HÂFIZ İBRAHİM’İN ŞİİRLERİNDE KADIN TEMASI
Hazırlayan:
Yasemin TÜFEKCİOĞLU
I. MODERN ARAP EDEBİYATININ DOĞMASINI ETKİLEYEN SİYÂSİ, SOSYAL VE KÜLTÜREL FAKTÖRLER
Edebiyat
alanında yapılan araştırmalarda öncelikle milletleri etkileyen önemli olayların
bilinmesinde fayda vardır. Çünkü edebiyat, ait olduğu zaman dilimi içinde
meydana gelen olaylardan etkilenen halk yaşantısının yansımasıdır. Bu bakımdan
Hâfız İbrahim’in hayatı ve şiirlerindeki kadın temini incelerken onun yaşadığı
toplumun ve Arap şiirindeki konumunun daha iyi anlaşılabilmesi için 19. yy.
başlarından itibaren Mısır’ın siyasi ve sosyal hayatına kısaca değinmemiz asıl
konumuza ışık tutacaktır.
A. Siyasal
Faktörler
Modern Arap
edebiyatı, 19. yy. ikinci yarısından itibaren kendi çabalarıyla yavaş yavaş
gelişmeye başlamasına rağmen Arap edebiyat tarihinin başlangıcı olarak 1798
yılı kabul edilmiştir. Bu süreçte ilk adımı atan Mısır, Arap şiiri ve nesrinde
görülen değişim hareketlerinin öncülerini de barındırmıştır.[3]
Gerçekten
de 18. yüzyılın sonlarında Napolyon’un Mısır’ı işgal etmesiyle birlikte Arap
dünyasında yeni bir modernizasyon süreci başlamıştır. Bu süreç içersinde köklü
değişiklikler yaşayan Araplar, Batıyı bazen model olarak görüp hayran kalmış,
bazen de nefret etmişlerdir. Bu dönem eserlerinde, Arap toplumunun politik,
sosyal ve kültürel şartlarına göre korku, nefret ve aynı zamanda olumlu
duyguları fazlasıyla yaşatmıştır.[4]
Fransa, 150
yıldır coğrafi konumundan dolayı kurduğu, Mısır’ı ele geçirme hayalinden
Osmanlı İmparatorluğu ile olan iyi ilişkileri bozmamak için vazgeçmiştir. Ancak
Napolyon, Osmanlı Devleti’nin artık Mısır’ı savunmaya gücü olmadığını bundan
sonra Fransa’nın çıkarları için uzak doğuya giden yolların ele geçirilmesi ve
bölgede etkili olunması için Mısır’a yerleşmesi düşüncesiyle harekete
geçmiştir.[5]
Napolyon
Bonapart, Mısır’ı ele geçirmek için 19 Mayıs 1798 tarihinde yaklaşık 38000
asker, 1200 at ve 171 top taşıyan 50 savaş gemisi ve 500 civarında nakliye
gemisi ile
Toulon’dan hareket etmiştir[6]. Ayrıca yanında 167 kişiden oluşan
bilim ve sanat adamlarından kurulu bir heyetle birlikte beraberlerinde 287
ciltten oluşan bir kütüphane, Fransızca, Arapça ve Yunanca baskı yapabilen iki
tane de matbaa makinesi getirmiştir.[7]
Napolyon
komutasındaki Fransız donanması önce 2 Temmuz 1798’de elinde yeterli silah ve
askeri güç bulunmayan İskenderiye’yi sonra 23 Temmuz 1798’ de de Kahire’yi
işgal etmiştir.[8]
Napolyon’un
İskenderiye’yi kolayca ele geçirmesinin hemen ardından Kahire’yi de işgal
etmesi halk arasında paniğe sebep olmuştur. Napolyon, halkı sakinleştirmek için
bir beyannanme yayınlayarak amaçlarının Mısır halkını Osmanlılardan kurtarmak
olduğunu bildirmiştir.[9]Ayrıca Allah’a inandığını, Hz.
Muhammed’e, Kur’an-ı Kerim’e ve din adamlarına büyük saygısı olduğunu
bildirmesine rağmen[10] Fransız askerleri halkın
güvenini kazanamamıştır. Fransızların Mısır’ı işgalinden bir ay sonra 1 Ağustos
1798’de Fransız donanması, Amiral Nelson komutasındaki İngiliz donanması
tarafından Ebû Kîr limanında tahrip edilmiş[11],
Napolyon’un Fransa ile bağlantısı kesilerek adeta Mısır’a hapsedilmiştir. Bunu
üzerine Bâbıâlî, Fransa’ya karşı savaş ilan etmiş, ancak Osmanlı Donanması
ertesi sene 1799 yılı ortalarında Mısır’da görülebilmiştir. Bu süre içinde
Fransızlar Mısır’da idari bir teşkilat kurmuşlar, birçok projeyi hayata
geçirmişlerdir.
Tüm bunlara
rağmen halkın tavrını değişmemiş, Fransa’nın teşebbüslerini fazla ciddiye
almamıştır. Ayrıca Fransızların emlak vergisi istemelerinden ve çoğunluğu
müslüman olan ülkede yabancıları devlet ve idarî işlerde görevlendirilmelerinden
rahatsız olmuşlardır.[12] Fransızların İslam dostu
olduklarını söylemelerine rağmen Mısır’ı sömürmek için ellerinden geleni
yapmaları, ülkede Fransızlara karşı bir tepki doğurmuştur. Bundan dolayı 21
Ekim’de Kahiredeki el-Ezher Camii’nin etrafında
toplanan
Müslümanlar oldukça büyük bir ayaklanma başlatmış bu isyan el-Ezher[13] topa tutularak kanlı bir
şekilde bastırılmıştır. İşgalcilere karşı başlatılan bu mücadele halkta milli
şuurun doğmasına sebep olmuş ve ülkelerini idare etmenin en doğal haklarının
olduğu bilincine varmışlardır.[14]
Yaşanan bu
gelişmeler üzerine Napolyon, bölgede daha kalıcı olabilmek ve Osmanlıların
kuzeyden Mısır’a karşı saldırıya geçmesini önleyebilmek için Suriye seferine
çıkmıştır. Akka önlerine gelen Fransızlar, 63 gün süren kuşatma boyunca
yaptıkları şiddetli saldırılarına başarıyla karşı koyan Cezzâr Ahmet Paşa’dan
Akka Kalesi’ni alamayarak Mısır’a geri dönmek zorunda kalmışlardır.[15]
Suriye
seferinden başarısız bir şekilde geri dönen Napolyon’un doğu hayali böylece
sona ermiştir. Askeri bakımdan sıkışan ve artık Mısır’da kalamayacağını anlayan
Napolyon, yerine generalini bırakarak 22 Ağustos 1799’da Mısır’dan ayrılmıştır.[16] Napolyon’dan sonra Fransızlar,
iki yıl daha Mısır’da kalmışlardır. Nihayet 1801 yılı Ağustos ayında harekete geçen
Osmanlı-İngiliz müttefik kuvvetlerine karşı koyamayacağını düşünüp aman dileyen
Fransızlarla, 27 Haziran 1801 tarihinde imzalanan sözleşme ile Kahire
kurtarılmış[17] ve 1803 yılında Mısır,
Fransızlardan arındırılmıştır.[18]
Osmanlı
Devleti, Fransızların çekilmesiyle oluşan kaos ortamından sonra Kavalalı Mehmet
Ali Paşa’yı Mısır’a vali olarak atamasıyla Mısır’da yeni bir döneme
girilmiştir.
Mehmet Ali
Paşa, Osmanlılar’ın Napolyon kuvvetlerini Mısır’dan çıkarmaları için
hazırladıkları askeri kıtanın komutan muavini olarak Mısır’a gelmiş, ancak
komutan hastalanıp ülkesine geri dönmek zorunda kalınca askerlerin başına
geçmiştir. Böylece Osmanlı ordusunun Fransızlara karşı yaptığı mücadelede iki
ordu arasındaki farkı daha net bir şekilde görmüştür. Sonrasında ise Avrupa
bilim ve tekniğine karşı ilgisi artmaya, zaaflarını anladığı Osmanlı
İmparatorluğu’na karşı olan bağlılığı da yavaş yavaş azalmaya başlamıştır.[19]
Mehmet Ali
Paşa, Fransızlar’ın çekilmesinden sonra iktidarı ele almış ve bunun sonucunda
da Mısır’da bir hanedan kurmuştur. İlk bakışta Paşa’nın yaptıklarının kişisel
isteklerini gerçekleştirmeye yönelik olduğu gibi görünse de O, hem Mısır’ın hem
de kendi hanedanının kaderini belirleyecek çalışmalar yapmıştır.[20] Yaptığı ilk çalışma Mısır’ın
kendi kuvvetlerinin seferber edilmesi, İkincisi de Avrupa’dan hocalar
getirtilerek Avrupaî tarzın benimsenmesidir. Ancak Mısır, Mehmet Ali devrinin
ilk zamanlarından İngiliz işgaline kadar geçen sürede fikir olarak Türk-Osmanlı
etkisi altında kalmıştır. Mehmet Ali Paşa’nın idare şeklinde ve çevresinde
kendi zevkleri ve ilgi alanlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun geleneklerinin
etkisi fazlasıyla görülmekteydi.[21]
Eskiden
beri Suriye’yi ele geçirmek isteyen Mehmet Ali Paşa’nın Mısır polikasının
sonucu olarak, 1833-1840 yılları arasında hakimiyet sahası genişlemiştir.
Ardından Paşa’nın valiliğine devam etmesi ve çocuklarının veraset hukukunu
içeren 23 Mayıs 1841 fermanı ile Mısır’ın milletler arası durumu tamamen
değişmiştir.[22] Dış görünüte bir Türk
vilayeti, gerçekte ise Avrupa’ya özellikle İngiltere’ye bağlanmaya başlamıştır.
Yeni durumun en iyi göstergesi İngilizlerin Şubat 1838 yılında Aden’i işgal
etmesi[23] olmuştur. Buna rağmen Mehmet
Ali Paşa, valiliği boyunca yabancıların Mısır’ın içişlerine müdahalelerini
engellemeyi başarmıştır.[24]
B. Sosyal
ve Kültürel Faktörler
Hiç
şüphesiz Mehmet Ali Paşa Mısır’da siyasi başarıyı yakaladıktan sonra Batı
medeniyetine giden yolun ilimden geçtiğini anlamştı. Fakat “Büyük Devlet Kurma”
hayalini gerçekleştirmek için öncelikle ordunun ülkenin iç asayişini sağlayacak
aynı zamanda dışarıdan gelecek saldırılara da karşı koyacak şekilde
modernleşmesi gerekiyordu. Bunun için Avrupadan eğitimciler getirterek Asvan’da
ilk harbiye okulunu açtı.[25] Ayrıca ordunun ihtiyaçlarını
karşılamak için de birçok imalathane kurdu.
Mehmet Ali
Paşa’nın Mısır için yaptığı en büyük hizmetlerden biri geniş çaplı öğretim
seferberliğine girişmesi olmuştur. Bunun için çok sayıda ve her seviyeden
okullar açılmasını sağlamıştır. Bu okullarda Avrupa eğitim yöntemlerini
uygulamaları için Fransa’dan hocalar getirtmiştir. 1816 yılında Kale’de ilk
yüksek okul olan Hendese Mektebi açılmıştır. 1827 yılında Dr. Clot Bey’in
Mısır’ın tarihi, sosyal durumu ve folkloru hakkındaki bilgilerinden
yararlanılarak Tıbbiye kuruldu.[26] Ardından Avrupa’da yetişen
elemanlar ile 1834 yılında Bulâk’ta[27]
mühendishane kurulmuştur.
Bu
okullarda Fransa’dan getirtilen öğretmenler derslerini Fransızca olarak
vermişler ve ders sınıftaki tercümanlar tarafından Arapça’ya çeviri
yapılmıştır. Bunun sonucunda yabancı hocalarla Arap öğrenciler arasında
tercümanlık yapacak kişilerin yetiştirilmesi zorunluluğu ortaya çıkmıştır.
el-Bi'setu’l-Mısrıyye’nin müdürü Comer Bey’in öncülüğünü yaptığı bu kişiler
görevlerini yerine getirmek için yaptıkları çalışmalarıyla yeni atılımın
inşaasının ilk temel taşları olmuşlardır.[28]
Mehmet Ali
Paşa, Mısır’da gerçekleşen bu sosyal gelişmenin hayatın her alanını kapsaması
gerektiğini düşünerek kısa aralıklarla çok sayıda ve çeşitli alanlarda
yüksekokul ve ilkokul yaptırmıştır. Okul sayısı artınca 1839 yılında Mustafa
Muhtar Bey başkanlığında Mısırlı ve yabancı ilim adamlarından oluşan,tüm eğitim
sınıflarını idare edecek, gelişmeyi hızlandıracak ve çeşitli konularda
uzmanlaşmış bir bilim olan Dîvanû’l-Medarîs ( Maarif Vekaleti) açılmıştır.[29]
Mehmet Ali
Paşa, ilk aşamada Mısır’da açtığı okullara batı bilimlerini ve kültürünü bilen,
mesleğinde uzman hocalar getirtmiştir. Fakat daha sonra bunun yeterli
olmadığını görmüş ve gerçek gelişmenin ülkenin çocuklarının eğitilerek
gerçekleşeceğini anlamıştır. Bunun için ilk olarak 1813 yılında askeri alanda
eğitim için bir grup öğrenci İtalya’ya,1818’de çeşitli branşlarda yetişmek
üzere İngiltere’ye, 1826 yılında ise Rifâ’a er-Râfî'î et-Tahtâvî’nin
öncülüğünde 44 kişiden oluşan bir öğrenci grubu Fransa’ya gönderilmiştir[30]. 1848 yılında Avrupa’ya
gönderilen toplam 11
kafilede
339 genç, Batılılarla iç içe yaşamış olmanın yanı sıra Batı edebiyatını okuyup
ondan faydalanmaya başlamıştır. Bu çerçevede Tahtâvî Mısır’a döndükten sonra
çeşitli okullarda okutulması için bu eserleri Arapçaya tercüme çalışmalarına
başlamış, daha sonra da Mehmet Ali Paşa tarafından dil okulunun başına
getirilmiştir.[31]
Kahire’de
açılan öğretim kurumlan dışında, başta Kahire ve İskenderiye’de misyoner
okulları olmak üzere bir çok yabancı okulu da açılmıştır. Hükümet tarafından
ödenek ayrılan bu okullar, Mısırlıların fikri gelişmesindeki etkileri büyük
olmuştur.[32]
Hiç
şüphesiz Mısır’da sosyal gelişmeyi sağlayan faktörlerden biri de matbaadır.
Fransızların Mısır’dan çekilmesinden sonra Mısır, yaklaşık 20 yıl matbaasız
kalmıştır.[33] Nihayet Mehmet Ali
Paşa, 1821 yılında Bulâk Matbaası’nı kurmuştur. Bu matbaa Bulâk’ta kurulduğu
için Bulâk Matbaası olarak bilinir. [34]
Napolyon’un
matbaasının kalıntıları üzerine kurulan bu matbaada hükümetin özel yayınları ve
yeni açılan okullar için Arapça ve Türkçe kitaplar basılmaya çalışılmıştır.
Ezher’de nahiv kitabı olarak okunan el-Âcrûmiye[35],
Nişânîzâde tarafından Fransızca’dan Türkçe’ye çevrilen broşür, İtalyanca’dan
Türkçe’ye çevrilen boyacılıkla ilgili kitap,[36]
rahip Rafael Zakho’nun kaleminden çıkan İtalyanca- Arapça bir sözlük[37] ve Yunanca’dan
Türkçe’ye çevrilen Büyük İskender’in Hayatı bu matbaada basılan ilk
eserlerdendir.[38]
Bulâk
Matbaa’sı Mısır’daki tek matbaa değildi. 1828 yılında İçkale’de kurulan başka
bir matbaada el-Vakâiu'l- Mısriyye adlı resmi bir gazetenin yayınına
başlanmıştı.[39] Ebu Za’bel’deki tıp okulu
matbaası gibi birkaç küçük matbaanın varlığından da bahsedilmiştir ki bu
sebepten dolayı Arap matbuatı Mısır’ın gelişmesinde kitaplardan daha etkili
olmuştur.[40]
Sonuç
olarak Napolyon’un temellerini atmış olduğu yenilik hareketi Mehmet Ali
Paşa’nın yaptığı büyük hizmetler yaygınlaşmış, sınırları Suriye ve diğer Arap
ülkelerine kadar uzanmıştır. Hatta Mısır kapılarını ilk kez Avrupa’ya açmış,
Arap ülkelerindeki uyuşukluğu canlılığa, karanlığı aydınlığa dönüştürmüştür.[41]
Mehmet Ali
Paşa’dan sonra yerine geçen torunu Abbas (1848-1854) döneminde Mısır tamamen
farklı bir görünüme girmiştir.[42]Yani Mehmet Ali Paşa döneminin
özelliği olan kalkınma ve gelişme hareketleri Abbas döneminde durgunlaşmış,
başlatılan ıslahat projelerine devam edilememiştir. Bu durum Fransız bilim
adamlarının ülkeden uzaklaşmasına sebep olmuştur.
Abbas, bir
taraftan ileri gelen Fransızları ülkeden uzaklaştırırken diğer taraftan dönemin
İngiliz konsolosunun yardımıyla İngiliz nüfuzunun ülkeye yerleşmesine sebep
olmuştur.[43]
I. Abbas
devrinde, harbiye okulu dışındaki okullar kapatılmış, fabrikalar harabeye
dönmüş, ilmi heyetlere son verilmiş, reform hareketleri felce uğratılarak
onarım ve yatırım projelerinin pek çoğu iptal edilmiştir[44].
Hatta daha da ileri gidilerek Rıfa’a Bey ve Muhamme Beyyûmî[45]
gibi bir grup alimi okul yaptırma bahanesiyle Sudan’a göndermiştir.
Abdurraman
er-Râfi'î’ye göre, Abbas dönemi ile ilgili söylenmesi gereken önemli bir şey de
Mısır yabancı müdahalelerine açılmamıştır. Bütçedeki açığı kapatmaya çalıştığı
için yabancılara imkan tanınmamış bunun sonucunda da dışarıya
borçlanılmamıştır. Yalnız I. Abbas’ın Avrupa medeniyetini ülkeye sokmaması
sadece tasarruf amaçlı değil Frenkelere ve Frenk kültürüne duyduğu nefreti de
bu durumda etkili olmuştur.[46]
I. Abbâs’ın
ani ölümünden sonra yerine iyi eğitimli bir deniz subayı olan Said Paşa’nın
geçmesiyle Mısır milli bir harekete kavuşmuştur. Çünkü Sa'id Paşa, yapılan
araştırma ve yenilikleri sadece ordu için değil sivil alanda da desteklemiş,
birçok ilkokul
ve lisenin
yanısıra ebe okulu da açmıştır. Bu dönemin en önemli olayı Süveyş Kanalı’nın
kazılmaya başlanmasıdır.
Sa'id
Paşa’dan sonra valilik yapan İsmail Paşa’nın Mısır’ı tam bağımsızlığına
kavuşturmak ve Suriye ve Irak’ı da ekleyerek Büyük bir Arap devleti meydana
getirmek gibi gizli tuttuğu çok büyük tasarıları vardı.[47]
Bunun için Mısır’daki durumunu güçlendirmeye çalışmış Sultan Abdulaziz’e ve
diğer devlet adamlarına verdiği “kapı yoldaşı” hediyeleriyle,[48] 8 Haziran 1876 yılında
yayınladığı bir fermanla “Hidiv” ünvanını almıştır.[49]
Hidivliğin veraset yoluyla çocuklarına geçmesini sağlayamış, böylece diğer
Osmanlı paşalarından ve valilerinden daha büyük bir nüfuza sahip olmuştur. [50]
Hidiv İsmail,
16,5 yıl süren valiliği boyunca lükse önem vermiş, Mısır’ı modern kalkınmış bir
ülke yapmak için çok büyük imar, kültür ve reform hareketleri
gerçekleştirmiştir.[51]
Said Paşa
döneminde kazılmaya başlayan Süveyş Kanalı (1863-1875) ‘nın tamamlanmasından
sonra toplam uzunlukları 8200 mil olan ve sayısı 112’ye varan sulama kanalı
açılmış, yaklaşık 430’a yakın köprü kurulmuş, limanlar, fenerler ve su
tesisleri yapılmıştır. Said Paşa, Pamuk yetiştirilmesini çok fazla önemsediği
için fabrikalar açmış, demiryolları, özellikle Kahire ve İskenderiye’de
gösterişli saraylar, köşk ve okullar yapılmıştır.[52]
Eğitime
ayrılan bütçe artırılarak başta Fransa’daki okullar olmak üzere, Batılı okullar
örnek alınarak ilkokuldan üniversiteye kadar askeri okullar, mühendislik okulu,
hukuk, tıp gibi çeşitli düzeylerde eğitim kurumları eskiyle kıyaslanamayacak
şekilde hızla çoğaltılmıştır. Bunların yanında önemli bir yenilik olarakta ilk
kez kızlar için okullar açılmıştır.[53]
Ayrıca bu dönemde ilmî, edebî ve siyasî olmak üzere tolam 17 gazete ve dergi
yayımlanmaya başlanmıştır.[54]
Hidiv
İsmail döneminin sonlarına doğru ilmi ve yenilik hareketleri geniş boyutlara
ulaşmıştır. Öğretim dili tamamen Arapça olmuş ve te’lifte de esas kabul
edilmiştir.[55] Fakat İngilizlerin
ülkede hakim olan kalkınma hamlesine büyük darbe indirilmiş, 1882 yılında
öğretimin yönü ve amacı saptırılmıştır. Dil okulları kapatılmış, Avrupa’ya
öğrenci gönderilmesi durdurmuştur. Fransız kültürünün ülkeye yerleşmesi ve
eğitim dilinin Arapça olması, milli şuurun uyanmasını sağlar endişesiyle daha
sonra eğitim- öğretim dilini tamamen İngilizce’ye çevirmiştir.[56]
İsmail Paşa
devrinde kütüphaneler de edebî ve ilmî kalkınmayı sağlamışlardır. Kütüphaneler,
yazarlara ve araştırmacılara kolaylık sağlamanın yanında matbaacılığın ilerlemesine
de yardımcı olmuşlardır. Gazete ve kitapların basılması için birçok matbaa
kurulmuştur. Edebî ve ilmî kitapların basımında payı olan matbaaların
başlıcaları; Maarif Cemiyeti Matbaası, Bulak matbaasından sonra Mısır’da
kurulan ilk matbaa olan el-Matba'atu’l-Ehliyyetu’l-Kıbtiyye, Vâdi’n-Nîl
matbaası’dır[57]
Elde ettiği
kazanımla hareket serbestliği kazanan Hidiv İsmail Paşa devrinde Mısır’ı
ilerletmek ve kalkındırmak için plansız, programsız yapmaya kalktığı projeler
için Avrupalılara borçlanmak zorunda kalmıştır. Bunların sonucu olarak da
ülkenin bağımsızlığını tehlikeye sokan hataları olmuştur.
İsmail
Paşa, Mısır’ı bağımsız büyük bir devlet haline getirmek için çalışırken
düşünmeden yaptığı borçlanmalardan dolayı gelişen olaylar sonucunda
Avrupalıların baskısıyla Babıâli tarafından 1879 yılında hidivlikten el
çektirilmiştir.[58]
İsmail Paşa
azledilerek yerine atanan oğlu Tevfik Paşa devrin de daha başlangıcından
itibaren büyük krizler yaşanmış, güçlüklerle karşılaşılmış hatta dönem ülkenin
işgal edilmesiyle sonuçlanmıştır.[59]Ancak meydana gelen tüm siyasi
krizlere rağmen eğitim-öğretimin ihmal edilmemiş ve çalışmalar devam etmiştir.
Tevfik Paşa
devrinde yapılan önemli çalışmalardan biri de el-Vakâi'ul- Mısriyye’nin
yenilenmesidir.Gazete önceleri haftada iki kez yayımlanırken 9 Ekim
1880 de
günlük olarak yayımlanmaya başlamıştır.[60]
Yine bu dönemde 1881 yılında Matbuat Kanunu çıkarılarak gazetecilik
çalışmalarına çeki düzen verilmek istenmiştir.[61]
Fransızların
Mısır’ı işgalinden itibaren tek gayesi Mısır’ı tamamen işgal etmek olan
İngilizler, Ahmed Urâbî Paşa isyanını fırsat bilip Eylül 1882’de Urâbî
kuvvetlerini yenilgiye uğratarak Mısır’ı tamamen işgal etmişlerdir.[62] [63]
Bunun sonucunda Urâbî Paşa ve arkadaşları başarısız olmuş ve sürgüne
gönderilmiş olsalar bile, Mısır halkının işgalcilere karşı boyun eğmeyeceğini
gösteren bir hareket başlatmışlardır.
Arap
dünyasının bağımsızlık hareketi 1919 ihtilaliyle kamçılanmaya başlamıştır. 61Mısır
halkı inançlarında, görüşlerinde, düşünce ve yargılarında özgür olmanın yollarını
araştırmış ve sonunda 1923 yılında çıkarılan bir anayasa ile isteklerinin
çoğunu elde etmişlerdir.[64]
Mısır, uzun
mücadeleler vermiş 19. yy sonlarında 23 Temmuz 1952 ihtilali ile bağımsızlığına
kavuşmuş, sömürgecilerden temizlenmiş ve cumhuriyet ilan edilmiştir.[65]
II. 19. YY. MISIR’DA ARAP ŞİİRİ VE ÖNCÜLERİ
Hafız
İbrahim’in şiirini daha iyi anlaşılabilmesi için kendi dönemi ve kendisinden
önceki dönemde şiir ve şairlerin genel durumuna kısaca göz atmak faydalı
olacaktır.
19.
yüzyılın ilk yarısında Mısır’daki şiir çalışmalarına bakıldığında, şiir genel
olarak gerilemeye başlamış, bunun sonucunda da yeni şairlerin yetişmemiştir.[66]Arap şiiri, anlam, amaç ve
üslup bakımından son derece zayıflamış, bu durumun etkisiyle yazılan şiirler,
duygu ve düşünceye hitap etmeyen, toplumun sorunlarını içeren konulardan
tamamen uzak, üslupları zorlamalı söz oyunlarıyla dolu, anlaşılmaz ve zevksiz
dizeler ard arda eklenmesiyle oluşmuştur.[67]
Arap
edebiyatının sözü edilen bu dönemindeki durumu Arap edebiyatı araştırmacıları
tarafından çöküş dönemi olarak kabul edilmektedir.[68]Ortak
kanaatlerine göre ise bu durumun ana sebebi, genel olarak Arap dünyasında,
özelde de Mısır’da birkaç asırdan beri devam eden siyasal istikrarsızlığın ve
yönetimdeki düzensizliğin fikir ve edebiyat alanındaki olumsuz sonuçları olarak
görülmektedir.[69]Şöyle ki şairlerin, kendilerine
örnek alabilecekleri şiir adına orijinal eserler üretebilecek kapasiteye sahip
edebî şahsiyetler kalmadığı gibi bu sorumluluğu üstlenebilecek ilim erbabı da
bulunmamaktadır.[70]Şairlerin yapabilecekleri en
güzel çalışma, aruz sanatını ve nazımları belli bir kalıp içinde kullanmayı
öğrenmek ve uygulamaktır.
Bu
şiirlerin en belirgin özelliği taklitçiliktir.[71]
Yazılan şiirler duygu, his ve zevkten yoksundur. Aslında Mısırlı şairler
Napolyon’un Mısır’ı işgali ile direk iletişim kurmaya başladıkları Batı kültürü
ve yaşamını örnek alarak kendilerini geliştirmeleri ve yenilikçi fikirlere
sahip olma imkanları vardı. Fakat Batı yaşam tarzından ilham almadıkları açıkça
görülen şairler, eski sanatsal çalışmaları devam ettirdiler. Şevkî Dayf’a göre,
bu dönemde yetişen şairlerin duygu, düşünce ve ruhtan yoksun şiirleri yalnızca
edebî hayatın ait olduğu dönemindeki şiir hakkında bilgi verdikleri için
okunmalıdırlar.[72]
Abbasilerin
son döneminden başlayıp modern döneme kadar gelen dönemdeki geleneksel
değerlendirmede şiirin gücü, şairlerin sezgilerinden ya da hayalinden çok, dış
dünyada görülebilen olayları doğrudan doğruya ifade edebilmesinde yatmaktaydı.[73]Çöküş döneminde ise bu
ölçütlerin çoğu ortadan kalkmış, şairler tarafından insan ruhuna hitap etmeyen,
edebî zevkin tatmin olamayacağı bir şekilde bedii sanatlarla uğraşılmaktaydı.[74]
Mehmet Ali
Paşa, 19. yy başlarından itibaren Batı ilim ve tekniğini Mısır’a getirmek için
önemli çalışmalar başlatmıştı. Ortamın müsâit olmasına ve imkanların da hazır
olmasına rağmen ne yazık ki, edebî alanda pek gelişme görülmemiştir. Prof. Dr.
Ahmet Savran’ın ifade ettiği gibi, “Mısır’ı Batıdaki büyük devletlerin
seviyesine çıkarma hususunda her türlü gayreti gösteren Mehmet Ali Paşa’nın
şiiri engellediği düşünülemez. Bu, tamamiyle şair ve ediplerin, genel bir ifade
ile aydın çevrenin eskiyi taklit dip yeni asrın ve yeni sosyal hayatın
meselelerine eğilmemelerinden ileri geliyordu. Çünkü eskiyi ustalıklı bir
şekilde taklit eden şairler, şiirlerinde yeni asrın siyâsî ve
ictimâîmeseleleriyle ilgili temaları işlememişlerdir. Bu sebeple başlangıçta
Mısır’da şiir, inkiraz döneminin bedii sanat ağlarından kurtulamamıştır. Bu
arada halkın geçim seviyesinin çok düşük olmasının edebî hayatın sönük
geçmesine vesile olduğu da düşünülebilir. Bunun yanısıra değişen hayat
şartları, siyâsî ve ictimâî hadiseler halkın şiir, edebiyat ve sanata olan
ilgisini azaltmıştır.”[75]
19.
yüzyılın ikinci yarısında da toplumsal sorunlar sebebiyle arzu edilen gelişme
sağlanamamıştı. Ancak Said Paşa döneminde tahsil için Avrupa’ya gönderilen ilmî
kafilelerin önemli çalışmaları sonucunda çeşitli alanlarda olduğu gibi şiir
dalında da gelişmeler olmuştu.[76]Mısır’ın eski şiir sanatı ve
yazıldığı dönemler incelenmeye, eski şiir divanları basılmaya başlanmıştı.
1869
yılında Süveyş Kanalı açılmasıyla Avrupa kültürünün Mısır’a akışı hızlanmış
ayrıca bazı Suriye ve Lübnanlıların siyâsî ve iktisâdî sebeplerden dolayı
Mısır’a göç etmeleri Mısır kültür hayatının gelişmesine katkı sağlamıştı. Tüm
bu etkenler sebebiyle Mısır’da edebî hayat ve edebî zevk değişiklik göstermiş
böylece
Mısırlılar
Doğu ile Batı arasındaki konumlarının önemini anlamışlardı.[77]Bunun
sonucunda da o ana kadar farkında bile olmadıkları siyasal bir bilinçlenme
sürecine girmişlerdi.
Siyâsî
bağımsızlık fikri ile birlikte edebî çalışmalarda milliyetçilik ve bağımsızlık
fikirleri ön plana çıkmış, yabancı boyunduruğundan kurtuluşu ana tema olarak
işleyen edebiyatçılar yetişmeye başlamıştır. Ferdî ve millî hürriyeti amaç
edinen yeni atılımcıların şiir alanındaki öncüleri olan Mahmûd Safvet
es-Sâ'atî, Ali Ebû Nasr, Abdullah Fikrî ve Âişe et-Teymûriyye’yi dönemin diğer
şairleri takip etmiştir [78]Adı geçen öncü şairler bedii,
tahmîs ve tanzîm gibi sanatlardan tamamen ayrılmış, taklitten kısmen kurtulmuş
ancak tam bir yenilik gösterememişlerdir[79].
Arap
şiirinde modernleşme zemini hazırlamaya başlayan nahda hareketinin
öncüsü Mahmud Sâmî el-Bârûdî (1839-1904)[80]olmuştur.
Döneminin klâsik sonrası şiir geleneğini yapmacıklıktan kurtarmayı amaçlayan
Bârûdî, gerçek şiir zevkini kazanmada Batı edebiyatını değil, klâsik Arap
edebiyatını model olarak almıştır.[81]
Mısır’da Batı etkisine karşı eski Arap şiirini tekrar canlandırmayı amaçlayan
Bârûdî ' den başka bu amacı benimseyen Ahmed Şevkî (1869-1932)[82], Hâfız İbrahim (1871-1932)[83], İsmail Sabri (1854-1923)[84] gibi diğer şairler Neo-klasik
olarak isimlendirilmişlerdir.[85]
Bârûdî ve
Ahmed Şevkî 'nin şiirlerinden örnek vermek konuyu daha objektif bir şekilde
sunmak için yararlı olacaktır.
Bârûdî’nin
zulüm ve zorluklara karşı olan düşmanlığını pek çok yerde ve açık bir şekilde
ifade ettiği beyitlerinden biri şöyledir:
Benim
kalbim özgürdür, hiçbir güç karşısında alçalmaz. (Vücut) ağacım da serttir,
ısırmak isteyen hiç kimsenin dişine göre değil.[86]
Bârûdî,
Mısırlıları zulüm ve haksızlığa karşı koymaya teşvik etmiş, zulme karşı sessiz
kalanları ise aşağıdaki beyitlerinde olduğu gibi sert bir dille eleştirmiştir:
Kişi, kendisini ezen zulüm elini geri çevirmezse onuru
elden gittiği zaman üzülmesin.
Ölüm
korkusu ile boyun eğen kişinin yaşaması ölümünden daha zararlıdır.[87]
Ahmet Şevkî
de vatanından uzak kaldığı yıllarda her geçen gün artan özlemiyle vatanını
cennete tercih ettiğini şu beyitleriyle dile getirmiştir:
Vatanım,
onu bırakıp cennete gitsem bile, nefsim geri dönmem için zorlar beni,
Allah
şahit olsun ki vatanımın görüntüsü ne gözümün önünden gitti ne de duygularımdan
silindi.[88]
Bârûdî’nin
üslubunu içtenlikle kabul ederek Arap edebiyatının altın devrini tekrar yaşamak
isteyenlerin başında Ahmed Şevkî ve Hâfız İbrahim gelmektedir. Arap şiirinde
romantizmin gerçek öncüsü olarak[89] kabul edilen Lübnan asıllı
Mısırlı şair Halîl Mutrân(1872-1949)[90]
da Bârûdî’nin üslubunu benimseyenler arasında görülmektedir. [91]
Neo-klasik
akımdan sonra yine Mısırlı yenilikçi şairler 'Abbâs Mahmûd el-
‘Akkâd(1889-1949), Abdurrahman Şukrî(1886-1958) ve İbrahim Abdulkadir el-Mâzinî
(1889-1964) tarafından kurulan Divan Grubu[92],
yazdıkları şiirlerle değil daha çok eleştirmen kimlikleriyle modern Arap
şiirinin gelişimine katkıda bulunmuşlardır.[93]
Daha sonra Ahmed Zekî Ebû Şâdî (1892-1955)[94]’nin
öncülüğünde romantizme dayalı olarak kurulmuş olan Apollo Grubu, Arap şiirinin
seviyesinin yükseltilmesini, şiir dünyasındaki sanatsal yeniliklerini ve
şairleri desteklemişlerdir.[95] Ebû Şâdî’nin yanı sıra Şevkî,
Mutrân ve pek çok çağdaş edebiyatçı ve şair de Apollo grubunun oluşum ve
gelişimde önemli roller üstlenmişlerdir.[96]
Böylece
özetlemeye çalıştığımız 19. Yüzyıl Mısır şiirinde hemen hemen tüm şairlerde
toplum ve siyaset teması yaygın olarak ele alınmıştır.[97]Şiirde
“Kılıcın ve Kalemin Efendisi”olarak bilinen neoklasik şiirin öncüsü Mahmud Sâmî
el-Bârûdî, “Emîru’ş-Şu’ara” lakabı verilen Ahmet Şevkî ve “Nil Şairi” ünvanına
sahip Hâfız İbrahim ve Halîl Mutrân gibi modernleşmeci öncüler şiirlerinde toplumu
ilgilendiren meseleleri işleyerek tema bakımından Arap şiirine yeni bir renk
vermişlerdir. Böylece Bârûdî’nin başlattığı bu akım Hâfız İbrahim ve Halîl
Mutrân’ın kalemlerinde ifadesini bulmuş, eski ile yeni arasında çok iyi bir
ilişki kurulmuştur.[98]
19.
yüzyılın sonlarına doğru gelişen basın hayatı ile şairlerin divanları gazete ve
dergi yoluyla halka ulaşmaya başlamış, bunun sonucunda da şiir halka tabakasına
yayılmıştır. Böylece halk şiirden zevk duymaya, şairler de geçmişe göre
kendilerini daha hür ve bağımsız hissetmeye başlamışlardır. Prof. Dr. Ahmet
Savran’ın ifade ettiği gibi “Çünkü şiir, aristokrat çevreden çıkıp demokrat
bir topluluğa hitap etmeye başlamıştır”[99].
Modernleşmeyle
birlikte, Arap şairler, sosyal problemler de dâhil olmak üzere toplumdaki hemen
hemen her konuyu şiirlerle ele almaya başlamışlardır.[100]
[101] Arap nahda hareketinin ele
aldığı temel konularının başında Arap toplumundaki kadının statüsü, kadına her
alanda daha fazla özgürlük tanınması konuları olmuştur. Çünkü toplumun gelişmesi
ve bireylerin yetişmesinde önemli bir role sahip olan kadının her yönden
kendini geliştirmesi gerekiyordu. Bu amaçla Butrus el-Bustânî (1819-1883),
Rifâ‘a Râfi‘ et-Tahtâvî (1801-1873), Cemâleddin Efgânî (1839-1897), Muhammed
‘Abduh (1849-1905) ve Kâsım Emîn (1865-1908) gibi aydınlar, toplumsal
modernleşme yolunda kadınlara eğitim imkânlarının sağlanması, özgürlük ve söz
hakkı tanınması gibi konularda mücadele vermişlerdir. "Başlangıçta halk
tarafından pek kabul edilmeyen bu konu zamanla birlikte benimsenmeye
başlamıştır.
‘Abduh’un
öğrencilerinden Kâsım Emîn (1865-1908)[102],
kadın hürriyetinin hararetli savunucularından olmuştur. 1899 yılında yazdığı Tahrîru’l-mer’e
(Kadının Özgürleştirilmesi) adlı kitabında[103],
örtü, kadının kamuda çalışması, aile, evlilik, eğitim v.b. ile ilgili pek çok
konuyu ele almış, kadınların özgürleşmesiyle sadece kadınların değil, Mısır’ın
da özgürleşeceğini iddia etmiştir.[104]
. zUyanış
asrıyla birlikte Arap edebiyatı, yabancı edebiyatlarla etkileşimin bir gereği
olarak tarz, içerik ve pek çok yönden gelişme göstermiştir. Bu gelişmenin en
belirgin özelliği olarak Arap kadını bilinçlenmiş, kişiliğini elde etmeye
çalışmıştır. Kız okullarının açılmasıyla birlikte aldığı eğitim sayesinde
kültürel alanda ilerlemiş, gazete ve dergiler çıkarmış ve bunlar için yazılar
yazmıştır. Kendine olan güveni artan Arap kadını, problemlerini yazılarında
dile getirmeye, edebî kişiliğiyle de bağımsızlaşmaya başlamıştır.
Bu dönemde
klasik veya geleneksel şiiri canlandırmaya çalışanlar arasında ‘Âişe
et-Teymûriyye (1840-1902), Zeynep Fevvâz (1846-1914), Mariyânâ el-Merrâş (1848-
1919), Mârî
‘Acmî(1888-1965), Mey Ziyâde (1886-1941), Verde el-Yâzicî(1838-1924) gibi kadın
şairlerin bulunduğu bir takım şairler ortaya çıkmıştır.[105]
Daha sonra, Hudâ Şa‘râvî (1879-1947), Lebîbe Hâşim (1882- 1952) ve
Bâhisetu’l-Bâdiye (1886-1918) gibi kadınlar da kendi haklarını talep etmeye
başlamışlardır.[106]
Bâhisetu’l-Bâdiye
(Çöl Araştırıcısı) takma adıyla imzalayan şair ve yazar Melek Hifnî Nâşif,
kadınların sosyal hayata girmelerini desteklemiş, deneme, makale dışında
kadınlar için sığınma yeri ve genç kızlar için işyeri açmıştır.[107]
Hayati
Öncel, “Arap Edebiyatında Feminizm’” adlı yayımlanmamış tezinde ifade
ettiği gibi; Şiir ve makale yazarı olan Bâhise, kadın meselesindeki konumu,
Kâsım Emîn’le rakipleri arasında orta bir konumda olmaya çalışmıştır. Batının
modern medeniyetiyle ilgili ürünlerinin bir araya getirilmesiyle Doğuya ait bir
medeniyet oluşturulması için çağrılar yapmıştır.”[108]
el-Bârûdî’nin
çağdaşı, ‘Âişe et-Teymûriyye, yaşanan değişimleri ve ilerlemeleri eserlerinde
konu edinen ilk kadın yazar olmuştur. Bunu yanı sıra kadının süs ve ziynete
önem vermek yerine fikirleriyle öne plana çıkmasını ve toplumda önemli roller
üstlenmesi gerektiğini savunmuştur.[109]
Konuyla ilgili düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir: iffet sayesinde,
örtümün onurunu koruyorum. Günahsızlığımla akranlarımın arasında yüceliyorum.
Fikir,
liderlik ve eleştirici yetenek sayesinde edebim tamamlandı.[110]
Yeni asrın
kalkınma faaliyetleri arasında şiirleriyle kadın özgürlüğüne destek veren
şairler arasına şu isimleri de ekleyebiliriz: İsmâil Şabrî (1855-1923), Cemîl
ez-
Zehâvî
(1863-1936), Ahmed Şevkî (1868-1932), Halîl Mutrân (1871-1949), Ma‘rûf er-
Raşâfî (1877-1945), Ahmed el-Kâşif (1878-1948), Emîn Takiyyuddîn (1884-1937)[111] ve Hâfız îbrahim(
1871-1932) vb.
Tam adı
Cemîl Şıdkî ez-Zehâvî olan ez-Zehâvî, siyasal ve sosyal problemlerle ilgilenmiş
ve bu konulardaki görüşlerini şiirlerine yansıtmıştır. Kadın hakları ve kadın-
erkek eşitliği onun büyük bir hararetle savunduğu konuların en önemlilerinden
birisi olmuştur.[112]
Kadın ve
erkek, liyakatte eşittir.
Kadını
eğitiniz! Zira kadın, medeniyetin unvanıdır.[113]
Yeni
dönemin en büyük şairlerinden olan Ahmed Şevkî’nin şiirleri arasında mersiye
önemli bir yer tutmaktadır. Siyasi şiirlerinde ise çoğunlukla hilafetin sahibi
Osmanlı'yı anlatır. Tüm bunların yanı sıra toplumsal meseleler, eğitim, kadın
gibi konularda da şiirleri vardır.[114]
Erkekleri, güzel kadınların birliğinin nasıl olduğuna bakmaya davet
ediyorum işbirliği içinde nasıl çalışmaya başladıklarının yararını görmeye.[115]
Divanında
yaşadığı dönemin pek çok olayın yanısıra hayatının bütün yönlerini ayrıntılı
bir şekilde işleyen Bârûdî, yazdığı şiirlerinde eski kalıplardan tamamen
kurtularak kadına bakışı yüceltmiştir. îlk eşi ‘Adîle Yekun[116]’un
ölüm haberini alınca üzüntüsünü karısına yazdığı mersiyesinde şöyle dile
getirmiştir:
Ne üzüntüm kalbimi terk ediyor
ne de giden sevgiliyi geri getirmeye gücüm yetiyor.
Ey felek, neden dirliğimin özü
olan bir eşin ölümüyle beni perişan ettin?
Eğer o uzak olduğu için çektiğim
ıztırabıma merhamet etmediysen, çocuklarımın duyduğu derin üzüntüye de mi
acımadın?[117]
Hâfız
İbrahim’de çağdaşları Şevkî, Bârûdî vd. şairler gibi kadının toplumdaki
konumuna içtenlikle eğilip kendisine düşen görevi yerine getirmeye çalışmış ve
bir halk çocuğu olarak Mısır halkının ruhunu, düşüncesini temsil etmiştir.[118]
HÂFIZ İBRAHİM’ İN HAYATI, EDEBÎ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ
HAYATI
Asıl ismi “Muhammed
Hâfız b. İbrahim Fehmî” dir.[119]
Fakat Hâfız olarak bilinir. Babası “İbrahim Fehmi” (ö.1876) Mısırlıdır.
Annesi ise, Kahire’nin “Mugurbilin”[120]
[121] mahallesine yerleşmiş
“Sarvan” ismi ile bilinen Türk kökenli, asil bir aileden gelen "Hanım
bint AhmetBursah””(ö.1908)n9 dır. Hâfız İbrâhim’in dedesi Ahmed
Bursalı Bey hacda Surre Alayları’nın emini[122]
olduğu için aile Sarvan lakabı ile anılmaktadır.[123]
Hâfız
İbrahim, 4 Şubat 1872’[124]de doğdu. Mühendis olan
babasının Şaid mıntıkasının yukarısında Deyrût beldesi civarındaki[125] köprü yapımı görevinden
dolayı, ailesinin yaşadığı Nil sahiline demirlemiş “Altun Gemi” adında bir
teknede dünyaya gelmiştir. Bu şartlar altında dünyaya gelen Hâfız, Nil
üzerindeki doğumundan ötürü Nil şairi (Şâiru’-Nîl) lakabını almıştır[126].
Babası,
Hâfız henüz 4 yaşındayken[127] vefat etmiştir. Annesi, daha
iyi yetişmesi için oğluyla birlikte Kahire’ye, çevre mühendisi olan kardeşi
Muhammed Niyazi’nin yanına taşınmıştır.[128]
Hâfız
İbrahim’in yaşadığı dönemde Mısır’da yüksek zümreye mensup kişiler çoğunlukla
Türk ailelerdi. Çünkü Mısır, Osmanlı Devleti’ne bağlı hidiv adı verilen bir
vali tarafından
yönetiliyordu. Ancak Hâfız’ın ailesi sınıfsal ayrılığa sahip değildi. Bunu
Mısırlıların çoğunlukta olduğu bir mahallede oturmaları ve kızlarını Mısırlı
bir gençle evlendirmeleri göstermektedir. Ailesinden aldığı bu eğitimle Hâfız,
halka tepeden bakmayan ve onların acılarını hisseden bir kişiliğe sahip
olmuştur.[129]
Hâfız,
okula gönderilme yaşına geldiğinde dayısı onu ilk olarak “el-Medreset’ul-
Hayriyye”[130] isimli okula vermişti. Burası
Arapça, matematik, dinî ilimler ve okuma- yazma öğretilen bir okuldu. Okul bir
nevi onun ikametgâhı olmuştu. Sonra daha ileri bilgilerin öğretildiği ve eve
daha yakın olan “el-Medresetu'l-Kırâbiyye” isimli okula başlamıştır. Sonra lise
öğrenimine, “el- Medresetu'l-Mubtedeyân” ve “el- Medresetu'l- Hıdîviyye”de
devam etmiştir[131].
Bundan kısa
bir süre sonra dayısı Muhammed Niyazi Efendi işi dolayısıyla Tanta’ya tayin
edilmiş, Hâfız da annesi ve dayısıyla Tanta’ya gelmişti. Eğitimini tamamlaması
için dayısı O’nu Tanta’da bir liseye başlatmışsa da Hâfız, okula ve derslere
karşı ilgisiz davranmıştı. Dayısının gönderdiği okula düzenli bir şekilde devam
etmek yerine Ezher usulünü uygulayan el-Ahmedî Medresesi’ne devam etmeyi ve
oradaki dil, edebiyat ve hukuk derslerini dinlemeyi tercih etmiştir[132]. Böylece katıldığı şiir
derslerinde derin duygular hissetmiş ve edebiyata olan meyli ortaya çıkmıştı.
Hâfız bu
dönemde kendini, inceleme eğitimine vermiş eski şairlerin divanlarını inceleme
fırsatı bulmuştu. Eski ve yeni şairlerden, mükemmel şekilde ezberlediği
şiirleri arkadaşlarıyla paylaşmış, özellikle Mahmud Sami el-Bârûdî (ö.1904)
‘den şiirler okumuş, bilinmeyen yönlerini incelemiş ve tartışmıştı.[133] Okuduğu şiirlerden zevk
aldığını ve beğendiği şiirleri herhangi bir çaba sarf etmeden ezberlediğini
fark etmiş ve bu şiirleri taklit etmeye başlamıştı.[134]
Hâfız,16
yaşında iken h.13 Şaban- m. 1888 Nisan ayında, kendisi gibi “Ahmedî
Medresesi”nde öğrenci olan Şeyh ‘Abdu’l- Vehhâb en-Neccâr ile tanışmıştı.
Üstad
Neccâr, Hâfız ile tanışmasını şu sözleriyle ifade eder:[135]
“Bu sene
Şaban ayında Karşiye ’den Tanta’ya döndüğümde kardeşlerimi, arkadaşlarımı
parlak bir genci koruyorlarken gördüm, yeni bir gençti. “Muhammed Hafız
İbrahim” şair edip adıyla tanıştırıldık. Edebine hayran kaldığımdan onsuz bir
anım geçmedi. Edebinin ağırlığından, hal ve hareketleriyle derslerinde hiçbir
olumsuzluk olmazdı ve çabucak öğrenirdi. Bu yıl Ramazan ayında akşam, yatsı ve
teravih namazlarını beraber kılardık. Gece sohbetlerinde, faydalı şiir
atışmaları ve edebi müzakerelerde bulunurduk. Sahur vaktine kadar yapılan şiir
oturumlarında bana göz kırptırmazdı. Sahur vaktini geçirip güneş doğduktan
sonra evlerimize dönerdik.”[136]
Doğanın
güzelliği Hâfız’ın bilincini artırmış, hislerinin ve zevklerinin güzelleşmesini
sağlamıştı. Duygulu ve hassas bir yapıya sahip olan Hâfız, bir gün okulun
bahçesinde, Mısır’da “Beşerûş” diye adlandırılan, bir leylek görmüştü. Şeklinin
ve hareketlerinin güzelliğini daha yakından incelemek için okulun kapısını bir
ileri bir geri hareket ettirerek onu korkutmuştu. Bu durum okul görevlilerinin
ona bağırmasıyla sona ermişti. Hâfız’ı yakalayıp polise teslim etmişler daha
sonra karakterinin sağlamlığı ve masumluğu sayesinde affetmişlerdi.[137]
Okul
hayatındaki sorumsuz yaşantısı ve derslere karşı ilgisizliğine ek olarak
gelecek kaygısının da olmayışı ailesini özellikle dayısını bıktırmıştı. Belki
babası hayatta olsaydı o da aynı şeyleri hissederdi. Çünkü düzenli bir şekilde
okula gitmiyor, herhangi bir işte de çalışmıyordu. Dayısı, bir gün bu
rahatsızlığından dolayı hislerini dile getirmişti. Bunun üzerine Hâfız, o güne
kadar yetimliğini ve yoksulluğunu hatırlayarak çok üzüldüğü dayısının evinden
uzaklaşmaya ve kendi ayakları üzerinde durmaya karar vermişti. Kalbindeki derin
acıyı dayısına şu beyitlerle ifade etmiştir:
Bakımımı sağlamak sana ağır geldi. Bunu bahane, zayıflık
olarak görüyorum
Mutlu ol! Ben, gidiyor, zor bir işe yöneliyorum.[138]
Hâfız’ın bu
dizeleri çocuk yaşına rağmen hayatın acıları ile yoğrulduğunu ve insanlara
dışarıdan güler yüzlü görünmesine rağmen içinde büyük bir hüzün, gizli bir acı
olduğunu göstermiştir. Üstad Neccâr onun bu durumuyla ilgili olarak şöyle
açıklama yapmıştır:
“Kötü
şansını kabullendi, hayatından çok şikâyetçi değildi. Zamanla olaylardan bıktı,
ne yaptıysa çıkar yol bulamadı. Fakirlik ona acı veriyordu, dayısının evinde
kalmak istemiyordu. Fakat nerede yaşayabilirdi? Önünde iki seçeneği vardı: O,
önce kendisine daha uygun olanı seçti. Abdullah Nedim ve kendinden önceki diğer
pek çok şair gibi okul vb. yerlerde öğretmen ya da avukat olmak için gerekli
olan diplomayı almadı.”[139]
Hâfız, çaresizlik
içinde bilinmeyen bir yola girmiş, maddi durumu kötüleşmişti. Ancak kuvvetli
bir hafızaya sahip olmanın yanında tartışmalarda duygularını rahatça, açık ve
akıcı bir şekilde ifade edebilmesi dışında bir meziyeti yoktu. O dönemde bu
özelliklere sahip olmak avukatlık mesleği için yeterli özelliklerdi. Düzensiz
hayatını bırakıp ailesinin geçimine katkıda bulunmak isteyen Hâfız, bu
özelliklere sahip olduğu için başarılı bir avukat olabileceğini düşünmüş,
avukatlık mesleğine yönelmişti[140]. Kendisine büro açamadığı
için önce Tanta’da Avukat Şeyh Muhammed Şeyma’nın yanına gitmiş ve bir süre
onunla çalışmıştı[141]. Tanta yakınlarındaki bölge
mahkemelerinde duruşmalara girmiş ve kazanmıştı. Fakat bir süre sonra avukatla
anlaşmazlığa düşmüş ve bürosundan ayrılmıştı[142].
Bu ayrılığını aşağıdaki dizelerle dile getirmiştir:
Hırsımdan
dolayı şansımın kesesini üstadımız
Şeyma ’nın
kapısına boşalttım, bu şaşırtıcı değil.
Dolu olarak
bana döndü ve ona dedim ki:
Neden? Dedi
ki: Hüzünden... Vah yazık![143]
Hâfız, daha
sonra Muhammed Ebû Şâdi Bey’in bürosuna geçmişti. Ebû Şâdi Bey’le yaptıkları
eğlenceli edebî sohbetlerden ve karşılıklı şiir atışmalarından, kıymetli bir
hazine bulduğunu hissetmiş uzun bir süre mutlu bir şekilde burada çalışmıştı.
Muhammed
Ebû Şâdi Bey’in yanından da ayrılan Hâfız, son olarak Avukat Abdulkerim Fehmi
Efendi’nin bürosuna taşınmış ve bir süre daha avukatlık mesleğine devam etmişti[144].
Hâfız,
henüz 16-17 yaşlarında olduğu o dönemde karşılaştığı sorunlara karşı sabırsız
davranmasının en büyük sebebi belki de küçük yaşından itibaren acılar içinde
yoğrulmuş olması gösterilebilir. Yaptığı her işten çabuk bıkması Onun düzensiz
ve istikrarsız bir hayat yaşamasına sebep olmuştu.[145]
Hâfız, diplomasız olarak avukatlık yapmaya çalışmış ancak meslek hayatında da
başarılı olamamış ve asker olmayı düşünmeye başlamıştı[146].
Yeni
yetişen bir edebiyatçı ve başarısız bir avukat olarak Hâfız’ın, asker olmayı
düşünüyor olması garip bir durumdu. Böyle düşünmesinin sebebi, yaşadığı
Mugurbilin mahallesindeki subay komşusu Muhammed Kânî adındaki bir subay ya da
bir şair ve edip olan Mahmud Sami el-Bârûdî Paşa’nın hayatını okuduktan sonra
kendisine örnek alması veya bundan sonra kendisinin ve kardeşlerinin rızkını
kazanacağına söz vermesi olabilir[147].
Hafız, 1888
yılında Kahire’deki el-Medresetü’l-Harbiye’ye girmiş[148]
ve 20 yaşında h.1309-m.1891 yılında buradan teğmen olarak mezun olmuştur[149]. Önce Harbiye Bakanlığında üç
yıl görev yaptıktan sonra İçişleri Bakanlığı’na bağlı polis teşkilatında
görevlendirilmiştir[150].
Fakat
Sudan’daki bir isyanı bastırmak üzere asker ihtiyacından dolayı tekrar orduya
çağrılmış ve 1896 yılında Sudan’a gönderilmiştir[151].
Ancak Sudan’a ayak bastığı sırada hastalanması hayat şartlarının zorluğuna
eklenince sıkıntılı günler yaşamasına
sebep
olmuştur.[152] Ayrıca disipline alışık
olmayışı ve açık sözlülüğü de amirleri ile arasını açmıştır.
Sudan’daki
sıkıntıları artan Hâfız, Muhammed Abduh’a (ö. 1905) bir mektup yazmış ve
Mısır’a dönmek istediğini belirtmişse de dönememiştir.[153]
Sudan’daki hoşnutsuzluğu günden güne artmış, 1899 yılında Mısır ordusunda bir
grup subayla birlikte isyan çıkarmışlar[154]ve
olaya karışan bazı subaylar hapis cezasına çarptırmıştı. Hâfız, 18 subayla
birlikte çıkarıldığı mahkeme tarafından suçlu bulunup açığa alınmış ve Mısır’a
geri gönderilmiştir[155] .
Yaşadığı olaylardan
dolayı psikolojisi bozulan Hâfız, bundan sonra sözlerinde ve davranışlarında
daha dikkatli olmaya çalışmıştır[156].
Bu durumunu dizelerinde şu şekilde dile getirmiştir:
Eğer
açık konuşursam yerim hapishanedir, susarsam içim rahat olmayacak.'[157]
Hâfız,
askeriyeden ilişiğinin kesilmesiyle istikrarsız hayatına geri dönmüştür.
İşsizlik, maddi sıkıntılarının ve hüznünün artmasına sebep olmuş, onu duygu
yoğunluğuna itmiştir. Geçimini sağlamak, duygu ve düşüncelerini el-Ahrâm
gazetesinde yazmak istemiş ancak buna imkân[158]
bulamamıştır.
Hâfız,
ihtiyaçlarını karşılamak ve geçimini sağlayabilmek için bir dilekçe yazarak
kendisine emekli maaşı bağlanması talebinde bulunmuştur. Dilekçesinde 12 sene
hizmet verdiği orduda üsteğmenlik rütbesine geldiğini ancak dört senedir işsiz
olduğunu belirtmiştir. Başvurusuna olumlu cevap almış ve 1903 yılından itibaren
kendisine 4 cüneyh maaş verilmeye başlanmıştır.[159]
Bulunduğu
noktada kendisini korkunç bir boşlukta hisseden Hâfız, tükenmişliğini
şiirleriyle ifade etmeye başlamıştır. [160]Yaşadığı
duygu yoğunluğuyla birlikte artık boş vakitlerinde Mısır’ın toplumsal
ilerlemesi için çalışan gezgin okuyucularla beraber çalışmaya, fikirlerini ve
şiir çalışmalarını halkın önünde sunmaya başlamıştır. Böylece halk tarafından “işgal
kuvvetleri tarafından ordudan atılmış, açık sözlü, cesur ve özgür bir subay”
olarak değerlendirilmiştir[161].
Artık bir
şair olarak toplum önüne çıkmış ve yeni bir dönemin kapılarını aralamıştır. Bu
dönemde Sudan’da iken tanıştığı önder öğretmenler meclisinde âlimleri ve
şairleri dinleyerek sabahlamıştır. Ayrıca Muhammed Abduh ile daha çok beraber
olmuş, kendisiyle hoca-talebe ilişkisi kurmuştur. Ondan din, edep, ilim ve
kültürel alanlarda eğitim alarak onun çocuğu gibi kendini yetiştirmiştir[162]. Muhammed Abduh’un
şöhretinden faydalanmış ve ondan aldığı destekle rahata kavuşan Hâfız’ın “
Imam’ın en devam eden misafiriydim. Evinde bulunur, gündüz yanına gider onun
meyvesini toplardım.” sözü onunla vakit geçirmenin kendisi için ne kadar
önemli olduğunu göstermektedir[163].
Hâfız’ın
Muhammed Abduh ile artan dostluğu, Saîd Zağlûl, Kâsım Emin, Hasan Âsım, Mustafa
Kâmil, Mahmûd Süleyman ve Lutfi es-Seyyid gibi Mısır’ın sosyal ve siyâsi
kalkınması için çaba gösteren ve hatta bugünkü Mısır’da bile izlerine rastlamak
mümkün olan tanınmış kişilerle yakınlık kurmasına sebep olmuştur[164].
Hâfız
İbrahim, yaşanan gelişmeleri yakından takip etmiş ve halka okuduğu şiirlerinde
gündeme uygun konuları ele almıştır. Mısır halkıyla iç içe yaşayan Hâfız,
İngiliz işgaline karşı milletin duygularını, düşüncelerini ve acılarını çok iyi
anlayıp dile getirmiştir. Halkın duygularını dile getirdiği için şiirleri
sevilmiş, bu nedenle de “Şâ Iru’ş-Şâb” yani “vatan ve toplum şairi”
olarak kabul edilmiştir.[165]
Ordudan
ayrıldıktan sonra geçim sıkıntısı çeken Hâfız, iş bulabilme ümidiyle
Abdulhamid’i öven şiirler kaleme almıştır. Nihayet dönemin Milli Eğitim Bakanı
Ahmet
Haşmet Paşa (ö. 1926) tarafından[166]
14.03.1911’ de, 30 cüneyh maaşla Dâru’l- Kutubi’l-Mısrıyye’nin Edebiyat Bölümü
Başkanlığı’na önce şartlı, sonra 01.04.1912 tarihinde de daimi müdür olarak
atamıştır[167]. Görevi sırasında önce ikinci
dereceden “Bekeviyye Rütbesi”, daha sonra dördüncü dereceden “Nil
Nişanı”” alan[168] Hâfız’ın maaşı 80 cüneyh’e
kadar yükselmiş ve artık maddi sıkıntıları sona ermiştir[169].
Hâfız 1932
yılı Şubat ayına kadar yirmi yıla yakın bir süre bu göreve devam etmiştir[170]. Bu göreve gelinceye kadar
siyasî ve toplumsal konularda şiir söyleyen Hâfız, bu yeni göreviyle
şiirlerinde kullandığı kelimelere dikkat etmiş ve tarzını değiştirmiş, siyasi
konulara değinmemiştir. Çünkü o dönemde devlet memurlarının siyasetle
ilgilenmesi ve basınla iletişim halinde olması yasaklanmıştıR.[171] Bu durum I. Dünya Savaşı’nın
sonuna kadar devam etmiş, bundan sonra eski haline dönmüş ise de görevinden
uzaklaştırılma korkusu ile yeni siyasi olaylarla ilgili yazdığı pek çok şiirini
yayımlamamıştır[172]. Bu sebeple Divan’ı bütün
şiirlerini içermez, bu da bize özellikle siyaset konusundaki bazı şiirlerinin
günümüze ulaşmadığını göstermektedir[173].
Hâfız, 1908
yılında annesi vefat ettikten sonra dayısının evinden ayrılmamıştır. Dayısı
Niyazi Bey’in vefatıyla da dayısının eşi Ayşe Hanım’la yaşamaya ve evin
geçimini sağlamaya devam etmiştir. Ayşe Hanım, Hâfız’ın ölümünden yaklaşık üç
sene önce vefat etmiştir.[174]
Hâfız, ,
emekli olduktan yaklaşık 4,5 ay sonra 1932 yılı Temmuz ayının 21’inde Perşembe
günü sabahı saat 5.00 gibi Kahire yakınlarındaki “ez-Zeytûn””
mahallesindeki küçük bir evde vefat etmiştir.[175]
Öldüğü
akşam beraber yemek yemeye davet ettiği iki arkadaşına kendini yorgun
hissettiği için katılamamıştır. Arkadaşları ayrıldıktan sonra ağrıları artmış
doktor geldiğinde ise son anlarını yaşayan Hâfız, çok geçmeden ruhunu teslim
etmiştir.[176]
Hâfız’ın
vefatı tüm Arap dünyasını üzmüş, gazete ve dergiler siyah olarak çıkmıştır.
Apollo gibi bazı dergiler özel sayılarında Hâfızla ilgili mersiyeler
yayımlamıştır[177]. Arap dünyasının edebiyatçı
ve düşünürleri opera binasında toplanıp anma törenine katılmışlardır.[178]
EDEBÎ KİŞİLİĞİ
Hâfız’ın
edebî şahsiyetinin oluşmasında çeşitli etkenlerin birleştiğini görürüz.
Bunların ilki, annesinin Türk, babasının ise Mısırlı olmasıdır. Babasını
kaybettikten sonra dayısıyla birlikte yaşaması küçük yaşlardan itibaren Türk
kültüründen etkilenmesine sebep olmuştur. Aynı zamanda orta sınıfa mensup
Mısırlılarla aynı mahallede yaşadığı için Mısır kültüründen de etkilenmiştir[179]. Bunlara ek olarak almış
olduğu eğitim-öğretim Mısırlı karakterine bir de Araplık ruhu eklemiştir.[180]
Hâfız
İbrahim, babasızlığı, dayısının evinde yaşadığı sıkıntılar, sorunlu okul
hayatı, başarısız meslek hayatı gibi çocukluğundan itibaren pek çok zorlukla
karşılaşmış ve ruhunda derin izler bırakan bu olaylar az da olsa şiirlerine
yansımıştır.[181]
Ancak
Hâfız, genel olarak toplum içersindeki konuşmalarında ve davranışlarındaki
üslubunda içerisinde bulunduğu bu sıkıntılı durumu ve mutsuzluğunu asla ne
çevresindeki insanlara ne de şiirlerine yansıtmamıştır. İnsanlarla olan
ilişkilerindeki şakacı ve komik mizacı eserlerinde hiç kullanmamış tamamen
farklı bir kişiliğe bürünerek ciddiyet içeren şiirler kaleme almıştır.[182]
^Hâfız İbrahim’in şiir yazmaya
başladığı ilk günden itibaren örnek aldığı kişilerin başında Mahmud Sâmî
el-Bârûdî gelir. Hatta Bârûdî gibi olma arzusu onun Harbiye Mektebine girmesine
sebep olmuştur. Bu bakımdan edebî hayatında Bârûdî’yi örnek alarak şiirini
sağlam kalıplara sokmaya çalışmıştır. Ancak yaptığı çalışmalarında Bârûdî’yi
geçtiği söylenemez[183]. Çünkü Bârûdî, Abbasî ve daha
önceki dönemlere ait yaklaşık 30 şairin şiirlerini inceleyip dört ciltlik bir
eser de toplamış olması bu alandaki bilgisini ve kültürünü açıkça ortaya
koymaktadır. Hâfız ise ne Abbasî şairlerini ne de Bârûdî’nin yaptıklarını
yapmıştır. Bu yüzden de düzenli bir bilgi ve kültür sahibi olamamıştır.[184]
Hâfız,
Bârûdî ve Şevki gibi aristokratik bir ailede yetişmediği için Mısır dışındaki
kültürlerle de bir teması olmamış, buna ihtiyaç da duymamış diyebiliriz. Orta
bir öğrenim görmüş ve biraz Fransızca öğrenmiş, ancak bununla o dilin
edebiyatına inecek
bir
seviyeye ulaşması mümkün olmamıştır. Bârûdî’nin Türk, Fars ve Arap kültürünü
yakından tanıması edebî kişiliğine önemli ölçüde etki ettiği gibi kültürünü de
genişletmiştir.
Hâfız bu
yönüyle sadece Bârûdî’den değil çağdaşları Mutran ve Şevki’den de geride idi.
Hâfız, Avrupa’ya seyahat etmek şöyle dursun Mısır’ın dışında Sudan’dan başka
bir yer görmemiştir. Bundan dolayı onu takdir etmemek mümkün değil; çünkü o
aldığı eğitim ve kültürle değil doğuştan şairdi.[185]
Hâfız’ın
edebi kişiliğinin oluşmasında diğer bir etken de şüphesiz Mısır’ın toplumsal
durumu idi. Hâfız orta tabakada yetişmiş biri olduğu için hayat onu toplumun
ıstırabını hissetmeye ve toplumu daha iyi anlamaya yöneltmiştir. Bunun sonucu
olarak da Hâfız’ın, Mısır halkının duygu, düşünce ve ıstıraplarını içeren
şiirleri hızla yayılmıştır.
Ancak
işlediği sosyal temalar yönünden şiirlerini ele alırsak 20. Yüzyılın başında
Şevkî ve Bârûdî’nin ulaşamadığı bir noktaya ulaştığını görürüz. [186]Hâfız, dil ve üslup bakımından
incelendiğinde, şiirlerinin eski kalıpta, yazdığı şiirlerinde kullandığı dil ve
üslubunun ise halk tarafından rahatlıkla anlaşılır nitelikte olduğunu görürüz.
Halkla beraber yaşamış bir şair olarak Hâfız, şiirlerinde halkın sorunlarını
dile getirmiş, ancak siyasi meselelere değinmeden de duramamıştır. İngilizlerin
halka yapmış olduğu işkenceleri ve zulümleri bütün açıklığıyla yazmış olduğu
şiirlerini, siyasi sebeplerden dolayı gazete ve dergilerde yayımlayamayınca
çeşitli toplantı ve kahvelerde halkla paylaşmıştır.[187]
Hâfız’ın
şiirlerinde Arap milliyetçiliği ve İslamcılık olmak üzere iki husus göze
çarpmaktadır. Milliyetçilikle ilgili şiirlerinde avamca ifadelere
rastlanmaktadır. Ayrıca Hz. Ömer ve çalışmaları ile Osmanlı hilâfeti hakkında
söylediği İslâmî şiirler oldukça dikkat çekicidir.[188]
Sonuç
olarak; Hâfız, Modern dönem Mısır halkının ruh halini dile getiren reformcu ve
yenilikçi bir şairdi. Şiirlerinde zenginlere seslenerek evi olmayanlar, açlık
ve sefalet
içinde yaşayanlara yardıma çağırmıştır.[189]
Bunun yanı sıra bazı şiirlerinde de sokak çocuklarıyla ilgilenmeye, hayırsever
cemiyetler kurmaya, pahalılık ve toplumda kadına bakış açısına, eğitimine ve
annelik rolüne dikkat çekmiştir.
Hâfız,
sadece toplumsal konularda değil, halkın her devirde vazgeçilmez tutkusu olan
hamriyat ve gazel (aşk) konusunda da şiir yazmıştır. [190]Bu
tür şiirlerini hem içinde bulunduğu durum hem de Muhammed Abduh ve Mustafa
Kâmil ıslahatçıların ölümlerine üzülen milletin hazin ruh halini dile getirmek
için kaleme almıştır.[191]
ESERLERİ
İlk olarak
Hâfız İbrahim kendisi, gazetelerde yayımlanan ve arkadaşlarının ezberledikleri
şiirlerine dayanarak üç cüz halinde bir araya getirmiş, son cüz 1911’de
yayımlanmıştır. Ahmed Ubeyd, daha sonra bu divanda bulunmayan Hâfız’ın bazı
şiirlerini de yayımlamış her iki yayındaki şiirler tek ciltte toplanarak 1934
yılında Mektebetü’l-Hilâl tarafından tekrar basılmıştır. Divan-û Hâfız, Mısır
Vizâretü’l- maârifinin teklifiyle Ahmed Emîn tarafından Ahmed ez-Zeyn ve
İbrâhim el-Ebyârî’den de istifade edilerek 1937 yılında Kahire’de tekrar
yayımlanmış, son olarak da 1969’da iki cilt halinde basılmıştır.[192]
1.3.2.
Rivâyetu’l Bu’esâ Li
Fiktor Hugo
Victor
Hugo’nun “Sefiller” isimli romanının iki cilt halinde Arapça’ya tercümesidir,
1903’de Mısır’da neşredilmiştir.[193]
Eserin "Dârııi-İlm'i li'l-Melâyîn" yayınevi tarafından 1979
yılında Kahire'de basılmış ikinci baskısı mevcuttur.
1.3.3.
el-Mûcez
fi’l-iktişâdi’s-siyâsî
Halil
Mutran ile beraber 1913’de, muhtemelen beş cilt olarak Fransız yazar Paul Leroy
Beaulieu’den yaptıkları çeviridir.[194]
Hâfız’ın
el-Muveylehî’nin Hadisu İsa b. Hişâm’ı tarzında Mısır edebiyatı, toplumu ve
siyasî durumu ile ilgili görüşlerini ele aldığı bu eser, 1906 yılında Mısır’da
neşredilmiş olup yaklaşık 128 sayfadır.[195]
1.3.5.
Kuteyyibun
fi’t-terbiyeti’l-evveliyye
1912
yılında Kahire’de Fransızca’dan çevrilen iki ciltlik bir eserdir.[196]
Hz. Ömer’in
menkıbevî hayatından ve ahlâkından söz eden manzume ilk kez 1918 yılında
Kâhire’de, Matbaatu’s-Sabâh’da 48 sayfa olarak basılmış olup Mustafa ed-
Dimyâtî onu “Zikrâ Hâfız” adı altında şerh etmiş ve yine el-Kasîdetu’l-
'Umariyye olarak şerh edip 1933’de Kâhire’de yayınlanmıştır, eser 90 sayfadır.[197]
Bu
eserlerinin dışında Hâfız hakkında 15’in üzerinde müstakil eser, 60’dan fazla
da araştırmaya dayalı makale neşredilmiştir.[198]
HÂFIZ İBRAHİM’İN ŞİİRLERİNDE KADIN TEMASI
19. YY MISIR KADININ TOPLUMDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
Kadın,
tarih boyunca toplumların neredeyse hepsinde gündem konusu olmuştur. Toplumun
modernliği, kadının sosyal yaşamdaki yerine göre belirlenmiştir. Kadının
özgürlüğü, eğitimi ve hakları toplumun gelişmişliğinin ölçütü olarak tayin
edilmiştir.[199]
İlk kez 18.
yy. yüksek sesle dile getirilmeye başlayan kadının toplumsal konumunun
sorgulanışı, günümüzde de tartışılmaya devam etmiştir. Bu sorgulanış
toplumların böylesi bir sorgulamaya hazır olma düzeylerine göre farklı
şekillerde kendini göstermiştir.[200]
19.yy da
genel olarak toplumun kadına bakış açısının aynı olmadığı görülmüştür. Toplumun
bir kısmı kadını tüm ahlakî çöküntülerin kaynağı olmasının yanı sıra insanların
sefalet içinde ve sıkıntı çekerek yaşama sebebi olarak düşünmüştür. Bu sebepten
dolayı bazı toplumlar kadınları erkeklerin hayatlarını yozlaştırmamaları için
sosyal hayatın çeşitli alanlarından uzaklaştırmışlardır. Bazıları ise
diğerlerinin tam tersi kadınları sonsuz bir mutluluk olarak görmüş ve
kendilerine sosyal hayatta daha çok söz hakkı verilmesi gerektiğini
savunmuşlardır.
Osmanlı
İmparatorluğu’nun son döneminden itibaren ise Mısır’da kadın; bazı Avrupa
ülkelerinde olduğu gibi erkeklerle karışık iç içe bir hayat tarzı yaşayan
değil, ihtiyaç ve menfaatlerini korumak için erkeklerin kadınlara karışmalarına
izin vermeyen bir düzen içinde olmuştur. Harem adı verilen bu sistemde; erkek
evin geçimini sağlamış, kadın ise ev işlerini düzene koymuştur. Ayrıca
kadınlara annelik ve annenin toplumsallaştırılması rolü verilmiştir.[201]
Yeni
nesillerin yetiştirilmesi için kendilerine verilen annelik görevinden dolayı
kadınlar, ayrıcalıklı bir öneme sahip olmuşlardır. Ancak kadına verilen bu
rolün sınırları
yine
erkekler tarafından belirlenerek kadını bir birey olarak görmekten çok,
istenilen şeklin verilebileceği bir nesne haline getirilmişlerdir. Bu şekilde
eşlerin şerefi korunduğu düşünülmüş ve ailede yaşanan sorunlar asgari düzeyde
tutulmuşlardır.
1798
yılında Napolyon Bonapart’ın Mısır’ı işgal etmesinin ardından Osmanlı Devleti
tarafından Mısır’a vali tayin edilen Mehmet Ali Paşa, zamanla bölgede yönetimi
ele geçirerek başta askeri ve teknik alanlar olmak üzere birçok yenileşme ve
modernleşme hareketi başlatmıştır. Bu hareketliliğin bir parçası olarak ilk kez
Avrupa’ya burslu öğrenciler göndermiş ve bu öğrenciler ülkelerine Fransız hayat
tarzından etkilenmiş olarak dönmüşlerdir. Fransa’dan dönen öğrenciler
edindikleri izlenimlerini ve şahit oldukları yaşam tarzını gerek yazılı gerek
sözlü olarak çeşitli şekillerde dile getirmişlerdir. Bunun sonucunda modern bir
toplumun oluşumunda kadının etkisi ve toplum içindeki konumu, daha önce hiçbir
Arap ülkesinde görülmedik bir biçimde Mısır’da üzerinde tartışılan bir konu
haline gelmiştir. Avrupa’da eğitim almış erkek aydınlar tarafından kadının
toplumsal hayattaki konumu tartışılmaya başlanmış, şair ve yazarlar da
eserlerinde bu konuyu ele alarak meselenin gündemde tutulmasını sağlamışlardır.[202]
. zMısırlı bir halk şairi olan Hâfız
İbrahim’in de toplumun gelişmesi için bireylerin yetişmesinde önemli role sahip
olan kadının toplumsal konumuyla ilgili fikirlerini şiirlerine yansıttığı
görülmüştür.
Mısır’ın 2. büyük liman şehri Port Said’[203]de “Kızlar Okuluna Yardım”
için yapılan törende söylediği kasidesinde konuyla ilgili düşüncelerini şöyle
dile getirmiştir:
Kendi
görevlerine önem vermeden erkeklerin işlerini yapsınlar....
Evlerinde
kılıç ve mızrak kullananların işleri gibi pek çok işleri vardır.[204]
Şaire göre,
kadınlar evlerinde benzer işleri sürekli tekrarladıkları için artık bu işler
onlara daha önemsiz ve kolay gelmiştir. Çünkü Mısır’da çocuklara bakmak, tahıl
öğütmek,
elbise dikmek ve tamir etmek gibi pek çok işi yapmak kadının görevi olarak
görülmüştür. Hatta sulama kanallarının yetersiz olduğu tarlaları başlarında
taşıdıkları su kovalarıyla sulamışlardır.[205]Bu
sebepten dolayı kendiişlerini önemsiz görerek erkeklerin yapması gereken
işlerini de yapan kadınlar olmuştur. Aslında kadınlar evlerinde, erkeklerin
kılıç ve mızrak kullanması gibi oldukça güç işler yapmışlardır.
Kadınlar
üstlendikleri tüm bu zor işlere rağmen fiziksel olarak erkeklerden daha güçsüz
oldukları için erkekler tarafından hakarete, küçümsenmeye maruz kalmışlardır.
Erkekler
tarafından hakları çiğnenip itibarsızlaştırılan kadın; ailede hem anne hem eş
hem de kız çocuğu gibi önemli rollere sahip olduğu halde, söz ve eylemleri
çoğunlukla itibar görmemiş ve erkeğe mutlak itaat içinde yaşamışlardır. Böylece
kişiliklerini kaybeden kadınlar, evin dışında da sığınacakları bir yerleri
olmadığı için cehalete mahkûm edilmiş ve erkekler tarafından evin herhangi bir
eşyası gibi muamele görmüşlerdir.[206]
Şair bu
duruma karşı çıkmış ve erkekler şöyle seslenmiştir:
Kadınlarınız
kaybolma korkusuyla tahta sandıkta korunan takılar ve mücevherler değildir.
Kadınlarınız
evlerde odalarda, katlar arasında muhafaza edilen eşyalar da değildir.[207]
Hâfız
İbrahim, kadınların evlerde eşyalar gibi hapsedilmesi ve evden çıkamaması
konusunda erkekleri uyarmıştır. Cahiliye döneminde olduğu gibi onları bir mal
gibi taşımamaları ve onlara eşya muamelesi yapmamalarını istemiştir. Gözlerden
uzak tutularak mücevher gibi gizlenmesine karşı çıkmıştır. Kadının değerli bir
süs eşyası gibi evine kapatılarak kapalı bir kapta veya sandıkta saklamak,
gözlerden uzak tutmak, gizlemek için yaratılmadığını tekrar dile getirmiştir.
O dönem
Mısır toplumunda bazı erkekler kadınları sessiz, hayatta hiçbir rolü olmayan ev
eşyası gibi görmüşlerdir.[208] Bundan dolayı Hâfız,
kadınların sadece evde
kullanılan
ve görüntü güzelliği için yıllarca konulduğu yerde hareketsiz duran tabak çanak
gibi ev eşyasına benzetilmesini yanlış bulduğunu dizelerinde dile getirmiştir.
Şiirine,
zamanla birlikte ilerleyen ve özgürleşen Batı kadınına rağmen değişen
şartlardan etkilenmeyen Doğulu kadınlara seslenerek şöyle devam etmiştir:
Onların etrafında zaman değişiyor
fakat onlar değişmeden kalıyorlar.206 [209]
Zaman
ilerledikçe toplumun gereksinimleri, hayat şartları ve bilimin ilerlemesine
rağmen doğudaki kadın hiçbir değişime uğramadan olduğu gibi kalmıştır. Erkekler
tarafından kadına biçilen rol ve verilen temel görev de değişmeden aynen devam
etmiştir. Bu durum toplumun kadına bakış açısının değişmemesinden ileri
gelmektedir. Kadın, önceki dönemlerde olduğu gibi çekirdek ailede ev hanımı
olarak eşine ve çocuklarına, geniş ailede ise kayınvalidesi, kayınbabası ve
eşinin diğer akrabalarına karşı taşıdığı sorumluluklarının[210]
toplumdaki birincil rolü yani annelik görevinin takdir edilmemesinden
kaynaklanmıştır.
Çünkü o
döneme kadar Mısır toplumunda kadının yaratılış gereği erkeğe bağlı olduğu
bunun için kocasına itaat etmesi gerektiği öne sürülmüştür. Geleneksel anlamda
mutlu bir aile bu temeller üzerine kurulmuştur. Kadından beklenen ataerkil
düzene itaat görevini ihmal ettiğinde hem eşi hem de eşinin ailesi,
bulundukları çevrede itibarlarını kaybettikleri düşünülmüştür.[211]Ayrıca kadına eğitim hakkı
verilirse mezun olduktan sonra işe girmesi, sosyal toplumda söz hakkının
artmasına ve erkeğe olan bağımlılığının azalmasını sağlayacağı düşünülmüştür.
Bu
gelenekçi durumu savunanlara da karşı çıkan Hâfız İbrahim, artık kadınların bu
konuda rahat bırakılması gerektiğini şu şekilde ifade etmiştir:
Ben,
bırakın kadınları çarşı pazarda erkekler arasında gezsinler, demiyorum
Bir laf
taşıyıcının ya da bir koruyucunun gözetlemesinden korkmadan istedikleri yerde
rahatça dolaşsınlar da demiyorum.[212]
Hâfız
İbrahim, kadınların tamamen dışarıya erkeklerin içine bırakılıp istedikleri
zaman istedikleri yere girebilmelerini ve herhangi bir sınırlama olmadan
erkeklerle birlikte olmalarını kast etmediğini belirtmiştir. Sadece tamamen eve
kapatılmalarının doğru olmadığını ifade etmiştir. Çünkü o dönem Mısır’da bekâr
bir genç kızın ailesi ya da ailesinden bir erkek yanında olmadan tek başına
evinden dışarıya çıkması hoş karşılanmamıştır. Yine bir genç kızın iyi bir
evlilik yapabilmesi ve iyi bir gelecek kurabilmesi için “şerefini” koruması
gerekmiştir. Bunun için aileler kızlarını dışarıya bırakmamışlardır.[213]
Hâfız,
kadınların hisleri olmayan, akılsız veya düşüncesiz varlıklar olmadıklarını
kadınların da erkekler gibi insan olduklarını, erkeklerden tek farklarının
cinsiyetin gerektiği kadar olduğunu vurgulamaya çalışmıştır. Bundan dolayı da
kadınların kesinlikle erkekler gibi istedikleri zaman herhangi bir engellemeyle
karşılaşmadan evden çıkabilmeleri gerektiğini söylemiştir.
. z Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında
kadının toplumda geri plana itilerek evine kapatılması ve başta eğitim olmak
üzere çeşitli sorunlar yaşaması çoğunlukla Ortadoğu ülkelerinde görülmüştür.
Buna bağlı olaraktan halkının çoğunluğu Müslüman olan Ortadoğu ülkelerinde geri
kalmışlığı dini sebeplere bağlamaya çalışanlara da rastlanmıştır.
İbadet
etme, hak ve adalet gibi belli konularda özellikle yeme-içme-barınma gibi
hayati ihtiyaçlarda insanları eşit tutan İslam dini, insanlık vasfından dolayı
kadın-erkek arasında ayrım yapmamıştır.[214]
Ayrıca, toplumsal statü bakımından kadını en yüksek mertebeye oturtan, mal
edinme ve miras başta olmak üzere bütün haklarını kadına veren İslamiyet,
örtünme konusunda da kendini göstermiştir.
Şairler ise
bu tartışmalar karşısında bir süre sessiz kalmışlardır. Örtüyü savunan şairler
olduğu gibi açılıp saçılmayı ve evden çıkmayı doğru bulan şairlerin olduğu
görülmüştür.
Bu durum karşısında sessiz kalamayan Hâfız İbrahim, konuyla ilgili
düşüncelerini şöyle dile getirmiştir:
Hayır, sizi
(kadınları engelleme, baskı kurma da ve yıldırmada) peçede, baskıda ve
sindirilme konusunda aşırılığa çağırmıyorum[215]
Hâfız
İbrahim, kadınların ahlâkî kurallara dikkat edilerek yetiştirilmelerinin peçe
takmaya ve örtünmeye zorlanmalarından daha önemli olduğunu belirtmiştir.
Ahlaklı bir kadının hareketlerini düşünerek yaptığını bunun sonucu olarak
kadınların küçük yaşlardan itibaren ailelerinin gözetimi altında edebî
sınırları gözeterek yabancı erkeklerin yanında açılabilme hürriyetlerinin
olduğunu onaylamıştır.[216]
Şair,
aşağıdaki beyitlerinde kız çocukların edepli yetiştirilmeleri konusunu tekrar
dile getirmiştir:
Kızlarınızı
güzel yetiştirin, çünkü onlar iki kavşaktadırlar ve onlar için en iyi kontrol
edici budur.
Yapmanız
gereken esas şey kızlarınızı hidayet nuruyla ve kalıcı bir edeple
yetiştirmenizdir.[217]
Şair,
toplumun ilerleyebilmesi için kızların güzel yetiştirilmesini çok önemli
görmüştür. Güzelden maksadı edepli yetiştirilmeleri olmuştur. Çünkü namuslu
olmak, bedeni örten elbiseyle değil edep ve sağlam bir karakterle
gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir. Bunun için iyi eğitim almış kız
çocuklarının yaşamları boyunca herhangi bir tehlikeye düşmeden edepleriyle
hayatlarını sürdürebileceklerini vurgulamıştır.
Hâfız,
kadınların örtünmesini savunup, eğitimine ve terbiyesine karşı çıkanları
eleştirmiştir. Medeniyeti süslenme olarak gören ve modernlikten anlamayan cahil
kadınlara
kızgınlığını dile getirdiği şiirini Bâhisetülbâdiye (ö.1918)’nin[218] ilmî ve ahlâkî üstünlüklerini
övmek için yapılan bir gösteride şöyle dile getirmiştir:
Salınarak yürüyen nice cahil
kadınlar gördüm
Ve yine örtüsünü açmış ne
iffetli ve namuslu kadınlar da gördüm.[219]
Hâfız, küçük yaşından itibaren kapalı
kadınlar arasında büyüyen ve kendisinin de örtünmesi gerektiğini düşünerek
bilinçsizce kapanan kız çocuklarını ve bu değişime hazır olmadan yetişen,
geleneksel örtüsünün altında nasıl hareket edeceğini bilmeyen, cahil olarak
nitelendirdiği kadını eleştirmiştir. Çünkü o kadınların açıldıklarında iffet ve
erdem geleneğinden çıkmadıklarını görmüştür. Daha önceki beyitlerinde
belirttiği gibi namusun bedeni örten elbiseyle değil küçük yaşlardan itibaren
kendi yaşam tecrübeleri ile kazanılan alışkanlıklar sayesinde korunacağını
tekrar ifade etmiştir.
Hâfız İbrahim, hiç şüphesiz yakın
arkadaşı ve dostu Ahmet Şevkî gibi o dönemde kadınlarla ilgili önemli bir dini
konu haline gelmiş olan ve aynı zamanda sosyal problem olarak ortaya çıkan
kadınların peçe kullanması konusunda kadın hakları savunucusu Kâsım Emîn’i
destekleyen şairlerden biri olmuştur. Hatta Kâsım Emîn’e karşı çıkanları, kör
bir taassup içerisinde olmak İslam fıkhı konusunda bilgisizlikle suçlamıştır.
Hâfız İbrahim, dönemin Mısır toplumunda
kadının toplumdaki statüsü hakkındaki yanlış algılamaları düzeltmek, aile hayatını
düzenleyen kanunda reform yaparak kadını hak ettiği özgürlüğüne kavuşturmak
için çaba sarf eden Muhammed Abduh’un fikirlerinden[220]etkilenmiştir.
Şairin şiirlerinde görüşlerini yönlendirmesinde Abduh’un önemli bir rolü
olmuştur.
Aşağıdaki beyitlerinde, Kâsım Emîn’e hitap ederek Muhammed Abduh’un
peçe konusundaki fikirlerini desteklediğini belirtmiş, Mısırlı kadınların
mevcut örtünme şekillerinin ve peçe kullanmalarının semavî kitaplarda
olmadığını adetlerden kalma olduğunu dile getirmiştir:
Onların geri kalmışlıklarının eseri olan peçe Kim peçeyi savunuyor
kim karşı çıkıyor? bugüne kadar
kaldırılmadı
Yemin ederim ki insanların kalpleri öldü ve onlar senin kitaplarda
yazdığını anlamadılar.
Şayet bir kişi kalkar da adamlarına peçe için çağrıda bulunursa o
kişinin istekleri yerine gelmiş mi oluyor?
Hatırlarsan Havva annemizin hayatı bize ışık tutar, biz de onu takip
ederiz.
Meryem Ana yüzündeki peçeyi kaldırdı elinde, bizden gördükleriyle
tokalaşıyor ve konuşuyor
O ikisinin arkasında Musa, Isa ve Ahmet (Muhammed sav) ve peş peşe
yıldızları parlayan birer krallar ordusu vardır.
Onlar bize peçeyi kaldırmanın caiz olduğunu söylediler, biz ise evet
bu bir haktır fakat biz ondan kaçınıyoruz dedik.[221]
Şüphesiz bu dönemde kadının örtünmesi konusunda yaşanan tartışmaların
çoğu peçe üzerinden yapılmıştır. Hâfız İbrahim, geri kalmışlık sebebi görülen
peçenin niçin kaldırılmadığını ve kimler tarafından desteklediğini
sorgulamıştır.
Hiç tartışmasız ilahi emirlere uyulması gerektiğini savunan Hâfız,
yukarıdaki beyitlerinde örnek olarak Havva annemizin hayatının bize ışık
tuttuğundan bahsetmiştir. Ayrıca son peygamber Hz. Muhammed ( S.A.V) ‘e kadar
gelen peygamberlerin hiçbirinin peçe kullanılmasını şart koşmadığını
belirtmiştir. Dini bir emir olman peçe, bazı milletlerde zamanın gereği olarak
sonradan ortaya çıkmış ve kadınlara dini bir giysi olarak kabul ettirilmiştir.
İlerleyen zamanla birlikte sıkı sıkıya bağlanılan peçe gelenek olarak
kullanılmaya başlanmıştır.
Hiçbir semavi din peçe kullanılmasını zorunlu tutmamıştır. Şair, son
olarak çıkarılması caizdir diyen hak dinleri dinleyip geleneklerin
değiştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır.
19. YY MISIR KADININ EĞİTİMİ
Erkek egemenliğinin hâkim olduğu Arap toplumunda kadınların eğitim
meselesi oldukça önemsiz bir konu olarak görülmekteydi. Kadın sadece evinde
kocasına iyi bir eş ve çocuklarına iyi bir anne olmalı[222],
erkeklerin sahip oldukları polislik, hâkimlik gibi mesleklere sahip olmak ve
evinin dışında çalışmak gibi hayaller kurmamalıydılar.[223]
Bununla birlikte o dönemin varlıklı ailelerinin küçük yaşlardaki kız
çocukları, Kur’an hafızlığı ve hadis okumaları gibi dersler alan erkek
kardeşlerinin yanında sınırlı da olsa eğitim alabildikleri bilinmektedir.[224]
Mehmet Ali Paşa, modernleşme hareketiyle eczacılık, ebelik, muhasebe
vb. okulları açmış[225], Avrupa’ya tümü erkeklerden
oluşan bir öğrenci grubu göndermiş, öğrenciler Mısır’a döndükten sonra Avrupaî
toplumda kadın ve kadının önemi ile ilgili gözlemlerini dile getirmişlerdir.
Kadınların kendilerine biçilen geleneksel rolleri dışında yeni roller
üstlenmeleri, erkekler gibi eğitim hakkına sahip olmaları ve modern bir
toplumun oluşumunda kadının etkisini yüksek sesle tartışmaya başlamışlardır.
Böylece reformist Mısır erkekleri sayesinde kadınların toplum içindeki
konumları daha önce Arap coğrafyasında görülmedik şekilde tartışılmaya başlanan
bir konu haline gelmiştir.[226]
Bütün düşünürler kadınların eğitimi ve yetiştirilmesinin gerekliliği
konusunda birleşmişlerdir. Fakat okula gidebilen kadınlar, mezun olduktan sonra
iş aramaya başlayacaklar ve erkeklere olan bağımlılıkları azalacaktı. İş
hayatına atılan kadınlar erkeklere ait alanlara karışarak aynı yollardan
geçmeye başlayacaklardı. Bu durum kadınların toplumsal ve ahlaki boyutta
gündemde olması demektir.[227] Bu sebeplerden dolayı kadının
eğitimi ve öğrenme yöntemi konusunda anlaşamamışlardır.
Bazı âlimler, din ve eğitimle ilgilenen okullarda öğrendiklerinin
yaşamlarında eş ve annelik görevini yürütürken onlara yardımcı olacağını
söylemişlerdir. Eğitim hakkı kazanırsa da doktorluk, hemşirelik gibi kadınlara
hizmet edebileceği alanlarda eğitim alması gerektiği fikrini savunmuşlardır.
Farklı görüşü savunanlar da kızların bilim ve bilgide ilerleyebilecekleri kadar
ilerlemelerinde ve geleneksellikten kurtularak kamusal alanda yer almalarında
bir sakınca görmemişlerdir. [228]
Kadınların eğitimi ve yetiştirilmesi konusunda ülkenin ileri gelenleri
ve ilim adamları konuyla ilgili tartışırlarken acaba, mısırlı edebiyatçı ve
şairlerin düşünceleri neydi? Kadınların eğitimleri konusunda fikir ayrılığı
yaşadılar mı?
Edebiyatçılar arasında kadınların eğitimini isteyenlerden biri de Hâfız
İbrahim olmuştur. Hâfız İbrahim, Port Said’ deki Kız Okulu’na yardım töreninde
söylediği kasidesinde kızların terbiyesinin öneminden ve bilinçli
eğitildiklerinde milletinin geleceğini belirleyebileceklerinden bahsetmiştir:
Âşıklarının
çok olduğu Mısır’da yanıp tutuşarak cefa çeken niceleri vardır.
Kim bana kadınların terbiyesini sorarsa kesinlikle o doğudaki
başarısızlığın nedenidir.[229]
Herhangi bir ideolojinin üretilmesi, fertlere benimsetilmesi ve
yaşatılması için en etkili kurum olarak aile, toplumda pek çok önemli özelliği
barındırmaktadır. Aynı zamanda toplumu değiştirme işlevine de sahip olan
ailedeki en önemli birey ise “kadın”dır.
Şair, kadının iyi terbiye edilmesinin bu sebepten dolayı önemli
olduğunu söylemiştir. Çünkü her kadın aynı zamanda bir anne adayıdır ve topluma
yeni nesiller yetiştirecek kişidir. Eğitimsiz, cahil bir annenin elinde büyüyen
çocuk, annesinden gördüğü tüm yanlış davranışları alır ve yaşamında uygular.
Öyle ki bu yanlışlar yaşamının ilerleyen döneminde bir öğretmen ya da okul
tarafından düzeltilmesi çok
zordur. Böylece kendi yanlışlarıyla yaşarken çevresindekileri de
etkiler ve toplumun düzeni bozulmasına sebep olur.
Hâfız, bir başka beyitte eğitimli kadının ailedeki rolü ve toplumdaki
konumunu şu şekilde ifade etmiştir:
Anne bir
okuldur, sen onu iyi hazırlarsan kökleri asil bir millet yetiştirirsin.[230]
Şair bu beyitte, annenin tek başına bir okul olduğunu belirtmiş, eğitim
şartları iyi olan okulda yetiştirilen öğrencilerin de o kadar kaliteli ve asil
olduklarını belirtmiştir. Ülkenin her alanda güçlü ve sağlam durumda
olabilmesinin cinsiyet ayırımı yapmadan kadın-erkek tüm vatandaşlara eşit
imkânlarda eğitim sağlanması ile mümkün olabileceğini dile getirmiştir. Aksi
takdirde başarısız ve geri kalmış bir toplumun temelleri atılmış olduğunu
bundan dolayı kadınların, küçüklükten itibaren eğitilmeleri gerektiğini
savunmuştur.
Bir milletin kalkınması, kadının eğitim seviyesine göre gelişme
gösterir. Çocuğu doğuran, büyüten ve ilk eğitimi veren kadındır, annedir. Yeni
nesillerin sağlıklı, bilgili olmaları için kadınların eğitilmesi gerekir. Çünkü
kadın, aile ve toplum arasındaki en sağlam köprüdür. İyi yetişmiş ve eğitilmiş
bir kadın, toplumdaki sosyal sistemin işleyişine katkıda bulunur.
Anne bir
bahçedir, hayâ onu sularsa nerede olursa olsun yemyeşil yaprak açar[231].
Hâfız İbrahim, bu beyitte anneyi suya ve yağmura ihtiyacı olan bir
bahçedir. Bahçe bereketli yağmur sularıyla sulandığında bitkiler çok güzel
şekilde büyür, bol ürün verir. Aynı şekilde eğitim fırsatı verilerek kendisini
yenileyen kadın da tıpkı bir bahçe dir. Aldığı her bilgi ile yeni açan bir
yaprak gibi yeşerir, gelişir ve verim alınır.
Anne
eserleri her tarafa yayılmış öğretmenlerin ilk öğretmenidir.[232]
Şair aynı zamanda annenin ilk öğretmen
olduğunu tekrar ediyor. Özellikle içinde bulunduğu topluma nesil
yetiştiriciliği görevinden dolayı çok büyük önem ve sorumluluk sahibi bir
eğiticidir. Anne ne kadar bilgili olursa onun terbiyesinde büyüyecek çocuk da o
kadar terbiye ve eğitim almış olur. Bu sorumluluğunu en güzel şekilde yerine
getirmeye çalışırken yetiştirdiği evlat da eğitimi, âli terbiyesi ile dini
değerlerle donatılmış bir birey olarak hem bulunduğu toplumun hem de gittiği
bölgenin ilerlemesine ve mutluluğuna katkı sağlamış olur. Bu sebepten dolayı
yaşayan tüm insanlıkta annenin erdeminden ve iyiliklerinden örnekler görmek
mümkündür. Çünkü anne, sağ eliyle beşiği sallarken sol eliyle dünyayı
yönetebilen kişidir...
iki durumda ortayı bulun, insaflı olun çünkü kötülük kısıtlama ve
tamamen serbest bırakmadadır.[233]
Hâfız İbrahim, şiirinin devamında ise kadınları eğitirken dikkat
edilmesi gereken iki hassas konuya dikkat çekmiştir. Kadınlara karşı ağır
kısıtlamalar getirilmesi veya tam bir özgürlük verilmesinin yanlışlığından
bahsetmiştir. Açıkçası yıllarca baskılara maruz kalmış, harem hayatı yaşamış ve
bütün bunlardan kaçış yolu arayan kadına tam bir özgürlük vermenin doğru
olmadığını belirtmiştir. Aynı şekilde her şeyden mahrum bırakarak eve
kapatılmasının da yanlış bir davranış şekli olduğunu ifade etmiştir. Toplumda
kadınların da erkekler gibi yaşama hakkına sahip olduklarını bir kez daha vurgulamıştır.
Çünkü şair, kadın ile erkek arasında zekâ bakımından hiçbir fark
olmadığını sadece doğuştan gelen ruhsal ve bedensel farklılıkların var olduğu
belirtilmiştir. Bu sebepten dolayı Batılı kadına verilen haklar yıllarca Arap
toplumunda eve kapatılmış, eğitimden alıkonulmuş kadına da verildiği takdirde
kendi benliğini kaybedebileceğini ifade etmiştir. Bunun için de kadının
yaradılışı gereği erkeğe bağlı olduğunu savunan gelenekçi yaklaşımın aksine
kadının eğitim alarak erkekten bağımsız olarak, zihnini ve davranışlarını
yönetebilecek olgunluğa erişmesi gerektiğini vurgulamıştır.
Hâfız, “Amerikan Kız Okulu”nun m.26 Mayıs 1928 yılındaki mezuniyet
töreninde söylemiş[234] [235]
olduğu aşağıdaki beyitte genel anlamda Hristiyan batı dünyası ile Müslüman doğu
toplumu arasında gelişmişlik açısından bir karşılaştırma yapmıştır:
Yavaş
olun Ey yenidünya adamları, erkeklerin mucizeler yaratmasını beklediniz.
Hayatın
anlamını anladınız, ondaki tüm eksikleri tamamlamak için iyi gözlem yaptınız.
Beyitlerinde,
batılı erkeklerin yaşam şartlarını geliştirmelerinden ve kadın eğitimine
verdikleri değerden bahsetmiştir. Aynı modern anlayışı yıllarca kadınları
evlere kapatan Mısırlı erkeklerden beklemenin bir mucize olduğunu ifade
etmiştir.
Hâfız, şu
beyitlerle şiirine devam etmiştir:
Akıllara çok dayandınız, bir kavmin
helal gördüğü üzüm suyunu bile haram kıldınız. Başkaları nesillere bile
hükmedemediği halde siz aşırı istekle ömrün 1 dakikasına bile hükmettiniz.[236]
Amerikalılar
yaptıkları çalışmalarında çok ilerleme göstermişler. Öyle ki Hâfız İbrahim,
üzümü şarap haline dönüştürmelerini ve insan aklını etkilemesini şaşkınlıkla
karşılamıştır. Genel anlamda Hristiyan batı dünyası ile Müslüman doğu toplumu
arasında gelişmişlik açısından bir karşılaştırma yapmıştır.
Yine Hâfız,
Batılılarla Müslümanlar arasında siyasi, sosyal, kültürel ve bilimsel açıdan
kapatılması zor bir mesafenin olduğuna vurgu yapmıştır. Ayrıca batıdaki
toplumsal kalkınmanın temelinde kadının da önemli bir rol oynadığı bilinciyle
hareket
eden şair;
söz konusu “Amerikan Kız Okulu”nun, Mısır’ın toplumsal kalkınmasında önemli bir
rol oynayacağına işaret etmiştir.
Aşağıdaki
beyitlerinde ise Amerikalıların kendilerine nasıl örnek olduklarından
bahsederek açılan bu kız okulu sayesinde toplumda kadınlardan nasıl istifade
edileceğini de anlamış olduklarını dile getirmiştir:
ilim
için insanlık dünyasının üzerinde gölgeleri uzayan hoş bir bahçe diktiniz. [237]
Hâfız ilim,
ilerleme ve savunma alanında Mısır’ı diğer uygar uluslarla rekabet ederken
görmeyi temenni etmiş ve Mısır’ın işgalinden sonra ülkenin gelişmesi için
yapılan yeniliklere işaret etmiştir. Ülkenin tüm zenginliklerine el koyan
Avrupa, bunun yanında eğitim sistemiyle de örnek olmuştur. Devamında ise şöyle
söylemiştir;
Toprağımıza
yerleştiniz bu sayede aramızda çocukları nasıl yetiştirdiğinizi öğrendik.
Kızların, güzelliklerini artıran bir ilimle nasıl eğitildiklerini gördük.[238]
Şair,
yukarıdaki beyitlerinde Batının pozitif bilimleri yaygınlaştırmalarını övdüğü
gibi Arap halkının onlardan ve Mısırda açtıkları okullarından öğrendiklerinin
ülkenin kalkınmasına olumlu etkisinden bahsetmiştir.
Mısır’da
eğitimde yenilik hareketleri başlangıçta Hristiyan ve Yahudi aile çocuklarının
gideceği okulları açmakla gerçekleştirilmiş daha sonra misyoner okullarında
Müslüman ailelerin kız çocuklarının eğitimi yaygınlaştırılmıştır.[239]
Hâfız,
ayrımcılıktan vazgeçilmesi, eğitimin kız veya erkek çocuk ayırımı yapılmadan
eşit şartlarda olması konusunda çağrıda bulunmuştur. Çünkü şair, kadının
eğitilmesi ile toplumun şekillendirilmesinde büyük önem taşıdığına inanmış, bu
okullarda eğitim alan ya da almaya devam eden kız çocukların ilimle nasıl
güzelleştiğini görmüş ve düşüncelerini hayranlıkla dile getirmiştir. İyi olan
her şey millet için
yapılmıştır.
Bu düşünceyle Hâfız, yapılan reformları destekleyen ve savunan ilk şairler
arasındadır.
19. YY MISIR KADINININ ÇALIŞMA HAYATI
Arap
kadını, Mehmet Ali Paşa ve İsmail Paşa tarafından yapılan yenilikler sonucu
eğitim olanağına kavuşmuşlar, aldıkları Batı modeli eğitimler sonucunda
farkındalık yaşamaya başlamışlardır.[240]
1 9. Yüzyılın ortalarından itibaren yaşadıkları bu farkındalık fiziksel anlamda
kendini göstermeye başlamış, böylece Mısır kadınının düşüncelerini ifade etme
ve kamusal alanda çalışma hakları elde etme gibi siyasal hedefleri ortaya
çıkmıştır.
Kadının
toplumsal konumu ve hakları konusunda dönemin reformist erkeklerinin destekleri
Mısır’da kadın hareketinin gelişiminde etkili olmuştur. Özellikle Kâsım Emin’in
davetiyle kadınlar kendi derneklerini kurmak için girişimlere başlamışlardır.
Melek Hifnî Nâşif, gazetelere yazdığı yazıların yanı sıra, 1908 yılında kurulan
Mısır Üniversitesi’nde kadınlara yönelik konferanslar vermiştir. [241]Böylece basın kadınların
kendilerini birey olarak ifade etmelerini sağlamış, kurulan kadın dernekleri de
bireysel talepleri örgütlü birliklere dönüştürmüştür.
Bu
çerçevede İngilizlerin Mısır’daki sömürgeciliğine karşı genel bir devrim olarak
başlayan 1919 yılı, Mısır’da kadın hareketinin çıkış noktası olmuştur.[242] Mısırlı kadınlar milliyetçi
hareketler içinde aktif bir şekilde yer almış, meydanlara inmiş, sokak
gösterilerine katılmış hatta bazı eylemleri bizzat kendileri düzenlemişlerdir.
1922 yılına kadar devam eden milliyetçi hareketler içinde aktif bir şekilde yer
alan Mısırlı kadınlar, bir yandan ülkelerinin bağımsızlığını savunurlarken diğer
yandan kendi haklarını elde etme, erkek egemenliğinden çıkarak özgürlüklerine
kavuşma mücadelesi de vermişlerdir.[243]
20.yy
başlarında Mısır’da evlerinden istedikleri gibi çıkmak, toplumda
saygınlıklarını artırmak için verdikleri mücadelelerde okumuş kadınlar yalnız
değillerdi. Mısır’da grev yapan, gösteri için sokaklara çıkan seçkin sınıf
kadınlarının, çalışma saatleri ve analık izni için verdikleri mücadele gerek
kırsal kesimden gerekse
sanayileşmiş
bölgelerdeki tüm kadınların dikkatini çekmiş ve etkin biçimde destekte
bulunmuşlardır.[244]
Kadınlar,
Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesine yakın tarihlerinde ilk kez sokağa çıkmışlar
ve ülkelerinin özgürlüğü için seslerini yükseltmişlerdir. Bu cesurca hareket
Mısırlı kadınların hayatında büyük bir değişim olmuştur. O günden sonra bir
daha asla eve kapanıp kalmamışlardır. Kadınların özgürlük mücadelesi siyasi bir
şekilde başlamış ve milli birlik ve ülkenin özgürlüğü için dört yıl boyunca
savaşmışlardır. Halkı özgürlüğe çağıran sokak gösterileri düzenlemişler,
dönemin gazetelerinde makaleler yayımlamışlar, cami ve kiliselerde konuşmalar
yapmışlardır. Ülke çapında erkekler tarafından yürütülen milli hareketi
destekleyerek pek çok etkili çalışmalara bizzat katılmışlardır.[245]
1920’de
kadınlar kendi birliklerini kurmuşlar ve bu birlikle bütün dünyaya seslenmeye
başlamışlardır.[246] Kadın erkek eşitliğine vurgu
yapmış, kadının süs ve ziynete önem vermesi yerine toplumda önemli roller
üstlenmesinin gereğine dikkat çekmeye çalışmışlardır.
Hâfız
İbrahim, kadınların bu mücadelelerine kayıtsız kalamamış, onları desteklemek
amacıyla şiirler yazmıştır. Bu konuyla ilgili yazdığı “Modern Kadın Derneğine
Selam Olsun” şiirinde şöyle demiştir:
Nil, hoş
kokulu satırlarda hoş kokulu binlerce selam gönderiyor size.
Müvekkilim
Nil, iyilik ve güzellik yapanları övmekle övgüler diziyor emeklerinize.[247]
Hafız’a
göre kadınların seslerini duyurmak için yaptıkları eylem sadece insanları değil
Mısır’ın hayat kaynağı Nil’i de çok mutlu etmiştir. Ona göre kadınlar yıllardır
beklenen bir eylem yaparak tüm övgüleri hak etmişlerdir.
Şiirin
devamında şöyle söylüyor:
Dün bu temeli attınız kutlu olarak, açılış gününde geldiniz onur
duyarak.
Erkeklerin yapamadığı işleri siz yaptınız, hayır ve bereketli
işlerde onlara fark attınız.[248]
Mısırlı kadınlar, baskıcı politikalarla şiddetin çeşitli şekillerine
maruz kalmışlardır. Arap kadınları ülkelerine siyasi hak ve sivil özgürlükleri
getirmek amacıyla gerçekleşen eylemlere önemli ölçüde destek vermelerine karşın
rejim değişikliği sonrasında bu haklardan hep mahrum bırakılmışlardır. Medeni
kanunda uygulanan kurallar kadının aile hayatında ve sosyal hayatta erkeğin
gerisinde kalmasına neden olmuştur.
Şairin beyitlerinde ifade ettiği üzere, Mısır’da yaşanan siyasi
değişimin temelinde kadınların etkisi oldukça büyük olmuştur. Çünkü ona göre
Mısır’da artık yeni bir dönem başlamıştır. Bu başlangıcın temelleri de kadınlar
tarafından atılmıştır. Kadınlar pek çok hayır işinde olduğu gibi bu kutlu işi
de yaparak erkeklerin önüne geçmişlerdir.
Hâfız İbrahim, Batı medeniyetine atfen aslında kadınların erkeklerden
daha çalışkan ve cesur olduğunu şu şekilde ifade etmiştir:
Diyorlar ki, doğuda insanların yarısı boş oturur, bunu ömürlerini
odalarda geçiren kadınlar oluşturur.
(şimdi)Işte Nil’in kızları gelişim için çabalıyorlar ve
meyveler yetiştirmek için fidan
dikiyorlar.[249]
Hâfız İbrahim’in yukarıdaki beyitlerinde Batıya atıfta bulunarak, ülke
ekonomisine katkısı olmayan, üretimde yer almadan sadece tüketen ve bunun
sonucunda iktisadi anlamda geri kalmışlığın sebebi olarak görülen
kadınların, ülkenin en sıkıntılı döneminde erkeklerin bile yapamadığını yaparak
onlara örnek olduğunu dile getirmiştir. İnsanların ölüm korkusuyla seslerini
çıkaramadığı zaman diliminde kadın, ülkesinin her türlü menfaati için doğuştan
sahip olduğu annelik ve fedakârlık yeteneklerini mevcut şartlara uydurarak
cesurca hareketler gösterdiklerini ifade etmiştir.
Şiirin devamında kadınları duruşları ve yaptıklarından dolayı
yüceltmeye devam etmiştir:
Bize
örnek oldunuz bu kara yılda, ölümün yüreklere aktığı anda.
Siz, pür
silah ordunun karşısında durdunuz, imana sımsıkı sarılan kadınlar oldunuz.[250]
Hâfız İbrahim, kadınlar ülkenin işgal edilmeye başlandığı en sıkıntılı
dönemde erkeklerin yapamadığını yaparak onlara örnek olduklarını dile
getirmiştir. Devamında ise bahsi geçen gösterideki çalışma saatleri ve analık
izni için yapılan mücadeleye gerek kırsal kesimden gerekse sanayileşmiş
bölgelerden modernleşme yanlısı tüm kadınlar etkin biçimde katılmıştır.
Sizi
korkutamadı mızraklar ve çekilmiş kılıçlar, ne de yollarda ateş eden
makineliler.
Erkekler
sizden ders aldılar, ölüm sersemliğindeyken dirençli insanlar oldular.[251]
Kadınlar, İngiliz işgaline ve meşru olmayan İngiliz sömürge
yönetimlerine karşı milliyetçi duygularla hareket etmişlerdir. Karşılarına
dönemin modern silahlarıyla donanmış bir orduyla çıkan İngilizlere karşı
cesurca direniş göstermişlerdir. Mısır’ın tam bağımsızlığına kavuşması
neticesinde Mısırlı kadınlar, siyasi haklarının güvence altına alınmasını
istemişlerdir. Bu çağrılarına bazı şair, yazar, dernek ve kuruluşlar da destek
vermişlerdir.
Şiirlerinde halkı bilinçlendirmeye
çalışan Hâfız, halk tarafından yapılan işgal
karşıtı gösterileri de desteklemiştir. |
Mısır’da başlayan
ulusal bağımsızlık |
mücadelesinde, 14 Mart 1918’de İngiliz sömürgeciliğini protesto
gösterileri sırasında İngilizler tarafından öldürülen Hamide Halil ülkenin ilk
kadın şehidi olarak gösterilmiştir.[252]Şair,
yaşanan bu elim olayı kaleme aldığı şiiri siyasi sebeplerden dolayı 1929 senesi
12 Martında yayımlanabilmiştir:[253]
Hanımefendiler gösteri yapmak için ortaya çıktı. Ben de onların
toplaşmalarını izlemeye başladım.
Onlara şöyle bir baktım bir de ne göreyim! Siyah elbiselerden
kendilerine pankart edinmişler.
Zifiri karanlığın ortasında parıldayan yıldızlar gibi doğdular.[254]
Şairimiz, kadınların meydanda cesurca toplanmalarını ve onlara
bakmaktan kendini alamadığını, üzerlerindeki elbiseleri ve orada bulunuş
sebeplerini şiirinde ustaca açıklamıştır. Kadınlar, kendilerinden emin ve
gururlu bir şekilde meydanda toplanmaya başlamışlardır. Siyah elbiseleri onları
koruyan zırhları olmuştur. Ayrıca şaire göre, her biri karanlığı aydınlatan
yıldızlar gibi parlamıştır.
Şiirine
şöyle devam etmiştir:
Yolu geçmeye başladılar Sa d[255] ’ın evi hedefleriydi.
Gururlu bir şekilde yürüyorlardı, duygularını kontrol
altına almış bir şekilde.[256]
Hâfız,
eylemci kadınların dönemin yöneticisi Said’in evini hedef alarak İngiliz
ordusunun silahlarına aldırmadan başları dik, kendilerinden emin ve cesur bir
şekilde yollarına devam eden kadınları gösterdikleri cesaretlerinden dolayı
yüceltmiştir.
Şair,
şiirin devamındaki beyitlerde orduyla ilgili bilgiler vermiştir:
Tam o
sırada karşılarına bir ordu çıktı, atları doludizgindi.
Birden
askerlerin kılıçları onların boyunlarına doğrultulmuştu.
Karşılarında
toplar, tüfekler, keskin kılıçlar ve mızraklar vardı.
Atlar ve
süvariler onların etrafında bir halka oluşturmuştu.254 [257]
Şair,
İngiliz donanmasının atlı ve yaya askerlerinden oluşan bir birliğinin
kadınların yürüyüşlerini engellemek için önlerine çıktığını, eylemlerini sona
erdirmek için etraflarını sardığını belirtmiştir. Şiirinde süvarilerin çok
geçmeden kuşatmaya karşı koymaya çalışan kadınlara silahlarıyla müdahalede
ettiğinden söz etmiştir. Ayrıca kadınları bir ordu gibi değerlendiren ve
kendilerine orantısız güç kullanan İngilizleri yermiştir.
Şair,
kadınların bundan sonraki tutumları ve durumlarını şu şekilde açıklamıştır:
O gün
onların silahı güller ve reyhanlardı.
iki ordu
kalkanların altında saatlerce çarpıştı.[258]
Şair bu
beyitlerde dönemin iyi silahlarıyla donanmış İngiliz ordusuna karşı kadınların
ellerinde sadece gül ve reyhan olduğunu, silah olarak başka hiçbir şeyleri
bulunmadığını belirtmiştir. Buna rağmen cesur kadınlar, saatlerce silahlı
askerlere karşı mücadele vermişlerdir. Ellerinde modern silahı olmadan
donanımlı bir orduya karşı cesurca savaşan Mısırlı kadınları gösterdikleri
cesaretten ve mücadelelerinden dolayı yüceltmiştir.
Şiirine şu beyitlerle devam etmiştir:
Kadınlar
güçsüz düştüler. Çünkü onlara hiçbir yardım yoktu.
Sonra yenilgiye uğrayarak evlerine doğru dağıldılar 255
Saatlerce
direniş gösterip verdikleri bu mücadelede yardım alamayan kadınlar, sağa sola
dağılmışlardır. Hâfız, bunun sonucunda da kadınların hezimete uğrayarak
evlerine döndüklerini belirtmiştir.
Zaferi
ve kadınları dağıtması ile övünsün bu gururlu ordu.
Sanki
kadınların arasında burka giymiş Almanlar vardı.
Sanki Mısır’a (Hindenburg2[259] [260]komutasında gizlice)gelmişler de kadınları
yönetiyorlardı.
Bu
yüzden kadınların gücünden korktular ve onların tuzaklarından kendilerini
korudular. [261]
Şiirin
devamında silahsız kadınlara karşı saldırıda bulunan askerleri yermiş, İngiliz
askerlerinin orantısız güç kullandıkları halde kadınların bu haklı
mücadelesinden korktuklarını ifade etmiştir. Eylem yapan kadınları, Mısır’ı
almak için gelen Alman ordusuna benzettiklerini ve karşılarında Almanlar varmış
gibi kadınlara müdahale ettiklerini belirtmiştir.
Kadınların
mücadelesi üzerine yazdığı bu şiirinde, o dönemde Mısır toplumunun durumuna ve
kadının toplum içersindeki konumuna ilişkin bilgiler de vermiştir. Arap kadını,
eğitim hakkını kazandıktan sonra düşüncelerini ifade edebilme de önemli adımlar
atmaya başlamış,[262] ticaret, eğitim, avukatlık,
basın-yayın gibi pek çok işte aktif hale gelmişlerdir. Özellikle bazı kadınlar
ticareti meslek haline getirip bu alanda başarılı da olmuşlardır.
Eğitim,
Müslüman kadınların ilgilerini çeken ilk meslek alanı olmuştur. Bunun sonucunda
da kadın öğretmen sayısında artış gözlenmiştir. Eğitim hakkı kazanan kızlar,
okullarından mezun olmaya başladıktan sonra düşüncelerini ifade edebilmede
önemli adımlar atmaya başlamış, yaptıkları faaliyetlerinin çoğalmasıyla da
edebiyat ve gazetecilik alanına girmeye çalışarak yeni bir sınıf ortaya
çıkarmışlardır.[263]
Şair,
“Çocuk Kurumu” şiirinde kadınlara seslenmiş ve şöyle söylemiştir:
Çocuğu
kurtarınız, o çocuğun mutsuzluğu her halükarda bizim de mutsuzluğumuz demektir.[264]
Kadınları
çeken iş alanlarından bir diğeri de kliniklerin açılması olmuştur. Hâfız
İbrahim, kadınların yardımlaşma sevgisi ile dopdolu, hastaları iyileştirme
çabasıyla hassas davranan, hiçbir maddi çıkar gözetmeksizin tıpkı bir annenin
çocuklarına karşı olan müşfik tavrına sahip olduğunu dile getirmiş, toplum
içerisinde gücü yeten kişilere, hem maddi hem de manevi açıdan kimsesiz çocuklara
sahip çıkmaları için çağrıda bulunmuştur.
Devamında
ise maddi imkânları sınırlı olanlara seslenmiş, ilk yapmaları gereken şeyin az
konuşup çok çalışmak olduğunu belirtmiştir. Daha sonrasında da çocukların en
büyük
eksiklerinin maneviyat olduğunu ve bu eksikliğin giderilmesi gerektiğini
bildirmiştir. Çünkü şaire göre çocuklar sıkıntı içinde olursa toplumun hepsi
sıkıntıya girmiş olur.
ünü
törende yazdığı şiirine çocuklara
korkmamalarını söyleyerek başlamıştır:
Ey çocuk
zamanın sıkıntılarından korkma, gecelerin belalarından da yılma!
Allah
zayıf bir kişi için kadınlardan iyiliğe âşık olan canlar yarattı.[265]
Şaire göre
Allah, güçsüzlere, ihtiyaç sahiplerine ve erkeklere örnek olması için kadını
yaratmıştır. Evinde eşi, kızı veya annesi olarak, tarlada tohum eken yardımcısı
olarak, çarşıda pazarda alışverişte yardımcısı olarak vs. kısaca, insan
hayatının her safhasında yanında yer alan bir kadın bulunmuştur.
Toplumda
erkek daha önde ve ortada görülse bile yaşam tarzını, duygularını etkileyen,
hayatına yön veren bir kadın mutlaka olmuştur. Aslında, kutsal kitaplarda Hz.
Havva’nın Hz. Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldı denmesi, erkek ve kadın
birbirine ihtiyacı olan bir bedenin iki yarısını gibi var oluşlarından
kaynaklanmıştır[266]. Şair, şiirinde;
Siz
olmasaydınız asaletin ne olduğunu anlayamazdı erkekler ya da yüceliklerin
yolunda yürüyemezlerdi
Bir
gülümseyiş korkağı cesur kılar ve cimriyi cömert yapar.[267]
Toplumsal
konumları ile ilgili olarak yazdığı bu şiirinde yaptıkları işlerden dolayı
kadınların erkeklere rol model olduğunu ifade etmiştir Şaire göre kadınlar,
hayatın her alanında yer alarak erkeklere pek çok şey öğretmişlerdir. Bunların
başında asalet
gelmiştir.
Hatta kadınlar olmasaydı erkekler asla asil olamazlardı diyen şairimize göre,
kadınlar erkeklere hissettirmeden onları idare etmede de maharetli olmuşladır.
Öyle ki kadınların bir gülüşü korkak bir erkeği cesur, cimri bir erkeği de cömert
yapacak güce sahip görülmüştür.
Her
uyruktan büyük adamlar sizin rızanızda zor işleri kolaylaştırdılar.[268]
Hâfız’a
göre, erkekler ne işle meşgul olurlarsa olsunlar ya da karakterleri nasıl
olursa olsun kadınların yardımı ve rızalarıyla zor işlerin üstesinden
gelebilmişlerdir.
Şiirine şu
şekilde devam etmiştir:
Bir
yücelik halesinde gibi ortaya çıkan ruh güzelliğiniz beni büyüledi.
Bana
göre ruh, duygu ve ahlak güzelliği güzellik aşamalarının en üstünüdür.[269]
Şair,
kadınların erkekler üzerindeki bu ruh halinden etkilendiğini belirtmiş ve bir
insanda bulunması gereken en değerli şeyin duygu ve ahlak güzelliğinin olduğunu
dizelerinde vurgulamış ve şiirine şu şekilde devam etmiştir:
Kalkın
bize kişiliği, yoksula ve dilenciye şefkatli davranmayı öğretin.
Kalkın, bize katillere kurban olan çocuklara karşı
merhameti öğretin.[270]
Şair,
ayrıca tüm erkekler adına kadınlara seslenerek barındırdıkları bu güzellikler
ve sevgi sayesinde hor görülen, sevilmeyen dilenciye bile şefkatli davranmayı,
haksız
yere
öldürülen masum çocuklara karşı merhametli olmayı ve onları her türlü
kötülüklerden korumayı da yine kadınların erkeklere öğretmesini istemiştir.
Şiirinde
kendilerinden yapılması istenenleri yapmaya hazır olduklarını şu şekilde ifade
etmiştir:
Çağrınıza
cevap verdik ve bazı zenginlerden hayır işi istemeye geldik.
Eğer
sözden başkasına gücümüz yetseydi esirgemeyip cömert davranırdık, imkânı az
olanın çabası güzel sözdür[271]
Şair,
toplumun kalkınması ve ihtiyaç sahipleri için ne yapılması gerektiği konusunda
erkeklerin kadınların çağrılarını duyduklarından, bundan sonra onların
söyleyeceği her sözü yerine getireceklerinden bahsetmiştir. Erkekler, yapılan
eylemler ve yaşanan mücadelelerden sonra kadınlardan öğrenmeleri gereken çok
şey olduğunu anlamış, onların çağrılarına cevap vermişlerdir. Bu değişimi
bekleyen ve isteyen kadınlar ise erkeklerin yaptıkları işleri yapmaya ve kadın
derneklerini kurmaya başlamışlardır.
Bununla da
yetinmeyen kadınlar, sadece erkeklerin sahip olduğu seçme ve seçilme hakkını
elde etmek için mücadeleye başlamışlardır. Seçim kanunlarında yasa düzenlemesi
istemişler ve bu isteklerini 1924 yılında kadın birlikleri ve kadın
derneklerinin temsilci grubuyla Mısır Parlamentosu’na bildirmişlerdir.
Kadınlara seçme ve seçilme hakkı 1956 yılında Mısır tam bağımsızlığına
kavuştuktan sonra tanınmış ve böylece Mısır 1957’de kadınların parlamentoya
girdiği ilk Arap ülkesi olmuştur.[272]
61 |
HAFIZ İBRAHİM’İN KADIN KONULU ŞİİRLERİ
Hâfız
İbrahim, 12 Nisan 1928 senesinde kaleme aldığı “Modern Kadın Derneğine Selam
Olsun” adlı şiirinde Batı medeniyetine atfen erkeklerden daha çalışkan ve cesur
olan Nil’in kızlarının, ülkenin en sıkıntılı döneminde erkeklerin bile
yapamadığını yaparak onlara örnek olduğunu belirtmiştir. Ayrıca kadınların
seslerini duyurmak için yaptıkları eylem sadece insanları değil Mısır’ın hayat
kaynağı Nil’i de ne kadar mutlu ettiğinden bahsetmiştir. Ona göre kadınlar
yıllardır beklenen bir eylem yaparak tüm övgüleri hak etmişlerdir. Çünkü
Mısır’da yaşanan siyasi değişimin temelinde kadınların etkisi oldukça büyük
olmuştur.
Hâfız
İbrahim’in aşağıdaki şiirinde kadınların pek çok hayır işinde olduğu gibi
yaptıkları ile erkeklerin önüne geçtiklerini ve onlara fark attıklarını
belirttiği şiirinin ilk on beydi 56-58. Sayfalarda verilmiştir:
MODERN KADIN DERNEĞİNE SELAM OLSUN
Safiye şan ve şerefi uğruna size liderlik yaptı aynı
şekilde Sa’d da şerefli insanların komutanı idi.
Biz, zor zamanlarda ona sağladığı destek ve sergilediği
cesaretle Sa’d’ın itibarındaki payını da öğrendik.
O cesaretlendirmesi ve tebessümleri ile büyük önderin
tehlikenin üzerine gitmesini kolaylaştırıyor.
Göğsünde bir inilti fırtınası olduğu halde gülümseyerek onu
ölüme itiyor.
Aynı şekilde mert insan zaman her ne kadar aleyhine olsa da
zamana karşı sabırlı olsun.
Şerefli kadınların kraliçenin statüsünde yaşaması için onun
saygınlığında ondan daha üstün oldular.
Kral Fuat hala güçlü destek ve keskin kararlılıkla bütün
doğunun övünç kaynağı olmaya devam ediyor.
Hâfız
İbrahim’in aşağıdaki şiirini yazdığı dönemde Mısırlı kadınlar üstlendikleri tüm
zor işlere rağmen fiziksel olarak erkeklerden daha güçsüz oldukları için
erkekler tarafından hakarete, küçümsenmeye maruz kalmışlardır. Hakları çiğnenip
itibarsızlaştırılmış, aile içindeki anne, eş ve kız çocuğu gibi önemli rollere
sahip olmasına rağmen, söz ve eylemleri itibar görmemiş ve erkeğe mutlak itaat
içinde yaşamıştır.
Kadınların
süs eşyası gibi eve kapatılmasına sessiz kalamayan Hâfız İbrahim, Mısır’ın 2.
büyük liman şehri Port Said’[273] [274]de
29 Mayıs 1910 yılında “Kızların Okuluna
Yardım” için
yapılan törende söylediği kasidesinde konuyla ilgili düşüncelerini dile
getirdiği şiirinin devamı beyitleri 41- 52. Sayfalarda verilmiştir:
PORTSAİD KIZLARIN OKULU
Boyunduruğa karşı çıkan Ey Mısır senin tutkunu yaşıyorum.
Senin sahipsiz kaldığını gördüğümde durumuna çok
üzülüyorum, yüce halk seni himayesine alıyor.
Senin ellerin arasında cömertçe dağıtılan kara sevda, övgü
esnasındaki sevgidir.
ÇOCUK KURUMU
Hâfız
İbrahim, 1928 yılının 1 Mayıs Salı günü törende yazdığı “Çocuk Kurumu” şiirinde
çocuklara korkma diye hitap ederek başlamıştır. Çünkü şaire göre Allah zor
zamanlarında onlara yardım etmesi için kadınları yaratmıştır. Şiirine iyiliğe
âşık olan kadınların sadece çocuklara değil erkeklere de yardımcı olduklarından
ve onlara önderlik ettiklerinden bahsettiği şiiri 63-66. Sayfalarda verilen
şiirinde kadınlara aşağıdaki beyitle seslenmiştir:
Ey
hanımlar! İyilik için yaşayın ve erkeklere bir model olarak devam ediniz.
Şiirin
devamında şair toplum içerisinde gücü yeten kişilerin hem maddi hem de manevi
açıdan kimsesiz çocuklara sahip çıkmaları için çağrıda bulunmuştur. Çocukların
maddi ihtiyaçların yanı sıra daha çok ihtiyaç duydukları manevi boşluğun
doldurulması için en büyük görevin yine kadınlara düştüğünü vurgulamıştır.
AMERİKAN KIZ OKULU
Hâfız
İbrahim, modernleşme sürecinde yabancıların Mısır’da açtıkları okullarda kız
çocuklarına verilen eğitimi gördükten sonra “Amerikan Kız Okulu” nun 26 Mayıs
1928 yılındaki mezuniyet töreninde söylemiş[275]
[276] olduğu şiirinden ilk yedi
beyit 53-54 sayfalarda kullanılmış ve genel olarak Hıristiyan batı dünyası ile
Müslüman doğu toplumunun genel olarak karşılaştırmasını yapmıştır.
KADINLARIN GÖSTERİSİ
Hâfız
İbrahim’in 1919 senesinde kadınların yaptığı bir gösteri sırasında söylemiş
olduğu “Kadınların Gösterisi” adlı şiirinde, 16 Mart 1919 tarihinde başlayan ve
1922 yılında bağımsızlığın kazanılmasına kadar devam eden İngiliz egemenliğine
karşı ulusal bağımsızlık hareketlerinden etkilenen Mısırlı kadınların
duruşlarından bahsetmiştir. 1919 yılı Mart ayında milliyetçilik akımının önderi
hâline gelen Sa‘d Zağlûl'u (ö. 1927) destekleyen kadınlar tarafından yapılan,
daha sonra "Tahrîru'l-Mer’e" (Kadının Özgürlüğü) akımına
dönüşen gösteriler tüm Mısır'ı etkilemiştir. Bu gösterilerle Mısırlı kadınlar,
tarihlerinde ilk kez örgütsel bir yapı içerisinde üstelik kamusal alanda ve
daha da önemlisi erkeklerle yan yana yer almıştır.[277]
[278]
19. yy
Mısır kadınının çalışma hayatının açıklandığı 60-63.sayfalarda tamamı verilen
şiirin milli yayınlarda yayımlanması 12 Mart 1929 yılında gerçekleşmiştir[279].
SONUÇ
Bu
çalışmada Modern Mısır şiirine damgasını vuran şairlerden biri olan ve
çağdaşlarına nazaran halkın duygularını derinlemesine hissedip yansıtan, bu
vesile ile Nil Şairi olarak tanınan Hafız İbrahim’in şiirlerinden hareketle
dönemin Mısır kadını, toplumdaki konumu, eğitimi, hakları ve özgürlükleri
konusu üzerinde durulmuştur. Hafız İbrahim’in yaşadığı dönem olan 1871-1932
döneminde edebî gelişmelere ışık tutması açısından çalışmanın giriş bölümünde, 19.
yy sonlarıyla 20. yy. başlarına kadar Mısır’da Modern Arap Edebiyatının
doğmasını etkileyen siyasi, sosyal ve kültürel faktörlerle birlikte Mısır’da
Arap şiiri ve öncüleri ele alınmıştır.
Mısır’da
kadının toplumdaki yeri, toplumun kadına bakış açısı ve bu konuyla ilgili
değişimleri sergilemek amacıyla yapılan bu çalışmada Hafız İbrahim’in yaşadığı
dönemin tarihi koşullarının belirlediği çerçeve ile kadın konusu “Toplumsal
Hayatta Kadın”, “Eğitim Hayatında Kadın” ve “Çalışma Hayatında Kadın” alt
başlıklarında metinlere dayalı olarak ortaya koyulmaya çalışılmıştır.
Hafız
İbrahim’in dönemi aydınları içinde kadının konumunun ne olduğu, bu durumun
toplumsal yansımasının nesnel gerçeklikle ne kadar uyum sağladığı ya da ne
kadar aykırı olduğu tespit edilme yoluna gidilmiştir. Bu dönemde geleneksel
kadın algısının tartışılmaya başlandığı ve bunun gündem maddelerinden biri
haline geldiği görülmektedir. Hafız İbrahim, kadın problemini toplumsal
değişimin gerektirdiği yapılanma için gerekli olan zihniyet değişimi ve bu
değişimin ortaya koyacağı yeni bir kültürel ortam ve medeniyet düzeyi için çaba
harcamıştır. Kadınların bazı haklara kavuşması, eğitim hakkına ulaşabilmeleri
ve çalışma alanlarında varlık gösterebilmeleri gibi dönemine göre ilerici
düşünceleri şiirlerinde ele alan şairin asıl arayışı, geleneksel köklerden
kopmadan değişmektir.
Sonuç
olarak, Hafız İbrahim, sosyal değişimin gerekliliklerine göre çizilen yeni
kadın tasvirinde, kadınların toplumdaki konumlarını, geleneksel toplum
kurallarını ve toplumun içinde bulunduğu geri kalmışlığın nedenlerini,
kadınların eğitilememe nedenlerini belirledikten sonra şiirlerinde kadınların
özgürleşmesinin ve eğitilmesinin topluma sağlayacağı yararlardan bahsetmiş,
kadının sosyal duruma uygun önerilerde bulunmuştur.
KAYNAKÇA
Abu-Lughod, Peçeli
Duygular, Çev. Suat Ertüzün, Epsilon Yatınevi, İstanbul 2004.
Ahmed Şevki, el-Mevsuatü'ş-Şevkiyye: el-a'malü'l-kâmile
li-emiri'ş-şuara AhmedŞevki. şrh. İbrahim el-Ebyari, C. VI, Beyrut:
Dârü'l-Kitâbi'l-Arabi, 1995.
Akşit, Eyüp, Mahmud Derviş Şiirlerinde Dini Semboller,
(Yayımlanmamış Doktora Tezi), İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, İzmir 2017.
Aktaş, Murat, “Arap Baharı ve Kadın Hahları”, Ekev Akademisi
Dergisi, Yıl:16, Sayı:52, 2012,29-43.
A.N. Amir, A. O. Shuriye, A.F. Ismail, “Muhammed Abduh’un Moderniteye
Katkısı” , Çev. Osman Şahin, Birey ve Toplum, Güz 2013, 3(6),223-241.
El- Bârûdî, Divan, I-IV, nşr. Ali el-Cârim, Muhammed Şefik
Ma'rûf, Kahire 19541973.
Bora, Aksu, “Ortadoğu’da Kadın Hareketleri: Farklı Yollar”, Farklı
Stratejiler, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:39, Ekim, 2008,
55-69.
Bulut Sedef, Miray Vurmay Güzel, “Ortdoğulu Kadın Gözünden Atatürk
Döneminde Kadın Hakları: “Mısır Örneği”, DTCF Dergisi, Sayı:57.1, 2017,
1-49.
Çolak, Kamil, “Mısır’ın Fransızlar Tarafından İşgali ve
Tahliyesi(1798-1801)”, Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Dergisi, 2008,
141-183.
Dayf, Şevkî, en-Nakd,
Dâru’l-Ma'ârif, et-Tab'atu’l-Hâmise, Kâhire 1984.
Dayf, Şevkî, el-Edebu’l-Arabiyyu’l-Muâşır,4b.
Dâru’l-Me'ârif, Kahire 1971.
Er, Rahmi, Çağdaş
Arap Edebiyatı Seçkisi, Ankara 2012.
Er, Rahmi, Modern
Mısır Romanı (1914-1944), Ankara 1997.
el-Fâhûrî, Hannâ, el-Câmi‘ fî Târîhi'l-Edebi'l-Arabî
el-Edebu'l-Hadîs, 1.b., Dâru'l-Cîl, Beyrut 1986.
el-Fâhûrî, Hannâ, el-Mûcezfi’l-Edebi’l-Arabiyyi ve Tarihihî,
3.b., IV, Daru’l- Beyrut 2003.
Emin, Ahmed, Dîvânu Hâfız İbrahim, birinci baskı için yazılan
mukaddime, 3. Baskı, el-He’yetu’l-Mışrıyyetu’l- ‘Âmme li’l- Kuttâb, Kahire
1987.
Hâfız İbrahim, Dîvânu Hâfız İbrahim, thk. 3.Baskı,
el-Heyetu'l-Mısrıyyetu'l- ‘Âmme li'l-Kuttâb, Kahire 1987.
İshakoğlu, Ömer, “19. yüzyıl Arap nahda hareketinde kadın yazarların
rolü ve Zeynep Fevvâz”, Şarkiyat Mecmuası, 2(21), 2012, 43-51.
Kânî, Muhammed İsmail, Dîvânu Hâfız İbrahim, 2.Baskı için
mukaddime, 3.b., thk. Ahmed Emin vd, el-He’yetu’l-Mışrıyyetu’l- ‘Âmmeli’l-
Kuttâb, Kahire 1987.
Karaköse, Hasan, “Osmanlı Yönetimindeki Yemen’de İngiliz Siyaseti
(Birinci Dünya Savaşı’nın Sonuna Kadar)”, Akademik Sosyal Araştırmalar
Dergisi, Yıl: 6, Sayı:34, Şubat 2019, 323-339.
Korkmaz, Bülent, “Modern Arap Edebiyatında Kadın Yazarların
Doğuşu”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi
54(1), Ankara, 2014, 6180.
Kurt, Gülfem, Kasım Emin ve Kadınların Özgürlüğü Bağlamında
Eğitimle İlgili Görüşleri, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Gazi
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara 2014.
Muhsin Haji Azeez Babila, “Eski Mısır’da Kadın”, Kahramanmaraş
Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 13(1), 2016, 129-144.
Jacob M. Landau, Modern Arap Edebiyatı Tarihi, Türkçe’ye Çev.,
Bedrettin Aytaç, Gündoğan Yayınları, Ankara 2002.
Nas, Mehmet Fatih, Bölgesel ve Küresel Dinamikler Bağlamında
Ortadoğu’daki Kadın Hareketi, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı, Ankara
2007.
Öncel, Hayati, Arap Edebiyatında Feminizm, (Yayımlanmamış
Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve
Edebiyatları Anabilim Dalı, Erzurum 2013.
Öncel, Hayati, “Kasım Emin’e Göre Kadının Özgürleştirilmesi”,
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi Sayı 57,
Aralık, 2016, 51-61.
Soyer, Senem, Mısırlı Nevâl es-Sa‘dâvî ile Duygu
Asena’nın Eserleri ve Edebi Kişiliklerinin Karşılaştırılması, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul
Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü 2013.
Sâbât, Halîl, Târîhu
’t-Tıbâ’a fî’ş-Şarkı’l- Arabî, Kahire, 1966.
Savran, Ahmet, 19. yy. Osmanlı Döneminde Yeni Arap Edebiyatı,
Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Erzurum, 1991.
Şevkî, Ahmed, eş-Şevkiyyât,
Beyrut 1988, I-II.
Turan, Namık Sinan, “Modernleşmeyi Semboller Üzerinden Okumak: Son
Dönem Osmanlı Kadın Kıyafetinde Değişim ve Toplumsal Tartışmalar”, Kadın
Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2013/1, Sayı: 12.
Özek, Ali, “Kur’an’da Kadınlara Ait Hükümler, Haklar- Vecibeler”,
Sosyal Hayatta Kadın, İslâmi Araştırma Vakfı Tartışmalı İlmî toplantılar Dizisi
21, Ensar Neşriyat, İstanbul 1996.
Türken Çakır, Mürüvvet, Modern Arap Şiirinde Apollo Ekolü,
(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Erzurum 2013.
Yakupoğlu, Leyla, Necip Mahfûz’un es-Sülâsiyye’si (üçleme)ile Yakup
Kadri Karaosmanoğlu’nun Kiralık Konak Adlı Romanının Karşılaştırılması, (Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu
Dilleri ve Edebiyatları Anabilim DalıArap Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı,
İstanbul 2013.
Yalar, Mehmet, Hazırlayıcı Faktörleri Işığında Modern Arap
Edebiyatına Giriş, Emin Yayınları, Bursa 2009.
Yalar, Mehmet,
Modern Arap Şiiri, Arasta Yayınları, Bursa 2003.
Yanık, Nevzat Hafız, Mahmud Sami Paşa el-Barudi Hayatı, Edebi
kişiliği ve Eserleri, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Erzurum
1991.
Yazıcı,
Hüseyin, Göç Edebiyatı, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2002.
Yazıcı, Hüseyin, Mısırlı Bir Arap
Şairi Ahmed Şeki Ve Şiirlerinde Sultan II. Abdulhamid, İlmi Araştırmalar 4,
İstanbul 1997.
Yazıcı, Hüseyin, “Nil Şairi Olarak Tanınan Mısırlı Edip”, DlA,
XV, İstanbul, 1997.
Yıldız, Ahmet, “Hafız İbrahim’in
Şiirlerinde Türk İmajı”, Türk- Islâm Medeniyeti Akademik Araştırmalar
Dergisi, 13(25), Konya 2018, 195-212.
ez-Zeyyât, Ahmed Hasan, Târîhu ’l-Edebi’l- Arabî, 7.b.,
Dâru’l-Ma'rife, Beyrut 2004.
Çakır, Serpil, https://m.bianet.org/biamag/kadin/108437-1908-in-kadinlar-acisindan-
anlami,
İstanbul, 2008.
[3] Şevkî Dayf, en-Nakd, Dâru’l-Ma'ârif,
et-Tab'atu’l-Hâmise, Kâhire 1984, 15-16.
[4] Dayf, 51
[5] Kamil
Çolak, “Mısır’ın Fransızlar Tarafından İşgali ve Tahliyesi(1798-1801)”, Sakarya
Üniversitesi Fen Edebiyat Dergisi, 2008, II, 147.
[6] Çolak, 147.
[7] Çolak, 141.
[8] Ahmet
Savran, 19. yy. Osmanlı Döneminde Yeni Arap Edebiyatı, Atatürk
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Erzurum 1991, 1.
[9] A.Kâzım Ürün, Ahmet Şevkî ve Türkiye ile
İlgili Şiirleri, Konya 1998, 11.
[10] Çolak, 150.
[11] Çolak, 151.
[12] Savran, 2.
[13] Savran, 2.
[14] Savran, 2.
[15] Çolak, 157.
[16] Savran, 2.
[17] Çolak, 165.
[18] Rahmi Er, Modern Mısır Romanı (1914-1944),
Ankara 1997, 1.
[19] Savran, 2.
[20] Savran, 3.
[21] Savran, 3.
[22] Savran, 3.
[23] Hasan Karaköse, “Osmanlı Yönetimindeki Yemen’de İngiliz Siyaseti
(Birinci Dünya Savaşı’nın Sonuna Kadar)”, Akademik Sosyal Araştırmalar
Dergisi, Yıl: 6, Sayı:34, Şubat 2019, 326.
[24] Savran, 3.
[25] Savran, 8.
[26] Nevzat Hafis Yanık, Mahmud Sami Paşa el-Barudî Hayatı, Edebi
kişiliği ve Eserleri, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi,
Erzurum 1991, 7.
[27] Memluklar ve Osmanlılar devride Kahire Kentinde
Nil nehri üzerinde küçük bir liman kasabası olan Bulâk, bugün bir mahalledir.
[28] Savran, 9
[29] Rahmi Er, 72.
[30] Leyla Yakupoğlu, Necip Mahfûz’un
es-Sülâsiyye’si (üçleme)ile Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Kiralık Konak Adlı
Romanının Karşılaştırılması, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim
Dalı Arap Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı, İstanbul, 2013.
[31] Mehmet Yalar, Modern Arap Şiiri, Bursa 2003, 73.
[32] Savran, 9.
[33] Yanık, 9.
[34] Bu matbaa, el-matba'atu’l-ehliyye veya matba'atu’l-bâşâ adlarıyla da
anılır. Bkz. Halîl Sâbât, Târîhu ’t- Tıbâ ’a fî’ş-Şarkı’l- Arabî, Kahire
1966, 146-148.
[35] Savran, 9.
[36] Yanık, s.10.
[37] Mehmet Yalar, Hazırlayıcı Faktörler Işığında
Modern Arap Edebiyatına Giriş, Bursa 2009, 153.
[38] Yanık, 10.
[39] Savran, 9.
[40] Yanık, 10.
[41] Savran, 10.
[42] Savran, 10.
[43] Yanık, 11.
[44] Yanık, 12.
[45] Yanık, 12.
[46] Yanık, 12.
[47] Er, 17.
[48] Er, 17.
[49] Er, 17.
[50] Yanık, 13.
[51] Savran, 12.
[52] Yanık, 14.
[53] Yalar, Hazırlayıcı Faktörler Işığında Modern
Arap Edebiyatına Giriş, Bursa 2009, 89.
[54] Şevkî Dayf, el-Edebu ’l- Arabiyyu ’l-Mu
âşır,4.b. Dâru’l-Me'ârif, Kahire 1971, 19.
[55] Savran, 13.
[56] Savran, 13.
[57] Yanık, 17.
[58] Er, 18.
[59] Yanık, 22.
[60] Yanık, 24.
[61] Yanık, 24.
[62] Savran, 21.
[63] Savran, 14.
[64] Er, 31.
[65] Savran, 14.
[66] Mehmet Yalar, Hazırlayıcı Faktörler Işığında
Modern Arap Edebiyatına Giriş, 2009, 32.
[67] Yalar, 49.
[68] Yanık, 27.
[69] Yalar, 47.
[70] Savran, 79.
[71] Yanık, 27.
[72] Yanık, 27.
[73] Er, 13.
[74] Savran, 79.
[75] Savran, 79-80.
[76] Savran, 82.
[77] Yanık, 32.
[78] Savran, 84.
[79] Savran, 84.
[80] Mahmud Sâmî el-Bârûdî, 19. Yüzyılda Mısır’da
yetişmiş en meşhur Arap şairidir. Daha geniş bilgi için bkz; Yanık, 41-80.
[81] Er, 13.
[82] Ahmed Şevkî, Mısır’ da Türk asıllı bir aileden
dünyaya gelmiş ve zengin bir çevrede yetişmiştir. Daha geniş bilgi için bkz.,
Savran, 106.
[83] Nil kıyısında demirlemiş bir gemide dünyaya geldiği için daha sonra
Nil şairi lakabını alan Hâfız İbrahim hakkında bkz., Savran, 101.
[84] Dönemindeki birinci tabaka şairlerindendir, bkz., Savran, 99.
[85] Yalar, Modern Arap Şiiri, 74.
[86] el- Bârûdî, Divan, III, 425.
[87] el- Bârûdî, Divan, I, 116. Bu konudaki diğer
bazı beyitler için bkz. Divan, III, 82, 232-235, 540-541;
IV, 13-15.
[88] Ahmed Şevki, el-Mevsuatü’ş-Şevkiyye: el-a’malü’l-kâmile
li-emiri’ş-şuara Ahmed Şevki. şrh. İbrahim el-Ebyari, Beyrut:
Dârü'l-Kitâbi'l-Arabi, 1995, VI, 27.
[89] Yalar, Hazırlayıcı Faktörler Işığında Modern
Arap Edebiyatına Giriş, Bursa 2009, 179.
[90] Arap şiirinde klasik devri mühürleyen ve
şiirdeki yeniliği açıkça gösteren Halîl Mutrân 1872 yılında Lübnan’ın Ba’albekk
kentinde doğmuştur. Daha geniş bilgi için bkz., Savran, 116-119.
[91] Savran, 86.
[92] Mürüvvet Türken Çakır, Mürüvvet, Modern Arap Şiirinde Apollo
Ekolü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Atatürk Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Erzurum 2013,
15.
[93] Er, Çağdaş Arap Seçkisi, 17.
[94] Yalar, Modern Arap Şiiri, 74.
[95] Türken Çakır, 17.
[96] Yalar, Hazırlayıcı Faktörler Işığında Modern
Arap Edebiyatına Giriş, Bursa 2009, 180.
[97] Ürün, 134.
[98] Savran, 86.
[99] Savran, 88.
[100] Eyüp Akşit, Mahmud Derviş
Şiirlerinde Dini Semboller, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İzmir Kâtip
Çelebi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim
Dalı, İzmir 2017, 22.
[101] Hayati Öncel, Arap Edebiyatında
Feminizm, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Erzurum 2013,
221.
[102] Savran, 151-152.
[103] Bu eserin Kâsım Emîn ve Muhammed ‘Abduh tarafından ortaklaşa
yazıldığı; ancak bazı siyasî sebeplerden dolayı Muhammed ‘Abduh’un kitaba imza
koymadığı da ileri sürülmektedir. Bkz., en- Neklâvî, XXIV, 542.
[104] Hayati Öncel, “Kâsım Emîn’e Göre Kadının
Özgürleştirilmesi”, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler
Dergisi, 57, Aralık, 2016, 51-61.
[105] Hayati Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm,
(Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Erzurum, 267.
[106] Hayati Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, 134.
[107] Hayati Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, 153.
[108] Hayati Öncel, Arap Edebiyatında
Feminizm, 155-156.
[109] Ömer İshakoğlu, 19. yüzyıl Arap nahda hareketinde
kadın yazarların rolü ve Zeynep Fevvâz, Şarkiyat Mecmuası, 2012, 46.
[110] Âdil Ebû ‘Ameşe, Gazâyâ limraetin
fış-şa’iril-arabiyyil-hâdis fi Mısr min 1798-1945, Daru’l cîl, 1.
Baskı, Beyrut 1987, 180.
[111] Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, 277.
[112] Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, 279.
[113] Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, 279.
[114] Hüseyin Yazıcı, Mısırlı Bir Arap Şairi Ahmed Şeki Ve Şiirlerinde
Sultan II. Abdulhamid, îlmi Araştırmalar 4, İstanbul 1997, 182-184.
[115] Ahmet Şevkî, eş-Şevkiyyât, I, 104-105.
[116] Yanık, 73.
[117] el- Bârûdî, Divan, I, 156-158.
[118] Savran, 115-116.
[119] Şevkî Dayf, el-Edebu’l-'Arabiyyu’l-Muâşır,4.b.,
Dâru’l-Me'ârif, Kahire 1971, 101.
[120] Mugurbilin, Kahire’nin Mısırlı halkın oturduğu
mahallelerinden biridir, bkz. Kânî, 18.
[121] Muhammed İsmail Kânî, Dîvânu Hâfız İbrahim,
2. Baskı için yazılan mukaddime, 3. b., thk. Ahmed Emin vd,
el-He’yetu’l-Mışrıyyetu’l- ‘Âmme li’l- Kuttâb, Kahire 1987, 18.
[122] Surre Emini, İslam devletlerinde ve Osmanlılarda her sene hacca
gidecek olanların teşkil ettikleri kafileye reis seçilen kişidir. Bkz. Midhat
Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lugatı, 2. Baskı, Enderun Kitabevi, İstanbul
1986, 98.
[123] Kânî, 19.
[124] Kânî, 18; Bazı kaynaklar doğum tarihi için
1869, 1870 ve 1871 yıllarım da vermektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Hüseyin
Yazıcı, “Hâfız İbrâhim”, DİA, İstanbul 1997, XV, 91-92.
[125] Ahmet Yıldız, “Hafız İbrahim’in Şiirlerinde Türk İmajı”, Türk-
İslâm Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 13(25), Konya 2018, 195.
[126] Savran, 101
[127] Hannâ el-Fâhûrî, el-Mûcezfi’l-Edebi’l- Arabiyyi ve Tarihihî,
3.b., Daru’l- Beyrut 2003, IV, 515; Kânî, Dîvânu Hâfız İbrahim, 20. Bazı
kaynaklarda babası vefat ettiğinde 2 yaşında olduğu zikredilmektedir. Ayrıntılı
bilgi için bkz: Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Târîhu’l-Edebi’l-'Arabî, 7.b.
,Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut 2004, 372.
[128] Kânî, Dîvânu Hâfız İbrahim, 20.
[129] Kânî, Dîvânu Hâfız İbrahim, 19-20.
[130] Kânî, Dîvânu Hâfız İbrahim, 21.
[131] Kânî, Dîvânu Hâfız İbrahim, 21.
[132] Kânî, Dîvânu Hâfız İbrahim, 21.
[133] Dayf, el-Edebu ’l- Arabî, 101.
[134] el-Fâhûrî el-Mûcez, IV, 515.
[135] Ahmed Emin, Dîvânu Hâfızİbrahim,
3.Baskı, el-Hey’etu’l- ‘Âmme li’l-Kuttâb, Kahire 1987, 57.
[136] Emin, Dîvânu Hâfız, 57.
[137] Emin, Dîvânu Hâfız, 58.
[138] Emin, Dîvânu Hâfız, 58.
[139] Emin, Dîvânu Hâfız, 59.
[140] el-Fâhûrî el-Mûcez, IV, 516.
[141] Emin, Dîvânu Hâfız, 59.
[142] Emin, Dîvânu Hâfız, 60.
[143] Emin, Dîvânu Hâfız, 60.
[144] Emin, Dîvânu Hâfız, 60.
[145] Kânî, Dîvânu Hâfız, 22.
[146] el-Fâhûrî, el-Mûcez, IV, 516.
[147] Emin, Dîvânu Hâfız, 61; Kânî, Dîvânu
Hâfız, 23-25.
[148] el-Fâhûrî , el-Mûcez, IV, 516.
[149] el-Fâhûrî, el-Mûcez, IV, 516.
[150] Dayf, el-Edebu ’l- Arabî, 101.
[151] Hüseyin Yazıcı, “Hâfız İbrâhim”, DİA,
İstanbul 1997, XV, 91-92; el-Fâhûrî, el-Mûcez, IV, 372.
[152] Savran, 101.
[153] Dayf, el-Edebu'l-‘Arabî, 102.
[154] ez-Zeyyât, Târîhu ’l-Edeb, s.372;
el-Fâhûrî , el-Mûcez, IV, 516.
[155] el-Fâhûrî, el-Mûcez, IV, 516; Yıldız, Hafız
İbrahim’in şiirlerinde Türk İmajı, 198.
[156] Emin, Dîvânu Hâfız, 64.
[157] Emin, Dîvânu Hâfız, 64.
[158] Emin, Dîvânu Hâfız, 64.
[159] Emin, Dîvânu Hâfız, 54.
[160] el-Fâhûn, el-Mûcez, IV, 516.
[161] Yıldız, 198; Dayf, el-Edebu ’l- 'Arabi,
101.
[162] Hüseyin Yazıcı, “Hâfız İbrahim”, DİA,
İstanbul 1997, XV, 91.
[163] Dayf, el-Edebu ’l- Arabî, 102.
[164] Savran, 102.
[165] el-Fâhûrî, el-Mûcez, IV, 516; Yıldız,
199.
[166] ez-Zeyyât, 372, 373
[167] Yıldız, 199; Emin, Dîvânu Hâfız, 55.
[168] el-Fâhûrî, el-Mûcez, IV, 517.
[169] Emin, Dîvânu Hâfız, 55.
[170] Emin, Dîvânu Hâfız, 65.
[171] Dayf, el-Edebu ’l- Arabî, 103.
[172] Savran,s. 102.
[173] Savran, 103.
[174] Emin, Dîvânu Hâfız, 65.
[175] Emin, Dîvânu Hâfız, 66.
[176] Emin, Dîvânu Hâfız, 66.
[177] Yıldız, 199.
[178] Kânî, Dîvânu Hâfız, 10.
[179] Kânî, Dîvânu Hâfız, 19.
[180] Savran, 103.
[181] Emin, Dîvânu Hâfız, 66.
[182] Emin, Dîvânu Hâfız, 66- 67.
[183] Hüseyin Yazıcı, “Hâfızİbrâhim”, DİA,
İstanbul 1997, XV, 91-92.
[184] Savran, 104.
[185] Savran, 104.
[186] Hüseyin Yazıcı, “Hâfızİbrahim”, DİA,
İstanbul 1997, XV, 91-92.
[187] Savran, 105.
[188] Savran, 105.
[189] Jacob M. Landau, Modern Arap Edebiyatı
Tarihi, Türkçe’ye Çev., Bedrettin Aytaç, Gündoğan Yayınları, Ankara 2002,
45.
[190] Savran, 105.
[191] Savran, 105.
[192] Hüseyin Yazıcı, “Hâfız İbrâhim”, DİA,
İstanbul 1997, XV, 91-92.
[193] Savran, 105.
[194] Yazıcı, 91.
[195] Savran, 106.
[196] Hüseyin Yazıcı, “Hâfız İbrâhim”, DİA,
İstanbul 1997, XV, 91-92.
[197] Savran, 106.
[198] Savran, 106.
[199] Soyer Senem, Mısırlı Nevâl es-Sa‘dâvî ile Duygu Asena’nın
Eserleri ve Edebi Kişiliklerinin Karşılaştırılması, (Yayınlanmamış Doktora
Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2013, 44.
[200] Gülfem Kurt, Kasım Emin ve Kadınların
Özgürlüğü Bağlamında Eğitimle İlgili Görüşleri, (Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Ağustos, 2014, 1.
[201] Serpil Çakır, 1908 ’in Kadınlar Açısından
Anlamı, İstanbul 2008.
[202] Bülent, Korkmaz, “Modern Arap Edebiyatında
Kadın Yazarların Doğuşu”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya
Fakültesi Dergisi 54(1), Ankara 2014, 64-65.
[203] Port Said, Süveyş Kanalı’nın ağzında yer alan
Mısır’ın ikinci büyük liman şehri. Ayrıntılı bilgi için bkz; Hilal Görgün,
“PORT SAİD”, DİA, 2007, XXVI, 326.
[204] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 282.
[205] Muhsin Haji Azeez Babila, “Eski Mısır’da Kadın”,
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi,
13(1), 2016, 138.
[206] Öncel, “Kasım Emin’e Göre Kadının Özgürleştirilmesi”, Atatürk
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi Sayı 57, Aralık,
2016, 53.
[207] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hâfız, 282-283.
[208] Öncel, 53.
[209] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 273.
[210] Mehmet Fatih Nas, Bölgesel Ve Küresel Dinamikler Bağlamında
Ortadoğu’daki Kadın Hareketi, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı, Ankara
2007, 7.
[211] Nas, 7.
[212] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 264.
[213] Abu-Lughod, Peçeli Duygular, Çev. Suat
Ertüzün, İstanbul, 2004, 23
[214] Ali Özek, “Kur’an’da Kadınlara Ait Hükümler,
Haklar- Vecibeler”, Sosyal Hayatta Kadın, İslâmi Araştırma Vakfı Tartışmalı
İlmî Toplantılar Dizisi 21, İstanbul, Ensar Neşriyat, 1996, 19.
[215] Hâfız İbrâhim, Dîvânu Hafız, 282.
[216] Öncel, 59.
[217] Hâfız İbrâhim, Dîvanu Hafız, 283.
[218] Asıl ismi Melek bint Hifnî Nâsıf ‘dır. Mısırlı yazar, hatip ve kadın
hakları savunucusudur. Ayrıntılı bilgi için bkz., Ali Şakir Ergin,
“BÂHİSETÜLBÂDİYE”, DİA, IV, 488.
[219] Hâfız İbrâhim, Dîvânu Hafız, 509.
[220] A.N. Amir, A. O. Shuriye, A.F. Ismail,
“Muhammed Abduh’un Moderniteye Katkısı” , çev. Osman Şahin, Birey ve Toplum,
Güz 2013, 3(6), 223- 241.
[221] Aslında söz konusu beyitler şairin divanında
bulunmayıp Miladi 1901 yılı Şubat ayında yayınlanmış olan “el-Câmi’atü’l
Usmaniyye” adlı derginin 640. Sayfası ile Apollo adlı derginin 1933 yılı Temmuz
ayında yayınlanan 1425. Sayfasında yayınlanmıştı. Bakınız; ‘Adil Ebû ‘Ameşe, Gazaya
limraetin fiş- şa ’iril-arabiyyil-hadis fi Mısr min 1798-1945, Daru’l cîl,
1. Baskı, Beyrut 1987, 180.
[222] Bülent Korkmaz, “Modern Arap Edebiyatında Kadın
Yazarların Doğuşu”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi
Dergisi 54(1), Ankara 2014, 63.
[223] Kurt, 4.
[224] Korkmaz, 63.
[225] Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, , 8.
[226] Korkmaz, 65.
[227] Soyer, Mısırlı Nevâl es-Sa ‘dâvî ile Duygu Asena ’nın Eserleri ve
Edebi Kişiliklerinin Karşılaştırılması,
102.
[228] Âdil Ebû ‘Ameşe, 239.
[229] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 279.
[230] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 282.
[231] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 282.
[232] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 282.
[233] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 283.
[234]Hâfız İbrahim, Dîvânu
Hafız, 312.
[235] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 312.
[236] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 312.
[237] Hâfız İbrahim, Dîvanu
Hafız, 314.
[238]Hâfız İbrahim, Dîvanu
Hafız, 314.
[239] Korkmaz, 68.
[240] Sedef Bulut, Miray Vurmay Güzel, “Ortadoğulu Kadın Gözünden Atatürk
Döneminde Kadın Hakları: “Mısır Örneği”, DTCF Dergisi, Yıl:2017, 57(1),
1-49.
[241] Öncel, 152.
[242] Bulut ve Vurmay Güzel, Ortdoğulu Kadın
Gözünden Atatürk Döneminde Kadın Hakları: “Mısır Örneği”, 1-49.
[243] Soyer, 101.
[244] Namık Sinan Turan, “Modernleşmeyi Semboller
Üzerinden Okumak: Son Dönem Osmanlı Kadın Kıyafetinde Değişim ve Toplumsal
Tartışmalar”, Kadın Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2013, Sayı: 12, 106.
[245] Aksu Bora, “Ortadoğu’da Kadın Hareketleri: Farklı Yollar, Farklı
Stratejiler”, İ. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:39, Ekim,
2008, 59.
[246] Nas, 65.
[247] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hâfız, 131.
[248] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 131.
[249] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 131.
[250] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 132.
[251] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 401.
[252] Murat Aktaş, “Arap Baharı ve Kadın Haklan”,
Ekev Akademisi Dergisi, Yıl:16, Sayı:52, 2012, 37.
[253] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 401.
[254] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 401.
[255] Asıl ismi Sa‘d (Sa‘dullah) Bâşâ b. İbrâhîm
Zağlûl 1857-1927 yılları arasında yaşamış Mısırlı devlet adamıdır. Daha geniş
bilgi için bkz., TDVİslam Ansiklopedisi, 2008, XXXV, 378-379.
[256] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 401.
[257] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 401.
[258] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 401.
[259] Hafız İbrahim, Dîvânu Hafız, 401.
[260] Paul Von Hindenburg (1847-1934) Alman komutan
ve devlet başkanı. Daha geniş bilgi için bkz., Rehber Ansiklopedisi, 9.
[261] Hafız İbrahim, Dîvanu Hafız, 402.
[262] Korkmaz, 69.
[263] Korkmaz, 68.
[264] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 311.
[265] Hafız İbrahim, Dîvânu Hafız, 310.
[266] Öncel, 51-61
[267] Hafız İbrahim, Dîvanu Hafız, 310.
[268] Hafız İbrahim, Dîvânu Hafız, 310.
[269] Hafız İbrahim, Dîvanu Hafız, 310.
[270] Hafız İbrahim, Dîvanu Hafız, 310-311.
[271] Hafız İbrahim, Dîvânu Hafız, 311.
[272] Aktaş, 37.
[273] Hâfız İbrahim, 279-283.
[274] Port Said, Süveyş Kanalı’nın ağzında yer alan
Mısır’ın ikinci büyük liman şehri. Ayrıntılı bilgi için bkz; Hilal Görgün,
“PORT SAİD”, DİA, 2007, XXXV, 326.
[275]
Hâfız İbrahim, 312-313-314.
[276]Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız,
312.
[277] Hâfız İbrahim, 401-402.
[278] Bulut, Vurmay Güzel, Ortadoğulu Kadın
Gözünden Atatürk Döneminde Kadın Hakları: “Mısır Örneği”, 13.
[279] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hâfız, 401.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar