GEVHERİ
Hzl: Nurettin ALBAYRAK
Türk âşık edebiyatının en büyük
isimlerinden biri olan Gevherî’nin doğum yeri ve tarihi belli değildir. Gerek doğum yeri gerekse doğum
tarihi hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. M. Fuad Köprülü, Kırım Hanı
Selim Giray’a yazdığı bir medhiyeden dolayı şairin Kırımlı (Türk Saz şairleri,
s. 191); Şükrü Elçin (Gevheri Divanı, s. 12) ve Saim Sakaoğlu ise (Büyük Türk
Klasikleri, c. IV, s. 92) İstanbullu olması ihtimalinin daha kuvvetli olduğunu
söylemektedirler. XVII. yüzyılın ikinci yarısında şöhrete ulaşan Gevherî’nin
aynı yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru dünyaya geldiği kanaati yaygındır.
Ancak M. Şakir Ülkütaşır, yayınladığı Gevherî’ye ait bir şiirden hareketle
(Atsız Mecmua, s. 17, s. 105-106) Gevherî’nin saz şairi Kâtibi ile çağdaş
olduğunu ve bu sebeple aynı yüzyılın ilk çeyreğinde doğmuş olabileceğini ileri
sürmekte, Hikmet Dizdaroğlu ise daha geç bir tarihte doğmuş olabileceğini
söylemektedir (Fikirler, s. 262-263, s. 12).
Gevherî’nin
adı çevresinde de birçok tartışmalar vardır. Bir şiirinde:
Gevheri" tâbirdir Mustafa ismim
Bir katre meniden halk oldu cismim
Levh-i mahfuz üzre yazılmış resmim
Hikmet-i Huda’ya uğradım geldim
dörtlüğünde
Mustafa isminin geçmesine karşılık Köprülü (Türk Sazşairleri, s. 191), başka
bir şiirinin son dörtlüğünde geçen ise Mehmet (Mehemmed) adını zikretmektedir:
Gevherî mahrum-i aşkındır ebed
Çektiğim hicrana yokturur aded
Bir garip kulundur kemter Mehemmed
Kurban ol der isen ferman şenindir.
Yine
onun bazı şiirlerinden hareket eden araştırmacılar, şairin adının Ali
olabileceği ihtimali üzerinde de durmuşlardır. (Orhan Yavuz, “Gevherî’nin
Şiirleri, Gevherî’ye Ait Olan Şüpheli ve Yayınlanmış Şiirler”, Türk Dünyası
Araştırmaları, sy. 27 [1983], s.146). (Ancak Saim Sakaoğlu, şairin gerçek
adının Mehmed olduğunu kesin bir dille ifade etmiştir. (Büyük Türk Klasikleri,
c. VI, s.92; Türk Dili, sy. 445-450, s. 147).
Gevherî
hakkında bazı farklı bilgiler de Nihad M. Çetin tarafından ortaya atılmıştır.
Çetin, Gevherî’nin Amasya’nın Gümüş kasabasında bulunan gümüş madeninde maden
eminliği görevinde bulunduğunu, yakın bir zamana kadar şairin Saray adını
taşıyan konağının Amasya’nın Gümüşhacıköy ilçesinde bulunduğunu belirtmekte ve
kendi annesi tarafından dedesi Gevherîzâde Abdülvehhâb Efendi’ııin de
Gevherî’nin torunu olduğunu söylemektedir (Nihad Çetin, “Gevherî’ye Dair Birkaç
Not”, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul 1991, s.21- 23). Ayrıca
Gevherî’nin adının kesin olarak Mustafa olduğunu ileri süren Çetin, şairin
Divanının dedesi Abdülvehhâb Efendi’ye intikal ettiğini, ancak daha sonra Sivas’ta
satıldığını belirterek birinde “Gevheri” adının ve 1260 (1844) yılının yer
aldığı üç mührün klişelerini de yayımlamıştır. Ancak 1260 (1844) yılını taşıyan
mührün, XVIII. yüzyılın ilk yarısında öldüğü kabul edilen Gevherî’ye ait
olması mümkün görünmemektedir. Nihad Çetin, yine dedesi Abdülvehhâb Efendi’nin
verdiği şifahî bilgilerden hareketle Gevheri ve Gevherî’nin oğlu Ahmed Efendi’nin
Merzifon’da Abdürrahîm-i Rûmî Türbesi’nin haziresinde medfun olduklarını
belirtmektedir. Nihad M. Çetin’in verdiği bu yeni bilgiler, ikinci bir
Gevherî’nin varlığım düşündürmektedir.
Birçok
araştırmacının kabul ettiğine göre Gevheri, IV. Mehmed (1648-1687), I.
Süleyman, II. Ahmed ve II. Mustafa ,(1695-1703) devirlerinde yaşamış olan şair
ve hattat Mehmed Bahri Paşa’nın divan kâtipliğini yapmış, görevli olarak bir
süre Şam’da ve Bağdat’ta bulunmuştur (Salim, Tezkire, s. 157-159). İyi bir
medrese öğrenimi gördüğü ve hayatının büyük bir bölümünü İstanbul’da geçirdiği
söylenen Gevherî’nin iki manzumesinden hareketle IV. Mehmed’in 1663 ve 1683
yıllarındaki Avusturya seferlerine katıldığı belirtilmekteyse de (Oztelli, Türk
Folklor Araştırmaları, c.X, sy.199 [ ],
s.3992-1993), onun bu seferlere katılmadığını, seferlerin başarıyla
sonuçlanması yolundaki temennilerini dile getirmek için bu manzumelerini
İstanbul’da yazdığını kabul etmek gerçeğe daha yakın görünmektedir. Gevherî’nin
bir ara Rumeli serhadlerinde de bulunduğu ve Eğri Kalesi alay beyi olan büyük
babası Ahmed Ağa’ya şehadetinden dolayı Eğri’de bir mersiye yazdığı İbrahim
Naimüddin’in Hadikatü’ş-Şüheda (telifi 1157/1744) adlı eserinde kayıtlıdır.
Gevherî’yle ilgili
önemli bir husus da onun gezgin bir saz şairi olmadığı, ancak zaman zaman resmi
görevleri dolayısıyla İstanbul dışına çıktığı, şiirlerinden anlaşılmaktadır.
M. Fuad Köprülü,
şairin ömrünün son yıllarına doğru yazdığı tahmin edilen bir koşmasında geçen
“Bin yüz yirmi yedi üstüne tarih” mısraından hareketle bu yıldan (1715) kısa
bir süre sonra öldüğünü belirtmektedir (Türk Sazşairleri, s. 193). Aynı manzumeye başka bir cönkte
rastlayan Hikmet Dizdaroğlu ise manzumenin son dörtlüğünde yer alan “Sene
bin yüz elli yazıldı tarih” mısraına dayanarak şairin bu yıldan (1737)
sonra öldüğünü kabul etmenin daha uygun olacağını söylemektedir (Fikirler, sy.262-263,
s.11-12). Bu tarihler Gevherî’nin -XVII. yüzyılın ilk çeyreğinde doğduğu kabul
edilirse- yüz yıl veya daha fazla bir süre yaşadığını göstermekte, bunun kabul
edilmesi ise pek mümkün görünmemektedir. Ancak bu farklı görüşlerden hareketle
Gevherî’nin XVII. yüzyılın ilk yarısının sonlarında doğduğu ve III. Ahmed
devrinden (1703-1730) kısa bir süre sonra öldüğü kabul edilebilir.
XVI. yüzyıl Türk
saz şiirinin büyük gelişmeler gösterdiği bir dönemdir. Oldukça güçlü saz
şairlerinin yetiştiği bir yüzyılda Gevherî’den başka Karacaoğlan ve Âşık Ömer
gibi, şöhretleri günümüzde de devam eden isimler bulunmaktadır. Gevherî’nin
şiirleri XVII. yüzyılın ikinci yarısından XX. yüzyılın başlarına kadar Anadolu,
Rumeli ve Azerbaycan’da sevilerek okunmuş, çeşitli mecmua ve cönklerde yer
almıştır. Şiirlerini yazarken diğer saz şairleri gibi gelenekten hareket eden
Gevheri vezin, kafiye ve şekil gibi dış unsurlardan ustaca faydalanmış, gördüğü
eğitimin de etkisiyle şiirlerinde yazı diline oldukça yaklaşan, çağdaşı olan
saz şairlerine göre ağır sayılabilecek bir Türkçe kullanmıştır. Koşma ve
semailerinde o dönemdeki halk Türkçe’sinin zenginlik ve inceliklerinden ustaca
faydalanmış, aruzla yazdığı divan, kalenderi, gazel ve müstezadlarda da aynı
derecede zengin bir Türkçe’yi tercih etmiştir. Gevherî’nin şiirlerinde görülen
terkipler, yaşadığı dönemdeki diğer halk şairlerinde olduğu gibi divan
edebiyatının etkisinde kalmasından ileri gelmektedir.
Bu
etki, şairin sık sık kullandığı teşbih ve mecazlarda da kendini göstermektedir.
Ancak divan edebiyatı nazım şekilleriyle yazmış olan diğer halk şairleri gibi
Gevherî’nin şair kişiliğini de daha çok âşık tarzı şiirlerinde aramak gerekir.
Gevherî’nin
şiirlerinde hızlı, kontrolsüz ve kolay yazmaktan ileri geldiği tahmin edilen
kusurlara sık sık rastlanmaktadır. Kafiyelerin zayıf oluşu, durak hataları ve
ölçünün tam teşkil edilemeyişi bu hataların başta gelenleridir. Bu hataların
bir kısmının müstensihlerden kaynaklandığı kabul edilse bile, çoğunun şaire ait
olduğu muhakkaktır. Gevherî’nin hece vezniyle yazdığı şiirler, çağdaşı olan
Karacaoğlan ve Âşık Ömer’in şiirleriyle karşılaştırıldığında bu durum daha açık
bir şekilde görülür. Gevherî’nin bir önemli kusuru da aynı konuları sürekli
tekrar etmesidir. Toplumsal konulara oldukça az yer veren şair, aşk ve sevgili
konularını fazla işlemekten dolayı tekrara düşmüş, bunun sonucu pek çok
şiirinde aynı söyleyişlere yer vermiştir. Şairin bu durumu, divan şairlerinin
halk şiirini hafife alarak tenkit etmelerine zemin hazırlamıştır (Köprülü,
Türk Sazşairleri, s. 194-195). Bütün bu olumsuzluklara rağmen Gevheri
kendisinden sonra yetişen pekçok şairi etkilemiş, bunlar tarafından üstat kabul
edilmiştir.
Birkaç
şiiri dışında sosyal konulara pek yer vermeyen Gevherî’nin şiirlerindeki en
önemli tema diğer saz şairlerinde de olduğu gibi aşktır. Bu ana tema içinde
sevgili, rakip, ayrılık, kader ve çile önemli bir yer tutar. Şair, iksir kadar
önemli saydığı aşkın peşinde daima ebedî güzelliği aramıştır. Birçok şiirinde
makamları bilerek kullanan şairin bestelenmiş şiirleri Klasik Türk musikisi ve
halk musikisi repertuarı içinde yer almaktadır. Bunlar arasında Alâeddin
Yavaşça tarafından şarkı formunda ve mahur makamında bestelenen “Elâ gözlü
nazlı dilber” mısraı ile başlayan koşması ile yine aynı formda Ahmet
Çağan’ın rast makamında bestelediği “Ey benim nazlı cananım” mısraı ile
başlayan bir diğer koşması zikredilebilir.
Gevherî’nin
hece vezniyle yazdığı şiirlerin tamamını koşmalar ve semailer oluşturmaktadır.
Şair bu şiirlerine göre büyük bir yekûn tutmayan ve divan edebiyatı şairlerine
özenme sonucu aruz vezniyle de divan, gazel, semaî, kalenderi ve müstezad nazım
biçimleriyle şiirler yazmıştır.
Gevherî’nin
şiirleri üzerinde başta M. Fuad Köprülü olmak üzere Sadettin Nüzhet Ergun ve
Mehmed Halid Bayrı gibi birçok derleyici çalışmış, pekçok şiiri ortaya çıkarılmıştır.
Haşan Eren, bir cönkte Gevherî’nin 300 kadar şiirinin bulunduğunu söylemektedir
(Türk Dili, c.IX, s.97, s.7). Gevheri hakkında en kapsamlı çalışmayı Şükrü
Elçin Gevheri Divan - İnceleme - Metin - Dizin - Bibliyografya adlı eseriyle
yapmıştır (Ankara 1984). Bu eserde şairin hayatı ve sanatı hakkında bilgi
verilmiş, daha önce yapılan çalışmalar da göz önünde bulundurularak birçok
yazma mecmua ve cönk karşılaştırılarak şairin hece ve aruz vezniyle yazdığı 979
şiiri yayımlanmıştır. Gevherî üzerindeki son çalışmayı ise Burhan Kaçar
hazırladığı doktora teziyle gerçekleştirmiştir (Gevherî Divanı: Metin Tahlili,
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).
Sh: 11-19
Emânet etmişsin
geldi selâmın
Şevketli sultânım
aleyküm selâm
Aldı ta’zim ile bu
ben gulâmın
Ey şâh-ı hûbânım
aleyküm selâm
*
Müyesser olur mu
rûyunu görmek
Acep olur mu ki,
vaslına ermek
Gâhi gâhi böyle
selâm göndermek
Keremdir Efendim
aleyküm selâm
*
Lutf edip hatırım
ele almışsın
Hasretinle
yandığımı bilmişsin
Duydum ki,
mürüvvet kâni imişsin
Dertlerimin
dermânı aleyküm selâm
*
Umarım Efendim
mürüvvet senden
Uğruna geçmişim
can ile tenden
Demişsin gedâma
selâm et benden
Berhudâr ol canım
aleyküm selâm
*
Geçirdin boynuma
aşkın kemendin
İyi ki, anmışsın
bu derd-i mendi
Kuluna selâm
etmişsin Efendim kendin
Derdime dermanım
aleyküm selâm
*
Bilmezim bu dil-i
biçâre netsün
Hicr-i firakınla
ya kande gitsün
Selâm eylemişsin
Hak selâm etsün
Sana ey cananım
aleyküm selâm
*
Hasta idim beni
getirdin cana
İhtiyaç kalmadı
gayri Lokman’a
Selamın şifa verdi
bu hasta cana
Gönlümün sultanı
aleyküm selâm
*
Azîz iltifatın
râyegân ettin
Âteş-i sinemi
gülistan ettin
Mahzun Gevheri’yi
şâdüman ettin
Ey gonca dehânım
aleyküm selâm
**
Elâ gözlerini sevdiğim dilber
Ben güzel görmedim senden ziyâde
Bilmem melek misin gökten mi indin
Bu gün güzelliğin dünden ziyâde
Ben güzel görmedim senden ziyâde
Bilmem melek misin gökten mi indin
Bu gün güzelliğin dünden ziyâde
Keten gömlek giymiş beyaz dizinde
Arzumânım kaldı elâ gözünde
Kimi gerdanında kimi yüzünde
Sayılmaz benleri binden ziyâde
Arzumânım kaldı elâ gözünde
Kimi gerdanında kimi yüzünde
Sayılmaz benleri binden ziyâde
Alları giyerek karşımda duran
Yadlarla salınup yüzüme gülen
Ben güzelim deyü bana kurulan
Nice seni sevdim senden ziyâde.
Yadlarla salınup yüzüme gülen
Ben güzelim deyü bana kurulan
Nice seni sevdim senden ziyâde.
**
El çek tabib el çek yaram üstünden
Sen benim derdime deva bilmezsin
Sen nasıl (bir) tabipsin yoktur melhemin
Yaram yürektedir sarabilmezsin
*
Yüzün güleç amma yüreğin hâin
Çekmeyen ne bilir bu aşkın yayın
Yıktın viran ettin kalb-i sarayım
Sen onun bir taşın koyabilmezsin
*
Gevherî der şirin şirin sözlerin
Adûlardan kendi kendim gizlerim
Ağlasana ne durursun gözlerim
Bir dahi yâr yüzü görebilmezsin
**
Kaynak: GEVHERİ , Nurettin ALBAYRAK, TİMAŞ YAYINLARI 1.
baskı 1998, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar