Print Friendly and PDF

EKONOMİDE KURTULUŞ SAVAŞI



M. KEMAL CABIOĞLU
Türkiye’de Birlik Hareketi
M. KEMAL CABIOĞLU :
1925 yılında Isparta ilinin Senirkent ilçesinde dünyaya gelmiştir. 1937’de Senirkent İlkokulu’ndan mezun olmuş, ailesinin izin vermemesi üzerine tahsihayatına üç yıl ara verdikten sonra Yalvaç Ortaokulu’na kaydolmuş ve 1943’de mezun olmuştur. 1946’da Afyon Lisesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne kaydolmuştur. Orada Prof. Dr. Gerhard Kessler, Prof. Neumark, Prof. Aleksandr Rostov gibi o dönemin ünlü hocalarından dersler almıştır. 1951 yılında fakülteden mezun olduktan sonra Senirkent’e dönmüştür. Kendini genç yaşta Anadolu’nun kalkınması davasına adamış olan yazarımız, daha sonra uzun süre başbakanlık danışmanlığı yapmış, Türk sanayisinin ve ekonomisinin önemli destekçilerinden ve savunucularından biri olarak hayat sürmüştür. Elinizdeki kitap, yazarımızın bu amaçla sürdürdüğü çalışmalarını, görüş ve değerlendirmelerini içermektedir.
Duyulmayan çığlık ve Türkiye’de Birlik Hareketi
Sayın Kemal Cabıoğlu ömrünü ülkemiz ve Türk milletine adamış, kamuoyu nezdinde fazlaca bilinmeyen sessiz kahramanlardandır. Onun övünmeğe ve övülmeğe ihtiyacı yoktur. Ülkenin her geçen gün karanlıklaşan gidişatını konuşmak, çareler aramak üzere davet ettiği bir dostu “ Pazar günleri torunlarımı seviyorum, gelemem” dediği için çok üzülmüştü. Telefonda konuştuğu ve ne yapıyorsun diye sorduğu dostundan “Yazlıkta çimleri suluyorum” cevabı aldığında: “Vah! Vah! Vah! Memleket bu haldeyken” deyip hayıflanıyordu.
“Geri kalmış toplumlar meselelerine doğru teşhis koyamazlarmış. Doğru teşhis koysalar bile öncelik sırasına koyamazlarmış” sözünü sık sık tekrarlar ve 300 yıldır aklımızı başımıza alamayışımıza yanar.
Batılıların “Üretmekten vazgeçin. Siz yatın biz satalım. Ucuza veririz” anlayışını kavrayamayanlara, yine Batılı’nın uzmanlık alanı olan “Akı kara, karayı ak gösterme, kendi çıkarına olan değişiklikleri karşısındakinin çıkarlarına uygunmuş gibi gösterme” çabalarını bir türlü doğru okuyamayan yönetimlere Kemal Cabıoğlu sürekli isyan halindedir.
Elinizdeki kitap ekonomi alanındaki sancılarımıza Kemal Cabıoğlu’nun attığı bir çığlıktır. The Economist dergisi 1927 yılında şu tavsiyelerde bulunuyor. “KİT’ler sosyal amaçlı gereksiz kuruluşlardır. Türkiye’nin millî kalkınma hamlesi gereksiz ve yersizdir. Türkiye inatçı gururunu bir kenara bırakıp Buğday, arpa ve sebze yetiştirmelidir.”

İbrahim OKUR: Sayın Cabıoğlu, yıllardan beri “Ekonomide Kurtuluş Savaşı” deyimini sizden işitiyoruz. Son olarak bu deyim, kitabınızın adı oldu. Sizce bütün bunların özel bir anlamı  var mı?
M.Kemal CABIOĞLU: Her şeyi en baştan anlatayım da özel bir anlamı var mı yok mu, okuyucular karar versin. 1925 yılında Senirkent’te dünyaya geldim. İlkokulu Senirkent İlkokulu’nda okudum. Yalvaç’ta Ortaokulu, Afyon’da Liseyi okudum. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ne kaydoldum.  Duvarları nemli olan Fatih Medresesinin Haliç’e bakan cephesindeki Medrese Yurdunda kalıyorduk. Kızılay’ın verdiği yemekle idare ediyorduk. Bazı arkadaşlar taslarını yemek dağıtanlara uzatırken “Suyundan biraz fazla olsun ki, ekmek katığı yapalım” diyordu. O şartlar altında okurken millete hizmet aşkından başka düşüncemiz yoktu.
1946-1950 döneminde, Türkiye değişik fikir akımlarına sahne oldu. Kendilerini sol hareketin öncüleri olarak gören gençlerin önem verdikleri nokta halklara siyasi özgürlük hareketiydi. Bu kişilere göre 1946’da uygulanan demokrasi gerçek demokrasi değildi. Şekilden ibaretti. Eksiksiz ve tam demokrasi ancak halklara özgürlük verilmesiyle olurdu. “Halklara özgürlük verildiği taktirde, Türkiye gelişmiş ülkeler arasına katılır” deniliyordu.  O dönem ülke kalkınmasında Yugoslavya, Rusya ve Çin’de Mao hareketini örnek gösteren bir zihniyet vardı.  Yugoslavya örneği ısrarla tekrarlanırdı.
Özgürlük hareketi veya Yugoslavya Modeli Türk milletini bölmeye ve parçalamaya yönelik bir hareket idi. Esefle ifade ediyorum ki günümüzde bölücülük hareketi devam ediyor. Çünkü bölücüler ve bir kısım siyasîler, halklara özgürlük verilirse  ekonomide kalkınma olur fikrini savunmaktadırlar.
O günlerde Bekir Berk’in çıkardığı Türk Yolu dergisinde “Köy Yolu” başlıklı yazım çıktı. Bu yazıda köylümüzün fakirliğinden ve köy kalkınmasından söz ediyordum. Bunu “Vatan İçin Partisi” Başkanı Hikmet Kıvılcımlı okumuş. Kemal Cabioğlu’nun halklara özgürlükçülerle beraber çalışacağını düşünmüş.
Metin Ören isimli arkadaş bizi, iş bulmak vaadiyle Hikmet Kıvılcımlı’ya götürdü. Kıvılcımlı yazımı beğendiğini ifade ederek bize çıkaracakları mecmuada çalışmamızı teklif etti. Mecmuada çalışacağız ve hayal ettiğimizin üstünde para verecekler. Rahat tahsil yapma imkânı bulacağız.
Hikmet Kıvılcımlı çıkaracakları dergide savunacakları fikirleri anlatmaya başladı. Halklara özgürlüklerden söz etti. Bu söze itiraz ettim. “Türkiye’de tek Türk halkı var, nereden çıktı halklar, Çerkez, Arnavut, Boşnak ve kendini Kürt sayan Kürtler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşladırlar” dedim. Beraber gittiğimiz Cahit Çakmak da beni destekledi:
-Bizim aile Arnavutluktan geldi. Arnavutlukta bizim aileye Türk derlerdi. İstanbul’a geldik Arnavut olduk”.
Devletin ismi Türk Devletidir diyerek görüşmeyi terk ettik. Bölücülerin hedefinin Türkleri tarih sahnesinden silmek olduğu anlaşıldı. Bu olaydan sonra mücadele için birçok toplantı yaptık. Türk Gençlik Teşkilatı’nın kurulması kararını aldık.
Kalkınma bahanesiyle böyle bölücü hareketlere seyirci kalındığında, bölücüler tarafından ekilen tohumlar, on-on beş yıl sonra acı meyveler verecektir. Halklara özgürlük hareketi Türkiye’nin başına bela açacaktır.
Bölücü harekete bir kuruluş tarafından “Dur!” ihtarı çekilmeliydi.
Bu akıma karşı bizim de ülke kalkınması konusunda idealimizin olması gerekiyordu. Bu idealimizi gerçekleştirmek için çareler aradık.
OKUR: Bazıları  gibi, ülke meselelerine ilgisiz kalmadınız ve toplumu kalkındırma  çabası gösterdiniz öyle mi?
CABIOĞLU: Evet. Bizim toplum kalkınması konusundaki çalışmalarımız Cumhuriyet dönemi iktisat tarihçilerini ilgilendirir. Benim Senirkent’e dönüşüm, Anadolu köylerinin kalkındırılması ideolojisine olan bağlılığım ve ettiğim yemin çerçevesinde oldu. 1947 yılında, Afyon’da, Senirkentli öğrencilerin ağırlıkta olduğu KÖY YOLU DERNEĞİ’ni kurduk. Kuruluştan bir hafta sonra alınan ikinci bir kararla beni derneğin Başkanlığına seçtiler. Kurucuları: Metin Ören, Osman Tortoğlu, Necati Ergindoğan, Yahya Oğuz, Süleyman Oğuz, Kemal Özdemir, Nuri Tortop, Faruk Akkülah, İsmet Örmeci, Yusuf Uysal ve ben, Kemal Uysal (Cabıoğlu).  Bu teşkilat, o dönemin ses getiren bir kuruluşu oldu. Beni toplum hayatına hazırlayan, bu cemiyette kazandığım tecrübeler oldu.
İktisat Fakültesi’nde birinci sınıf öğrencisiyken sınıfta hocamız Prof. Gerhard Kessler’e, Hocam, 30 milyon nüfusun yüzde 70’i köylü, köylü de yılın 4 ayı çalışıyor 8 ay yatıyor; bu 8 ay içinde yaşanan hayatı kalkınma enerjisine nasıl dönüştüreceğiz?” diye sormuştum. Bu sorum üzerine hocam, “Bana bu soruyu bakanlar bile sormadı.” diye cevap vermişti. Sorumdan o kadar memnun oldu ki, beni asistanı ilan etti ve her gün yanıma gelerek sırtımı sıvazlardı. İnsanın bir davası olunca kime ne soracağını da kararlaştırabiliyor.
Bize göre, Türkiye’nin kalkınması demek Anadolu’nun kalkınması demekti ve bunun için de köyün kalkınması gerekiyordu. Buna “aşağıdan yukarıya kalkınma” diyorduk.
Tarım Kentleri Projesini ortaya atmıştık. O yıllarda 40 bin olan köy sayısını 10 bine indirecek şekilde, merkezi köyler tasarlıyorduk. Kendimizi köye o kadar adamıştık ki, yatıp kalkıp Türk köylüsünü düşünüyorduk.
 OKUR-Kalkınma konusunda ilham kaynağınız ne oldu?
CABIOĞLU-Dr. Tahsin Tola’nın gayret ve çalışmaları oldu. Kendisi hepimize örnek olmuş, çok gayretli bir şahsiyetti. Senirkentliydi. Yaşı bizden epey büyüktü. Tıp fakültesinden mezun olmuş mecburi hizmetini takiben, savaş şartlarında uzun yıllar askerlik yapmıştı.
Terhis olunca Senirkent’e dönmüş ve mesleğinin yanında kasabada dokumacılık ve halıcılık sektörüne önderlik etmeye başlamıştı.
OKUR-Peki az önce sözünü ettiğiniz Prof. Kessler kimdir?
CABIOĞLU- Prof .Kesler Hitler döneminde Türkiye’ye gelmiş ekonomi bilginidir. İstanbul İktisat Fakültesinde öğretim üyesidir. 1951 yılında Almanya’ya dönerken Hürriyet Gazetesi muhabiri soruyor;
-Türkiye’de 10 yıldan fazla kaldınız, bu süre içinde sizde iz bırakan bir olay var mı?
Kessler’in cevabı:-Senirkent olayı.
-Nedir Senirkent olayı?
-Eekonomide aşağıdan yukarıya kalkınma hareketidir. Toplumun devletin desteğini beklemeden kalkınma hareketine katılmasıdır. Dr. Tahsin Tola Senirkentlileri ülke kalkınmasında örgütlüyor. Devletin yardımı olmadan ekonomide kalkınma hareketi yaparak fertlere iş buluyor. Yine devletin katkısı olmadan okul, talebe yurtları yaptırıyor.
OKUR: Açar mısınız bu Senirkent olayını?
CABIOĞLU: Isparta’nın Senirkent ilçesi Tarım geliriyle geçiniyordu. 3-4 ay çalışıyor, 8-9 ay işsizdi. Dr.Tahsin Tola önderlik ettiği Dokumacılar Kooperatifine neredeyse bütün Senirkentlileri üye yaptı. Ailelere çekme tezgah temin edildi. Artık Senirkentliler tarımla 3-4 ay uğraşırken 8-9 ay da dokuma tezgâhlarında çalışıyorlardı.
OKUR: Peki sonra?
CABIOĞLU: Kooperatif iplik fabrikası kurmuştu. Bina var, makine var işletme sermayesi yoktu. Bütün gücümle çalıştım, her kapıyı çaldım, işletme sermayesi sağladım ve fabrikayı üç vardiya çalıştırmaya başladık. Tam gaz çalışıyoruz ve kazanıyoruz.
Senirkent’te işsiz  kalmadı. Herkesin gözü üzerimizde. Tam bu ortamda, iktidardaki Demokrat Parti harekete geçti, kooperatifin yönetimini de, iplik fabrikasının yönetimini kendi adamlarına vermek istedi. Karşı çıktım. Sonunda olağanüstü kongreye gittik. Anadolu Kalkınma Hareketi adlı bir oluşum bütün gücünü ortaya koydu. Gazetelerde beni destekleyen yazılar çıktı. Prof. Ali Fuat Başgil, Prof. Fahrettin Fındıkoğlu, Prof. İbrahim Kafesoğlu, Prof. Dr. Remzi Oğuz Arık, Necip Fazıl, Nurettin Topçu Sait Bilgiç, Emin Bilgiç ve daha birçokları beni destekleyen yazılar yazdılar.
Kongrede hükümet güçleri kongre salonuna giren çıkanları denetlemeye kalkıştı. Kadın üyeler salona alınmak istenmedi.
OKUR: Kadın üyeler mi vardı?
CABIOĞLU: Evet kadın üyeler vardı. Bunlardan Feden Ana hayatım boyunca zihnimdeki yerini korumuştur. Deli Feden diye kasabada nam salmıştı. Yanına 20-30 kadar kadın almış salona geldi. Fakat kapıyı tutanlar içeri almak istemiyordu. Kavga dövüş salona girdi. Feden Ana ne işin var burada  dedim.
“-Rüyamda gördüm oğlum. Köpekler sene saldırıyodu. Hoşt deyip hepsini govaladım.
Köpeklere hoşt demeğe geldim.” Feden ana bir punduna getirip kürsüye çıktı. “Bizler çalı çırpı toplayıp satarak 30 kuruş para kazanır onunla geçinmeye çalışırdık; Kara Melek Tahsin Tola geldi, ipek evlâdımız Kemal geldi, onların sayesinde şu nasırlı ellerimiz mor binlikler gördü”, diye bağırdı. Omuzuna astığı iki kozalağı gösterip “Sizin erkekliğiniz karga yumurtasıysa benim erkekliğim kaz yumurtası. Kemal’i size harcatmayız. Siz kim oluyorsunuz?” diye bağırdı. Feden Ana milleti hem ağlattı hem güldürdü.
Sonunda anladılar ki, çoğunluk benden yana. Menfaatçiler sus pus olup çekildiler. Bu olaydan sonra hocam Gerhard Kessler, bana destek olmak üzere Senirkent’e gelip konferans verdi. Benim ona yıllar önce sorduğum soruyu tekrarlayarak söze başladı ve ardından konuşması boyunca sorunun cevabını açıkladı. Senirkentlilere “sekiz ayı kalkınma enerjisine çevirmeyi siz gerçekleştirdiniz”, dedi.
OKUR: Buna kalkınma yolunda halkın zaferi diyebilir miyiz?
CABIOĞLU: Elbette. Halk hareketi baskıları kırabiliyor. Ben bu halk hareketinin Feden Ana’ sı, Dr. Tahsin Tola’sı olabilir miyim, diye düşünüyorum. Yani Feden Ana’nın, Dr. Tahsin Tola’nın bana verdiği desteği sonraki kuşaklara vererek Feden Ana’ya, bu vatan uğruna şehit olanlara olan borcumu ödeyebilir miyim, diye çalışıyorum.
OKUR: Tarım Kentleri’nin akıbetini merak ediyorum.
CABIOĞLU: Tarım Kentlerini mükemmel bir proje haline getirdik. MHP sahip çıktı. Daha sonra Merhum Ecevit’ Köy Kent şeklinde benzer düşünceleri ifade etti.
OKUR- Milliyetçi görüşte olan aydın kesim Tarım Kentleri fikrini ve Ekonomide Kurtuluş Savaşı düşüncesini nasıl benimsedi?
CABIOĞLU- Kessler benim savunduğum ülke kalkınmasıyla ilgili fikirlerimi Prof. Dr. Orhan Tuna ve  Prof. Dr. Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu’na anlatmış. Kesler’le beraber Fındıkoğlu beni odasına çağırdı. Ülke kalkınmasıyla ilgili fikrimin kaynağını sordular. Hocalarıma Dr.Tahsin Tola’yı anlattım. Köye Doğru Derneğini ve Türk Gençlik Teşkilatını arz ettim. Sonra Kessler’le beraber Senirkent’e gittik. Dr.Tahsin Tola’yı tanıdı. Yaptığı işleri gördü. Fındıkoğlu Senirkent’e geldi. “Anadolu İstanbul’u Çağırıyor” başlıklı risaleyi kaleme aldı.
Ayrıca Abdülaziz Efendi,  Zeyrek’teki  vaazında “Halka hizmet hakka hizmettir” hadisi şerifinden söz ederek Cuma hutbesinde Dr. Tahsin Tola hareketini övdü. Dr. Tahsin Tola’nın rehber olduğu Ekonomide Kalkınma Programında Senirkent olayı devlet ve millet konularında duyarlı ilim ve dava adamları için örnek oldu.
OKUR-Sonra neler oldu?
CABIOĞLU - Milletvekili seçilen Dr. Tahsin Tola. Dr. İrfan Aksu, Sait Bilgiç, Remzi Oğuz Arık Ekonomide Kurtuluş Savaşı hareketini Milliyetçiler Derneği’nin görüşü olarak TBMM’de savunacaklardı.O günlerde ülkemizde Barış İçinde Bölme Politikalarının uygulanması için dış güçler tarafından örtülü savaşın bütün türleri sergilendi. Milliyetçiler derneği bölücü iç ve dış merkezler tarafından yalan yanlış propagandalarla suçlandı. Ne mutlu Türk’üm diyene ilkesini savunan Milliyetçiler Derneği’nin ırkçı olduğu, dine dayalı devlet kuracağı yalanları yayıldı. Demokrat Parti Milliyetçiler derneğini ırkçılık ve dine dayalı devlet kurma suçları ile kapattı. Ayrıca derneğin önderlerinden Isparta milletvekili olan Dr. Tahsin Tola, Dr. İrfan Aksu ve Sait Bilgiç’i partiden ihraç etti.
OKUR:- Demokrat Parti Milliyetçiler derneğini kapatmakla ve Isparta milletvekillerini ihraç etmekle Tarım Kentleri Projesi gündemden kalktı mı?
CABIOĞLU- 2.Dünya Savaşı sonraları 1945’lerde Amerika Brethon Wodys anlaşmaları ile dünya ekonomik yapılanmasında öncü oldu. Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası, Dünya Ticaret Anlaşmaları, dünya gümrük anlaşmaları ile küresel ekonomi yapısı oluştu. Yarım asır boyunca iktidarda olanlar Küresel sistem içinde millî çıkarlara dayalı bir ekonomi politikası izleyemediler. Mazeretleri de şu oldu: “Küresel sistem içinde bağımsız bir politika izlenemez, Küresel isteme uyma zorunluluğu var”.  O zorunluluğun Türkiye’yi getirdiği durumu bugün görüyoruz. Tabii buna razı olacak değiliz. Üzerimize düşen sorumlulukları yerine getireceğiz. Elinizdeki kitap bunun için hazırlanmıştır.
OKUR- Teşekkür ederim.
**
M. KEMAL CABIOĞLU- EKONOMİDE KURTULUŞ SAVAŞI İSİMLİ ESERDEN ALINTILAR
1. Bölücüler Ekonomiyi zehirliyor
Bölücü dış ve iç merkezlerin umutları kırılmalı ve yok edilmelidir. Yerel yönetim tasarısını hazırlayan kadrolar gafleten bölücülerin umutlarını artırmıştır.
Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından onaylanmayan Yerel Yönetim Yasa Tasarıları, IMF’nin Yugoslavya’nın parçalanmasında kullandığı tasarıların bir benzeridir.
2.  Küresel Ekonomi sisteminin, IMF ve Dünya Bankası’nın hayal ettiği dünya, ulus devletlerin tahribatına ve şehir devletlerin oluşturulmasına yöneliktir.
Hikmet Bayur, Sait Halim Paşa hükümeti tarafından alınan, yerel yönetim ile ilgili kararların, Osmanlı devletinin bölünmesini ifade eden Sevr’in temellerini 1913’lerde attığına işaret ediyor[i].  Sadrazam Sait Halim Paşa’nın kararnamesi ile günümüzdeki iktidarın yerel yönetim tasarısında tam benzerlik var.
1800–1919 Dönemi’ndeki Osmanlı devletini yıkılışa sürükleyen Tanzimatçılarla, 1990–2005 döneminde Sevr’i ve Lozan’ı gündeme taşıyan demokrat ve özgürlükçülerin benzerliklerinden biri de yerel yönetim tasarılarıdır. Bu tasarıyı Cumhurbaşkanı veto etmiştir. Ülke kalkınması bahane edilerek bölücülere kapı açılması kabul edilemez. Kamu kuruluşlarına siyasi düşüncelerle ehliyetsiz ve şahsi çıkar hesabı güdenlere görev verildiğinde o kamu kuruluşları zarar eder. Ayrıca bazı kamu kuruluşlarında kâr hesabı yapılmaz.
Cumhuriyet’in, hasta adam görüntüsünden kurtulması ve ülke kalkınmasına kapı açılması için, bölücü dış ve iç merkezlerin umutlarının, kesin olarak kırılması gerekir.
20.06.1913’de, Osmanlı hükümeti tarafından çıkarılan yerel yönetim ile ilgili kararnamelerle,  AKP tarafından çıkarılan, Yerel Yönetim ve Özel İdare taslaklarında benzerlik görülüyor. Bu benzerlik, hayra alâmet değildir. Benzerlik, bölücüleri umutlandırıyor.
Bölücü dış merkezlerin, Türkler hakkında plânları, asırlar geçse de değişmiyor. Sadrazam Sait Halim Paşa’nın yerel yönetimle ilgili kararnamesi dış güçlerin etkisiyle olmuştur. Günümüzde, devletin elini kolunu bağlayan uyum kanunları, Avrupa Birliği’nin dayatması ile çıkarıldı.
Sadrazam Sait Halim Paşa’nın, 20.06.1913’te Avrupa devletlerinin büyükelçilerine yollamış olduğu kararnamenin bazı maddeler şöyledir[ii]:
Madde 1- Geçici vilayet kanunlarına göre vilayet meclislerine, mahallî işler için karar alma, yetkisi verilmiştir. Vilayetlerin, ayrıca bütçeleri olacaktır. Memurların görev ve yetkileri genişletilmiştir.
Madde 9- Bu kararname ve vilayet merkezlerine, ziraat için de geniş ölçüde borçlanmak imkânı, sağlamıştır.
Madde 10- Fransız Bompart Paşa’nın başkanlığı altında, her vilayete oraya ne kadar jandarma gerektiğini tespit etmek üzere, müfettişler yollanmıştır.
Madde 11- Yukarıda sözü geçen kanun ve nizamların tam yürürlükte olması için,  imparatorluk altı genel müfettişliğe ayrılmıştır. Anadolu Doğu Vilayetleri gibi önemli vilayetlerin başına, yabancı müfettişler geçirilecektir. Bunların buyruğu altında, jandarma, adliye ve ziraat işleri için, yabancı ve Osmanlı uzmanlar bulunacaktır.
Madde 12- Her nazırlık için (bakanlık) yabancı bir müsteşar ve bir müfettiş görevlendirilecektir ve bazı daireler için de, yabancı memurlar alınacaktır.
Madde 15- Genel müfettişlerin ve yabancı memurların getirilmesi için, gereken girişimlerde bulunulmuştur.
Diğer maddelerin yazılmasına lüzum görmüyorum.
1913’lerdeki, Sadrazam Sait Halim Paşa hükümeti tarafından alınan Yerel Yönetim kararları ile AKP iktidarının,  Şubat 2004’te TBMM’ne sunduğu, Yerel Yönetim taslakları arasında tam benzerlik var.
AKP döneminde de Sevr’e kapı aralayan yerel yönetim taslağını, kendi devlet adamlarımız hazırlıyor. Devletin ve milletin çıkarının burada olduğunu iddia ediyorlar. Millî mücadelede mandacılar kurtuluşu, İngiltere’ye, Fransa’ya veya Amerika Birleşik Devletleri’ne teslimiyette görüyorlardı. Benzerlik burada yatıyor.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tarafından Yerel Yönetim Raporu 1996’da hazırlanmıştır. Bu raporda TOBB’nin yerel yönetim ile ilgili görüşü şöyledir:
“Tarihi olaylar ve bazı gelişmeler incelendiğinde görülmelidir ki, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında ve hatta Cumhuriyet döneminde, merkezi otoritenin iç ve dış sebeplerle zayıflatıldığı anlarda, mahallî özerklikler bağımsızlığa yönelmiştir. Bu yöneliş, dış güçler tarafından desteklenmiştir.”
3.  Türkiye’yi 81 eyalete bölmek
Bölücülere umut veren her hareket, ülke kalkınmasına engel olur. Sayın Yıldırım Koç, yerel yönetim ile ilgili çok güzel bir araştırmada bulunmuştur. Araştırmanın başlığı şöyledir:
“Devleti yeniden yapılandırmak mı yoksa 81 eyalete bölmek mi?”
Bu araştırmada siyasilere ders verici, bir uyarı var:
“Merkezi idarenin görev ve yetkilerinin, yerel yönetimlere devredilmesi, mutlaka demokratikleşme, kaynakların daha verimli kullanımı, daha başarılı bir hizmet, israfın ve yolsuzluğun önlenmesi anlamına gelmiyor. Yerel yönetimlere fazla yetki ve güç devri ilk aşamada, üniter devlet yapısının zayıflatılmasına ve parçalanmasına, eyalet sistemine ve federal devletlere yol açıyor. İkinci aşamada ise küçük, zayıf ve bağımlı devletler ortaya çıkıyor.”
Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. B. A. Güler’in yerel yönetim taslakları üzerindeki çalışması, bir kısım siyasileri ve aydınları, gaflet ve dalalet uykusundan uyandıracak özelliktedir.
Özel idare ve belediyelerin mal ve gelirleri, devlet malı ve devlet alacağı hükmünde değildir. Belediye ve özel idare, bir çeşit şirket oluyor.
Belediye ve özel idareler, merkezi hükümetlerin hiçbir onayına ve iznine tabii olmadan eğitim, sağlık vs. gibi hizmetleri kendisi ihale ve imtiyaz yolları ile ya yapar, ya yaptırır.
Belediye ve özel idare meclislerine, merkezî hükümetin izni ve Danıştay’ın denetimi olmadan şirket kurmak, iştiraklerini özelleştirmek yetkisi verilmiştir.
Belediye ve özel idarelere bağlı İSKİ ve İETT gibi kuruluşlar, yetkili organların kararı ile borçlanabilir. Bu, iç ve dış borçlanma için geçerlidir.
Belediye ve özel idarelerin, merkezî idarenin izni olmadan içeriden ve dışarıdan borçlanması, göz ardı edilecek bir olay değildir. Gelecekte İstanbul’da, Diyarbakır’da, Batman’da, Mardin’de, belediye ve özel idareler İSKİ, İETT gibi kuruluşlar, dış finansman kuruluşlarına borçlanabilir. Kendi kendine bağımsız kararlar alabilirler. Aldıkları borçları, zamanla ödeyemez duruma düşebilirler. Böyle bir durumda, Düyunu Umumiye yeniden hortlatılmış olur. Alacaklı dış güçler alacaklarını kendisi almaya kalkışır. İllerimiz, kamu kuruluşlarımız, yabancı finans kurumlarına bağlanmış olur.
Bu konuyu özetliyorum:
Şirket kurmak, özelleştirmek, ihalecilik, imtiyazcılık, kamu topraklarının özel mülkiyete devri, kurulacak olan yerel yönetim modelinin esasını teşkil etmektedir.
Ülke gündemini, küreselleşme propagandası işgal ediyor. Küreselleşme, şehir devletleri dönemi demektir. Çok hukuklu bir sisteme, kapı aralamaktır. AKP’nin yerel yönetim taslakları, şehir devletlerine davetiye çıkarmaktır. Türkiye için küreselleşme Sevr’in başka adıdır.  İngiltere, Fransa ve Almanya gibi devletlerin gündemlerinde, küreselleşme gibi bir konu yoktur.
Kamu yönetimi temel yasası bakanlıkların taşra teşkilatlarını ve teftiş kurullarını, ortadan kaldırıyor. Yetkileri özel idare ve belediyelere bırakıyor. Cumhurbaşkanı Sezer, bu taslakların, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tekil yapısını değiştireceği için,  veto etti. Tasarı halen TBMM’nde bulunuyor.
Özel idare ve belediyeler ile ilgili taslakları hazırlayan ekipler, ya Türkiye’de yaşamadı veya bölücü iç ve dış merkezlerin yerli işbirlikçileridirler veya henüz söylemedikleri bir şeyler var. Başkaca yorum yapamıyorum.
4. Bölücülere umut verildiğinde ekonomide gelişme olmaz.
Ailede nikah nasıl kutsalsa devletin kuruluşu ile ilgili ilkeler de kutsaldır. Her gün değiştirilmesi konuşulmaz. Değiştirilmeye kalkışıldığında o devletin kuruluşu tam olmuş değildir. Kuruluşu tamamlanmamış bir ülkenin ekonomisinde kalkınma olmaz. Kalkınma gemisi iskeleye bağlı kalır.
İdarî ve adlî cihazda tutukluk, bölücü iç ve dış merkezlerin iştahlarını kabartıyor. Kötü idare, vatandaşlarımızdaki yatırım aşkını söndürüyor. Devlet böyle idare edilirse, ekonomide beklenen gelişme olmaz.
12 Eylül 1980’den evvel kurtarılmış bölgeler vardı. Günümüzde kurtarılmış belediyeler ortaya çıktı. Diyarbakır Belediye Başkanı ve ilçe belediye başkanları hep birlikte, güvenlik güçleri ile çatışarak ölen teröristin ailesine, başsağlığına gidiyorlar. Bu olay, milletin gözü önünde oluyor. Bu alenen ve resmen, teröristleri desteklemek anlamındadır. Belediye Başkanı Osman Baydemir’in bu konu ile ilgili beyanı şöyle:
“Biz iki taraf arasında eşit mesafedeyiz. ”
Bir vatandaş dahi terörist ile devlet arasında eşit mesafe olamaz. Bu olayda belediye başkanları, devlete karşı isyan etmişlerdir. Bu olaya seyircilik devam ediyor.
Türk milleti bu olay karşısında Başbakan, İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanından şöyle yiğitçe bir ses ve hareket bekliyordu.
“Sen kim oluyorsun ki, iki tarafa da eşit mesafede olduğunu söyleyebiliyorsun? Sen kim oluyorsun da Avrupa Parlamentosu’na bölücü rapor verebiliyorsun?”
İçişleri Bakanı, yetkisine dayanarak, teröristlere destek olan belediye başkanlarını görevden almalıydı. Adliye cihazı da acilen devlete isyan eden bu adamları cezalandırmalıydı. Yetkili makamlar, bu olaya karşı halâ seyirci. Bu seyredilecek türden sıradan bir olay değildir. İdare ve adli cihaz seyirci, yetkili makamlar seyirci, seyircilik bölücüleri iyice umutlandırdı. Böyle bir ülkede, ekonomi canlanamaz…
12 Eylül’den evvelki kurtarılmış bölgelere, adalet ve idari cihazlar seyirci oldu. Böylece yetkili olup da seyirci olan kuruluşlar, 12 Eylül hareketini davet ettiler.
Güneydoğu’daki bazı belediye başkanları teröristlere sahip çıkıyor. Yetkili makamlarda bu olayları seyrediyor. Bölücüleri umutlandıracak hiçbir harekete izin verilmemelidir.
5.  Yerel Yönetim Tasarısını Hazırlayanlar,
Bölücülerin Umutlarını Artırmıştır.
Bölücü iç ve dış merkezlerin umutları kırılmalı ve yok edilmelidir. Yerel yönetim tasarısını hazırlayan kadrolar gafleten, bölücülerin umutlarını artırmıştır.
1913’lerde Sadrazam Sait Halim Paşa’nın kararnamesi ile günümüz iktidarın yerel yönetim tasarısında tam benzerlik var.
1800-1919 Dönemi’ndeki Osmanlı devletini yıkılışa sürükleyen Tanzimatçılarla, 1990-2005 Sevr’i ve Lozan’ı gündeme taşıyan demokrat ve özgürlükçülerin benzerliklerinden biri de yerel yönetim tasarılarıdır. Bu tasarıyı Cumhurbaşkanı veto etmiştir. Ülke kalkınması bahane edilerek bölücülere kapı açılması kabul edilemez. Kamu kuruluşlarına siyasî düşüncelerle ehliyetsiz ve şahsî çıkar hesabı güdenlere görev verildiğinde o kamu kuruluşları zarar eder. Ayrıca bazı kamu kuruluşlarında kar hesabı yapılmaz.
Cumhuriyetin, hasta adam görüntüsünden kurtulması ve ülke kalkınmasına kapı açılması için, bölücü iç ve dış merkezlerin umutlarının, kesin olarak kırılması gerekir.
20. 06. 1913de, Osmanlı hükümeti tarafından çıkarılan yerel yönetim ile ilgili kararnameler, günümüzde, AKP tarafından çıkarılan, Yerel Yönetim ve Özel İdare taslaklarında benzerlik görülüyor. Bu benzerlik, hayra alamet değildir. Benzerlik bölücüleri umutlandırıyor.
Bölücü dış merkezlerin, Türkler hakkında plânları, asırlar geçse de değişmiyor. Sadrazam Sait Halim Paşa’nın yerel yönetim ile ilgili kararnamesi dış güçlerin etkisi ile olmuştur. Günümüzde, devletin elini kolunu bağlayan uyum kuralları, Avrupa Birliği’nin dayatması ile çıkarıldı.
6. ABD Eski Büyükelçisi Abramovich’in Türkiye ile ilgili görüşü şöyledir[iii]:
“Türkiye’nin değişeceği (bölüneceği) kesin. Ama ne zaman veya nasıl değişeceği (bölüneceği), belli değil. Türkiye ya değişecektir veya değiştirilecektir.”
2- Genel olarak, gelişmekte olan ülkelerde ekonomiden sorumlu kişiler, küresel ekonomide söz sahibi olan devletlerde yetişiyor ve yetiştiriliyor. Turgut Özal, Kemal Derviş ve Mehmet Şimşek, küresel ekonomide söz sahibi ülkelerde eğitim almışlardır. Bu kadrolar, küresel ekonomi dışında bir yol izlendiği takdirde bunun ülke ekonomisi için felaket olacağı düşüncesindedirler. Bu görüşü aşmak kolay değil. Fakat kararlı siyasi iktidarlar bu görüşün üstesinden geldiler. Örnek olarak Finlandiya, Güney Kore ve hatta Çin’i gösterebiliriz.

[i] Bayur’un Cumhuriyet yayınlarından çıkan, 2. Balkan Savaşı adlı kitabından
[ii] Ord. Prof. Hikmet Bayur, İkinci Balkan Savaşı, Cumhuriyet Yayınları sayfa 70
[iii] Prof. Dr. Ömer Aksu, Ayyıldız Gazetesi


Lozan Antlaşması’nın yapılmasından 4 ay önce İzmir İktisat Kongresi’nde ekonomi konusunda alınan kararlar, ekonomide bağımsız politikalar takip edebilen örnek devletlerin kararlarıyla bire bir uyuşuyor.
Türkiye’nin ekonomide bağımsız olabilmesi için küresel ekonomi içinde bağımsız bir politika izlemekten başka bir yol göremiyorum. Bu fikrim yanlış anlaşılmasın. Küresel ekonomi sistemi içinde ekonomide bağımsız bir politika izlemek mümkündür. Örnek olarak Finlandiya ve Güney Kore’yi ve hatta Çin’i gösterebiliriz. Bu devletler küresel sistem içinde bağımsız bir ekonomi politika uygulamışlar ve ekonomilerini kendileri yönetir hale gelmişlerdir.
Bu devletler bir tarihlerde gelişmekte olan ülkeler sınıfında idiler. Küresel ekonomi sistemi içinde bağımsız bir politikası izlediler ve gelişmiş ülkeler safında yer aldılar. Evvela şu hususu belirtelim: Türkiye, varlığını korumak için ekonomide bağımsız olmaya ve bağımsız davranmaya mahkûmdur.
18.1. Kuzeyde bir refah ülkesi: Finlandiya
Burada yukarıda belirttiğim ülkelerin müşterek olarak uyguladıkları iki yoldan bahsedeceğim. Örnek olarak önce Finlandiya’yı ele alalım. Finlandiya modelinin ana hatları şöyle ifade edilebilir:
1-Doğru hedefin tespiti için bilim ve teknolojiyi rehber edindi.
2- Araştırma ve geliştirmeye büyük pay ayırdı.
3- Kendi gücüne güvendi.
4- Yabancıların desteğine ve önerilerine bel
bağlamadı.
5- Metal ve elektronik sanayilerine ağırlık verdi.
6- Karma ekonomi sistemi uyguladı. Ülkemizde olduğunun aksine, devlet işletmeleri uluslararası kuruluşlara satılmıyor.
7- Kendi coğrafi gerçeklerinden hareket etti.
8- Lüks tüketim mallarına çok yüksek vergi koydu.
9- Ekonomiden başka bir konu devletin birinci gündem maddesi olmadı; kısır siyasî tartışmalardan uzak kalınarak, refah toplumu nasıl olunabileceğine bakıldı. 1919’da kabul edilen anayasa günümüze kadar hiç değişikliğe uğramadı.
5,2 milyon nüfuslu Finlandiya’da 1 milyon kişi başına 1580 bilimsel yayın düşmektedir. Araştırma-Geliştirme personeli olarak 79 bin kişi çalışmaktadır. Finlandiya, AR-GE’ye dünyada en fazla pay ayıran ilk üç ülkenin arasında yer alıyor. Yani milli gelirinin yüzde 3,5′i. 2005 ihracatının yüzde 21,5′i yüksek teknoloji ürünleri oluşturmaktadır. İthalâtının ize yüzde 15′i. AB’nin Çevre Programı’ndan aldığı proje payı 298 milyon Avro’dur. Katıldığı proje sayısı 862′dir. Dünyanın en büyük teknoloji ödülü Finlandiya’ya verildi. Finlandiya müthiş bir siyasî iradeye, müthiş bir yönetim kadrosuna, iyi işleyen bir sisteme sahip. Finlandiya ne Marshall Yardımı aldı ne de ülke ekonomisini dünyadan akacak dış sermayeye bağladı. Günümüzde kalkınma tamamen akıl ve bilim işi[i].
Finlandiya’nın güçlü bir ekonomik yönetime sahip olmasından gelen ünü, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki dönemde yabancı borçlarını ödemesine ve İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Marshall yardımı almadan yeniden yapılanmasına dayanmaktadır.
Çok fazla bir doğal kaynağı bulunmayan, yılın büyük bölümünü karlar ve buzlar altında geçiren Finlandiya, makûs talihini bilgi ve teknolojiye yatırım yaparak, insanlarının eğitim düzeyini mükemmel seviyeye yükselterek yenmiştir.
Eskiden büyük çapta tarım ve ormancılığa dayalı Fin ekonomisi, son on yılda radikal bir yapısal değişikliğe uğramış ve yerini değişken ve modern bir sanayi sektörüne bırakmıştır. Ülke ihracatının yüzde 85′ini sanayi ürünleri oluşturmaktadır. En önemli sanayi dalı, ülke üretiminin ve ihracatının yarısına tekabül eden metal ve elektronik sanayidir.
Nüfusu 5 milyon 211 bin, yani İstanbul’un nüfusunun yarısından bile azdır. Buna karşılık işgücü  2,6 milyondur. Yani yaşayanların yarısı üretiyor. Türkiye nüfusu ise yaklaşık 75 milyon, işgücü sayısı ise 25 milyon. Yani Türkiye’de yaşayanların 3′te biri üretiyor, 3′te ikisi üretmeden tüketiyor.
Finlandiya, bugün devlet iştirakinin yüzde 25 oranında olduğu bir karma ekonomi sistemini benimsemiştir.
Tarıma uygun toprakları genel arazi içinde sadece yüzde 8 olmasına rağmen Finlandiya,  ziraî bakımdan kendisini besleyen bir devlettir. Küçük aile çiftlikleri, tarımın temelini teşkil eder.
Finlandiya endüstrisi, ülke ihtiyacını karşılayacak şekilde çalışmaktadır.
“Göller ülkesi” olarak da anılan Finlandiya’da hidroelektrik enerjisi ülkenin ana enerji kaynağıdır.
Finlandiya dünya siyaseti açısından herhangi bir stratejik değeri bulunmayan, arazisinin yüzde 76′sı ormanlarla kaplı, yeraltı kaynakları bakımından fakir bir devlettir. Ancak 337 bin km2‘lik yüzölçümüyle Finlandiya, Türkiye’nin yarısından daha küçüktür ama Finlandiya’da kişi başına düşen yıllık gelir 2006 itibariyle 40 bin 500 dolar, Türkiye’de ise 5 bin 200 dolardır. Türkiye dünya genelinde refah seviyesinde 69. sırada yer almakta, Finlandiya ise dünya sıralamasında 10. sıradadır.
Yüksek refah seviyesine rağmen Finlandiya’da, gıda ve buna benzer tüketim malları satışında yüzde 17 Katma Değer Vergisi tahsil edilirken lüks tüketim mallarının satışında yüzde 22 Katma Değer Vergisi tahsil edilmektedir.
1919 yılında kabul edilen Fin Anayasası bugüne kadar önemli bir değişiklik yapılmadan uygulanmaya devam etmiştir. Yani kısır siyasi tartışmalardan uzak kalınıp, refah toplumu olunmaya bakılmıştır.
18.2. Güney Kore gelişmiş ülkelerin arasında nasıl yer aldı?
1- 1965 yılında iktidara gelen Park Chung Hee, Güney Kore’nin kalkınması için bir yol aradı. G. Kore’nin bir tarafında Çin, diğer tarafında Japonya var. Eğer günü kurtarma politikaları izlerse bir gün Japonya’nın ya da Çin’in sömürgesi olacaktır. Güney Kore yetkilileri “Ne yapacaksak yapalım ve iki dev tarafından yutulmaktan kurtulalım” dediler.
Türkiye ise yarım asır boyu SSCB ile ABD arasında kaldı. Güney Kore gibi kendi ayakları üzerinde durmak yerine, ABD’ye yaslanmayı tercih etti. Sonuç ortada. Hem ekonomik açıdan hem de siyasi açıdan dışarıya bağımlı bir Türkiye ortaya çıktı.
Ekonomide ve teknikte kazanılan başarıyı hiç bir güç yıkamaz. Eğer ABD gereken teknolojiye sahip olarak Japonya’ya atom bombasını atamasaydı, bugün dünyada söz sahibi olamazdı.
1964 sonrası yapılan seçimlerde iktidara gelen Park Chung Hee hükümeti, ihracata dayalı sanayileşmeyi gerçekleştirmek için reform hareketi başlattı.
1-Teşvik verilecek sektörler belirlendi. Bu sektörlere düşük faiz uygulandı.
2-Mevduat faiz oranlarının tavanları tespit edildi.
3-Devlet sanayiyi teşvik için özel olarak banka kurdu.
4-Devlet pazarlama şirketleri kurdu.
5-Kamu ve özel kesim arasında bilgi alışverişi yapıldı ve köprü kuruldu.
6-İhracatçılara hammadde ithalatında kolaylıklar sağlandı, kısıtlamalar kaldırıldı. Ek teşvikler yapıldı.
7-Ara malı ve makina üreten sanayi kollarına yoğun teşvikler yapıldı.
8-Tarım, liberal politikanın dışında tutuldu.
Güney Kore, tarımın liberal politikanın dışında tutulması gerektiğini daha 1964’lerde uygularken Türkiye ise halen AB’nin bu konudaki dayatmalarını uygulamaya koymakla meşgul.
18.3. Kore Toplumu Kalkınmayı Hedef Kabul Etti.
1966 yılında Kore Bilim ve Teknoloji Enstitüsü kuruldu. 1967′de Teknoloji Bakanlığı kuruldu. AR-GE’ye 1980 yılında ayrılan para, milli gelirin yüzde 0,9’u iken, 1999′da yüzde 2,5′e çıkardılar. Ekonomide kalkınma, Kore toplumu için bir odak noktası oldu. Güney Kore dünyamızda gemi yapımında birinci, yarı iletkenlerde üçüncü, petrokimya alanında beşinci, demir çelik üretiminde altıncı sırayı aldı. Bilimsel araştırmalarla ilgili harcamaların yüzde 75′ini özel sektör yapmaktadır.
Millî şuurda olan aileler, büyük şirket kurdular ve Kore ekonomisinin gelişmesinde lokomotif görev üstlendiler, Kore devleti de millî şuurda olan şirketlere destek oldu
Güney Kore ekonomisi için ayırt edici bir özellik de chaebol denilen dev şirketlerin ekonomideki büyük yeridir. 1995′te (mevcut son veriler) en büyük 30 chaebol, Güney Kore GSYİH’nın yüzde16′sını üretiyordu. İmalât, katma değerin içinde yüzde 41 ve ihracat içinde yüzde 50 paya sahipti. 30 büyük chaebol içinde 4 büyük gurup Hyundai, Samsung, Daewoo ve LG açıkça öne çıkmaktadırlar ve GSYİH’nın yüzde 9′unu üretmektedirler.
Türkiye’de büyük şirketler küresel sermayenin taşeronu olmaktan kurtarılmalıdır.
İstanbul’da çalışan finansal danışman David L. Edgerly’ye göre, “Türkiye büyük çokuluslu şirketlerin ve yabancı ülkelerin yan şirketi haline dönüştü” [ii].
18.4. Teknoloji
Ülkede çok eskiden beri süregelen bir teknoloji politikası vardır. 1960′lı yıllarda başlayan teknolojiyi geliştirme çalışmaları, günümüzde oldukça ilerlemiş bir teknoloji oluşumunu meydana getirmiştir. Kore Bilim ve Teknoloji Enstitüsü (KBTE) ve Bilim ve Teknoloji Bakanlığı (BTB) teknoloji ilerlemeleri konusunda önemli adımlar olmuştur.
1999 Nisanında Ulusal Bilim ve Teknoloji Konseyi kuruldu. Bu konsey ulusal teknoloji politikalarını belirlemek, genişletmek ve düzenlemekle görevlendirildi. Konseyin 19 kişiden oluşan üyelerinin başkanı Kore Başkanı, diğerleri ise bilim ve teknolojiyle ilişkili hükümet üyeleri arasından belirlendi. Bu konseyin belirlediği en önemli hedef, 21. yüzyılın ilk çeyreğinde dünyanın teknolojik olarak en gelişmiş 7 ülkesinden biri olmak için çalışmaktadır.
1999 yılı esas alındığında Kore’de yapılan AR-GE yatırımı 10 milyar dolardır ve bu ülkenin GDP’sinin yüzde 2,46′sını oluşturmaktadır. Bu da Kore’nin teknoloji gelişimine ne kadar önem verdiğinin bir göstergesidir.
18.5. Dış Ticaret
Kore ihracata dayalı bir dış ticaret politikası izledi.
Güney Kore, ekonomisini 1950′lerde kısıtlı bir alanda sürdürülebilen tarıma ve balıkçılığa dayalı geleneksel bir yapıdan, sanayi ve hizmetler sektörünün egemen olduğu bir yapıya kavuşturmayı başarmış bölgenin en önemli ekonomik aktörlerinden biridir. Son 30 yılda dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olmuştur. 1962 yılında endüstrileşmede başlatılan ilerleme ile ihracata dayalı büyüme politikası izlemiştir.
Kore, 1950′li yılların başlangıcında uzun süren yıkıcı bir savaştan geçti. Zaten fakir olan ülke bu savaş ile büsbütün fakirleşti. 1960′lı yılların başında kendine özgü bir kalkınma modeli yarattı. Modelin özünde devlet güdümünde gelişen bir özel sektör ve devletin ekonomik yaşamı yönlendirmesi yatıyordu. Devlet, ülkenin ekonomik kalkınmasını endüstri, işçi ve kredi piyasalarına müdahale yolu ile sağlıyordu. ‘Otoriter kapitalizm’ olarak adlandırılan bu model 30 sene gibi bir süre içinde Kore’yi fakir bir ülke olmaktan çıkarıp dünyanın 11′inci büyük ekonomisi yaptı[iii].
18.6. Ekonomide Çin’in Başarısı
Küresel ekonomi sistemi, devletlerin parasını emrine almak ister. Çin ise parasını, küresel ekonominin oyuncağı olmaktan kurtardı.
Çin’in döviz rezervleri 1 trilyon 430 milyar dolar olmasına rağmen, parasını konvertibl yapmıyor, sıcak paranın saldırısından koruyor.
Çin Merkez Bankası Para Komitesi Üyesi Li Deshui, “yuan en az 5 yıl daha konvertible para yapılmayacak, çünkü 1997 Asya finansal krizinde Kore parası won’da ve Tayland parası baht’ta yaptıkları gibi sıcak para fonları yuan da spekülasyon yapabilir”, şeklinde konuştu. Dünya genelinde hedge fonlarca (spekülatif fonlar) yönetilen 800 milyar dolar ile 1 trilyon dolar arasında sıcak para olduğunu anlatan Li, “Eğer paramızı konvertible hale getirerek korumasız bırakırsak bu fonların saldırısına uğrar”, dedi [iv].
Türkiye “spekülâtif sıcak para”nın saldırılarına defalarca uğramasına rağmen halâ konvertible peşinde ve hatta bununla da övünüyor.
Çin’in yıllık ihracatı 1 trilyon dolara yaklaştı. İthalatı ise 810 milyar dolar oldu. Çin’in biriktirdiği para rezervlerinin iki kaynağı var: Cari işlemler fazlası ve yabancı sermaye. Çin ihracatını artırmak için para değerini düşük tutuyor. ABD ve dünya, Çin’e para değerini düşük tutmaması için baskı yapıyor. Çin, döviz rezervlerini çeşitlendiriyor, doları azaltıyor. ABD 2004 yılında 819 milyar dolar ihracata karşılık 1.471 milyar dolar ithalat yapmış ve dolayısıyla 652 milyar dolar dış ticaret açığı verdi[v]
Çin’i Ayağa Kaldıran Sistem: Komuta Ekonomisi
Çin bir süredir dünya ekonomisinin dengelerini tehdit ediyor. Yıllardır ihracata bağlı olarak yılda yüzde 9–10 gibi çok büyük bir hızla büyüyor. Bizim ithalâtımız kadar dış ticaret fazlası var. Üstelik net sermaye girişi de on milyarlarca dolar. Normalde böyle bir ekonomide yerli paranın değerlenmesi gerekir. Eğer dalgalı kur benimsenmişse zaten böyle olur. Yok eğer sabit kur benimsenmişse, Merkez Bankası, kuru sabitleyebilmek için durmadan döviz alır. Para arzı artar, enflasyon başlar. Ekonomi rekabet gücünü yitirmeye başlar. Ya da daha fazla dayanamaz revalüasyon yapmak zorunda kalır. Ama Çin’de bunların hiç biri olmuyor. Merkez Bankası her gün milyar dolara yakın döviz alıyor. Sonra bunlarla gidip Amerikan bonosu alıyor. Merkez Bankası’nın döviz karşılığında bastığı para, batık kamu bankalarının kara deliklerine yama oluyor. Fiyat baskısı ise idari fiyatlarla idare ediliyor. Diyeceksiniz ki, bütün bunlar nasıl olabiliyor. Olabiliyor; çünkü Çin’de tek partinin yönettiği komuta ekonomisi uygulanıyor.
Neredeyse, çeyrek yüzyılı aşan bir süredir “açık kapı” ve “sürekli reform” ilkesiyle sürdürülen politikalar nedeniyle olsa gerek, 1980’li yılların sonunda Avrupa’da tüm sosyalist ülkelerde yaşanan çözülme burada yaşanmadı.
1- 1978’ten itibaren Çin yeni bir düzen oluşturdu. Bazı kesimlerde sosyalist piyasa ekonomisi kurallarını, bazı kesimlerde kapitalizmin işleyiş kurallarını egemen kıldı. Rekabeti esas alan kamu mülkiyetine dayalı birçok mülkiyet sistemi oluşturdu.
2- Çin üretimde girdilere egemen oldu. Enerji ve hammadde fiyatlarını piyasaya egemen olan spekülatörlere teslim etmedi. Çin ucuz emek fiyatıyla birçok yabancı yatırımcılar için cazibe merkezi haline geldi. Çin 1978–1992 döneminde kamu işletmelerini bir düzene soktu ve verimli hale getirdi.
Çin bugün tek başına küresel ekonomi sistemiyle savaş veriyor ve dünya ekonomisine egemen olma peşinde.
Çin Hükümeti 200 milyar dolarlık bir yatırım fonu şirketi kurdu. Bu şirketin gizli amacı, Avrupa’da büyük yatırımlara ortak olmak ya da tamamen satın almak. Aynı amaçlarla Rusya da bir yatırım fonu şirketi kurmuştu. Çin ve Rusya’ya ait bu şirketlerin siyasi amaçla Avrupa’da enerji ve telekomünikasyon şirketleri alımı yaparak, AB üzerinde baskı kurmasından paniğe kapılan AB ülkeleri, elektrik, doğalgaz, nükleer enerji ve telekomünikasyon olmak üzere birçok sektöre, AB haricinden alıcıların girmesini engellemek için özel yasalar hazırladı.
18.7. Dünya para birimi yapısı değişiyor. Doların bir kaç yıldır değer kaybetmesi yatırımcıları düşündürüyor.
Örneğin Şubat 2008′de Çin Meclisi’nin Başkan Yardımcısı Cheng Siwei’nin bir konferansta Çin’in elindeki 1,43 trilyon dolarlık yabancı para rezervini ABD Doları yerine daha iyi performans gösteren para birimleri ile değiştireceği yönündeki açıklamasının ardından dolar, avro karşısında rekor bir düşüş yaşadı. Bu açıklamanın ardından dolar dünyanın en aktif 16 para birimi arasından 14’üne karşı değer kaybetti. ABD doları Kanada doları karşısında 1950’den beri en düşük seviyeye gerilerken, İngiliz sterlini karşısında da 26 yılın dibini gördü. Bu örneğin de gösterdiği gibi taşlar yerinden oynuyor.
18.8. Dünya para birimi yapısı değişiyor
Son 10 yılda enflasyon oranı yüzde 1-3 arasında seyreden Çin, 2007 yılında yüksek enflasyonla tanıştı. Özellikle gıda fiyatlarındaki artıştan kaynaklanan enflasyon artışı, yıllık oranı yüzde 6,5’e çekti. Çin Merkez Bankası da, enflasyonu aşağı çekmek için faizleri yükseltti. Bu politikada da kararlı olduklarını her fırsatta dile getiriyorlar.
18.9. Çin’in dış ticaret hacmi 2,5 trilyon dolar
Çin’in ihracatı 2006 sonu itibariyle 975 milyar dolara, ithalatı da 777 milyar dolara ulaşmış durumda. Bu hız devam ederse, 2008 yılında ihracatın 1,5 trilyon dolara, ithalatın 1 trilyon dolara, toplam dış ticaret hacminin de 2,5 trilyon dolar olması bekleniyor.
Çin’in ihracattaki en büyük partnerleri, yüzde 21 ile ABD, yüzde 18 ile AB, yüzde 17 ile Hong Kong, yüzde 7 ile ASEAN ülkeleri (Filipinler, Malezya, Tayland, Endonezya, Singapur), yüzde 4 ile de Güney Kore.
Çin’in ithalattaki en büyük partnerlerinin sıralaması ise şöyledir: Yüzde 17 Japonya, yüzde 12 AB, yüzde 11 ASEAN ülkeleri, yüzde 11 Güney Kore, yüzde 8 ABD, yüzde 2 Rusya.
Çin sağladığı dış ticaret fazlası ile ülke döviz rezervlerini de 1,3 trilyon dolar seviyesine çıkarmayı başardı.
Çin ekonomisinin sektörlere göre dağılımı ise şöyledir: Tarım yüzde 13, sanayi yüzde 47, hizmetler yüzde 40.
15 Ekim 2007 tarihinde 17. kongresi toplanan Çin Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı olan Hu Jintao yeni bir kavramdan bahsetti: “Çin’e özgü demokrasi”. Bu kavram konuşma metninde tam 60 kez yer aldı.
18.10. ABD dolarının dünya egemenliği hızla sarsılıyor
Güney Kore’nin ardından Japonya da döviz rezervlerini çeşitlendiriyor. Euro’ya ağırlık veriyorlar. Japonya’nın 840 milyar dolarlık rezervinin büyük kısmı dolardı ama şimdi, Tokyo da Euro’ya yöneliyor. Çin rezervlerinin yüzde 82′si dolardı, bu oran yüzde 76′ya geriledi.
Çin Halk Cumhuriyeti, 2007 Eylül ayı sonunda 1 trilyon 430 milyar dolarla dünyanın en zengin döviz rezervine sahip ülkesi oldu. Döviz rezervi son bir yılda yüzde 45 arttı. Batı Çin’in ihracatını artırmak için parasının değerini düşük tuttuğunu düşünüyor.
Çin’in ardından Malezya da para birimini döviz sepetine bağladı. Malezya, parasını dolara bağlamaktan vazgeçti, kontrollü dalgalı kuru kabul etti.

[i] Orhan Bursalı, 7 Aralık 2007, Cumhuriyet-Teknoloji ilavesi
[ii] Dimitris Thomas Yunan Sky Televizyonu, 18 Mart 2008
[iii]: Radikal, 2 Temmuz 2002
[iv] China Daily gazetesi, 26 Temmuz 2005
[v] Mahfi Eğilmez, Radikal,  2 Ağustos 2005

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar