Osmanlı Cumhuriyeti'ni Kurmak 1923 te Atatürk'e Nasip Oldu
https://www.karar.com/yazarlar/ibrahim-kiras/tarihten-bir-yaprak-osmanli-cumhuriyeti-1594601
Tarihten bir yaprak: Osmanlı cumhuriyeti...
Son birkaç gündür 29 Ekim münasebetiyle yazılıp
konuşulanlara bakıldığında saltanatın kaldırılıp cumhuriyet yönetimine geçme
fikrinin 99 yıl önce bir gece ansızın Atatürk’ün aklına geldiğini
düşünenlerimizin hiç de az olmadığı görülüyor. Oysa 1923’den yedi yıl önce,
yani Cihan Harbi devam ederken bu konunun gündeme geldiğini yazdı tarihçi Ahmet
Kuyaş geçenlerde.
Biliyorsunuz, 1916’da Veliaht Yusuf İzzettin’in
intiharı üzerine Şehzade Vahdettin’in önünde ikbal kapılarının açılmasından o
gün yönetimde bulunan İttihatçılar memnun olmamışlardı. İrtibatları ve siyasi
ajandası kuşku uyandıran yeni veliahtın tahta çıkmasını önlemek için düşünülen
tedbirlerden birinin de “cumhuriyet ilanı” olduğunu söylüyordu Kuyaş.
Haftalık “Oksijen” gazetesinin 29 Ekim ilavesindeki
yazısında -mümkün olduğunca temkinli ifadeler kullanmaya dikkat ederek-
elimizde konuya ilişkin “bilgi kırıntıları” olduğundan söz eden saygın
tarihçimize göre, 1916’da gündeme gelen “cumhuriyet ilanı” fikrinin
taraftarı küçük azınlık içinde Talat Paşa ile Ziya Gökalp’in bulunmaları da çok
muhtemeldi.
Ne var ki savaş şartları dolayısıyla bu hususta bir
adım atılamadı. Hatta, bırakın cumhuriyet fikrinin müzakeresini, veraset usulünde
saltanatın babadan en büyük oğula geçmesi yönünde bir değişiklik bile
yapılamadı ve Sultan Reşat ölünce Vahdettin padişah oldu. Hikâyenin bundan
sonraki kısmı malum…
****
Öte yandan, Osmanlı yönetici elitleri arasında
cumhuriyet yönetimine geçme fikri ilk defa 1916’da akla gelmiş değildi. Daha
1703’de, yani Fransa’da cumhuriyet rejiminin tesis edilmesinden nerdeyse bir
asır önce Osmanlı devletini cumhur idaresine dönüştürme fikrinin dile
getirilmiş olduğuna dair “bilgi kırıntılarına” da sahibiz.
Tarihçi Prof. Feridun Emecen’in dikkat çektiği üzere,
Edirne Vakası sırasında asilerin elebaşılarından Çalık Ahmed'in, kapıkulu ocağı
vasıtasıyla yönetimi Cezayir ve Tunus ocakları örneğindeki gibi “Cumhur
cem'iyeti ve tecemmü' devleti” şeklinde değiştirmeyi teklif ettiğini
Naima’nın yazdıklarından öğreniyoruz. Belirli bir tarihten itibaren
yöneticilerin seçimle iş başına geldiği Kuzey Afrika’daki Garp ocakları Avrupa
kaynaklarında cumhuriyet olarak tanımlanır.
Gerçi 1703 isyanı sırasında “tecemmü' devleti” diye
sözü edilen yönetim şeklinin bugünkü anlamıyla cumhuriyet demek olup olmadığı
tartışma götürürse de mevcut mutlak monarşiden farklı bir rejimin seçenek
olarak görüldüğü kesindir.
Haddizatında cumhuriyet rejiminin -doğal olarak-
19. yüzyıla kadar bir seçenek olarak düşünülmesi pek söz konusu değildi. Ancak
bugün bize şaşırtıcı gelecek şekilde Osmanlı hanedanına bir alternatif bulma
fikri siyasi kriz süreçlerinde sık sık gündeme getirilebiliyordu.
Resmî tarih anlatımızda yer almayan bu konuyu ilk defa
derli toplu bir şekilde bilgi dolu ve ufuk açıcı bir makalede işleyen tarihçi,
yukarıda da adını andığım, Feridun Emecen oldu. Klasik Çağ Osmanlı tarihi
sahasının en önemli uzmanlarından Prof. Emecen ilk kez 2001 yılında “İslami
Araştırmalar” dergisinde çıkan “Osmanlı Hanedanına Alternatif
Arayışlar. Üzerine Bazı örnekler ve Mülahazalar” başlıklı makalesine
bilahare “Osmanlı Klasik Çağında Hanedan” (Alfa Yayın.) kitabında hiç
değiştirmeden yer verdi. Emecen Hoca’nın bu çalışmasından öğrendik ki devlete
adını veren Osmanlı ailesi özellikle asker tarafından çok da vaz geçilmez
olarak görülmüyordu.
****
Buna ilişkin çok sayıda örnekten biri ise bizzat
Osmanlı ailesinden birinin tahtı başka bir aileye devretmeyi düşündüğüne
ilişkin rivayettir. Çok sayıda kaynakta yer aldığı üzere, saltanatı esnasında
erkek kardeşlerinin ve yeğenlerinin hepsini teker teker ortadan kaldırmış olan
IV. Murat, ölüm döşeğindeyken hayatta kalan tek kardeşinin de öldürülmesini ve
kendisinden sonra tahta Kırım Hanı'nın geçmesini istemişti.
Doğruluğu epeyce tartışılan ve esas itibarıyla ölüm
döşeğindeki padişahın hastalığından kaynaklı gördüğü halüsinasyonlara bağlanan
bu vasiyet Osmanlı siyasi kültürüne aşina kişilere pek yadırgatıcı gelmemiştir.
Çünkü o günün anlayışına göre Osmanlı sülalesinden hayatta olan kimse
bulunmuyorsa padişahlığın Kırım Giraylarından birine geçmesi iktiza ederdi.
Hiçbir yazılı kaydı olmayan ama halk arasında nesiller boyunca dilden dile
aktarılan bu “kural” uyarınca, Giraylar kabul etmezse taht Konya’daki Mevlevi postnişininin
hakkıydı. Çünkü ilki Cengiz’in, ikincisi Mevlana’nın soyundan geliyordu.
Padişah olmak için gerekli asil kana sahiptiler!
IV. Murad’ın tuhaf vasiyeti Kösem Sultan’ın
müdahalesiyle uygulanmamış, böylece öldürülmekten kurtulan “Deli
İbrahim” Osmanlı tahtına çıkabilmişti.
Dediğim gibi, IV. Murad’ın söz konusu vasiyeti
hakkında kuşkular vardır. Ancak İbrâhim’in saltanatı devralmasının ardından o
sırada Rodos’ta sürgün hayatı yaşayan Kırım hanedanı mensuplarından Şâhin
Giray’ın alelacele idam edilmesi dikkat çekicidir.
(Prof. Emecen’in söz konusu makalesinde -ve ayrıca
TDV İslam Ansiklopedisindeki Sultan İbrahim maddesinde- zühul eseri olarak
Rodos’ta idam edilen kişinin “eski Kırım hanı Şâhin Giray” olduğu bilgisi yer
alıyorsa da söz konusu kişinin “Prens” Şahin Giray olduğu malumdur. I.
Abdülhamid devrinde yine Rodos’ta ortadan kaldırılacak olan “son Kırım Hanı”
Şahin Giray değildir bu kişi.)
Giraylar yalnızca bu dönemde değil, neredeyse her
dönemde Osmanlı hanedanına alternatif olarak düşünülmüşler. Emecen Hoca’ya göre
II. Mahmud'un tahta çıkışı sırasında da yine hanedana karşı birtakım yeni
arayışlar gündeme gelir. III. Selim'in katli ardından Alemdar Mustafa Paşa o
sırada Çatalca’daki çiftliğinde ikamet etmekte olan Selim Giray'ı Osmanlı
tahtına geçirme düşüncesindedir. "Bunun III. Selim'in katline karşı
Alemdar'ın bir tepkisi olduğu muhakkaktır" diyor tarihçimiz.
IV. Mustafa'nın idamı sırasında ocaklıların yaptıkları
konuşmaları nakleden bir rapora göre isyancı askerlerin “bazıları Tatar
Han gelsün padişah olsun ve bazıları dahi Molla Hunkar gelsün padişah olsun ve
bazıları her kim olursa olsun padişah bir adam değil mi kim olursa olsun” diyorlardı.
Aktardığı bu sözlere tahammül edemeyen kimliği meçhul rapor yazarı “Vay
cahil pezevenkler vay. Güneş olmayınca zerre kande bulunur, maazallah” ifadesiyle
tepkisini kayda geçirmiştir.
Demek ki Osmanlı ailesini devletin olmazsa olmazı
olarak gören anlayış her şeye rağmen çok güçlüdür. Mamafih özellikle kriz
dönemlerinde hanedandan ümidini kesenlerin farklı arayışlara yönelik
fikirlerinin sanıldığından daha fazla yankı bulabildiği de görülüyor. Hatta
ünlü mutasavvıf Niyazi Mısri Limni adasında sürgündeyken tutuğu not
defterine “Bunlarda hayır kalmamıştır. Taht Tatarındır” diye
yazmıştır.
****
Tarih sayfalarında çok ilginç ve ibretlik hikayeler
bulunuyor. “Bu eski hikayelerin bugünümüze ne faydası var” diye düşünmeyenler
için…
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar