GİZLİ DİL VE DÜNYASI
Dil, bir toplumun temel taşıdır. İnsanların varlığını
sürdürmesi dil ile olur, uygarlıkların kurulması dil vasıtasıyla olur. İnsanın
hayat mücadelesini kazanması yine dil ile kurulur. Dil, bireyin kendini ifade
etmesidir. Dil, insanın meramını, isteğini, sevincini, üzüntüsünü, aşkını,
ayrılığını, ölümünü dile getirmesidir.
Bir milletin var olabilmesi ancak dil sayesinde olur.
Dil olmazsa toplum olmaz, toplum olmazsa dil olmaz. Toplum içinde bir birlik
sağlamanın önde gelen kurallarından birincisi, o toplumu oluşturan bireylerin
mutlaka aynı dil ile konuşmaları gerekir. Çünkü toplumca benimsenmiş ortak
değerlerin oluşmasında, bunların paylaşılmasında, dünden bugüne insandan insana
aktarılmasında insanların toplumsal varlığını devam ettirmesinde hiç şüphesiz
dilin birçok önemli görevi vardır.
Toplumların bütün özellikleri diline yansır. Dil ile
toplum arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Toplumların dünya görüşü yani eşyayı
anlamdırma dillerinde gizlidir. Dil, bozulduğu zaman insanın toplum içindeki
değerleri de bozulur.
Dili, toplum geliştirir. O toplumun şairleri,
yazarları, düşünürleri, bilim adamları, gazatecileri vb. dilin gelişmesine
katkıda bulunurlar. Güçlü şairlere, yazarlara ve düşünce adamlarına sahip olan
toplumlar, her zaman varlığını devam ettirir. Toplumun düzeni genellikle dil
vasıtasıyla olur. Bu söz, ilk bakışta çok iddialı gözükse de Konfiçyüs'ün o
meşhur tespiti doğruluğunu ispatlamaya yeter:
''Bir ülkenin yöneticisi olsanız ilk yapacağınız iş ne
olurdu? Diye sorulduğunda, 'Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle başlardım.' der
ve şöyle devam eder: Dil düzensiz olursa sözler düşünceyi iyi anlatmaz. Düşünce
iyi anlatılamazsa, adetler ve kültür bozulur. Adetler ve kültür bozulursa
adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne
yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun için her şey dil kadar
önemli değildir.''
Her milletin kendine özgü kuralları olan bir dili
vardır. Bir milletin ruhu ve yaşama biçimi dilinde şekillenir. Bir milletin
dilini inceleyerek yaşam tarzı hakkında fikir sahibi olabiliriz. Çünkü dil
uzun zaman içinde tarih, coğrafya, kültür, medeniyet ve çeşitli sosyal
etkilerin altında bütün toplumların ortak düşüncesinden meydana gelmiştir.
Dili toplumdan ve kültür unsurlarından ayrı düşünmek mümkün değildir. Toplumun
en küçük zerresi bile dil ile ilişkilidir. Toplumların edebiyatı, felsefesi,
güzel sanatları, gelenekleri, görenekleri, kısacası kültürü dil ile bir
bağlılık içerisindedir. Bu değerlerin kuşaktan kuşağa aktarılması tamamen dil
denilen iletişim aracı ile olur. Bir milletin kültürü, tarih boyunca ortaya
koyduğu eserlerden oluşur. Kültür bir toplumun adeta kimliğidir. Sözlü yazılı
her türlü kavram kültür içine girer.
Türk milleti, kültürün her alanında kalıcı eserler
bırakmıştır. Avusturyalı ünlü araştırmacı ve yazar Hammer, Türkler hakkında
şunu söyler:
''Herodot'un Tarjinaüs, Tevrat'ın Togarıma diye andığı Türk, o müverrihten
ve o mukaddes kitaptan daha çok eski asırların tanıdığı bir millettir.
Tahakküm kabul etmeyen bir şecaat, alabildiğine geniş fütuhat aşkı, sonsuz
bir teşebbüs kabiliyeti, muhitlere uymaktan ziyade muhitleri kendine uydurmak
zevki ve iptilası bu milletin asırlar dolduran tarihinde apaçık görülür,
okunur.
Türkler, devlet yıkmakta ve devlet kurmakta birinci sınıf üstadlardır.
Ülkeleri değil, kıtaları altüst etmişler ve bu korkunç savletler arasında
sarsılması hiç de kolay olmayan hâkimiyetler yaratmışlardır. Tarih, Türklerden
çok şey öğrendi, onların elinden çıkma öyle eserler var ki medeniyet için birer
süs teşkil etmektedir.''[1]
Türkler ana dilleri yanında kullandığı gizli dilleri
de vardır. Kendi milletinin tarih ve kültürünü öğrenmek isteyen her Türk,
Türkçenin ölümsüz eserlerini incelemesi gerekir. Gizli diller de nadide
zenginliklerden birisidir.
Türkiye'deki gizli dilleri konuşan bazı Türk
toplulukları da gizli dili bir barınak olarak görmüşlerdir. Türkiye'deki gizli
dilleri öğrenmek ve araştırmak gerekir. '
'Kelimeler ister eski, ister yeni, ister yerli, ister
yabancı olsunlar, öğrenilmesinde daima fayda vardır.''
Yeryüzünde uzun ömürlü olmak isteyen milletler, daima
kuşaklar arasındaki bağların kuvvetli ve devamlı olmasına dikkat etmelidir. Bir
milleti uzun ömürlü kılan onun kültürüdür, geleneğidir, göreneğidir ve en
önemlisi dilidir.
Günlük hayatta 400 kelime ile ihtiyacını gideren
milletimizin dil zenginliği hergeçen gün azaltılmaktadır. Sonuç olarak dilimize
sahip çıkmalıyız. Sahip çıkamadığımız güzel Türkçemizin zenginliğini gözler
önüne seren önemli bir çalışmayı okumanızı tavsiye ediyorum. Teşekkürler.
(MOR Gökmen Türkiye'deki Gizli Dillerin Ses, Şekil Ve Kavram
Alanı Bakımından İncelenmesi [Kitap]. - Kars : Kafkas Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili Ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı Yeni Türk Dili
Bilim Dalı 253583-Yüksek Lisans Tezi , 2009)
Sözlükte kullanılan kısaltmalar
Abd. : Abdal
Akar : Ali Akar
Akb. : Burhanettin Akbaş
Akp. : Turgut Akpınar
Alm. : Almanca
Ar. : Arapça
Bk. : Bakınız
Bsz. : Belirsiz
Bur. : Burdur
Caf. : Ahmet Caferoğlu
Çpn. : Çepni
DS. : Derleme Sözlüğü
Düz. : Düzce
Eda. : Eskişehir Düzce Abdalları
Elk. : Elekçiler
Erk. : Erkiletçe
Erm. : Ermenice
Esk. : Eskişehir
Far. : Farsça
Fr. : Fransızca
Gül. : Cemil Gülseren
Gyg. : Geygeller
Hzy. : Hazeynce (Darende Dili)
İt. : İtalyanca
Kal. : Kalaycı
Kay. : Zeki Kaymaz
Lat. : Latince
Muğ. : Muğla
Muğ. Tar. : Muğla Tarihi
Rm. : Rum
Rus. : Rusça
Tr. : Türkçe
Trk. : Türk
Yıl. : Faruk Yıldırım
GİZLİ
TÜRKÇE SÖZLÜĞÜ
abı: 1. Baba. 2. Anne. (Yıl.) (DS. C. 1) (Tbr.)
abı: Baba < Ar. ebû ‘baba, ata.’ (Kay.) (Tbr.)
abır at-: Yemek yemek. (Kay.) (DS. C. 1) (Hzy.)
abır cubur: Yemek iyi değil. (Gül.) (Hzy.)
abır eklet-: Yemek yemek. Bk. eklet- (Kay.) (Gül.)
(Hzy.)
abır: Yemek. (Kay.) (Gül.) (DS. C. 1) (Hzy.)
abırcı: Yemeğe düşkün olan, yiyici. (Kay.) (Gül.)
(Hzy.)
abırsız: Aç. (Gül.) (Hzy.)
acı moy-acı muy: Rakı. (Kay.) (Çpn.)
acı: Kahve. (Kay.) (Gyg.)
acımık: Tütün, sigara. (Kay.) (Çpn.)
acışi: Biber (acı işi) (Tr.) (Akb.) (Erk.)
acîşi: Biber < acı + işi. Azeri ağızlarında da isti
+ ot <istot < isot kelimesi iki unsurdan meydana gelir. (Kay.) (Erk.)
açar: Anahtar. (Kay.) (Gül.) (DS. C. 1) (Hzy.)
açgit: Göz. (Caf.) (Elk.)
afa: 1. Nesne, şey. 2. Yapmak. 3. Polis, jandarma.
(Yıl.) (Tbr.)
afa: Şey. (Kay.) (Tbr.)
afacı: Kastedilen kişi, şahıs. afa kelimesine + cı
eklenerek yapılmıştır. (Kay.) (Tbr.)
afet: Başla! Müzisyenlerin birlikte müziğe başlarken
kullandıkları seslenme sözü. Tk. et- yardımcı fiili ve afla kurulmuştur. Af’ın
kökeni belirsizdir. (Kay.) (Tbr.)
afet-:1. Yıkamak. 2. Yapmak. 3. Çıkarmak. 4. Başlamak.
(Yıl.) (Tbr.)
agışi: Kaput (ağ işi) (Tr.) (Akb.) (Erk.)
âgişi: Kaput bezi < ağ + işi. (Kay.) (Erk.)
ağcakoca: Yoğurt, ayran. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
ağzı gara: Yabancı, Çepni olmayan kimse. (Kay.) (Çpn.)
ahbar: Kardeş, efendi. (Caf.) (Elk.)
ahçir: Oynamak. (Caf.) (Elk.)
ahlı gerez: Zeki, akıllı. (Yıl.) (Tbr.)
ala: Gel, getir. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
alafkermek: Söylemek. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
alagırık: Sevilmeyen insanlara söylenen bir söz.
(Kay.) (Kal.)
alav etmek: Söylemek. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
aldahuna: Çirkin. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
ales: Geldi. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
amikli-amüklü: Bitli. (Kay.) (Hzy.)
amma yıkım: Çok güzel. (Kay.) (Kal.)
amüklü: Bitli. (Gül.) (Hzy.)
an kin: Kadın. < Erm. an kin ‘nâdir, paha biçilmez,
kıymetli.’ ‘kıymetli kadın’ manasında olmak üzere, Bugünkü Ermenicede ankine
kelimesi kullanılır. (Kay.) (Erk.)
an: Getir. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
anik: O (zamir) (Caf.) (Elk.)
ankin: Kadın. (Erm.) (Akb.) (Erk.)
ano: Anahtar. < Yun. anahtar. (Kay.) (Hzy.)
apakay: Erkek. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
arab_işi: At; kelimeyi yanlış olarak arab aşı şeklinde
‘at, beygir’ manalarında zabteylemiştir. (Muğ.) (Caf.) (Kal.)
arabalişi: Katır; kelime arab+ali+işi’nden terkip
edilmiştir. (Muğ.) (Caf.) (Kay.) (Kal.)
arabişi: At. (Kay.) (Kal.)
arap ali işi: katır. (Akar) (Kal.)
arap aşı: At, beygir. (Akar) (Kal.)
arap el işi: Katır. (Akar) (Kal.)
arap işi: Katır. (Akar) (DS. C. 1) (Kal.)
arap süleyman: Zeytin. (Akar) (Kal.)
ardiye: Bu. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
argor: Diş. (Caf.) (Elk.)
ari: Al. (Caf.) (Elk.)
arif ol- : Dikkatli bakmak, anlamak. < Ar. arif
‘bilen, bilgili, irfan sahibi.’ (Kay.) (Hzy.)
arif ol-: Dikkatli bakmak, ilgilenmek, farkına varmak.
(Gül.) (Hzy.)
ariga: Baba, peder. (Caf.) (Elk.)
asala: Gülüyor. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
asdar: Tut. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
asel: Bal. < Ar. asel ‘bal.’ (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
asgas: Güldü. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
astarmak: Almak, getirmek, istemek. (Caf.) (Kay.)
(Gyg.)
aşçık: Kız, kız çocuğu. (Caf.) (Elk.)
aşına: Al! Tk. aşır-'tan. aşırla > aşınla >
aşına. (Kay.) (Tbr.)
aşına-: Çalmak. (Yıl.) (Tbr.)
aşır-: Çalmak. (Gül.) (Hzy.)
aşkana: Yemek pişen yer. (Gül.) (DS. C. 1) (Hzy.)
at kula: İki. At kulağının çift olduğu düşünülerek
türetilmiş olmalıdır. (Kay.) (Erk.)
atana- : Atmak, fırlatmak. (Yıl.) (Tbr.)
atkılığa te-: Tuvalete gitmek. (Kay.) (Erk.)
atkılık: Tuvalet, helâ. (Kay.) (Erk.)
auzun düve: Genç, güzel kız. (Kay.) (Erk.)
auzun işle: Ye, harekete geç, yap, işle, ve emsali
gibi manalarda kullanılır. (Kay.) (Erk.)
av: 1. Su. 2. Çay, kahve, meşrubat. (Yıl.) (DS. C. 1)
(Tbr.)
av: Su. < Far. âb ‘su.’ (Kay.) (Tbr.)
avam hazeyn: Halktan biri. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
avam: Halk < Ar. avam ‘herkes, kaba ve câhil halk,
ayak takımı.’ (Kay.) (Hzy.)
avan-: 1. Gezmek, dolaşmak. 2. Getirmek. (Kay.) (Kal.)
avan: Git! (Kay.) (Kal.)
avan-: Gitmek, gezmek, dolaşmak. (Akar) (Kal.)
avanak: Cahil, anlamaz, tecrübesiz, aptal. (Kay.)
(Kal.)
avandır-: Bir şeyin yerini değiştirmek. (Akar) (Kal.)
avandır: Getir! (Kay.) (Kal.)
avanık gel-: Gelmek. (Akar) (Kal.)
avanık: Alnı beyaz sığır. (Akar) (Kal.)
avanmak: Gezmek, dolaşmak. (Muğ.) (Caf.) (Kal.)
avay: Süpürge. (Caf.) (Elk.)
avgıt: Yumurta. (Erm.) (Akb.) (Erk.)
avgıt: Yumurta. < Erm. havgit < hav + git ‘tavuk
mahsulü’ kelime başındaki hsesinin
düşmesi ve i’nin ahenkleştirilmesiyle vücuda
getirilmiştir. (Kay.) (Erk.)
avzın danaş: Güzel kadın. (Kay.) (Erk.)
avzın gav: Ehemmiyetli adam. (Kay.) (Erk.)
avzın: Bol, iyi. (Bsz.) (Akb.) (DS. C. 1) (Erk.)
avzın-auzun: 1. Bol, iyi, zararsız, hoş vesaire gibi
her iyi şeye ve harekete auzun ıtlak olunur. (Kay.) (DS. C. 1) (Erk.)
avzınlaş-: Pahalılaşmak, kıymetlenmek. (Kay.) (Erk.)
aydın eşi: Kız. (Akar) (DS. C. 1) (Kal.)
aydın işi: İncir. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (Kal.)
aydın zındanı: Ahır, ağıl. (Akar) (Kal.)
aydın: 1. Eşek. 2. Beygir. (Kay.) (Kal.)
aydın: Eşek. (Akar) (Kal.)
aydın: Eşek. (Muğ.) beygir. (Bur.) (Caf.) (Kal.)
aydınelişi: Gelin. (Akar) (Kal.)
aydınerişi: İncir. (Akar) (Kal.)
aydınişi: İncir. (Akar) (Kal.)
aydınna- : Çalmak, gizlemek. < aydınla- fiilinden.
(Kay.) (Çpn.)
aydınyerişi geneği: Genelev. (Akar) (Kal.)
aydınyerişi: İncir. (Akar) (Kal.)
aygıt: Erzak. (Kay.) (DS. C. 1) (Kal.)
ayı işi: Armut. (Kay.) (Kal.)
ayn cort: Gözü kör. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
ayn: Göz. < Ar. ayn ‘göz.’ (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
ayvaz: Yabancı. (Kay.) (Gyg.)
azına ökün-: Karşısındakinin taklidini yapmak. (Gül.)
(Hzy.)
bab:Kapı. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
badra-: Konuşmak. (Kay.) (Kal.)
bahana-: Bakmak. (Yıl.) (Tbr.)
bahar işi: Sigara. (Akar) (Kal.)
bahar: Sigara. (Akar) (DS. C. II) (Kal.)
bahar: Tütün, tütün kesesi. (Muğ.) (Caf.) (Kay.) (DS.
C. II) (Kal.)
bahar: Tütün. (Akar) (DS. C. II) (Kal.)
bahor: Öküz. (Gül.) (Hzy.)
bakar: Öküz, inek. < Ar. bakar, bakara ‘sığır.’
(Kay.) (Hzy.)
bal: Saç. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
banadura: Patlıcan. (Kay.) (Hzy.)
banayık: Koca. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
bange - benge: 1. Tüfek, silah. Bk. menge. 2. Büyük
abdest. (Kay.) (Hzy.)
bange-benge: Büyük abdest. (Gül.) (Hzy.)
bangele-: Yellenmek. (Kay.) (Hzy.)
bangeleme: Yellenme. (Gül.) (Hzy.)
barıh huda: Allahütealâ. (Yıl.) (Tbr.)
bayınna: Kaç, ne kadar? (Kay.) (Gyg.)
bayınna: Ver! Türk argosunda bayıl ‘öde, ver.’ (Kay.)
(Tbr.)
bayna-bayına-: Vermek. (Yıl.) (Tbr.)
becer-: Büyük abdest yapmak. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
bello: Zabıta, zaptiye, polis. (Gül.) (Hzy.)
bello: Zaptiye, zabıta. < Ar. belediyeden kısaltma
olarak. (Kay.) (Hzy.)
benedik: Kalay. (Akar) (Kal.)
bęran: Ağır. (Caf.) (Elk.)
bęş: Otur. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
beşkas: Oturdu. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
beşmek: Gelmek, girmek, getirmek, pişirmek, hazırlamak
gibi birçok fiil makamında kullanılır. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
beştir-: 1. Hazırlamak. 2. Giymek. 3. çektirmek, vb.
(Kay.) (Gyg.)
beştirmek: Hazırlamak, giymek. (Caf.) (Gyg.)
bet: Kötü, çirkin < Far. bed ‘kötü, çirkin.’ (Kay.)
(Akb.) (Erk.)
bettik-bittik: Kavun < Ar. bıttıh ‘kavun, karpuz.’
(Kay.) (Gül.) (Hzy.)
beyit: Ev. (Gül.) (Hzy.)
beyt-beyit: Ev, hane, misafir odası. < Ar. ‘beyt’
hane, mesken, ev, oda. (Kay.) (Hzy.)
bezrik: Bk. bızdıh. (Kay.) (Erk.)
bıçgın: Hırsız. (Kay.) (Hzy.)
bıķın: Sat. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
bıs: Saman. (Yıl.) (Tbr.)
bışga: Mermi. (Yıl.) (Tbr.)
bızdıh: Çocuk. (Erm.) (Akb.) (Erk.)
bızdıh-bizdik: Çocuk, ehemmiyetsiz kimse, tehlikeli
olmayan kimse. <Erm. Bızdik ‘ufak.’ (Kay.) (Erk.)
bider: Tohum < Ar. ‘bezr’ tohum, nesil. (Kay.)
(Gül.) (DS. C. II) (Hzy.)
bingiş: Ayakkabı. (Kay.) (DS. C. II) (Çpn.)
bir avzın höbük: Yüz. (Kay.) (Erk.)
bir höbük: Yirmi. (Kay.) (Erk.)
bodın: Ecnebi. (Gül.) (Hzy.)
bodos: Ecnebi. (Kay.) (Hzy.)
borancık: Çocuk. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
boz: Yabancı, Çepni’den gayrisi. (Kay.) (Çpn.)
bulgara: Polis. (Yıl.) (Tbr.)
caa: Ev. Söylenişi câ şeklindedir. Kökeni belirsiz.
(Kay.) (Tbr.)
caaş-cağaş: Eşek, katır. < Ar. cahş ‘sıpa.’ (Kay.)
(Hzy.)
cabıl: Sadeyağ, tereyağı. (Kay.) (Çpn.)
cabıl: Yağ (tereyağ) (Akp.) (Çpn.)
cağaş-caaş: Eşek. (Gül.) (Hzy.)
calavıkla-: Toplayıp götürmek, soymak, çalmak. (Yıl.)
(Tbr.)
cam: Ayna < Far. câm ‘cam.’ (Kay.) (Akb.) (Erk.)
canpış-çambuş-çampış-çampiş: Üzüm. <Erm. çamiç
‘kuru üzüm’ kelimesinden türemesi muhtemeldir. (Kay.) (Erk.)
car: Şeker. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
carıs: Mısır, darı. (Yıl.) (Tbr.)
cartla-: Ölmek. (Yıl.) (Tbr.)
caş bizdik: Eşekoğlu eşek. (Kay.) (Erk.)
caş: Eşek, insan. (Bsz.) (Akb.) (Erk.)
caş-çaş: 1. Eşek ve umumiyetle hayvan. 2. İnsan
(hakaret kastıyla). Mehmet Ersoy’a göre: Umumiyetle kelime ‘memur, adam, insan’
manâlarındadır. ‘Eşek, hayvan’ manalarında kullanılan kelime ise cas'dır. <
Ar. cahş ‘sıpa’ (Kay.) (Erk.)
caşın birisi: Ahmak, cahil, aptal, bön. (Kay.) (Erk.)
caşın çau: Eşeğin tenasül âleti. (Kay.) (Erk.)
caşın gulahlısı: Budala insan, ahmak. (Kay.) (Erk.)
cav: Göz. (Yıl.) (Kay.) (Tbr.)
cavla: Bak! cav + Tk. la- tan. (Kay.) (Tbr.)
cavla-: Bakmak. (Yıl.) (Tbr.)
cavlan-: Görünmek. (Yıl.) (Tbr.)
cavlat-: Göstermek. (Yıl.) (Tbr.)
cavlat-: Göstermek. cavla- şeklinin ettirgen
eklisidir. (Kay.) (Tbr.)
cavlık: Gözlük. (Yıl.) (Tbr.)
cavra: Köpek. (Akp.) (Kay.) (DS. C. III) (Çpn.)
cebrail: Koyun. <Ar. Cebrâ'il ‘peygamberlere emir
ile vahye vasıta ve memur olan dört büyük melekten biri.’ (Kay.) (Hzy.)
cecik: Göz. (Akar) (Kal.)
cedi: Keçi. < Ar. cedy ‘‘erkek oğlak.’’ (Kay.)
(Çpn.)
celfin: Tavuk, horoz. (Kay.) (DS. C. III) (Hzy.)
cemal_işi: Deve. < Ar. cemel + işi kelimesinden.
(Kay.) (Kal.)
cemale: Deve. (Akar) (Kal.)
cemele: Deve. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (Kal.)
cemile: Deve. (Akar) (Kal.)
cemre: Deve. Bk. cemele. (Kay.) (Kal.)
cendik: Jandarma. Anadolu ağızlarındaki cendek’in
anlam kaymasına uğramış şeklidir. Kökeni belirsiz. (Kay.) (Tbr.)
cer-cer: Söz, kelime. (Yıl.) (Tbr.)
cere: Bk.cerne- (Yıl.) (Tbr.)
ceret: Söyle! (şarkı) müzisyenlerde bir seslenme
ifadesi. cer ve Tk. et- yardımcı fiiliyle kurulmuştur. (Kay.) (Tbr.)
cerlen- cerlen-: Konuşmak. (Yıl.) (Tbr.)
cerlenme!: Sus! (Yıl.) (Tbr.)
cerne-cirne-cerle-: Demek, söylemek, şarkı söylemek.
(Yıl.) (Tbr.)
cesel-: Tedbirli, ihtiyatlı olmak, sakınmak. (Kay.)
(Erk.)
ceselmek: Tedbirli. (Bsz.) (Akb.) (Erk.)
cev: Arpa. (Far.) (Akb.) (DS. C. III) (Erk.)
cevapsız: Çatal, kaşık. (Akp.) (Çpn.)
cev-kev: Arpa. Far. cev arpa. (Kay.) (DS. C. III)
(Erk.)
cıge-çığa-cıva: Ev. (Kay.) (Çpn.)
cırcır: Fermuar. (Gül.) (DS. C. III) (Hzy.)
cırtla-: Kilitlemek. (Gül.) (Hzy.)
cıvır: Kız, gelin, emsali. (Esk.) (Caf.) (Eda.)
cıvır: Kız, gelin, kadın ve benzeri. (Kay.) (Gyg.)
cıvır: Kız, kadın. Kaynağı belirsiz. Çingenece cuwli
‘genç kadın’ ile ilgili olması muhtemeldir. (Kay.) (DS. C. III) (Tbr.)
cıvır-civır 1. Kadın, kız. 2. Eş (zevce) (Yıl.) (Tbr.)
cıvıt-: Caymak, dönmek. (Gül.) (Hzy.)
cızîşi: 1. Yazı <cızık +işi. 2. Senet. (Kay.)
(Erk.)
cızişi: Yazı (cızı işi) (Tr.) (Akb.) (Erk.)
cibelik: Şımarık. (Kay.) (Gül.) (DS. C. III) (Hzy.)
cibiççi: Hoca, öğretmen. (Kay.) (Kal.)
ciğce: Erkeklik organı. (Akar) (Kal.)
ciî-: 1. Gitmek. 2. Taşınmak. (Kay.) (Gyg.)
cildikli: Davul çalamayan Abdal. (Yıl.) (Tbr.)
cilenger: Bıçak. (Kay.) (Kal.)
cimitci: 1. İmam. 2. Öğretmen. (Kay.) (Kal.)
cimitci: Öğretici. (Akar) (Kal.)
cimitci: Sarıklı hoca. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kal.)
cinik: Genç kız, kız çocuk. (Kay.) (Hzy.)
cinik: Kız. (Gül.) (Hzy.)
cink: Para. (Akar) (Kal.)
cirki: Kuş. (Yıl.) (Tbr.)
ciyce: Et; erkeğin cinsel organı. (Akar) (Kal.)
cobuk: Değnek. (Kay.) (Erk.)
cof: Göz. Bk. cov. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
coğ-co: Göz. (Gül.) (Hzy.)
coğlan-colan et-: 1. Cerre çıkmak, teravih namazı
kılmak, hastaya bakmak gibi işler karşılığında yağ, bulgur, un, para vb. şeyler
almak, gurbetçilik. 2. Dilencilik < Far.
cevlân, cevelâu ‘dolaşma, dolanma, gezinme.’ (Kay.)
(Hzy.)
coğlan-colan: 1. Dilencilik etmek. 2. Gurbetçilik.
(Gül.) (Hzy.)
cono: Adam, insan. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
corcor: Çorba. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
cort hazeyin: Kötü adam. (Kay.) (Hzy.)
cort: 1. Bozuk, kötü, fena. 2. Fakir. 3. Sakat. (Kay.)
(Hzy.)
cort: Bozuk, kötü. (Gül.) (Hzy.)
cortlasma: Bozuntuya verme, açık verme. (Gül.) (Hzy.)
cortlaş-: 1. Kötüleşmek. 2. Bozuntuya vermek, açık
vermek. 3. Karşı gelmek. (Kay.)(Hzy.)
cov-coğ: Göz. < Far. cev ‘arpa.’ (Kay.) (Hzy.)
cubur : Kötü < Ar. cubâr ‘heder, boşa giden.’
(Kay.) (Hzy.)
cubur hazeyn : Kötü adam. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
cubur: Kötü. (Gül.) (DS. C. III) (Hzy.)
cunk: Köy, kasaba. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
cur tedir!: Su ver! (Kay.) (Erk.)
cur: Su, ayran < Erm. çur ‘su.’ Alaçam (Bolu)
Elekçilerinin dillerinde tıpkı Ermenicede olduğu gibi yalnız ‘su’ manasındadır.
‘ayran’ mecazidir. (Kay.) (Akb.)(Erk.)
cur: Su. (Caf.) (Elk.)
cümari-cimari: Tavuk. (Yıl.) (Tbr.)
çalkalama: Ayran. (Kay.) (Hzy.)
çambuş: Üzüm. (Erm.) (Akb.) (Erk.)
çamışı: Çamfıstığı. < cam + işi kelimesinden.
(Kay.) (Kal.)
çan talır: Kaç para? (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
çan: Kaç, ne kadar? < Far. çend ‘kaç?’ (Kay.)
(Hzy.)
çan: Kaç. (Gül.) (Hzy.)
çandır: Karışık, melez. (Kay.) (Gül.) (DS. C. III)
(Hzy.)
çangal: Güreşte bir ayak oyunu, çelme takmak. (Gül.)
(DS. C. III) (Hzy.)
çantı gezmek: Beraber çerçilik etmek. (Kay.) (DS. C.
III) (Erk.)
çapan: Gelin, umumiyetle kadın. (Bur. Muğ.) (Caf.)
(Kay.) (DS. C. III) (Kal.)
çapan: Kadın. (Akar) (Kay.) (DS. C. III) (Kal.)
çapannar: Kadınlar. < çapan + /+lar/ çokluk
ekinden. (Kay.) (Kal.)
çatılı: Jandarma. (Yıl.) (Tbr.)
çav(a): Çocuk, oğlan. (Kay.) (Gyg.)
çavı: erkek ve kadının cinsiyet uzvu. (Tr.) (Akb.)
(Erk.)
çavı-çau: Erkek ve kadının cinsiyet uzvu. (Kay.)
(Erk.)
çavo: Erkek çocuğu. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
çavra: Koyun, keçi. (Yıl.) (Tbr.)
çay çöne-çay çuna: Kız çocuğu. (Kay.) (Gyg.)
çay: Kız çocuğu. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
çay: Kız. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
çay_cuna: Efendi, bey. (Caf.) (Gyg.)
çay_çöne: Kız çocuğu. (Caf.) (Gyg.)
çay_çuna: Kız çocuğu. (Caf.) (Gyg.)
çec: Buğday yığını. (Gül.) (DS. C. III) (Hzy.)
çecik: Göz. (Bur.-Muğ. ) (Caf.) (Akar) (Kal.)
çecik-çeçik: Göz. (Kay.) (Kal.)
çeciksiz: Gözsüz. (Bur.) (Caf.) (Kal.)
çeçik: Çeçik. (Muğ.) (Caf.) (Kal.)
çekim: Okka. (Kay.) (Kal.)
çekirdek: Mermi. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
çekle-: 1. Anlamak, bilmek. 2. Bakmak, görmek. 3.
Söylemek. 4. Hatırlamak. (Kay.) (Kal.)
çekle-: Bakmak, tanımak, anlamak. (Akar) (Kal.)
çeklemek: Bakmak, görmek. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kal.)
çeklet-: Hatırlatmak. 2. Anlatmak. (Kay.) (Kal.)
çekletil-: Anlatılmak. (Kay.) (Kal.)
çelişci: Çalgıcı, müzisyen. (Akar) (Kal.)
çemender: Eşek. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Akar) (Kay.)
(Kal.)
çene: Az. (Akar)(Kal.)
çene: Ceviz. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (Kal.)
çeneişi: Ceviz. (Akar) (Kal.)
çıbığ_işi: Üzüm. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kal.)
çıbık_işi: Üzüm. < çubuk + işi kelimesinden. (Kay.)
(Kal.)
çıka: Yok, hayır. (Caf.) (Elk.)
çıngı: Gözyaşı. (Kay.) (Çpn.)
çıray: Işık. < Far. çerağ ‘ışık’; kayseri çıra
‘lamba’ (Kay.) (Akb.) (Erk.)
çırayı söndür-: Işığı söndürmek. (Kay.) (Erk.)
çice: Et. (Akar) (Kay.) (Kal.)
çiçe: 1. Koyun, keçi. 2. Et. (Kay.) (Kal.)
çiçe: Et. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kal.)
çiçi: Meme. (Yıl.) (Tbr.)
çik: Yok. < Erm. çığa ‘yoktur.’ Alaçam (Bolu)
Elekçilerinde çıka ‘yok.’ (Kay.) (Akb.) (Erk.)
çikel-: Bulunmamak, olmamak. (Kay.) (Erk.)
çilenger: 1. Kantar. 2. Bıçak. (Kay.) (Kal.)
çilenger: Bıçak. (Akar) (Kal.)
çilenger: Kantar, saat. (Akar) (Kal.)
çilenger: Kantar. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kal.)
çim: Meme. (Yıl.) (Tbr.)
çimendifer: Eşek. (Akar) (Kal.)
çini: Porselen < Far. çîni ‘çini, sırlı kap.’
(Kay.) (Gül.) (DS. C. XII) (Hzy.)
çitme: Cacık. (Kay.) (Çpn.)
çiyçele-: Kazık atmak, malın fiyatını olduğundan
yüksek söylemek. (Kay.) (Kal.)
çiye: Et. (Bur.) (Caf.) (Kay.) (Kal.)
çiynem-çiğnem: Bir parça, bir lokma. (Gül.) (DS. C.
III) (Hzy.)
çor: Hırsız. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
çorbalık: Ağız. (Akar) (Kal.)
çormuş: Et. < Erm. çor + mis ‘kuru et.’ (Kay.)
(Erk.)
çors: Dört. (Caf.) (Elk.)
çoy-coy: Sopa, değnek. (Yıl.) (Tbr.)
çoyna-coyla-: Dövmek, sopayla dövmek. (Yıl.) (Tbr.)
çöğdür-: İşemek. (Gül.) (Hzy.)
çubuk işi: Üzüm. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Akar) (Kay.)
(Kal.)
çuna-çöne: Çocuk. (Kay.) (Gyg.)
dabacı:Türk. (Kay.) (Çpn.)
daban: 1. On lira. 2. Bir kızın erkek arkadaşına
verilen ad. (Kay.) (Kal.)
daban: Oruspu, uygunsuz işi yapan kadın. (Akar) (Kal.)
dabanpatıga: Yirmi. (Akar) (Kal.)
dabı: At. < Ar. dovo, dava (?) at’tan türemiştir.
(Kay.) (Akb.) (Erk.)
dabı: Beygir. < Ar. dâbbe ‘yük ve binek hayvanı’
(Kay.) (Gyg.)
dabı: Beygir. (Esk.) (Caf.) (Eda.)
dahdak: Tahta. (Caf.) (Elk.)
damaç-damaş: Kadın < Ar. danap. Orta Asya
Abdallarının dilinde ‘kadın.’ (Kay.) (Erk.)
dan: Diş. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
danaç-danaş: Zevce manasında olmak üzere dana, danap,
danak’tır. (Kay.) (Erk.)
danaş: Kadın. (Ar.) (Akb.) (DS. C. IV) (Erk.)
daraylı: Beygir. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (DS. C.
IV) (Kal.)
daraylı: Katır, at. (Akar) (DS. C. IV) (Kal.)
darb: Yol. < Ar. derb ‘dağ geçidi, dar geçit, dar
sokak.’ (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
dareyli: Katır. (Akar) (Kay.) (DS. C. IV) (Kal.)
dassı: On. (Caf.) (Elk.)
dav: 1.Yoğurt. 2. Ayran. (Yıl.) (Tbr.)
davamak: Vermek. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
davar: Keçi. (Akar) (Kal.)
davat: Düğün. (Yıl.) (Tbr.)
dazgir: : Hırsız. < Far. düzd ‘hırsız, uğru’ + gîr
‘tutan tutucu’ kelimesinden. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
de: Ver. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
delolan: Ekmek (deli oğlan) mecazi anlamda. (Tr.)
(Akb.) (Erk.)
delôlan-delioğlan: 1. Ekmek. 2. Yemek. (Kay.) (Erk.)
delôlanlığı çikel-: Acıkmak. (Kay.) (Erk.)
den: Diş < Far. dendân ‘diş’.(Kay.) (Gül.) (Hzy.)
deney: El, yan, taraf, nezd. (Bur.) (Caf.) (Kay.)
(Kal.)
deniz köpüğü: Sabun. (Akar) (Kal.)
deniz köpüyü: Tuz. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kal.)
deniz köpüyü-köpüğü: Tuz. (Kay.) (Kal.)
dereyli: Katır. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kal.)
desle- 1. Almak, satın almak. 2. Vurmak. 3. Saz
çalmak. 4. Yapmak. (Yıl.) (Tbr.)
desle keye!: Şerefe! (Yıl.) (Tbr.)
desle!: Satın al! (Kay.) (Gyg.)
desle: Satın al. (Esk.) (Caf.) (Eda.)
deslen-: Söz açmak, giriş yapmak. Bu manada pazarlık
için kullanılır ve ekseriyetle emir şeklindedir. < Erm. desnevil ‘görüşmek,
anlaşmak’ tan türemesi muhtemeldir. Eskişehir Abdallarının ‘gizli dil’inde
‘satın almak.’ (Kay.) (Erk.)
deslenmek: Söz açmak. (Erm.) (Akb.) (Erk.)
deslik: Saat, kol saati. (Yıl.) (Tbr.)
dest: El. < Far. dest ‘el.’(Yıl.) (Kay.) (Tbr.)
dest: El. < Far. dest ‘el.’ (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
deste-: Satın almak. (Kay.) (Gyg.)
devir-: Uyuş, pazarlığı bitir, ver. Aynı manada yıh.
(Kay.) (Erk.)
devirmek: Uyuşmak. (mecazi) (Tr.) (Akb.) (Erk.)
dıbıs: Tatlı, bal. (Yıl.) (Tbr.)
dığ: Yer, toprak, arazi. (Caf.) (Elk.)
dığrak - dıvrak: 1. Ölçülü, sistemli. 2. Yaşlı olduğu
halde dinç olan, yakışıklı. (Gül.)(Hzy.)
dıķal: Kaşık. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
dımış- : Uyumak. (Kay.) (Gül.) (DS. C. IV) (Hzy.)
dın: Kan. Arapça dem ‘kan’dan geliyor olabilir. (Kay.)
(Tbr.)
dıngırlı: Çalgı. (Kay.) (Tbr.)
dırlav cerne-: Kandırmak, aldatmak, yalan söylemek.
(Yıl.) (Tbr.)
dırlav: Yalan. (Yıl.) (Tbr.)
dib: Anüs. (Akar) (DS. C. IV) (Kal.)
dibi: Anüs. (Akar) (Kal.)
dibo: Yok. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (Kal.)
dikeşli: Jandarma. (Yıl.) (Tbr.)
diklemek: Görmek. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
dine-: 1. Uyumak. 2. Ölmek. 3. Oturmak. (Kay.) (Kal.)
dinemek: Ölmek. (Akar) (Kal.)
dinet-: Öldürmek. (Kay.) (Kal.)
dinidi: Söndü. (Gül.) (Hzy.)
dinlice: Buğday. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Akar) (Kay.)
(Kal.)
dipiz: Cezaevi, hapis. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
diple-: Kilitlemek. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
dirgen: Harmanda sapları yaymaya yarayan demir ya da
tahtadan yapılmış ucu çatallı
tarım aleti. (Gül.) (DS. C. IV) (Hzy.)
divi: Ver. (Caf.) (Elk.)
divit: Büyük bıçak, kama. < Far. devit ‘divit.’
(Kay.) (Çpn.)
dobur firaş: 1. İyi yatak. 2. Kaliteli elbise. (Kay.)
(Hzy.)
dobur tille: Güzel kadın. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
dobur: İyi, çok iyi; güzel. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
doğru giden: Domuz. (Kay.) (Çpn.)
dohan sutla-: Sigara içmek. (Kay.) (Hzy.)
dohan şutla-: Sigara içmek. (Gül.) (Hzy.)
dohan: Sigara, tütün. < Ar. duhân tütün. (Kay.)
(Gül.) (Hzy.)
dolana- 1. Dolamak, sarmak. 2. Dolandırmak. (Yıl.)
(Tbr.)
dom: Barut, kurşun < domdom kurşunundan. (Kay.)
(Hzy.)
domuz çukuru: Kalaylanacak kapların yıkandığı yer.
(Kay.) (Kal.)
döğ-: Yemek yemek. Azerî argosunda döşe- ‘yemek,
yemeğe saldırmak.’ (Kay.)(Erk.)
döymek: Yemek. (Azeri argosu) (Tr.) (Akb.) (Erk.)
dubuķ: Sigara, tütün. (Caf.) (Elk.)
dumanlı: Pilav. Diğer telaffuzu dumanlı. (Kay.) (Akb.)
(Erk.)
durana-: Durmak. (Yıl.) (Tbr.)
dü: İki. (Yıl.) (Tbr.)
düke: Ev, çadır. (Yıl.) (Tbr.)
dükeler: Köy, evler, çadırlar. (Yıl.) (Tbr.)
dümanlı: Bk. Dumanlı. (Kay.) (Erk.)
düne-: 1. Misafir olmak, gecelemek. 2. Durmak. <
tüne- kelimesinden. (Kay.) (Kal.)
dünek pirisi: Ev sahibi. (Akar) (DS. C. IV) (Kal.)
dünemek: Misafir kalmak. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kal.)
dünemiş: Ölü, uyumuş. (Akar) (Kal.)
dünet-: Öldürmek. (Akar) (Kal.)
düve: Genç kız. (Akar) (Kal.)
düve: Kız çocuğu. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kay.) (Kal.)
düve: Kız, kız çocuğu. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
ede: Büyük ağabey. (Kay.) (DS. C. V) (Tbr.)
ede: Kardeş. (Abdallar hitap sözü olarak kullanır.)
(Yıl.) (Tbr.)
ehrak: Ateş, çakmak < Ar. ahraka ‘ateşli, ateş
gibi.’ (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
eklet-: Yemek yemek < Ar. eki ‘yemek’ + Tk.
et-fiilinden. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
eklettim: Doydum. (Kay.) (Hzy.)
ekret: Kürtler. (Gül.) (Hzy.)
ellez: Zeytin. (Akar) (Kal.)
emci: İlaç yapan. (Kay.) (Gül.) (DS. C. XII) (Hzy.)
enayiotu: Sigara. (mecazi) (Tr.) (Akb.) (Erk.)
enâyötu: Sigara, tütün. < enayi + otu. (Kay.)
(Erk.)
ene: Ana, anne. (Kay.) (Tbr.)
engez: 1. Sır. 2. Erkek ve kadının cinsiyet uzvu.
(Kay.) (Erk.)
engez: Sır. (Bsz.) (Akb.) (Erk.)
engezle-: 1. Çiftleşmek. 2. Kaçırmak. (Kay.) (DS. C.
V) (Erk.)
engezlemek: Gizlemek, kaçırmak, çiftleşmek. (Bsz.)
(Akb.) (DS. C. V) (Erk.)
erniş -ermiş: Çepni. (Kay.) (Çpn.)
es: Ben (zamir) (Caf.) (Elk.)
es-: Gelmek, gitmek. (Kay.) (Hzy.)
es-: Gelmek. (Gül.) (Hzy.)
ester: Katır < Far. ester ‘katır.’ (Kay.) (Hzy.)
estir!: Ver! (Kay.) (Hzy.)
estir-: 1. Kaldırmak, götürmek, 2. Almak. (Gül.)
(Hzy.)
estir-: 1. Vermek. 2. Kaldırmak, götürmek. 3. Almak.
4. Kötü yola düşürmek. (Kay.)(Hzy.)
eş: Eşek. (Caf.) (Elk.)
faaraz: Koyun. (Akp.) (Çpn.)
faķ etmek: Mahvetmek. (Akar) (Kal.)
fak etmek: Tuvalet etmek, ırza geçmek. (Akar) (Kal.)
fak_et-: 1. Bozmak. 2. Fenalık yapmak, zulmetmek. 3.
Tuvaletini yapmak. < Ar. fekk
‘bozma, koparma, kesme’ + Tk. et- fiilinden. (Kay.)
(Kal.)
fak_etmek: Bozmak, fenalık yapmak, zulm etmek. (Muğ.
Tar.) (Caf.) (Kal.)
fak_ol-: 1. Fena olmak, bozulmak. 2. Korkmak,
çekinmek. < Ar. fekk + Tk. olfiilinden.(Kay.) (Kal.)
faklık: Burun. (Akar) (Kal.)
faklık: Tuvalet. < Ar. fekk + Tk. /+lık/ ekinden.
(Kay.) (Kal.)
faraş-firaş: Yatak. < Ar. fırâş ‘döşek, yatak,
yaygı.’ (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
faraz: Koyun. (Kay.) (Çpn.)
faris-feras-feres-fıraz: At, beygir. < Ar. feres
‘at, bir at türü.’ (Kay.) (Çpn.)
fas fişle-: Körüklemek. (Kay.) (Kal.)
fatika: Beş. Bk. fakta. (Kay.) (Kal.)
fatka: Beş. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kay.) (Kal.)
fehm: Ağız. < Ar. fem ‘ağız.’ (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
fek_et: 1. Almak. 2. Vurmak, kesmek, öldürmek. <
Ar. fekk +Tk. et- fiilinden. (Kay.) (Kal.)
felek: 1. Çocuk. 2. Torun. < Ar. felek: 1. Gök. 2.
Zaman, devran. 3. Dünya. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
fem: Dudak. (Gül.) (Hzy.)
feneke: Kardeş. (Kay.) (Çpn.)
feniki-: Tavuk gıdaklamak. (Kay.) (Çpn.)
fenikiyi: Tavuk gıdaklıyor. (Kay.) (Çpn.)
fıdıla-: Taşı atar gibi yapmak, korkutmak. (Kay.)
(Çpn.)
fındık: Silah. (Kay.) (Çpn.)
fındıkla-: Öldürmek. (Kay.) (Çpn.)
fırfırı: 1. Döneklik. 2. Çocuk oyuncağı. (Gül.) (DS.
C. V) (Hzy.)
fıs: 1.Yumurta. 2. Yel (gaz) (Yıl.) (Tbr.)
fısla-: 1. Yumurtlamak. 2. Yellenmek. (Yıl.) (Tbr.)
fıslık-tıslık: Anüs. (Yıl.) (Tbr.)
firohla-: Çalmak. (Kay.) (Hzy.)
firoş: 1. Elbise. 2. Yatak. (Gül.) (Hzy.)
fiş: Balık < Alm. fisch ‘balık.’ (Kay.) (Gül.)
(Hzy.)
fitik: Makbuz, fitre. (Kay.) (DS. C. V) (Çpn.)
fürühle-: Satmak. < Alm. (?) früh’erken, erkenden.’
Bk. firohla- (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
ga:Var, mevcuttur. (Caf.) (Elk.)
gacav: Çingene. (Akar) (Kal.)
gacı: Adam, erkek çocuk. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
gacı_çöne: Oğlan, oğul. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
gaco: Çingene. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (DS.
C. VI) (Kal.)
gacov: Çingene. (Akar) (Kal.)
gaçanna-: Kaçmak. (Yıl.) (Tbr.)
gaçron: Saman. (Gül.) (Hzy.)
gaçron-gasuron-kasrun: Saman. (Kay.) (Hzy.)
gadem: Bacak. Bk. kadem. (Kay.) (Hzy.)
gadi: Kendi, kendini. (Caf.) (Elk.)
gahanna-: Kalkmak. (Yıl.) (Tbr.)
gahme: Un. (Yıl.) (Tbr.)
gaji-gaci: Kız. Geygelli Yörüklerinde gaco, Romen
Çingenelerinde gacı, istanbul
çingenelerinde gaco. (Kay.) (DS. C. VI) (Tbr.)
galah: Cep, dişi hayvan. (Kay.) (Erk.)
galak: Hürmetli, itibarlı kimse, bey, beyefendi,
zengin kimse; yüksek tabakaya
mensup birisi. (Kay.) (Kal.)
galgal: Köpek. kalgal < kangal ‘kangal köpeği’
kelimesinden. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
galın: Beyaz. (Akar) (Kal.)
galıngenek: Yedi. (Akar) (Kal.)
gali: Çay. Muhtemelen Ar. galy ‘kaynatma, pişirme’den.
(Kay.) (Tbr.)
galil: Az. <Ar. kalil ‘‘az, çok olmayan.’’ (Kay.)
(Gül.) (Hzy.)
galiz: Büyük abdest, pislik, <Ar. galize ‘‘kaba
terbiye dışı.’’ (Kay.) (Hzy.)
galiz: Pis. (Gül.) (Hzy.)
galize: 1. Pislemek. 2. Bok. (Gül.) (Hzy.)
galize-: Pislemek. (Kay.) (Hzy.)
gam: Çingene. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
gamga: Yonga. (Gül.) (DS. C. VI) (Hzy.)
gamğa: Yonga. (Kay.) (DS. C. VI) (Hzy.)
gamze: Kız. (Kay.) (Gyg.)
ganır-: Geriye bükmek. (Gül.) (Hzy.)
ganne: Lamba camı. (Gül.) (DS. C. VI) (Hzy.)
gara aç: Kahve. < kara + ağaç. (Kay.) (Kal.)
gara sulu: Su testisi. (Kay.) (Kal.)
gara: Çay, kahve. (Yıl.) (Tbr.)
garaaç: Kahve. (Bur.) (Caf.) (Kal.)
garamancı: Hırsız, haydut. (Akar) (Kal.)
garamancılık: Hırsızlık. (Akar) (Kal.)
garav: Sakla. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
garavgas: Sakladı. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
garçun: Ayakkabı < İt. Kalçın ‘üstüne başka bir şey
giyilmek için abadan ya da
meşinden yapılan çizme biçiminde ayak giysisi.’ (Kay.)
(Hzy.)
garıye: Köy. < Ar. karye ‘köy, kasaba.’ (Kay.)
(Hzy.)
garim: Küçük su kanalı, derin ark, harıh. (Gül.) (DS.
C. VI) (Hzy.)
gariye-kariye: Köy. (Gül.) (Hzy.)
garkive: Evlenmek. (Caf.) (Elk.)
gasar: Sus, dikkat, sözü kes (ki başkası anlamasın).
(Kay.) (Akb.) (Erk.)
gasavan: Yalan söylemek. (Bsz.) (Akb.) (DS. C. VIII)
(Erk.)
gasavan-kasavan: Yalan söylemek. (Kay.) (DS. C. VIII)
(Erk.)
gaşa: Başka. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
gat: Gömlek. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
gatıglı: Rakı, şarap. (Akar) (Kal.) (Kal.)
gatırafa: Katır. (Yıl.) (Tbr.)
gav-kav: 1. Jandarma, polis, bekçi. 2. Bay. 3.
Tehlikeli adam. (Kay.) (Erk.)
gavra: Köpek. (Kay.) (Çpn.)
gayış et-: Hırsızlık yapmak. (Akar) (Kal.)
gayış etmek: El çabukluğu ile hırsızlık yapmak. (Akar)
(Kal.)
gayış kösle-: Hırsızlık yapmak. (Akar) (Kal.)
gayış: Hırsızlama, çalma. (Akar) (Kal.)
gayışçı: Hırsız. (Akar) (Kal.)
gaytar-: İşten kaçmak. (Gül.) (Hzy.)
gazanafa: Kazan .(Yıl.) (Tbr.)
geben: Yabancı (yâni Teber olmayan) kaynağı belirsiz.
(Kay.) (DS. C. VI) (Tbr.)
geben: Yabancı, Abdal olmayan. (Yıl.) (DS. C. VI)
(Tbr.)
gebeş: Kavun, karpuz. (Yıl.) (Tbr.)
geci: Yabancı, Abdal olmayan. (Yıl.) (Tbr.)
geci: Yabancı. Bk. gaji. (Kay.) (Tbr.)
geçelmek: Sertçe hareket etmek. (Erm.) (Akb.) (Erk.)
geder: Eşek. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
geder: Eşek. (Esk.) (Caf.) (Eda.)
geder: Eşek. (Kay.) (Gyg.)
geder: Eşek. (Yıl.) (DS. C. VI) (Tbr.)
geder: Eşek. Anadolu ağızlarında yaygındır. Ahmet
Caferoğlu’nun ‘Anadolu Ağızlarından Toplamalar’ kitabında haydar ‘eşek’ şekli
de vardır. Arapça haydar ‘arslan’ şeklinden bozulmuş olmalıdır. (Kay.) (DS. C.
VI) (Tbr.)
gedin: Yer, toprak, arazi. (Caf.) (Elk.)
gehez: Esrar. (Yıl.) (Tbr.)
gehran: Dilencilik. (Yıl.) (Tbr.)
gehran-: Dilenmek. (Yıl.) (Tbr.)
gelez: Alevi. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
gendime: Yarma. (Gül.) (Hzy.)
gene-: 1. Gelmek. 2. Gitmek. 3.Vermek. 4. Gezmek,
dolaşmak. (Yıl.) (Tbr.)
genek köslemek: Kumar oynamak. (Akar) (Kal.)
genek: 1. Yan, el, nezd, ev. 2. Mecidiye. (Muğ.)
(Caf.) (Akar) (Kay.) (Kal.)
genek: Araç gereçler, kumar. (Akar) (Kal.)
geneme: Bize. (Kay.) (Kal.)
genemiz: Bura. (Kay.) (Kal.)
genemize: Buraya. (Kay.) (Kal.)
genende: Karşısında. (Kay.) (Kal.)
geneniz: Siz. (Kay.) (Kal.)
genenize: size. (Kay.) (Kal.)
geney: 1.El. 2. Yan. (Kay.) (Kal.)
genim: Buğday. (Yıl.) (Tbr.)
genne: Gel. Tk. gel-'ten değiştirilmiştir. (Kay.)
(Tbr.)
gennet-: 1. Vermek. 2. Götürmek. 3. İçeri almak, içeri
sokmak. (Yıl.) (Tbr.)
gensiz: Dinsiz. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
gerez: 1. İyi. 2.Güzel. 3. Yakışıklı. 4. Zengin. 5.
Tok. 6. Çok. (Yıl.) (DS. C. VI)
gerez: Güzel. Eskişehir Abdallarında ‘iyi’
anlamındadır. Kökeni belirsizdir. (Kay.)(DS. C. VI) (Tbr.)
gerez: İyi, güzel. (Kay.) (DS. C. VI) (Çpn.)
gerez: İyi. (Akp.) (DS. C. VI) (Çpn.)
gerez: İyi. (Esk.) (Caf.) (Eda.)
gerez: İyi. (Kay.) (Gyg.)
ges: Peynir. (Bsz.) (Akb.) (Erk.)
geş: 1. Kötü, fena. 2. Zararlı. 3. Çirkin vs. gibi
birçok menfi manalarda kullanılır. <
Erm. keş ‘fena’; eski Erm. leş. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
geşel-: Sertçe hareket etmek. (ekseriyetle emir
şekliyle kullanılır.) (Kay.) (Erk.)
geşele-: Ucuzlamak, herhangi bir mal ve eşya için
fiyattan düşmek. (Kay.) (Erk.)
geşelemek: Ucuzlamak. (Erm.) (Akb.) (Erk.)
geşen: Korkak. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
geşet-: Ayırmak, bozmak, yatıştırmak, uyarına gitmek.
Daha fazla emir hali kullanılır. (Kay.) (Erk.)
geşetmek: Ayırmak, bozmak. (Erm.) (Akb.) (Erk.)
geşlik: Korkaklık. (Kay.) (Erk.)
gev-gey: İnek, manda. (Yıl.) (Tbr.)
gevik et-: Söylemek. (Kay.) (Çpn.)
gevik: Ağız. (Kay.) (Çpn.)
gevikle!: Söyle! (Kay.) (Çpn.)
gevikle: Söyle. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
gevikleme: Söyleme! (Kay.) (Çpn.)
gevrek: Kâfir, gavur. (Kay.) (Erk.)
gevri: İhtiyar kadın. (Yıl.) (Tbr.)
gezzem: Keçi. (Kay.) (Çpn.)
gıcırık: Esmer. (Akar)(Kal.)
gıdor: Para, Düzce Elekçilerinin dilinde gudor ‘para,
sikke.’ (Kay.) (Erk.)
gığır: Rum. (Gül.) (Hzy.)
gılav düve: Küçük kız çocuğu. (Akar) (Kal.)
gılav yavşak: Küçük erkek çocuğu. (Akar) (Kal.)
gılav: 1. Az. 2. Küçük, ufak. 3. Ucuz. (Kay.) (DS. C.
VI) (Kal.)
gılav: Az, küçük, kısa. (Akar) (DS. C. VI) (Kal.)
gılav: Ucuz. (Akar) (Kal.)
gıllı: Anlamaz, cahil, avanak, aptal. (Kay.) (Kal.)
gıltırı: Deli. Anadolu ağızlarının kelimesi olmalıdır.
(Kay.) (Tbr.)
gınat-: Vermek, uzatmak. (Yıl.) (Tbr.)
gıngılık: Kadının cinsel organı. (Yıl.) (Tbr.)
gıpı: Anüs. (Akar) (Kal.)
gır ğel: Gel. (Bur.) (Caf.) (Kal.)
gır-: 1. Gelmek. 2. Satmak, Abdal. 3. Vermek. Bk. kır-
(Kay.) (Kal.)
gır: Yap. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
gırak: Ocak. (Caf.) (Elk.)
gıras: Beygir, umumiyetle hayvan. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
gırgır-gıgır: Rum. < Rumca, dırdır ‘kilisede ders
veren kimse.’ (Kay.) (Hzy.)
gırmak: 1. Gelmek. (Bur.) 2. Satmak. (Muğ.) (Caf.)
(Kal.)
gırmak: Almak, getirmek. (Akar) (Kal.)
gırmak: Satmak. (Akar) (Kal.)
gırmızı: Domates. (Kay.) (DS. C. VI) (Hzy.)
gırpı-gîpı: 1. Arka taraf. 2. Kalça. (Kay.) (Kal.)
gırtıl: Buğday, arpa. (Akar) (Kal.)
gırtıl: Bulgur, pilav. (Bur.) (Caf.) (Kay.) (Kal.)
gıtıl: Buğday, arpa. (Akar) (Kal.)
gıtmır: köpek. (Gül.) (Hzy.)
gıtmir-gitmir: Köpek < Ar. kıtmîr ‘ashab-ı kehf’in
köpeğin adı.’ (Kay.) (Hzy.)
gıvşat-: Oynatmak, hareket ettirmek. (Yıl.) (Tbr.)
gıygı: Keman, saz. (Kay.) (DS. C. VI) (Tbr.)
gıyla-gıylalı cümari: Horoz. (Yıl.) (Tbr.)
gızıl yalman: 1. Dil. 2. Erkeğin cinsel organı. (Yıl.)
(Tbr.)
gidor: Para. (Erm.) (Akb.) (Erk.)
giğbar: Polis. (Yıl.) (Tbr.)
gileve: Deli. (Yıl.) (Tbr.)
gilik: Halka ekmek. (Gül.) (DS. C. VI) (Hzy.)
gille-: Cinsel ilişki, birleşmek. (Gül.) (Hzy.)
gille-: Çiftleşmek. (Kay.) (Hzy.)
gilor: Kumar. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
gilve-cilve: 1. Deli. 2. Acı. 3. Biber. (Yıl.) (Tbr.)
ginav: Hırsız. Orta Asya Abdallarında genou, ginou
‘hırsız.’ İran Çingenelerinde
genev, genew ‘hırsız, soyguncu’, ibranice ganav
‘hırsız’ kelimesinden. (Yıl.) (Kay.) (Tbr.)
ginavla-: Hırsızlık yapmak, çalmak. (Yıl.) (Tbr.)
ginik: Kadın, karı. (Düz.) (Caf.) (Elk.)
gires: Giysi. (Yıl.) (Tbr.)
girle-: Ağlamak. (Yıl.)(Tbr.)
girleş: Cinsî münâsebette bulunmak < Far. Kîr
‘erkeklik âleti’ + Tk. /leş-/ ekinden. (Kay.) (Hzy.)
giş et: Gitmek, kaçmak. (Kay.) (Hzy.)
giş et-: Kaçmak, götürmek. (Gül.) (Hzy.)
giş ol-: Kaybolmak, yok olmak, uzaklaşmak. (Kay.)
(Gül.) (Hzy.)
giş: 1. Kaçış. 2. Kayıp. (Gül.) (Hzy.)
giş: Aptal, bön < Far. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
giş: Gitmek, kaçmak. (Kay.) (Hzy.)
gişel-: Bakmak. (Kay.) (Erk.)
gişet-: Kaçırmak. (Kay.) (Erk.)
gişgin: Kaçak. (Kay.) (Hzy.)
gişkin: Kaçak. (Gül.) (Hzy.)
gişkinci: 1. Kaçakçı. 2. Hırsız. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
gitil: Fasulye. (Kay.) (Kal.)
gorobos: Mezar. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
gödük: 1. Tabak. 2. Kap kacak. 3. Fıçı. (Yıl.) (DS. C.
VI) (Tbr.)
göğün- -göyür-: Kızarmak, yanar gibi olmak. (Gül.)
(Hzy.)
göh: Dışkı .(Yıl.) (Tbr.)
göhle-güle-: Dışkılamak. (Yıl.) (Tbr.)
göhre: At. Farsça kura ‘tay’la ilgilidir. (Kay.)
(Tbr.)
göhre-gühre: At. (Yıl.) (Tbr.)
gölük: Eşek, merkep. (Kay.) (DS. C. VI) (Çpn.)
gönç: Koyun. (Esk.) (Caf.) (Eda.)
gönç: Koyun. (Kay.) (Gyg.)
göşt: Et. < Farsça gûşt ‘et.’ (Kay.) (Tbr.)
göşt-göş: Et. (Yıl.) (Tbr.)
göyüs: Kertenkele. (Gül.) (Hzy.)
gras: At. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
gubalık: Diş. (Akar) (Kal.)
gubalık: Taş. (Akar) (Kal.)
gubuduh: Yalan, mübalağa. (Tr.) (Akb.) (Erk.)
gubuduh-kubuduk: Atağan, atmasyoncu; asıl telâffuzu.
(Kay.) (Erk.)
gubuz: Mübalağacı. (Tr.) (Akb.) (DS. C. XII) (Erk.)
gubuz-kubuz: Atağan, atmasyoncu, asıl telâffuzu kubuz.
(Kay.) (Erk.)
gudor: Para, sikke. (Düz.) (Caf.) (Elk.)
gufil: Aptal, deli. < Ar. gafil ‘dikkatsiz,
ihtiyatsız, dalgın, tembel, gaflette bulunan’ (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
guful: Anüs. (Yıl.) (Tbr.)
gulak partal: İki lira. (Kay.) (Kal.)
gulak: İki. (Akar) (Kay.) (Kal.)
gulakpatıga: On. (Akar) (Kal.)
gulakpatıgadansamieksik: Dokuz. (Akar) (Kal.)
gulaksacayak: Altı. (Akar) (Kal.)
gulaktaban: Sekiz. (Akar) (Kal.)
gulle: Polis. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
guma te-: Hacca gitmek. (Kay.) (Erk.)
gumpür: Patates. (Kay.) (DS. C. VI) (Hzy.)
gurdotu: Keçi. < kurt + otu kelimelerinden. (Kay.)
(Gyg.)
guruv: Sığır, umumiyetle hayvan. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
guşga: Silah. (Yıl.) (Tbr.)
guynu: Fena. (Esk.) (Caf.) (Eda.)
guynu: Fena. (Kay.) (Gyg.)
guynu: Kötü. Anadolu ağızlarında oldukça yaygındır.
Farsça gûy ‘çamur, pislik’
kelimesine bağlanabilir. (Kay.) (Tbr.)
güdük-gücük: Eşek. (Yıl.) (Tbr.)
güenne-: Güvenmek. (Yıl.) (Tbr.)
günük: Anüs. (Yıl.) (Tbr.)
gürgüz: Ayı. (Yıl.) (Tbr.)
güveşli: Yalan. (Kay.) (Erk.)
güveşliye te-: Yalan söylemek. (Kay.) (Erk.)
Hacali şi: Yalan; tv, radyo. (Akar) (Kal.)
hacer : 1. Taş. 2. Diş. < Ar. hacar ‘taş.’ (Kay.)
(Hzy.)
hacer: Diş. (Akp.) (Çpn.)
hacer: Diş. (Gül.) (Hzy.)
hacıalişi kösle-: Türkü söylemek, düğün etmek. (Kay.)
(Kal.)
hacıalişi: Yalan < hacı + ali + işi kelimelerinden.
(Kay.) (Kal.)
hadidle-: Tedavi etmek, iyileştirmek (gözü) < Ar.
hadîd ‘demir’ + Tk. + le-'ten (Kay.) (Hzy.)
hağna: Oyna. (Caf.) (Elk.)
hakıp: Cep, heybe. (Gül.) (Hzy.)
hakıp: Heybe, torba. < Ar. hakîb ‘çanta, bavul’
(Kay.) (Hzy.)
haknelik: Elbise, caket, pantolon vs. (Caf.) (Elk.)
hala: Yıkamak. (Akar) (Kal.)
halacı: (Kalaylanan kapları) yıkayıcı. (Akar) (Kal.)
halan-: Gelmek. (Kay.) (Çpn.)
halandır-: Getirmek. (Kay.) (Çpn.)
halat-: Çalmak, almak, satın almak. (Yıl.) (Tbr.)
haleyici: Çırak. (Kay.) (Kal.)
hammarik: Şeker. (Caf.) (Elk.)
hamselik: Beşlik. < Ar. hamse ‘beş’ + Tk. /+lik/
ekinden, ten (Kay.) (Hzy.)
han tamı: Han odası, otel.< Far. Hân ‘kervansaray,
otel’ + Tk. tam+ı kelimesinden. (Kay.) (Hzy.)
hançer: İğne. < Far. hançer ‘kama, hançer.’ (Kay.)
(Erk.)
handaķ: Evet. (Caf.) (Elk.)
hanik: Çadır. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
haniye: Çadır. (Caf.) (Gyg.)
hapek: Pencere, dama açılan kapı. < kepenk
kelimesinden. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
har: Ateş <Ar. harr yakıcı, sıcak, kızgın. (Kay.)
(Hzy.)
hareketle-: Yatmak. Bk. reketle- (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
hari: At (hayvan) (Caf.) (Elk.)
harif: Koyun, davar. (Kay.) (Çpn.)
harmanat: Vatansız, nüfus cüzdanı olmayan. (Yıl.)
(Tbr.)
has: Ekmek. (Düz.) (Caf.) (Elk.)
hasbi: At, beygir. < Far. Esb ‘at.’ (Kay.) (Hzy.)
hasbi: At. (Gül.) (Hzy.)
hat: Para, ücret, geçerli para birimi. (Gül.) (Hzy.)
hat: Para, ücret, lira, binlik vs. anlamında birim
olarak kullanılır. (Kay.) (Hzy.)
hatab-hıtab: Değnek, sopa, odun < Ar. hatab odun.
(Kay.) (Hzy.)
hatabla-: Dövmek, sopalamak. < Ar. ( Tk./+la-/
ekinden. (Kay.) (Hzy.)
hatap: Değnek, sopa. (Gül.) (Hzy.)
hatapla-: Dövmek. (Gül.) (Hzy.)
hatıl: Kalın mertek. (Gül.) (Hzy.)
hatırlayamadı: Keçi. (Akp.) (Çpn.)
hatla-: Yazmak. < Ar. hat ‘çizgi, satır’ + Tk.
/+la-/ ekinden. (Kay.) (Hzy.)
hatmet-: Okumak. < Ar. hatm ‘kur’an’ı başından
sonra kadar okumak’ + Tk. etfiilinden. (Kay.) (Hzy.)
hats: Ekmek, çörek. (Caf.) (Elk.)
havkıt-harkut: 1. Yumurta. 2. Ceviz. (Yıl.) (Tbr.)
havla- : Havlu ile silmek. (Kay.) (Kal.)
hayat: Evin önündeki açık alan. (Gül.) (Hzy.)
haydar: Eşek. (Bur.) (Caf.) (Kay.) (Kal.)
haymır: Erkeklik organı. (Kay.) (Çpn.)
hazeyn-hazeyin: 1. Erkek, adam, yetişkin kimse 2.
Ulan, len. 3. Darendeli < Ar.
Hazeyn ‘bu ikisi.’ (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
hebil: İp. (Yıl.) (DS. C. VII) (Tbr.)
hecir: İncir. (Yıl.) (Tbr.)
her: Eşek. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
hersik: Ekmek. (Kay.) (Çpn.)
hersit mezle-: Ekmek yemek. (Kay.) (DS. C. VII) (Çpn.)
hersit: Ekmek. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
hersit: Ekmek. (Yıl.) (DS. C. VII) (Tbr.)
hersit: Ekmek. Çepnilerde hersit, hersik. Anadolu
dışındaki sahada da yaygındır. Kaynağı hakkındaki açıklamalar doyurucu
değildir. (Kay.) (DS. C. VII) (Tbr.)
hezik: 1. Ağaç. 2. Sopa. (Yıl.) (Tbr.)
hezik: Dayak. (Kay.) (Tbr.)
hezik: Döv. (Esk.) (Caf.) (Eda.)
hezik: Dövme. (Kay.) (Gyg.)
hezikle: Döv. (Esk.) (Caf.) (Eda.)
hezikle-: Dövmek. (Yıl.) (Tbr.)
hımelik: İçki, meşrubat. (Caf.) (Elk.)
hış: Çok, var. (Kay.) (DS. C. VII) (Erk.)
hızmık: Buğday posası. (Gül.) (DS. C. VII) (Hzy.)
hindik: Küçük, az, ufak; ucuz. (Kay.) (Gül.) (DS. C.
VII) (Hzy.)
hinte: Buğday. < Ar. hınta’buğday.’ buğday. (Kay.)
(Gül.) (Hzy.)
hisbi: Bit. (Yıl.) (Tbr.)
hobus: 1. Ekmek. 2. yemek 3. Yem < Ar. hubz
‘ekmek.’ (Kay.) (Hzy.)
hoduh: Oda, salon. Anadolu ağızlarının kelimesi
olmalıdır. (Kay.) (Tbr.)
honta-hunta: Buğday, ekin. < Ar. hınta ‘buğday.’
(Kay.) (Çpn.)
hoot: Dut kavutu, dut kurusu. (Kay.) (Hzy.)
hotla-: Okumak. < Far. Hönden ‘okumak’ + Tk. /+la-/
ekinden. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
hoy: Tuz. (Yıl.) (Tbr.)
höbük yavrusu: Çeyrek, beş. (Kay.) (Erk.)
höbük: Mecidiye. (Kay.) (Erk.)
hökel: İnek. (Akp.) (DS. C. VII) (Çpn.)
hölemez: Yağ. (Kay.) (Gyg.)
hörün: Çabuk. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
höştür-hoşdur: Deve. < Far. üştür ‘‘deve.’’ (Kay.)
(Çpn.)
hubus: Ekmek, yemek. (Gül.) (Hzy.)
huras: Ot. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
hül ol-: Ölmek. (Yıl.) (Tbr.)
hür et-hül et-: 1. Kırmak. 2. Cinsel ilişkiye girmeden
sevişmek. (Yıl.) (Tbr.)
ıraç:Sağdıç. (Kay.) (Çpn.)
ırıf: Saç, sakal, bıyık, kaş, kıl, tüy. (Yıl.) (Tbr.)
ırıh: Büyük abdest. (Gül.) (Hzy.)
ırıh: Pislik, bok. (Kay.) (Hzy.)
ırıhla: Sıçmak. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
ırza: Kapı, çengeli, reze. < Ar. rezze 1. Reze,
kapıyı açıp kapamaya yarayan ve başparmakla basılarak işletilen kapı demiri. 2.
Ufak çengel. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
ışkın-eşkin: 1. Kenger dikeninin tazesi. 2. Filiz,
sürgün. (Gül.) (DS. C. VII) (Hzy.)
iki höbük: Kırk. (Kay.) (Erk.)
imam işi kösle-: Namaz kılmak. (Kay.) (Kal.)
imam işi köslüyor: Namaz kılıyor. (Kay.) (Kal.)
imam suyu: İçki. (Kay.) (Erk.)
imam_işi: Cami, namaz < imam + işi kelimelerinden.
(Kay.) (Kal.)
imamişi: Namaz. (Akar) (Kal.)
incaz: Tozlu erik cinsinin kurutulmuşu. (Gül.) (DS. C.
VII) (Hzy.)
inetle-netle-: Saz çalmak. Ölçünlü Türkçe’deki inle-
fiilinin Anadolu ağızlarındaki
inne- şeklinin ettirgeni olan innet- le ilgili
olmalıdır. (Kay.) (Tbr.)
innav: Delikanlı. (Düz.) (Caf.) (Elk.)
inzala-: Ağlamak. (Gül.) (Hzy.)
irek: Üç. (Caf.) (Elk.)
iş: El. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (Kal.)
ivişle: Yürü! ev-, iv- ‘acele etmek’ten /-iş-/ eki ve
bundan da /-le-/ ile türetilmiştir.(Kay.) (Tbr.)
kadem: 1. Ayak. Bk. gadem. 2. Ayakkabı. < Ar. kadem
‘ayak, adım.’ (Kay.) (Gül.)(Hzy.)
ķadivav: Kadın. (Caf.) (Elk.)
kaf: Taş. Kaynağı meçhul. (Kay.) (Tbr.)
kakavay: Çingene. (Akar) (Kal.)
ķale: Gel. (Caf.) (Elk.)
kalın genek: Gümüş mecidiye. (Akar) (Kay.) (Kal.)
kalın: 1. Beyaz. Umumî Türk argosunda ‘paralı,
zengin.’ (Kay.) (Kal.)
kalın: Beyaz. (Muğ.) (Caf.) (Kal.)
kalınğenek: Gümüş mecidiye. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kal.)
ķanili: Çirkin. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
kara moy-gara moy: Kahve. (Kay.) (Çpn.) (Çpn.)
karamancı: Hırsız. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kay.) (DS. C.
VIII) (Kal.)
karkav: Hükümet, devlet. (Caf.) (Gyg.)
karke: Kahve. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
kâsıflık: Ağız. (Kay.) (Kal.)
kasurun: Saman. (Gül.) (Hzy.)
ķaş: Odun. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
kaş: Yan, taraf. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
katırlı sürt-: Rakı içmek. (Kay.) (Kal.)
katırlı: Rakı. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (Kal.)
kav: Jandarma, polis, bekçi. (mecazi) (Tr.) (Akb.)
(Erk.)
kav: Kasaba, köy. (Kay.) (Gyg.)
kava: Şey. (Kay.) (Gyg.)
kavara: Kahve takımı. (Caf.) (Gyg.)
kavdan: Bir kimse, felan. (Caf.) (Gyg.)
kây: Ye, iç! İstanbul argosunda kay- ‘yemek.’ (Kay.)
(Tbr.)
kaya: Yumurta, yumurtlama. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
kayış et-: Çalmak. (Kay.) (Kal.)
kayışçı: Hırsız. (Kay.) (DS. C. VIII) (Kal.)
kebir hazeyn: 1. Ağırbaşlı, yaşlı başlı kimse. 2.
Baba, kayınbaba. (Gül.) (Hzy.)
kebir hazeyn: Büyük insan, yaşlı kimse. (Kay.) (Hzy.)
kebir saltat: Komutan. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
kebir: Büyük. < Ar. kebîr ‘büyük, ulu.’ (Kay.)
(Gül.) (Hzy.)
keçe: Ekmek. (Kay.) (Gyg.)
kedilemek: Evlendirmek. (Akar) (Kal.)
kef: 1.Taş. 2.Diş. 3. Tavuk. (Yıl.) (Tbr.)
kefçi- kevçi: Kaşık, çatal. (Yıl.) (Tbr.)
kekne-: Gülmek. (Yıl.) (Tbr.)
kelepir: Ucuz. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
kellembaş: Memur, devlet hizmetinde bulunan kimse.
(Kay.) (Çpn.)
kellesi büyük: Memur. (Kay.) (Çpn.)
kelti: Yabancı. (Yıl.) (DS. C. VIII) (Tbr.)
kemal: Deve < Ar. cemel ‘deve’ (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
kemer _alişi: Soğan < kemer + ali + işi’ nden.
(Kay.) (Kal.)
kemer işi: Soğan, sarımsak. (Akar) (Kal.)
kemer işi: Soğan. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kay.) (Kal.)
kemeraliişi: Soğan. (Akar) (Kal.)
kemerelişi: Soğan. (Akar) (Kal.)
kemerişi: Soğan. (Akar) (Kal.)
kendile-: 1. Satmak. 2. Almak, satın almak. (Kay.)
(Kal.)
kendilemek: Satmak. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Akar) (Kal.)
kendir: İp. (Bur.-Muğ. ) (Caf.) (Akar) (Kay.) (DS. C.
VIII) (Kal.)
kep: Ölmek. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
kepenek: Kağıt para. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
kepit: 1. Öldürmek. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
kepkin: Ölmüş. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
ker: Bıçak. (Kay.) (DS. C. VIII) (Tbr.)
ķer: Ev. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
ker-: Yapmak. (Kay.) (Gyg.)
kerilmek: Hazır olmak. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
ker-keğr-kir-kiğr: Bıçak. (Yıl.) (Tbr.)
kerle-: Durmak. < ker + Tk. + /le-/ ekinden. (Kay.)
(Gyg.)
kerle-kerne-: 1. Kesmek. 2. Susmak. 3. Durmak. 4.
Sünnet etmek. (Yıl.) (Tbr.)
kerlemek: Durmak. (Caf.) (Gyg.)
kermir: Kızılbaş. (Bsz.) (Akb.) (Erk.)
kermir-germir: Kızılbaş. (Kay.) (Erk.)
kernet-: Sünnet ettirmek. (Yıl.) (Tbr.)
kes: Saman, ot. (Kay.) (DS. C. VIII) (Hzy.)
kesber: Topal. (Kay.) (Hzy.)
kesne hazeyn: Kötü insan, kötü adam. (Kay.) (Hzy.)
kesne: Kötü, iyi olmayan. (Kay.) (Hzy.)
kesne: Kötü. (Gül.) (Hzy.)
kesper: Topal. (Gül.) (Hzy.)
keş: Peynir. (Tr.) (Akb.) (DS. C. VIII) (Erk.)
keş-geş: Peynir. (Gaziantep) yoğurt ve döğme ile
yapılan bir yemek. (Kay.) (DS. C. VIII) (Erk.)
keşk-keşk: Kız, kız çocuğu. (Yıl.) (Tbr.)
kevik etme: Konuşma. (Kay.) (Çpn.)
kevik: Ağız. Bk. gevik. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
kevik: Saman. (Tr.) (Akb.) (DS. C. VIII) (Erk.)
kevik-kevük: Saman. (Kay.) (DS. C. VIII) (Erk.)
kevikleş- : Konuşmak. (Kay.) (Çpn.)
key-kay-: Yemek, içmek. (Yıl.) (Tbr.)
keylim: Yemek, yiyecek. (Yıl.) (Tbr.)
keyne-keyle- bk.key- (Yıl.) (Tbr.)
kılav gır-: Az almak, ucuz vermek. (Kay.) (Kal.)
kılav: Az, küçük, kısa. (Bur.-Muğ.) (Caf.) (Kay.)
(Kal.)
kılavgır: Az al. (Bur.) (Caf.) (Kal.)
ķına: Gitmek. (Düz.) (Caf.) (Elk.)
kır-: Almak, getirmek. (Kay.) (Kal.)
kır-: Çiftleşmek. Burdur ve Muğla Kalaycılarının
argosunda olmak, getirmek. (Kay.) (Erk.)
kırıma: Utanma! Kaynağı belirsiz. (Kay.) (Tbr.)
kırıtıl sapı: Saman. (Muğ.) (Caf.) (DS. C. VIII)
(Kal.)
kırmak: Almak, getirmek. (Bur.-Muğ.) (Caf.) (Kal.)
kırmak: Çiftleşmek. (Kay.) (Hzy.)
kırmak: Çiftleşmek. (mecazi) (Tr.) (Akb.) (Erk.)
kırtıl sapı: Saman. (Akar) (DS. C. VIII) (Kal.)
kırtıl: Arpa. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (Kal.)
ķıtan: Sığır, inek ve emsali. (Caf.) (Elk.)
kıyık: Çuvaldız. (Kay.) (DS. C. VIII) (Çpn.)
kilab: Köpek. < Ar. kilâb ‘köpekler’ kelb
kelimesinin çokluk şekli. (Kay.) (Gül.)(Hzy.)
kireç: Un. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
kirtil sapı: Saman. (Kay.) (DS. C. VIII) (Kal.)
kişifle-: Gözetlemek, takip etmek. (Gül.) (Hzy.)
kişifle-: Gözetlemek, takip etmek. < Ar. keşf
‘açma, meydana çıkarmak, gizli bir şeyi bulmak’ + Tk. /+le-/ ekinden. (Kay.)
(DS. C. VIII) (Hzy.)
kitir: Çok, bol, faz la; pahalı < Ar. keşîr ‘çok,
bol.’ (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
kitirleş-: Çoğalmak. (Kay.) (Hzy.)
koka: Tütsülemek < Tk. kok- fiilinden. (Kay.)
(Hzy.)
köken işi: Kavun, karpuz, bostan türü şeyler. (Akar)
(Kal.)
köken_işi: Üzüm, kavun, karpuz ve emsali. < köken +
işi kelimelerinden. (Kay.) (Kal.)
köken_işi: Üzüm, kavun, karpuz. (Bur.) (Caf.) (Kal.)
kökenceli: Karpuz. (Kay.) (Kal.)
kökençeli: Karpuz. (Muğ.) (Caf.) (Kal.)
kökençeli: Üzüm, kavun, karpuz. (Akar) (Kal.)
kös et-: Saklamak, gizletmek, kaçırmak, kaydırmak.
(Kay.) (Kal.)
kös etmek: Saklamak, gizletmek, kaydırmak. (Akar)
(Kal.)
kös metirek: Jandarma, polis, belalı adam. (Akar)
(Kal.)
kös ol-: 1. Müteessir olmak, kızmak, darılmak,
hiddetlenmek. 2. Eski, kötü, fena olmak. (Kay.) (Kal.)
kös palle: Eski bakır. (Kay.) (Kal.)
kös partal: Eski elbise. (Kay.) (Kal.)
kös: 1. Az (Bur.) 2. Çirkin, fena, kötü, eski. (Muğ.)
(Caf.) (DS. C. VIII) (Kal.)
kös: 1. Fena, kötü, çirkin. 2. Eski. 3. Öfke. 4. Az,
azıcık. (Kay.) (Kal.)
kös: Kötü, çirkin. (Akar) (DS. C. VIII) (Kal.)
kös_etmek: Saklamak, gizletmek, kaydırmak. (Muğ.)
(Caf.) (Kal.)
kösgenek: Çanak, tabak. (Akar) (Kal.)
kösgenek: Tuz ruhu, asit. (Akar) (Kal.)
kösle-: 1. Kendinden önceki bir isimle kullanılan bir
söz. nazilikösle- gibi. 2.
Koymak, hazırlamak. (Kay.) (Kal.)
kösül!: Gel! (Kay.) (Gyg.)
kösül-: Gelmek. (Kay.) (Gyg.)
köşker_uşâ: Bit. < köşker + uşağı; Köşker,
Kırşehir’e bağlı bir köy adıdır. (Kay.)(Erk.)
köşkeruşa: Bit. (köşker uşağı) mecazi (Tr.) (Akb.)
(Erk.)
köy managadısı: Muhtar. (Akar) (Kal.)
ķuķanķor: Geliyoruz. (Caf.) (Elk.)
kulak fatka: On. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kal.)
kulak fatka-kulak fatika: On. (Kay.) (Kal.)
kulak sacyak buçuk: Yedi. (Kay.) (Kal.)
kulak sacyak: Altı. (Kay.) (Kal.)
kulak taban buçuk: dokuz. (Kay.) (Kal.)
kulak taban: Sekiz. (Kay.) (Kal.)
kulak: İki. (Muğ.) (Caf.) (Kay.) (Kal.)
kulaklı: Eşek. (Kay.) (Çpn.)
kullep: Kapı menteşesi. < Ar. kullâb ‘çengel,
kanca’. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
kunup suyu: Çorba. (Kay.) (Erk.)
kurbaalık: Taş. (Akar) (Kal.)
kurbağalık kösle-: Taş atmak. (Kay.) (Kal.)
kurbağalık köslüyor: Taş atıyor. (Kay.) (Kal.)
kurbağalık: Taş. (Kay.) (Kal.)
ķuti: Burun. (Caf.) (Elk.)
kutuk suyu-kütük suyu: Pekmez, şarap. < kütük +
suyu. (Kay.) (Erk.)
kutuksuyu: Pekmez (kütük suyu) (Tr.) (Akb.) (Erk.)
küçe: Yıldız. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
kükeri: Horoz. (Yıl.) (Tbr.)
külbe: Besleme, doldurma. (Kay.) (Hzy.)
külbe: Besleme. (Gül.) (Hzy.)
külbele-: Bostanın çevresini toprakla doldurmak, beslemek.
(Kay.) (Hzy.)
külli işi: Tavuk, yumurta. (Akar) (Kal.)
küllig işi: Piliç ve buna benzer bilumum kuşlar.
(Muğ.) (Caf.) (Kal.)
küllig: Polis. (Muğ.) (Caf.) (Kal.)
külliişe: Yumurta. (Akar) (Kal.)
küllin işi: Piliç ve buna benzer bilumum kuşlar. (Kay.)
(Kal.)
küllin: Piliç. (Akar) (Kal.)
küllin: Polis. (Kay.) (Kal.)
küllinişi: Piliç. (Akar) (Kal.)
küllük işi: Yumurta. (Kay.) (Kal.)
kütük suyu: Kahve. (Kay.) (Kal.)
kütüp hatmet-: Kitap okumak. (Kay.) (Hzy.)
kütüp: Kitap < Ar. kütüb ‘kitab’ın çokluk şekli,
kitaplar.’ (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
kütür: Gavur. (Yıl.) (Tbr.)
kütür: Gavur. <Ar. küfr ‘‘dinsizlik, küfür.’’
(Kay.) (Çpn.)
labek:Tava. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
lali: Çocuklarda rkeklik organı. (Kay.) (Hzy.)
lamburdak: Silah, tüfek, tabanca vb. (Caf.) (Kay.)
(Gyg.)
le: Al. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
legir: Doktor. (Kay.) (Hzy.)
leğir: Doktor. (Gül.) (Hzy.)
leğümle-: Uyumak. (Gül.) (Hzy.)
lehem: et. (Gül.) (Hzy.)
lehem-lehim: Et. < Ar. lahm ‘et.’ (Kay.) (Hzy.)
leva-: Nefret etmek. Bk. levna. (Kay.) (Çpn.)
levna: Çok çirkin. (Kay.) (Çpn.)
levva: Nefret etmek. (Akp.) (Çpn.)
li: Ay. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
libas: Elbise < Ar. libâs ‘esvap.’ (Kay.) (Hzy.)
lil: Kağıt. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
lingiş: Ayak. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
lingişi: Ayakkabı. (Kay.) (Çpn.)
lobiya: Fasulye. (Akar) (Kal.)
loli: Kırmızı. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
lotahçı: Oda sahibi, otelci. (Kay.) (Hzy.)
lotah-lotak: Otel; misafir odası. < Ar. el- otak
‘otağ, çadır’ <Tk. otağ. (Kay.) (Hzy.)
lotak: Oda. (Gül.) (Hzy.)
lova: Para. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
löök -löğük: Delikanlı, erişkin erkek çocuk, oğlan.
(Gül.) (Hzy.)
löök-legük: Ülen! adam! Delikanlı, yetişkin erkek
çocuğu, oğlan. (Kay.) (Hzy.)
lövm-lövüm: Uyku. <Ar. nevm ‘uyku.’ (Kay.) (Hzy.)
lövümle: Uyumak. <Ar. nevm+Tk.+/le-/ekinden. (Kay.)
(Hzy.)
lülük: Devlet memuru, amir, umuiyetle devlet
hizmetinde bulunan kimse. (Caf.)(Kay.) (Gyg.)
mahsere: Dutun ezilip, suyunun süzüldüğü tas, tek
parça oluklu tas. (Gül.) (Hzy.)
makal: Sığır. (Kay.) (Çpn.)
maķami: Tane. (Caf.) (Elk.)
mamış: Yabancı, müdür, amir ve emsali. (Esk.) (Caf.)
(Eda.)
mampır: Hırsız. (Kay.) (Hzy.)
mampırla-: Çalmak, hırsızlık yapmak. (Kay.) (Hzy.)
mampur: Hırsız. (Gül.) (Hzy.)
mampurla-: Çalmak. (Gül.) (Hzy.)
managadı: 1. Köpek. 2. Muhtar, jandarma ve polis gibi
devlet görevlileri için kullanılan tabir. Bk. menegadı. (Kay.) (DS. C. IX)
(Kal.)
managadı: Köpek. (Akar) (DS. C. IX) (Kal.)
manak: Yoğurt. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (DS. C. IX)
(Kal.)
manayır: Peynir. (Akar) (Kal.)
mandıra: Misafir odası, oda. < Yun. mandra; İtal.
mandra. Yunanca kelimedeki -n-, -d- asimilasyonu üzerine, Türk argosunda ‘adi,
kötü, menfur’ manalarında olmak üzere marda telaffuz şeklini almıştır. (Kay.)
(Erk.)
mandıracı: Ev, oda sahibi. (Kay.) (Erk.)
mandracının düvesi: Ev sahibinin kadını. (Kay.) (Erk.)
manegadı: Köpek. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Akar) (DS. C. IX)
(Kal.)
mangır: Para. (Kay.) (Kal.)
manış: 1. Yabancı. 2. Müdür. 3. Misafir ve benzeri.
(Kay.) (Gyg.)
manış: Jandarma. (Yıl.) (Tbr.)
manış-maniş: Türk, yabancı, Çepni’den gayrisi. (Kay.)
(Çpn.)
manigadı: Köpek. (Akar) (DS. C. IX) (Kal.)
manoş/manuş: Jandarma. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
marat: Aş, yemek. (Akar) (DS. C. IX) (Kal.)
marat: Yemek. (Kay.) (DS. C. IX) (Kal.)
marhama: Havlu < Ar. mikrama ‘el havlusu.’ (Kay.)
(DS. C. IX) (Hzy.)
marıf kelti: Büyük adam (yabancı), devlet görevlisi.
(Yıl.) (Tbr.)
marıf: Büyük adam (müdür, âmir) vb. (Kay.) (Tbr.)
marıf: Nasıl? Tavır, hal, mizaç ve birisinin
karakterinin nasıl olduğunu belirtmekte kullanılır. <Ar. ma'ruf ‘bilinen,
anlaşılan’. (Kay.) (Gyg.)
marıf: Tavır, hal, mizaç ve umumiyetle birisinin
karakterinin nasıl olduğuna
belirtmek için kullanılır.Tarif. (Esk.) (Caf.) (Eda.)
marıf: Zengin, bey, ağa, itibarlı, tanınmış kişi.
(Yıl.) (Tbr.)
mariga: Anne. (Caf.) (Elk.)
mart: 1. Erkek. 2. Bir (sayı). (Caf.) (Elk.)
maru: Ekmek. (Esk.) (Caf.) (Eda.)
mas: Et. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
mast: Yoğurt. (Yıl.) (Tbr.)
maşara: Ekili bostan yeri. (Kay.) (Gül.) (DS. C. IX)
(Hzy.)
mat: Parmak. (Caf.) (Elk.)
matah: Çerçi malı. < Ar. meta satılacak mal, eşya,
elde bulunan sermâye. (Kay.) (DS.C. XII) (Hzy.)
matah: Mal, satış eşyası < Ar. metâ. (Kay.) (DS. C.
XII) (Erk.)
matarak: Çırak. (daha fazla istihza makamında.) (Kay.)
(Kal.)
matsı: Saç. (Caf.) (Elk.)
mayda fila: Elbise, giysi. (Kay.) (Çpn.)
mazık 1. Yaşlı. 2. İtibarlı. 3.Büyük. 4. Zengin.
(Yıl.) (Tbr.)
mazık kelti: İhtiyar (yabancı) (Yıl.) (Tbr.)
mazık keşk: Yaşı geçkin kız. (Yıl.) (Tbr.)
mazık kir-mazık ker: Balta, kazma. (Yıl.) (Tbr.)
mazın: Tabanca, silah, demir ve umumiyetle demire
mütaallik her bir şey; mavzer. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (DS. C. IX) (Kal.)
mazın: Yoğurt. < Erm. madzun. (Kay.) (DS. C. IX)
(Erk.)
mazin: Yoğurt. (Erm.) (Akb.) (DS. C. IX) (Erk.)
mekçi nasıfı: Kalaycı dili. (Kay.) (Kal.)
mekçi naslığı: Kalaycı dili. (Akar) (Kal.)
mekçi: Kalaycı. (Akar) (Kay.) (Kal.)
meklemek: Kalaylamak. (Akar) (Kal.)
mekli: Kalaylı. (Akar) (Kal.)
melek işi-melerişi: Koyun. (Kay.) (Erk.)
meleşi: Koyun (melemekten) (Tr.) (Akb.) (Erk.)
meleşi: Koyun < meleğ + işi. (Kay.) (Erk.)
menedik: Kalay. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (DS. C.
IX) (Kal.)
menegadı: Köpek. Bk. managadı. (Kay.) (DS. C. IX)
(Kal.)
menekçi: Kalaycı. (Akar) (Kal.)
meneklemek: Kalaylamak. (Akar )(Kal.)
menge: Silah. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
mentişe: Keder. (Kay.) (Kal.)
mentişeliyiz: Kederliyiz. (Kay.) (Kal.)
merdir-: 1. Yıkmak. 2. Toplamak, kaldırmak. (Kay.)
(Gyg.)
merdirmek: Yıkmak. (Caf.) (Gyg.)
merik: 1. Yaşlı adam. 2. Koca, eş; adam, herif, kişi.
3. Hoca < Far. Merdek ‘adam,
herif.’ (Kay.) (DS. C. IX) (Hzy.)
merik: Hoca, yaşlı. (Gül.) (DS. C. IX) (Hzy.)
mertek çapan: Türk kadını. (Akar) (Kal.)
mertek: Köylü, adam, umumiyetle erkek müşteri. (Akar)
(Kal.)
metan ol-: Ölmek. (Yıl.) (Tbr.)
meten-metan -metene: Ölüm, ölü. (Yıl.) (Tbr.)
meterek: Adam, erkek, müşteri. Bk. metrek. (Kay.)
(Kal.)
meterek: Metrek. (Muğ.) (Caf.) (Kal.)
metirek tuna: Yaşlı erkek. (Akar) (Kal.)
metirek yavşa: Genç erkek. (Akar) (Kal.)
metirek: Erkek. (Akar) (Kal.)
metlen-:Ölmek. (Yıl.) (Tbr.)
metlet-: Öldürmek. (Yıl.) (Tbr.)
metrek çapan: Türk kadını. (Bur.-Muğ.) (Caf.) (Kay.)
(Kal.)
metrek çapan: Türk kadını. (Kay.) (Kal.)
metrek: 1. Yabancı (Türk) tanımadık bir kimse, adam.
2. Köylü, umumiyetle erkek,
müşteri. (Kay.) (Kal.)
metrek: Köylü, adam, umumiyetle erkek müşteri. (Muğ.)
(Caf.) (Kal.)
metrek: Türk ve müslim erkek müşteri. (Akar) (Kal.)
meviç: Üzüm. (Yıl.) (Tbr.)
mevş: Üzüm. Kökeni belirsiz. (Kay.) (Tbr.)
mey: İçki (rakı, şarap vb.) (Yıl.) (Tbr.)
meyidlenmek: Ölmek. (Akp.) (Çpn.)
meyli: Sarhoş. (Yıl.) (Tbr.)
mez: İyi. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
mezle: Yemek. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
mezlengiç: Saman, mezle-‘ten. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
mezmur:1. Kadın ve erkeğin cinsiyet uzvu. 2. Mermi. 3.
Yaşlı. < Ar. mezmûr 1.
Kavalla söylenen ilâhi; 2. Hz. Davud'a inen Zebur’un
surelerinden her biri. (Kay.)(Erk.)
mıhış ol-: Ölmek. (Yıl.) (Tbr.)
mındara: Hapishane. (Yıl.) (Tbr.)
mırar: 1. Kötü; 2. Çirkin. (Yıl.) (Tbr.)
mısmıl: İyi, güzel. (Kay.) (Gül.) (DS. C. IX) (Hzy.)
mihmân: Misafir. < Far. Mihmân ‘misafir, konuk.’
(Kay.) (Gül.) (Hzy.)
milah-milih: düzgün, yakışıklı, güzel. (Gül.) (Hzy.)
milcan: Kirpi. (Yıl.) (Tbr.)
milih-milah: iyi, güzel, hoş. < Ar. melîh ‘güzel,
şirin, sevimli’ (Kay.) (Hzy.)
mim: Müslüman < Ar. mîm ‘mim harfi.’ (Kay.) (Gül.)
(Hzy.)
mis: Et. (Caf.) (Elk.)
molla hüseyin: Kükürt. (Akar) (Kal.)
moy- mey: Su. < Ar. mâ ‘su.’ Arapçada bu kelimenin
söylenişi ‘may’ şeklindedir. (Kay.) (Hzy.)
moy: 1. Su. 2. Kalitesiz, kötü esans. (Gül.) (Hzy.)
moy: Su, yağmur. (gözyaşı) vb. (Akp.) (Çpn.)
moya: Süt. (Akp.) (Çpn.)
moya: Süt. Bk. moy. (Kay.) (Çpn.)
moyda fila: Giysi, elbise. (Akp.) (Çpn.)
moyhane: 1. Hamam, 2. Abdesthane. (Gül.) (Hzy.)
moyhane: 1. Hamam, banyo. 2. Tuvalet, abdesthane. <
Ar. mâ+ Far. hâne ‘ev’kelimesinden. (Kay.) (Hzy.)
moyla-: Ağlamak. (Kay.) (Çpn.)
moyla-: Su dökmek, çis yapmak, işemek. (Gül.) (Hzy.)
moylamak: Ağlamak. (Akp.) (Çpn.)
moylan-: Boy abdesti almak, yıkanmak. < Ar. mâ +
Tk. /lan-/ ekinden. (Kay.) (Hzy.)
moylan-: Yıkanmak. (Gül.) (Hzy.)
moy-muy: 1. Su. 2. Yağmur. < Ar. mâ ‘‘su.’’ (Kay.)
(Çpn.)
murur: Kahve. (Caf.) (Elk.)
musacalı: Bit, pire. (Akar) (Kal.)
musi: Kol. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
muş: Burun. Ağız sözlüklerinde muş et- ‘koklamak’ ve
muşuk ‘yassı burun’
örnekleri vardır. Kaynağı belirsizdir. (Kay.) (Tbr.)
muşaķ: Jandarma. (Caf.) (Elk.)
mutaf bahar: Tütün kesesi. (Kay.) (Çpn.)
mutaf işi: Saç, sakal, bıyık, kıl, yün. Bk. mutaf.
(Kay.) (Çpn.)
mutaf işi: Saç, sakal, bilimum tüy. (Akar) (Kal.)
mutaf işi: Saç. (Akar) (Kal.)
mutaf: Cüzdan. (Akar) (Kal.)
mutaf: Kilim, çul. (Akar) (Kal.)
mutaf: Sakal, bıyık. (Kay.) (Çpn.)
mutaf_bahar: Tütün kesesi. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.)
(Kal.)
mutaf_işi: Saç, sakal, bıyık, kıl, yün. (Muğ. Tar.)
(Caf.) (Akar) (Kay.) (Kal.)
mutafa dünet-: Cüzdana koymak. (Akar) (Kal.)
mutaflı: Erkek. (Kay.) (Çpn.)
muy: Ağız, yüz. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
mülas: Öldü, ölmüş. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
naa:Hayır. (Kay.) (Tbr.)
naç: Kaç! Düzce Abdallarında ‘nas’ olarak görülür.
Çingenecede naş, naşava ‘uzaklaşmak, gitmek’ kelimesinin emir şeklidir. (Kay.)
(Tbr.)
nafta-navta: Oğlan çocuğu, delikanlı. (Yıl.) (Tbr.)
nagav/nangav: Vur. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
nah-nak-na: 1. Hayır. 2. Yok. 3. Hiç. 4. Az.
(Yıl.)(Tbr.)
nakgi: Burun. (Yıl.) (Tbr.)
nakışlı: Kete. (Kay.) (Erk.)
nâme: Mektup. < Far. nâme ‘mektup.’ (Kay.) (Hzy.)
narele-: Söylemek, haber vermek. (Gül.) (Hzy.)
nârele-: Söylemek, konuşmak. < Ar. na’re nâra,
yüksek sesle bağırma + Tk. /+le-/
ekinden. (Kay.) (Hzy.)
narlık: Ateş, güneş. < Far. nâr ‘‘ateş, od’’ + Tk.
/+lık/ ekinden. (Kay.) (Çpn.)
narlık: Güneş. (Akp.) (Çpn.)
nasıf _otu: Umumiyetle yemek, zahire. (Akar) (Kal.)
nasıf et-: Ekmek pişirmek. (Kay.) (Kal.)
nasıf etmek: Ekmek pişirmek. (Akar) (Kal.)
nasıf kösle-: 1. Birbiriyle konuşmak. 2. Ekmek
pişirmek veya yemek. (Kay.) (Kal.)
nasıf köslemek: Ekmek hazırlamak, pişirmek veya yemek.
(Bur.-Muğ.) (Caf.) (Kal.)
nasıf köslemek: Ekmek hazırlamak. (Akar) (Kal.)
nasıf otu: 1. Buğday. 2. Zahire, her yenen şey. (Kay.)
(Kal.)
nasıf sürt- : Ekmek veya yemek yemek. (Kay.) (Kal.)
nasıf sürtmek: Ekmek yemek. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kal.)
nasıf süyüt-sürt: Yemek yemek. (Akar) (Kal.)
nasıf: 1. Ekmek. 2. Lâf, mükâleme, konuşma. 3. Dil. 4.
Yemek. (Kay.) (DS. C. IX) (Kal.)
nasıf: Ekmek. (Bur.-Muğ.) (Caf.) (Akar) (DS. C. IX)
(Kal.)
nasıf_etmek: Ekmek pişirmek. (Bur.-Muğ. ) (Caf.)
(Kal.)
nasıflama: Konuşma. (Kay.) (Kal.)
nasıflan-: Sormak, konuşmak, demek. (Kay.) (Kal.)
nasıflanıl-: Konuşulmak, sorulmak. (Kay.) (Kal.)
nasıflık: Ağız. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (Kal.)
nasıfsıra-: Acıkmak. (Kay.) (Kal.)
nasıfsıramak: Acıkmak. (Muğ.) (Caf.) (Kal.)
nasıfsız: Aç. (Akar) (Kal.)
nasıl_otu: Umumiyetle yemek, zahire. (Muğ.) (Caf.)
(Kal.)
nasla- : Hatırlatmak, söylemek. (Kay.) (Kal.)
naslık: Ağız, lisan. (Akar) (Kal.)
naş: 1. Ver. 2. Al. (Kay.) (Gyg.)
naş: Kaç. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
naş: Kaçmak. (Düz.) (Caf.) (Elk.)
naş: Ver, al. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
naş: Yurt. Bk. gaşa. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
naşgas: Kaçtı. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
naştır-: Vermek, kaçırtmak. (Kay.) (Gyg.)
naştırmak: Vermek. (Caf.) (Gyg.)
navta: Yabancı, bizim çocuklar. Farsça neved, nevede
‘torun’ ile ilgilidir. (Kay.)(Tbr.)
nazile: Para. (Bur.) (Caf.) (DS. C. IX) (Kal.)
nazileci: Paralı, zengin. (Bur.) (Caf.) (Kal.)
nazileci-nezleci: Paralı, zengin, varlıklı kimse.
(Kay.) (Kal.)
nazile-nazili-nazille-nazilli: Para. (Kay.) (Kal.)
nazili: Para. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kal.)
nazilli: Nazili. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kal.)
nazilli: Para. (Akar) (Kal.)
nediçgi: Tüfenk. (Caf.) (Elk.)
nek: Konuşma! Söyleme! Farsça negû ‘söyleme’den
gelmiştir. (Kay.) (Tbr.)
netle--nietle--nitle-: 1. Saz (davul, zurna) çalmak.
2. Vurmak. 3. Dövmek. (Yıl.) (Tbr.)
netu: Yok. < Far. (?) nâ değil, yok. (Kay.) (Hzy.)
nıma: Namaz. (Kay.) (Tbr.)
nımı: Namaz. (Yıl.) (Tbr.)
nımısla-: 1. Uyumak. 2. Yatmak. 3. Oturmak. (Yıl.)
(Tbr.)
nımıslat-: Yatırmak. (Yıl.) (Tbr.)
nınısla: Otur! Kaynağı belirsiz. (Kay.) (Tbr.)
ninay: Yok. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
nist: Oturmak. (Caf.) (Elk.)
nişter: Çakı bıçağı. < Far. neşter ‘‘kan çıkarmak
için damar açmağa, çıban deşmeğe, aşı aşılamağa mahsus, çakı türünden ucu sivri
âlet.’’ (Kay.) (Çpn.)
nofarlamak: Görmek. (Akp.) (Çpn.)
noharla-: Gözlemek, tarassut etmek. (Kay.) (Çpn.)
nohur: 1. Yeter! 2. Sus! (Yıl.) (Tbr.)
novarla-nofarla-: Görmek, gözlemek. (Kay.) (Çpn.)
nufar -nuvar: Göz. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
nuhlat-: Gizletmek, göstermemek, gizlemek, saklamak.
(Kay.) (Çpn.)
nuhlatma: Gizle, sakla, gösterme! (Kay.) (Çpn.)
nuhru: Allah. (Kay.) (Tbr.)
nünü: Eczanelerde bulunan mukavva kaşe kutular. (Kay.)
(Çpn.)
nünü: Zurna. Ölçünlü Türkçe huni’den geldiği açıktır.
Kelimede anlam genişlemesi
vardır. (Kay.) (Tbr.)
orgat: İki (sayı). (Caf.) (Elk.)
ormanlıoğlu: Domuz. (Kay.) (Kal.)
osgi: Altın. (Caf.) (Elk.)
otk: Ayak. (Caf.) (Elk.)
otla-: Saldırmak (kadına vb.) (Kay.) (Hzy.)
ovan-: 1. Kaçırmak, gizlemek, saklamak. 2. Getirmek,
gelmek. 3. Dolaşmak,
gezinmek. 4. Gelmek, gitmek. (Kay.) (DS. C. IX) (Kal.)
ovan: Gelmek, gitmek. (Akar) (Kal.)
ovanmak: Gelmek, gitmek. (Muğ.) (Caf.) (DS. C. IX) (Kal.)
ovat-: 1. Göndermek, getirmek. 2. Aşırmak. 3.
Kaçırmak. 4. Götürüp gitmek. 5.
Almak. 6. Çalmak. (Kay.) (Kal.)
ovatıl-: 1. Getirilmek. 2. Verilmek. (Kay.) (Kal.)
ovatmak: Almak, aşırmak, çalmak, götürüp gitmek.
(Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kal.)
ovattı: Aldı, aşırdı, çaldı. (Kay.) (Kal.)
öl-:1. Yükleri yıkmak. 2. Uyumak. (Kay.) (Erk.)
ölenne-: Ölmek. (Yıl.) (Tbr.)
ölmek: Yükleri yıkmak. (mecazi) (Tr.) (Akb.) (Erk.)
ölün: Yükleri yıkın! (Kay.) (Erk.)
örgükaya: 1. Ev. 2. Samanlık, dam. (Kay.) (Çpn.)
örgükaya: Ev, samanlık. (Akp.) (Çpn.)
ötekisi: Sağdıç. (Kay.) (DS. C. IX) (Çpn.)
ötürük: Sürgün, ishal, cıvık dışkı. (Gül.) (DS. C. IX)
(Hzy.)
övüşle-öüşle: 1. Kaçmak. 2. Kalkmak. 3. Yürümek. 4.
Göçmek (göç etmek). 5.
Saklanmak. 6. Götürmek. (Yıl.) (Tbr.)
övüşlet-öüşlet-: 1. Çıkarmak. 2. Kaçırmak. 3.
Kovalamak. (Yıl.) (Tbr.)
öz: Kendi. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
özüme: Bana. (Gül.) (Hzy.)
palandız: Eyer, semer. (Akar) (Kal.)
palandız: Semer, eğer, çul. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (
Kay.) (Kal.)
palanduz: Semer, eğer, çul. Bk. palandız. (Kay.)
(Kal.)
pallacı dili: Kalaycı dili, argosu. (Kay.) (Kal.)
pallacı: Kalaycı. (Kay.) (Kal.)
palle: Bakır kap. (Bur.-Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.)
(DS. C. IX) (Kal.)
palle: Tencere, kap. (Akar) (Kal.)
palleci: Bakırcı, kalaycı. (Kay.) (Kal.)
palye: Bakır kap. (Kay.) (Kal.)
pani: Su. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
papil: Para. (Kay.) (Kal.)
paręs: Para. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
parni: Beyaz. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
parsumla-: Dilenmek, dilencilik etmek. < Far. Pârse
‘dilencilik’ kelimesinden. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
partak: Ceket, pantolon. (Akar) (Kal.)
partal nazilli: Banknot. (Kay.) (Kal.)
partal nazilli: Pankanot. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kal.)
partal: 1. Para. 2. Yüz (100). 3. Elbise. 4. Banknot,
lira. 5. Elbise, havlu, bez vs. gibi şeyler. (Kay.) (Kal.)
partal: 1. Yatak. 2. Elbise. 3. Manifatura. Burdur ve
Muğla Kalaycılan argosunda ‘elbise’ (Kay.) (Erk.)
partal: Çok kullanılmaktan yıpranmış, eskimiş. (Akar)
(DS. C. XII) (Kal.)
partal: Elbise, manifatura. (Çağatayca) (Tr.) (Akb.)
(Erk.)
partal: Elbise. (Bur.-Muğ. ) (Caf.) (Akar) (Kal.)
pat: Tabanca, tüfek. (Yıl.) (Tbr.)
pat: Tüfek. (Kay.) (Gyg.)
pat: Tüfenk, tabanca. (Esk.) (Caf.) (Eda.)
pâtal: 1. Elbise, havlu, bez vs. şeyler. 2. Para. 3.
Yüz (100). Bk. partal. (Kay.) (Kal.)
patal: Yatak, elbise. (Akar) (Kal.)
patıga: Beş. (Akar) (Kal.)
patıgagulak: Yedi. (Akar) (Kal.)
patıgasamı: Altı. (Akar) (Kal.)
patika: Beş. Bk. fatka. (Kay.) (Kal.)
patlangıç: Tüfek, tabanca < patla- (Kay.) (Akb.)
(DS. C. XII) (Erk.)
patlangıçlı: 1. Silahlı, tüfekli bulunan kimse. 2.
Jandarma, kalem, alelumum tehlikeli şahıs. (Kay.) (Erk.)
patlanguç: Tabanca. (Kay.) (Gyg.)
pav: Kavga. (Yıl.) (Tbr.)
pavlaş-: Kavga etmek. (Yıl.) (Tbr.)
payıkla-: 1. Ellemek. 2. Örtmek. (Kay.) (Çpn.)
paylık: El. (Akp.) (Kay.) (DS. C. IX) (Çpn.)
paylıkla-: Zorla çalmak. Bk. payıkla- < Far. pây
‘‘el’’ + Tk. /+lık/ ve /+la-/
eklerinden. (Kay.) (Çpn.)
paylıklamak: Ellemek, örtmek vb. (Akp.) (Çpn.)
peçik: Ayak. (Yıl.) (Tbr.)
peçikle-: 1. Oynamak, raks etmek. 2. Kaçmak,
uzaklaşmak. (Yıl.) (Tbr.)
peçiklik: Ayakkabı, çorap. (Yıl.) (Tbr.)
pelez: Küçük altın. (Kay.) (Gül.) (DS. C. IX) (Hzy.)
pelitçi: Ormancı. (Kay.) (Kal.)
pelle: Bakır kap, kazan. Bk. palle. (Kay.) (DS. C. IX)
(Kal.)
pelle: Palle. (Muğ.) (Caf.) (DS. C. IX) (Kal.)
pembe: Yün < Far. penbe ‘pamuk.’ (Kay.) (Erk.)
per: Getirmek. (Caf.) (Elk.)
pınt: Kadının cinsel organı. (Yıl.) (Tbr.)
pır: Çok. (Yıl.) (Tbr.)
pırçım-pırçim-pırç:m: Açım. (Yıl.) (Tbr.)
pırçı-pırçık-: Acıkmak. (Yıl.) (Tbr.)
pırç-pırçi: 1. Aç. 2. Açlık. (Yıl.) (Tbr.)
pırım: Çürük, bere. (Kay.) (Çpn.)
pısuk: Kedi. (Kay.) (Çpn.)
pi: İç. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
pi: Yağ. (Far.) (Akb.) (DS. C. IX) (Erk.)
pi:ne-piyne: Sigara, tütün. (Yıl.) (Tbr.)
pî-piy: Yağ < Far. Azerî ve Van ağızlarında ‘iç
yağı.’ (Kay.) (Erk.)
pir: Müşteri, memur, eşraf. (Bur.-Muğ.) (Caf.) (Akar)
(Kay.) (Kal.)
pirim: Çürük, bere. Çepni aşireti. (Kay.) (DS. C. IX)
(Çpn.)
pos: Otobüs. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
posta işi: Mektup. (Kay.) (Kal.)
postacı işi: Mektup. Bk. posta işi. (Kay.) (Kal.)
poytan: Elbise, hayvan eğeri, yatak, umumiyetle
herhangi bir eşya. (Caf.) (Kay.)(Gyg.)
prasta: Koş, yürü. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
puas: Soğan. (Yıl.) (Tbr.)
pulla: Polis. (Gül.) (Hzy.)
pullo: Bkz. pulla. (Gül.) (Hzy.)
pullo: Polis. (Kay.) (Hzy.)
puranda: Yol, yoldan. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
püçük: 1. Küçük; 2. Çocuk. 3. Bebek. (Yıl.) (Tbr.)
rafata: Tandıra ekmek vurulan bez. (Gül.) (DS. C. IX)
(Hzy.)
reketle-:1. Oturmak. 2. Namaz kılmak 3. Yatmak. <
Ar. rek’at namazda bir kıyam (ayakta durmak), bir rükû (ayakta iken eğilme) ve
iki sücûddan (yere kapanma)
ibaret hareket + Tk. /+le-/ ekinden. (Kay.) (Gül.)
(Hzy.)
rokono: Köpek. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
romni: Kadın, karı, zevce. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
rotini: Burun. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
rovala: Ağla. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
rovalayor: Ağlıyor. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
rovgas: Ağladı. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
ruh ruh: Geri gel. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
ruh: Gel! < Ar. ruh! ‘git!’ geri gel! (Kay.) (Hzy.)
rumra: Üzüm posası. (Gül.) (Hzy.)
Saban işi: Kazan. (Akar) (Kal.)
sac_ayak fatka: On beş. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kal.)
sac_ayak: Üç. (Muğ.) (Caf.) (Kal.)
sacakpatıga: On beş. (Akar) (Kal.)
sacayak fatka: On beş. (Kay.) (Kal.)
sacayak: Üç. (Akar)(Kay.) (Kal.)
sacıyak: Üç lira. (Kay.) (Kal.)
sacyak fatika: On beş. Bk. sacayak fatka. (Kay.)
(Kal.)
sacyak: Üç. (Kay.) (Kal.)
saçak patal: Üç yüz. (Kay.) (Kal.)
saçak: Üç. Bk. sacayak-sacyak. (Kay.) (Kal.)
saçayak patıga: On beş. (Akar) (Kal.)
sağmı fatka: Bir beş. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kay.) (Kal.)
sağmı: Bir. (Muğ.) (Caf.) (Kay.) (Kal.)
salat sıh-: Namaz kılmak. (Gül.) (Hzy.)
salat: Namaz. < Ar. salât ‘namaz.’ (Kay.) (Hzy.)
saldat-saltat: Jandarma, asker. < Rus. saldat.
‘asker.’ (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
salıkla-: 1. Yürümek. 2. Koşmak. (Kay.) (Çpn.)
sama: Bir. (Kay.) (Kal.)
samanlığı kös: Sağır kimse. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kay.)
(Kal.)
samanlığı kös: Sağır, duymaz. (Akar) (Kal.)
samanlık: Kulak. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (Kal.)
sâma-samı: Bir. (Kay.) (Kal.)
samı: Bir. (Akar) (Kal.)
samuralık toklusu: Horoz. (Akar) (Kal.)
sara: Misafir, yabancı. (Kay.) (Çpn.)
saramet: Mavzer (sarı ahmet) mecazi (Tr.) (Akb.)
(Erk.)
sarâmet: Mavzer < sarı + ahmet; patlangıç kelimesi,
bu suretle, daha fazla ‘tabanca’ için kullanılmaktadır. (Kay.) (Erk.)
sarı genek: Altın. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Akar) (Kay.)
(Kal.)
sarölan somunu: Tüfek mermisi. (Kay.) (Erk.)
sarölan: Mavzer < sarı + oğlan. (Kay.) (Erk.)
secur: Kahve. (Erm.) (Akb.) (Erk.)
secur-sejur: 1. Yağ. 2. Kahve < Erm. sev + cur
‘siyah su.’ Alaçam Elekçilerinin dilinde sevcir ‘kahve’ 3. Su. (Kay.) (Erk.)
sedef: Düğme < Ar. sedefe ‘sedef kabuğu.’ (Kay.)
(Gül.) (Hzy.)
sekmen: 1. Sedir. 2. Evlerin önüne yazın oturmak için
taş ve çamurdan yapılan yarım metre yüksekliğinde set. (Gül.) (Hzy.)
selefur: İç donu, iç çamaşırı. (Gül.) (Hzy.)
selefur-selavur: 1. Yatak takımı. 2. İç donu, iç
çamaşırı. < Ar. selle ‘sele’ (Kay.)(Hzy.)
sem: Kulak < Ar. sem ‘kulak verme, işitme.’ (Kay.)
(Hzy.)
semet: Kaşık. (Akar) (DS. C. X) (Kal.)
semin: 1. Yağ, yiyecek. 2. Koku yağı, esans. (Gül.)
(Hzy.)
semin: Yağ, esans < Ar. semîn’semiz, besili,
yağlı.’ (Kay.) (Hzy.)
senek (süne): Sevmek. (Akp.) (Çpn.)
sente: Otur. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
sente-: Oturmak. (Kay.) (Çpn.)
sepedine-: kalkıp gitmek. (Kay.) (Çpn.)
sependi: Kalk git. (Akp.) (Çpn.)
ser: Baş, kafa < Far. ser ‘baş, kafa, kelle.’
(Kay.) (Hzy.)
ser: Baş. (Yıl.) (Tbr.)
ser: Bizden (Teber veya Alevi gruptan olan).
Muhtemelen Farsça ser ‘baş’tan
gelmedir. (Kay.) (Tbr.)
sere: Hava. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
seregelen: Elbise. (Kay.) (Çpn.)
sergeh: Sabah. (Yıl.) (Tbr.) (Tbr.)
serihür: Kel. (Yıl.) (Tbr.)
serlik: Şapka. (Yıl.) (Tbr.)
sessiz martin: Metre. (Kay.) (Erk.)
sevcir: Kahve. (Düz.) (Caf.) (Elk.)
sey: Köpek. (Yıl.) (Tbr.)
sıçanboku: Çakmak taşı. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
sıh-: Yapmak, kılmak. (Kay.) (Hzy.)
sıkkın: Bıçak. < Ar. sikkîn ‘bıçak’. (Kay.) (Gül.)
(Hzy.)
sındı: Makas. (Kay.) (Gül.) (DS. C. X) (Hzy.)
sıpa olmak: Doğmak. (Akar) (Kal.)
sırtafa: 1. Giysi. 2. Vücut, beden .(Yıl.) (Tbr.)
sırtısarı: Alevi. (Kay.) (Hzy.)
sıtgın-sitgin-sitkin: 1. Bıçak. 2. Balta. <Ar.
sikkin ‘‘bıçak.’’ (Kay.) (Çpn.)
sidkinle: Öldür. (Akp.) (Çpn.)
sidkinlemek: Öldürmek. (Akp.) (Çpn.)
silik: Jandarma. (Kay.) (Çpn.)
sim: Gümüş < Ar. sîm ‘gümüş.’ (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
sim: Para, lira. < Far. sîm ‘gümüş.’ (Kay.) (Akb.)
(Erk.)
simit: Kaşık. (Akar) (Kal.)
sinek işi: 1. Bal. 2. Şeker, umumiyetle tatlı. (Kay.)
(Kal.)
sinek işi: Bal, şeker, tatlı. (Akar) (Kal.)
sinek işi: Bal. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kal.)
sini daşlı: (İlenç) mezarı taşlı. (Gül.) (Hzy.)
sipi: Bit. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
sitkin: Bıçak, balta. (Akp.) Çpn.)
sitkinle!: Öldürmek. < Ar. sikkin ‘‘bıçak’’ + Tk.
/+le/ ekinden. (Kay.) (Çpn.)
sitkinle-: Öldür! (Kay.) (Çpn.)
sivri: Kız. (Akar) (Kal.)
sokum: Mermi. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
somun: Tüfek mermisi. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
sopa: Yumruk, tokat, ağaç, değnek. (Kay.) (Çpn.)
sorun ufâ: Bulgur. (Kay.) (Erk.)
sorun: Buğday. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
söğüt kökü sürt-: Su içmek. (Kay.) (Kal.)
söğüt kökü: Su, ırmak, deniz. (Akar) (Kal.)
söğüt kökü: Su. Bk. söyüt kökü. (Kay.) (Kal.)
söğüt köküne dine-: Yıkanmak, banyo yapmak. (Kay.)
(Kal.)
söylene-: Söylemek, konuşmak. (Yıl.) (Tbr.)
söyüt kökü kösle-: Su dökmek. (Kay.) (Kal.)
söyüt kökü: Su. (Bur.-Muğ. ) (Caf.) (Kay.) (Kal.)
süllem: Merdiven < Ar. süllem ‘merdiven.’ (Kay.)
(Gül.) (Hzy.)
sünte: Toprak. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
sürt-: 1. Yemek. 2. İçmek. (Kay.) (Kal.)
sürtdürül-: Yedirilmek. (Kay.) (Kal.)
sürtül-: Yenilmek. (Kay.) (Kal.)
süyük: İğne. (Yıl.) (Tbr.)
süyüt-/sürt: Yemek, içmek. (Akar) (Kal.)
süz-: 1. İçki içmek. 2. Sigara içmek. (Kay.) (Erk.)
süzek: Süzgeç. (Gül.) (DS. C. X) (Hzy.)
süzmek: İçki içmek. (mecazi) (Tr.) (Akb.) (Erk.)
şaar: Arpa < Ar. şa’îr ‘arpa.’ (Kay.) (Hzy.)
şabik: Gömlek. (Caf.) (Elk.)
şakıf: : Kadınlık organı. < far. Şikâf ‘yarık,
çatlak.’ (Kay.) (Hzy.)
şakıf: Kadınların mahrem yerleri. (Gül.) (Hzy.)
şarşar: Bir iki metre yüksekten düşen su, mastafadan
akan su. (Gül.) (DS. C. X)(Hzy.)
şav-sav: Gece. (Yıl.) (Tbr.)
şeherafa-seherafa: Şehir. (Yıl.) (Tbr.)
şelek: Sırtta taşınan yük. (Gül.) (DS. C. X) (Hzy.)
şer: Elek. (Caf.) (Elk.)
şır: Süt. (Akar)(Kal.)
şır: Süt. < Farsça şîr ‘süt.’ (Kay.) (Tbr.)
şıv-şiv: İçki, esrar. (Yıl.) (Tbr.)
şir: Süt. (Yıl.) (Tbr.)
şirle-: İşemek. (Yıl.)(Tbr.)
şor et-: Söylemek, konuşmak. (Yıl.) (Tbr.)
şor ver-: Yarenlik etmek, sohbet etmek, anlatmak.
(Kay.) (Erk.)
şot: Tandırın ilk ekmeği. (Gül.) (Hzy.)
şöbet: Pislik. (Bsz.) (Akb.) (Erk.)
şukar: 1. Güzel. 2. İyi, iyice. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
şuķar: Güzel. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
şukarlamak: Hazırlamak. (Caf.) (Gyg.)
şun: Köpek. (Caf.) (Elk.)
şurt: Tandırın iç duvarı. (Gül.) (DS. C. X) (Hzy.)
şutla-: İçmek. (sigara vb.) (Kay.) (Hzy.)
şüple-: İçmek (sigara vb.) (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
şür: Süt. < Far. şîr ‘süt.’ (Kay.) (Erk.)
ta:Yak. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
tabak iş: Pabuç. (Akar) (Kal.)
tabak işi: Ayakkabı. (Akar) (Kal.)
tabak işi: Pabuç, ayakkabı < Ar. debbağ ‘tabak,
sepici’ + Tk. işi kelimesinden. (Kay.)(Kal.)
tabak işi: Papuç. (Muğ.) (Caf.) (Kal.)
taban fatika: Yirmi. Bk. taban fatka. (Kay.) (Kal.)
taban fatka: Yirmi. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kay.) (Kal.)
taban patıga: Yirmi. (Akar) (Kal.)
taban: Dört. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (Kal.)
tabi işi: Ayakkabı. (Akar) (Kal.)
tabib işi: El. (Kay.) (Kal.)
tabiişe: Ayakkabı. (Akar) (Kal.)
tabiy işi: Ayakkabı. (Akar) (Kal.)
tabiy işi: Öküz, inek, keçi gibi dersinden de
yararlanılan hayvanlar. (Akar) (Kal.)
taka: Küçük pencere. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
talır: Para. < Alm. taler ‘gümüş para, para.’
(Kay.) (Gül.) (Hzy.)
tamamlakçı: Kap toplayan kişi. (Kay.) (Kal.)
taman: Haniya. (Gül.) (Hzy.)
tandır: Odun, ağaç. (Akar ) (Kal.)
tandır: Odun. (Akar) (Kal.)
tandırcı: Ormancı. (Akar) (Kal.)
tandırlamak: Dövmek. (Akar) (Kal.)
tantır köset-: Ateş yak! (Kay.) (Kal.)
tantır kösle-: Ateş yakmak. (Kay.) (Kal.)
tantır köslemek: Ateş yakmak. (Muğ. Tar.) (Caf.)
(Kal.)
tantır yıkım et!: Ateş yak! (Kay.) (Kal.)
tantır yıkım et-: Ateş yakmak. (Kay.) (Kal.)
tantır yıkım etmek: Ateş yakmak. (Muğ. Tar.) (Caf.)
(Kal.)
tantır: Ağaç, odun, umumiyetle tahta. (Muğ.) (Caf.)
(Akar) (DS. C. X) (Kal.)
tantır: Odun, ağaç, genellikle tahta. < Ar. tennûr
‘fınn, tandır.’(Kay.) (DS. C. X)(Kal.)
tantırla-: Dövmek. (Kay.) (Kal.)
tantırlamak: Dönmek. (Muğ.) (Caf.) (Kal.)
tantırlıyor: Dövüyor. (Kay.) (Kal.)
taraylı: At. (Akar) (Kal.)
teber: Abdal. (Yıl.) (Tbr.)
teber: Davul. (Yıl.) (Tbr.)
teber: Davul. Bundan türetilen Teberci ‘davulcu’,
Abdal grubundan bir topluluktur. Farsça teber ‘balta, nacak’ kelimesinden
gelmekle birlikte anlam değişmesine uğramıştır. (Kay.) (Tbr.)
teberci: Abdal. (Yıl.) (Tbr.)
teberci: Davulcu. (Yıl.) (Tbr.)
tedir-teğdir-: Getirmek, asıl manası bu olmakla
beraber, birçok çeşitli manalarda da kullanılır. En çok istifade edilen
kelimelerden biridir. (Kay.) (Erk.)
tegginci: Kaçakçı, dolandırıcı. (Kay.) (Hzy.)
teğginci: Kaçakçı, dolandırıcı. (Gül.) (Hzy.)
tekellim: Konuşma. < Ar. tekellüm ‘söyleme,
konuşma.’ (Kay.) (Hzy.)
temir: Bıyık. (Gül.) (Hzy.)
temir-temür: 1. Bıyık 2. Sakal. (Kay.) (Hzy.)
terzi: İplik < Far. derzi ‘terzi, elbise biçip
diken kimse.’ (Kay.) (Akb.) (Erk.)
teşto: Bekçi. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
te-tey-teğ-: Erişmek, vasıl olmak, gitmek gelmek,
vermek gibi birçok manalarda kullanılır. Azeri ağızlarında dey- (Kay.) (Erk.)
teydirmek: Getirmek. (Azeri Türkçesi) (Tr.) (Akb.)
(Erk.)
teymek: Erişmek. (Azeri Türkçesi) (Tr.) (Akb.) (Erk.)
tıfan-tifan-tüfan: Tütün, sigara < Ar. duhân.
(Kay.) (Erk.)
tıgla-: Dolandırmak. (Gül.) (Hzy.)
tığcı: 1. Üfürükçü. 2. Açıkgöz, pazarlamacı. < Far.
Tîğ ‘kılıç’ + tk. /+cı/ ekinden.
(Kay.) (Gül.) (Hzy.)
tığla: Göz boyamak, lafla aldatmak, ikna etmek. (Kay.)
(Hzy.)
tırah: Ayakkabı. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
tırın: Bir tane, tek. (Yıl.) (Tbr.)
tırıt: Ayakkabı. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
tırsı-/tırsı-: Korkmak. (Gül.) (Hzy.)
tırsı-tırşı-: Korkmak. Argoda, tırsımak-tırsmak:
Korkmak, çekinmek. (Kay.) (Hzy.)
tırşım-tırsım: Metelik, para. (Kay.) (Çpn.)
tısla-: Korkmak. (Yıl.) (Tbr.)
tille: Kadın, gelin. (Gül.) (Hzy.)
tille: Kadın. (Kay.) (Hzy.)
tipi: Anüs. (Akar) (Kal.)
tipi: Bozukluk, delik. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.)
(Kal.)
tipile-: Delmek. (Kay.) (Kal.)
tipiz: Pekmez. (Gül.) (Hzy.)
tipiz: Üzüm pekmezi. Anadolu ağızlarından alınmış
olmalıdır. (Kay.) (Tbr.)
tipiz-dipiz: Pekmez. (Kay.) (Hzy.)
tombu: Silah. (Kay.) (Tbr.)
tomo: Motorlu araç. < otomobil kelimesinden. <
Fr. Yun. Lat. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
tosbağa: Kaplumbağa. (Gül.) (DS. C. X) (Hzy.)
töko: Kötü yolda olan kadın veya erkek. (Kay.) (Gül.)
(Hzy.)
traka: Şeker, kahve. (Caf.) (Kay.) (Gyg.)
tuğhan-tuvan-tufan: Sigara, tütün. (Yıl.) (Tbr.)
tuğt: Kağıt. (Caf.) (Elk.)
tuh: Sigara. Düzce Abdallarında tuv ‘tütün’;
Çingenecede tuv ‘sigara dumanı.’ (Kay.)(Tbr.)
tuhan-tufan: tütün. < Ar. duhân ‘‘tütün.’’ (Kay.)
(Çpn.)
tun: Sen. (Caf.) (Elk.)
tuna çapan: Yaşlı kadın. (Akar) (Kal.)
tuna managadı: Vali, belediye başkanı, yüksek derecede
memur. (Kay.) (Kal.)
tuna mazın: Tüfek. (Kay.) (Kal.)
tuna metirek: Muhtar, kaymakam, üst görevdeki
kimseler. (Akar) (Kal.)
tuna partal: Vesika. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.)
(Kal.)
tuna pir: Baba. (Akar) (Kal.)
tuna samı: On. (Akar) (Kal.)
tuna söğüt kökü: Deniz. (Akar) (Kal.)
tuna yanbol: 1. Reis, vali, yüksek memur. 2. Belediye
başkanı. (Kay.) (Kal.)
tuna yanbol: Reis, vali, yüksek rütbeli asker veya
polis. (Akar) (Kal.)
tuna yanbol: Vali, reis. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kal.)
tuna zından: Şehir. (Kay.) (Kal.)
tuna: 1. Çok, fazla, bolca, iyice. 2. pahalı. (Kay.)
(DS. C. X) (Kal.)
tuna: Çok, pahalı. (Akar) (DS. C. X) (Kal.)
tuna: Çok. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (DS. C. X) (Kal.)
tuna: Kocakarı. (Akar) (Kal.)
tuna: Şişman. (Akar) (Kal.)
tunataz: Kadın, ana. (Akp.) (Çpn.)
tunataz-tonataz- tanatoz-tınatoz: Kadın, kız. (Kay.)
(Çpn.)
tuv: Tütün. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
tüfan: Tütün, sigara. (Ar.) (Akb.) (Erk.)
tüne-: 1. Misafir olmak, gecelemek. 2. Durmak. (Kay.)
(Kal.)
tünemek: Durmak, uyumak, ölmek. (Akar) (Kal.)
tünemek: Dünemek. (Caf.) (Kal.)
tünet-: Öldürmek. (Kay.) (Kal.)
tünetmek: Öldürmek. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kal.)
tünetmek: Uyutmak, öldürmek. (Akar) (Kal.)
tütsüle-: Kokulamak. (Kay.) (Hzy.)
tüydür-: Vermek (rüşvet vesaire için kullanılır)
(Kay.) (Erk.)
tüydürmek: Vermek. (mecazi) (Tr.) (Akb.) (Erk.)
uçur-:Kılmak. (Gül.) (Hzy.)
uçur-: Yapmak, kılmak (namaz). (Kay.) (Hzy.)
uğrun: Gizli. (Kay.) (Gül.) (DS. C. XI) (Hzy.)
uğu gözü: Altın para. (Kay.) (Çpn.)
uğur tanıma: Hırsızlığa, çalmaya alışma. (Kay.) (Çpn.)
urun: Yağ. (Yıl.) (Tbr.)
usgü: Altın. (Kay.) (Erk.)
uşdi: Kalk. Düz.) (Caf.) (Eda.)
uzun şase: Otobüs. (Kay.) (Erk.)
üğüt-: Yemek. (Kay.) (Gül.) (DS. C. XI) (Hzy.)
ürün işi: Süt, genellikle yağ. (Akar) (DS. C. XI)
(Kal.)
ürün işi: Yağ, kadın göğsü. (Akar) (Kal.)
ürün işi: Yağ, süt, yoğurt ve emsali. (Kay.) (Kal.)
ürün işi: Yağ. (Akar) (Kal.)
ürün_işi: 1. Yoğurt. (Bur.) 2. Süt. (Muğ.)umumiyetle
yağ. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kal.)
üsgü: Altın. (Erm.) (Akb.) (Erk.)
vakıf:At arabası. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
var geldi: Komisyon. (Kay.) (DS. C. XI) (Kal.)
vara: Baba. (Akp.) (Kay.) (Çpn.)
vartan: Erkilet, vatan, yurt. < Ar. vatan. (Kay.)
(Erk.)
vartanca: Erkilet gizli dili. (Kay.) (Erk.)
vartanlı: Hemşehri (vatanlı) (Tr.) (Akb.) (Erk.)
vartanlı: Hemşehri. (Kay.) (Erk.)
velahu: Aman dikkatli ol, pot kırma. (Gül.) (Hzy.)
velehu: 1. Bu, şu. 2. Pot kırmamak için ‘sus,
sezdirme!’ ikazı. < Ar. velehu ‘bu da
onun.’ (Kay.) (Hzy.)
versinte: Yağmur. (Yıl.) (Tbr.)
vur-: Çalmak, göstermeden almak. (Kay.) (Erk.)
yaban: Gurbet. (Kay.) (DS. C. XI) (Kal.)
yabana git-: 1. Geçim için uzağa, başka yere gitmek,
2. Boşa gitmek. (Gül.) (Hzy.)
yagalu: Tüfenk, tabanca. (Düz.) (Caf.)
yak: Göz. (Düz.) (Caf.) (Eda.)
yakana-yahanna-: Yakmak, ateşe vermek. (Yıl.) (Tbr.)
yakı: Ateş. < Tk. yak- (Kay.) (Caf.) (Gyg.)
yalaz otu: Tabanca mermisi. (Kay.) (Çpn.)
yalaz-yalazı: Silah. (Kay.) (Çpn.)
yalı çapan: Ecnebi kadını. (Muğ.) (Caf.) (Kay.) (Kal.)
yalı çapan: Rum veya ecnebi kadın. (Bur. Muğ.) (Caf.)
(Akar) (Kay.) (Kal.)
yalı: 1. Gayrimüslim. 2. Yabancı. (Kay.) (Kal.)
yalı: Gayri müslim. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kal.)
yalı: Köpek. (Akar) (Kal.)
yalı: Rum, ecnebi. (Akar) (Kal.)
yalım: Ateş. (Akp.) (DS. C. XI) (Çpn.)
yallı: Oruspu. (Akar) (Kal.)
yalnız yaprak: Sopa, yumruk, tokat. (Kay.) (Çpn.)
yambol: Jandarma. (Akar) (Kal.)
yanbol: 1. Memur, jandarma, umumiyetle devlet memuru.
2. Efendi, bey. (Kay.) (Kal.)
yanbol: Asker. (Akar) (Kal.)
yanbol: Efendi, hükümet memuru. (Akar) (Kal.)
yanbol: Hükümet memuru, efendi. (Muğ. Tar.) (Caf.)
(Akar) (Kal.)
yanbolu: Ahmak, bön kimse; taşralı. (Akar) (Kal.)
yanbolu: Jandarma, memur, devlet memuru. Bk. yanbol.
(Kay.) (Kal.)
yanbolu: Jandarma. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kal.)
yanış: Para. (Kay.) (Gyg.)
yanlama: Kurt. (Kay.) (Akb.) (Erk.) (Erk.)
yanpiri: Orman işinde çalışanlar, tahtacılar. (Akar)
(Kal.)
yanpiri: Tahta. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (Kal.)
yavşak: Birini aşağılamak için söylenen söz. (Kay.)
(Hzy.)
yavşak: Çırak, çocuk, hizmetçi, çocuk, erkek çocuk.
(Akar) (DS. C. XI) (Kal.)
yavşak: Çırak, çocuk, hizmetçi. (Muğ.) (Caf.) (DS. C.
XI) (Kal.)
yavşak: Çocuk, küçük çocuk. (Akar) (DS. C. XI) (Kal.)
yavşak-yavuşak: 1. Çocuk. 2. Dost, arkadaş. 3. İnsan.
4. Çırak, hizmetçi. 5. Kimse(zat). (Kay.) (DS. C. XI) (Kal.)
yazıcı: 1. Tavuk. 2. Kümes hayvanları. (Kay.) (Çpn.)
yazıcı: Tavuk. (Akp.) (Çpn.)
yek: Bir. (Yıl.) (Tbr.)
yeken: Para, altın. (Yıl.) (DS. C. XII) (Tbr.)
yeken: Para, metelik. (Kay.) (DS. C. XII) (Çpn.)
yęken: Para. (Esk.) (Caf.) (Eda.)
yeken: Para. (Kay.) (DS. C. XII) (Tbr.)
yeken: Para. (Kay.) (Gyg.)
yekenne-: Satmak. (Kay.) (Çpn.)
yelkesen: At, ata verilen ad. (Kay.) (Gyg.)
yemen: Çay, kahve. < Ar. Yemen ‘Arap yarımadasının
güney tarafını teşkil eden
bölge.’ (Kay.) (Hzy.)
yemen_işi: Kahve. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kay.) (Kal.)
yemenişi: Çay, kahve. (Akar) (Kal.)
yes: Var. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
yesle-: 1. Vermek. 2. Koymak (küfür sözü) (Gül.)
(Hzy.)
yesle-: Vermek. (Kay.) (Hzy.)
yıh-yık-: 1. Uyuşmak, pazarlığı bitirmek. 2. Vermek.
3. Devretmek. (Kay.) (Erk.)
yıkım cimitçi: Öğretmen. (Akar) (Kal.)
yıkım et-: 1. Teşekkür etmek, memnun olmak. 2. Kesmek.
3. Hazırlamak. (Kay.)(Kal.)
yıkım etmek: Kesmek, hazırlamak. (Akar) (Kal.)
yıkım metrek: Zengin, itibarlı, mevki ve makamca
yüksek kimse. (Akar) (Kal.)
yıkım ol-: Memnun olmak. (Kay.) (Kal.)
yıkım palle: Yeni bakır. (Kay.) (Kal.)
yıkım partal: Yeni elbise. (Kay.) (Kal.)
yıkım piri: Muhtar, bir mahallenin ileri geleni.
(Akar) (Kal.)
yıkım piri: Muhtar, eşraf. (Akar) (Kay.) (Kal.)
yıkım piri: Muhtar; ileri gelenler, aksakallılar.
(Akar) (Kal.)
yıkım yanbol: Milletvekili, büyük idareciler. (Kay.)
(Kal.)
yıkım zından: Büyükçe ev. (Muğ.) (Caf.) (Akar) (Kal.)
yıkım zindan: Büyükçe ev. (Kay.) (Kal.)
yıkım: 1. Güzel, iyi. 2. Temiz. 3. Bol, çok. 4. Hoş.
5. Zengin. 6. Toptan. 7. Doğru. (Kay.) (DS. C. XI) (Kal.)
yıkım: 1. Güzel, temiz. (Muğ.) 2. Çok iyi. (Bur.)
(Caf.) (DS. C. XI) (Kal.)
yıkım: Güzel, temiz. (Akar) (DS. C. XI) (Kal.)
yıkım: İyi. (Akar) (DS. C. XI) (Kal.)
yıkım: Koyun. (Akar) (Kal.)
yıkım_etmek: Kesmek, hazırlamak. (Muğ.) (Caf.) (Kal.)
yıkım_piri: Eşref, muhtar. (Muğ.) (Caf.) (Kal.)
yıkın- : Memnun olmak. (Kay.) (Kal.)
yıkın et-: Çok istemek. (Kay.) (Kal.)
yıkmak: Cinsel ilişki kurmak. (Akar) (Kal.)
yıktıran: Kötü kadın. (Kay.) (DS. C. XI) (Kal.)
yiv: Kadınlar için kullanılan cinsiyetle ilgili bir
kelime (bu kelime de anlamı değiştirilerek kullanılan kelimelerdendir.) (Kay.)
(Erk.)
yorah: Yamalık. (Gül.) (DS. C. XI) (Hzy.)
yourdafa: Yoğurt. (Yıl.) (Tbr.)
yoz: Bit. (Kay.) (Akb.) (Erk.)
yülük: Jandarma. (Kay.) (Çpn.)
zahar:Ağız. (Kay.) (Tbr.)
zahar-zahr-zahrı: Ağız. (Yıl.) (Tbr.)
zahm: Arka. < Ar. zahr ‘arka, sırt.’ (Kay.) (Gül.)
(Hzy.)
zanı-: Gözlemek, takip etmek, anlamak. (Yıl.) (Tbr.)
zanı: Tanı. (Kay.) (Tbr.)
zanıt: Takip ettirmek, gözletmek. (Yıl.) (Tbr.)
zargi: Durmak. (Caf.) (Elk.)
zarķ: El. (Caf.) (Elk.)
zehali: Satmak. (Caf.) (Elk.)
zehası: Sattım. (Caf.) (Elk.)
zeleme: Türk. (Kay.) (Çpn.)
zengili: Hemşeri. (Darendeli olan) (Kay.) (Gül.)
(Hzy.)
zer: Altın < Far. zer ‘altın.’ (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
zı:la-zo:la-: Cinsel ilişkide bulunmak, ırza geçmek.
(Yıl.) (Tbr.)
zıbar-: 1. Ölmek, 2. Uyuyakalmak. (Gül.) (DS. C. XII)
(Hzy.)
zığla-: 1. Tüfek doldurmak, mermi sürmek. 2. Çalmak.
(Kay.) (Hzy.)
zığlandır-: Vermek. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
zığlı: zengin. (Kay.) (Gül.) (Hzy.)
zık-zıkı: Karın mide. (Yıl.) (Tbr.)
zılgır: Bulgur. (Yıl.) (Tbr.)
zından: 1.Ev. (Bur. -Muğ.) 2. Hapishane. (Muğ. Tar.)
(Caf.) (Kal.)
zından: Ev. (Akar) (Kal.)
zından: l. Ev. 2. Hapishane. (Kay.) (Kal.)
zındana kös et-: Hapsetmek. (Kay.) (Kal.)
zi: At. (Düz.) (Caf.) (Elk.)
zibit mezle-: Üzüm yemek. (Kay.) (Çpn.)
zibit: Üzüm. (Kay.) (Çpn.)
zifir: 1. Kokulu kir, is, yağ lekesi, 2. Yemekteki
yağ. (Gül.) (DS. C. XI) (Hzy.)
zindan managadı: Muhtar. (Kay.) (Kal.)
zindan: Ev, hapishane. (Kay.) (Kal.)
zindan: Zından. (Muğ. Tar.) (Caf.) (Kal.)
zindana kös et-: Hapsetmek. (Kay.) (Kal.)
zozikle-: 1.Uydurmak, yakıştırmak. 2. Tavlamak. 3.
Aldatmak. Türk argosunda ‘‘zendust, evli, pezevenk.’’ (Kay.) (Kal.)
zuhun-zukun: 1. Zurna. 2. Türkü, şarkı. (Yıl.) (Tbr.)
[1] M. Turhan Tan, Tarihte Türkler İçin Söylenen
Büyük Sözler, Boğaziçi Yay., İstanbul 1994, s. 64.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar