ABDÜLHAK HÂMİD TARHAN’IN MAKBER’İ [FATIMA HANIM]
“Âlem-i
edebiyyatta bir âhiret lâzımdır. Makber o âhiretten nişandır.”
Hzl: Adem ÇALIŞKAN
Tanzimat devri şairlerinden Abdülhak Hâmid Tarhan’ın
edebiyat tarihinde hem sanat anlayışı hem de yazdığı çeşitli eserleriyle ayrı
bir yeri vardır. Eşi Fatma Hanım’ın ölümü üzerine yazdığı meşhur Makber adlı
eseri bunu kanıtlar. Makber’de şairin eşinin ölümünden dolayı çektiği ıstırabı
ve ölüm konusundaki fikirleri ortaya konmaya çalışılmıştır. Dönemi itibariyle
mersiye türünün güzel örneklerinden birini de teşkil eden Makber, Türk şiirinde
önemli bir yere sahiptir.
1
Eyvâh!.. ne yer ne yâr kaldı,
Gönlüm dolu âh ü zâr kaldı.
Şimdi buradaydı gitdi elden,
Gitdi ebede, gelip ezelden.
Ben gitdim, o hâk-sâr kaldı, –
Bir kuşede târ-mâr kaldı;
Bâkî o enîs-i dilden, eyvâh!..
Beyrut’da bir mezâr kaldı?
2
Nerde arayım o dil-rübâyı?.. .
Kimden sorayım o bî-nevâyı?..
Bildir bana nerde, nerde yâ Rab?..
Kim atdı beni bu derde yâ Rab?..
Derler ki: “Unut o âşinâyı,
Gitdi, tutarak reh-i bekayı”
Sığsın mı hayâle bu hakikat?..
Görsün mü gözüm bu mâcerâyı?.
3
Sür’atle nasıl değişti hâlim?..
Almaz bunu havsalam, hayâlim.
Bir şey görürüm, mezâra benzer,
Bakdıkca alır, o yâra benzer.
Şeklerle güzâr eder leyâlim,
Artar yine mâtemim, melalim.
Bir sadme-i inkılâbdır bu,
Bilmem-ki yakın mıdır zevalim?.
4
Çık Fâtıma lahddan kıyâm et,
Yâdımdaki hâline devâm et,
Ketmetme bu râzı, söyle bir söz.,.
Ben isterim âh, öyle bir söz..
Güller gibi meyl-i ibtisâm et,
Dâğ-ı dile çâre bul, merâm et;
Bir tatlı bakışla, bir gülüşle
Eyyâm-ı hayâtımı tamâmel.
5
Yâ Rab bana bir melek tyân et,
Bir de beni öyle imtihan et:
Doğsun göreyim o mâh yerden.
Nurun çıka ey İlâh yerden.
Maksûd-ı hayâtı dermiyân et,
Ferdâ-yı beşer nedir, beyân et!
Ya fikrimi rûhuna kıl îsâl,
Ya ruhumu hâkine revâner
6
Derd oldu mukîm, çâre gitdi,
Gûyâ vatanım kenâre gitdi;
Ben gurbet-i dâimîde kaldım,
Bir türbe-i bî-ümîde kaldım.
Ufkumdan o mâhpâre gitdi,
Bir matla’-ı şeb-nisâre gitdi…
Gördüm yüzünü misâl-i zulmet.
Matla’ ona bir sitâre gitdi
7
Gördüm yüzünü türâb içinde,
Geldim aradım kitâb içinde.
Bir hâil gelir o, dîdeden dür,
Gitdi diyemem mezara ol nâr.
Bu sıfr nedir hisâb içinde?
Erkâm ona inkılâb içinde.
Bir hîçî-i zî-vücûd, yâhûd
Bir kabrdir ıztırâb içinde
8
Makber, sonudur dekâyıkın bu,
Bir sırr-ı garibi Hâlık’ın bu,
Bir nûr ki meyledince hâba,
İnmekte şu bir yığın türaba.
En yükseğidir şevâhıkın bu,
En müdhişidir hakâyıkın bu.
Bed-baht, o hakikat anlaşılmaz,
Şanın bu, cihânda lâyıkın bu!.
9
Tecdîd kılıp har âb şi’rim,
Destinde bulurdu tâb şi’rim
Zihnimdeki fikre yâr olurdu,
Gaybeylediğim sözü bulurdu.
Anlardım olur kitâb şi’rim
Ettikçe yazıp hisâb şi’rim.
Şâ’irliği gayri neyleyim ben?
Olsun dilerim türâb şi’rim
10
Gitdi nazarımdan, âh gitdi…
Bî-maksad ü ‘bî-günâh gitdi.
H erferd cihânda birdir ammâ
Bir tâne değildir, öyle -hâşâ!…
Bir tâne idi o mâh gitdi,
Aylarca olup tebâh gitdi,
Gürsem yeridir seni karanlık,
Nurum benim ey İlâh gitdi
11
Ey yâr, şu nev-bahâr sensin.
Ben anlıyorum ki yâr serisin
Ettikçe nigâh bahr u behre,
Birden sanırım ki bazı kerre,.
Meşcerdeki rüzgâr sensin
Ağlar, derim, eşkbâr sensin’
Türben görününce anlarım ki
Öldüm, bana türbedâr sensin
AÇIKLAMASI
1
“Eyvah! Ne yer (ve) ne de sevgili kaldı. Gönlüm ah ve
ağlama (ile) dolu kaldı. Şimdi buradaydı, (ama) elden gitti. Ezelden gelip
ebede-gitti. Ben gittim (döndüm), o toprak içinde kaldı. Bir köşede perişan
(dağılmış olarak) kaldı. Eyvahl.. O gönül arkadaşından geriye (kala kala)
Beyrut’ta bir mezar kaldı. “
2
“O gönül alıcıyı nerelerde arayayım, o nasipsizi
kimlerden sorayım. Ya Rab! Bana bildir, o nerededir? Ya Rab! Beni bu derde kim
etti? Derler ki: “O eski tanıdığı artık unut, O sonsuzluk yolunu tutup
gitti!” İnsan .hayali, bu gerçeği nasıl kabul eder, göz bu maceraya nasıl
dayanır?”
3
“Halim, çabucak nasıl da değişti. Bu değişikliği
havsalam, hayalim bir türlü almıyor. Mezara benzer bir şey görürüm; biraz daha
bakınca mezarı sevgili zannederim. Gecelerim şüpheler içinde geçer. Matemim
artar, yine elemlerim artar. Bu insanı alt üst eden bir darbe (değişme) dir ki,
acaba sonum yakın mıdır diye düşünüyorum.
4
“(Ey) Fatıma! Mezar(ın)dan çık, doğrul. Hatıramdaki
haline devam et. Bu (ölüm) sırrı(nı) saklama, bir söz söyle… Ah ben öyle bir
söz isterim… Güller gibi gülümse, tebessüm et. Gönül yarasına bir çare bulmaya
çalış. Bir tatlı bakışla, bir gülüşle ömrünün geri kalan günlerini tamamla.”
5
“Ya Rab! Bana bir melek göster, beni bir kere de öyle
imtihan et. O aya benzeyen sevgilinin yerden doğduğunu göreyim. Ey İlâh! Nurun
yerden çıksın. Yaşamaktan maksat nedir, bunu açıkla; İnsanoğlunun geleceği
nedir, bunu söyle, izah et. Ya düşüncelerimi onun ruhuna ulaştır ya da benim
ruhumu onun gömüldüğü topraklara yolla…”
6
“Dert yerleştikçe yerleşti, çare gitti. Güya vatanım
kenara (uzaklara) gitti. Ben sonsuz bir gurbet içinde kaldım, ümitsiz bir
türbede kaldım. O ay parçası ufkumdan silinip gitti; sabahı olmayan
karanlıklara gitti. Onun zulmete benzeyen yüzünü gördüm, bir yıldız gibi batıp
gitti.”
7
“Onun toprak içinde yüzünü gördüm, geldim kitap içinde
aradım. O gözden ırak sevgili için mezara gitti diyemem, bir hayal gibi
geliyor. Bir hesap içinde sıfırın değeri ne ise, bütün rakamlar o değere
ulaşıyor. O adı sanı olmayan bir yokluktur veya ıstırap içinde kıvranan bir
kabirdir. “
8
“Bu mezar, (geçen) dakikaların sonudur. Bu, Yaradan’ın
garip bir sırrıdır. Bir nur (gibi olan Fatma Hanım) uykuya yönelince (ölünce),
şu bir yığın toprak(tan ibaret olan mezar)a inmekte(dir). Bu, tepelerin en
yükseğidir. Bu, gerçeklerin en dehşetlisidir. Bahtsız (Hamid!) o gerçek
anlaşılmaz. Şanın budur, dünyada sana uygun görülen budur.”
9
“Benim harap şiirim seninle yenilenirdi, güçsüz şiirim
senin elinde can bulurdu. Zihnimden geçen düşüncelere arkadaşlık eder,
kaybettiğim bir sözü bulmama yardımcı olurdu. Yazdığım şiirleri hesap ederdi,
böylece kitap olup olmayacağını öğrenirdim. Artık ben şairliği ne yapayım?
Dilerim şiirim artık yere batsın.”
10
“Ah, gözlerimin önünden (o sevgili) gitti. Maksatsız
ve günâhsa gitti. Her insan dünyada bir tanedir. Ama (onun kadar) bir tane asla
değildir. O ay yüzlü (Fatma Hanım) bir taneydi, öldü. Aylarca (veremden)
tükenip ölüp gitti. (O) benim ışığımdı, söndü (öldü). (Bu sebeple) ey Rabb’im!
Seni (bile) karanlık görsem (görmesem) yeridir.”
11
“Ey sevgili! Şu ilkbahar sensin. Ben anlıyorum ki
sevgili sensin. Denize ve karaya baktıkça, bazı kere birden ‘ağaçlıkta (esen)
rüzgâr sensin sanırım. Ağlar ve gözyaşı döken sensin derim. Türben görününce,
öldüğümü (ve) benim için türbedârın sen olduğunu anlarım.”
Kaynak: EKEV AKADEMİ DERGİSİ, Yıl: 9 Sayı: 22 (Kış
2005) 143
Beste
|
: Mehmet
Baha Pars
|
Güfte
|
:
Abdülhak Hamit Tarhan
|
Formu
|
|
Makamı
|
|
Usûlü
|
: Serbest
|
Her yer
karanlık pür-nûr o mevkî
Mağrip mi yoksa makber mi yâ Râb
Yâ habgâh-ı dilber mi yâ Râb
Rüya değil ayniyle vâkî
Mağrip mi yoksa makber mi yâ Râb
Yâ habgâh-ı dilber mi yâ Râb
Rüya değil ayniyle vâkî
Kabri
çiçekten bir türbe olmuş
Dönmüş o türbe bir haclegâhe
Bir haclegâhe dönmüşse türben
Aç koynunu aç maşukânım ben
Dönmüş o türbe bir haclegâhe
Bir haclegâhe dönmüşse türben
Aç koynunu aç maşukânım ben
***********
pür-nûr:
Çok nurlu
mağrıb:
Güneşin battığı yer, akşam varti, batı.
hab-gâh-ı
dilber: Gönül alan güzelin uyuma yeri, yatağı.
aynıyle
vâki: Gözle görülmüş.
hacle-gâh:
Gelin odası.
maşuka: Aşk
ile sevilen, sevgili.
makber :
mezar/kabir
Dünya o kadar karanlık bir hale geldi
ki, sadece oradaki mevki, parlak nurlar içinde ve aydınlık.
Öyle ki (şair burada şaşkınmış gibi yaparak soruyor)
burası güneşin battığı yer midir (güneş batarken sadece onun battığı yerde
parlaklık olur, geriye kalan her yer alacadır ve daha tam batmamışken insanın
gözlerini alır bu parlak hali), yoksa bir makber midir (yani bir makber böyle
olamaz, bu bir makber değildir öyleyse)
veya bir güzelin yatağı mıdır, uyuduğu yer midir Ya
Râb.
(Şair manayı güçlendirmek için ekliyor)
Bu bir rüya değildir, gözlerimle gördüm.
O dilberin kabri öyle bir kabirdir ki tamamen çiçekle
kaplı bir türbe olmuştur.(Türbe ve kabir ayrı şeylerdir. Türbe, mübarek
zatların, büyük devlet adamlarının veya onların ailelerinin gömüldüğü ve yapı
olarak kabirlerden daha gösterişli yerlerdir. Bu yüzden o bir kabir değil,
çiçeklerden yapılma bir türbedir diyor. Yani tuğlası, taşı hep çiçekten).
O türbe, bir mezardan çok gelin odasına dönmüş.
(Ve sevgiliye sesleniyor nihayet) Eğer türben
haclegaha, gelin odasına dönmüşse, (ve her gelinin bir damada ihtiyacı olduğuna
göre) aç koynunu sevgilin olayım.
Burada iki mana var:
1. Sen bir gelinsen damat olayım, 2. Sevgilinin
ölümüne o kadar üzülüyor ki şair, onunla aynı kabirde yatmaya, ölmeye razı ve
sevgiliyi yine o kadar seviyor ki, ona göre bizim aslında soğuk ve korkutucu
bulduğumuz kabir, aydınlık bir türbeye, bir gelin odasına ve orada yatan soğuk
tenli ölü bir geline dönüvermiş
Vahdet-i Vücud
Bir âlem-i nur içindeyim ben
Allah bedîd her cihetten
Allah bedîd her cihetten
(Bunlar
odur, s. 46)
Bedid: (far.) er. - meşhur,
görünür, açık meydanda. (hüveyda).
**
Senden acep ayrılır mı benlik
Tevhîd değil mi nâle-zenlik
Tevhîd değil mi nâle-zenlik
(Bunlar
odur,1 .s. 46)
**
Ya İlâhi, gökte sensin; yerde sen;
Zât da sensin heman diğer de sen;
'Kâinatın’ hepsi mahza senliğin;
Aslı sensin bizde zahir benliğin:
Yâr da, ağyâr da sen, bende sen;
Senliğindir, hepsi sensin, sen de sen.
Zât da sensin heman diğer de sen;
'Kâinatın’ hepsi mahza senliğin;
Aslı sensin bizde zahir benliğin:
Yâr da, ağyâr da sen, bende sen;
Senliğindir, hepsi sensin, sen de sen.
(Garam
s. 20)
**
Makber’e
gömülü olanın Fatma Hanım değil, bizzat Tanrı mefhumu olması
Bütün serâiri tedkik edin: Hûda
zahir;
Bütün mezahiri ta'mik edin: Hûda mazmun.
Berat'ta kumlara defnettiğim o genc-i şebab,
Onun içinde de baktım, bugün odur medfun.
Bütün mezahiri ta'mik edin: Hûda mazmun.
Berat'ta kumlara defnettiğim o genc-i şebab,
Onun içinde de baktım, bugün odur medfun.
(Ölü,
s. 139)
**
Makber'de
Fatma Hanım, ölümünden sonra her yerde
şaire görünür:
Ölmek mi - denir bu hâle?. Hâşâ!.
Karşımdasın işte sen serapâ: :
Kim der ki bugün hayâlsin sen?..
Bir tâife-i cemâlsin sen.
Mesdûd ise der kalır mısın dür ?
Divar açılıp geçersin ey nur.
Bir gün kalamam odamda tenhâ,
Her sû duyarım taharrük-i pâ.
Çarpar kapılar hevây-ı pür-zûr;
Bir fikr gelir kefenle mestûr
Karşımdasın işte sen serapâ: :
Kim der ki bugün hayâlsin sen?..
Bir tâife-i cemâlsin sen.
Mesdûd ise der kalır mısın dür ?
Divar açılıp geçersin ey nur.
Bir gün kalamam odamda tenhâ,
Her sû duyarım taharrük-i pâ.
Çarpar kapılar hevây-ı pür-zûr;
Bir fikr gelir kefenle mestûr
(Makber,
s. 50)
**
Bilmedim vaki midir, hülya mıdır?
Yahud ol âfet bizim rüya mıdır?
…………
Yahud ol âfet bizim rüya mıdır?
…………
Gördüğüm âlemde yahud uykuda,
Bir hayâl olsa gerek derdim, bu da
Oynuyor yâni gözümde bir hayâl;
Perdesi olmuş sanırdım ihtiyâl
Bir hayâl olsa gerek derdim, bu da
Oynuyor yâni gözümde bir hayâl;
Perdesi olmuş sanırdım ihtiyâl
(Garam
s. 154)
**
Dünya
hayatı hâlbuki rüyay-ı kâzibe
(Ruhlar
s. 65)
**
Sıkıldım
bu rüyayı tabirden
(Sardanapal
s. 212)
**
Ruhum bana sen demiştin evvel;
Olmuş nola hâlimiz muhavvel!..
Evvel dahi bir hayâl idin sen;
Zannetme ki bir hakikatim ben
Olmuş nola hâlimiz muhavvel!..
Evvel dahi bir hayâl idin sen;
Zannetme ki bir hakikatim ben
(Makber
s. 79)
**
Âlem diyoruz hayâldir hep,
Gördüklerimiz zılâldir hep;
Tabir-i diğerle hepsi hiçlik,
Bir hiç ki Hakka dâldir hep,
Her hâlde mevttir hakikat,
Ahvâl-i beşer o hâldir hep.
Gördüklerimiz zılâldir hep;
Tabir-i diğerle hepsi hiçlik,
Bir hiç ki Hakka dâldir hep,
Her hâlde mevttir hakikat,
Ahvâl-i beşer o hâldir hep.
(Makber
s. 60)
**
Ruhun
fevkalâde kuvvetlere sahip olduğu asıl hâl, bedenden ayrıldıktan sonraki
hâldir. Yani ruh ölümle, canlılarda olmayan bir takım gizli kabiliyetler,
kuvvetler kazanır. Finten’de yine mezarlık sahnesinde bir ölü, kendi kafatası
ile şöyle konuşur :
«Bir
ruh, üstünde bulunduğu mezarın içinden bir kafa kemiği çıkararak:
İşte
bir sırıtmış kelle ki yeraltından bütün kâinata gülüyor!
Bu
benim başımdır!
Bilmem
dünyadaki hayâlime benziyor mu?
Yirmi,
yaşında bir güzel kızın başı!..
Bu
kemik parçasının karşısında bütün cihan titriyor; fakat biz gülüyoruz!
Bir
zaman benim olan bu başımla şimdi hiç bir münasebetim yoktur.
Başım
bu hâle gelmiş fakat ben gülüyorum...
Beynimi
kurtlar yiyip bitirmiş fakat ben düşünüyorum. Ş
eklim,
simam, kıyafetim, teferruatım olan hep bu şeyler fena bulmuş; fakat aslım baki,
benliğim daimidir.
Ruh-ı
ebedinin âşiyan-ı mazisi olan bu kemikten kafada şimdiden sonra hiçbir fikr ü
hayâl beslenemez; hiçbir akrep veya çıyan tegaddi edemez, fakat yine mânây-ı
ulvinin makamdır. Bu da bir cihan-ı fâni, bir küre-i tür abdır.:..
Ben
, bu ruh-ı mütefekkir, ben, bu fikr-i zi-ruh, müebbeden uyanığım.
Dâr-ı
ukbânın kapıları bütün dünyaya açık olduğu gibi bize de dünyanın her tarafı
açıktır.
(Finten.
s. 206-208)
Hamid’de
ölümle beraber gelen en basit çağrışım, ölülerle sağlar arasında bir irtibat
bulunuşudur. Bir şiirinde bunu şu mısralarla ifade eder :
Bizim bu ruhâni dağlarımızda
Ölülerimizle sağlarımızda
Bir irtibat vardı.
Ölülerimizle sağlarımızda
Bir irtibat vardı.
**
Kaynak: M. Orhan OKAY,
ABDÜLHAK HÂMİD’İN ROMANTİZMİ, Atatürk Üniversitesi Yayınları No: 112 Edebiyat
Fakültesi Yayınları No: 50 Araştırma Serisi No: 22 Atatürk Üniversitesi
Basımevi—1971, Erzurum
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar