Atilla Taş...
Cem Yılmaz anlattı ya gösterisinde ulan
zaten adam uçsa Peygamberliğini ilan ederdi. O, oradaki mal benim, o hikayedeki.
(Kahkaha sesi.) Ben hep zannederdim ki
ünlü olunca para, param olunca çok param olunca çok mutlu bir adam olacağım.
Her şey istediğim gibi olacak. Hayatım
boyunca bunun hayalini kurmuştum. O vardığım yerde çok büyük bir boşlukla
karşılaştım.
Bu kadar kayıptan sonra, şöhret kaybı,
para kaybı işte özgürlük kaybından sonra ben bir akıl hastanesinde de gözümü
açabilirdim, çok ağır ilaçlarla hayata bağlanıyor olabilirdim.
Benim hayattaki en büyük başarım kendimi düz
bir çizgide tutmak olmuştur herhalde.
Hoş geldiniz. Hoş bulduk. Sadece kendi
merak ettiklerimi sorduğumu artık biliyorsunuz zaten. [Evet.]
Sizin yolculuğunuz çok inişli çıkışlı.
Adana'dan geldikten sonra büyük bir başarı.
Sonra bir kendini geri çekme dönemi, sonra
başka bir şekilde kendinizi bir daha aslında tırnak içinde söylüyorum öne atma
dönemi. Sonra bir daha çekilme dönemi. Bu kadar büyük niye bu kadar büyük
gitgeller oldu sizin bu yolculuğumuzda, çok büyük gitgeller çünkü ? İniş,
çıkış, gitgel evet.
Ee ilk albüm yaptığım sene, o yıl en iyi
çıkış yapan popçu seçilmiştim.
Eğer bir yıl sonra en iyi düşüş yapan
popçu şeyi olsa da ben, onu da ben kazanırım kesin.
Her şeyden önce gerçekten alışık olmadığım
bir anda hayatım boyunca görmediğim parayı, ilgiyi, sevgiyi görünce kaldıramadım,
çok afalladım. Bir anda başarı, gelen başarı, bir anda gelen büyük ilgi, bir
anda gelen büyük para çevrenizde hayatınızda bir daha göremeyeceğiniz kadar
güzel kadınlar, güzel bir hayat derken ee bir dönem gerçekten kayboldum.
Sonra o kaybolduğum dönem içerisinde ne
yapmam gerektiğine karar verip yurt dışına okumaya gittim.
Önce İngiltere'ye gittim, bir yabancı dil
öğrendim. Ondan sonra bu Oxford Üniversitesi'ne bağlı workshoplarda felsefe
tarihi okudum.
Daha sonra Amerika'ya gittim. Amerika'da
New York Film Akademi'de ders aldım, iki yıl boyunca orada eğitim gördüm.
Yani paramı öyle gece kulüplerinde,
pavyonlarda yemedim, gittim kendime yatırım yaptım.
Ee ve o dönem benim gerçekten çok büyük
gelişme gösterdiğim, hayata bakışımın gerçekten değiştiği bir dönem oldu. Ve
çok mutsuzdum yani ben hep zannederdim ki ünlü olunca para, param olunca, çok
param olunca çok mutlu bir adam olacağım. Her şey istediğim gibi olacak.
Hayatım boyunca bunun hayalini kurmuştum. O vardığım yerde çok büyük bir
boşlukla karşılaştım.
Yani gerçekten aslında olmadığınız bir
değer veriliyor sanki size ve siz bunu fark ettiğiniz zaman da her şey çok geç
olmuş oluyor. Ne mezunusunuz Atilla Bey? Ben ilk, ilk başta tabii ki ortaokul
mezunuydum.
Ortaokul mezunuydum, sonra liseyi
dışarıdan bitirdim. Ee yani okuyamadım ve fakir bir aileden geliyordum gerçekten
çok zorlukla yaşıyorduk çalışmam gerekiyordu. Çalışmam gerektiği için de okulu
bırakmak zorunda kalmıştım ortaokulda. Daha sonradan bende ukde kaldı.
Çünkü iyi bir öğrenciydim. Gerçekten
başarılı bir öğrenciydim ama parasızlıktan okuyamamıştım. Sonra para kazanınca
da hemen okula harcadım.
Kaç yıl sürdü o çok büyük şöhret dönemi ?
Yaklaşık iki yıl sürdü. İki yıl gerçekten yani Türkiye'nin her yerinde
konserler verdim.
Müthiş bir çıkıştı fakat daha sonrasında bu
bana dediğim gibi, büyük bir bunalım da getirdi.
Ne, neydi, neydi o bunalımın sebebi ?
Kaldıracağınızdan fazla, fazla bir yük, yani şöhret o kadar da hani nasıl
söyleyeyim şöhret gerçekten taşıması çok zor bir şey ve zirvede kalmak çok zor
bir şey ve ben gerçekten hani o dönemki şartlara baktığımız zaman gerçekten çok
şımarmıştım yani şöyle söyleyeyim ne oldum olmuştum, şu anda kendime baktığım,
o dönemdeki Atilla'ya baktığım zaman gerçekten hani.
Geçmişimden çok, belki çok memnun değilim,
yaptıklarımdan memnun değilim ama şu anda olduğum insan olmam için de bunları
yaşamam gerekiyordu diye düşünüyorum. Sizi kim Adana'dan buldu, getirdi ? Ben
kendim geldim.
Hatta o zamanlar bu Unkapanı Plakçılar
Çarşısı çok meşhurdur. Oradan giriyorsunuz içeri işte umutlarla, elinizde
bavullarla gibi.
Plakçıları falan gezdim bir tane şarkım
vardı o dönemde, Asi diye. Sonra Devran Çağlar okudu o şarkıyı, benden aldı.
Ben öylelikle orada, hatta ben orada yatıp
kalkıyordum bir plakçıda. Orada yatıyordum orada kalkıyordum, hatta Cuma,
Cumartesi günleri, Cuma, hafta sonunda üstüme bütün o demir kapılar kapanırdı,
orada kalırdım ben, tabi yatacak, kalacak yerim yoktu.
Orada yatıp kalkıyordum. Kaç yıl sürdü bu
böyle? Yaklaşık iki yıl orada yattım kalktım işte sanatçılarla tanıştım,
yapımcılarla tanıştım bu arada.
Ee peki, orada yatıp kalkıyorsunuz nasıl
geçiniyorsunuz ne oluyor ? Orada yatıp kalkıyorum, aynı zamanda orada
çalışıyorum.
Şarkıcılara beste veriyordum, işte o
dönemde çıkış yapmış şarkıcılar, Robert Hatemo'nun mesela Esmer şarkısı vardı.
O dönemde ilk çıkış yaptığı şarkı, o şarkıda benim şarkımdır mesela. Birçok
şarkıcıya besteler vermiştim o dönem, öyle geçiniyordum ama kimse bana albüm
yapmıyordu.
En son Erol Köse ile tanıştık o dönemde. O
bir albüm yaptı, Ham Çökelek.
O zaman da işte Silifke Türküsü, öyle
kaldık adımız da kaldı Ham Çökelek. İki yılda çok uzunmuş, iyi sabretmişsin.
Sabrettim, ben gerçekten bu anlamda
sabırlı bir insanım yani azmettim, sabrettim kapılarında yattım yeri geldi ama
en sonunda yaptım albümü. Sonra iki yıl çok büyük bir ün.
Çok, ya şöyle söyleyeyim ben, bir evde
oturuyordum, evin önünde pazarları, pazar kuruluyordu.
Mesela Pazar günleri, pazardan inip
gittiğim zaman ikinci, üçüncü gününde arkamdan çökelek diye bağırmaya
başladıklarında ünlü olduğumu anlamıştım, artık yürüyemiyordum sokakta falan.
Ee çok ani geldi ve o ani gelmesi de beni
gerçekten şaşırtmıştı. Yani paranız var ama işte eğitim de çok önemli bu
anlamda. Fakir bir yerden geliyorum, küçük bir bölgeden geliyorum.
Adana'dan geliyorum ve Adana'dan derken,
Adana'nın ilçesinden, Ceyhan'dan, köyünde yetişmissin.
Ee birdenbire koca şehire geliyorsun koca
şehire gelmekle kalmıyor, Türkiye'nin en ünlü insanlarından biri oluyorsun.
Tabii büyük yük, büyük yük yani psikolojik
olarak çok ağır bir yüktü. O para sonra bitti, gitti mi?
İşte dedim o parayı ben hani bir günde
yiyip harcamadım, dediğim gibi eğitimime harcadım. Uzun yıllar iş yapmadım.
İş yapmam engellendi o dönem yapamadım,
hep hazırdan yedim, içtim. Ama dediğim gibi hep kendime yatırım yaptım eğitimime
yatırım yaptı. O dönemde sizin çok meşhur bir annenizle mi ilgili, bir A
Takımında geçen bir konuşma var.
Evet. Ya... Mesela o nasıl bir şey, onu
size öğretiyorlar ve siz çıkıp onu konuşuyor musunuz ?
Biz bir dönem şöyle bir şey vardı, biz bir
dönem televizyoncuların, ünlüler doksanlı yıllarda televizyoncuların magazincilerin
oyuncağı olmuştuk. Atla, atlıyorduk, zıpla, zıplıyorduk, uç uçuyorduk çünkü
ters, dediklerinin tersini yaptığınız zaman sizin işinizi bitiriyorlardı ya da
işte sizi kötülüyorlardı ama bu anne mevzusu gerçekten benim yaptığım herhangi
bir kurgu değildi. Gerçekten bir kadın Adıyaman'da çocuklarını küçükken
evlatlık veriyor ve benim oğlu olduğumu düşünüyor.
Yoksa ben biliyorum annemi, babamı yani ve
biz buna aylarca, yıllarca hatta, cevap vermeye çalıştık, veremedik.
Annem bu konuda çok üzüldü rahmetli. Yani
çok kötü acılar yaşadık ve bütün bu olaylar sanki biz bunları kurguymuş yaşadığım
her şey kurguymuş gibi bana bir sürü iftira atıldı, alakası yok. Televizyona
çıktığım, anlattığım olan olaydan hiç birisi kurgu değildi hepsi de gerçekti.
Bir de İngilizce, bir İngilizce hadisesi var. Ya o İngilizce hadisesi, ben çok
bunalımda olduğum böyle artık antidepresan kullandığım bir dönemde televizyona
katıldım ve o zamanlar da Eminem'in bir şarkısı vardı Cleanin' Out My Closet yani
aslında bu bir İngilizce deyimdir, bir söz değildir. Yani beni dolabımdakileri
temizliyorum. Yani kirlilerimi atıyorum, yani içimi döküyorum diye annesine
söylediği bir şeydir. Ben o anda onu örnek verirken bu bir alay konusu oldu
yıllarca.
Şimdiki bak, şimdiki aklıma baktığım zaman
ben dünkü aklıma beğenen bir insan değilim.
Yani ben bunu anlatmakta yıllarca çok
zorlandım biz beş dakikalığına bir magazin programına veya işte o zamanlar Okan
Bayülgen, Beyazıt gibi Talk Show'lara çıktığımız zaman çok kısa bir zamanımız
vardı kendimizi anlatabilmek için, şimdiki gibi, sizinki gibi kaliteli
röportajlar yoktu kendimizi ifade edebileceğimiz, kendimizi böyle rahat
anlatabileceğimiz şeyler yoktu.
Bize hep böyle bir alay konusuyduk.
Programlara bize alay etmek için çağırıyorlardı, işte bunlar popçu.
Pop oğlanlar geziyorduk böyle oralarda pop
oğlan, pop oğlan, pop oğlan oraya, pop oğlan buraya.
Ama içimizde bir ben var, benden içeri,
ben nerede anlatacağım bunu? Beni haber programına katmazlar, öyle çok
kaliteli, sizinki gibi sizin bu yaptığınız gibi çok kaliteli röportajlar yok ve
kendimizi ifade edemiyoruz. Beş dakika geliyoruz, adam bize laylaylom falan iki
laf sokuyor bir şey itekliyor, haydi program bitti herkesin kafasında, herkesin
gözünde aa bunlar gerizekalıymış diyorsun.
Halbuki bir sor değil mi, benim eğitimimi
sor benim ne düşündüğümü sor benim hayat felsefemi sor. [Böyle bir şey yoktu.]
Ama Atilla Bey, o zaman televizyon sektörü eğlence üstüne kurulu bir şeydi.
Televole yılları işte onu, en basiti, en çok...
Sektör onun üstünde kuruluydu. Ve sektör
yani, leşti. Bunu çok net söyleyeyim, sektör leşti, artık hani böyle
magazinciler bunu söylemek biraz şey ama işte, aa bak o zamanki en güzel
hatunlarla geziyorlardı, takılıyorlardı onlara güzellik yapıyorlar işte. Sen
kıyak yaparsan kıyak yapıyorlardı yani müthiş bir şey ağı vardı dost, dost,
arkadaş ağı vardı. Siz orada çerezdiniz, yapacak hiçbir şeyiniz yoktu ne
isterlerse yapıyordunuz.
O büyük ünün artık bittiğini ne zaman
anladınız ? Hangi ? İlk, o çok büyük ün işte Ham Çökelek'ten. Bir sanatçı için,
daha ilk, ilk anladığınız yer sokak olmuyor tabi ki insanlar yine sizi tanır,
eder ama gittiğiniz konserlerde artık eski şaşaalar kalmıyor. Bin, iki bin kişi
saklı, insan topladığınız küçük diskolara bir bakıyorsunuz artık yüz kişi, elli
kişi geliyor. Albümler satmıyor. İnsan panik oluyor mu o zaman?
Evet. O panik ile daha da büyük hatalar
yapıyor ? Tabi, yani ne oluyor biliyor musunuz? İlgi, ilgi bir tür, bir tür
uyuşturucu, şöhret bir tür uyuşturucu.
Öyle bir şey ki bünyenize bir kere girdiği
zaman o Dopamin, o Endorfin salınımı mesela çok basit bir örnek vereyim, ben üç
ay, beş ay turneye çıkıyordum, konser turnesine.
Öyle bir Adrenalinle doluyorsunuz ki, eve
geldiğinizde çok mutsuz oluyorsunuz. Çünkü vücudun almaya alıştığı bir Dopamin,
bir Endorfin seviyesi var ve o seviyeye ulaşamayınca her şey size, aa o zaman
dur bakalım ben bu, bir içki içeyim rahatlayayım şunu içeyim, rahatlayayım,
bunu yapayım rahatlayayım işte şöyle yapayım yani nerede bir salakça şey var,
onu yapmaya başlıyorsunuz çünkü artık şimdi bugün yapılan, bir yeni için
yapılan gerizekalılıklar o zaman şöhretlerin yaptığı şeydi, bak aa herkes, bana
yirmi bin beğeni aa ben aldığım şeye beş yüz beğeni aldı, daha manyakça bir şey
yapayım, daha çok beğeni alayım. Aslında orada istenilen şey beğeni değil,
Dopamin.
Dopamin, Endorfin, o şeyi, dozu almam
lazım. İşte şöhret de böyle bir şey. İnsanların sana artık alkışa
alıştın,alkışsız yapamazsın dedikleri bu demek ki ?
Evet, para falan mesela, parayla falan hiç
ilgisi yok para başka bir şey. Parayla belki hani keyif satın alabilirsin,
istediğin bir şeyi yapabilirsin istediğin bir kıyafeti alabilirsin istediğin
bir yemeği yiyebilirsin ama beğeni dozu ne kadar yüksek alırsan, düşünsene elli
bin kişilik stad dolduruyordum elli bin kişilik stadı dolduruyordum.
Şimdikiler için, aa yalan söylüyor falan
diyecekler ama gerçek. Mesela Galatasaray'ın Süper Kupa maçında sahneye çıktım,
şey sahada.
Ya o insanların senin adını bağırmasını ee
duyduğun zaman o, o ses içinden gelip geçiyor bir kere böyle, deliyor. Nasıl
ya, bu dozu aldığın zaman, daha azı asla seni memnun etmiyor.
Bununla bir şekilde barışman lazım.
Bununla bir anlaşma sağlaman lazım, yoksa işte bu şöhretin mahvettiği
insanlardan biri olursun.
Ben çok şükür oradan viraj aldım. Ne oldu?
Çok zor durumlara düştüm maddi, manevi.
Yani o kadar, o kadar kötü duruma düştüm
ki mesela, evden çıkmıyordum bir dönem. Param yoktu, antipatik geliyordum
insanlara o dönem.
Ben nasıl atlattığımı bilmiyorum. Yani resmen
bir iğnenin deliğinden geçtim, şimdi yatıp kalkıp halime şükrediyorum dua
ediyorum. O günkü Atilla'yı karşıma alıp konuşmam gerekseydi, ağzının üstüne
tokadı çakar derdim ki, oğlum akıllı ol, akıllı ol. Hayat her zaman fırsat
sunmuyor insana elindekiyle yetin daha fazlasını isteme. Shut the fuck up.
(Kahkaha sesi.)
Derdim. Ama daha fazlasını istememişsiniz
ki, öyle anlatmıyorsunuz. Yok, yok daha fazlasını istedim, onun için zaten,
orada başlıyor hatalar zaten.
Sonra işte... Ne istediniz hani, elli bin
kişi gelmesin, iki yüz bin kişi gelsin mi, ne ? (Kahkaha sesi.)
Hayır hayır ee, başarısız olduktan
sonrasını diyorum hani başarısız olduktan sonraki çırpınışlar.
Çünkü bir gerçek var doksanlı yılları
şimdi benim müziğimi eleştiriyorlar. Yani işte kötü müzik yapıyormuşum, sesim
kötüymüş.
Aslında bütün bunlar bir Yunanistan'a
itelenme hadisesinden çıktı. (Kahkaha sesi.) Ama siz de kendinizle dalga
geçiyorsunuz.
Ya, ben o dalgayı geçmesem zaten kafayı
yerdim. Ben bir zaman sonra şunu dedim Armağan Bey dedim ki ya bak, herkes
dalga geçiyor, sen kendine öyle sert vur ki sana vuracak halleri kalmasın. Ben
kendimle öyle bir dalga geçtim ki hatta işte gezi zaman dedim ki, hiç dedim bu
kadar biber gazına gerek yoktu.
Taksimde bir konser versem dağılırdı
millet dedim öyle başladı. Şimdi gerçekten beni kötü sesli zannediyorlar.
(Kahkaha sesi.) Ama siz yaptınız. Bok
yedim. Yapmaz olaydım. Çünkü hani kendinizle dalga geçe, geçe, geçe insanlar da
nasılsa bu kendiyle dalga geçiyor diyip... Mecbur kaldım işte, sonradan şimdi
birçok sanatçı benden sonra bu taktiğe başladı, çünkü çok başarılı oluyor.
İnsanların çok hoşuna gidiyor kendini görünce, işte benden sonra Haluk yaptı,
Haluk Levent yaptı.
Şimdi Mahsun Kırmızıgül son günlerde
yapıyor. Geçmişte yaptıkları işlerle dalga geçiyorlar.
Niye? Çünkü bugünkü gençliği yakalamanın
başka çaresi yok. Çünkü onlar bu, bugünkü pencereden baktıkları zaman uzaylı
gibi geliyoruz onlara, ya bunlar mı yapılmış bu ülkede deniliyor. Şimdi Dede
Efendi'ye nasıl bakıyorsak, onlar da bize aynı bakıyorlar ama değişecek.
Sonra siz Twitter'ı mı keşfettiniz ? Evet,
Twitter'ı keşfettim, Mikikolog diye bir tane şeyim vardı.
Tabi kötü zamanlarım artık sanat olarak
bitmişiz, bir yedi, sekiz yıl önce dokuz hatta, Mikikolog diye ben bir şey
açtım, profil açtım, ya baya baya orada da fenomen olmaya başladım, üç bin,
dört bin, beş bin, bir anda ama kimse benim olduğumu bilmiyor tabi. Bir gün bir
arkadaşım dedi ki Atilla Taş yapsana dedi niye yapmıyorsun dedi. Yap dedi, çok
güzel tweet'ler atıyorsun dedi.
Dedim bak yaparsam dedim bunlar gider,
Atilla Taş yaptım yarısı gitti. Üç bin,üç bin beş yüz bir şeyim vardı, takipçim
vardı.
Yarısı gitti ismimi görünce, ki içlerinde
gerçekten ciddi gazeteciler falan da vardı.
Yani bu kadar büyük bir önyargı
düşünebiliyor musun, ismimi koyuyorum, insanlar gidiyor. Sizin bir çocuğunuz da
var.
Evet, bir çocuğum var. Evet, kızım. O nerede?
O evlendi.
O kadar büyük. Tabi tabi, Trabzon'a gelin
gitti, iki tane çocuğu oldu. Ben dedeyim şimdi. Şaka ?
Evet, iki tane torunum var. (Kahkaha
sesi.) Gerçekten mi? Evet. Siz kaç yaşında evlendiniz? Ben çok, çok küçüktüm.
On yedi yaşında evlendim. On sekiz yaşında
baba oldum. Ondan sonrası zaten öyle gelişti. O da erken evlenince ben dede
oldum.
Şimdi, iki tane torunum var dedeyim ben.
Hem de iki tane ? [İki tane.] Ee, nasıl bir şeymiş dedelik?
Ee... (Kahkaha sesi.) Hoşlanmıyorum.
(Kahkaha sesi.)
Dede olmak çok güzel de, dede fikri bana . bilmiyorum biraz şey geliyor, ürkütücü,
çocuklar zaten biraz daha büyürlerse bana dede dememeleri için tekmeleyebilirim
onları. (Kahkaha sesi.) Dede deme dedim, dede deme lan!
Abi. (Kahkaha sesi.) Kafamızdaki dedi
imajıyla ... Resmen terbiyesizlik.
İyi mi ilişkiniz? Kızımla iyi ilişkimiz,
hiç sorun, sorunumuz yok onunla, çocukken de arkadaş gibiydik. [Torunlarla ?]
Torunlarla, çok sık gidip gelemiyorum
böyle iş güç icabı. Ee bir de şimdi bu şey çıktı, özledim tabii karantina
çıktı, pandemi. Ama iyiler ya, çocuklar çok.
Bana benzemedikleri için biraz kırgınım
onlara. (Kahkaha sesi.) Niye benzemiyorlar? Baba tarafına benzemişler.
O yüzden görüşmüyorum. Laz mı? (Kahkaha
sesi.) Karadeniz, Trazbzon.
İki tane Trabzonlu torunum var,
Karadenizlilerle akraba sayılırız. Bana iyi davransınlar. Sonra hapishaneye
girip çıktıktan sonra bir evlilik daha yaptınız.
Girip çıktıktan sonra değil,
hapishanedeyken. Hapishanede evet, o OHAL vardı, görüş falan yoktu.
Böyle bir şey yapmak zorunda kaldım.
Zorunda kaldım derken, bunu zorunda kaldığım için yapmadım. Ben zaten süren bir
ilişki, biz evlilik düşünmüyorduk sadece.
Bu süreci hızlandırdı biraz daha. Yani siz
tutuklanmadan önce de öyle bir ilişkiniz vardı ?
Vardı, evet vardı. Çok yalnız kaldım.
Kimse, kimse de bana destek çıkan, işte şimdiki eşim bana çok destek çıktı o
dönem.
Ee bir tek o vardı zaten yanımda, öyle
söyleyeyim. Ee gece, gündüz demeden arkamdan geldi.
Hatta kitabımda da yazdım bunları.
Sakıncalı Çökelek kitabında hepsini yazdım. En azından bir duruş olarak
insanların, ee kafalarında bir imaj var.
Armağan Bey, ham çökelek kalmış, yani
sonuçta yirmi iki yıl olmuş ben bu şarkıyı yapalı.
Jagla Ka'nın şeyine girmiştim Youtube'da.
Ünlü psikiyatrist ve düşünür Fransız.
Alta yorum yapmışım, bir tanesi ya Atilla
Taş'ın ne işi olur felsefeyle, Jagla Ka'nla. İşte geçen gün bir programda Magna
Carta'dan bahsettim, ya Atilla Taş ne alaka ?
İşte insanların kafasında tabi ki bir
Atilla Taş imajı var. Ham çökelek, insanların algısı bu.
Bunu, bunu, bunu değiştirmek çok zor.
Twitter bana bunu sağladı. En azından bu süreç hapse girmem, sonra çıkmam,
yönüm, yönümü değiştirmemem, duruşumu değiştirmemem hakkı, halkı ve demokrasiyi
savunmakla alakalı yaptıklarım bana büyük şeyler kazandırdı.
Bir tanesi de buydu zaten söylediğim gibi.
Şimdi bu Albert Einstein'ın dediği gibi hani ön yargıları yıkmak, atomu
parçalamaktan çok daha zor.
Bunu parçalayacağımı da düşünmüyorum. Ama
yavaş yavaş böyle çıktığımız yerlerde, kendimizi anlata anlata...
Bu kadar sürecin içinde, uzun da bir süreç
bu değil mi, otuz yıl, yirmi yıl...
Evet toplamda, yani profesyonel müzik
yaşamıma başlamamla beraber yirmi beş yıl. Yirmi beş yıl, yirmi beş yıl içinde keşke
bunu yapmasaydım dediğiniz ne var? Her şey. (Kahkaha sesi.)
Gerçekten mi? Yani öyle bir insanım ki,
yani dünkü aklımı beğenmiyorum ya, dün yaptığımı bile eleştiriyorum.
Yani gerçekten çok kendimi geliştiren bir
insanım. Gerçekten evrime inanmayanlar, Darwin Teorisine inanmayanlar varsa
gerçekten bana baksınlar.
Ben ben gerçekten çok, çok küçük bir
bilgiden, çok küçük bir birikimden gerçekten kendimi yetiştirmiş bir insanım,
bunu bütün samimiyetimle söylüyorum. Bugün baktığım zaman o kadar çok,
hepimizin yok mu o kadar çok değiştirmek istediğim şeyler var ki, keşke bunu da
yapmasaydım keşke şunu da yapmasaydım ama bir yandan da bakıyorum, hangimizin
geçmişi çok temiz ki ?
Hangimiz geçmişimizde yanlışlar yapmadık ?
Hazreti İsa'nın İncil'de bahsettiği gibi, ilk taşı en
günahsızınız atsın bana.
Yani, hepimiz geçmişteki bir fotoğrafımıza
baktığımız zaman bile, ay ne kadar çirkinmişiz demiyor muyuz?
Veya ay benim saçlarım ama o dönemin
modası böyleydi. O dönem öyleydi öyle davrandık, ha keşke öyle olmasaydı ama
oldu ama bir taraftan da bakıyorum geldiğim yerle, şimdiki zamanın oluşturduğu
kontrasta bakıyorum, iyi ki de öyle olmuş.
En azından insanlar bakıp, ya bak bazı
insanlar değişebiliyormuş biz de değişebiliriz diyebilirler bana bakıp ama mesela çocuktum, çok iyi hatırlıyorum,
arkadaşlarım futbol oynardı, misket oynardı ben kütüphanede gezerdim.
Yani bazı şeyler insana gerçekten kalıtımla
geçiyor. Çocukluktan beri bir okuma, öğrenme aşkı vardı bende.
Babanız ne iş yapardı? Almanya 'da
çalışıyordu şofördü, taksi şoförüydü.
Ama biz çok fazla babamı görmedik. Çünkü
babam, ben babamı şöhret olduktan sonra gördüm.
Ha babanız sizi bırakıyor ve Almanya'ya
çalışmaya gidiyor ? Evet annem, annem bizi doğuruyor Adana'da, sonra Almanya'ya
gidiyor.
Yirmi günlükken bizi anneannemiz büyüttü.
Annemi de görmedim yani çok fazla. Annesiz babasız büyüdüm yani.
Ee, ve annesiz babasız büyüyen bir çocuk yani
kendimi bu kadar geliştirmişim. Keşke benim de böyle hani imkanlarım olsaydı da
işte, en iyi okullara gitseydim en iyisini yapsaydım ama öyle bir imkanımız
yoktu. Pek bir şey soracağım anneniz, babanız Almanya'da çalışıyordu da dediniz
ki, çok yoklukla büyüdüm ben ? Evet. [Ee Almanya'dan para yollamıyorlar mıydı?
] Yollamıyorlardı. [Nasıl yollamıyorlardı?]
Yollamadılar. Çok enteresan değil mi?
[Niye?] Bilmiyorum. O kadar küçüktüm ki hatırlamıyorum ama yoktu yani para.
Terk edildik diyeyim ya. Kaç çocuktunuz?
Ben, bir kardeşim daha var. Ayrı annelerden, babalardan birkaç tane daha var.
Çok karışık hikaye. Oralara girersek
çıkamayız. Ha, hem annenizin... Anne, baba ayrılıyor, sonra farklı şeyler
oluyor.
Başkalarıyla evleniyorlar ? [Evet, evet.]
Yaşıyorlar mı? Annem rahmetli oldu üç yıl önce, babam yaşıyor.
Ama görmüyorsun ? Görmüyorum. Niye?
Bilmiyorum. Yani bir şey hissetmiyorum ona karşı.
Bu yaşıma kadar aramamış, sormamış bir
insana karşı bir şey hissetmiyorum yani. Sadece diyorsun biyolojik olarak...
Biyolojik olarak, Allah razı olsun, bir
kıyak yapmış atmış bizi bu dünyaya, onun dışında...
Hiç aramaz mı sizi? Yok. Hiç ? Yok, bir
kere işte, ben şöhret olduğum zaman konsere gitmiştim Almanya'ya dediler ki
baban görüşmek istiyor, dedim görüşelim. Ölümlü dünya, hayatımda bir kere
gördüm, öyle gördüm.
Otogarda bir adam elinde böyle çiçek
buketiyle bekliyor. Ben de indim trenden, trenle gidiyoruz orada turnelere,
Almanya'da iç hatlarda.
Trenden bir indim dediler ki bu baban.
Adama doğru yürüdüm, babammış, babana bakıyorsun ama babam mı falan ?
Merhabalar, nasılsınız ? Merhaba.
Yanaklardan öpüştük, çiçeği verdi bana. Çiçeği aldım, biraz sohbet ettik.
Ee öyle. Kendini anlatmaya çalıştı falan
şudur, budur, bir daha da görmedim zaten. Demek ki hiçbir şey hissetmediniz ki bir
daha da arama ihtiyacı da hissetmediniz ? Ben onu gördüğünde zaten yirmi, yirmi
iki, yirmi üç yaşında falanım hayatımda ilk defa babamı gördüğümde. Ee zaten,
yani o yaşa kadar görmediğiniz bir adama hiç bir gün, hiç bir iletişime
geçmediğiniz bir adama nasıl, ne hissedebilirsiniz ki?
Hiçbir şey hissetmedim. Hala da hiç arayıp
sormuyorsunuz ? Yok. Bayramda mayramda ?
Yok, telefonu yok ben de. Eh, bir şey
soracağım, bu kadar hayatta yapayalnız olmak çok zor bir şey değil mi?
Zor işte, yani zaten yapayalnız, bir
rehbersiz, bir hayata çıkıp bir sürü hata yapıp çok hatalarım oldu. Bir sürü
hata yapıp, sonunda bir yerde, bir limanda sakin bir limanda durmak eğer benim
hayatla ilgili bir başarım varsa budur zaten. Bu kadar kayıptan sonra, şöhret
kaybı, para kaybı, işte özgürlük kaybından sonra ben bir akıl hastanesinde de
gözümü açabilirdim, çok ağır ilaçlarla hayata bağlanıyor olabilirdim.
Benim hayattaki en büyük başarım, ee
kendimi düz bir çizgide tutmak olmuştur herhalde.
Kime güveniyorsunuz en çok ? En çok ? Bir
insan olarak mı ? Kendime.
Kendinizden başka ? Kendimden başka, bu
dünyada... [Yani atıyorum...] Şöyle hani, atıyorum Van'a gitmişsiniz, başınıza
da kötü bir şey gelmiş, ilk kimi ararsınız?
O güvendir ya, ararsın ve hani gel, beni
kurtar diyeceksin. Avukatımı ararım.
(Kahkaha sesi.) Yok, ben şu, özellikle şu
cezaevi zamanında Armağan Bey insanların, insanlara güvenmekle ilgili birçok
inancımı kaybettim.
Ben daha önce de söyledim, yani benim öz
kardeşlerim bile beni cezaevine ziyarete gelmediler. Ee arkadaş, eş dost falan ben
size şöyle söyleyeyim, gerçekten ee cebinizdeki paranız, kendinizdeki gücünüz,
kendinizdeki gücünüz dışında ailenizden belki bir, iki insan olur, eşiniz olur anneniz,
babanız olur, dışarıda çok fazla güveneceğim insan yok açık söylüyorum,
insanlara güvenmeyi ben bırakalı çok oldu hele bu piyasada olunca.
Yani yüzünüze gülüp, arkanızdan kazılan
kuyulardan sonra, ben onu çok aştım.
Ben kimseye güvenmiyorum, hiç kimseye,
hiçbir şeye. Mesela kızınızı aramaz mısınız, başınıza bir şey gelse Allah
korusun ?
Kızımı rahatsız etmem, öyle ona
güvenmediğimden değil ama kendi halleder, kendim hallederim bir şekilde, benim
hiç öyle arama huyum yoktur yani.
Ne kadar bir baba tavrı. Yani ben
genellikle böyle bir bilmiyorum belki de güçlü olmamız gereken insanlara karşı
öyle bir duruşumuz, öyle bir duruşum gelişmiş.
Bende böyle bir savunma mekanizması
gelişti. Ama mesela bence başınız sıkışsa ve kızınızı arasanız kızınız mutlu
olur. [Dünyada en çok...] Dünyada en çok başı sıkışan adamlardan biriyim yani
sürekli başım sıkışık, sürekli başım sıkıştığı için kimseyi aramıyorum.
Yoksa benden nefret etmeye başlarlar bir
süre sonra yine mi arıyor diye falan. Yok, kimseye güvenmiyorum.
O parasız kaldığımız dönemde mesela prodüktörleri
arayıp para istemediniz mi ya da mesela hani arkadaş ne bileyim o ünlü
dönmeninde ? Ben alacak paramı bile kendi alacağımı bile isteyen bir insan
değilim. Para istemekle ilgili sorunlarım var. Yani biz öyle yetiştik, öyle
böyle Adana mantığı yetiştik.
Ne olursa olsun, ayaklarının üstünde dur,
ne olursa olsun kimseye muhtaç olma ne olursa olsun kimseden bir şey isteme.
Hatta o kadar, iyi ki bana anneannem bana
o terbiyeyi vermiş o Anadolu, Adana terbiyesini almışım mesela bir sofraya
otururduk, çocuktuk ya beş yaşında çocuksun, sofraya oturduk, büyüklerin gözüne
bakardık, yani misafirliktesin yiyebilirsin derse ya yersin, bir yerde hala o
ben de o kadar mesela bir içeri bir büyük girsin yaşça benden büyük girsin direkt
toplanırım, ayağa kalkarım. Müthiş bir terbiye oturmuş üzerime, yani bilmiyorum
böyle yetiştim herhalde, o yüzden biraz da güçlü olmak zorundasın. Sürekli
hayata karşı gardımı tutmak zorundayım çünkü sürekli hayattan yumruk yedim.
Ama şimdi baktığım zaman, hayatı suçlamak
çok kolay başkalarını suçlamak çok kolay prodüktörleri suçlamak çok kolay.
Bir kere bile şunu diyebilirsen iş
değişiyor aslında, ay arkadaş bütün bunların sorumlusu benim, ben yaptım ben
ettim, kendim ettim kendim neyse şarkı söylemiyim, müşteri kaçmasın yani ben
bunların sorumluluğunu almaya başladığımda, yaptığım hataların sorumluluğunu
evet ben yaptım arkadaş, ben bu haltı yedim demeye başladığımda, kendimi biraz
geliştirmeye başladım. O zaman işte hayatımda değişiklikler olmaya başladı.
Başkalarını suçlamak çok kolay ve çok
acizce. Şimdi nasıl geçiniyorsunuz? Geçinemiyorum.
Stand up mı yapıyorsun ? Yani şu an stand
up yapıyordum zaten şimdi biliyorsunuz ben Yargıtay'dan bütün cezalarım
bozuldu, beraat ettim.
...ee ve bu dönemde, bu süreçte kendi
partimiz diyecek insanlardan bile sırt dönüldü bana.
Ee arka kapılarda bizimle, aa Atilla'cığım
arkandayız, seni destekliyoruz, yanınızdayız diyenler bile kameraların önünde
orada, burada benimle görünmekten kaçtılar, kaçındılar.
Şimdi gerçi yavaş yavaş şekiller değişmeye
başladı. Çok büyük ambargo gördüm, maddi ve manevi, yani tam bir cüzzamlı gibi
davranıldı.
Yaklaşık iki yıl oldu ben cezaevinden
çıkalı, iki yıldır yaşadıklarımı bir Allah bilir, bir ben bilirim yani öyle
dışlandım, öylesine kaçıldım.
Arada işte, bir salon bulursam oyunumu
oynuyordum ee arada işte bir iş yapabilirsem onu yapıyordum.
Yurtdışı yasağım vardı, yurt dışında
oyunumu sergilemek için gidemedim. Yavaş yavaş kendi, yine kendi şeyimle, kendi
dirayetimle, kimseye muhtaç olmadan kimseye el açmadan, kimseye yalvarmadan,
yakarmadan ayakta durdum, çok şükür şimdi de duruyorum, bundan sonra da durmaya
çalışacağım.
Eşiniz çalışıyor mu ? Yok o da, halkla
ilişkiler zaten pandemi dönemi olduğu için bir çoğumuz artık çalışamıyoruz. Ben
bugün, ya iki tane yap, yapacağım iş var ya şarkı söyleyeceğim, ya yazacağım ya
da oyun oynayacağım. Başka yapacak bir işim yok. Bu saatten sonra farklı bir iş
zaten herhalde yapamam zor olur yani. Siz de Twitter'in KHK'lısınız yani ?
Twitter'in KHK'lısıyım, evet. Şimdi işte geçen birkaç tane mesaj atmışlar bana büyük
adamlar atmış, büyük adamlar. Diyorlar ki biz yanındaydık zaten biliyorduk senin
suçsuz olduğunu, hadi lan, nerede yanımdaydınız, nerede yanındaydınız ya Allah
Allah !
Ben gerizekalı mıyım yanımdakini
sağımdakini, solumdakini bilmiyor muyum ? Ne oldu, ne oldu hani ben suçluydum ?
Hani teröristtim ben ? Hayır, ne oldu, ne
oldu, yok. Şimdi beni biliyorlarmış, suçsuz olduğumu.
O, çok ağır biliyor musun ? Çok ağır, yani
o, o şu an yaşıyorum onu.
Biliyorlarmış benim suçsuz olduğumu ee
mahkeme kararı mı gerekiyordu illa böyle tapu gibi, bu adam suçsuz diye.
Kusura bakmayın böyle biraz...
Estağfurullah, cezaevinde kim baktı size?
Cezaevinde benim zaten, ben cezaevine
girmeden önce evim arabam, her şey var zaten, cezaevinde onlarla geçindim yani.
Sattınız ? Tabii. Yani bir şekilde hayat
devam ediyor. Yani sonuçta sadece cezaevinde bana bak, bakmak değil dışarıda da
bir evin, araban, hayatın var yani ve ben her şeyimi kaybettim, her şeyimi
kaybettim, sıfıra düştüm.
Hala kalkıp şey diyenler oldu ya bunun, bu
tatlı su muhalifi, ulan nasıl bir tatlı su muhalifi?
Bütün, yani tatlı su muhalifi,
muhalefetten para mı kazanılıyormuş ? Hani muhalefetten bir insan para mı
kazanıyormuş ?
Var mı böyle bir şey gerçekten var mı ya ?
Ben çok merak ediyorum. Her şeyimi kaybetmişim, başka türlü değil.
Kimseye de el açmadım, avuç açmadım. Çok
şükür. Hala da açmıyorum, bir şekilde geliyor bir şekilde de yani, bir şekilde
hayatta duruyoruz, ayakta kalıyoruz yani. Biraz kanaatkar olunca, duruş çok
önemli ya.
Dik durunca diyeyim artık, ne diyeyim,
birileri de yukarıdan gönderiyor galiba bir şeyler. Acayip bir hayat hikayesi.
Evet. Çok acayip, roller coaster gibi. Ya
ben bir olay anlatayım Armağan Bey, çok meşhurdur biliyorsunuz David
Copperfield geldi Türkiye'ye, Copperfield gelmişti. Maydanoz Showland'i
biliyorsunuz.
Siz onun dış, sırrını mı açıklamıştınız ?
Hepsi yalan hepsini anlatayım ben sonra. Bu olayla bağlantılı olduğu için
anlatıyorum.
Farklı bir şey değil, David Copperfield
geldi işte. Dünyanın en büyük, adam işte Empire State Binası'nı kaybetmiş Brooklyn
Köprüsü, Özgürlük Heykeli'ni kaybetmiş falan büyük, dünyanın en büyüğü, son
nokta. Şovuna gittik.
Şovunda toplar attı kimde durursa, müzik
durduğunda top, pilates topları...
Ben de kucağımda kaldı, gerçekten çıktık.
Adam bizi bir şekil, bak hala anlatmıyorum, kaybetti sonra dediler ki David Bey
siz şeye geçin, David Bey gelecek size olayı anlatacak sonra bizi bir kulise
aldılar. David Copperfield geldi.
Dedi ki işte böyle böyle böyle deyin eğer
şey yaparsa, sorarsa gazeteciler, biz bakın iki yıldır bu şova çalışıyoruz.
Anlatmayın dediler, kadının bir tanesi
orada dedi ki aa dedi bu şarkıcı, bu söyler dedi. (Gülme sesi.)
Ben de dedim ki "No !".
(Gülüyor.) No David, you know me. I never do that.
Abi adam bana ne dedi biliyor musun, öyle
bir şey yapmaz dedi. David Copperfield yaparsa dedi, İngilizce söylüyor tabi
bunu yaparsa da dedi biz sihirbazların özel güçleri var, hayatını mahvederim
dedi, o olaydan sonra tamam mı bak, olayda ne ben, benim söylediğim de şu,
birisi dedi ki nasıl uçuyordu dedi. Uçmuş dedi David Copperfield, ben dedim,
herhalde ip vardı dedim.
Ertesi gün sekiz sütuna manşet, Atilla Taş
David Copperfield'ın sırrını açıkladı. Ne, ip varmış.
Evet zaten bunu bilmemek. Hatta Cem Yılmaz
anlattı ya gösterisinde ulan zaten adam uçsa Peygamberliğini ilan ederdi, o
oradaki mal benim, o hikayedeki.
Abi ondan sonra, bu olaydan sonra ne bir
daha kasetim sattı, ne bir klibim, bir daha bir şey mi oldu hayatım mahvoldu.
Dedim ki bu herif bana bela mı okudu, gideyim Las Vegas'a, bunu bulayım ellerine,
ayaklarına kapanayım, diyeyim ki baba beni affet ! Ya yemin ediyorum, yıllarca
bunu düşündüm biliyor musun?
Ama bak yine sorumluluğu üstüne almayıp
David Copperfield'e yüklemişsin. Yok sorumlu, sorumluluğu üstüme alıyorum ama
gerçekten düşündüm bunu yani bir ara düşündüm. Peki ne bekliyorsunuz bundan
sonra ? Valla bundan sonra sadece otobüs bekleyeceğim.
Hayattan ne beklediysem olmadı yani,
vallahi bir şey beklemiyorum ama hani artık en azından birileri benimle
uğraşmasın da hayatıma devam edeyim istiyorum. Hani diyorlar ki artık bırak
işte bu politika işlerini falan filan karışma artık hani, ya sana ne yapacağını
yaptın, hapis yattın falan filan, ya işte Mahsuni Şerif'in dediği gibi işte yiğit
muhtaç olmuş kuru soğana, bilmem söylesem mi, söylemesem mi ? Söylemesem bir
dert, söylesem başka bir dert söylemeyince yazık, ayıp diyorlar söyleyince
hapse atıyorlar. Ben ne yapacağımı şaşırdım o yüzden çok büyük beklentilerim
yok.
Mesela eskisi kadar büyük şöhret, işte çok
param olsun gerçekten bunların insanı mutlu etmediğini biliyorum bunu böyle şey
olarak söylemiyorum, yapmacık bir şekilde söylemiyorum, huzur istiyorum.
Deneyimlemiş bir insan olarak. Ya yaşadım vallahi
sonu yok, yani huzur istiyorum. Hayatı geri sarsak Adana'dan İstanbul'a gelir
miydiniz gelmez miydiniz ? Hayatı geri saramayacağımı bilsem bile yine
gelirdim.
Çünkü yaşadığım çok kötü şeyler dahi olsa,
gerçekten kötü şeyler bile olsa bana çok büyük şeyler kazandırdı.
Yani şimdi her şeye de, yaşadığımız kötü
şeylere bu kötü diye bakmak da doğru değil. Ben özellikle Stoacalık, felsefe
okurken stoacılığa çok merak saldım, stoacılıkta şöyle bir bakış açısı var, her
şey bizi mutlu edecek diye bir şey yok. Başımıza gelenlerle ilgili bazı şeyleri
değiştirebiliyoruz, bazı şeyleri değiştiremiyoruz.
İşte bu geçmişimde değiştiremediklerinden
bir tanesi. Ya bugün iki tane şıkkım var, ya da Mark Marcus Aurelius'un dediği
gibi, ya bunlara sahip çıkacağım evet, bu geçmiş benim geçmişim orada hata
yapan adam da bendim şu anki karşınızda konuşan, bunlarından üzgün ama yapacağı
hiçbir şey olmayan, gücü yetmeyen adam da benim.
Bundan sonra yapacağı hatalarla aynı adam
da ben olacağım, ne olur beni böyle kabul edin derdim.
Ben de sizler gibi hata yapan, yanlışları
olan, bazen yalan söyleyen, bazen gerçekten kötü, kötü olabilen bir insanım
yani çünkü insanlık bu vasıflarla ilgili, kimse kimseden çok çok iyi, ben çok
iyiyim, peygember gibiyim falan diyemez, diyemeyeceğinize göre böyle
beklentiler de yanlış. Ben böyle bakıyorum hayata. Öyle bir insan yok ama hiç
hata yapmadan yaşamaya çalışan bir insan hayattan ne öğrenebilirdi ki, mesela
hiç denize girmeyen bir insan yüzme öğrenebilir miydi ? Veya hayatında hiçbir
zaman sobaya elini koymayan, gerçekten elli yanmayan bir çocuk yapma bak elini
oraya koyarsan elin yanar. Bu öğrenme şekli değil veya eğer gerçekten düşmekten
korksaydık yürümeyi öğrenebilir miydik ?
Ben hayatımdaki hatalara böyle bakıyorum hayatımdaki
hataları seviyorum. Hayatım, hayatımdaki hatalar, beni bu adam yaptı.
Şükür ediyorum onlara iyi ki yapmışım.
Kendinize sevgi veremiyorsanız, başka hiç kimse o sevgiyi size veremiyor.
Bir insanın yani gerçekten hayatla
barışmasının tek yolu önce kendini sevmesidir. Başkasının sizi sevmesi değil,
sizin kendinizi sevmeniz.
En kötü hallerimle kendimi seviyorum en
kötü hallerimle kabul ediyorum. O zaman affedersiniz, hepimize bok yemek düşer.
Estağfurullah, estağfurullah. [Yani.] İyi
ki geldiniz. Çok teşekkür ederim. Çok keyifli sohbetti, vallahi çok şey
öğrendim.
Ben de şöyle söyleyeyim benim için Armağan
Çağlayan'ın özel bir yeri var, bunun lütfen, bunun yayına konmasını çok
istiyorum.
Siz yaşayan bir derssiniz insanlar için,
bir zamanlar aynı ben de böyle bakıyorum, bir zamanlar işte çok antipatik
sanılan, işte kızılan, edilen fakat gün geldiğinde de Türkiye'nin en çok
sevilen en güzel işleri yapan bir insan olduğunuz için, ben de sizden çok
öğrendim.
Lütfen utandırmayın beni, teşekkür ederim.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar