Print Friendly and PDF

AİDS VEYA FRENGİ’NİN KADERİNİ PAYLAŞANLAR İÇİN

Bunlarada Bakarsınız



(Yıllar geçse de değişen bir şey yok. Bu yazıyı AİDS hastası olanlar için okumuş olacaksınız. hzl) 
Prof. Dr. Hulusi Behçet Tarafından 15-Şubat-1935 de İstanbul Radyosunda Verilen Konferans
Frengi, niçin ayıp görülür?
Frengiyi, neden gizli tutmak, adet olmuştur? Tabiatta, ayıp denilen hastalık var mıdır?
Frengi, insanların başına derd olan en yaygın hastalıklardan biri bulunduğuna, şüphe edilmemelidir.
Frengi, geçici, bulaşıcı bir hastalıktır.
Frengi sahası, hekimliğin bütün kollarını kendisiyle uğraştıracak kadar genişlemiştir.
Frengi çerçevesi; iç, dış, göz, kulak, burun, sinir, velhasıl hekimliğin her kısmının gözünü açacak, bir genişlik meydana getirmiştir.
Zira; frengi, her kisveye girer, her hastalığı taklit eder.
Frengi, sinsidir.
Frengi, hayatta her şeyi yapmağa kadirdir.
Frengi, basit geçici bir hastalık kadrosundan çıkmış, kelimenin hakikî manasıyla, soysal, ailevî neslî, felaketler doğuran, her bir aletimize yerleşebilen, bir hastalık şekline girmiştir. Hele nüfusun azalmasında, en büyük sebebidir.
Frengi savaşı, nüfus meselesidir.
Frengi ile uğraşmak, bir ulusun sağlam ve kuvvetli olmasına yardımdır. Frengi, cinsiyet, milliyet tanımayan; genç, ihtiyar, çocuğa, yavruya hürmet etmeyen, bir âsidir.
Frengiden en büyük korkumuz, hiç bir hastalığın yapmadığı, yapamadığı, kuşaktan kuşağa geçmesidir.
Ne verem mücadelesi, ne cüzam mübarezesi, ne trahom ve ne sıtma savaşları gibi uğraşmalar, didinmeler, frengiyi, ancak mahdut tabakalarda söndürüyor, hakikî meyvesi, görülemiyor.
Bu sebepten; büyük şehirlerde, her sene toplanan frengi tehlikesine karşı, uluslarbirliği, kitapları ile gazeteleriyle, söylevleriyle çabalayarak, gençliğin terbiyesini, gençliğin yetişmesini, gençliğin uyandırılmasını istiyorlar, ve ancak frengiyi, bu suretle, yeneceklerine kanaat getiriyorlar.
Küçük yaştan itibaren, frengi ve sosyal felâketleri hakkında, anlayabilecekleri derecede, öğütler veriliyor. Hayatın çocukluk çağından değin, gençliğin en ateşli zamanında, bu hastalık acılıklarına uğramaması için, dersler açılıyor, sinemalardan tiyatrolardan istifade olunuyor.       
Frengiyi niçin hakkiyle öldüremiyoruz ?
Gülünç olduğu kadar, garib bir utanma hissile, (ayıp hastalıklar) diye, hastalığımızı kimseye söylemiyor ve sıkılıyoruz. Buna da sebep, bilgisizliğimizde.
Bu nevi hastalıklar, kimin hakkında; sirayet [Yayılmak, bulaşmak, geçmek ] ettiren mi, ve yahut sirayete uğrayan mı, ayıp yapmıştır?
Bu bilgisizliğimizi bir az deşersek, anlarız ki cehaletimiz, en' büyük âmildir. Zira; frengi tarihi, bunu bize açıkça gösterir.
On beşinci asrın nihayetinde, Avrupa’yı dehşet içerisinde bırakan frengi, âniliği ve şiddeti itibariyle mühim tarihî vak’alardan olmuştu. Bütün tarih kitapları, bunu tâun diye yazmışlardı. O zaman tâun tabiri, büyük hasarlar veren marazî [hastalık] sebeplere deniyordu.
Frengi, taze vücutlarda, az bir müddet zarfında, derilerde, kemiklerde etlerde, derin oyuklar yapıyor, yaralar meydana çıkartıyor, koku, pislik, kurtlanma ve  ilâh..gibi korkunç haller önünde, baba evlâdından nefret, ana yavrusundan kaçıyor, ve dünyada en fazla öldürücü olan bir hastalık gribi, görülüyordu.' Bu sıralarda, ne hastalığı yapan mikrop ve nede bulaşması hakkında kimsenin haberi yoktu.
Bu âfeti izah için, harikulade bir kuvvetin, müdahalesi kabul olunuyordu. Bu asırda ön ayak olan düşünceleri, müneccimler idare etmesinden, bu derd de, tabiî olarak yıldızlara atfediliyor, ve bilhassa zuhal ile melihin birleşmesinden ileri geldiği söyleniyor ve Allah’ın bir gazabı olarak insanlara musallat bu belâdan fena halde ürkülüyordu .
Halk hastalığa karşı, tedaviyi bilmediklerinden, tutulanların kurtulması için, duadan başka çare bulamıyorlardı. Hastalık da, şayanı hayret bir yaygınlıkla ve muhtelif yollarla geçiyordu.
Şairler, tarihçiler, dünyada bu hastalık kadar, insanlar öldüren, facialar doğuran, hiç bir maraz görülmediğini yazıyorlardı. Evvelki nesillerce bilinmediği için, hiç kimse, buna isim de, veremiyordu.
On altıncı asrın ortalarına doğru, frengi yayılmaları hafiflediği sıralarda, kadın, erkek, birleşmelerinden ileri geldiğine dair görgüler, çoğalmağa başladı. Bu işi fuhuştan bilenler ziyadeleşti, ve fahişeliğin, ayıp sayılması, halk nazarında, frengiyi de ayıplanan hastalıklar arasına soktu.
İlk fışkırmalar, daima derimizde, açık mahallerde meydana çıkması, herkesin görmesi, fahişelerin bu hastalığı verdiği zannile, fuhşa ve fahişelere gayız ve hiddet, nefret, o nisbette artmışdı. Yakalananlar da, aman hastalığım fahişelerden alınmışdır diyecekler korkusile, rahatsızlıklarını gizliyor, çekiniyor, söylemeye cesaret edemiyorlardı.
Her ne kadar, arızî sirayetler de, öğrenildi ise de, geçmede cinsî birleşmenin mühim rolleri olmasından, eski görenek, eski âdet üzerinden, yüz yıllar geçtiği halde, bu yanlış düşünce, silinemedi.
Bugün dahi, aynı düşünceyi taşıyan memleketler, milletler vardır.
Daha garibi; yüzünde, gözünde ve vücudunun her hangi bir mahallinde, çıkan cildî yaralardan, aceba frengi sanılır mı diye, yanlış düşünce neticesi, korkanlarımız çokdur.
Hâlbuki frengi (AİDS) , yalnız cinsi temasla geçmez. Cinsî birleşmenin haricinde, bir takım geçişlerin mevcudiyeti, inkâr kabul etmez doğruluklar sırasına girmiştir.
Geçmede, cinsî münasebetlerin yüksek bir yekûn tuttuğu, muhakkaktır.
Fakat bunun haricindeki geçişlere ne diyelim? Her hangi bir delki temas neticesi alınmış yüce vak'alara, kliniklerde daima rastlıyoruz. Öpme, öpüşmek, aileler arasında, hısım ve akraba meyanında, her gün yaptığımız eski bir görenekdir.
Bunlara nasıl ayıp diyebiliriz? El, yanak öpmekle ve daha bir çok yollardan, tıraş gibi kazaî bir takım frengi aşılanmaları görülmektedir.
Yine kazaî olarak masumlar frengisi namını verdiğimiz mühim frengi aşılamaları, her gün her tarafta rastlanmaktadır. Bunların meydana çıkmasını, ne suretle ayıp çerçevesi içerisine sokabiliriz?
Eğer cinsî birleşmeyi, göz önünde tutarak muhakeme ediyorsak, cinsî temastan alınması mümkün, daha nice, frengi kadar mühim hastalıklar vardır. Sosyal felâketi itibariyle, frengi derecesinde ağır olan veremi, neden aynı hastalıklar çerçevesine ithal etmiyoruz?
Bir arada yaşamak dolayısıyla, yekdiğerine hastalıklarını geçirmiş, bir çok ailelerin, hayli cilt veremlerine, cilt mantar hastalıklarına, ne diyelim? Bunlarda mı; ayıp hastalıklar sırasında zikredilecektir ?
Eğer tenasül mahallerinde, husule gelen hastalıklar düşünülüyorsa, aynı yerde, frengi ile hiç münasebeti olmayan, yüzlerce deri ve derialtı hastalıkları mevcuttur,
Sütnineler vasıtasıyla, ne kadar masum yavrucaklar frengiye tutulmuşlardır. Ve yine nice frengili doğmuş çocuklar vasıtasıyla, sütnineler, hastalığa uğramışlardır. Bunların, cinsî ve tenasulî birleşmelerle, hiç bir alâkası yoktur.
Böyle olduğu halde, neden frengiyi, ayıp hastalıklar sırasına sokuyoruz? Birçok meslek sahipleri, hayatlarının yaşama yolları üzerinde, frengiye tutulmuşlardır. Yekûnları [sayıları] da, haylidir.
Cinsî yaklaşmadan yakalanmış bir ferd ile kazaî olarak frengiye aşılanmış bir şahıs arasındaki farkları, nasıl ayırabiliriz? Hastalık bir değil midir? İki nevi frengi mi vardır?
İşte yüzyıllardan beri, bilgisizlikten doğan, efrencî [Frenklere yani Avrupalılara mahsus ve aid. * Frengi hastalığıyla alâkalı ve münasebetdar] musibetlere karşı, utanma havası içerisinde bu haksız korkuları durdurmak lâzımdır. Bir çok memleketlerde yapılan savaşlarla bu hakikatlar anlaşılmağa başlanmış ve artık frenginin ayıp hastalıklar diye anılması, ortadan kaldırılmıştır.
Net ekim, bu hastalıklar hakkında malûmatı bulunan milletler arasında, frengi katiyen ayıp görülmemektedir. Hatta tedavilerini, bu sene şurada, bu sene burada yaptıracağım diye söylemeleri, âdet şekline girmiştir.
Bir kısım memleketlerde, öyle aileler, münevverler, fertler vardır ki, tedavileriyle hastalıklarının geçeceklerine inanırlar. Teessüf ile kaydedilmeğe değer. Zenginler, hastalıklarının ortaya çıkmaması için, başka şehirlere giderek gizliden gizliye, ulu orta, sisteme tabi tutulmayan bir tedavi takip ettirirler. Bazıları da, bir diğer milletin alâka itibariyle ikinci ve üçüncü derecedeki hekimlerine başvurarak, yalnız haricî değişikliklerinin silinmesine yarayabilecek ve tam olmayan bir tedavi ile iktifa ederler Buna da sebep; hastalığın bilinmemesi, ve ailesinden dahi gizlediği hastalığın, sözde meydana çıkmaması, yanlış düşüncesidir.
Daha ağırı; hastalığın duyulmaması için, sahte hekimlere müracaat edenler de, pek çoktur. Yine teessürle kaydediyorum. Doktor evlatları, hekim akrabaları bulunan, ve hastalıklarının mahiyet ve netice itibar-ile fedalarını, kısmen kavramış gibi görünen gençler, babalarına ve hısımlarına dertlerini açamıyorlar.
Okudukları yarım yamalak malûmatları ile hastalıklarının duyulmamasını istiyorlar. Bir takımları da, sahte hekimlerin yardımlarıyla, dertlerine çare bulmak arzusuna düşüyorlar.
Bu suretle hastalık, etrafa yayılıyor. Bu düşüncesizler, bir şeyden haberleri olmayan yanındakilerine, yavrularına, insafsızca hastalığı veriyorlar.
Bu gün dahi, birçok hastalardan işittiğimiz biricik kaygı, rahatsızlığın duyulmamasıdır.
Bu saydıklarını ayıp addedilmiyor da, hastalığı söylemek, çare aramak, evlâdını, ayalini kurtarmağa uğraşmak, ayıp görülüyor? Ne yanlış bir düşünce !..
Bu doğru olmayan düşüncelerin neticesi, seneler geçiyor, sahte tedavilerin, mutatabbib [Yalandan hekim. Doktorluk taslıyan ] müdahalelerinin tesiriyle, hastalık ilerlemiş, kemirme derecesi artmış, neticeleri vahimleşmiş, bilgisizliğimizin derin hata izleri, yalnız şahsın tımarhanelerde sürüklenmesi, veya vakitsiz ölmesi, kemiklerinin yıpranması, karaciğerinin bozulması, böbreklerinin süzmemesiyle, kalbinin ağrılar içerisinde işlemesiyle kalmıyor. Cemiyete de, zararları dokunuyor.
Birçok ekonomik masraflarla, diğerlerinin hakları yeniyor.
Frengililer, tedavi edilmeden evlenirlerse; çocukları ya düşüyor veya ölü doğuyor. Sayısız kurbanlar veriliyor. Nihayet, doğum azalıyor.
Sağ kalanları da, abdal, budala, ahmak veya ruhan' geri dejenere insanlar şeklinde ortaya çıkıyor. Ve yahut, hayat mücadelesinde zaif, cılız, renksiz insanlar meydana geliyor.  
Esasen insanlar, güzel olarak yaratılmıştır. İnsanları sakilleştiren,[ağırlaştıran] vücuddaki zehirlerdir. Hiç bir hastalık zehiri, frengi kadar dayanıklı değildir.
İşte bunları öğrendikten sonra; neden her hangi bir aile arasında, bu yolda hastalıklar hakkında fikir söylemek, bildiğini anlatmak, imada bulunmak kabalık olsun?
Hatta her nevi mahfellerde, bu nevi hastalıklar hakkında, dertleşmek; erkek, kadın, delikanlılarımızı aydınlatmak, kızlarımızın zührevî hastalıklar hakkında fikirlerinin uyanmasını dilemek, bir zarurettir.
Verem hakkında nasıl bilgi veriliyor ve ayıp sayılmıyorsa; zührevî hastalıklar için de, aynı düşünce ile yürümek lâzımdır,
Bu gün, biz hekimlerin asıl korkusu, ayılığa sebep olan haricî görünmelerden ziyade, iç aletlerimizde, beynimizde yerleşen hastalığın ortaya koyabileceği facialardır.
Biz yalnız, dış görünüşe bakıyoruz ve harice görünecek yaralardan korkuyoruz. Bunlardan korku, asıl hastalığın yaptığı felâketler önünde, hiç kalır.
En büyük dert, insanların çalışma kabiliyetinin azalması, ve nesle yaptığı zararlardır.
Hali hazır tedavilerle, kısa bir müddette, görünen yaralar, bereler süratle ortadan silinir. Fakat hastalık geçmez. Doğru olmayan bir tedavi tatbik edilmişse; sinsi hastalık, o şahsı yine kemirmekte devam eder.
İşte, bu hakikatleri bilen, gören milletler, memleketler, kendi düşünce ve seviye farklarına, uğraşma savaş kuvvetlerine göre, frengiyi ortadan kaldırmak için bir takım sistemler takip etmektedirler.
Halkın sıhhatini, uluslarının kurtulmalarını temin için, hiç bir fedakârlıkdan çekinmiyorlar. Fakat bu kadar didinmelere, çalışmalara, uğraşmalara rağmen hastalık yine durmuyor. Sebeb; ayıp diye hastalığımızı gizlemekten, yalnız harice bakarak vakit ve zamanıyla ve esaslı tedavi takib etmemekliğimizdendir.
Bunların önüne geçmek çaresi; bu hastalığı ayıp demiyerek, yakalananların kendilerini vaktinde ve muntazam tedavi ettirmeleri ve netice, hastalığın ne olduğunu, herkesin bilmesidir.
Bu sebepten gençliğin terbiyesini, daha ilk mektep sıralarından itibaren canlandırmağa başlamalı. Sıra ile, orta, lise, muallim mektepleri talebelerine, yüksek tahsil çağındaki yetişkin çocuklarımıza, esaslı olarak cinsî terbiye üzerine malûmat verilmelidir.
Cinsî terbiyeden maksat ve gaye; gençlere sefahate daldıktan sonra zührevî hastalıklardan korunma çarelerini öğretmek değildir.
Cinsî vazifenin ehemmiyetini göstermek, cinsî hayatın tehlikelerinden, cinsî birleşme erden doğacak maddî, manevî, içtimaî ağır sonlarından haberdar etmektir. Esaslı vazifemiz, gürbüz olarak neslin bekasına hizmettir.
Nitekim gözümüz görmeğe mahsustur. Kulağımız işitmeğe yarar. Burnumuz koku duyar. Bunlara arız olacak felâket önünde titreriz.
Zira; her hangi birinden mahrumiyet, bizi hayatta bir çok zevklerden alakor.
Nasıl gözümüzü muhafaza etmeği bir vazife biliyorsak, ekseriyetle cinsî birleşmeden alman bu hastalık için tenasülî uzuvlarımızın da, muhafazasına dikkat ve itina etmekliğimiz lâzımdır. Bunların da; görmek, işitmek gibi fiziyolojik işlerini, bozmamak, bu fiziyolojik vazifelerini bilirsek, öğrenmek, artık dünyanın her tarafında, hayat bilgisi kadrosu içerisine alınmıştır.
Önümüzdeki şahsın sıhhatinden ziyade, ailenin saadeti, ulusun ilerisi mevzu u bahisdir. Cinsî vazifelerini tabiî yolda idare edecek bir ferd, şahsını, ailesini, evlâdını, nihayet bulunduğu cemiyeti, sevdiği ulusu koruyacaktır,
Ulusunun korunması, sıhhat ve zindeliğinin korunması ile kabildir. Çalışmadan mahrum veya çalışma Kabiliyeti nakıs uluslar, diğerinin esiri olarak yaşamağa mahkûmdur.
Hayat, esasen bir çalışmadır. Bir sinek dahi, ölmemek için çabalar. Çalışmayı azaltacak her türlü kusur, bir kabahatdir.
Bu kabahati yapmamak için çocuklarımızın fiziyolojik cinsî yetişme anlarında, zührevî hastalıklardan bahsedilme zarureti, bir ihtiyaç şekline girmiştir.
Hiç bir zaman ayıp hastalıklar telakkisinin doğru olmayacağı esasını, kabul ettirmiştir. Çocuklara, hıfzıssıhha derslerinde, bulaşıcı hastalıklardan korunma çareleri gösterilirken, nasıl ki; uyuzdan, saç kırandan, Kızamıktan, anjinden, gripden, tüberkülozdan bahsediliyor ve ayıp sayılmıyorsa, aynı derece ve şekilde sirayeti görülebilecek olan zührevî hastalıklardan konuşma ayıp addedilmeyecek ve frenginin de, zührevî namı altında ayıp bir hastalık gibi görünmesinin katiyen doğru olmayacağı teslim edilecektir.
( Moutaigne ) nin, en son Paris İçtimaî hıfzıssıhha kongresinde söylediği şu cümle ne kadar doğrudur:
(Yaşamamızın yolu, bize çağımız geçtikten sonra öğretilirse, mektebli çocuklarımızın bir kısmı (Aristote) un, itidal devresine çıkmadan evvel, frengiye yakalanır.) Şimdi hayat bilgisini öğretmek, neden ayıp olsun?
Tabiatın geçici ve mikroplu bir hastalık olarak ortaya döktüğü, ve her bir uzvumuzu diğer geçici hastalıklar gibi pençesine aldığı bir maraz, niçin ayıp görülsün ?
Frenginin diğer geçici hastalıklardan fazla olarak, evlâda geçme fenalıkları var. Bunları, evlatlarımıza, söylemek ayıp değil, söylememek en büyük kusur, kabahat, hatta cürümdür;
Anlatmamak, müstakbelin ana ve babalarına, bu hastalıkların insanlar için olduğunu bildirmemek, yarınki, yavrularımızı bilgi sahibi kılmaktan, hazırlamaktan, gürbüz evlâd yetiştirme terbiyelerinden uzaklaştırmak demektir.
Fennî, ahlâkî, cinsî terbiye derslerinde, mürebbiyelerin fennî, pedagojik esaslara göre hazırlanması, zührevî hastalıklar hakkında, gençlerimizin sıhhî, sosyal sağlık bilgisinde, geçici hastalıklar arasında frengiyi, belsoğukluğunu öğrenmesi lâzımdır, ve hayat için esaslı şartlar sırasındadır,
İşte hastalığın sönmemesi, gizli tutulmasından, önüne geçilmemesi, bir çok memleketlerde ayıp addedilmesinden ve nihayet bilgisizliğimizdendir.
Frengililer, hem şahsını, hem yanındakileri korumak için tedavi olmalıdır.
Frengi, tedavisi muhakkak hastalıklar sırasına geçmiştir. İkinci defa hastalığa uğrayanlar, birinci hastalıklarının, iyi olduklarını bildirirler.
Dünyanın hiç bir memleketi sağlık ve her nevi geçici hastalıklar için, memleketimiz kadar parasız tedavi yurtları açmamıştır.
Soysal mücadelelerde, en ön sıralarda yürüdüğü muhakkak bulunan sağlık bakanlığımız, memleketimizin en ücra köşelerine kadar, frengi ve soysal felâket savaşı için yetiştirdiği kıymetli mütehassıslarla, bu hastalıkların sönmesi için senelerden beri, şiddetli, bir savaştadır. Mükâfatı meyvaları da, kat’î görülmektedir.
Büyük şehirlerde, birçok dispanserlerimiz, hastanelerimiz her suretle yetişmiş mütehassıslarla parasız olarak bu hastalığın facialarını durdurmakla uğraşmaktadır.
İşte; frengiye [AİDS] yakalanan her ferdin ayıp demeyerek tedavi olması, kendisi için, çocukları için, ana ve babası için, bulunduğu cemiyet için, nihayet ulusu için bir namus borcudur.
Hastalığa yakalanmamak, tabiatın bize verdiği ve ancak bekamıza hizmet ettirdiği bir uzvun sakatlanmamasını temine gayret eylemek, en mühim vazifemizdir. Yakalandığı veya şüphe ettiği takdirde, utanmamalı, ayıp dememeli, bu müesseselere derhal uğramalı, ve hastalığını anlamalı, ve icabında tedavi olmalıdır.
Bunun için de, bu hastalıkların ne olduğunu bilmemiz, nasıl korunmak lâzım geldiğini, küçük yaştan itibaren öğrenmemiz gerektir. Tabiatta ayıp hastalık yoktur. Utanmamız, bilgisizliğimizin bir ilânı, bir nişanesidir.

Kaynak: Prof. Dr. HULUSİ BEHÇET Tarafından 15-Şubat-1935 De İstanbul Radyosunda Verilen Konferans, İ. Belediyesi Basımeevi-1935, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar