ı Hak, ağaç diken herkese ve diktiği ağaçtan çıkan meyve kadar mükâfat ve sevap takdir ve ihsan eder .” Ağaç dikmenin Müslüman için sadaka olduğu
hadislerde rivayet edilmiştir. Rivayetlerden ziraatın, ağaç dikmenin İslam dininde büyük bir fazilet sayıldığı bundan dolayı da ağaç dikmeye büyük bir kıymet verildiği anlaşılmaktadır. Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem’in ağaç dikmeye ne kadar önem verdiğini göstermesi bakımından, aşağıdaki hadis-i şerif son derece önemlidir. “Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir hurma dalı bulunur da bunu kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse, mutlaka onu diksin, bırakmasın.”
Mekke hareminde bulunan ağaçların kesilmesi bitkilerin koparılması Hz. İbrahim’den itibaren yasaklanmıştır. İslam dininde canlıların çeşitli ihtiyaçlarının sağlanmasında çok gerekli olan ağacın korunması, lüzumsuz yere kesilmemesi konusuna da önem verilmiştir.
İslam kültüründe de dünya kültürlerinde gördüğümüz gibi hayat ağacı motifi değişik şekillerde karşımıza çıkar. İslam dininde hayat ağacı bazen Tuba ağacı, bazen Sidre ağacı, bazen de cennetteki yasak ağaç formuyla karşımıza çıkar. Tuba ağacı ve Sidre ağacı, hayat ağacı olarak çok zengin anlamlar bulmuştur Cennetteki yasak ağaç teması, İslam kültüründe ağaç sembolizminde çok önemli bir yere sahip olmuş ve diğer kutsal ağaçların kökenine yerleşmiştir. Kuranı Kerim ‘de bu ağaca herhangi bir isim verilmemiştir. Eski Ahit’te ise bu ağaç hayat ağacı olarak anılmıştır.
Yasak Ağaç
Yahudilik ve Hıristiyanlık dinlerinde gördüğümüz yasak ağaç teması İslamiyet’te de aynı şekilde yer almıştır. İlk insan Hz. Âdem ve Havva için cennete yerleştirilmiş bir ağaç, İslam dininde de Yahudi ve Hıristiyanlıktaki gibi ilk insan için bir imtihan unsuru olmuştur. Kur’an-ı Kerim’de Hz. Âdem ve Havva için yasaklanan ağaçtan Bakara, Al-i İmran ve Taha surelerinde bahsedilmiştir. Kur’an’ı Kerim’e göre Allah Teala Hz. Adem ve Havva’ya cennete yerleşmelerini, oradaki her şeyden bol bol yiyebileceklerini, sadece bir ağaca yaklaşmamaları gerektiğini emretmiştir. Bu ayetlere bakacak olursak, “Dedik ki: Ey Adem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz.” Allah Teala Hz. Âdem ve Havva’ya cennete yerleşmelerini, orada canlarının istediği her şey den bol bol yiyebileceklerini, istedikleri gibi gezip dolaşabileceklerini söylemiş ve orada bulunan bütün nimetlerden istedikleri ölçüde faydalanabilme serbestîsi vererek, onlara rahat ve özgür bir yaşam ortamı sağlamıştır. Fakat bu serbestliğin yanında bir de sınır koyarak cennette bulunan ağaçlardan birine “şu ağaca yaklaşmayın” emri ile yasak koymuştur. Hatta bu ağaca yaklaşıp yasağı çiğnerlerse zalimlerden olacakları söylenmiştir. Allah Telala bu ağacı kesin bir dille “la takrabu” ifadesi kullanılarak yasaklamıştır. Kuran’da bu ifade haram olan şeyler için kullanılır. Mesela; “zinaya yaklaşmayın”, “yetim malına yaklaşmayın” gibi. Bu ifadelerden anlaşılan haramı işlemek şöyle dursun yaklaşılması bile yasaklanmıştır. İslam kültüründe “yasak ağaç”, Allah’ın koymuş olduğu yaklaşılmaması gereken bir sınırdır. Hz. Âdem ve Havva bu ağacın meyvesinden yemişler ve Allah’ın koyduğu yasağı çiğnemişlerdir. Onların yaptıkları bu hatanın çeşitli sonuçlar doğurduğuna inanılır. Yahudi ve Hıristiyan kültürlerinde de Hz. Âdem’in aynı yanlışı yaptığına inanılır. Bu dinlerde de yapılan hata bir takım sonuçlar doğurmuştur. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dinlerinde çiğnenen yasak aynıdır fakat olayın mahiyeti ve sonuçları bakımından farklılıklar vardır. Yahudi ve Hıristiyan kültürlerinin olaya bakış açılarını daha önceki bölümlerimizde görmüştük. İslam kültüründe yasak ağacın mahiyeti, bu ağaçtan yemenin getirdiği sorumluluk ve sonuçların neler olduğuna bakalım.
Yasak Ağacın Mahiyeti
Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de Hz. Âdem ve Havva’ya cennetteki her şeyden bol bol yiyebilecekleri ve faydalanabilecekleri bir ortam vermiş bu serbest ortam içinde bir ağacı yasaklayarak “şu ağaca yaklaşmayın” demiştir. Ayetlerde dikkat edileceği üzere bu ağacın adı, cinsi, rengi, şekli ve v.b. gibi özellikleri konusunda hiç bir bilgi verilmemiştir. Sadece ağaç (şecere), kelimesi kullanılmıştır. Ayetlerde işaret edilerek “şu ağaç” tabiri kullanılır ve özellikle Hz. Adem ve Havva için bu ağacın haram kılındığı, şeytanın düşmanlığı ve ağacın yasaklanmasının sebeplerinden bahsedilir. Yasak ağacın cinsinin ne olduğu konusunda ne Kur’an’da ne de sahih kabul edilen hadis kitaplarında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Fakat müfessirler bu ağacın ne olduğunu bulma konusunda ciddi gayret sarf etmişler ve bazı isimler vermişlerdir. Bu ağacın cinsi konusunda birçok görüş ortaya konulmuştur. Tefsirlerde konu ile ilgili bilgiler şu şekilde özetlenmiştir.
Bu ağaç, ‘İlim’ yani ‘hayrı ve şerri bilme ağacı’dır. ‘Üzüm asması’dır. Bu nedenle ümmet-i Muhammed’e şarap haram kılınmıştır. Herhangi bir ‘Bir ağaç cinsi’dir. ‘Buğday’dır. ibn. Kesir Hz. Âdem’e yasaklanan ağacın bir buğday başağı olabileceğini tefsirinde belirtir. Aynı zamanda Yahudilerin de bu ağaca “buğday başağı” dediklerini nakleder. Bu ağaç buğdaydı, ancak, cennetteki buğdayın bir tanesi sığır yüreği gibiydi. Baldan daha tatlı köpükten daha yumuşaktı. ‘Ebedilik ağacı’dır ve melekler cennette bununla kaşınırlardı. ‘Kafur Ağacı’, ‘Zeytin ağacı’, ‘Hurma ağacı’, İncir Ağacı’, ’Meyvesinden yendiği zaman büyük abdest ihtiyacı hissettirmeyen bir ağaç’, ’Sünbüle’, ‘Şarap ağacı, Mihnet ağacı, Üzüm, Meyve ağacı gibi isimler verilmiştir. Şii mezhebi de bu ağaç hakkında yorum yapmıştır. Buna göre bu ağaç ‘Şecere-i İlm-i Muhammed’ ve ‘Şecere-i Al-i Muhammed’dir.
Yasak ağaca maddi anlamlar yüklendiği gibi manevi anlamlar da yüklenmiştir. Bir görüşe göre “yasak ağaç” cinsel birleşimin sembolüdür. Bu görüşe göre “şu ağaca yaklaşmayın” emri Hz. Âdem ve Havva’nın bir birlerine yaklaşmamaları yani cinsel ilişkide bulunmamaları anlamına gelir. Burada yasak ağaç cinsel ilişkiye benzetilir. Her ikisinde de dallanma yani üreme ve çoğalma olduğu hatta hakikatin daha iyi anlaşılması için ağaç (şecere) sembolü ile ifade edildiği söylenir. Bu anlamda yasak ağaç bir nesil ağacıdır, neslin devamını ve ölümsüzlüğü anlatır. İnsanoğlu ferdi hayatının bir gün sona ereceğini bilir ve buna engel olmak için ebedi hayatın yollarını arar. Bunu da Allah’ın koyduğu yasağı çiğneyerek neslini ebedi kılar ve yıkılmaz bir saltanata erer. Böylece insan çocuk sahibi olarak neslini devam ettirir. Bir nevi neslinde ölümsüzleşmiş olur.
Bu görüşü bazı müfessirler Kur’an’ın özüne uymayan bir bilgi olarak görürüler ve Hıristiyan düşüncesinin bir tesiri olduğunu ileri sürerler. Müfessirler tarafından yasak ağacın sembolik bir yasak olmaktan ziyade maddi olduğu savunulur.
Bu ağaç ister maddi ister mecazi veya sembolik bir anlatım olsun hakkında daha fazla bilgiye sahip olamayız. Ancak bunun cennette özel bir konumu bulunan belli bir ağaç olduğu insanın kurtuluşunun ve saadetinin bozulmasına bir rolü olduğu kesindir. Fakat ayetlerdeki muğlâklığa bir çözüm getirmek amacıyla ciddi bir isim arama gayretine girilmiş neredeyse sayılmadık ağaç ismi bırakılmamıştır. Çoğu zamanda bu isim arama gayretleri İslam âlimlerince yadırganmış, Allah’ın bildirmediği bir şeyin insanlara yararlı olmayacağı ileri sürülmüştür. Eğer dünyada ve ahirette bu ağacın cinsini bilmek yararlı olsaydı Allah bu ağacın cinsini bildirirdi. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette çeşitli meyve ve sebze isimlerinden bahsedilmiştir. Nar, incir, hurma gibi ağaçların isimlerinden bahsedildiği halde önemli olsaydı yasak ağacın cinsinden de bahsedilirdi. İslam âlimlerine göre tefsirlerde verilen isimler İslami değildir. Çünkü yasak ağaca isnat edilen, tat, şekil, isim gibi vasıflar Kur’an’a uymamaktadır. Kur’an da yasaklanan şeyin ne olduğunun açıkça belirtilmemesi sebebiyle, onun cinsini tayin etmekten çok insanlığa verilmek istediği mesaj üzerinde durulmuştur. Çünkü onun bilinmesi bize bir şey kazandırmayacağı gibi sarf edilen gayretlerde boşuna olacaktır. Onun bir ağaç olduğunu bilmekle birlikte Hz. Âdem’in imtihanı için cennete konulduğunu düşünmek daha doğru olur. Hz. Âdem’in cennette her türlü nimetten faydalanmasına karşın bir yasak ağaç konulması, onun irade eğitimiyle ilgili olduğu düşünülebilir. Böylece Allah’ın, Hz. Âdem’in dünyada karşılaşacağı imtihanlara hazırlanması için bu ağacı yasakladığı anlaşılmaktadır. Bu ağaç cennete yenmek için değil sınırlama ve kulluk için konulmuştur.
Hz. Âdem ve Havva’ya yasaklanan ağaç Kur’an-ı Kerim’e göre cennettedir. Tevrat’ta yasak ağacın cennetin ortasında olduğu bilgisi verilir. Kur’an’da özellikleri, cinsi gibi bilgiler yer almamıştır. Fakat tefsirlerde konuyla ilgili bazı bilgiler yer almıştır. Yasak ağaç, öyle bir ağaçtır ki ondan yiyen yenilenir. Dalları birbirinden ayrıdır. Ebedi ve ölümsüzdür. Ebedi olmak için melekler bu ağacın meyvelerini yemişlerdir. Yine melekler ölümsüzlüğe ermek için bu ağaçla kaşınmışlardır. Bu ağacın meyvelerinin sarhoş edici özelliği vardır ve aklı alıp Allah’ı unutturur. Bazı kaynaklarda dalları birbirine sarılmış olarak tasvir edilir. Bir hadiste ebediyet/yasak ağaçtan şöyle bahsedilir. “Muhakkak cennette bir ağaç vardır ki binitli onun gölgesinde yüz sene yürürde onu kat edemez. O ebediyet ağacıdır. Başka bir hadiste de bu ağaç ebediyet ağacıdır, ondan yiyen kimsenin ebedi olarak cennette olacağı ağaçtır” diye bahsedilmiştir.
Yasak Ağaç ve Şeytan
Dünya kültürlerinde hayat ağacı çevresinde bulunan yılan, ejder, insan v.b. varlıklar İslam kültüründe de karşımıza çıkar. İslam dininde hayat ağacının yanında bulunan varlık ‘şeytan’dır. Burada şeytanın hayat ağacı etrafındaki rolü biraz farklılaşır. Diğer kültürlerde ağacın yanında bulunan varlıklar ağaca yaklaştırmak istemezler. Fakat İslam dininde bu ağaca yaklaşılmasını yasaklayan Allah’tır. Şeytan ise insanın bu ağaca yaklaşmasını ve meyvesini yemesi konusunda sürekli teşvikte bulunur. Kur’an-ı Kerim’e göre bu ağaç, ölümsüzlüğün, cennette hiç bir ihtiyaç duymaksızın ebedi kalışın, tükenmez bir saltanatın kaynağıdır. Fakat bütün bunlar bu ağaca yaklaşılmaması ağaçtan yenilmemesi koşuluyla olacaktır. Allah-u Teala Hz. Âdem için iyi ve güzel olanı istemektedir. Burada şeytanın rolü yine aynıdır. Gayesi ise Hz. Adem’i sonsuz bir hayattan uzaklaştırmaktır. Bunun için de Allah’ın verdiği emrin tersini yapmaları için onları kandırmıştır. Şeytan Hz. Âdem ve Havva’ya hile ve yalanlarla gelip “Ey Âdem! Sana ebedilik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?” “Rabbiniz size bu ağacı ancak melek olmayasınız ya da (cennette) ebedi kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı” Hatta şeytan delilini daha da güçlendirmek için ben size öğüt verenlerdenim diye yemin eder.
Kur’an-ı Kerim’e göre şeytan, en başından beri Hz. Âdem’e düşmanlık beslemektedir. Kur-an’da Hz. Âdem ve İblis’in konu edildiği kıssalarda bu düşmanlığın sebeplerinden bahsedilir. Buna göre şeytanın düşmanlığının temel sebebi kıskançlıktır. Şeytan Hz. Âdem ve Havva’ya verilen nimetleri kıskanmış, onlara haset etmiş, üzerlerinde bulunan güzel elbiselerin soyulup alınmasını istemiştir.
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Âdem’in varlık türleri arasında en yüksek mevkide yaratıldığı Hz. Âdem ve soyunun yeryüzünde bir halife olduğu, akli, zihni, ahlaki v.b. meziyetleri itibariyle Allah’ın yaratmış olduğu diğer varlıklardan üstün olduğu vurgulanmıştır. İnsan, bu özellikleri sayesinde diğer varlık türlerini kendi hizmetinde kullanabilecek bir yapıda olduğu vurgulanarak insana verilen bu meziyetlere sık sık işaret edilir. İnsanoğlunun bu meziyetlerinden dolayı Allah’ın emri ile meleklerin Hz. Âdem’e secde ettikleri bildirilir. Ancak İblis kendisinin ateşten, Hz. Âdem’in ise topraktan yaratıldığın söyleyerek ondan üstün olduğunu iddia etmiş Allah’ın emrine karşı gelmiştir. Şeytan Hz. Âdem’e secde etmeyince Allah onu lanetleyerek onu cennetinden kovmuş, Hz. Âdem ve Havva’yı da cennetimde oturun diyerek yüceltmiştir. Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de şeytanın insan için bir düşman olduğunu onun izinden gidilmemesi gerektiği, yaptığı kötülük ve hilelerden insanların ders almalarını öğütlemiştir. Hz. Âdem’e de şeytanın kendisi ve eşi için bir düşman olduğunu ve bu konuda dikkatli olmaları konusunda uyarmıştır. Allah’ın uyarı ve yasak emirlerine rağmen şeytan onları aldatmada başarılı olmuştur. Şeytan Âdem ve Havva’yı hile ve yalanlarla kandırmış, yasak ağaçtan yemelerine sebep olmuş, bunun sonucu olarak da onların cennetten çıkarılmalarına sebep olmuştur
. Kur’an-ı Kerim’e göre şeytan Hz. Âdem ve Havva’yı psikolojik açıdan etkileyip yanlış bir düşünceye sevk ederek onların duygularını istismar etmiştir. Şeytan onlara bu ağaçtan yedikleri takdirde ölümsüz olacaklarını, melekler gibi yeme içe ihtiyaçlarının olamayacağını, zevalsiz bir saltanatın sahibi olacaklarını ve ebedi olarak cennette kalacaklarını vaat etmiştir. Bu ağaca şeytan ebedilik ağacı / Şeceretü’l Huld adını verir ve Allah’ın onların ebedi olmalarını önlemek için bu ağacı sakladığını söyleyerek onları kandırır. Sonuç olarak Hz. Âdem ve Havva imtihan için cennete konmuş olan bu ağaçtan şeytanın vesvesesine kapılarak yemişlerdir. Şeytan da istediğine ulaşmış, insanın Allah katındaki değerinin düşürmüş, cennetten çıkarılmalarına sebebiyet vermiştir.
Yasak Ağaçtan Yemenin Sonuçları
Hz. Âdem ve Havva’nın cennette kendilerine yasaklanan ağacın meyvelerinden yemeleri kendileri ve nesilleri için bir takım sonuçlar doğurmuştur. Kuranı kerime göre bu sonuçları şu şekilde sıralayabiliriz.
Hz. Âdem ve Havva yasak ağaçtan yedikleri anda edep yerleri açılmıştı. Onlar da bu durumu hemen fark etmişler ve utanma duygusuyla üzerlerini cennet yapraklarıyla örtmeye başlamışlardır.Hz. Âdem ve Havva’nın yaptıkları hata ilk anda en açık bir şekilde çıplaklık ve utanma duygusu olmuştur.
Günahın diğer bir sonucu ‘düşüştür. Günah insanı düşürür; mutlak temizlik mertebesinden inmeye sebebiyet verir. Kuranı Kerim’e göre Hz. Âdem cennette, acıkma, susama, çıplak kalma, güneş sıcağında kalma gibi hiçbir sıkıntıya maruz kalmadan yaşıyordu O, Allah’ın koyduğu yasağı çiğneyerek kendisinin Allah katındaki değerini düşürmüştür, esenlik yurdu olan cenneti ve
kendisine verilen nimetleri kaybetmiştir. Hz. Âdem cennetten yeryüzüne indirilmiş, yeryüzünde hayatını devam ettirebilmek için çalışmak zorunda kalmıştır.490
Burada dikkat edilmesi gereken bir hususu belirtmek yerinde olur. Kuranı kerime göre Hz. Âdem ve Havva ağacın meyvesini yedikleri anda yaptıkları hatanın farkına varmışlar ve pişman olmuşlardır. Hemen hatalarını itiraf edip, tövbe istiğfarda bulunarak, Allah’a sığınmışlardır.491 Allah Teala da onların pişmanlıkları ve tövbe-istiğfarları sonucu onları affetmiştir. Kuranı Kerim’e göre onların tövbeleri Yahudi ve Hıristiyan düşüncesinin tersine olarak cennette kabul edilmiştir. Fakat yine de cennetten çıkarılmışlardır. Tövbeleri cennetteyken kabul edildiğine göre neden cennetten yeryüzüne indirildikleri sorusu akla gelir. Cevap olarak ise, Hz. Adem’in misyon değişikliği ve yeryüzünde bir halife olarak yaratılması verilmiştir. Allah Teala, Âdem ve Havva’ya ‘inin’ emriyle bir görev ve sorumluluk yüklemiştir. Bu anlamda insanın temel görevi ve gayesi halifeliktir. Cennetten yeryüzüne gönderilme onlar için bir ceza değil, bir görevden diğerine geçiştir. Bu anlamda inin emri, İslami düşünceye göre insanlık için bir ceza değil, bir lütuf ve bunun sonucunda insanın asıl görevine geçişidir. Şayet yasak ağaçtan yememiş bile olsalardı yine cennetten çıkarılacaklardı. Bu düşünceye göre yasak ağaçtan yemek ilahi hikmetin bir gereğidir. Tefsirlerde Hz. Âdem’in hayat ağacından yiyeceği daha o yaratılmadan kırk yıl önce kaderinde yazılı olduğu bilgisi verilmiştir.
Hıristiyanlık, Hz. Âdem ve Havva’nın düşüşüne çok farklı bir anlam yükleyerek , ‘asli günah’ adı verilen bir doktrin oluşturmuşlardır. Hıristiyanlıkta asli günah konusuna daha önce yer vermiştik. Buna göre, Âdem’in yasak ağaçtan yemek suretiyle işlediği suç affedilmemiş, bu suç bütün insanlığa mal edilerek geliştirilmiştir. Hz. Âdem kendi hayatında bu suçu affettirememiş, sonunda Tanrı kendisi Hz. İsa’nın şahsında ete kemiğe bürünerek, kendi canını, insanlığı bu günahtan kurtarabilmek için feda etmiştir.
Kur’an’ı Kerim’de herkesin kendi günahını kendisinin çekeceği hükmü verilir. “Herkes günahını yalnız kendi aleyhine kazanır. Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez.”496Ayeti gereğince her doğan çocuk İslam’a göre temiz ve masumdur. Onların günahı bütün insanlığı etkilememiştir. Hz. Âdem ve Havva, bir günah işlemişler, sonra tövbe edip affedilmişlerdir. İslam dinine göre yasak ağacın cennete konulması da onların bu ağaçtan yiyip yeryüzsüzüne gönderilmeleri de ilahi bir hikmet gereğidir. İlk insanın ister sembolik ister maddi bir anlamda olsun bir ağaç vasıtasıyla imtihana tabi tutulmaları dikkate değerdir. İslam kültürüne göre hayat ağacı, Hz. Âdem ve Havva’nın cennetten yeryüzüne indirilip, asli görevlerin bulmaları konusunda sembolik bir sebep olmuştur.
Kuran’ı Kerim’e göre Hz. Âdem ve Havva’nın yasak ağaçtan yemelerinin bir sonucu da düşmanlıktır.” Müfessirler bu düşmanlığın kimler arasında olduğunu tartışmış; Hz. Âdem, Hz. Havva, şeytan ve insanlar arasında olabileceği gibi çeşitli görüşler beyan etmişlerdir.
Aslında İslam dinide ne Hz. Âdem’e ne de Hz. Havva’ya verilmiş bir ceza yoktur. Onlar bu yasağı ilahi bir hikmetle çiğnemişlerdir. Fakat İslam kültüründe oldukça yaygın bir şekilde onların bir takım cezalara çarptırıldığı tasavvuru vardır. Bu tasavvurların Yahudi Hıristiyan kültürlerinin bir etkisi olarak düşünülür. Bu düşünceye göre onların hatalarının bir sonucu olarak yeryüzüne indirilmişler, yeryüzünde çileli bir hayatla karşılaşmışlardır. Hz. Havva ilk günah konusunda Yahudi ve Hıristiyanlık dinlerinde potansiyel bir suçlu kabul edilir. Çünkü yasak meyveyi Âdem’e yedirmeyi teşvik eden Havva’dır. Asıl itibariyle İslami kaynaklara ters düşen bu rivayetler tefsir kitaplarında yerlerini almıştır. Bu rivayetlerden bazıları şöyledir. “İblis yasak ağaçtan yemesi için Adem’e ne söylediyse başarılı olamadı. Âdem İblisin sözüne kanmadı, ağacın meyvesini yemedi. İblis bundan sonra Havva’nın yanına geldi. Havva ağacın meyvesinden yedi ve sonra Âdem’e “Sen de ye! Ben yedim zararı dokunmadı.” Dedi. Âdem ağacın meyvesini yedikten sonra her ikisinin avret yerleri gözüktü.” Başka bir rivayette “ iblis, Allah’ın Âdem ve Havva’ya yasak ettiği ağaçtan bazı parçalar alarak yanlarına geldi ve onlara: “ Şu ağaca bakın! Kokusu, tadı, rengi ne kadar güzel!” dedi. Allah bundan sonra Havva’ya hitaben “ Ey Havva! Sen benim kulumu aldattın” dedi. Burada yer verdiğimiz bilgileri İslam âlimleri genellikle İsrailiyat kaynaklı olduğunu söylerler. Ne Havva ne de yılan ile ilgili rivayetlerin İslami kaynaklarda temeli olmadığı görüşündedirler.
Bu bilgilere göre Hz. Havva’ya bazı cezalar verilmiştir. Rivayete göre Havva ağaçtan kopardığı zaman ağaç kanamıştı. Allah: “Bu ağacı kanattığı gibi bende onu her ay kana bulaştıracağım; ben mükemmel ve akıllı olarak yaratmıştım şimdi hafif akıllı yapacağım; o iğrenerek ve istemeyerek yüklü olacak, yavrusunu zorlukla dünyaya getirecektir.” dedi. İbn-i Zeyd derki” Havva böyle bir hata yapmamış olsaydı dünya kadınları adet görmezler, hepside akıllı olur, hepside kolaylıkla hamile oldukları gibi kolaylıkla doğum yaparlardı.”
Yılana verilen ceza ise içine şeytanı saklayıp cennete sokması düşüncesinden kaynaklanır. Rivayete göre “Sen şeytanı içine gizleyerek cennete getirdin, bu suçunun cezası olarak senin yiyeceğin sadece toprak olacaktır. Sen Âdemoğullarının, onlarda senin düşmanların olup, sen rast geldiğin her yerde onların ökçelerine vuracaksın. Onlarda rast geldikleri her yerde senin kafanı kıracaklardır.” dedi. Başka bir rivayette de Allah: “Ey yılan! Senin ayaklarını keseceğim. Sen yüzün üzere sürünerek yürüyeceksin.” dedi.
Kur’an-ı Kerim’e göre ilk insanın imtihanı hayat ağacı vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Fakat ilk insan bu imtihanı kaybeder. Şeytana uyarak yasağı çiğner. Bunun yanında bu yasağın çiğnenmesi ilahi bir takdir olarak kabul edilmiştir.
İslam dininde cennetteki yasak ağacın dışında farklı anlamlarda kullanılmış hayat ağacı temaları bulunur. Örneğin, Tasavvufta mecazi olarak sufilerin şecereleri, Peygambere uzanan tarikat silsileleri, hayat ağacının dalları ile sembolize edilir.
Hayat ağacı, Türk İslam kültüründe Allah’ın isimlerini sembolize eder. Canlılığıyla Allah’ın “el-Hayat” sıfatını sembolize eder. Hayat ağacı yeşil kaldığı müddetçe dünyada var olacağına inanılmaktadır. Hayat ağacı önsüz ve sonsuzdur. Bu da “kıdem” ve “beka” sıfatının tek olması da “vahdaniyet” sıfatını sembolize eder. Servi olarak mezarlıklarda yetiştirilir.
İslam kültüründeki hayat ağacı, genellikle meyvesiz, tek başına duran ve ulu ağaçlardır. Özellikle çam, kayın, çınar gibi belli tipler hayat ağacı olarak kabul edilmiştir.
Mevlana’nın Mesnevi’sinde hayat ağacı olarak can ağacından bahsedilmiştir. Burada can ağacı (Dırakht-ı Can) ölümsüzlük bahşeden velilerin sembolüdür.
Tuba Ağacı
Tuba ağacı, İslam kültüründe tam bir hayat ağacı formuyla karşımıza çıkar. Kur’an’da Rad suresinde geçen Tuba ağacı, “güzellik, iyilik, huzur ve rahatlık, göz aydınlığı ve en güzel, en hayırlı” manalarına gelir. Cennetteki her türlü nimet, ölümsüz hayat, zevali bulunmayan şeref ve yücelik, sürekli zenginlik anlamlarına da gelebileceği kaydedilir. Habeş ve Hint dillerinde cennetin adı “Tuba” olduğu söylemiştir. Kur’an-ı Kerim de bu ağaç iman edenlere ve iyi amel sahiplerine vaad edilmiştir. ”İnanan ve salih amel işleyenler için, mutluluk ve güzel bir dönüş yeri vardır.” Ayette açıkça Tuba’nın bir ağaç olduğundan bahsedilmez fakat müfessirler, Tuba’nın bir cennet ağacı olduğunu söylerler. Fahrettin Razi’nin tefsirinde “Tuba kelimesiyle ilgili üç görüş bulunmaktadır. Birincisi görüşte Tuba, cennetteki bir ağacın adıdır. Hz. Peygamber’in bu ağaç hakkında şöyle dediği rivayet edilir. “Tuba cennette bir ağaçtır. Onu Allah kendi eliyle dikmiştir. O ziynetler ve güzel elbiseler bitirir (meyve gibi verir). Dalları ise cennet duvarlarının gerisinden bile görünür.” “Tuba ağacının kökü Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem’in evindedir ve her müminin evine de bu ağacın dallarından bir dal uzanır.” İkinci görüşte Tuba, “sevinç ve göz aydınlığı, hayranlık duyulan hoş ve güzel hayat onlarındır” anlamındadır. Üçüncü görüşte ise, Tuba, cennetin Habeş’çe ismidir.
Cennetteki doğal güzelliklerin tarif edildiği pek çok hadiste Tuba ağacından ve onun özelliklerinden bahsedilir. Tuba ağacı benzersiz özelliklere ve görülmemiş bir genişliğe sahiptir. Cennetteki elbiseler onun tomurcuklarından yapılır. Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem’in bir hadisi şöyledir. “Ashabım! Cennette bir ağaç vardır ki, bir süvari onun gölgesinde yüz sene gezse onun gölgesini asla bitiremez.. "Cennette öyle bir ağaç vardır ki, gövdesi altından, dalları zeberced incidendir. Rüzgâr estikçe bunlar birbirlerine çarparak öyle bir name çıkarırlar ki, hiçbir kulak böylesine tatlı bir name işitmemiştir”. Bu ağaç Tuba ağacıdır. Ebu Hureyre’den gelen bir rivayette de ahirette defterleri sağ tarafından verilenler Tuba ağacının gölgesinde gölgeleneceklerdir. Tuba ağacı, cennetin dışından görülebilen harikulade bir ağaçtır ki, gövdesinin büyüklüğünü akıl almaz; Allah onu özel olarak yaratmış ve ona kendi ruhundan üflemiştir. Kökü Hz. Peygamberin cennetteki köşkünden çıkar, dalları da cennetin her yanındaki köşklere uzanır. Tuba ağacı meyveli bir ağaçtır. Bir rivayete göre bir Arabi Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem’e “ Ey Allah’ın Resulü cennette meyve var mıdır? Diye sormuştu. Rasülullah buyurdu ki: “Evet onda bir ağaç vardır ki, ona Tuba denilir. Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiği bir hadise göre, Hz. Peygamber’e Tuba’nın dünya ağaçlarında hangisine benzediği sorulmuş, o da hiçbirine benzemediğini ifade etmiştir. Cennet ehli bu ağaç altında sohbet edip dünya hatıralarını tazeleyeceklerdir. Ayrıca Hz. peygamber bir hadisinde de “Tuba diye adlandırılan ağaç ne iyi ağaçtır.” Diyerek İslam kültüründe bu ağaca verilen değeri göstermiştir.
İslam inancında cennet ağacı olarak bilinen Tuba, Türk kültüründe çok tanınmış ve sevilmiştir. Tuba ağacı, eski Türk dini inançlarından bugüne gelen “hayat ağacı” ile birleşmiştir. Anadolu’da halk arasındaki inanca göre, cennetteki Tuba ağacında her insan için bir yaprak vardır. Bu yaprak bir kimsenin ölümünden kırk gün önce düşer. Bu düşme sırasında başkalarının yapraklarına değerse, yaprak sahibinin kulakları çınlar.
Mevlana, Mesnevi’sinde yorumladığı bir rüyada Tuba ağacından bahsetmiştir. Buna göre Tuba ağacının dallarında kuşlar bulunur. Bu kuşlar ise peygamberler ve velilerin ruhlarıdır.
Bahaddin Ögel, Hayat ve insanlar için her türlü iyi talihin hep bu ağaçtan geldiğini, çok büyük olan bu ağacın milyonlarca, daha doğrusu yeryüzündeki insanların sayısı kadar yaprağı olduğunu, bir insan ölünce bu ağaçtan da bir yaprak düştüğünü, diğer hayat ağaçları gibi Tuba ağacının da bir su kenarında olduğunu kaydeder.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Tuba Ağacının bir tapım unsuru olduğundan ve Müslüman Nogay Türklerinin ağaca taptıklarından bahseder. Evliya Çelebi Nogayların, bir ağacın içine mihrap yapıp, ibadet ettiklerini, onlara bunu yapmalarının sebebini sorduğunda onlar, bu ağacın Tuba Ağacı olduğunu, Cebrail, aracılığıyla gönderildiğini ve Hızır eliyle dikildiğini söylerler.
Alevi-Bektaşi kültüründe de en fazla saygı gören ağaç Tuba ağacıdır. Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem’in miracı sonrası, kırklar cemine kabulü ve nasip erkânı sırasında, Ali, Fatıma, Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem ve Hatice Tuba Ağacı altında musahip kılınmışlardır. Alevi kültüründe bir ağaç dalı/tarıyk töreni vardır. Bu tören dedeler tarafından gerçekleştirilir. Törende kullanılan dal kayın ağacından yapılmıştır. Bu dal bir deri kılıf ya da yeşil bir örtü içinde, tariykçi tarafından muhafaza edilen, genellikle bir metre civarında, üç boğumlu bir değnek olup, ser deste, tarıyk, erkân, tuba çeliği gibi isimlerle anılır. Bu dalın cennetten gelme olduğuna inanılır. Bu dal, on iki dallı, iki çatallı, kökü yukarıda başı aşağıda ve cennette olan bir ağaçtır. Erkan törenlerinde kullanılan bu ağacın dalının, Tuba ağacından yapıldığına inanılır. Tarıyk değneği bazen de ardıç bazen de kayın ağacından yapılmıştır. Tarıyk değneği hangi ağaçtan yapılırsa yapılsın Tuba Ağacını temsil eder. Bu değnek Alevi kültüründe Hak-Muhammed-Ali üçlü telakkisini temsil eder. Değneğin üzerinde üç kertik bulunur ve tören esnasında değnek, günah işleyen müride, dede tarafından vurulur.
Her Alevi dedesi mutlaka “Erkân”a sahip olmalıdır. Erkan’a sahip olmayan dede, hangi ocağa mensupsa o ocaktan izin alıp, kırk kurban keserek kayın ağacından düz bir sopa keser ve bu onun erkân’ı olur.
Kayın ağacından yapılan bu sopalara kurt düşmemesi ve çürümemeleri bu ağacın kerametlerinden sayılmıştır. Rivayete göre Hz. Ali Hz. Peygamberin vefatından sonra kılıcı Zülfikar’ı kullanmamış, bu değnekle savaşmıştır.
Alevi kültüründe tarıyk bir biattir. Rıdvan biati diye de adlandırılır. Müslümanlar Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem zamanında Rıdvan ağacının altında ahitleşmişlerdir. Birbirlerine yalan söylemeyecekleri, doğruluktan ayrılmayacakları gibi konularda söz vermişlerdir. Bunu yaparken de Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem’in biat edenlerin sırtına ağaçtan kestikleri sopayı vurarak takdis ettiklerine inanılır. Rıdvan ağacı da Tuba Ağacını sembolize etmiştir.
Alevi kültüründe Tuba Ağacının asıl kökü Hz. Ali’nin sarayındadır ve her müminin sarayına bir dal salınmıştır. Bir rivayete göre Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu nakledilir. “Ben ağacın köküyüm, Ali bu ağacın gövdesidir. Hasan ve Hüseyin bu ağacın meyvesidir. Ehl-i Beyt’in taraftarları ise bu ağacın yapraklarıdır. Burada Tuba ağacı bir anlamda Hz. Ali’yi ve onda bütünleşmeyi sembolize etmiştir.
İman eden ve salih amel işleyen kimselere vaat edilen Tuba ağacı her zaman iyi ve güzel olanın sembolü olmuştur. İslam kültüründe çok sevilmiş, edebiyata konu edilmiş, şiirlerde çok işlenen bir motif olmuştur. Yunus Emre’nin şu beyitleri çok meşhurdur.
Cennette Tuba dalları
Salınır Allah deyu deyu
Yahya Efendi’nin bir şiirinde Tuba ağacı ve İslam dininde kutsal ağaçlardan olan” Sidre ağacı” şu şekilde zikredilmektedir:
Bir serve mail oldu gönül şahbazı kim,
Tuba vü Sidre ona nazar bir budak değil.
Sidre Ağacı
İslam kültüründe kutsal ağaçlardan biri de sidre ağacıdır. Sidre ağacı kendisine atfedilen vasıflarla bir hayat ağacı özelliği gösterir. Sidre’den Kur’an’ı Kerim’de bahsedilir. “ Andolsun ki, O,Cebrail’i bir başka inişte daha (asli suretiyle) görmüştü. Sidretü’l-Münteha’nın yanında. Me’va cenneti onun (Sidre’nin) yanındadır. O zaman Sidre’yi kaplayan kaplamıştı. Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu)aşmadı.
“Sidre” Arapça’da ‘hünnap’ veya ‘Lotus ağacına denir. Ayrıca Arabistan kirazı denilen Trabzon hurması türünden bir ağaç da denilmiştir. Burada önemli olan ağacın cinsi değildir. Önemli olan konumu, işlevi ve özellikleridir. Münteha da sınırın sonu manasına gelir. Böylece Sidretü’l- Münteha’nın sözlük anlamı; uç noktada veya sıranın sonunda bulunan hünnap veya lotus ağacıdır. İbn Kesir der ki, bizim için maddeler âleminin son sınırında, hünnap veya lotus ağacının nasıl olduğunu bilmemiz mümkün değildir. Bu aslında Allah’ın kâinatının, bizim aklımızın eremeyeceği sırlarıdır. Bu ağacın mahiyetini açıklamak için Sidre’den daha uygun bir kelime olmadığı vurgulanmıştır..
Sidre kelimesinde hayret, göz kamaştırmak manası da vardır. Bu anlama göre Sidre öyle bir ağaçtır ki hayret verici, göz kamaştırıcı, harikulade güzel olan ağaç anlamına gelmektedir. Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem, bu göz kamaştırıcı ağacın yanında Cebrail’i bütün açıklığı ve azametiyle görmüştür. Sidre-i Münteha, madde âlemi ve ilahi âlem arasındaki sınırdır. Bu sınırı sadece Hz. Muhammed salla’llâhü aleyhi ve sellem aşabilmiştir.
Sidre, yedinci semada bulunur. Bir hadise göre de arşın sağ tarafında bulunan bir Arabistan kirazı ağacıdır. Allah’ın muttakilere vaad ettiği cennetin nehirleri onun altından çıkar Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem, bu ağacın meyvelerini tacın püsküllerine, yapraklarını da fil kulaklarına benzetmiştir. Ayrıca bu ağaç için “Öyle bir ağaçtır ki bir binici onun gölgesinde yetmiş sene yol olsa yine kat edemez. Bir yaprağı ümmetin hepsinin üzerini örter.” Başka bir hadise göre Sidre, arşın altında bulunan bir ağaçtır ki, melekler nebiler ve mahlûkat içinde bulunan âlimlerin ilmi sonuçta ona ulaşır. Elmalılı Hamdi Yazır, Sidre ağacı hakkındaki rivayetlerin mahlûkatın cisim ve boyutları bakımından aldıkları son şekil ve emir âleminin sınırına dikilmiş bir oluşum ağacı olarak gösterdiğini söylemiştir.
Sidretü’l-Münteha, yaratıkların bilgisinin ve amellerinin varacağı son noktadır. Bu ağaç yaratıklar âlemini temsil eder. Sidre yaratıklar âleminde son ağaçtır. Ayrıca cennetin de sonudur. Bu ağaçtan ötesi Allah’ın gaye âlemidir. Sidre İslam dininde hayat ağacının ilginç bir örneğidir. Özellikle maddi âlem ve ilahi âlemin sınırında tasvir edilmesi hayat ağacının üç kozmik âlem arasındaki bağ olma özelliğini hatırlatması bakımından önemlidir.
İslam Sanatında Hayat Ağacı
İslam sanatında ağaç, çok sık kullanılan bir motiftir. Özellikle bu kullanımlar içerisinde hayat ağacı çok sevilmiş, buna bağlı olarak da mimari, el sanatları, edebiyat vb. birçok sanat dalında yaygın bir şekilde işlenmiştir. İslam sanatında çok erken dönemlerden itibaren hayat ağacı motifine rastlanır. Kubbet- üs Sahra mozaiklerinde hayat ağacı stilize bir hurma ağacı şeklinde tasvir edilmiştir. Yine Kubbet-üs Sahra’da Hayat Ağacı kanatlı palmet dalları ile canlandırılmıştır. Hirbet el-Mefçir sarayının taban mozaiklerinde hayat ağacı, Hıristiyan sanatı etkisinde ve elma ağacı şeklinde görülmektedir. İspanyada Emevi sarayı Medinetü-z Zehra da kollu şamdana benzer dalları ile hayat ağacı motifi yaygındır. Kurtuba Ulu camiinde ve Kayravan Ulu Camisinde de hayat ağacı tasvirleri yer alır. İslam sanatında hayat ağacı motifi başlangıçta hurma ağacı olarak tasvir edilirken daha geç devirlerde nar ağacı şeklinde tasvir edilmeye başlandığı görülür. Fatımiler dönemine ait bir lüster tapınağına zengin bir şekilde işlenmiş hayat ağacı motifine rastlanır. Bu motifte ağaç dal şeklinde canlandırılır. Çok stilize bir şeklide işlenen hayat ağacı motifinde sırt sırta yerleştirilmiş kuşlar ve tepesinde de oldukça büyük bir nar yer alır.
Anadolu beylikler ve Selçuklular döneminde dini ve sivil mimari süsleme sanatında hayat ağacı motifi sık kullanılmıştır. Artuklular döneminden kalma bir kabartmada hayat ağacıyla birlikte bir kuş, bağdaş kurmuş bir insan bulunur. Bu insan ellerinde yuvarlak küreye benzer bir şey tutar. Yukarı kalkık kollarının tepesinde büyük bir rozet bulunan insan, tavus kuşu, birbirine doğru yürüyen kanatlı arsanlar tasvir edilmiştir.
Hayat ağacı, Anadolu Selçuklu sanatında erken devirlerde genellikle tek başına veya kuşlarla çevrelenmiş olarak görülür. Daha sonraki devirlerde ise hayat ağacı ile birlikte çeşitli hayvanların da yer aldığı görülür. Tek başına tasvir edilen hayat ağacı motifi dini mimaride sık kullanılır. Özellikle tek ağaçlar Allah’ın birliğini sembolize eder. Divriği Ulu Cami’nin kuzey portalinde tek başına bulunan hayat ağacı motifinin güzel bir örneği vardır.( Resim: 5) Burada hayat ağacı dal şeklinde, küçük bir vazodan yükselir. Vazo ebedi hayat suyu ihtiva eden bir semboldür. Yine aynı portalde bir başa hayat ağacı, karın kısmı dilimli bir vazodan yükselir. Bu ağacın tepesinde büyük bir rozet bulunur.
Yakutiye medresesinde, Erzurum çifte minareli medresede ( Resim: 6-7), Ahlât mezar taşlarında hayat ağaçlarına rastlanır. Bu örneklerde hayat ağacı palmiyeye benzer bir ağaçtır ve genellikle bir vazodan çıkar. Dalları arasında bir nar meyvesi bulunur.
İslam sanat eserlerinde genellikle hayat ağacının nar ve hurma ağacı olduğu göze çarpar. İslam dininde nar cenneti sembolize eder ve bir cennet meyvesi olarak Kur’an-ı Kerim’de zikredilir. “İçlerinde her türlü meyve, hurma ve nar vardır.” Aynı zamanda nar çoklukta birliği simgelemiş olmasından dolayı Allah’ın birliğini temsil etmiş ve sık sık hayat ağacı olarak işlenmiştir.
Sık sık karşılaştığımız figürlerden biri de hayat ağacı etrafına karşılıklı veya sırt sırta simetrik olarak çift kuşların bulunduğu motiftir. Bu tasvirler genellikle çok stilize ve kuşlarla çevrelenmiştir. Alâeddin Keykubat’ın Beyşehir Gölü kenarındaki yazlık sarayı Kubadabad’da Hayat Ağacı-kuş grubunun çeşitli örnekleri ile karşılaşırız. Bu örneklerde Hayat Ağacı çok stilize, ayrıntılı ve kuşlar simetrik olarak yerleştirilmiştir. ( Resim: 8-9) Hayat ağacı bir palmiye şeklinde ve kuşların etrafında nar meyveleri görünür. Tasvirde ayrıca büyüklü küçüklü rozetlere de rastlanır. Bu rozetlerin anlamı ise hayat ağacının etrafında ay, güneş ve diğer gezegenlerdir. Tokat’ta Selçuklu devrinden kalma bir mezar taşında ve Afyon Balıköy’de bir mezar taşında buna benzer örnekler görülür. Anadolu Selçukluları döneminde bazı hayat ağacı motifleri arabesk olarak tasvir edilmiştir. Bu örneklerde çift başlı kartal ve kartalların kanat veya kuyruk uçları kıvrılmış birer ejder başına dönüşmüştür. Divriği Ulu Camii’nde, Selçuklu devrine ait ipek bir kumaş üzerinde ve Konya Mevlana Müzesi’nde bulunan 13. yüzyıldan kalma bir Kuran rahlesinde bu tipin örnekleri bulunur.
Osmanlı Devleti Döneminde de hayat ağacı motifi aynı şekilde kullanılmaya devam etmiştir. Aksaray Murat Paşa Camii avlusunda bir mezar taşı üzerinde süslü bir vazodan yükselen çiçekli bir hayat ağacı motifi yer alır. 16. yüzyıla ait İshak Paşa Sarayı’nın ön cephesinde hayat ağacı motifine rastlanır. Burada hayat ağacı, portalin iki yanında yükselir ve nar meyveleri bulunur. Sarayın çeşitli bölümlerinde de şakayık çiçekli hayat ağacı kabartmaları yer alır. Osmanlı sanatında seccadelerde, halı ve kilimlerde, Kur’an rahlelerinde, çini süslemelerinde, mezar taşlarında, işlemelerde hayat ağacı tasvirine bolca rastlanır.( Resim: 10) Ayrıca yeniçeri bayraklarında ağaç dalları hayat ağacı olarak yer alır.
İslam sanatında hayat ağacı motifi, başlangıçta genellikle sade ve tek başına, daha sonraki devirlerde etrafına çeşitli sembolik hayvanlar, insanlar ve meyveler yerleştirilerek zenginleştirilmiştir. İslam sanatında hayat ağacı tasviri dini ve sivil mimaride sık sık işlenmiştir. Tasvirlerde özellikle nar meyveleri çok belirgindir.
Türk İslam sanatında Orta Asya Türk kültürünün etkisi oldukça fazladır. Türk toplumları İslamiyet’i seçmiş olmalarına rağmen eski kültürlerinden vazgeçememişler, bunları İslamiyet’le birleştirmeyi başarmışlardır. Orta Asya Türk kültürü İslamiyet’le birleşip Türk İslam bileşkesinde yeni bir form bulmuştur. Bu bileşkeye göre hayat ağacı ve çevresinde bulunan motiflerin sembolik anlamları bulunur.
Orta Asya şaman inançlarına göre hayat ağacı dünyanın merkezinde yer alır. Bu ağaç şamana yeraltı ve gökyüzü seyahatlerinde merdiven vazifesi görür. İslam sanatında yaygın olarak görüldüğü gibi kuş ve kartal tasvirleri Şamanizm’e göre şamana refakat eden hayvanlar veya şamanın kendisidir. Bu hayvanlar şamana öbür dünyaya ulaşmalarında yardımcı olurlar. Hayat ağacı, insan, arslan, yılan ve birçok tılsımlı hayvan tarafından korunur. Ayrıca ağacın etrafında bulunan rozetler şamanın gökyüzüne yolculuğu sırasındaki gezegenleri sembolize eder.
Hayat ağacı tasviri, bulunduğu medrese, cami, saray gibi yapıların önemli ve merkezi bir yapı olduklarını belirtir. Hayat ağacı merkezde yani cennette bulunur. İnsanlar, cami, medrese, saray gibi yapıların merkeze yakın olmalarını istedikleri için bu yapılara hayat ağacı motifini işlemişlerdir. Böylece bu mekânların merkez olduğunu düşünmüşlerdir. Hayat ağacı mezar taşlarına da işlemiştir. Bunun anlamı ise ölülerin ruhlarını cennete ulaştıracak bir köprü vazifesi görmesidir.
İnsanoğlu, önem verdiği kutsalını hayatının her alanında görmeyi, sürekli onunla beraber olmayı arzu etmiş ve kutsallarını ölümsüz kılmak için sanat eserlerine işlemiştir. İslam sanatında bu düşünceden hareketle camilerde, medreselerde, saraylarda, el sanatlarında, mezar taşlarında ve birçok yerde hayat ağacı motifi tasvir edilmiştir. Böylece insanlar sürekli kutsalla yani ilahi olanla birlikte olduklarına inanmışlar ve sembolik olarak hayatlarında bulundurmuşlardır. Hayat ağacının bu kadar çok işlenmiş olması ona verilen önemin bir neticesidir. Günümüzde eskiye oranla azalmakla birlikte hala sanat eserlerinde bir bezeme unsuru olarak kullanılmaya devam etmektedir.
Alevi Bektaşi Kültüründe Hayat Ağacı
Alevi Bektaşi kültüründe hayat ağacı temasına oldukça sık rastlamak mümkündür. Vilayetname-i Sultan Şecauddin’de şeyhin gittiği her yerde daima ulu bir çam ağacı dibinde oturup kalktığı, ibadet ettiği nakledilir. Şeyhin dibinde ibadet ettiği ağaçlardan ikisi kırklar çamı ve bölük çam olarak adlandırılmıştır. Başka bir rivayette de Hacı Bektaşi Veli, insanlardan korunmak amacıyla yüksek bir tepede bulunan ardıç ağacının yanına gelip, ardıçtan kendisini saklamasını ister. Ardıç hemen dal ve yapraklarıyla beraber bir çadır biçimine girer ve Hacı Bektaşi Veli’yi içine saklar. Halk Hacı Bektaş’ı bulamaz. Halktan kurtulan Hacı Bektaş ağacın içinde kırk gün çile çıkarır, ibadet ve riyazet yapar. Devcik ağaç da denilen bu ağaç günümüzde ziyaret edilmektedir. Alevi Bektaşi kültüründe Tuba ağacına verilen önemi daha önceki bölümlerimizde görmüştük.
İslam kültüründe incelenen örnekler, her ağacın veya aynı ağacın her yerde ve her zaman kült konusu olmadığını, hatta hayat ağacı olarak nitelenen ağaçların en çok meyvesiz ve ulu ağaçlar özellikle çam, kayın, çınar ve benzeri belli ağaçların olduğunu ortaya çıkarmıştır. Aynı zamanda bu ağaçlar, bir su kenarında veya bir evliya mezarı yanında bulunmuştur. İslam kültüründe hemen hemen bütün evliyaların mezarları bir çınar altında yer almaktadır. Burada ağaçlarda mevcut olan ruhlarla evliyalar arasında bağlantı kurulmak istenmiştir..
Günümüzde Anadolu’da dinle ilişkilendirilerek ağaçlarla ilgili çok çeşitli uygulamalar sürdürülmektedir. Örneğin, Anadolu’da ağaçlar ve bulundukları mekânlar adak yerleri olmuşlardır. Bu ağaçlara insanlar elbiselerinden yırttıkları paçavraları bağlayarak dileklerinin gerçekleşeceğini ummuşlardır. İslam dininde ağaçlar birer şifa verici olarak düşünülmüştür. Anadolu’nun bazı yerlerinde yeni doğmuş ve giderek zayıflayan çocukları şeytanın değiştirdiğine inanılmıştır. Bazen hasta bir çocuk, iyileşmesi için büyük ve yaşlı bir çınar ağacına götürülür “al çocuğunu ver çocuğumu” denilerek çınarın deliklerinden geçirilir ve çocuğun elbiseleri orada bırakılıp gelinirdi. Bu uygulamadan sonra çocuğun iyileşeceğine inanılırdı.
Sonuç olarak denilebilir ki, İslam dini bir ağaç medeniyetidir. İslam dininde ağaçlara çok önem verilmiş ve onları korumaya büyük bir özen gösterilmiştir. Kur’an-ı Kerim’e göre ağaçlar, Allahın insanlara sunmuş olduğu birer nimettir. Onlar bütün canlılar gibi Allahın ismini zikrederler ve Allah’ın varlığının, birliğinin, kudretinin kanıtıdırlar. İslam dininde hayat ağacının yerleri ve gökleri birbirine bağlayan özelliğinden bahsedilmemiştir. İslam dinindeki hayat ağacı cennetteki yasak ağaç olarak bir imtihan vesilesidir. Tuba ağacı olarak iyi insanların mükâfatıdır. Sidre ağacı olarak da ilahi âlem ve maddi âlem arasındaki sınırı çizmiştir. Hayat Ağacı, İslamiyet’te özelikle bilgi, bilgelik ve hikmetle ilişkilendirilmiştir. O çok sevilmiş ve sayılmış fakat hiçbir zaman bir ağaç olarak tapım nesnesi olmamıştır. Allah’ın sıfatlarını taşıdığı için sevgi ve saygı duyulmuş tazim gösterilmiştir.
SONUÇ
İnsanlık var olduğu günden bu yana sürekli olarak ağaç ve bitkilerle ilişki içinde olagelmiş ve ağaçları diğer varlıklar içerisinde öne çıkarmıştır. Zaman içerisinde dağ, taş, su, ateş gibi çeşitli varlıklara kutsallık atfedilmiş fakat bu varlıklar içerisinde ağaç, ön planda olmuştur ve ağaç diğer bütün varlıklar içerisinde kutsallığını her zaman koruyan en önemli sembol olmuştur. Çünkü o, olduğu yerde kalıcıdır. Kökleriyle yere bağlıdır bu anlamda bir merkezdir. Kışın yapraklarını döküp yazın tekrar canlanmasıyla dinamizmin ve ölümden sonra dirilişin simgesi olmuştur. Ağaç, kendini sayısız biçimde yenileyen gerçekliğin ifadesidir. Bu nedenle insanoğlu kendisi ve ağaç arasında bağ kurarak kendisini ağaçla özdeşleştirmeye çalışmıştır.
Ağaç sembolizmi dünyanın hemen hemen her toplumunda kendini göstermiştir. Dünya kültürlerindeki ağaç sembolizminin temelinde ‘Hayat Ağacı’ teması vardır. Hayat ağacına en eski çağlardan günümüze kadar dünyanın bütün toplumlarında rastlanmıştır. Hayat ağacı, gençlik ve ölümsüzlük veren bir kavram olarak Eski Mezopotamya, Avrupa ve Uzak Doğu medeniyetleri gibi birçok kadim medeniyet tarafından bilinen bir kavramdır. Daha sonra Günümüzün büyük dinlerinde de varlığını devam ettirmiş özellikle Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın kutsal kitaplarında yerini alarak özel bir terminolojiye sahip olmuştur. Bu dinlerde Hayat ağacı, insanın yeryüzündeki kaderini belirleyen bir imtihan unsuru olmuştur.
Dünya kültürleri ağaçlarla ilgili sayısız mit ve efsane geliştirmişlerdir. Bu mit ve efsaneler ağaç sembolizminin temeli olan hayat ağacı ve kozmik eksen etrafında geliştirilmiştir. Örnekleri incelendiğimizde dünya kültürlerinin tamamında hayat ağacı ile ilgili inanış ve uygulamaların paralellik gösterdiği dikkat çeker. Örneğin Hayat ağacı yaratılışın kaynağıdır. İnsanlık hayat ağacından türemiştir. O, cennet, dünya ve cehennem arasındaki bağlantıyı kuran dünyanın temel direğidir. İnsanoğlu hem Tanrı ile hem de ölüler âlemi ile bu direk sayesinde iletişim kurabilmiştir. O, Tanrı’nın yeryüzündeki sembolüdür, Evrenin bereketini sağlar, yağmuru yağdırır, rüzgârı estirir, güneşin ortaya çıkmasını sağlar, evlerin koruyucucusudur, hayvanların çoğalmasını sağlar, çocuğu olmayan kadınların çocuğunun olmasını sağlar, hastalıklara şifa verir, kötü ruhları kovar, insanların kaderini belirler, hayat verir, canlılık ölümsüzlük, gençlik kaynağıdır, her türlü iyilik, güzellik ve mutluluk ondan gelir.
Hayat ağacının maddi varlığından çok taşıdığı anlam ve temsil ettiği güç önemlidir. Hayat ağacı olarak nitelenen ağaçlar gelişi güzel her ağaç değil; genellikle tek başına duran, meyve vermeyen büyük ve ulu ağaçlar olmuştur. Hayat ağacının cinsi toplumdan topluma değişmiştir. Örneğin bir kültürde meşe, hayat ağacı olarak kabul edilirken başka bir kültürde çam, kayın veya elma ağacı olmuştur. Dünya kültürlerine baktığımızda hayat ağacı olma vasfı genellikle çam kayın, meşe gibi ağaçlara verilmiştir. Ayrıca hayat ağacına farklı toplumlar evren ağacı, dünya ağacı, kozmik ağaç, sonsuzluk ağacı gibi adlar vermişlerdir. Hangi isimle anılırsa anılsın bu ağaçların temelinde hayat ağacı bulunur ve hepsi de hayat ağacının özelliklerini taşırlar.
Geçmişin ilkel insanı için ağaç çok önemlidir. Onun günlük ve dini hayatında vazgeçilmez bir unsurdur. Günümüz modern dünyasında ise artık ağaç dini anlamından uzaklaşarak maddi varlığıyla dikkat çekmeye başlamıştır. Fakat hala modern insan için ağaç tanrıyı hatırlatan önemli bir simge olmaya devam etmektedir. Bugün dünya kültürlerine baktığımızda ağaçlarla ilgili uygulamaların birçoğunun hala devam ettiğini görmek mümkündür. Mezarların ağaçların altına yapılması veya mezar bulunan bir yer ağaç dikilmesi, bir çocuk doğduğunda onun adına bir ağaç dikilip ağaçla beraber büyüyeceğine inanılması, ağaçlarla ilgili bayramların kutlanması bu inanışın devam ettiğinin örnekleridir. Özellikle Türk toplumunda hayat ağacına bez bağlama, çivi çakma, etrafında mumlar yakma, takdis etme gibi uygulamalar hala devam etmektedir. İnsanlar, hayat ağacının yağmur yağdırma, evlenme, hastalıklara şifa bulma, iş bulma gibi konularda yardımı olacağını düşünmekte ve ondan şifa beklemektedirler. Bütün bu uygulamalar insanların zihinlerinde hayat ağacı inancının hala canlı bir şekilde var olduğunu göstermektedir.
Hayat ağacı günümüzde de günlük hayatta, edebiyatta, sanatta ve birçok alanda dünya kültürlerinin en çok sevdiği ve kullandığı sembol olmaya devam etmektedir. Günümüzde zeytin dalı barışın sembolüdür. Eski zafer sembolü defne ve meşe yaprakları, zeytin dalı gibi inanışlar hala canlılığını koruyarak başlarda taşınmakta, toplantı salonlarında, paralarda, flamalarda, bayraklarda, halı ve kilim desenleri üzerinde yer almaya devam etmektedir.
Sonuç olarak hayat ağacı insanlık tarihinin çeşitli dönemlerinde en fazla kullanılan simgesel bir tema olmuştur. Birbirleriyle ilişkisizmiş gibi görünen, dilleri, kültürleri, yaşadıkları coğrafyalar tamamen farklı olan birçok toplumun ortak paydası hayat ağacı olmuştur.
BİBLİYOGRAFYA
Altıntaş, Ayten, “Eski Türk Kültüründe Hayat Ağacı ve Ölümsüzlük Otu”, Türk Dünyası Araştırmaları, sayı 51, İstanbul 1987.
Arık, Durmuş, Hıristiyanlaştırılan Türkler (Çuvaşlar), Ankara 2005.
Arık, Durmuş, Azerbaycan Türklerinin Dini Tarihi ve Halk İnanışları, Ankara, 2005.
Ateş, Mehmet, Mitolojiler ve Semboller Ana Tanrı ve Doğurganlık Sembolleri, İstanbul 2000.
Aydemir, Abdullah, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, Ankara 2005.
Aydemir, Abdullah, Tefsirde İsrailiyyat, Ankara 1979.
Aydın, Mehmet, Dinler Tarihine Giriş, Konya 2002.
Belli, Oktay, “Urartularda Hayat Ağacı İnancı”, Anadolu Araştırmaları, sayı VIII, İstanbul 1982.
Besalel, Yusuf, Yahudilik Ansiklopedisi, c. 1, İstanbul 2001.
Besalel, Yusuf, Yahudilik Ansiklopedisi, c. 3, İstanbul 2002.
Bolay, Süleyman Hayri, “Âdem”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.I, İstanbul 1988.
Bonnefoy, Yves, “Antik Dünya ve Geleneksel Toplumlarda Dinler ve Mitolojiler Sözlüğü” c.I, Ankara 2000.
Borgeaud, Philippe, Karşılaşma Karşılaştırma Dinler Tarihi Araştırmaları (Çev. Mehmet Emin Özcan), Ankara 1999.
Bulut, Halil İbrahim, “Mucize”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 30, İstanbul 2005.
Campbell, Joseph, Batı Mitoloji, Tanrının Maskeleri, Ankara 1992.
Campbell, Joseph, Doğu Mitolojisi, Tanrının Maskeleri (Çev. Kudret Emiroğlu), Ankara 1992.
Canan, İbrahim, “Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte”, c.14, İstanbul (yıl yok).
Çevik, Nevzat, “Hayat Ağacının Urartu Kült ve Törenlerindeki Yeri ve
Önemi” Anadolu Araştırmaları XV (Ayrı Basım), İstanbul 1999.
Çoruhlu, Yaşar, Türk Mitolojisinin ABC’si, İstanbul 1999.
Çoruhlu, Yaşar, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, İstanbul 2002.
Demirci, Kürşat, “Kutsiyet” Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
26, Ankara 2002.
Durkheim, Emile, Dini Hayatın İlkel Biçimleri, İstanbul 2005.
Gül, Durali, “Hıristiyanlıkta Asli Günah Üzerine Bir Araştırma“, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2002.
Elmalı, Hüseyin-Dumlu Ömer, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Anlamı, İzmir
2001.
Eliade, Mircea, Dinler Tarihine Giriş, İstanbul 2003.
Eliade, Mircea, Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi, C.I, II ve III, İstanbul 2003.
Eliade, Mircea, Kutsal ve Din Dışı, (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara, 1991.
Eliade, Mircea, İmgeler ve Simgeler, (Çev. Mehmet Ali Kılıçbay), Ankara 1992.
Eliade, Mircea, Şamanizm, (Çev. İsmet Birkan), Ankara 2006.
Epstein, Perle, Kabala Musevi Mistiklerinin Yolu, (Çev. Nusret Karayazgan-Şiyma Barkın), İstanbul 1993.
Erdem, Mustafa, “Hıristiyanlıkta Vaftiz Anlayışı Üzerine Bir Araştırma” (Ayrı Basım), Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XXXIV, Ankara 1993.
Erdem, Mustafa, İlk İnsan Hz. Âdem, Ankara 2003.
Ergun, Pervin, Türk Kültüründe Ağaç Kültü, Ankara, 2004.
Esin, Emel, “Ötüken Yış(Türk Sanatında Ağaçlı Dağ Hakkında Notlar)”, Atsız Armağanı, İstanbul 1976.
Frazer, Sir James George, Altındal Büyü ve Din Üzerine Bir Çalışma (Çev. Mehmet H. Doğan), İstanbul 2004.
Frese, Pamela R. and Gray, S.J.M., “Trees”, The Ancylopedia of Religion, New York, 1987.
Güç, Ahmet, “Dinlerde Kutsal ve Kutsallık Anlayışı” Dinler Tarihi Araştırmaları I, Ankara 1998.
Gündüz, Şinasi, Din ve İnanç Sözlüğü, Ankara 1998.
Hamilton, Edith, Mitologia (Çev. Ülkü Tamer), İstanbul 1994.
Hançerlioğlu, Orhan, Dünya İnançları Sözlüğü, İstanbul 2000.
Harman, Ömer Faruk, “Havva”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 16, İstanbul 1997.
Hooke, S.H., Ortadoğu Mitolojisi, Ankara 1991.
Işık, Hidayet, “Dini Kökeni Açısından Noel ve Yılbaşı”, Selçuk Üniverstesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 7, Konya, 1997.
İnan, Abdülkadir, Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul, 1976.
İnan, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1995.
İnan, Abdülkadir, “Türk Folklorunda Simurg ve Geruda” Makaleler ve İncelemeler I, Ankara 1987.
Kitab-ı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit, İstanbul 1997.
Kroner, Samuel Noah, Sümer Mitolojisi, İstanbul 2002.
Meydan Larousse, c.7, İstanbul 1969.
Ocak, Ahmet Yaşar, Bektaşi Menakıpnamelerinde İslam Öncesi İnanç Motifleri, İstanbul 1983.
Ögel Bahaeddin, Türk Mitolojisi I, Ankara 1993.
Ögel Bahaeddin, Türk Mitolojisi II, İstanbul 1995.
Ögel, Bahaeddin, “ Uygurların Menşe Efsanesi” DTCF Dergisi, VI(12), Ankara, 1943.
Öney, Gönül, “Anadolu Selçuklu Sanatında Hayat Ağacı Motifi”, Belleten, c. XXXII, sayı 125-128, Ankara 1968.
Öney, Gönül, “Artuklu Devrinden Bir Hayat Ağacı Kabartması Hakkında”, Vakıflar Dergisi, sayı VII, İstanbul 1968.
Er-Razi, Fahruddin, “Tefsir-i Kebir Mefatihu’l-Gayb, (çev. Suat Yıldırım, Lütfullah Cebeci, Sadık Kılıç, Sadık Doğru), c.13, Ankara 1999.
Sarıkçıoğlu, Ekrem, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Isparta,
2002.
Sarıkçıoğlu, Ekrem, Din Fenomenolojisi, İsparta 2002.
Schimmel, Annamarie, Dinler Tarihine Giriş, Ankara, 1955.
Sharpe, Eric J., Dinler Tarihinde 50 Anahtar Kavram (Çev. Doç. Dr. Ahmet Güç), Bursa, 2000.
Şakiroğlu, Mahmut H., “Haç”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 14, İstanbul 1996.
Şenay, Bülent, ‘Noel’, T. D. V. İ.A. ,c. 33, İstanbul 2007.
Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, İstanbul
Tanyu, Hikmet, “Ağaç”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.1, İstanbul, 1988.
Tanyu, Hikmet, Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara 1967.
Tanyu, Hikmet, Dinler Tarihi Araştırmaları, Ankara 1973.
Tanyu, Hikmet, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, Ankara 1980.
Tanyu, Hikmet, “Türkler’de Ağaçla İlgili İnançlar”, Türk Folkloru Araştırmaları Yıllığı, Ankara 1976.
Topaloğlu, Bekir, “İslam’da Ağaç”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c.1, İstanbul, 1988.
Turan, Abdülbaki, “Tuba”, Şamil İslam Ansiklopedisi, c. 6, İstanbul, (yıl yok).
Tümer, Günay, “Asli Günah”, T.D.V. İ. A. , c. 3, İstanbul 1991.
Tümer, Günay-Küçük Abdurrahman, Dinler Tarihi, Ankara 1988.
Türk Ansiklopedisi, c. XXXI, Ankara 1982.
Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, c. II, Ankara 1988.
Yahudilik’te Kavram ve Değerler Dinsel Bayramlar-Dinsel Kavramlar- Dinsel Gereçler, İstanbul 1996, (Yazar Adı Yok)
Yakıt, İsmail, “Kur’an’da Hz. Âdem”, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi Kuruluşunun 700. Yılında Osmanlı Özel Sayısı, sayı 6, Isparta 1999.
Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, c. 1,İstanbul ( yıl yok).
Yeşilyaprak, Fatih, ”Aziz Augustinus ve Asli Günah Anlayışı”,( Basılmamış yüksek Lisans Tezi), Ankara 2004.
Yılmaztürk, Fatma Büşra, Mircea Eliade’nin Kutsal Anlayışı
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 2003.
Yitik, Ali İ hsan, Hint Kökenli Dinlerde Karma İnancının Tenasüh İnancıyla İlişkisi, İstanbul 1996.
Zebidi, Zeynü’d-din Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latif, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi (çev. Kamil Miras), c.7, Ankara 1974.
İNTERNET KAYNAKLARI
http:/ aleviyol.com/yolalevi/content/view/998/30/ , 09.11.2006
http:/www.alevibektasi.org/tonarlı.htm , 05.08. 2007
http:/aleviforum.com/showpost?p=383920&postcount=1 , 05.08.2007
http://www.bayat.bel.tr/kilim1files/hayat%20agad.jpg , 13. 04. 2008
http://www.beyazdogu.com/res/image/Cifte%20Minare.jpg. ,14.04.2008
http.//www. beyazdogu.com/res/image/2%20Yakutiye%20.%20H.%20A ğaci.jpg ,14. 04.2008.
http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=33574, 14.04.2008.
http://www.divriğiozlem.com/camii/image067.jpg ,13.04.2008.
http://www.dunyadinleri.com/druidler.htm, 17. 05. 2007.
http://ekolojikyasam.com/ekolojikyasamportali/ekogaleri/upload/cevre/h arthornut.jpg ,13.04.2008.
http://www.gaygaye.com/populerbilimwiking.htm , 05. 01.2007.
http:/www.hbektas.gazi.Edu.tr/portal/html/modules.php?, 09. 07.2007.
http://www.hunturk.net/forum/rsm/saman-davulu-uzerindeki-resimler- 1195997952.jpg ,14.04.2008.
http://img1.blogcu.com/images/c/e/y/ceylandogusgen/axis.jpg ,13.04.2008
http://sargon.blogcu.com/Yasasın1MayısyadaKutsalAğaç/, 29. 01. 2007.
http://sanattasarim.iku.edu.tr/KENTOMETRE/kayin.html ,14.04.2008.
http://www.sevivon.com/showperasa.asp?id=519, 27.05.2007.
http:/www.thy.com/tr-TR/skylife/archive/tr/2001_10/konu1.htm ,03.08.2007.
http://www.tulumba.com.tr/mmTULUMBA/images/H0432000M6P81 25 0.jpg ,13. 04.2008.
http://turkoloji.cu.edu.tr/HALIL%20EDEBIYAT ,06.12. 2006
http://www.uslanmam.com/yahudilik/93946-bet-amikdas.html, 10.04.2008.
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/c/c0/ShamansDrum.jp g , 14.04.2008.
Resiml: Üç Kozmik Âlemi Bağlayan Kozmik Ağaç
(http://imq1.bloqcu.eom/imaqes/c/e/y/ceylandoqusqen/axis.jpq, 13.04.2008)
Resim 2: Mısır Tanrıçası Hathor, Hayat Ağacına Çıkmış ve Bir Ölünün Ruhuna Yiyecek ve İçecek Sunuyor.(http://ekolojikyasam.com/ekolojikyasamportali/ekoqaleri/upload/cevre/harthornut.jpq. 13.04.2008)
Davulunda Hayat Ağacı Motifi
(http://www.hunturk.net/forum/rsm/saman-davulu-uzerindeki-resimler-1195997952.jpq, 14.04.2008)
Resim 4: Şaman Davulunda Hayat Ağacı Motifi
(http://upload.wikimedia.Org/wikipedia/commons/c/c0/Shamans Drum.jpq, 14.04.2008)
Resim 5: Divriği Ulu Camii Portalinde Hayat Ağacı Motifi
(http://www.divriqiozlem.com/camii/imaqe067.jpq, 13.04.2008)
Resim 6: Erzurum Çiftte Minareli Medrese’de Hayat Ağacı Motifi
(http://www.beyazdoqu.com/res/imaqe/Cifte%20Minare.jpq. 14.04.2008)
Resim 7: Yakutiye Medresesi Hayat Ağacı Motifi
(http.//www.beyazdoqu.com/res/imaqe/2%20Yakutiye%20.%20H.%20Ağaci.jpq, 14.04.2008)
Resim 8: Kubadabad Sarayı Çinilerinde Hayat Ağacı Motifi (Doç. Dr. Abdülkadir Dündar’ın Arşivinden-Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi)
Resim 9: Kubadabad Sarayı Çinilerinde Hayat ağacı Motifi (Doç. Dr. Abdülkadir Dündar’ın Arşivinden-Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi)
Resim 10: Hayat Ağacı Motifli Çini Tabak (http://www.tulumba.com.tr/mmTULUMBA/imaqes/H0432000M6P81 250.jpg, 13.04.2008)
Resim 11: Hayat Ağacı Motifli Kilim
(http://www.bayat.bel.tr/kilim1 files/hayat%20agacı.jpg, 13.04.2008)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar