ABDULLAH İBN ABBAS VE BÂTINÎ HALIFELIĞINE İŞÂRET EDEN BIR HADIS:
İsmail Hakkı Bursevî’nin (1137/1728) İmam Nevevî’nin (676/1277) meşhur kırk hadisinin terceme
ve şerhinden ibaret olan Şerh-i Hadis-i
Erbaîn adlı eseri Türkçe kırk hadis şerhlerinin en hacimlilerindedir.489 Bursevî bu şerhinde her hadisin metnini parça parça ele almakta, sarf, nahiv, lügat bakımından kelime ve tabirler üzerinde
durmakta, gerektikçe âyet ve hadislerle manayı
takviye etmeye çalışmaktadır. Hadislerin şerhi ağırlıklı
olarak tasavvufî şerhlerden oluşmaktadır. Bilindiği gibi Nevevî
“Kırk Hadisini” bizzat kendisi de şerhetmiştir. Bursevî’nin
bu şerhi aynı hadisler üzerinden
farklı yorumları göstermesi bakımından güzel
bir örnektir.
Bursevî, Nevevî’nin
kırk
hadisini muhaddisler
gibi
değil, tasavvufî üslupta bazen
oldukça bâtınî
yorumlarda bulunarak şerhetmektedir. O’nun bu yorumlardan
birisi
şu hadis hakkındadır:
Ebû’l-Abbas Abdullah.
b. Abbas’ın şöyle
dediği rivâyet edilmiştir: “Ben bir gün
Peygamber’in arkasında (bineğinin terkisinde) idim. Bana şöyle dedi: delikanlı!
Şimdi sana bazı şeyler öğreteceğim. Onları iyice ezberle ki Allah da seni
korusun, gözetsin. Onları ezberle ki, her baktığın yerde Allah’ı bulasın. Bir
şey isteyeceksen Allah’tan iste. Yardıma muhtaç olduğunda Allah’tan yardım
dile. Şunu iyice bil ki, bütün insanlık sana bir iyilik yapmak için bir araya
gelseler, ancak Allah’ın sana takdir ettiği kadar bir iyilik yapabilirler. Yine
sana bir kötülük yapmak için bir araya gelseler, ancak Allah’ın sana takdir
ettiği kadar bir kötülük yapabilirler. Kalemler kaldırılmış, sayfalar
kurumuştur.”490
Bursevî, hadisin işârî yorumuna
hemen rivâyetin başındaki وﺁﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ اﷲ ﺻﻠﻰ اﻟﻨﺒﻲ ﺧﻠﻒ آﻨﺖ ﻳﻮﻣﺎ
وﺳﻠﻢ
ifadesini
açıklayarak başlar. Ve bu ifadede geçen ﺧﻠﻒ kelimesini gerçek manâsının çok uzağında yorumlar. Ona göre rivâyette geçen ﺧﻠﻒ kelimesi “halife” anlamına gelir.
“ﻳﻮﻣﺎ” “bir gün” ifadesi ise “ömür günlerinin tamamı”dır. Bursevî,
bu kelime izahlarından sonra hadiste yer alan bu ifadeye
verdiği işârî yorumu şu şekilde
açıklar: “‘Bir gün halfi
nebîde idim’ demekte ‘Resûlullah’ın ardınca halife oldum’ demeğe remz vardır.”491 Bursevî’nin bu yorumu bâtınî yorumlardan farklı değildir.
Halbuki, işârî yorumun en önemli şartlarından birisinin nasların zâhirinden aşırı bir derecede
kopuk olmaması pek çok sûfi tarafından dile getirilen bir husustur. Her ne kadar Bursevî bazı
hadis yorumlarında zâhirî manaya işâret ederek tek başına işârî manânın geçerli
olmadığını belirtmiş olsa da492 bu tür lafızla
tamamen ilgisiz
hatta lafzı tahrif eden işârî yorumlardan kaçınmak gerekir.
Bursevî, bu garip yorumunun garipseneceğinin farkında olmuş olmalı ki sorulacak
soruyu hemen kendisi sorar: “Sual olunursa ki
ba’del intikali’n-Nebevî, halife, Hz. Sıddik ve sâir hulefâ’dır. Yoksa İbn
Abbas değil. Pes, remzi mezkûr ne vecihle dürüst olur.”493 ve İbn Abbas’ın bâtınî halifeliğini izâha
başlar. Bursevî’ye göre her ne kadar dört halife
hem zâhiren hem de bâtınen halife olmuş olsalar da bu başka halifelerin olmadığı
anlamına da gelmemektedir. Dünyada kutub birdir. Ancak aktâb ve hulefâ çoktur. Hz. Peygamber’in Muaz İbn Cebel ve Ebû Musâ el-Eşârî’yi vâlilik görevi ile görevlendirdiğinden beri makâmı hilâfet” sâbittir.
Ancak Hz. Peygamber’in vâlilikle görevlendirdiği bu sahabîler, Hz. Peygamber
hayatta olduğu
için henüz vâris değillerdi. Ancak Peygamber’in ilim makamından istifade etmekle nimetlenmişlerdir. Mirasa nâiliyet
ise (ba’del intikâl)
Hz. Peygamber’in vefatından sonra tahakkuk eder.494
Bursevî, İbn Abbas’ın
bâtınî halifeliğini hadislerin işârî yorum şartlarından birisi
olan verilen mananın başka bir rivâyetle desteklenmiş olma şartını
da gözetiyor! ve Hz. Peygamber’in İbn Abbas’a
olan meşhur duasını
hemen hatırlatıyor. “اﻟﺘﺄوﻳﻞ ﻋﻠﻤﻪ و اﻟﺪﻳﻦ ﻓﻲ ﻓﻘﻬﻪ اﻟﻠﻬﻢ” Bursevî, bu duâya mazhar
olan İbn Abbas’ın
ilmî yönünü önce dile getirir.
Peygamberimiz duasında İbn Abbas’a şu şekilde dua etmiştir: “Allah’ım O’nu dinde fakîh kıl ve ona te’vili öğret”495 Bursevî, ‘اﻟﺘﺄوﻳﻞ ﻋﻠﻤﻪ’ ifadesini ‘ona te’vil ve tefsir ilmini öğret ve ta’lim buyur’ şeklinde
tercüme eder. İşte bu dua üzerine İbn Abbas “sultânu’l-müfessirin” olmuş ve Nisâbûrî tefsiri onun rivâyeti
üzerine tedvin olmuştur. Bursevî, bâtınî halife olarak takdim ettiği Abdullah İbn Abbas’ın evliyâ ve efrâd dedikleri tâifeden olduğunu söyler.496
Bursevi, اﻟﻤﻬﺪﻳﻴﻦ اﻟﺮاﺷﺪﻳﻦ اﻟﺨﻠﻔﺎء ﺳﻨﺔ و ﺑﺴﻨﺘﻲ ﻓﻌﻠﻴﻜﻢ hadisinin yorumunda da “halife” ve “sünnet” kavramını açıklar. Hz. Peygamber’in kendi sünnetinden sonra halifelerin sünnetlerini tavsiye etmesinin
iki sebepten kaynaklandığı hakkında bir görüş nakleder.497 Birincisi, Hz. Peygamberin onların ictihadla
kendi sünnetinden çıkardıkları hükümlerde hata etmeyeceklerini bilmesi,
ikincisi Hz. Peygamber’in
sünnetlerinden bazılarının halifeler zamanında şöhret bulacağını bilmesidir. Bu yüzden onların sünnetlerine riâyet
etmeyi emretmiş ve onların sünnetlerinin onlara nisbet edilerek reddedilmemesi gerektiğine işâret etmiştir. Çünkü halifelerin sünnetlerini terk eden gerçekte Resûlullah’ın sünnetini
terk etmiş sayılır.
Bursevî manevî
halifelerin sünnetlerine riâyet
etmeyi de sünnet-i hüdâyâ
riâyet etmek olarak görür:
“Ey mü’min, burası acep mazmûndur ki, kıyamete
dek ahz u amele salihtir. Zira hulefânın on ikiye ihtisâsı zâhir ve bâtını
cem’e göredir. Pes, her asırda hulefâ-yı maneviye ve aktâb-ı bâtın vardır ki
onların sünnetlerine dahi ittiba lazımdır. Zira onların tarîkatleri indÎ değil,
belki şerîdiri. Ve şol nesneyiki ulemâ-yı rüsûm fehm edemeyip ihtilafa
düşmüşlerdir, onların indinde müsellemdir. Zira insilahla meclis-i Nebeviye
dahil olurlar. Ve keşfle nice umûr-i hafiye bilirler. Bu cihetten onların
sünnetleri sünen-i hüdâ makûlesindendir ki fi’l-hakîka Cenâb-ı nübüvvete
muzâftır.” 498
Bursevî’nin hadiste
geçen “halife” kelimesi
hakkındaki yorumu oldukça aşırı işârî bir yorum örneğidir. Rivâyette geçen ifadeye bu şekilde
anlam vermeyi gerektirecek hiçbir makul gerekçe ya da rivâyetin işârî yorumunu destekleyen bir başka rivâyet de söz konusu değildir.
Halbuki işârî yorumlar için ileri sürülen şartlardan birisi de verilen manayı destekleyecek başka bir nassın
bulunmasıdır. Bursevî’nin hadis hakkındaki yorumu bu şartlardan hiçbirisini taşımamaktadır.
Ancak buna rağmen
Bursevî’nin hadisçiliği hakkındaki araştırmasında Seyit Avcı Bursevî’nin hadis yorumculuğu konusunda
tenkit edilecek çok ciddi noktaların olmadığını söylemektedir:
“Bursevî’nin hadis tespiti konusunda son derece
müsamahakâr davrandığı kesin olmakla birlikte hadislere getirdiği işârî
yorumlarda her ne kadar kendisinden önceki literatürden büyük ölçüde istifade
etmişse de kendi şahsi görüşlerini rahatlıkla ifade ettiği yerler hiç de az
değildir. Yaptığı işârî yorumların bir kısmı münakaşaya davet etse de kendinden
önceki dönemlerde benzer yorumlar yapılmıştır. Dinin zâhirine her konumda bağlı
kalmaya çalışan Bursevî’nin tasavvufî yorumlarında tenkit edilecek çok ciddi
noktaların olmadığını, işârî hadis faaliyetlerine tamamıyla orijinal olmasa da
ona yakın yeni fikirler ortaya çıkardığını söyleyebiliriz.”499
Sadece ele aldığımız bu bir tek hadis, işârî yorumlar ya da Bursevî’nin İşârî hadis yorumculuğu hakkında genel bir değerlendirme yapmamıza imkan vermemekle birlikte nasların zâhirine bağlı kaldıklarını ısrarla belirten sûfî müelliflerin500 de bâtınî yorumlara benzer şekilde hadisleri aşırı bir şekilde yorumlayabildiklerini rahatlıkla söylemek
mümkündür. Sonuç olarak daha sağlıklı işârî yorumların bu tür metinle ilgisiz, metni zorlayan hadislerde yer alan kelimelere oldukça uzak anlamlar vermekten
sakınmak gerekir. Çünkü Hz. Peygamber’in hadislerini gelişi güzel, zâhirinden tamamen uzaklaşarak yorumlamak doğru değildir.
sh: 452-455
Kaynak: Ferhat GÖKÇE, İslâm İrfân Geleneğinde
Hadis Yorumu, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm
Bilimleri (Hadis) Anabilim Dalı, Doktora Tezi, 2010, Ankara
DİPNOTLAR
489 Avcı, Seyit, Sûfilerin Hadis Anlayışları Bursevî örneği, s.32.
490 Tirmizî, 35. Kıyâme, 59, (h. no:
2516), IV/667; Ahmed b. Hanbel,
Musned, I/293, 303.
491
Bursevi, Şerh-i Hadîs-i Erbaîn, s.325.
492 “Kim bildiği bir ilmi gizlerse ağzına ateşten
bir gem vurulur” hadisi (İbn Mâce, Mukaddime 24, (h. no: 261), I/96.) hakkında
Bursevî şöyle demektedir: “Burada “licâm” ibaretinden fehm olunan gerçi lisan ile
ketmdir, feemmâ kaleme dahi şamildir. Zira kalem ile vak olmak nâdirdir ki, sadr-ı evvelde kitâbet ve kıllet üzerine vâki olurdu. Pes onların birbirlerine ilkaları lisan ile idir. Hicretten yüz sene mürur ettikten sonra kalem ile imlaya bed’ ettiler, tâ ki, ilm-i ilâhî ve şer’î nebevi evrakta
müspet olup halk ondan müntefî olalar.” Bursevî, İsmail Hakkı, Kitâbu’n-Netîce, (haz. Ali Namlı, İmdat Yavaş), İstanbul, 1997, I/215.
493
Bursevî, A.g.e., s.325.
494
Bursevî, A.g.e., A.y.
495
Ahmed b. Hanbel,
Musned, V/465, VI/461, VII/113, 183.
496 Bursevî, Şerh-i
Hadîs-i Erbaîn, s.323-324. Peygamber’imizin İbn Abbas’a
yapmış olduğu duada yer alan
‘fıkıh’ ve ‘te’vil’
kavramları sûfiler tarafından bâtınî bilgiler olarak anlaşılmaktadır. Nitekim Bursevî’nin
Kırk Hadisi’ni yayına hazırlayan Mustafa şunlara yer verir: “Abdullah İbn Abbas Peygamberimzin vefatları
ânında henüz on üç yaşlarında oldukları halde böyle mühim bilgiler ve görevler
kendilerine talim ve tebliğ buyrulmuş, bir takım sırlar izah olunmuş. Neticede
sultânu’l-müfessirin unvânını almış ve büyük velilerden (efrâd) tabir olunan
tâifeden olmuşlardır. Utku, İbn Abbas’ın bu sırlı bilgilere (!) nasıl ulaştığını ise şöyle açıklar: “İbn Abbas henüz
çocuk yaşta olmalarına rağmen, mânevî rüşd ve kemâli kendisini bâliğ hükmünde
kıldı. Binâenaleyh Kur’ân-ı Kerim’i anca temiz olanların (abdestli) elleri ile
tutup okudukları gibi, zira temiz olmayanlar Kur’ân’a el süremezler. Kezâ
bâtınî ve rûhânî temizliğe ermeyenlerde ilahi sırlara vâkıf olamazlar. İşte bu
manada zâhiri ve bâtınî temizliğe vâsıl olan İbn Abbas hazretlerine Resûl-i
Zişân şu emir ve tavsiyelerde bulundurlar…” Utku, Mustafa, İsmail Hakkı Bursevî’den Dersler, Kırk Hadis Şerhi, Uludağ Yay., Bursa,
1999, s.216.
497
Bursevî, A.g.e., s.425-426.
498
Bursevî, A.g.e., s.426.
499 Avcı, Seyit, Sûfilerin Hadis Anlayışı Bursevî Örneği, s.282.
500 Seyit Avcı, Bursevî’nin nasların zâhirine bağlılığı hakkında şu bilgileri
vermektedir: “İşârî yorum zâhirî manaya aykırı
olmamalıdır. Yani lafzın
içerdiği dış manaya
dikkat ve riâyet
etmeli ondan uzaklaşmamalıdır.
Nitekim Bursevî’de bu hassasiyetin olduğunu Kitabu’n-Netîce’deki “Zavâhir-i
edilleden udûl caiz değildir.” Ve Şerh-i Pend-i Attar’daki: “Zâhir şer’î müsadime
etmeyen hadise bu mevzûdur veya bâtıldır demek gerektir’ sözlerinden
anlıyoruz.” Avcı, Seyit,
A.g.e., s.280.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar