Print Friendly and PDF

HÂFIZ İBRAHİM’İN ŞİİRLERİNDE KADIN TEMASI

 


Hazırlayan: Yasemin TÜFEKCİOĞLU


I. MODERN ARAP EDEBİYATININ DOĞMASINI ETKİLEYEN SİYÂSİ, SOSYAL VE KÜLTÜREL FAKTÖRLER

Edebiyat alanında yapılan araştırmalarda öncelikle milletleri etkileyen önemli olayların bilinmesinde fayda vardır. Çünkü edebiyat, ait olduğu zaman dilimi içinde meydana gelen olaylardan etkilenen halk yaşantısının yansımasıdır. Bu bakımdan Hâfız İbrahim’in hayatı ve şiirlerindeki kadın temini incelerken onun yaşadığı toplumun ve Arap şiirindeki konumunun daha iyi anlaşılabilmesi için 19. yy. başlarından itibaren Mısır’ın siyasi ve sosyal hayatına kısaca değinmemiz asıl konumuza ışık tutacaktır.

A. Siyasal Faktörler

Modern Arap edebiyatı, 19. yy. ikinci yarısından itibaren kendi çabalarıyla yavaş yavaş gelişmeye başlamasına rağmen Arap edebiyat tarihinin başlangıcı olarak 1798 yılı kabul edilmiştir. Bu süreçte ilk adımı atan Mısır, Arap şiiri ve nesrinde görülen değişim hareketlerinin öncülerini de barındırmıştır.[3]

Gerçekten de 18. yüzyılın sonlarında Napolyon’un Mısır’ı işgal etmesiyle birlikte Arap dünyasında yeni bir modernizasyon süreci başlamıştır. Bu süreç içersinde köklü değişiklikler yaşayan Araplar, Batıyı bazen model olarak görüp hayran kalmış, bazen de nefret etmişlerdir. Bu dönem eserlerinde, Arap toplumunun politik, sosyal ve kültürel şartlarına göre korku, nefret ve aynı zamanda olumlu duyguları fazlasıyla yaşatmıştır.[4]

Fransa, 150 yıldır coğrafi konumundan dolayı kurduğu, Mısır’ı ele geçirme hayalinden Osmanlı İmparatorluğu ile olan iyi ilişkileri bozmamak için vazgeçmiştir. Ancak Napolyon, Osmanlı Devleti’nin artık Mısır’ı savunmaya gücü olmadığını bundan sonra Fransa’nın çıkarları için uzak doğuya giden yolların ele geçirilmesi ve bölgede etkili olunması için Mısır’a yerleşmesi düşüncesiyle harekete geçmiştir.[5]

Napolyon Bonapart, Mısır’ı ele geçirmek için 19 Mayıs 1798 tarihinde yaklaşık 38000 asker, 1200 at ve 171 top taşıyan 50 savaş gemisi ve 500 civarında nakliye

gemisi ile Toulon’dan hareket etmiştir[6]. Ayrıca yanında 167 kişiden oluşan bilim ve sanat adamlarından kurulu bir heyetle birlikte beraberlerinde 287 ciltten oluşan bir kütüphane, Fransızca, Arapça ve Yunanca baskı yapabilen iki tane de matbaa makinesi getirmiştir.[7]

Napolyon komutasındaki Fransız donanması önce 2 Temmuz 1798’de elinde yeterli silah ve askeri güç bulunmayan İskenderiye’yi sonra 23 Temmuz 1798’ de de Kahire’yi işgal etmiştir.[8]

Napolyon’un İskenderiye’yi kolayca ele geçirmesinin hemen ardından Kahire’yi de işgal etmesi halk arasında paniğe sebep olmuştur. Napolyon, halkı sakinleştirmek için bir beyannanme yayınlayarak amaçlarının Mısır halkını Osmanlılardan kurtarmak olduğunu bildirmiştir.[9]Ayrıca Allah’a inandığını, Hz. Muhammed’e, Kur’an-ı Kerim’e ve din adamlarına büyük saygısı olduğunu bildirmesine rağmen[10] Fransız askerleri halkın güvenini kazanamamıştır. Fransızların Mısır’ı işgalinden bir ay sonra 1 Ağustos 1798’de Fransız donanması, Amiral Nelson komutasındaki İngiliz donanması tarafından Ebû Kîr limanında tahrip edilmiş[11], Napolyon’un Fransa ile bağlantısı kesilerek adeta Mısır’a hapsedilmiştir. Bunu üzerine Bâbıâlî, Fransa’ya karşı savaş ilan etmiş, ancak Osmanlı Donanması ertesi sene 1799 yılı ortalarında Mısır’da görülebilmiştir. Bu süre içinde Fransızlar Mısır’da idari bir teşkilat kurmuşlar, birçok projeyi hayata geçirmişlerdir.

Tüm bunlara rağmen halkın tavrını değişmemiş, Fransa’nın teşebbüslerini fazla ciddiye almamıştır. Ayrıca Fransızların emlak vergisi istemelerinden ve çoğunluğu müslüman olan ülkede yabancıları devlet ve idarî işlerde görevlendirilmelerinden rahatsız olmuşlardır.[12] Fransızların İslam dostu olduklarını söylemelerine rağmen Mısır’ı sömürmek için ellerinden geleni yapmaları, ülkede Fransızlara karşı bir tepki doğurmuştur. Bundan dolayı 21 Ekim’de Kahiredeki el-Ezher Camii’nin etrafında

toplanan Müslümanlar oldukça büyük bir ayaklanma başlatmış bu isyan el-Ezher[13] topa tutularak kanlı bir şekilde bastırılmıştır. İşgalcilere karşı başlatılan bu mücadele halkta milli şuurun doğmasına sebep olmuş ve ülkelerini idare etmenin en doğal haklarının olduğu bilincine varmışlardır.[14]

Yaşanan bu gelişmeler üzerine Napolyon, bölgede daha kalıcı olabilmek ve Osmanlıların kuzeyden Mısır’a karşı saldırıya geçmesini önleyebilmek için Suriye seferine çıkmıştır. Akka önlerine gelen Fransızlar, 63 gün süren kuşatma boyunca yaptıkları şiddetli saldırılarına başarıyla karşı koyan Cezzâr Ahmet Paşa’dan Akka Kalesi’ni alamayarak Mısır’a geri dönmek zorunda kalmışlardır.[15]

Suriye seferinden başarısız bir şekilde geri dönen Napolyon’un doğu hayali böylece sona ermiştir. Askeri bakımdan sıkışan ve artık Mısır’da kalamayacağını anlayan Napolyon, yerine generalini bırakarak 22 Ağustos 1799’da Mısır’dan ayrılmıştır.[16] Napolyon’dan sonra Fransızlar, iki yıl daha Mısır’da kalmışlardır. Nihayet 1801 yılı Ağustos ayında harekete geçen Osmanlı-İngiliz müttefik kuvvetlerine karşı koyamayacağını düşünüp aman dileyen Fransızlarla, 27 Haziran 1801 tarihinde imzalanan sözleşme ile Kahire kurtarılmış[17] ve 1803 yılında Mısır, Fransızlardan arındırılmıştır.[18]

Osmanlı Devleti, Fransızların çekilmesiyle oluşan kaos ortamından sonra Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yı Mısır’a vali olarak atamasıyla Mısır’da yeni bir döneme girilmiştir.

Mehmet Ali Paşa, Osmanlılar’ın Napolyon kuvvetlerini Mısır’dan çıkarmaları için hazırladıkları askeri kıtanın komutan muavini olarak Mısır’a gelmiş, ancak komutan hastalanıp ülkesine geri dönmek zorunda kalınca askerlerin başına geçmiştir. Böylece Osmanlı ordusunun Fransızlara karşı yaptığı mücadelede iki ordu arasındaki farkı daha net bir şekilde görmüştür. Sonrasında ise Avrupa bilim ve tekniğine karşı ilgisi artmaya, zaaflarını anladığı Osmanlı İmparatorluğu’na karşı olan bağlılığı da yavaş yavaş azalmaya başlamıştır.[19]

 

Mehmet Ali Paşa, Fransızlar’ın çekilmesinden sonra iktidarı ele almış ve bunun sonucunda da Mısır’da bir hanedan kurmuştur. İlk bakışta Paşa’nın yaptıklarının kişisel isteklerini gerçekleştirmeye yönelik olduğu gibi görünse de O, hem Mısır’ın hem de kendi hanedanının kaderini belirleyecek çalışmalar yapmıştır.[20] Yaptığı ilk çalışma Mısır’ın kendi kuvvetlerinin seferber edilmesi, İkincisi de Avrupa’dan hocalar getirtilerek Avrupaî tarzın benimsenmesidir. Ancak Mısır, Mehmet Ali devrinin ilk zamanlarından İngiliz işgaline kadar geçen sürede fikir olarak Türk-Osmanlı etkisi altında kalmıştır. Mehmet Ali Paşa’nın idare şeklinde ve çevresinde kendi zevkleri ve ilgi alanlarında Osmanlı İmparatorluğu’nun geleneklerinin etkisi fazlasıyla görülmekteydi.[21]

Eskiden beri Suriye’yi ele geçirmek isteyen Mehmet Ali Paşa’nın Mısır polikasının sonucu olarak, 1833-1840 yılları arasında hakimiyet sahası genişlemiştir. Ardından Paşa’nın valiliğine devam etmesi ve çocuklarının veraset hukukunu içeren 23 Mayıs 1841 fermanı ile Mısır’ın milletler arası durumu tamamen değişmiştir.[22] Dış görünüte bir Türk vilayeti, gerçekte ise Avrupa’ya özellikle İngiltere’ye bağlanmaya başlamıştır. Yeni durumun en iyi göstergesi İngilizlerin Şubat 1838 yılında Aden’i işgal etmesi[23] olmuştur. Buna rağmen Mehmet Ali Paşa, valiliği boyunca yabancıların Mısır’ın içişlerine müdahalelerini engellemeyi başarmıştır.[24]

B. Sosyal ve Kültürel Faktörler

Hiç şüphesiz Mehmet Ali Paşa Mısır’da siyasi başarıyı yakaladıktan sonra Batı medeniyetine giden yolun ilimden geçtiğini anlamştı. Fakat “Büyük Devlet Kurma” hayalini gerçekleştirmek için öncelikle ordunun ülkenin iç asayişini sağlayacak aynı zamanda dışarıdan gelecek saldırılara da karşı koyacak şekilde modernleşmesi gerekiyordu. Bunun için Avrupadan eğitimciler getirterek Asvan’da ilk harbiye okulunu açtı.[25] Ayrıca ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için de birçok imalathane kurdu.

 

Mehmet Ali Paşa’nın Mısır için yaptığı en büyük hizmetlerden biri geniş çaplı öğretim seferberliğine girişmesi olmuştur. Bunun için çok sayıda ve her seviyeden okullar açılmasını sağlamıştır. Bu okullarda Avrupa eğitim yöntemlerini uygulamaları için Fransa’dan hocalar getirtmiştir. 1816 yılında Kale’de ilk yüksek okul olan Hendese Mektebi açılmıştır. 1827 yılında Dr. Clot Bey’in Mısır’ın tarihi, sosyal durumu ve folkloru hakkındaki bilgilerinden yararlanılarak Tıbbiye kuruldu.[26] Ardından Avrupa’da yetişen elemanlar ile 1834 yılında Bulâk’ta[27] mühendishane kurulmuştur.

Bu okullarda Fransa’dan getirtilen öğretmenler derslerini Fransızca olarak vermişler ve ders sınıftaki tercümanlar tarafından Arapça’ya çeviri yapılmıştır. Bunun sonucunda yabancı hocalarla Arap öğrenciler arasında tercümanlık yapacak kişilerin yetiştirilmesi zorunluluğu ortaya çıkmıştır. el-Bi'setu’l-Mısrıyye’nin müdürü Comer Bey’in öncülüğünü yaptığı bu kişiler görevlerini yerine getirmek için yaptıkları çalışmalarıyla yeni atılımın inşaasının ilk temel taşları olmuşlardır.[28]

Mehmet Ali Paşa, Mısır’da gerçekleşen bu sosyal gelişmenin hayatın her alanını kapsaması gerektiğini düşünerek kısa aralıklarla çok sayıda ve çeşitli alanlarda yüksekokul ve ilkokul yaptırmıştır. Okul sayısı artınca 1839 yılında Mustafa Muhtar Bey başkanlığında Mısırlı ve yabancı ilim adamlarından oluşan,tüm eğitim sınıflarını idare edecek, gelişmeyi hızlandıracak ve çeşitli konularda uzmanlaşmış bir bilim olan Dîvanû’l-Medarîs ( Maarif Vekaleti) açılmıştır.[29]

Mehmet Ali Paşa, ilk aşamada Mısır’da açtığı okullara batı bilimlerini ve kültürünü bilen, mesleğinde uzman hocalar getirtmiştir. Fakat daha sonra bunun yeterli olmadığını görmüş ve gerçek gelişmenin ülkenin çocuklarının eğitilerek gerçekleşeceğini anlamıştır. Bunun için ilk olarak 1813 yılında askeri alanda eğitim için bir grup öğrenci İtalya’ya,1818’de çeşitli branşlarda yetişmek üzere İngiltere’ye, 1826 yılında ise Rifâ’a er-Râfî'î et-Tahtâvî’nin öncülüğünde 44 kişiden oluşan bir öğrenci grubu Fransa’ya gönderilmiştir[30]. 1848 yılında Avrupa’ya gönderilen toplam 11

kafilede 339 genç, Batılılarla iç içe yaşamış olmanın yanı sıra Batı edebiyatını okuyup ondan faydalanmaya başlamıştır. Bu çerçevede Tahtâvî Mısır’a döndükten sonra çeşitli okullarda okutulması için bu eserleri Arapçaya tercüme çalışmalarına başlamış, daha sonra da Mehmet Ali Paşa tarafından dil okulunun başına getirilmiştir.[31]

Kahire’de açılan öğretim kurumlan dışında, başta Kahire ve İskenderiye’de misyoner okulları olmak üzere bir çok yabancı okulu da açılmıştır. Hükümet tarafından ödenek ayrılan bu okullar, Mısırlıların fikri gelişmesindeki etkileri büyük olmuştur.[32]

Hiç şüphesiz Mısır’da sosyal gelişmeyi sağlayan faktörlerden biri de matbaadır. Fransızların Mısır’dan çekilmesinden sonra Mısır, yaklaşık 20 yıl matbaasız kalmıştır.[33] Nihayet Mehmet Ali Paşa, 1821 yılında Bulâk Matbaası’nı kurmuştur. Bu matbaa Bulâk’ta kurulduğu için Bulâk Matbaası olarak bilinir. [34]

Napolyon’un matbaasının kalıntıları üzerine kurulan bu matbaada hükümetin özel yayınları ve yeni açılan okullar için Arapça ve Türkçe kitaplar basılmaya çalışılmıştır. Ezher’de nahiv kitabı olarak okunan el-Âcrûmiye[35], Nişânîzâde tarafından Fransızca’dan Türkçe’ye çevrilen broşür, İtalyanca’dan Türkçe’ye çevrilen boyacılıkla ilgili kitap,[36] rahip Rafael Zakho’nun kaleminden çıkan İtalyanca- Arapça bir sözlük[37] ve Yunanca’dan Türkçe’ye çevrilen Büyük İskender’in Hayatı bu matbaada basılan ilk eserlerdendir.[38]

Bulâk Matbaa’sı Mısır’daki tek matbaa değildi. 1828 yılında İçkale’de kurulan başka bir matbaada el-Vakâiu'l- Mısriyye adlı resmi bir gazetenin yayınına başlanmıştı.[39] Ebu Za’bel’deki tıp okulu matbaası gibi birkaç küçük matbaanın varlığından da bahsedilmiştir ki bu sebepten dolayı Arap matbuatı Mısır’ın gelişmesinde kitaplardan daha etkili olmuştur.[40]

 

Sonuç olarak Napolyon’un temellerini atmış olduğu yenilik hareketi Mehmet Ali Paşa’nın yaptığı büyük hizmetler yaygınlaşmış, sınırları Suriye ve diğer Arap ülkelerine kadar uzanmıştır. Hatta Mısır kapılarını ilk kez Avrupa’ya açmış, Arap ülkelerindeki uyuşukluğu canlılığa, karanlığı aydınlığa dönüştürmüştür.[41]

Mehmet Ali Paşa’dan sonra yerine geçen torunu Abbas (1848-1854) döneminde Mısır tamamen farklı bir görünüme girmiştir.[42]Yani Mehmet Ali Paşa döneminin özelliği olan kalkınma ve gelişme hareketleri Abbas döneminde durgunlaşmış, başlatılan ıslahat projelerine devam edilememiştir. Bu durum Fransız bilim adamlarının ülkeden uzaklaşmasına sebep olmuştur.

Abbas, bir taraftan ileri gelen Fransızları ülkeden uzaklaştırırken diğer taraftan dönemin İngiliz konsolosunun yardımıyla İngiliz nüfuzunun ülkeye yerleşmesine sebep olmuştur.[43]

I. Abbas devrinde, harbiye okulu dışındaki okullar kapatılmış, fabrikalar harabeye dönmüş, ilmi heyetlere son verilmiş, reform hareketleri felce uğratılarak onarım ve yatırım projelerinin pek çoğu iptal edilmiştir[44]. Hatta daha da ileri gidilerek Rıfa’a Bey ve Muhamme Beyyûmî[45] gibi bir grup alimi okul yaptırma bahanesiyle Sudan’a göndermiştir.

Abdurraman er-Râfi'î’ye göre, Abbas dönemi ile ilgili söylenmesi gereken önemli bir şey de Mısır yabancı müdahalelerine açılmamıştır. Bütçedeki açığı kapatmaya çalıştığı için yabancılara imkan tanınmamış bunun sonucunda da dışarıya borçlanılmamıştır. Yalnız I. Abbas’ın Avrupa medeniyetini ülkeye sokmaması sadece tasarruf amaçlı değil Frenkelere ve Frenk kültürüne duyduğu nefreti de bu durumda etkili olmuştur.[46]

I. Abbâs’ın ani ölümünden sonra yerine iyi eğitimli bir deniz subayı olan Said Paşa’nın geçmesiyle Mısır milli bir harekete kavuşmuştur. Çünkü Sa'id Paşa, yapılan araştırma ve yenilikleri sadece ordu için değil sivil alanda da desteklemiş, birçok ilkokul

ve lisenin yanısıra ebe okulu da açmıştır. Bu dönemin en önemli olayı Süveyş Kanalı’nın kazılmaya başlanmasıdır.

Sa'id Paşa’dan sonra valilik yapan İsmail Paşa’nın Mısır’ı tam bağımsızlığına kavuşturmak ve Suriye ve Irak’ı da ekleyerek Büyük bir Arap devleti meydana getirmek gibi gizli tuttuğu çok büyük tasarıları vardı.[47] Bunun için Mısır’daki durumunu güçlendirmeye çalışmış Sultan Abdulaziz’e ve diğer devlet adamlarına verdiği “kapı yoldaşı” hediyeleriyle,[48] 8 Haziran 1876 yılında yayınladığı bir fermanla “Hidiv” ünvanını almıştır.[49] Hidivliğin veraset yoluyla çocuklarına geçmesini sağlayamış, böylece diğer Osmanlı paşalarından ve valilerinden daha büyük bir nüfuza sahip olmuştur. [50]

Hidiv İsmail, 16,5 yıl süren valiliği boyunca lükse önem vermiş, Mısır’ı modern kalkınmış bir ülke yapmak için çok büyük imar, kültür ve reform hareketleri gerçekleştirmiştir.[51]

Said Paşa döneminde kazılmaya başlayan Süveyş Kanalı (1863-1875) ‘nın tamamlanmasından sonra toplam uzunlukları 8200 mil olan ve sayısı 112’ye varan sulama kanalı açılmış, yaklaşık 430’a yakın köprü kurulmuş, limanlar, fenerler ve su tesisleri yapılmıştır. Said Paşa, Pamuk yetiştirilmesini çok fazla önemsediği için fabrikalar açmış, demiryolları, özellikle Kahire ve İskenderiye’de gösterişli saraylar, köşk ve okullar yapılmıştır.[52]

Eğitime ayrılan bütçe artırılarak başta Fransa’daki okullar olmak üzere, Batılı okullar örnek alınarak ilkokuldan üniversiteye kadar askeri okullar, mühendislik okulu, hukuk, tıp gibi çeşitli düzeylerde eğitim kurumları eskiyle kıyaslanamayacak şekilde hızla çoğaltılmıştır. Bunların yanında önemli bir yenilik olarakta ilk kez kızlar için okullar açılmıştır.[53] Ayrıca bu dönemde ilmî, edebî ve siyasî olmak üzere tolam 17 gazete ve dergi yayımlanmaya başlanmıştır.[54]

 

Hidiv İsmail döneminin sonlarına doğru ilmi ve yenilik hareketleri geniş boyutlara ulaşmıştır. Öğretim dili tamamen Arapça olmuş ve te’lifte de esas kabul edilmiştir.[55] Fakat İngilizlerin ülkede hakim olan kalkınma hamlesine büyük darbe indirilmiş, 1882 yılında öğretimin yönü ve amacı saptırılmıştır. Dil okulları kapatılmış, Avrupa’ya öğrenci gönderilmesi durdurmuştur. Fransız kültürünün ülkeye yerleşmesi ve eğitim dilinin Arapça olması, milli şuurun uyanmasını sağlar endişesiyle daha sonra eğitim- öğretim dilini tamamen İngilizce’ye çevirmiştir.[56]

İsmail Paşa devrinde kütüphaneler de edebî ve ilmî kalkınmayı sağlamışlardır. Kütüphaneler, yazarlara ve araştırmacılara kolaylık sağlamanın yanında matbaacılığın ilerlemesine de yardımcı olmuşlardır. Gazete ve kitapların basılması için birçok matbaa kurulmuştur. Edebî ve ilmî kitapların basımında payı olan matbaaların başlıcaları; Maarif Cemiyeti Matbaası, Bulak matbaasından sonra Mısır’da kurulan ilk matbaa olan el-Matba'atu’l-Ehliyyetu’l-Kıbtiyye, Vâdi’n-Nîl matbaası’dır[57]

Elde ettiği kazanımla hareket serbestliği kazanan Hidiv İsmail Paşa devrinde Mısır’ı ilerletmek ve kalkındırmak için plansız, programsız yapmaya kalktığı projeler için Avrupalılara borçlanmak zorunda kalmıştır. Bunların sonucu olarak da ülkenin bağımsızlığını tehlikeye sokan hataları olmuştur.

İsmail Paşa, Mısır’ı bağımsız büyük bir devlet haline getirmek için çalışırken düşünmeden yaptığı borçlanmalardan dolayı gelişen olaylar sonucunda Avrupalıların baskısıyla Babıâli tarafından 1879 yılında hidivlikten el çektirilmiştir.[58]

İsmail Paşa azledilerek yerine atanan oğlu Tevfik Paşa devrin de daha başlangıcından itibaren büyük krizler yaşanmış, güçlüklerle karşılaşılmış hatta dönem ülkenin işgal edilmesiyle sonuçlanmıştır.[59]Ancak meydana gelen tüm siyasi krizlere rağmen eğitim-öğretimin ihmal edilmemiş ve çalışmalar devam etmiştir.

Tevfik Paşa devrinde yapılan önemli çalışmalardan biri de el-Vakâi'ul- Mısriyye’nin yenilenmesidir.Gazete önceleri haftada iki kez yayımlanırken 9 Ekim

1880 de günlük olarak yayımlanmaya başlamıştır.[60] Yine bu dönemde 1881 yılında Matbuat Kanunu çıkarılarak gazetecilik çalışmalarına çeki düzen verilmek istenmiştir.[61]

Fransızların Mısır’ı işgalinden itibaren tek gayesi Mısır’ı tamamen işgal etmek olan İngilizler, Ahmed Urâbî Paşa isyanını fırsat bilip Eylül 1882’de Urâbî kuvvetlerini yenilgiye uğratarak Mısır’ı tamamen işgal etmişlerdir.[62] [63] Bunun sonucunda Urâbî Paşa ve arkadaşları başarısız olmuş ve sürgüne gönderilmiş olsalar bile, Mısır halkının işgalcilere karşı boyun eğmeyeceğini gösteren bir hareket başlatmışlardır.

Arap dünyasının bağımsızlık hareketi 1919 ihtilaliyle kamçılanmaya başlamıştır. 61Mısır halkı inançlarında, görüşlerinde, düşünce ve yargılarında özgür olmanın yollarını araştırmış ve sonunda 1923 yılında çıkarılan bir anayasa ile isteklerinin çoğunu elde etmişlerdir.[64]

Mısır, uzun mücadeleler vermiş 19. yy sonlarında 23 Temmuz 1952 ihtilali ile bağımsızlığına kavuşmuş, sömürgecilerden temizlenmiş ve cumhuriyet ilan edilmiştir.[65]

 

II. 19. YY. MISIR’DA ARAP ŞİİRİ VE ÖNCÜLERİ

Hafız İbrahim’in şiirini daha iyi anlaşılabilmesi için kendi dönemi ve kendisinden önceki dönemde şiir ve şairlerin genel durumuna kısaca göz atmak faydalı olacaktır.

19. yüzyılın ilk yarısında Mısır’daki şiir çalışmalarına bakıldığında, şiir genel olarak gerilemeye başlamış, bunun sonucunda da yeni şairlerin yetişmemiştir.[66]Arap şiiri, anlam, amaç ve üslup bakımından son derece zayıflamış, bu durumun etkisiyle yazılan şiirler, duygu ve düşünceye hitap etmeyen, toplumun sorunlarını içeren konulardan tamamen uzak, üslupları zorlamalı söz oyunlarıyla dolu, anlaşılmaz ve zevksiz dizeler ard arda eklenmesiyle oluşmuştur.[67]

Arap edebiyatının sözü edilen bu dönemindeki durumu Arap edebiyatı araştırmacıları tarafından çöküş dönemi olarak kabul edilmektedir.[68]Ortak kanaatlerine göre ise bu durumun ana sebebi, genel olarak Arap dünyasında, özelde de Mısır’da birkaç asırdan beri devam eden siyasal istikrarsızlığın ve yönetimdeki düzensizliğin fikir ve edebiyat alanındaki olumsuz sonuçları olarak görülmektedir.[69]Şöyle ki şairlerin, kendilerine örnek alabilecekleri şiir adına orijinal eserler üretebilecek kapasiteye sahip edebî şahsiyetler kalmadığı gibi bu sorumluluğu üstlenebilecek ilim erbabı da bulunmamaktadır.[70]Şairlerin yapabilecekleri en güzel çalışma, aruz sanatını ve nazımları belli bir kalıp içinde kullanmayı öğrenmek ve uygulamaktır.

Bu şiirlerin en belirgin özelliği taklitçiliktir.[71] Yazılan şiirler duygu, his ve zevkten yoksundur. Aslında Mısırlı şairler Napolyon’un Mısır’ı işgali ile direk iletişim kurmaya başladıkları Batı kültürü ve yaşamını örnek alarak kendilerini geliştirmeleri ve yenilikçi fikirlere sahip olma imkanları vardı. Fakat Batı yaşam tarzından ilham almadıkları açıkça görülen şairler, eski sanatsal çalışmaları devam ettirdiler. Şevkî Dayf’a göre, bu dönemde yetişen şairlerin duygu, düşünce ve ruhtan yoksun şiirleri yalnızca edebî hayatın ait olduğu dönemindeki şiir hakkında bilgi verdikleri için okunmalıdırlar.[72]

 

Abbasilerin son döneminden başlayıp modern döneme kadar gelen dönemdeki geleneksel değerlendirmede şiirin gücü, şairlerin sezgilerinden ya da hayalinden çok, dış dünyada görülebilen olayları doğrudan doğruya ifade edebilmesinde yatmaktaydı.[73]Çöküş döneminde ise bu ölçütlerin çoğu ortadan kalkmış, şairler tarafından insan ruhuna hitap etmeyen, edebî zevkin tatmin olamayacağı bir şekilde bedii sanatlarla uğraşılmaktaydı.[74]

Mehmet Ali Paşa, 19. yy başlarından itibaren Batı ilim ve tekniğini Mısır’a getirmek için önemli çalışmalar başlatmıştı. Ortamın müsâit olmasına ve imkanların da hazır olmasına rağmen ne yazık ki, edebî alanda pek gelişme görülmemiştir. Prof. Dr. Ahmet Savran’ın ifade ettiği gibi, “Mısır’ı Batıdaki büyük devletlerin seviyesine çıkarma hususunda her türlü gayreti gösteren Mehmet Ali Paşa’nın şiiri engellediği düşünülemez. Bu, tamamiyle şair ve ediplerin, genel bir ifade ile aydın çevrenin eskiyi taklit dip yeni asrın ve yeni sosyal hayatın meselelerine eğilmemelerinden ileri geliyordu. Çünkü eskiyi ustalıklı bir şekilde taklit eden şairler, şiirlerinde yeni asrın siyâsî ve ictimâîmeseleleriyle ilgili temaları işlememişlerdir. Bu sebeple başlangıçta Mısır’da şiir, inkiraz döneminin bedii sanat ağlarından kurtulamamıştır. Bu arada halkın geçim seviyesinin çok düşük olmasının edebî hayatın sönük geçmesine vesile olduğu da düşünülebilir. Bunun yanısıra değişen hayat şartları, siyâsî ve ictimâî hadiseler halkın şiir, edebiyat ve sanata olan ilgisini azaltmıştır.”[75]

19. yüzyılın ikinci yarısında da toplumsal sorunlar sebebiyle arzu edilen gelişme sağlanamamıştı. Ancak Said Paşa döneminde tahsil için Avrupa’ya gönderilen ilmî kafilelerin önemli çalışmaları sonucunda çeşitli alanlarda olduğu gibi şiir dalında da gelişmeler olmuştu.[76]Mısır’ın eski şiir sanatı ve yazıldığı dönemler incelenmeye, eski şiir divanları basılmaya başlanmıştı.

1869 yılında Süveyş Kanalı açılmasıyla Avrupa kültürünün Mısır’a akışı hızlanmış ayrıca bazı Suriye ve Lübnanlıların siyâsî ve iktisâdî sebeplerden dolayı Mısır’a göç etmeleri Mısır kültür hayatının gelişmesine katkı sağlamıştı. Tüm bu etkenler sebebiyle Mısır’da edebî hayat ve edebî zevk değişiklik göstermiş böylece

Mısırlılar Doğu ile Batı arasındaki konumlarının önemini anlamışlardı.[77]Bunun sonucunda da o ana kadar farkında bile olmadıkları siyasal bir bilinçlenme sürecine girmişlerdi.

Siyâsî bağımsızlık fikri ile birlikte edebî çalışmalarda milliyetçilik ve bağımsızlık fikirleri ön plana çıkmış, yabancı boyunduruğundan kurtuluşu ana tema olarak işleyen edebiyatçılar yetişmeye başlamıştır. Ferdî ve millî hürriyeti amaç edinen yeni atılımcıların şiir alanındaki öncüleri olan Mahmûd Safvet es-Sâ'atî, Ali Ebû Nasr, Abdullah Fikrî ve Âişe et-Teymûriyye’yi dönemin diğer şairleri takip etmiştir [78]Adı geçen öncü şairler bedii, tahmîs ve tanzîm gibi sanatlardan tamamen ayrılmış, taklitten kısmen kurtulmuş ancak tam bir yenilik gösterememişlerdir[79].

Arap şiirinde modernleşme zemini hazırlamaya başlayan nahda hareketinin öncüsü Mahmud Sâmî el-Bârûdî (1839-1904)[80]olmuştur. Döneminin klâsik sonrası şiir geleneğini yapmacıklıktan kurtarmayı amaçlayan Bârûdî, gerçek şiir zevkini kazanmada Batı edebiyatını değil, klâsik Arap edebiyatını model olarak almıştır.[81] Mısır’da Batı etkisine karşı eski Arap şiirini tekrar canlandırmayı amaçlayan Bârûdî ' den başka bu amacı benimseyen Ahmed Şevkî (1869-1932)[82], Hâfız İbrahim (1871-1932)[83], İsmail Sabri (1854-1923)[84] gibi diğer şairler Neo-klasik olarak isimlendirilmişlerdir.[85]

Bârûdî ve Ahmed Şevkî 'nin şiirlerinden örnek vermek konuyu daha objektif bir şekilde sunmak için yararlı olacaktır.

Bârûdî’nin zulüm ve zorluklara karşı olan düşmanlığını pek çok yerde ve açık bir şekilde ifade ettiği beyitlerinden biri şöyledir:

Benim kalbim özgürdür, hiçbir güç karşısında alçalmaz. (Vücut) ağacım da serttir, ısırmak isteyen hiç kimsenin dişine göre değil.[86]

Bârûdî, Mısırlıları zulüm ve haksızlığa karşı koymaya teşvik etmiş, zulme karşı sessiz kalanları ise aşağıdaki beyitlerinde olduğu gibi sert bir dille eleştirmiştir:

Kişi, kendisini ezen zulüm elini geri çevirmezse onuru elden gittiği zaman üzülmesin.

Ölüm korkusu ile boyun eğen kişinin yaşaması ölümünden daha zararlıdır.[87]

Ahmet Şevkî de vatanından uzak kaldığı yıllarda her geçen gün artan özlemiyle vatanını cennete tercih ettiğini şu beyitleriyle dile getirmiştir:

Vatanım, onu bırakıp cennete gitsem bile, nefsim geri dönmem için zorlar beni,

Allah şahit olsun ki vatanımın görüntüsü ne gözümün önünden gitti ne de duygularımdan silindi.[88]

Bârûdî’nin üslubunu içtenlikle kabul ederek Arap edebiyatının altın devrini tekrar yaşamak isteyenlerin başında Ahmed Şevkî ve Hâfız İbrahim gelmektedir. Arap şiirinde romantizmin gerçek öncüsü olarak[89] kabul edilen Lübnan asıllı Mısırlı şair Halîl Mutrân(1872-1949)[90] da Bârûdî’nin üslubunu benimseyenler arasında görülmektedir. [91]

 

Neo-klasik akımdan sonra yine Mısırlı yenilikçi şairler 'Abbâs Mahmûd el- ‘Akkâd(1889-1949), Abdurrahman Şukrî(1886-1958) ve İbrahim Abdulkadir el-Mâzinî (1889-1964) tarafından kurulan Divan Grubu[92], yazdıkları şiirlerle değil daha çok eleştirmen kimlikleriyle modern Arap şiirinin gelişimine katkıda bulunmuşlardır.[93] Daha sonra Ahmed Zekî Ebû Şâdî (1892-1955)[94]’nin öncülüğünde romantizme dayalı olarak kurulmuş olan Apollo Grubu, Arap şiirinin seviyesinin yükseltilmesini, şiir dünyasındaki sanatsal yeniliklerini ve şairleri desteklemişlerdir.[95] Ebû Şâdî’nin yanı sıra Şevkî, Mutrân ve pek çok çağdaş edebiyatçı ve şair de Apollo grubunun oluşum ve gelişimde önemli roller üstlenmişlerdir.[96]

Böylece özetlemeye çalıştığımız 19. Yüzyıl Mısır şiirinde hemen hemen tüm şairlerde toplum ve siyaset teması yaygın olarak ele alınmıştır.[97]Şiirde “Kılıcın ve Kalemin Efendisi”olarak bilinen neoklasik şiirin öncüsü Mahmud Sâmî el-Bârûdî, “Emîru’ş-Şu’ara” lakabı verilen Ahmet Şevkî ve “Nil Şairi” ünvanına sahip Hâfız İbrahim ve Halîl Mutrân gibi modernleşmeci öncüler şiirlerinde toplumu ilgilendiren meseleleri işleyerek tema bakımından Arap şiirine yeni bir renk vermişlerdir. Böylece Bârûdî’nin başlattığı bu akım Hâfız İbrahim ve Halîl Mutrân’ın kalemlerinde ifadesini bulmuş, eski ile yeni arasında çok iyi bir ilişki kurulmuştur.[98]

19. yüzyılın sonlarına doğru gelişen basın hayatı ile şairlerin divanları gazete ve dergi yoluyla halka ulaşmaya başlamış, bunun sonucunda da şiir halka tabakasına yayılmıştır. Böylece halk şiirden zevk duymaya, şairler de geçmişe göre kendilerini daha hür ve bağımsız hissetmeye başlamışlardır. Prof. Dr. Ahmet Savran’ın ifade ettiği gibi “Çünkü şiir, aristokrat çevreden çıkıp demokrat bir topluluğa hitap etmeye başlamıştır”[99].

 

Modernleşmeyle birlikte, Arap şairler, sosyal problemler de dâhil olmak üzere toplumdaki hemen hemen her konuyu şiirlerle ele almaya başlamışlardır.[100] [101] Arap nahda hareketinin ele aldığı temel konularının başında Arap toplumundaki kadının statüsü, kadına her alanda daha fazla özgürlük tanınması konuları olmuştur. Çünkü toplumun gelişmesi ve bireylerin yetişmesinde önemli bir role sahip olan kadının her yönden kendini geliştirmesi gerekiyordu. Bu amaçla Butrus el-Bustânî (1819-1883), Rifâ‘a Râfi‘ et-Tahtâvî (1801-1873), Cemâleddin Efgânî (1839-1897), Muhammed ‘Abduh (1849-1905) ve Kâsım Emîn (1865-1908) gibi aydınlar, toplumsal modernleşme yolunda kadınlara eğitim imkânlarının sağlanması, özgürlük ve söz hakkı tanınması gibi konularda mücadele vermişlerdir. "Başlangıçta halk tarafından pek kabul edilmeyen bu konu zamanla birlikte benimsenmeye başlamıştır.

‘Abduh’un öğrencilerinden Kâsım Emîn (1865-1908)[102], kadın hürriyetinin hararetli savunucularından olmuştur. 1899 yılında yazdığı Tahrîru’l-mer’e (Kadının Özgürleştirilmesi) adlı kitabında[103], örtü, kadının kamuda çalışması, aile, evlilik, eğitim v.b. ile ilgili pek çok konuyu ele almış, kadınların özgürleşmesiyle sadece kadınların değil, Mısır’ın da özgürleşeceğini iddia etmiştir.[104]

. zUyanış asrıyla birlikte Arap edebiyatı, yabancı edebiyatlarla etkileşimin bir gereği olarak tarz, içerik ve pek çok yönden gelişme göstermiştir. Bu gelişmenin en belirgin özelliği olarak Arap kadını bilinçlenmiş, kişiliğini elde etmeye çalışmıştır. Kız okullarının açılmasıyla birlikte aldığı eğitim sayesinde kültürel alanda ilerlemiş, gazete ve dergiler çıkarmış ve bunlar için yazılar yazmıştır. Kendine olan güveni artan Arap kadını, problemlerini yazılarında dile getirmeye, edebî kişiliğiyle de bağımsızlaşmaya başlamıştır.

Bu dönemde klasik veya geleneksel şiiri canlandırmaya çalışanlar arasında ‘Âişe et-Teymûriyye (1840-1902), Zeynep Fevvâz (1846-1914), Mariyânâ el-Merrâş (1848-

1919), Mârî ‘Acmî(1888-1965), Mey Ziyâde (1886-1941), Verde el-Yâzicî(1838-1924) gibi kadın şairlerin bulunduğu bir takım şairler ortaya çıkmıştır.[105] Daha sonra, Hudâ Şa‘râvî (1879-1947), Lebîbe Hâşim (1882- 1952) ve Bâhisetu’l-Bâdiye (1886-1918) gibi kadınlar da kendi haklarını talep etmeye başlamışlardır.[106]

Bâhisetu’l-Bâdiye (Çöl Araştırıcısı) takma adıyla imzalayan şair ve yazar Melek Hifnî Nâşif, kadınların sosyal hayata girmelerini desteklemiş, deneme, makale dışında kadınlar için sığınma yeri ve genç kızlar için işyeri açmıştır.[107]

Hayati Öncel, “Arap Edebiyatında Feminizm’” adlı yayımlanmamış tezinde ifade ettiği gibi; Şiir ve makale yazarı olan Bâhise, kadın meselesindeki konumu, Kâsım Emîn’le rakipleri arasında orta bir konumda olmaya çalışmıştır. Batının modern medeniyetiyle ilgili ürünlerinin bir araya getirilmesiyle Doğuya ait bir medeniyet oluşturulması için çağrılar yapmıştır.”[108]

el-Bârûdî’nin çağdaşı, ‘Âişe et-Teymûriyye, yaşanan değişimleri ve ilerlemeleri eserlerinde konu edinen ilk kadın yazar olmuştur. Bunu yanı sıra kadının süs ve ziynete önem vermek yerine fikirleriyle öne plana çıkmasını ve toplumda önemli roller üstlenmesi gerektiğini savunmuştur.[109] Konuyla ilgili düşüncelerini şu şekilde dile getirmiştir: iffet sayesinde, örtümün onurunu koruyorum. Günahsızlığımla akranlarımın arasında yüceliyorum.

Fikir, liderlik ve eleştirici yetenek sayesinde edebim tamamlandı.[110]

Yeni asrın kalkınma faaliyetleri arasında şiirleriyle kadın özgürlüğüne destek veren şairler arasına şu isimleri de ekleyebiliriz: İsmâil Şabrî (1855-1923), Cemîl ez-

Zehâvî (1863-1936), Ahmed Şevkî (1868-1932), Halîl Mutrân (1871-1949), Ma‘rûf er- Raşâfî (1877-1945), Ahmed el-Kâşif (1878-1948), Emîn Takiyyuddîn (1884-1937)[111] ve Hâfız îbrahim( 1871-1932) vb.

Tam adı Cemîl Şıdkî ez-Zehâvî olan ez-Zehâvî, siyasal ve sosyal problemlerle ilgilenmiş ve bu konulardaki görüşlerini şiirlerine yansıtmıştır. Kadın hakları ve kadın- erkek eşitliği onun büyük bir hararetle savunduğu konuların en önemlilerinden birisi olmuştur.[112]

 

Kadın ve erkek, liyakatte eşittir.

Kadını eğitiniz! Zira kadın, medeniyetin unvanıdır.[113]

Yeni dönemin en büyük şairlerinden olan Ahmed Şevkî’nin şiirleri arasında mersiye önemli bir yer tutmaktadır. Siyasi şiirlerinde ise çoğunlukla hilafetin sahibi Osmanlı'yı anlatır. Tüm bunların yanı sıra toplumsal meseleler, eğitim, kadın gibi konularda da şiirleri vardır.[114]

Erkekleri, güzel kadınların birliğinin nasıl olduğuna bakmaya davet ediyorum işbirliği içinde nasıl çalışmaya başladıklarının yararını görmeye.[115]

Divanında yaşadığı dönemin pek çok olayın yanısıra hayatının bütün yönlerini ayrıntılı bir şekilde işleyen Bârûdî, yazdığı şiirlerinde eski kalıplardan tamamen kurtularak kadına bakışı yüceltmiştir. îlk eşi ‘Adîle Yekun[116]’un ölüm haberini alınca üzüntüsünü karısına yazdığı mersiyesinde şöyle dile getirmiştir:

Ne üzüntüm kalbimi terk ediyor ne de giden sevgiliyi geri getirmeye gücüm yetiyor.

Ey felek, neden dirliğimin özü olan bir eşin ölümüyle beni perişan ettin?

Eğer o uzak olduğu için çektiğim ıztırabıma merhamet etmediysen, çocuklarımın duyduğu derin üzüntüye de mi acımadın?[117]

Hâfız İbrahim’de çağdaşları Şevkî, Bârûdî vd. şairler gibi kadının toplumdaki konumuna içtenlikle eğilip kendisine düşen görevi yerine getirmeye çalışmış ve bir halk çocuğu olarak Mısır halkının ruhunu, düşüncesini temsil etmiştir.[118]

 

HÂFIZ İBRAHİM’ İN HAYATI, EDEBÎ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ

HAYATI

Asıl ismi “Muhammed Hâfız b. İbrahim Fehmî” dir.[119] Fakat Hâfız olarak bilinir. Babası “İbrahim Fehmi” (ö.1876) Mısırlıdır. Annesi ise, Kahire’nin “Mugurbilin”[120] [121] mahallesine yerleşmiş “Sarvan” ismi ile bilinen Türk kökenli, asil bir aileden gelen "Hanım bint AhmetBursah””(ö.1908)n9 dır. Hâfız İbrâhim’in dedesi Ahmed Bursalı Bey hacda Surre Alayları’nın emini[122] olduğu için aile Sarvan lakabı ile anılmaktadır.[123]

Hâfız İbrahim, 4 Şubat 1872’[124]de doğdu. Mühendis olan babasının Şaid mıntıkasının yukarısında Deyrût beldesi civarındaki[125] köprü yapımı görevinden dolayı, ailesinin yaşadığı Nil sahiline demirlemiş “Altun Gemi” adında bir teknede dünyaya gelmiştir. Bu şartlar altında dünyaya gelen Hâfız, Nil üzerindeki doğumundan ötürü Nil şairi (Şâiru’-Nîl) lakabını almıştır[126].

Babası, Hâfız henüz 4 yaşındayken[127] vefat etmiştir. Annesi, daha iyi yetişmesi için oğluyla birlikte Kahire’ye, çevre mühendisi olan kardeşi Muhammed Niyazi’nin yanına taşınmıştır.[128]

Hâfız İbrahim’in yaşadığı dönemde Mısır’da yüksek zümreye mensup kişiler çoğunlukla Türk ailelerdi. Çünkü Mısır, Osmanlı Devleti’ne bağlı hidiv adı verilen bir

vali tarafından yönetiliyordu. Ancak Hâfız’ın ailesi sınıfsal ayrılığa sahip değildi. Bunu Mısırlıların çoğunlukta olduğu bir mahallede oturmaları ve kızlarını Mısırlı bir gençle evlendirmeleri göstermektedir. Ailesinden aldığı bu eğitimle Hâfız, halka tepeden bakmayan ve onların acılarını hisseden bir kişiliğe sahip olmuştur.[129]

Hâfız, okula gönderilme yaşına geldiğinde dayısı onu ilk olarak “el-Medreset’ul- Hayriyye”[130] isimli okula vermişti. Burası Arapça, matematik, dinî ilimler ve okuma- yazma öğretilen bir okuldu. Okul bir nevi onun ikametgâhı olmuştu. Sonra daha ileri bilgilerin öğretildiği ve eve daha yakın olan “el-Medresetu'l-Kırâbiyye” isimli okula başlamıştır. Sonra lise öğrenimine, “el- Medresetu'l-Mubtedeyân” ve “el- Medresetu'l- Hıdîviyye”de devam etmiştir[131].

Bundan kısa bir süre sonra dayısı Muhammed Niyazi Efendi işi dolayısıyla Tanta’ya tayin edilmiş, Hâfız da annesi ve dayısıyla Tanta’ya gelmişti. Eğitimini tamamlaması için dayısı O’nu Tanta’da bir liseye başlatmışsa da Hâfız, okula ve derslere karşı ilgisiz davranmıştı. Dayısının gönderdiği okula düzenli bir şekilde devam etmek yerine Ezher usulünü uygulayan el-Ahmedî Medresesi’ne devam etmeyi ve oradaki dil, edebiyat ve hukuk derslerini dinlemeyi tercih etmiştir[132]. Böylece katıldığı şiir derslerinde derin duygular hissetmiş ve edebiyata olan meyli ortaya çıkmıştı.

Hâfız bu dönemde kendini, inceleme eğitimine vermiş eski şairlerin divanlarını inceleme fırsatı bulmuştu. Eski ve yeni şairlerden, mükemmel şekilde ezberlediği şiirleri arkadaşlarıyla paylaşmış, özellikle Mahmud Sami el-Bârûdî (ö.1904) ‘den şiirler okumuş, bilinmeyen yönlerini incelemiş ve tartışmıştı.[133] Okuduğu şiirlerden zevk aldığını ve beğendiği şiirleri herhangi bir çaba sarf etmeden ezberlediğini fark etmiş ve bu şiirleri taklit etmeye başlamıştı.[134]

Hâfız,16 yaşında iken h.13 Şaban- m. 1888 Nisan ayında, kendisi gibi “Ahmedî Medresesi”nde öğrenci olan Şeyh ‘Abdu’l- Vehhâb en-Neccâr ile tanışmıştı.

Üstad Neccâr, Hâfız ile tanışmasını şu sözleriyle ifade eder:[135]

 

“Bu sene Şaban ayında Karşiye ’den Tanta’ya döndüğümde kardeşlerimi, arkadaşlarımı parlak bir genci koruyorlarken gördüm, yeni bir gençti. “Muhammed Hafız İbrahim” şair edip adıyla tanıştırıldık. Edebine hayran kaldığımdan onsuz bir anım geçmedi. Edebinin ağırlığından, hal ve hareketleriyle derslerinde hiçbir olumsuzluk olmazdı ve çabucak öğrenirdi. Bu yıl Ramazan ayında akşam, yatsı ve teravih namazlarını beraber kılardık. Gece sohbetlerinde, faydalı şiir atışmaları ve edebi müzakerelerde bulunurduk. Sahur vaktine kadar yapılan şiir oturumlarında bana göz kırptırmazdı. Sahur vaktini geçirip güneş doğduktan sonra evlerimize dönerdik.”[136]

Doğanın güzelliği Hâfız’ın bilincini artırmış, hislerinin ve zevklerinin güzelleşmesini sağlamıştı. Duygulu ve hassas bir yapıya sahip olan Hâfız, bir gün okulun bahçesinde, Mısır’da “Beşerûş” diye adlandırılan, bir leylek görmüştü. Şeklinin ve hareketlerinin güzelliğini daha yakından incelemek için okulun kapısını bir ileri bir geri hareket ettirerek onu korkutmuştu. Bu durum okul görevlilerinin ona bağırmasıyla sona ermişti. Hâfız’ı yakalayıp polise teslim etmişler daha sonra karakterinin sağlamlığı ve masumluğu sayesinde affetmişlerdi.[137]

Okul hayatındaki sorumsuz yaşantısı ve derslere karşı ilgisizliğine ek olarak gelecek kaygısının da olmayışı ailesini özellikle dayısını bıktırmıştı. Belki babası hayatta olsaydı o da aynı şeyleri hissederdi. Çünkü düzenli bir şekilde okula gitmiyor, herhangi bir işte de çalışmıyordu. Dayısı, bir gün bu rahatsızlığından dolayı hislerini dile getirmişti. Bunun üzerine Hâfız, o güne kadar yetimliğini ve yoksulluğunu hatırlayarak çok üzüldüğü dayısının evinden uzaklaşmaya ve kendi ayakları üzerinde durmaya karar vermişti. Kalbindeki derin acıyı dayısına şu beyitlerle ifade etmiştir:

Bakımımı sağlamak sana ağır geldi. Bunu bahane, zayıflık olarak görüyorum

Mutlu ol! Ben, gidiyor, zor bir işe yöneliyorum.[138]

 

Hâfız’ın bu dizeleri çocuk yaşına rağmen hayatın acıları ile yoğrulduğunu ve insanlara dışarıdan güler yüzlü görünmesine rağmen içinde büyük bir hüzün, gizli bir acı olduğunu göstermiştir. Üstad Neccâr onun bu durumuyla ilgili olarak şöyle açıklama yapmıştır:

“Kötü şansını kabullendi, hayatından çok şikâyetçi değildi. Zamanla olaylardan bıktı, ne yaptıysa çıkar yol bulamadı. Fakirlik ona acı veriyordu, dayısının evinde kalmak istemiyordu. Fakat nerede yaşayabilirdi? Önünde iki seçeneği vardı: O, önce kendisine daha uygun olanı seçti. Abdullah Nedim ve kendinden önceki diğer pek çok şair gibi okul vb. yerlerde öğretmen ya da avukat olmak için gerekli olan diplomayı almadı.”[139]

Hâfız, çaresizlik içinde bilinmeyen bir yola girmiş, maddi durumu kötüleşmişti. Ancak kuvvetli bir hafızaya sahip olmanın yanında tartışmalarda duygularını rahatça, açık ve akıcı bir şekilde ifade edebilmesi dışında bir meziyeti yoktu. O dönemde bu özelliklere sahip olmak avukatlık mesleği için yeterli özelliklerdi. Düzensiz hayatını bırakıp ailesinin geçimine katkıda bulunmak isteyen Hâfız, bu özelliklere sahip olduğu için başarılı bir avukat olabileceğini düşünmüş, avukatlık mesleğine yönelmişti[140]. Kendisine büro açamadığı için önce Tanta’da Avukat Şeyh Muhammed Şeyma’nın yanına gitmiş ve bir süre onunla çalışmıştı[141]. Tanta yakınlarındaki bölge mahkemelerinde duruşmalara girmiş ve kazanmıştı. Fakat bir süre sonra avukatla anlaşmazlığa düşmüş ve bürosundan ayrılmıştı[142]. Bu ayrılığını aşağıdaki dizelerle dile getirmiştir:

Hırsımdan dolayı şansımın kesesini üstadımız

Şeyma ’nın kapısına boşalttım, bu şaşırtıcı değil.

Dolu olarak bana döndü ve ona dedim ki:

Neden? Dedi ki: Hüzünden... Vah yazık![143]

 

Hâfız, daha sonra Muhammed Ebû Şâdi Bey’in bürosuna geçmişti. Ebû Şâdi Bey’le yaptıkları eğlenceli edebî sohbetlerden ve karşılıklı şiir atışmalarından, kıymetli bir hazine bulduğunu hissetmiş uzun bir süre mutlu bir şekilde burada çalışmıştı.

Muhammed Ebû Şâdi Bey’in yanından da ayrılan Hâfız, son olarak Avukat Abdulkerim Fehmi Efendi’nin bürosuna taşınmış ve bir süre daha avukatlık mesleğine devam etmişti[144].

Hâfız, henüz 16-17 yaşlarında olduğu o dönemde karşılaştığı sorunlara karşı sabırsız davranmasının en büyük sebebi belki de küçük yaşından itibaren acılar içinde yoğrulmuş olması gösterilebilir. Yaptığı her işten çabuk bıkması Onun düzensiz ve istikrarsız bir hayat yaşamasına sebep olmuştu.[145] Hâfız, diplomasız olarak avukatlık yapmaya çalışmış ancak meslek hayatında da başarılı olamamış ve asker olmayı düşünmeye başlamıştı[146].

Yeni yetişen bir edebiyatçı ve başarısız bir avukat olarak Hâfız’ın, asker olmayı düşünüyor olması garip bir durumdu. Böyle düşünmesinin sebebi, yaşadığı Mugurbilin mahallesindeki subay komşusu Muhammed Kânî adındaki bir subay ya da bir şair ve edip olan Mahmud Sami el-Bârûdî Paşa’nın hayatını okuduktan sonra kendisine örnek alması veya bundan sonra kendisinin ve kardeşlerinin rızkını kazanacağına söz vermesi olabilir[147].

Hafız, 1888 yılında Kahire’deki el-Medresetü’l-Harbiye’ye girmiş[148] ve 20 yaşında h.1309-m.1891 yılında buradan teğmen olarak mezun olmuştur[149]. Önce Harbiye Bakanlığında üç yıl görev yaptıktan sonra İçişleri Bakanlığı’na bağlı polis teşkilatında görevlendirilmiştir[150].

Fakat Sudan’daki bir isyanı bastırmak üzere asker ihtiyacından dolayı tekrar orduya çağrılmış ve 1896 yılında Sudan’a gönderilmiştir[151]. Ancak Sudan’a ayak bastığı sırada hastalanması hayat şartlarının zorluğuna eklenince sıkıntılı günler yaşamasına

sebep olmuştur.[152] Ayrıca disipline alışık olmayışı ve açık sözlülüğü de amirleri ile arasını açmıştır.

Sudan’daki sıkıntıları artan Hâfız, Muhammed Abduh’a (ö. 1905) bir mektup yazmış ve Mısır’a dönmek istediğini belirtmişse de dönememiştir.[153] Sudan’daki hoşnutsuzluğu günden güne artmış, 1899 yılında Mısır ordusunda bir grup subayla birlikte isyan çıkarmışlar[154]ve olaya karışan bazı subaylar hapis cezasına çarptırmıştı. Hâfız, 18 subayla birlikte çıkarıldığı mahkeme tarafından suçlu bulunup açığa alınmış ve Mısır’a geri gönderilmiştir[155] .

Yaşadığı olaylardan dolayı psikolojisi bozulan Hâfız, bundan sonra sözlerinde ve davranışlarında daha dikkatli olmaya çalışmıştır[156]. Bu durumunu dizelerinde şu şekilde dile getirmiştir:

Eğer açık konuşursam yerim hapishanedir, susarsam içim rahat olmayacak.'[157]

Hâfız, askeriyeden ilişiğinin kesilmesiyle istikrarsız hayatına geri dönmüştür. İşsizlik, maddi sıkıntılarının ve hüznünün artmasına sebep olmuş, onu duygu yoğunluğuna itmiştir. Geçimini sağlamak, duygu ve düşüncelerini el-Ahrâm gazetesinde yazmak istemiş ancak buna imkân[158] bulamamıştır.

Hâfız, ihtiyaçlarını karşılamak ve geçimini sağlayabilmek için bir dilekçe yazarak kendisine emekli maaşı bağlanması talebinde bulunmuştur. Dilekçesinde 12 sene hizmet verdiği orduda üsteğmenlik rütbesine geldiğini ancak dört senedir işsiz olduğunu belirtmiştir. Başvurusuna olumlu cevap almış ve 1903 yılından itibaren kendisine 4 cüneyh maaş verilmeye başlanmıştır.[159]

 

Bulunduğu noktada kendisini korkunç bir boşlukta hisseden Hâfız, tükenmişliğini şiirleriyle ifade etmeye başlamıştır. [160]Yaşadığı duygu yoğunluğuyla birlikte artık boş vakitlerinde Mısır’ın toplumsal ilerlemesi için çalışan gezgin okuyucularla beraber çalışmaya, fikirlerini ve şiir çalışmalarını halkın önünde sunmaya başlamıştır. Böylece halk tarafından “işgal kuvvetleri tarafından ordudan atılmış, açık sözlü, cesur ve özgür bir subay” olarak değerlendirilmiştir[161].

Artık bir şair olarak toplum önüne çıkmış ve yeni bir dönemin kapılarını aralamıştır. Bu dönemde Sudan’da iken tanıştığı önder öğretmenler meclisinde âlimleri ve şairleri dinleyerek sabahlamıştır. Ayrıca Muhammed Abduh ile daha çok beraber olmuş, kendisiyle hoca-talebe ilişkisi kurmuştur. Ondan din, edep, ilim ve kültürel alanlarda eğitim alarak onun çocuğu gibi kendini yetiştirmiştir[162]. Muhammed Abduh’un şöhretinden faydalanmış ve ondan aldığı destekle rahata kavuşan Hâfız’ın “ Imam’ın en devam eden misafiriydim. Evinde bulunur, gündüz yanına gider onun meyvesini toplardım.” sözü onunla vakit geçirmenin kendisi için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir[163].

Hâfız’ın Muhammed Abduh ile artan dostluğu, Saîd Zağlûl, Kâsım Emin, Hasan Âsım, Mustafa Kâmil, Mahmûd Süleyman ve Lutfi es-Seyyid gibi Mısır’ın sosyal ve siyâsi kalkınması için çaba gösteren ve hatta bugünkü Mısır’da bile izlerine rastlamak mümkün olan tanınmış kişilerle yakınlık kurmasına sebep olmuştur[164].

Hâfız İbrahim, yaşanan gelişmeleri yakından takip etmiş ve halka okuduğu şiirlerinde gündeme uygun konuları ele almıştır. Mısır halkıyla iç içe yaşayan Hâfız, İngiliz işgaline karşı milletin duygularını, düşüncelerini ve acılarını çok iyi anlayıp dile getirmiştir. Halkın duygularını dile getirdiği için şiirleri sevilmiş, bu nedenle de “Şâ Iru’ş-Şâb” yani “vatan ve toplum şairi” olarak kabul edilmiştir.[165]

Ordudan ayrıldıktan sonra geçim sıkıntısı çeken Hâfız, iş bulabilme ümidiyle Abdulhamid’i öven şiirler kaleme almıştır. Nihayet dönemin Milli Eğitim Bakanı

Ahmet Haşmet Paşa (ö. 1926) tarafından[166] 14.03.1911’ de, 30 cüneyh maaşla Dâru’l- Kutubi’l-Mısrıyye’nin Edebiyat Bölümü Başkanlığı’na önce şartlı, sonra 01.04.1912 tarihinde de daimi müdür olarak atamıştır[167]. Görevi sırasında önce ikinci dereceden “Bekeviyye Rütbesi”, daha sonra dördüncü dereceden “Nil Nişanı”” alan[168] Hâfız’ın maaşı 80 cüneyh’e kadar yükselmiş ve artık maddi sıkıntıları sona ermiştir[169].

Hâfız 1932 yılı Şubat ayına kadar yirmi yıla yakın bir süre bu göreve devam etmiştir[170]. Bu göreve gelinceye kadar siyasî ve toplumsal konularda şiir söyleyen Hâfız, bu yeni göreviyle şiirlerinde kullandığı kelimelere dikkat etmiş ve tarzını değiştirmiş, siyasi konulara değinmemiştir. Çünkü o dönemde devlet memurlarının siyasetle ilgilenmesi ve basınla iletişim halinde olması yasaklanmıştıR.[171] Bu durum I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar devam etmiş, bundan sonra eski haline dönmüş ise de görevinden uzaklaştırılma korkusu ile yeni siyasi olaylarla ilgili yazdığı pek çok şiirini yayımlamamıştır[172]. Bu sebeple Divan’ı bütün şiirlerini içermez, bu da bize özellikle siyaset konusundaki bazı şiirlerinin günümüze ulaşmadığını göstermektedir[173].

Hâfız, 1908 yılında annesi vefat ettikten sonra dayısının evinden ayrılmamıştır. Dayısı Niyazi Bey’in vefatıyla da dayısının eşi Ayşe Hanım’la yaşamaya ve evin geçimini sağlamaya devam etmiştir. Ayşe Hanım, Hâfız’ın ölümünden yaklaşık üç sene önce vefat etmiştir.[174]

Hâfız, , emekli olduktan yaklaşık 4,5 ay sonra 1932 yılı Temmuz ayının 21’inde Perşembe günü sabahı saat 5.00 gibi Kahire yakınlarındaki “ez-Zeytûn”” mahallesindeki küçük bir evde vefat etmiştir.[175]

Öldüğü akşam beraber yemek yemeye davet ettiği iki arkadaşına kendini yorgun hissettiği için katılamamıştır. Arkadaşları ayrıldıktan sonra ağrıları artmış doktor geldiğinde ise son anlarını yaşayan Hâfız, çok geçmeden ruhunu teslim etmiştir.[176]

 

Hâfız’ın vefatı tüm Arap dünyasını üzmüş, gazete ve dergiler siyah olarak çıkmıştır. Apollo gibi bazı dergiler özel sayılarında Hâfızla ilgili mersiyeler yayımlamıştır[177]. Arap dünyasının edebiyatçı ve düşünürleri opera binasında toplanıp anma törenine katılmışlardır.[178]

 

EDEBÎ KİŞİLİĞİ

Hâfız’ın edebî şahsiyetinin oluşmasında çeşitli etkenlerin birleştiğini görürüz. Bunların ilki, annesinin Türk, babasının ise Mısırlı olmasıdır. Babasını kaybettikten sonra dayısıyla birlikte yaşaması küçük yaşlardan itibaren Türk kültüründen etkilenmesine sebep olmuştur. Aynı zamanda orta sınıfa mensup Mısırlılarla aynı mahallede yaşadığı için Mısır kültüründen de etkilenmiştir[179]. Bunlara ek olarak almış olduğu eğitim-öğretim Mısırlı karakterine bir de Araplık ruhu eklemiştir.[180]

Hâfız İbrahim, babasızlığı, dayısının evinde yaşadığı sıkıntılar, sorunlu okul hayatı, başarısız meslek hayatı gibi çocukluğundan itibaren pek çok zorlukla karşılaşmış ve ruhunda derin izler bırakan bu olaylar az da olsa şiirlerine yansımıştır.[181]

Ancak Hâfız, genel olarak toplum içersindeki konuşmalarında ve davranışlarındaki üslubunda içerisinde bulunduğu bu sıkıntılı durumu ve mutsuzluğunu asla ne çevresindeki insanlara ne de şiirlerine yansıtmamıştır. İnsanlarla olan ilişkilerindeki şakacı ve komik mizacı eserlerinde hiç kullanmamış tamamen farklı bir kişiliğe bürünerek ciddiyet içeren şiirler kaleme almıştır.[182]

^Hâfız İbrahim’in şiir yazmaya başladığı ilk günden itibaren örnek aldığı kişilerin başında Mahmud Sâmî el-Bârûdî gelir. Hatta Bârûdî gibi olma arzusu onun Harbiye Mektebine girmesine sebep olmuştur. Bu bakımdan edebî hayatında Bârûdî’yi örnek alarak şiirini sağlam kalıplara sokmaya çalışmıştır. Ancak yaptığı çalışmalarında Bârûdî’yi geçtiği söylenemez[183]. Çünkü Bârûdî, Abbasî ve daha önceki dönemlere ait yaklaşık 30 şairin şiirlerini inceleyip dört ciltlik bir eser de toplamış olması bu alandaki bilgisini ve kültürünü açıkça ortaya koymaktadır. Hâfız ise ne Abbasî şairlerini ne de Bârûdî’nin yaptıklarını yapmıştır. Bu yüzden de düzenli bir bilgi ve kültür sahibi olamamıştır.[184]

Hâfız, Bârûdî ve Şevki gibi aristokratik bir ailede yetişmediği için Mısır dışındaki kültürlerle de bir teması olmamış, buna ihtiyaç da duymamış diyebiliriz. Orta bir öğrenim görmüş ve biraz Fransızca öğrenmiş, ancak bununla o dilin edebiyatına inecek

bir seviyeye ulaşması mümkün olmamıştır. Bârûdî’nin Türk, Fars ve Arap kültürünü yakından tanıması edebî kişiliğine önemli ölçüde etki ettiği gibi kültürünü de genişletmiştir.

Hâfız bu yönüyle sadece Bârûdî’den değil çağdaşları Mutran ve Şevki’den de geride idi. Hâfız, Avrupa’ya seyahat etmek şöyle dursun Mısır’ın dışında Sudan’dan başka bir yer görmemiştir. Bundan dolayı onu takdir etmemek mümkün değil; çünkü o aldığı eğitim ve kültürle değil doğuştan şairdi.[185]

Hâfız’ın edebi kişiliğinin oluşmasında diğer bir etken de şüphesiz Mısır’ın toplumsal durumu idi. Hâfız orta tabakada yetişmiş biri olduğu için hayat onu toplumun ıstırabını hissetmeye ve toplumu daha iyi anlamaya yöneltmiştir. Bunun sonucu olarak da Hâfız’ın, Mısır halkının duygu, düşünce ve ıstıraplarını içeren şiirleri hızla yayılmıştır.

Ancak işlediği sosyal temalar yönünden şiirlerini ele alırsak 20. Yüzyılın başında Şevkî ve Bârûdî’nin ulaşamadığı bir noktaya ulaştığını görürüz. [186]Hâfız, dil ve üslup bakımından incelendiğinde, şiirlerinin eski kalıpta, yazdığı şiirlerinde kullandığı dil ve üslubunun ise halk tarafından rahatlıkla anlaşılır nitelikte olduğunu görürüz. Halkla beraber yaşamış bir şair olarak Hâfız, şiirlerinde halkın sorunlarını dile getirmiş, ancak siyasi meselelere değinmeden de duramamıştır. İngilizlerin halka yapmış olduğu işkenceleri ve zulümleri bütün açıklığıyla yazmış olduğu şiirlerini, siyasi sebeplerden dolayı gazete ve dergilerde yayımlayamayınca çeşitli toplantı ve kahvelerde halkla paylaşmıştır.[187]

Hâfız’ın şiirlerinde Arap milliyetçiliği ve İslamcılık olmak üzere iki husus göze çarpmaktadır. Milliyetçilikle ilgili şiirlerinde avamca ifadelere rastlanmaktadır. Ayrıca Hz. Ömer ve çalışmaları ile Osmanlı hilâfeti hakkında söylediği İslâmî şiirler oldukça dikkat çekicidir.[188]

Sonuç olarak; Hâfız, Modern dönem Mısır halkının ruh halini dile getiren reformcu ve yenilikçi bir şairdi. Şiirlerinde zenginlere seslenerek evi olmayanlar, açlık

ve sefalet içinde yaşayanlara yardıma çağırmıştır.[189] Bunun yanı sıra bazı şiirlerinde de sokak çocuklarıyla ilgilenmeye, hayırsever cemiyetler kurmaya, pahalılık ve toplumda kadına bakış açısına, eğitimine ve annelik rolüne dikkat çekmiştir.

Hâfız, sadece toplumsal konularda değil, halkın her devirde vazgeçilmez tutkusu olan hamriyat ve gazel (aşk) konusunda da şiir yazmıştır. [190]Bu tür şiirlerini hem içinde bulunduğu durum hem de Muhammed Abduh ve Mustafa Kâmil ıslahatçıların ölümlerine üzülen milletin hazin ruh halini dile getirmek için kaleme almıştır.[191]

 

ESERLERİ

1.3.1.    Divan-u Hâfız

İlk olarak Hâfız İbrahim kendisi, gazetelerde yayımlanan ve arkadaşlarının ezberledikleri şiirlerine dayanarak üç cüz halinde bir araya getirmiş, son cüz 1911’de yayımlanmıştır. Ahmed Ubeyd, daha sonra bu divanda bulunmayan Hâfız’ın bazı şiirlerini de yayımlamış her iki yayındaki şiirler tek ciltte toplanarak 1934 yılında Mektebetü’l-Hilâl tarafından tekrar basılmıştır. Divan-û Hâfız, Mısır Vizâretü’l- maârifinin teklifiyle Ahmed Emîn tarafından Ahmed ez-Zeyn ve İbrâhim el-Ebyârî’den de istifade edilerek 1937 yılında Kahire’de tekrar yayımlanmış, son olarak da 1969’da iki cilt halinde basılmıştır.[192]

1.3.2.    Rivâyetu’l Bu’esâ Li Fiktor Hugo

Victor Hugo’nun “Sefiller” isimli romanının iki cilt halinde Arapça’ya tercümesidir, 1903’de Mısır’da neşredilmiştir.[193] Eserin "Dârııi-İlm'i li'l-Melâyîn" yayınevi tarafından 1979 yılında Kahire'de basılmış ikinci baskısı mevcuttur.

1.3.3.    el-Mûcez fi’l-iktişâdi’s-siyâsî

Halil Mutran ile beraber 1913’de, muhtemelen beş cilt olarak Fransız yazar Paul Leroy Beaulieu’den yaptıkları çeviridir.[194]

1.3.4.    Leyâlî Satîh

Hâfız’ın el-Muveylehî’nin Hadisu İsa b. Hişâm’ı tarzında Mısır edebiyatı, toplumu ve siyasî durumu ile ilgili görüşlerini ele aldığı bu eser, 1906 yılında Mısır’da neşredilmiş olup yaklaşık 128 sayfadır.[195]

 

1.3.5.     Kuteyyibun fi’t-terbiyeti’l-evveliyye

1912 yılında Kahire’de Fransızca’dan çevrilen iki ciltlik bir eserdir.[196]

1.3.6.     Umariyyetu Hâfız

Hz. Ömer’in menkıbevî hayatından ve ahlâkından söz eden manzume ilk kez 1918 yılında Kâhire’de, Matbaatu’s-Sabâh’da 48 sayfa olarak basılmış olup Mustafa ed- Dimyâtî onu “Zikrâ Hâfız” adı altında şerh etmiş ve yine el-Kasîdetu’l- 'Umariyye olarak şerh edip 1933’de Kâhire’de yayınlanmıştır, eser 90 sayfadır.[197]

Bu eserlerinin dışında Hâfız hakkında 15’in üzerinde müstakil eser, 60’dan fazla da araştırmaya dayalı makale neşredilmiştir.[198]

 

HÂFIZ İBRAHİM’İN ŞİİRLERİNDE KADIN TEMASI

19. YY MISIR KADININ TOPLUMDAKİ YERİ VE ÖNEMİ

Kadın, tarih boyunca toplumların neredeyse hepsinde gündem konusu olmuştur. Toplumun modernliği, kadının sosyal yaşamdaki yerine göre belirlenmiştir. Kadının özgürlüğü, eğitimi ve hakları toplumun gelişmişliğinin ölçütü olarak tayin edilmiştir.[199]

İlk kez 18. yy. yüksek sesle dile getirilmeye başlayan kadının toplumsal konumunun sorgulanışı, günümüzde de tartışılmaya devam etmiştir. Bu sorgulanış toplumların böylesi bir sorgulamaya hazır olma düzeylerine göre farklı şekillerde kendini göstermiştir.[200]

19.yy da genel olarak toplumun kadına bakış açısının aynı olmadığı görülmüştür. Toplumun bir kısmı kadını tüm ahlakî çöküntülerin kaynağı olmasının yanı sıra insanların sefalet içinde ve sıkıntı çekerek yaşama sebebi olarak düşünmüştür. Bu sebepten dolayı bazı toplumlar kadınları erkeklerin hayatlarını yozlaştırmamaları için sosyal hayatın çeşitli alanlarından uzaklaştırmışlardır. Bazıları ise diğerlerinin tam tersi kadınları sonsuz bir mutluluk olarak görmüş ve kendilerine sosyal hayatta daha çok söz hakkı verilmesi gerektiğini savunmuşlardır.

Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminden itibaren ise Mısır’da kadın; bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi erkeklerle karışık iç içe bir hayat tarzı yaşayan değil, ihtiyaç ve menfaatlerini korumak için erkeklerin kadınlara karışmalarına izin vermeyen bir düzen içinde olmuştur. Harem adı verilen bu sistemde; erkek evin geçimini sağlamış, kadın ise ev işlerini düzene koymuştur. Ayrıca kadınlara annelik ve annenin toplumsallaştırılması rolü verilmiştir.[201]

Yeni nesillerin yetiştirilmesi için kendilerine verilen annelik görevinden dolayı kadınlar, ayrıcalıklı bir öneme sahip olmuşlardır. Ancak kadına verilen bu rolün sınırları

yine erkekler tarafından belirlenerek kadını bir birey olarak görmekten çok, istenilen şeklin verilebileceği bir nesne haline getirilmişlerdir. Bu şekilde eşlerin şerefi korunduğu düşünülmüş ve ailede yaşanan sorunlar asgari düzeyde tutulmuşlardır.

1798 yılında Napolyon Bonapart’ın Mısır’ı işgal etmesinin ardından Osmanlı Devleti tarafından Mısır’a vali tayin edilen Mehmet Ali Paşa, zamanla bölgede yönetimi ele geçirerek başta askeri ve teknik alanlar olmak üzere birçok yenileşme ve modernleşme hareketi başlatmıştır. Bu hareketliliğin bir parçası olarak ilk kez Avrupa’ya burslu öğrenciler göndermiş ve bu öğrenciler ülkelerine Fransız hayat tarzından etkilenmiş olarak dönmüşlerdir. Fransa’dan dönen öğrenciler edindikleri izlenimlerini ve şahit oldukları yaşam tarzını gerek yazılı gerek sözlü olarak çeşitli şekillerde dile getirmişlerdir. Bunun sonucunda modern bir toplumun oluşumunda kadının etkisi ve toplum içindeki konumu, daha önce hiçbir Arap ülkesinde görülmedik bir biçimde Mısır’da üzerinde tartışılan bir konu haline gelmiştir. Avrupa’da eğitim almış erkek aydınlar tarafından kadının toplumsal hayattaki konumu tartışılmaya başlanmış, şair ve yazarlar da eserlerinde bu konuyu ele alarak meselenin gündemde tutulmasını sağlamışlardır.[202]

. zMısırlı bir halk şairi olan Hâfız İbrahim’in de toplumun gelişmesi için bireylerin yetişmesinde önemli role sahip olan kadının toplumsal konumuyla ilgili fikirlerini şiirlerine yansıttığı görülmüştür.

Mısır’ın 2. büyük liman şehri Port Said’[203]de “Kızlar Okuluna Yardım” için yapılan törende söylediği kasidesinde konuyla ilgili düşüncelerini şöyle dile getirmiştir:

Kendi görevlerine önem vermeden erkeklerin işlerini yapsınlar....

Evlerinde kılıç ve mızrak kullananların işleri gibi pek çok işleri vardır.[204]

Şaire göre, kadınlar evlerinde benzer işleri sürekli tekrarladıkları için artık bu işler onlara daha önemsiz ve kolay gelmiştir. Çünkü Mısır’da çocuklara bakmak, tahıl

öğütmek, elbise dikmek ve tamir etmek gibi pek çok işi yapmak kadının görevi olarak görülmüştür. Hatta sulama kanallarının yetersiz olduğu tarlaları başlarında taşıdıkları su kovalarıyla sulamışlardır.[205]Bu sebepten dolayı kendiişlerini önemsiz görerek erkeklerin yapması gereken işlerini de yapan kadınlar olmuştur. Aslında kadınlar evlerinde, erkeklerin kılıç ve mızrak kullanması gibi oldukça güç işler yapmışlardır.

Kadınlar üstlendikleri tüm bu zor işlere rağmen fiziksel olarak erkeklerden daha güçsüz oldukları için erkekler tarafından hakarete, küçümsenmeye maruz kalmışlardır.

Erkekler tarafından hakları çiğnenip itibarsızlaştırılan kadın; ailede hem anne hem eş hem de kız çocuğu gibi önemli rollere sahip olduğu halde, söz ve eylemleri çoğunlukla itibar görmemiş ve erkeğe mutlak itaat içinde yaşamışlardır. Böylece kişiliklerini kaybeden kadınlar, evin dışında da sığınacakları bir yerleri olmadığı için cehalete mahkûm edilmiş ve erkekler tarafından evin herhangi bir eşyası gibi muamele görmüşlerdir.[206]

Şair bu duruma karşı çıkmış ve erkekler şöyle seslenmiştir:

Kadınlarınız kaybolma korkusuyla tahta sandıkta korunan takılar ve mücevherler değildir.

Kadınlarınız evlerde odalarda, katlar arasında muhafaza edilen eşyalar da değildir.[207]

Hâfız İbrahim, kadınların evlerde eşyalar gibi hapsedilmesi ve evden çıkamaması konusunda erkekleri uyarmıştır. Cahiliye döneminde olduğu gibi onları bir mal gibi taşımamaları ve onlara eşya muamelesi yapmamalarını istemiştir. Gözlerden uzak tutularak mücevher gibi gizlenmesine karşı çıkmıştır. Kadının değerli bir süs eşyası gibi evine kapatılarak kapalı bir kapta veya sandıkta saklamak, gözlerden uzak tutmak, gizlemek için yaratılmadığını tekrar dile getirmiştir.

O dönem Mısır toplumunda bazı erkekler kadınları sessiz, hayatta hiçbir rolü olmayan ev eşyası gibi görmüşlerdir.[208] Bundan dolayı Hâfız, kadınların sadece evde

kullanılan ve görüntü güzelliği için yıllarca konulduğu yerde hareketsiz duran tabak çanak gibi ev eşyasına benzetilmesini yanlış bulduğunu dizelerinde dile getirmiştir.

Şiirine, zamanla birlikte ilerleyen ve özgürleşen Batı kadınına rağmen değişen şartlardan etkilenmeyen Doğulu kadınlara seslenerek şöyle devam etmiştir:

Onların etrafında zaman değişiyor fakat onlar değişmeden kalıyorlar.206 [209]

Zaman ilerledikçe toplumun gereksinimleri, hayat şartları ve bilimin ilerlemesine rağmen doğudaki kadın hiçbir değişime uğramadan olduğu gibi kalmıştır. Erkekler tarafından kadına biçilen rol ve verilen temel görev de değişmeden aynen devam etmiştir. Bu durum toplumun kadına bakış açısının değişmemesinden ileri gelmektedir. Kadın, önceki dönemlerde olduğu gibi çekirdek ailede ev hanımı olarak eşine ve çocuklarına, geniş ailede ise kayınvalidesi, kayınbabası ve eşinin diğer akrabalarına karşı taşıdığı sorumluluklarının[210] toplumdaki birincil rolü yani annelik görevinin takdir edilmemesinden kaynaklanmıştır.

Çünkü o döneme kadar Mısır toplumunda kadının yaratılış gereği erkeğe bağlı olduğu bunun için kocasına itaat etmesi gerektiği öne sürülmüştür. Geleneksel anlamda mutlu bir aile bu temeller üzerine kurulmuştur. Kadından beklenen ataerkil düzene itaat görevini ihmal ettiğinde hem eşi hem de eşinin ailesi, bulundukları çevrede itibarlarını kaybettikleri düşünülmüştür.[211]Ayrıca kadına eğitim hakkı verilirse mezun olduktan sonra işe girmesi, sosyal toplumda söz hakkının artmasına ve erkeğe olan bağımlılığının azalmasını sağlayacağı düşünülmüştür.

Bu gelenekçi durumu savunanlara da karşı çıkan Hâfız İbrahim, artık kadınların bu konuda rahat bırakılması gerektiğini şu şekilde ifade etmiştir:

 

Ben, bırakın kadınları çarşı pazarda erkekler arasında gezsinler, demiyorum

Bir laf taşıyıcının ya da bir koruyucunun gözetlemesinden korkmadan istedikleri yerde rahatça dolaşsınlar da demiyorum.[212]

Hâfız İbrahim, kadınların tamamen dışarıya erkeklerin içine bırakılıp istedikleri zaman istedikleri yere girebilmelerini ve herhangi bir sınırlama olmadan erkeklerle birlikte olmalarını kast etmediğini belirtmiştir. Sadece tamamen eve kapatılmalarının doğru olmadığını ifade etmiştir. Çünkü o dönem Mısır’da bekâr bir genç kızın ailesi ya da ailesinden bir erkek yanında olmadan tek başına evinden dışarıya çıkması hoş karşılanmamıştır. Yine bir genç kızın iyi bir evlilik yapabilmesi ve iyi bir gelecek kurabilmesi için “şerefini” koruması gerekmiştir. Bunun için aileler kızlarını dışarıya bırakmamışlardır.[213]

Hâfız, kadınların hisleri olmayan, akılsız veya düşüncesiz varlıklar olmadıklarını kadınların da erkekler gibi insan olduklarını, erkeklerden tek farklarının cinsiyetin gerektiği kadar olduğunu vurgulamaya çalışmıştır. Bundan dolayı da kadınların kesinlikle erkekler gibi istedikleri zaman herhangi bir engellemeyle karşılaşmadan evden çıkabilmeleri gerektiğini söylemiştir.

. z Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında kadının toplumda geri plana itilerek evine kapatılması ve başta eğitim olmak üzere çeşitli sorunlar yaşaması çoğunlukla Ortadoğu ülkelerinde görülmüştür. Buna bağlı olaraktan halkının çoğunluğu Müslüman olan Ortadoğu ülkelerinde geri kalmışlığı dini sebeplere bağlamaya çalışanlara da rastlanmıştır.

İbadet etme, hak ve adalet gibi belli konularda özellikle yeme-içme-barınma gibi hayati ihtiyaçlarda insanları eşit tutan İslam dini, insanlık vasfından dolayı kadın-erkek arasında ayrım yapmamıştır.[214] Ayrıca, toplumsal statü bakımından kadını en yüksek mertebeye oturtan, mal edinme ve miras başta olmak üzere bütün haklarını kadına veren İslamiyet, örtünme konusunda da kendini göstermiştir.

Şairler ise bu tartışmalar karşısında bir süre sessiz kalmışlardır. Örtüyü savunan şairler olduğu gibi açılıp saçılmayı ve evden çıkmayı doğru bulan şairlerin olduğu

görülmüştür. Bu durum karşısında sessiz kalamayan Hâfız İbrahim, konuyla ilgili düşüncelerini şöyle dile getirmiştir:

Hayır, sizi (kadınları engelleme, baskı kurma da ve yıldırmada) peçede, baskıda ve sindirilme konusunda aşırılığa çağırmıyorum[215]

Hâfız İbrahim, kadınların ahlâkî kurallara dikkat edilerek yetiştirilmelerinin peçe takmaya ve örtünmeye zorlanmalarından daha önemli olduğunu belirtmiştir. Ahlaklı bir kadının hareketlerini düşünerek yaptığını bunun sonucu olarak kadınların küçük yaşlardan itibaren ailelerinin gözetimi altında edebî sınırları gözeterek yabancı erkeklerin yanında açılabilme hürriyetlerinin olduğunu onaylamıştır.[216]

Şair, aşağıdaki beyitlerinde kız çocukların edepli yetiştirilmeleri konusunu tekrar dile getirmiştir:

Kızlarınızı güzel yetiştirin, çünkü onlar iki kavşaktadırlar ve onlar için en iyi kontrol edici budur.

Yapmanız gereken esas şey kızlarınızı hidayet nuruyla ve kalıcı bir edeple yetiştirmenizdir.[217]

Şair, toplumun ilerleyebilmesi için kızların güzel yetiştirilmesini çok önemli görmüştür. Güzelden maksadı edepli yetiştirilmeleri olmuştur. Çünkü namuslu olmak, bedeni örten elbiseyle değil edep ve sağlam bir karakterle gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir. Bunun için iyi eğitim almış kız çocuklarının yaşamları boyunca herhangi bir tehlikeye düşmeden edepleriyle hayatlarını sürdürebileceklerini vurgulamıştır.

Hâfız, kadınların örtünmesini savunup, eğitimine ve terbiyesine karşı çıkanları eleştirmiştir. Medeniyeti süslenme olarak gören ve modernlikten anlamayan cahil

kadınlara kızgınlığını dile getirdiği şiirini Bâhisetülbâdiye (ö.1918)’nin[218] ilmî ve ahlâkî üstünlüklerini övmek için yapılan bir gösteride şöyle dile getirmiştir:

Salınarak yürüyen nice cahil kadınlar gördüm

Ve yine örtüsünü açmış ne iffetli ve namuslu kadınlar da gördüm.[219]

Hâfız, küçük yaşından itibaren kapalı kadınlar arasında büyüyen ve kendisinin de örtünmesi gerektiğini düşünerek bilinçsizce kapanan kız çocuklarını ve bu değişime hazır olmadan yetişen, geleneksel örtüsünün altında nasıl hareket edeceğini bilmeyen, cahil olarak nitelendirdiği kadını eleştirmiştir. Çünkü o kadınların açıldıklarında iffet ve erdem geleneğinden çıkmadıklarını görmüştür. Daha önceki beyitlerinde belirttiği gibi namusun bedeni örten elbiseyle değil küçük yaşlardan itibaren kendi yaşam tecrübeleri ile kazanılan alışkanlıklar sayesinde korunacağını tekrar ifade etmiştir.

Hâfız İbrahim, hiç şüphesiz yakın arkadaşı ve dostu Ahmet Şevkî gibi o dönemde kadınlarla ilgili önemli bir dini konu haline gelmiş olan ve aynı zamanda sosyal problem olarak ortaya çıkan kadınların peçe kullanması konusunda kadın hakları savunucusu Kâsım Emîn’i destekleyen şairlerden biri olmuştur. Hatta Kâsım Emîn’e karşı çıkanları, kör bir taassup içerisinde olmak İslam fıkhı konusunda bilgisizlikle suçlamıştır.

Hâfız İbrahim, dönemin Mısır toplumunda kadının toplumdaki statüsü hakkındaki yanlış algılamaları düzeltmek, aile hayatını düzenleyen kanunda reform yaparak kadını hak ettiği özgürlüğüne kavuşturmak için çaba sarf eden Muhammed Abduh’un fikirlerinden[220]etkilenmiştir. Şairin şiirlerinde görüşlerini yönlendirmesinde Abduh’un önemli bir rolü olmuştur.

 

Aşağıdaki beyitlerinde, Kâsım Emîn’e hitap ederek Muhammed Abduh’un peçe konusundaki fikirlerini desteklediğini belirtmiş, Mısırlı kadınların mevcut örtünme şekillerinin ve peçe kullanmalarının semavî kitaplarda olmadığını adetlerden kalma olduğunu dile getirmiştir:

 

Onların geri kalmışlıklarının eseri olan peçe Kim peçeyi savunuyor kim karşı çıkıyor?       bugüne kadar kaldırılmadı

Yemin ederim ki insanların kalpleri öldü ve onlar senin kitaplarda yazdığını anlamadılar.

Şayet bir kişi kalkar da adamlarına peçe için çağrıda bulunursa o kişinin istekleri yerine gelmiş mi oluyor?

Hatırlarsan Havva annemizin hayatı bize ışık tutar, biz de onu takip ederiz.

Meryem Ana yüzündeki peçeyi kaldırdı elinde, bizden gördükleriyle tokalaşıyor ve konuşuyor

O ikisinin arkasında Musa, Isa ve Ahmet (Muhammed sav) ve peş peşe yıldızları parlayan birer krallar ordusu vardır.

Onlar bize peçeyi kaldırmanın caiz olduğunu söylediler, biz ise evet bu bir haktır fakat biz ondan kaçınıyoruz dedik.[221]

 

Şüphesiz bu dönemde kadının örtünmesi konusunda yaşanan tartışmaların çoğu peçe üzerinden yapılmıştır. Hâfız İbrahim, geri kalmışlık sebebi görülen peçenin niçin kaldırılmadığını ve kimler tarafından desteklediğini sorgulamıştır.

Hiç tartışmasız ilahi emirlere uyulması gerektiğini savunan Hâfız, yukarıdaki beyitlerinde örnek olarak Havva annemizin hayatının bize ışık tuttuğundan bahsetmiştir. Ayrıca son peygamber Hz. Muhammed ( S.A.V) ‘e kadar gelen peygamberlerin hiçbirinin peçe kullanılmasını şart koşmadığını belirtmiştir. Dini bir emir olman peçe, bazı milletlerde zamanın gereği olarak sonradan ortaya çıkmış ve kadınlara dini bir giysi olarak kabul ettirilmiştir. İlerleyen zamanla birlikte sıkı sıkıya bağlanılan peçe gelenek olarak kullanılmaya başlanmıştır.

Hiçbir semavi din peçe kullanılmasını zorunlu tutmamıştır. Şair, son olarak çıkarılması caizdir diyen hak dinleri dinleyip geleneklerin değiştirilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

19. YY MISIR KADININ EĞİTİMİ

Erkek egemenliğinin hâkim olduğu Arap toplumunda kadınların eğitim meselesi oldukça önemsiz bir konu olarak görülmekteydi. Kadın sadece evinde kocasına iyi bir eş ve çocuklarına iyi bir anne olmalı[222], erkeklerin sahip oldukları polislik, hâkimlik gibi mesleklere sahip olmak ve evinin dışında çalışmak gibi hayaller kurmamalıydılar.[223]

Bununla birlikte o dönemin varlıklı ailelerinin küçük yaşlardaki kız çocukları, Kur’an hafızlığı ve hadis okumaları gibi dersler alan erkek kardeşlerinin yanında sınırlı da olsa eğitim alabildikleri bilinmektedir.[224]

Mehmet Ali Paşa, modernleşme hareketiyle eczacılık, ebelik, muhasebe vb. okulları açmış[225], Avrupa’ya tümü erkeklerden oluşan bir öğrenci grubu göndermiş, öğrenciler Mısır’a döndükten sonra Avrupaî toplumda kadın ve kadının önemi ile ilgili gözlemlerini dile getirmişlerdir. Kadınların kendilerine biçilen geleneksel rolleri dışında yeni roller üstlenmeleri, erkekler gibi eğitim hakkına sahip olmaları ve modern bir toplumun oluşumunda kadının etkisini yüksek sesle tartışmaya başlamışlardır. Böylece reformist Mısır erkekleri sayesinde kadınların toplum içindeki konumları daha önce Arap coğrafyasında görülmedik şekilde tartışılmaya başlanan bir konu haline gelmiştir.[226]

Bütün düşünürler kadınların eğitimi ve yetiştirilmesinin gerekliliği konusunda birleşmişlerdir. Fakat okula gidebilen kadınlar, mezun olduktan sonra iş aramaya başlayacaklar ve erkeklere olan bağımlılıkları azalacaktı. İş hayatına atılan kadınlar erkeklere ait alanlara karışarak aynı yollardan geçmeye başlayacaklardı. Bu durum kadınların toplumsal ve ahlaki boyutta gündemde olması demektir.[227] Bu sebeplerden dolayı kadının eğitimi ve öğrenme yöntemi konusunda anlaşamamışlardır.

 

Bazı âlimler, din ve eğitimle ilgilenen okullarda öğrendiklerinin yaşamlarında eş ve annelik görevini yürütürken onlara yardımcı olacağını söylemişlerdir. Eğitim hakkı kazanırsa da doktorluk, hemşirelik gibi kadınlara hizmet edebileceği alanlarda eğitim alması gerektiği fikrini savunmuşlardır. Farklı görüşü savunanlar da kızların bilim ve bilgide ilerleyebilecekleri kadar ilerlemelerinde ve geleneksellikten kurtularak kamusal alanda yer almalarında bir sakınca görmemişlerdir. [228]

Kadınların eğitimi ve yetiştirilmesi konusunda ülkenin ileri gelenleri ve ilim adamları konuyla ilgili tartışırlarken acaba, mısırlı edebiyatçı ve şairlerin düşünceleri neydi? Kadınların eğitimleri konusunda fikir ayrılığı yaşadılar mı?

Edebiyatçılar arasında kadınların eğitimini isteyenlerden biri de Hâfız İbrahim olmuştur. Hâfız İbrahim, Port Said’ deki Kız Okulu’na yardım töreninde söylediği kasidesinde kızların terbiyesinin öneminden ve bilinçli eğitildiklerinde milletinin geleceğini belirleyebileceklerinden bahsetmiştir:

Âşıklarının çok olduğu Mısır’da yanıp tutuşarak cefa çeken niceleri vardır.

Kim bana kadınların terbiyesini sorarsa kesinlikle o doğudaki başarısızlığın nedenidir.[229]

Herhangi bir ideolojinin üretilmesi, fertlere benimsetilmesi ve yaşatılması için en etkili kurum olarak aile, toplumda pek çok önemli özelliği barındırmaktadır. Aynı zamanda toplumu değiştirme işlevine de sahip olan ailedeki en önemli birey ise “kadın”dır.

Şair, kadının iyi terbiye edilmesinin bu sebepten dolayı önemli olduğunu söylemiştir. Çünkü her kadın aynı zamanda bir anne adayıdır ve topluma yeni nesiller yetiştirecek kişidir. Eğitimsiz, cahil bir annenin elinde büyüyen çocuk, annesinden gördüğü tüm yanlış davranışları alır ve yaşamında uygular. Öyle ki bu yanlışlar yaşamının ilerleyen döneminde bir öğretmen ya da okul tarafından düzeltilmesi çok

zordur. Böylece kendi yanlışlarıyla yaşarken çevresindekileri de etkiler ve toplumun düzeni bozulmasına sebep olur.

Hâfız, bir başka beyitte eğitimli kadının ailedeki rolü ve toplumdaki konumunu şu şekilde ifade etmiştir:

Anne bir okuldur, sen onu iyi hazırlarsan kökleri asil bir millet yetiştirirsin.[230]

Şair bu beyitte, annenin tek başına bir okul olduğunu belirtmiş, eğitim şartları iyi olan okulda yetiştirilen öğrencilerin de o kadar kaliteli ve asil olduklarını belirtmiştir. Ülkenin her alanda güçlü ve sağlam durumda olabilmesinin cinsiyet ayırımı yapmadan kadın-erkek tüm vatandaşlara eşit imkânlarda eğitim sağlanması ile mümkün olabileceğini dile getirmiştir. Aksi takdirde başarısız ve geri kalmış bir toplumun temelleri atılmış olduğunu bundan dolayı kadınların, küçüklükten itibaren eğitilmeleri gerektiğini savunmuştur.

Bir milletin kalkınması, kadının eğitim seviyesine göre gelişme gösterir. Çocuğu doğuran, büyüten ve ilk eğitimi veren kadındır, annedir. Yeni nesillerin sağlıklı, bilgili olmaları için kadınların eğitilmesi gerekir. Çünkü kadın, aile ve toplum arasındaki en sağlam köprüdür. İyi yetişmiş ve eğitilmiş bir kadın, toplumdaki sosyal sistemin işleyişine katkıda bulunur.

Anne bir bahçedir, hayâ onu sularsa nerede olursa olsun yemyeşil yaprak açar[231].

Hâfız İbrahim, bu beyitte anneyi suya ve yağmura ihtiyacı olan bir bahçedir. Bahçe bereketli yağmur sularıyla sulandığında bitkiler çok güzel şekilde büyür, bol ürün verir. Aynı şekilde eğitim fırsatı verilerek kendisini yenileyen kadın da tıpkı bir bahçe dir. Aldığı her bilgi ile yeni açan bir yaprak gibi yeşerir, gelişir ve verim alınır.

Anne eserleri her tarafa yayılmış öğretmenlerin ilk öğretmenidir.[232]

 

Şair aynı zamanda annenin ilk öğretmen olduğunu tekrar ediyor. Özellikle içinde bulunduğu topluma nesil yetiştiriciliği görevinden dolayı çok büyük önem ve sorumluluk sahibi bir eğiticidir. Anne ne kadar bilgili olursa onun terbiyesinde büyüyecek çocuk da o kadar terbiye ve eğitim almış olur. Bu sorumluluğunu en güzel şekilde yerine getirmeye çalışırken yetiştirdiği evlat da eğitimi, âli terbiyesi ile dini değerlerle donatılmış bir birey olarak hem bulunduğu toplumun hem de gittiği bölgenin ilerlemesine ve mutluluğuna katkı sağlamış olur. Bu sebepten dolayı yaşayan tüm insanlıkta annenin erdeminden ve iyiliklerinden örnekler görmek mümkündür. Çünkü anne, sağ eliyle beşiği sallarken sol eliyle dünyayı yönetebilen kişidir...

iki durumda ortayı bulun, insaflı olun çünkü kötülük kısıtlama ve tamamen serbest bırakmadadır.[233]

Hâfız İbrahim, şiirinin devamında ise kadınları eğitirken dikkat edilmesi gereken iki hassas konuya dikkat çekmiştir. Kadınlara karşı ağır kısıtlamalar getirilmesi veya tam bir özgürlük verilmesinin yanlışlığından bahsetmiştir. Açıkçası yıllarca baskılara maruz kalmış, harem hayatı yaşamış ve bütün bunlardan kaçış yolu arayan kadına tam bir özgürlük vermenin doğru olmadığını belirtmiştir. Aynı şekilde her şeyden mahrum bırakarak eve kapatılmasının da yanlış bir davranış şekli olduğunu ifade etmiştir. Toplumda kadınların da erkekler gibi yaşama hakkına sahip olduklarını bir kez daha vurgulamıştır.

Çünkü şair, kadın ile erkek arasında zekâ bakımından hiçbir fark olmadığını sadece doğuştan gelen ruhsal ve bedensel farklılıkların var olduğu belirtilmiştir. Bu sebepten dolayı Batılı kadına verilen haklar yıllarca Arap toplumunda eve kapatılmış, eğitimden alıkonulmuş kadına da verildiği takdirde kendi benliğini kaybedebileceğini ifade etmiştir. Bunun için de kadının yaradılışı gereği erkeğe bağlı olduğunu savunan gelenekçi yaklaşımın aksine kadının eğitim alarak erkekten bağımsız olarak, zihnini ve davranışlarını yönetebilecek olgunluğa erişmesi gerektiğini vurgulamıştır.

 

Hâfız, “Amerikan Kız Okulu”nun m.26 Mayıs 1928 yılındaki mezuniyet töreninde söylemiş[234] [235] olduğu aşağıdaki beyitte genel anlamda Hristiyan batı dünyası ile Müslüman doğu toplumu arasında gelişmişlik açısından bir karşılaştırma yapmıştır:

Yavaş olun Ey yenidünya adamları, erkeklerin mucizeler yaratmasını beklediniz.

Hayatın anlamını anladınız, ondaki tüm eksikleri tamamlamak için iyi gözlem yaptınız.

Beyitlerinde, batılı erkeklerin yaşam şartlarını geliştirmelerinden ve kadın eğitimine verdikleri değerden bahsetmiştir. Aynı modern anlayışı yıllarca kadınları evlere kapatan Mısırlı erkeklerden beklemenin bir mucize olduğunu ifade etmiştir.

Hâfız, şu beyitlerle şiirine devam etmiştir:

Akıllara çok dayandınız, bir kavmin helal gördüğü üzüm suyunu bile haram kıldınız. Başkaları nesillere bile hükmedemediği halde siz aşırı istekle ömrün 1 dakikasına bile hükmettiniz.[236]

Amerikalılar yaptıkları çalışmalarında çok ilerleme göstermişler. Öyle ki Hâfız İbrahim, üzümü şarap haline dönüştürmelerini ve insan aklını etkilemesini şaşkınlıkla karşılamıştır. Genel anlamda Hristiyan batı dünyası ile Müslüman doğu toplumu arasında gelişmişlik açısından bir karşılaştırma yapmıştır.

Yine Hâfız, Batılılarla Müslümanlar arasında siyasi, sosyal, kültürel ve bilimsel açıdan kapatılması zor bir mesafenin olduğuna vurgu yapmıştır. Ayrıca batıdaki toplumsal kalkınmanın temelinde kadının da önemli bir rol oynadığı bilinciyle hareket

eden şair; söz konusu “Amerikan Kız Okulu”nun, Mısır’ın toplumsal kalkınmasında önemli bir rol oynayacağına işaret etmiştir.

Aşağıdaki beyitlerinde ise Amerikalıların kendilerine nasıl örnek olduklarından bahsederek açılan bu kız okulu sayesinde toplumda kadınlardan nasıl istifade edileceğini de anlamış olduklarını dile getirmiştir:

ilim için insanlık dünyasının üzerinde gölgeleri uzayan hoş bir bahçe diktiniz. [237]

Hâfız ilim, ilerleme ve savunma alanında Mısır’ı diğer uygar uluslarla rekabet ederken görmeyi temenni etmiş ve Mısır’ın işgalinden sonra ülkenin gelişmesi için yapılan yeniliklere işaret etmiştir. Ülkenin tüm zenginliklerine el koyan Avrupa, bunun yanında eğitim sistemiyle de örnek olmuştur. Devamında ise şöyle söylemiştir;

Toprağımıza yerleştiniz bu sayede aramızda çocukları nasıl yetiştirdiğinizi öğrendik. Kızların, güzelliklerini artıran bir ilimle nasıl eğitildiklerini gördük.[238]

Şair, yukarıdaki beyitlerinde Batının pozitif bilimleri yaygınlaştırmalarını övdüğü gibi Arap halkının onlardan ve Mısırda açtıkları okullarından öğrendiklerinin ülkenin kalkınmasına olumlu etkisinden bahsetmiştir.

Mısır’da eğitimde yenilik hareketleri başlangıçta Hristiyan ve Yahudi aile çocuklarının gideceği okulları açmakla gerçekleştirilmiş daha sonra misyoner okullarında Müslüman ailelerin kız çocuklarının eğitimi yaygınlaştırılmıştır.[239]

Hâfız, ayrımcılıktan vazgeçilmesi, eğitimin kız veya erkek çocuk ayırımı yapılmadan eşit şartlarda olması konusunda çağrıda bulunmuştur. Çünkü şair, kadının eğitilmesi ile toplumun şekillendirilmesinde büyük önem taşıdığına inanmış, bu okullarda eğitim alan ya da almaya devam eden kız çocukların ilimle nasıl güzelleştiğini görmüş ve düşüncelerini hayranlıkla dile getirmiştir. İyi olan her şey millet için

yapılmıştır. Bu düşünceyle Hâfız, yapılan reformları destekleyen ve savunan ilk şairler arasındadır.

19. YY MISIR KADINININ ÇALIŞMA HAYATI

Arap kadını, Mehmet Ali Paşa ve İsmail Paşa tarafından yapılan yenilikler sonucu eğitim olanağına kavuşmuşlar, aldıkları Batı modeli eğitimler sonucunda farkındalık yaşamaya başlamışlardır.[240] 1 9. Yüzyılın ortalarından itibaren yaşadıkları bu farkındalık fiziksel anlamda kendini göstermeye başlamış, böylece Mısır kadınının düşüncelerini ifade etme ve kamusal alanda çalışma hakları elde etme gibi siyasal hedefleri ortaya çıkmıştır.

Kadının toplumsal konumu ve hakları konusunda dönemin reformist erkeklerinin destekleri Mısır’da kadın hareketinin gelişiminde etkili olmuştur. Özellikle Kâsım Emin’in davetiyle kadınlar kendi derneklerini kurmak için girişimlere başlamışlardır. Melek Hifnî Nâşif, gazetelere yazdığı yazıların yanı sıra, 1908 yılında kurulan Mısır Üniversitesi’nde kadınlara yönelik konferanslar vermiştir. [241]Böylece basın kadınların kendilerini birey olarak ifade etmelerini sağlamış, kurulan kadın dernekleri de bireysel talepleri örgütlü birliklere dönüştürmüştür.

Bu çerçevede İngilizlerin Mısır’daki sömürgeciliğine karşı genel bir devrim olarak başlayan 1919 yılı, Mısır’da kadın hareketinin çıkış noktası olmuştur.[242] Mısırlı kadınlar milliyetçi hareketler içinde aktif bir şekilde yer almış, meydanlara inmiş, sokak gösterilerine katılmış hatta bazı eylemleri bizzat kendileri düzenlemişlerdir. 1922 yılına kadar devam eden milliyetçi hareketler içinde aktif bir şekilde yer alan Mısırlı kadınlar, bir yandan ülkelerinin bağımsızlığını savunurlarken diğer yandan kendi haklarını elde etme, erkek egemenliğinden çıkarak özgürlüklerine kavuşma mücadelesi de vermişlerdir.[243]

20.yy başlarında Mısır’da evlerinden istedikleri gibi çıkmak, toplumda saygınlıklarını artırmak için verdikleri mücadelelerde okumuş kadınlar yalnız değillerdi. Mısır’da grev yapan, gösteri için sokaklara çıkan seçkin sınıf kadınlarının, çalışma saatleri ve analık izni için verdikleri mücadele gerek kırsal kesimden gerekse

sanayileşmiş bölgelerdeki tüm kadınların dikkatini çekmiş ve etkin biçimde destekte bulunmuşlardır.[244]

Kadınlar, Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesine yakın tarihlerinde ilk kez sokağa çıkmışlar ve ülkelerinin özgürlüğü için seslerini yükseltmişlerdir. Bu cesurca hareket Mısırlı kadınların hayatında büyük bir değişim olmuştur. O günden sonra bir daha asla eve kapanıp kalmamışlardır. Kadınların özgürlük mücadelesi siyasi bir şekilde başlamış ve milli birlik ve ülkenin özgürlüğü için dört yıl boyunca savaşmışlardır. Halkı özgürlüğe çağıran sokak gösterileri düzenlemişler, dönemin gazetelerinde makaleler yayımlamışlar, cami ve kiliselerde konuşmalar yapmışlardır. Ülke çapında erkekler tarafından yürütülen milli hareketi destekleyerek pek çok etkili çalışmalara bizzat katılmışlardır.[245]

1920’de kadınlar kendi birliklerini kurmuşlar ve bu birlikle bütün dünyaya seslenmeye başlamışlardır.[246] Kadın erkek eşitliğine vurgu yapmış, kadının süs ve ziynete önem vermesi yerine toplumda önemli roller üstlenmesinin gereğine dikkat çekmeye çalışmışlardır.

Hâfız İbrahim, kadınların bu mücadelelerine kayıtsız kalamamış, onları desteklemek amacıyla şiirler yazmıştır. Bu konuyla ilgili yazdığı “Modern Kadın Derneğine Selam Olsun” şiirinde şöyle demiştir:

 

Nil, hoş kokulu satırlarda hoş kokulu binlerce selam gönderiyor size.

Müvekkilim Nil, iyilik ve güzellik yapanları övmekle övgüler diziyor emeklerinize.[247]

Hafız’a göre kadınların seslerini duyurmak için yaptıkları eylem sadece insanları değil Mısır’ın hayat kaynağı Nil’i de çok mutlu etmiştir. Ona göre kadınlar yıllardır beklenen bir eylem yaparak tüm övgüleri hak etmişlerdir.

 

Şiirin devamında şöyle söylüyor:

Dün bu temeli attınız kutlu olarak, açılış gününde geldiniz onur duyarak.

Erkeklerin yapamadığı işleri siz yaptınız, hayır ve bereketli işlerde onlara fark attınız.[248]

Mısırlı kadınlar, baskıcı politikalarla şiddetin çeşitli şekillerine maruz kalmışlardır. Arap kadınları ülkelerine siyasi hak ve sivil özgürlükleri getirmek amacıyla gerçekleşen eylemlere önemli ölçüde destek vermelerine karşın rejim değişikliği sonrasında bu haklardan hep mahrum bırakılmışlardır. Medeni kanunda uygulanan kurallar kadının aile hayatında ve sosyal hayatta erkeğin gerisinde kalmasına neden olmuştur.

Şairin beyitlerinde ifade ettiği üzere, Mısır’da yaşanan siyasi değişimin temelinde kadınların etkisi oldukça büyük olmuştur. Çünkü ona göre Mısır’da artık yeni bir dönem başlamıştır. Bu başlangıcın temelleri de kadınlar tarafından atılmıştır. Kadınlar pek çok hayır işinde olduğu gibi bu kutlu işi de yaparak erkeklerin önüne geçmişlerdir.

Hâfız İbrahim, Batı medeniyetine atfen aslında kadınların erkeklerden daha çalışkan ve cesur olduğunu şu şekilde ifade etmiştir:

Diyorlar ki, doğuda insanların yarısı boş oturur, bunu ömürlerini odalarda geçiren kadınlar oluşturur.

(şimdi)Işte Nil’in kızları gelişim için çabalıyorlar ve meyveler yetiştirmek için fidan

dikiyorlar.[249]

Hâfız İbrahim’in yukarıdaki beyitlerinde Batıya atıfta bulunarak, ülke ekonomisine katkısı olmayan, üretimde yer almadan sadece tüketen ve bunun

sonucunda iktisadi anlamda geri kalmışlığın sebebi olarak görülen kadınların, ülkenin en sıkıntılı döneminde erkeklerin bile yapamadığını yaparak onlara örnek olduğunu dile getirmiştir. İnsanların ölüm korkusuyla seslerini çıkaramadığı zaman diliminde kadın, ülkesinin her türlü menfaati için doğuştan sahip olduğu annelik ve fedakârlık yeteneklerini mevcut şartlara uydurarak cesurca hareketler gösterdiklerini ifade etmiştir.

Şiirin devamında kadınları duruşları ve yaptıklarından dolayı yüceltmeye devam etmiştir:

Bize örnek oldunuz bu kara yılda, ölümün yüreklere aktığı anda.

Siz, pür silah ordunun karşısında durdunuz, imana sımsıkı sarılan kadınlar oldunuz.[250]

Hâfız İbrahim, kadınlar ülkenin işgal edilmeye başlandığı en sıkıntılı dönemde erkeklerin yapamadığını yaparak onlara örnek olduklarını dile getirmiştir. Devamında ise bahsi geçen gösterideki çalışma saatleri ve analık izni için yapılan mücadeleye gerek kırsal kesimden gerekse sanayileşmiş bölgelerden modernleşme yanlısı tüm kadınlar etkin biçimde katılmıştır.

Sizi korkutamadı mızraklar ve çekilmiş kılıçlar, ne de yollarda ateş eden makineliler.

Erkekler sizden ders aldılar, ölüm sersemliğindeyken dirençli insanlar oldular.[251]

Kadınlar, İngiliz işgaline ve meşru olmayan İngiliz sömürge yönetimlerine karşı milliyetçi duygularla hareket etmişlerdir. Karşılarına dönemin modern silahlarıyla donanmış bir orduyla çıkan İngilizlere karşı cesurca direniş göstermişlerdir. Mısır’ın tam bağımsızlığına kavuşması neticesinde Mısırlı kadınlar, siyasi haklarının güvence altına alınmasını istemişlerdir. Bu çağrılarına bazı şair, yazar, dernek ve kuruluşlar da destek vermişlerdir.

 

Şiirlerinde halkı bilinçlendirmeye çalışan Hâfız, halk tarafından yapılan işgal

karşıtı    gösterileri    de     desteklemiştir.

Mısır’da başlayan ulusal           bağımsızlık

 

mücadelesinde, 14 Mart 1918’de İngiliz sömürgeciliğini protesto gösterileri sırasında İngilizler tarafından öldürülen Hamide Halil ülkenin ilk kadın şehidi olarak gösterilmiştir.[252]Şair, yaşanan bu elim olayı kaleme aldığı şiiri siyasi sebeplerden dolayı 1929 senesi 12 Martında yayımlanabilmiştir:[253]

 

Hanımefendiler gösteri yapmak için ortaya çıktı. Ben de onların toplaşmalarını izlemeye başladım.

Onlara şöyle bir baktım bir de ne göreyim! Siyah elbiselerden kendilerine pankart edinmişler.

Zifiri karanlığın ortasında parıldayan yıldızlar gibi doğdular.[254]

Şairimiz, kadınların meydanda cesurca toplanmalarını ve onlara bakmaktan kendini alamadığını, üzerlerindeki elbiseleri ve orada bulunuş sebeplerini şiirinde ustaca açıklamıştır. Kadınlar, kendilerinden emin ve gururlu bir şekilde meydanda toplanmaya başlamışlardır. Siyah elbiseleri onları koruyan zırhları olmuştur. Ayrıca şaire göre, her biri karanlığı aydınlatan yıldızlar gibi parlamıştır.

Şiirine şöyle devam etmiştir:

 

Yolu geçmeye başladılar Sa d[255] ’ın evi hedefleriydi.

Gururlu bir şekilde yürüyorlardı, duygularını kontrol altına almış bir şekilde.[256]

 

Hâfız, eylemci kadınların dönemin yöneticisi Said’in evini hedef alarak İngiliz ordusunun silahlarına aldırmadan başları dik, kendilerinden emin ve cesur bir şekilde yollarına devam eden kadınları gösterdikleri cesaretlerinden dolayı yüceltmiştir.

Şair, şiirin devamındaki beyitlerde orduyla ilgili bilgiler vermiştir:

Tam o sırada karşılarına bir ordu çıktı, atları doludizgindi.

Birden askerlerin kılıçları onların boyunlarına doğrultulmuştu.

Karşılarında toplar, tüfekler, keskin kılıçlar ve mızraklar vardı.

Atlar ve süvariler onların etrafında bir halka oluşturmuştu.254 [257]

Şair, İngiliz donanmasının atlı ve yaya askerlerinden oluşan bir birliğinin kadınların yürüyüşlerini engellemek için önlerine çıktığını, eylemlerini sona erdirmek için etraflarını sardığını belirtmiştir. Şiirinde süvarilerin çok geçmeden kuşatmaya karşı koymaya çalışan kadınlara silahlarıyla müdahalede ettiğinden söz etmiştir. Ayrıca kadınları bir ordu gibi değerlendiren ve kendilerine orantısız güç kullanan İngilizleri yermiştir.

Şair, kadınların bundan sonraki tutumları ve durumlarını şu şekilde açıklamıştır:

O gün onların silahı güller ve reyhanlardı.

iki ordu kalkanların altında saatlerce çarpıştı.[258]

 

Şair bu beyitlerde dönemin iyi silahlarıyla donanmış İngiliz ordusuna karşı kadınların ellerinde sadece gül ve reyhan olduğunu, silah olarak başka hiçbir şeyleri bulunmadığını belirtmiştir. Buna rağmen cesur kadınlar, saatlerce silahlı askerlere karşı mücadele vermişlerdir. Ellerinde modern silahı olmadan donanımlı bir orduya karşı cesurca savaşan Mısırlı kadınları gösterdikleri cesaretten ve mücadelelerinden dolayı yüceltmiştir.

Şiirine şu beyitlerle devam etmiştir:

 

Kadınlar güçsüz düştüler. Çünkü onlara hiçbir yardım yoktu.

Sonra yenilgiye uğrayarak evlerine doğru dağıldılar 255

Saatlerce direniş gösterip verdikleri bu mücadelede yardım alamayan kadınlar, sağa sola dağılmışlardır. Hâfız, bunun sonucunda da kadınların hezimete uğrayarak evlerine döndüklerini belirtmiştir.

 

Zaferi ve kadınları dağıtması ile övünsün bu gururlu ordu.

Sanki kadınların arasında burka giymiş Almanlar vardı.

Sanki Mısır’a       (Hindenburg2[259] [260]komutasında    gizlice)gelmişler de kadınları

yönetiyorlardı.

Bu yüzden kadınların gücünden korktular ve onların tuzaklarından kendilerini korudular. [261]

 

Şiirin devamında silahsız kadınlara karşı saldırıda bulunan askerleri yermiş, İngiliz askerlerinin orantısız güç kullandıkları halde kadınların bu haklı mücadelesinden korktuklarını ifade etmiştir. Eylem yapan kadınları, Mısır’ı almak için gelen Alman ordusuna benzettiklerini ve karşılarında Almanlar varmış gibi kadınlara müdahale ettiklerini belirtmiştir.

Kadınların mücadelesi üzerine yazdığı bu şiirinde, o dönemde Mısır toplumunun durumuna ve kadının toplum içersindeki konumuna ilişkin bilgiler de vermiştir. Arap kadını, eğitim hakkını kazandıktan sonra düşüncelerini ifade edebilme de önemli adımlar atmaya başlamış,[262] ticaret, eğitim, avukatlık, basın-yayın gibi pek çok işte aktif hale gelmişlerdir. Özellikle bazı kadınlar ticareti meslek haline getirip bu alanda başarılı da olmuşlardır.

Eğitim, Müslüman kadınların ilgilerini çeken ilk meslek alanı olmuştur. Bunun sonucunda da kadın öğretmen sayısında artış gözlenmiştir. Eğitim hakkı kazanan kızlar, okullarından mezun olmaya başladıktan sonra düşüncelerini ifade edebilmede önemli adımlar atmaya başlamış, yaptıkları faaliyetlerinin çoğalmasıyla da edebiyat ve gazetecilik alanına girmeye çalışarak yeni bir sınıf ortaya çıkarmışlardır.[263]

Şair, “Çocuk Kurumu” şiirinde kadınlara seslenmiş ve şöyle söylemiştir:

Çocuğu kurtarınız, o çocuğun mutsuzluğu her halükarda bizim de mutsuzluğumuz demektir.[264]

Kadınları çeken iş alanlarından bir diğeri de kliniklerin açılması olmuştur. Hâfız İbrahim, kadınların yardımlaşma sevgisi ile dopdolu, hastaları iyileştirme çabasıyla hassas davranan, hiçbir maddi çıkar gözetmeksizin tıpkı bir annenin çocuklarına karşı olan müşfik tavrına sahip olduğunu dile getirmiş, toplum içerisinde gücü yeten kişilere, hem maddi hem de manevi açıdan kimsesiz çocuklara sahip çıkmaları için çağrıda bulunmuştur.

Devamında ise maddi imkânları sınırlı olanlara seslenmiş, ilk yapmaları gereken şeyin az konuşup çok çalışmak olduğunu belirtmiştir. Daha sonrasında da çocukların en

büyük eksiklerinin maneviyat olduğunu ve bu eksikliğin giderilmesi gerektiğini bildirmiştir. Çünkü şaire göre çocuklar sıkıntı içinde olursa toplumun hepsi sıkıntıya girmiş olur.

ünü törende yazdığı şiirine çocuklara

korkmamalarını söyleyerek başlamıştır:

Ey çocuk zamanın sıkıntılarından korkma, gecelerin belalarından da yılma!

Allah zayıf bir kişi için kadınlardan iyiliğe âşık olan canlar yarattı.[265]

Şaire göre Allah, güçsüzlere, ihtiyaç sahiplerine ve erkeklere örnek olması için kadını yaratmıştır. Evinde eşi, kızı veya annesi olarak, tarlada tohum eken yardımcısı olarak, çarşıda pazarda alışverişte yardımcısı olarak vs. kısaca, insan hayatının her safhasında yanında yer alan bir kadın bulunmuştur.

Toplumda erkek daha önde ve ortada görülse bile yaşam tarzını, duygularını etkileyen, hayatına yön veren bir kadın mutlaka olmuştur. Aslında, kutsal kitaplarda Hz. Havva’nın Hz. Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldı denmesi, erkek ve kadın birbirine ihtiyacı olan bir bedenin iki yarısını gibi var oluşlarından kaynaklanmıştır[266]. Şair, şiirinde;

Siz olmasaydınız asaletin ne olduğunu anlayamazdı erkekler ya da yüceliklerin yolunda yürüyemezlerdi

Bir gülümseyiş korkağı cesur kılar ve cimriyi cömert yapar.[267]

Toplumsal konumları ile ilgili olarak yazdığı bu şiirinde yaptıkları işlerden dolayı kadınların erkeklere rol model olduğunu ifade etmiştir Şaire göre kadınlar, hayatın her alanında yer alarak erkeklere pek çok şey öğretmişlerdir. Bunların başında asalet

 

gelmiştir. Hatta kadınlar olmasaydı erkekler asla asil olamazlardı diyen şairimize göre, kadınlar erkeklere hissettirmeden onları idare etmede de maharetli olmuşladır. Öyle ki kadınların bir gülüşü korkak bir erkeği cesur, cimri bir erkeği de cömert yapacak güce sahip görülmüştür.

Her uyruktan büyük adamlar sizin rızanızda zor işleri kolaylaştırdılar.[268]

Hâfız’a göre, erkekler ne işle meşgul olurlarsa olsunlar ya da karakterleri nasıl olursa olsun kadınların yardımı ve rızalarıyla zor işlerin üstesinden gelebilmişlerdir.

Şiirine şu şekilde devam etmiştir:

Bir yücelik halesinde gibi ortaya çıkan ruh güzelliğiniz beni büyüledi.

Bana göre ruh, duygu ve ahlak güzelliği güzellik aşamalarının en üstünüdür.[269]

Şair, kadınların erkekler üzerindeki bu ruh halinden etkilendiğini belirtmiş ve bir insanda bulunması gereken en değerli şeyin duygu ve ahlak güzelliğinin olduğunu dizelerinde vurgulamış ve şiirine şu şekilde devam etmiştir:

 

Kalkın bize kişiliği, yoksula ve dilenciye şefkatli davranmayı öğretin.

Kalkın, bize katillere kurban olan çocuklara karşı merhameti öğretin.[270]

Şair, ayrıca tüm erkekler adına kadınlara seslenerek barındırdıkları bu güzellikler ve sevgi sayesinde hor görülen, sevilmeyen dilenciye bile şefkatli davranmayı, haksız

yere öldürülen masum çocuklara karşı merhametli olmayı ve onları her türlü kötülüklerden korumayı da yine kadınların erkeklere öğretmesini istemiştir.

Şiirinde kendilerinden yapılması istenenleri yapmaya hazır olduklarını şu şekilde ifade etmiştir:

Çağrınıza cevap verdik ve bazı zenginlerden hayır işi istemeye geldik.

Eğer sözden başkasına gücümüz yetseydi esirgemeyip cömert davranırdık, imkânı az olanın çabası güzel sözdür[271]

Şair, toplumun kalkınması ve ihtiyaç sahipleri için ne yapılması gerektiği konusunda erkeklerin kadınların çağrılarını duyduklarından, bundan sonra onların söyleyeceği her sözü yerine getireceklerinden bahsetmiştir. Erkekler, yapılan eylemler ve yaşanan mücadelelerden sonra kadınlardan öğrenmeleri gereken çok şey olduğunu anlamış, onların çağrılarına cevap vermişlerdir. Bu değişimi bekleyen ve isteyen kadınlar ise erkeklerin yaptıkları işleri yapmaya ve kadın derneklerini kurmaya başlamışlardır.

Bununla da yetinmeyen kadınlar, sadece erkeklerin sahip olduğu seçme ve seçilme hakkını elde etmek için mücadeleye başlamışlardır. Seçim kanunlarında yasa düzenlemesi istemişler ve bu isteklerini 1924 yılında kadın birlikleri ve kadın derneklerinin temsilci grubuyla Mısır Parlamentosu’na bildirmişlerdir. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı 1956 yılında Mısır tam bağımsızlığına kavuştuktan sonra tanınmış ve böylece Mısır 1957’de kadınların parlamentoya girdiği ilk Arap ülkesi olmuştur.[272]

61


 

 

HAFIZ İBRAHİM’İN KADIN KONULU ŞİİRLERİ

 

 

Hâfız İbrahim, 12 Nisan 1928 senesinde kaleme aldığı “Modern Kadın Derneğine Selam Olsun” adlı şiirinde Batı medeniyetine atfen erkeklerden daha çalışkan ve cesur olan Nil’in kızlarının, ülkenin en sıkıntılı döneminde erkeklerin bile yapamadığını yaparak onlara örnek olduğunu belirtmiştir. Ayrıca kadınların seslerini duyurmak için yaptıkları eylem sadece insanları değil Mısır’ın hayat kaynağı Nil’i de ne kadar mutlu ettiğinden bahsetmiştir. Ona göre kadınlar yıllardır beklenen bir eylem yaparak tüm övgüleri hak etmişlerdir. Çünkü Mısır’da yaşanan siyasi değişimin temelinde kadınların etkisi oldukça büyük olmuştur.

Hâfız İbrahim’in aşağıdaki şiirinde kadınların pek çok hayır işinde olduğu gibi yaptıkları ile erkeklerin önüne geçtiklerini ve onlara fark attıklarını belirttiği şiirinin ilk on beydi 56-58. Sayfalarda verilmiştir:

MODERN KADIN DERNEĞİNE SELAM OLSUN

Safiye şan ve şerefi uğruna size liderlik yaptı aynı şekilde Sa’d da şerefli insanların komutanı idi.

Biz, zor zamanlarda ona sağladığı destek ve sergilediği cesaretle Sa’d’ın itibarındaki payını da öğrendik.

O cesaretlendirmesi ve tebessümleri ile büyük önderin tehlikenin üzerine gitmesini kolaylaştırıyor.

Göğsünde bir inilti fırtınası olduğu halde gülümseyerek onu ölüme itiyor.

Aynı şekilde mert insan zaman her ne kadar aleyhine olsa da zamana karşı sabırlı olsun.

Şerefli kadınların kraliçenin statüsünde yaşaması için onun saygınlığında ondan daha üstün oldular.

Kral Fuat hala güçlü destek ve keskin kararlılıkla bütün doğunun övünç kaynağı olmaya devam ediyor.

Hâfız İbrahim’in aşağıdaki şiirini yazdığı dönemde Mısırlı kadınlar üstlendikleri tüm zor işlere rağmen fiziksel olarak erkeklerden daha güçsüz oldukları için erkekler tarafından hakarete, küçümsenmeye maruz kalmışlardır. Hakları çiğnenip itibarsızlaştırılmış, aile içindeki anne, eş ve kız çocuğu gibi önemli rollere sahip olmasına rağmen, söz ve eylemleri itibar görmemiş ve erkeğe mutlak itaat içinde yaşamıştır.

Kadınların süs eşyası gibi eve kapatılmasına sessiz kalamayan Hâfız İbrahim, Mısır’ın 2. büyük liman şehri Port Said’[273] [274]de 29 Mayıs 1910 yılında “Kızların Okuluna

Yardım” için yapılan törende söylediği kasidesinde konuyla ilgili düşüncelerini dile getirdiği şiirinin devamı beyitleri 41- 52. Sayfalarda verilmiştir:

PORTSAİD KIZLARIN OKULU

Boyunduruğa karşı çıkan Ey Mısır senin tutkunu yaşıyorum.

Senin sahipsiz kaldığını gördüğümde durumuna çok üzülüyorum, yüce halk seni himayesine alıyor.

Senin ellerin arasında cömertçe dağıtılan kara sevda, övgü esnasındaki sevgidir.

 

ÇOCUK KURUMU

Hâfız İbrahim, 1928 yılının 1 Mayıs Salı günü törende yazdığı “Çocuk Kurumu” şiirinde çocuklara korkma diye hitap ederek başlamıştır. Çünkü şaire göre Allah zor zamanlarında onlara yardım etmesi için kadınları yaratmıştır. Şiirine iyiliğe âşık olan kadınların sadece çocuklara değil erkeklere de yardımcı olduklarından ve onlara önderlik ettiklerinden bahsettiği şiiri 63-66. Sayfalarda verilen şiirinde kadınlara aşağıdaki beyitle seslenmiştir:

Ey hanımlar! İyilik için yaşayın ve erkeklere bir model olarak devam ediniz.

Şiirin devamında şair toplum içerisinde gücü yeten kişilerin hem maddi hem de manevi açıdan kimsesiz çocuklara sahip çıkmaları için çağrıda bulunmuştur. Çocukların maddi ihtiyaçların yanı sıra daha çok ihtiyaç duydukları manevi boşluğun doldurulması için en büyük görevin yine kadınlara düştüğünü vurgulamıştır.

AMERİKAN KIZ OKULU

Hâfız İbrahim, modernleşme sürecinde yabancıların Mısır’da açtıkları okullarda kız çocuklarına verilen eğitimi gördükten sonra “Amerikan Kız Okulu” nun 26 Mayıs 1928 yılındaki mezuniyet töreninde söylemiş[275] [276] olduğu şiirinden ilk yedi beyit 53-54 sayfalarda kullanılmış ve genel olarak Hıristiyan batı dünyası ile Müslüman doğu toplumunun genel olarak karşılaştırmasını yapmıştır.

KADINLARIN GÖSTERİSİ

Hâfız İbrahim’in 1919 senesinde kadınların yaptığı bir gösteri sırasında söylemiş olduğu “Kadınların Gösterisi” adlı şiirinde, 16 Mart 1919 tarihinde başlayan ve 1922 yılında bağımsızlığın kazanılmasına kadar devam eden İngiliz egemenliğine karşı ulusal bağımsızlık hareketlerinden etkilenen Mısırlı kadınların duruşlarından bahsetmiştir. 1919 yılı Mart ayında milliyetçilik akımının önderi hâline gelen Sa‘d Zağlûl'u (ö. 1927) destekleyen kadınlar tarafından yapılan, daha sonra "Tahrîru'l-Mer’e" (Kadının Özgürlüğü) akımına dönüşen gösteriler tüm Mısır'ı etkilemiştir. Bu gösterilerle Mısırlı kadınlar, tarihlerinde ilk kez örgütsel bir yapı içerisinde üstelik kamusal alanda ve daha da önemlisi erkeklerle yan yana yer almıştır.[277] [278]

19. yy Mısır kadınının çalışma hayatının açıklandığı 60-63.sayfalarda tamamı verilen şiirin milli yayınlarda yayımlanması 12 Mart 1929 yılında gerçekleşmiştir[279].

 

SONUÇ

Bu çalışmada Modern Mısır şiirine damgasını vuran şairlerden biri olan ve çağdaşlarına nazaran halkın duygularını derinlemesine hissedip yansıtan, bu vesile ile Nil Şairi olarak tanınan Hafız İbrahim’in şiirlerinden hareketle dönemin Mısır kadını, toplumdaki konumu, eğitimi, hakları ve özgürlükleri konusu üzerinde durulmuştur. Hafız İbrahim’in yaşadığı dönem olan 1871-1932 döneminde edebî gelişmelere ışık tutması açısından çalışmanın giriş bölümünde, 19. yy sonlarıyla 20. yy. başlarına kadar Mısır’da Modern Arap Edebiyatının doğmasını etkileyen siyasi, sosyal ve kültürel faktörlerle birlikte Mısır’da Arap şiiri ve öncüleri ele alınmıştır.

Mısır’da kadının toplumdaki yeri, toplumun kadına bakış açısı ve bu konuyla ilgili değişimleri sergilemek amacıyla yapılan bu çalışmada Hafız İbrahim’in yaşadığı dönemin tarihi koşullarının belirlediği çerçeve ile kadın konusu “Toplumsal Hayatta Kadın”, “Eğitim Hayatında Kadın” ve “Çalışma Hayatında Kadın” alt başlıklarında metinlere dayalı olarak ortaya koyulmaya çalışılmıştır.

Hafız İbrahim’in dönemi aydınları içinde kadının konumunun ne olduğu, bu durumun toplumsal yansımasının nesnel gerçeklikle ne kadar uyum sağladığı ya da ne kadar aykırı olduğu tespit edilme yoluna gidilmiştir. Bu dönemde geleneksel kadın algısının tartışılmaya başlandığı ve bunun gündem maddelerinden biri haline geldiği görülmektedir. Hafız İbrahim, kadın problemini toplumsal değişimin gerektirdiği yapılanma için gerekli olan zihniyet değişimi ve bu değişimin ortaya koyacağı yeni bir kültürel ortam ve medeniyet düzeyi için çaba harcamıştır. Kadınların bazı haklara kavuşması, eğitim hakkına ulaşabilmeleri ve çalışma alanlarında varlık gösterebilmeleri gibi dönemine göre ilerici düşünceleri şiirlerinde ele alan şairin asıl arayışı, geleneksel köklerden kopmadan değişmektir.

Sonuç olarak, Hafız İbrahim, sosyal değişimin gerekliliklerine göre çizilen yeni kadın tasvirinde, kadınların toplumdaki konumlarını, geleneksel toplum kurallarını ve toplumun içinde bulunduğu geri kalmışlığın nedenlerini, kadınların eğitilememe nedenlerini belirledikten sonra şiirlerinde kadınların özgürleşmesinin ve eğitilmesinin topluma sağlayacağı yararlardan bahsetmiş, kadının sosyal duruma uygun önerilerde bulunmuştur.

 

KAYNAKÇA

Abu-Lughod, Peçeli Duygular, Çev. Suat Ertüzün, Epsilon Yatınevi, İstanbul 2004.

Ahmed Şevki, el-Mevsuatü'ş-Şevkiyye: el-a'malü'l-kâmile li-emiri'ş-şuara AhmedŞevki. şrh. İbrahim el-Ebyari, C. VI, Beyrut: Dârü'l-Kitâbi'l-Arabi, 1995.

Akşit, Eyüp, Mahmud Derviş Şiirlerinde Dini Semboller, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, İzmir 2017.

Aktaş, Murat, “Arap Baharı ve Kadın Hahları”, Ekev Akademisi Dergisi, Yıl:16, Sayı:52, 2012,29-43.

A.N. Amir, A. O. Shuriye, A.F. Ismail, “Muhammed Abduh’un Moderniteye Katkısı” , Çev. Osman Şahin, Birey ve Toplum, Güz 2013, 3(6),223-241.

El- Bârûdî, Divan, I-IV, nşr. Ali el-Cârim, Muhammed Şefik Ma'rûf, Kahire 1954­1973.

Bora, Aksu, “Ortadoğu’da Kadın Hareketleri: Farklı Yollar”, Farklı Stratejiler, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:39, Ekim, 2008, 55-69.

Bulut Sedef, Miray Vurmay Güzel, “Ortdoğulu Kadın Gözünden Atatürk Döneminde Kadın Hakları: “Mısır Örneği”, DTCF Dergisi, Sayı:57.1, 2017, 1-49.

Çolak, Kamil, “Mısır’ın Fransızlar Tarafından İşgali ve Tahliyesi(1798-1801)”, Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Dergisi, 2008, 141-183.

Dayf, Şevkî, en-Nakd, Dâru’l-Ma'ârif, et-Tab'atu’l-Hâmise, Kâhire 1984.

Dayf, Şevkî, el-Edebu’l-Arabiyyu’l-Muâşır,4b. Dâru’l-Me'ârif, Kahire 1971.

Er, Rahmi, Çağdaş Arap Edebiyatı Seçkisi, Ankara 2012.

Er, Rahmi, Modern Mısır Romanı (1914-1944), Ankara 1997.

el-Fâhûrî, Hannâ, el-Câmi‘ fî Târîhi'l-Edebi'l-Arabî el-Edebu'l-Hadîs, 1.b., Dâru'l-Cîl, Beyrut 1986.

el-Fâhûrî, Hannâ, el-Mûcezfi’l-Edebi’l-Arabiyyi ve Tarihihî, 3.b., IV, Daru’l- Beyrut 2003.

 

Emin, Ahmed, Dîvânu Hâfız İbrahim, birinci baskı için yazılan mukaddime, 3. Baskı, el-He’yetu’l-Mışrıyyetu’l- ‘Âmme li’l- Kuttâb, Kahire 1987.

Hâfız İbrahim, Dîvânu Hâfız İbrahim, thk. 3.Baskı, el-Heyetu'l-Mısrıyyetu'l- ‘Âmme li'l-Kuttâb, Kahire 1987.

İshakoğlu, Ömer, “19. yüzyıl Arap nahda hareketinde kadın yazarların rolü ve Zeynep Fevvâz”, Şarkiyat Mecmuası, 2(21), 2012, 43-51.

Kânî, Muhammed İsmail, Dîvânu Hâfız İbrahim, 2.Baskı için mukaddime, 3.b., thk. Ahmed Emin vd, el-He’yetu’l-Mışrıyyetu’l- ‘Âmmeli’l- Kuttâb, Kahire 1987.

Karaköse, Hasan, “Osmanlı Yönetimindeki Yemen’de İngiliz Siyaseti (Birinci Dünya Savaşı’nın Sonuna Kadar)”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 6, Sayı:34, Şubat 2019, 323-339.

Korkmaz, Bülent, Modern Arap Edebiyatında Kadın Yazarların Doğuşu”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 54(1), Ankara, 2014, 61­80.

Kurt, Gülfem, Kasım Emin ve Kadınların Özgürlüğü Bağlamında Eğitimle İlgili Görüşleri, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara 2014.

Muhsin Haji Azeez Babila, “Eski Mısır’da Kadın”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 13(1), 2016, 129-144.

Jacob M. Landau, Modern Arap Edebiyatı Tarihi, Türkçe’ye Çev., Bedrettin Aytaç, Gündoğan Yayınları, Ankara 2002.

Nas, Mehmet Fatih, Bölgesel ve Küresel Dinamikler Bağlamında Ortadoğu’daki Kadın Hareketi, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı, Ankara 2007.

Öncel, Hayati, Arap Edebiyatında Feminizm, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Erzurum 2013.

Öncel, Hayati, “Kasım Emin’e Göre Kadının Özgürleştirilmesi”, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi Sayı 57, Aralık, 2016, 51-61.

Soyer, Senem, Mısırlı Nevâl es-Sa‘dâvî ile Duygu Asena’nın Eserleri ve Edebi Kişiliklerinin Karşılaştırılması,    (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İstanbul

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2013.

Sâbât, Halîl, Târîhu ’t-Tıbâ’a fî’ş-Şarkı’l- Arabî, Kahire, 1966.

Savran, Ahmet, 19. yy. Osmanlı Döneminde Yeni Arap Edebiyatı, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Erzurum, 1991.

Şevkî, Ahmed, eş-Şevkiyyât, Beyrut 1988, I-II.

Turan, Namık Sinan, “Modernleşmeyi Semboller Üzerinden Okumak: Son Dönem Osmanlı Kadın Kıyafetinde Değişim ve Toplumsal Tartışmalar”, Kadın Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2013/1, Sayı: 12.

Özek, Ali, “Kur’an’da Kadınlara Ait Hükümler, Haklar- Vecibeler”, Sosyal Hayatta Kadın, İslâmi Araştırma Vakfı Tartışmalı İlmî toplantılar Dizisi 21, Ensar Neşriyat, İstanbul 1996.

Türken Çakır, Mürüvvet, Modern Arap Şiirinde Apollo Ekolü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Erzurum 2013.

Yakupoğlu, Leyla, Necip Mahfûz’un es-Sülâsiyye’si (üçleme)ile Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Kiralık Konak Adlı Romanının Karşılaştırılması, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim DalıArap Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı, İstanbul 2013.

Yalar, Mehmet, Hazırlayıcı Faktörleri Işığında Modern Arap Edebiyatına Giriş, Emin Yayınları, Bursa 2009.

Yalar, Mehmet, Modern Arap Şiiri, Arasta Yayınları, Bursa 2003.

Yanık, Nevzat Hafız, Mahmud Sami Paşa el-Barudi Hayatı, Edebi kişiliği ve Eserleri, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Erzurum 1991.

Yazıcı, Hüseyin, Göç Edebiyatı, Kaknüs Yayınları, İstanbul 2002.

Yazıcı, Hüseyin, Mısırlı Bir Arap Şairi Ahmed Şeki Ve Şiirlerinde Sultan II. Abdulhamid, İlmi Araştırmalar 4, İstanbul 1997.

Yazıcı, Hüseyin, “Nil Şairi Olarak Tanınan Mısırlı Edip”, DlA, XV, İstanbul, 1997.

Yıldız, Ahmet, “Hafız İbrahim’in Şiirlerinde Türk İmajı”, Türk- Islâm Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 13(25), Konya 2018, 195-212.

ez-Zeyyât, Ahmed Hasan, Târîhu ’l-Edebi’l- Arabî, 7.b., Dâru’l-Ma'rife, Beyrut 2004.

Çakır, Serpil,      https://m.bianet.org/biamag/kadin/108437-1908-in-kadinlar-acisindan-

anlami, İstanbul, 2008.



[3] Şevkî Dayf, en-Nakd, Dâru’l-Ma'ârif, et-Tab'atu’l-Hâmise, Kâhire 1984, 15-16.

[4] Dayf, 51

[5]  Kamil Çolak, “Mısır’ın Fransızlar Tarafından İşgali ve Tahliyesi(1798-1801)”, Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Dergisi, 2008, II, 147.

[6] Çolak, 147.

[7] Çolak, 141.

[8]  Ahmet Savran, 19. yy. Osmanlı Döneminde Yeni Arap Edebiyatı, Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Erzurum 1991, 1.

[9] A.Kâzım Ürün, Ahmet Şevkî ve Türkiye ile İlgili Şiirleri, Konya 1998, 11.

[10]            Çolak, 150.

[11]            Çolak, 151.

[12] Savran, 2.

[13] Savran, 2.

[14] Savran, 2.

[15] Çolak, 157.

[16] Savran, 2.

[17] Çolak, 165.

[18] Rahmi Er, Modern Mısır Romanı (1914-1944), Ankara 1997, 1.

[19] Savran, 2.

[20] Savran, 3.

[21] Savran, 3.

[22] Savran, 3.

[23]  Hasan Karaköse, “Osmanlı Yönetimindeki Yemen’de İngiliz Siyaseti (Birinci Dünya Savaşı’nın Sonuna Kadar)”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 6, Sayı:34, Şubat 2019, 326.

[24] Savran, 3.

[25] Savran, 8.

[26] Nevzat Hafis Yanık, Mahmud Sami Paşa el-Barudî Hayatı, Edebi kişiliği ve Eserleri, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi, Erzurum 1991, 7.

[27] Memluklar ve Osmanlılar devride Kahire Kentinde Nil nehri üzerinde küçük bir liman kasabası olan Bulâk, bugün bir mahalledir.

[28] Savran, 9

[29] Rahmi Er, 72.

[30]  Leyla Yakupoğlu, Necip Mahfûz’un es-Sülâsiyye’si (üçleme)ile Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Kiralık Konak Adlı Romanının Karşılaştırılması, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı Arap Dili ve Edebiyatı Bilim Dalı, İstanbul, 2013.

[31] Mehmet Yalar, Modern Arap Şiiri, Bursa 2003, 73.

[32] Savran, 9.

[33] Yanık, 9.

[34] Bu matbaa, el-matba'atu’l-ehliyye veya matba'atu’l-bâşâ adlarıyla da anılır. Bkz. Halîl Sâbât, Târîhu ’t- Tıbâ ’a fî’ş-Şarkı’l- Arabî, Kahire 1966, 146-148.

[35] Savran, 9.

[36] Yanık, s.10.

[37] Mehmet Yalar, Hazırlayıcı Faktörler Işığında Modern Arap Edebiyatına Giriş, Bursa 2009, 153.

[38] Yanık, 10.

[39] Savran, 9.

[40] Yanık, 10.

[41] Savran, 10.

[42] Savran, 10.

[43] Yanık, 11.

[44] Yanık, 12.

[45] Yanık, 12.

[46] Yanık, 12.

[47] Er, 17.

[48] Er, 17.

[49] Er, 17.

[50] Yanık, 13.

[51] Savran, 12.

[52] Yanık, 14.

[53] Yalar, Hazırlayıcı Faktörler Işığında Modern Arap Edebiyatına Giriş, Bursa 2009, 89.

[54] Şevkî Dayf, el-Edebu ’l- Arabiyyu ’l-Mu âşır,4.b. Dâru’l-Me'ârif, Kahire 1971, 19.

[55] Savran, 13.

[56] Savran, 13.

[57] Yanık, 17.

[58]  Er, 18.

[59] Yanık, 22.

[60] Yanık, 24.

[61] Yanık, 24.

[62] Savran, 21.

[63] Savran, 14.

[64] Er, 31.

[65] Savran, 14.

[66] Mehmet Yalar, Hazırlayıcı Faktörler Işığında Modern Arap Edebiyatına Giriş, 2009, 32.

[67] Yalar, 49.

[68] Yanık, 27.

[69] Yalar, 47.

[70] Savran, 79.

[71] Yanık, 27.

[72] Yanık, 27.

[73] Er, 13.

[74] Savran, 79.

[75] Savran, 79-80.

[76] Savran, 82.

[77] Yanık, 32.

[78]  Savran, 84.

[79] Savran, 84.

[80]   Mahmud Sâmî el-Bârûdî, 19. Yüzyılda Mısır’da yetişmiş en meşhur Arap şairidir. Daha geniş bilgi için bkz; Yanık, 41-80.

[81]  Er, 13.

[82] Ahmed Şevkî, Mısır’ da Türk asıllı bir aileden dünyaya gelmiş ve zengin bir çevrede yetişmiştir. Daha geniş bilgi için bkz., Savran, 106.

[83]  Nil kıyısında demirlemiş bir gemide dünyaya geldiği için daha sonra Nil şairi lakabını alan Hâfız İbrahim hakkında bkz., Savran, 101.

[84] Dönemindeki birinci tabaka şairlerindendir, bkz., Savran, 99.

[85] Yalar, Modern Arap Şiiri, 74.

[86] el- Bârûdî, Divan, III, 425.

[87] el- Bârûdî, Divan, I, 116. Bu konudaki diğer bazı beyitler için bkz. Divan, III, 82, 232-235, 540-541;

IV, 13-15.

[88] Ahmed Şevki, el-Mevsuatü’ş-Şevkiyye: el-a’malü’l-kâmile li-emiri’ş-şuara Ahmed Şevki. şrh. İbrahim el-Ebyari, Beyrut: Dârü'l-Kitâbi'l-Arabi, 1995, VI, 27.

[89] Yalar, Hazırlayıcı Faktörler Işığında Modern Arap Edebiyatına Giriş, Bursa 2009, 179.

[90] Arap şiirinde klasik devri mühürleyen ve şiirdeki yeniliği açıkça gösteren Halîl Mutrân 1872 yılında Lübnan’ın Ba’albekk kentinde doğmuştur. Daha geniş bilgi için bkz., Savran, 116-119.

[91] Savran, 86.

[92]  Mürüvvet Türken Çakır, Mürüvvet, Modern Arap Şiirinde Apollo Ekolü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Erzurum 2013, 15.

[93] Er, Çağdaş Arap Seçkisi, 17.

[94] Yalar, Modern Arap Şiiri, 74.

[95] Türken Çakır, 17.

[96] Yalar, Hazırlayıcı Faktörler Işığında Modern Arap Edebiyatına Giriş, Bursa 2009,             180.

[97] Ürün, 134.

[98] Savran, 86.

[99] Savran, 88.

[100]          Eyüp Akşit, Mahmud Derviş Şiirlerinde Dini Semboller, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı, İzmir 2017, 22.

[101]          Hayati Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Erzurum 2013, 221.

[102] Savran, 151-152.

[103]  Bu eserin Kâsım Emîn ve Muhammed ‘Abduh tarafından ortaklaşa yazıldığı; ancak bazı siyasî sebeplerden dolayı Muhammed ‘Abduh’un kitaba imza koymadığı da ileri sürülmektedir. Bkz., en- Neklâvî, XXIV, 542.

[104]  Hayati Öncel, “Kâsım Emîn’e Göre Kadının Özgürleştirilmesi”, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 57, Aralık, 2016, 51-61.

[105] Hayati Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Doğu Dilleri ve Edebiyatları Anabilim Dalı, Erzurum, 267.

[106]          Hayati Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, 134.

[107]          Hayati Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, 153.

[108]          Hayati Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, 155-156.

[109] Ömer İshakoğlu, 19. yüzyıl Arap nahda hareketinde kadın yazarların rolü ve Zeynep Fevvâz, Şarkiyat Mecmuası, 2012, 46.

[110] Âdil Ebû ‘Ameşe, Gazâyâ limraetin fış-şa’iril-arabiyyil-hâdis fi Mısr min 1798-1945, Daru’l cîl, 1.

Baskı, Beyrut 1987, 180.

[111] Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, 277.

[112] Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, 279.

[113] Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, 279.

[114]  Hüseyin Yazıcı, Mısırlı Bir Arap Şairi Ahmed Şeki Ve Şiirlerinde Sultan II. Abdulhamid, îlmi Araştırmalar 4, İstanbul 1997, 182-184.

[115] Ahmet Şevkî, eş-Şevkiyyât, I, 104-105.

[116] Yanık, 73.

[117] el- Bârûdî, Divan, I, 156-158.

[118] Savran, 115-116.

[119] Şevkî Dayf, el-Edebu’l-'Arabiyyu’l-Muâşır,4.b., Dâru’l-Me'ârif, Kahire 1971, 101.

[120] Mugurbilin, Kahire’nin Mısırlı halkın oturduğu mahallelerinden biridir, bkz. Kânî, 18.

[121] Muhammed İsmail Kânî, Dîvânu Hâfız İbrahim, 2. Baskı için yazılan mukaddime, 3. b., thk. Ahmed Emin vd, el-He’yetu’l-Mışrıyyetu’l- ‘Âmme li’l- Kuttâb, Kahire 1987, 18.

[122]  Surre Emini, İslam devletlerinde ve Osmanlılarda her sene hacca gidecek olanların teşkil ettikleri kafileye reis seçilen kişidir. Bkz. Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lugatı, 2. Baskı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1986, 98.

[123] Kânî, 19.

[124] Kânî, 18; Bazı kaynaklar doğum tarihi için 1869, 1870 ve 1871 yıllarım da vermektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Hüseyin Yazıcı, “Hâfız İbrâhim”, DİA, İstanbul 1997, XV, 91-92.

[125]   Ahmet Yıldız, “Hafız İbrahim’in Şiirlerinde Türk İmajı”, Türk- İslâm Medeniyeti Akademik Araştırmalar Dergisi, 13(25), Konya 2018, 195.

[126] Savran, 101

[127] Hannâ el-Fâhûrî, el-Mûcezfi’l-Edebi’l- Arabiyyi ve Tarihihî, 3.b., Daru’l- Beyrut 2003, IV, 515; Kânî, Dîvânu Hâfız İbrahim, 20. Bazı kaynaklarda babası vefat ettiğinde 2 yaşında olduğu zikredilmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Ahmed Hasan ez-Zeyyât, Târîhu’l-Edebi’l-'Arabî, 7.b. ,Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut 2004, 372.

[128] Kânî, Dîvânu Hâfız İbrahim, 20.

[129] Kânî, Dîvânu Hâfız İbrahim, 19-20.

[130] Kânî, Dîvânu Hâfız İbrahim, 21.

[131] Kânî, Dîvânu Hâfız İbrahim, 21.

[132] Kânî, Dîvânu Hâfız İbrahim, 21.

[133] Dayf, el-Edebu ’l- Arabî, 101.

[134] el-Fâhûrî el-Mûcez, IV, 515.

[135] Ahmed Emin, Dîvânu Hâfızİbrahim, 3.Baskı, el-Hey’etu’l- ‘Âmme li’l-Kuttâb, Kahire 1987, 57.

[136] Emin, Dîvânu Hâfız, 57.

[137] Emin, Dîvânu Hâfız, 58.

[138] Emin, Dîvânu Hâfız, 58.

[139] Emin, Dîvânu Hâfız, 59.

[140] el-Fâhûrî el-Mûcez, IV, 516.

[141] Emin, Dîvânu Hâfız, 59.

[142] Emin, Dîvânu Hâfız, 60.

[143] Emin, Dîvânu Hâfız, 60.

[144] Emin, Dîvânu Hâfız, 60.

[145] Kânî, Dîvânu Hâfız, 22.

[146] el-Fâhûrî, el-Mûcez, IV, 516.

[147] Emin, Dîvânu Hâfız, 61; Kânî, Dîvânu Hâfız, 23-25.

[148] el-Fâhûrî , el-Mûcez, IV, 516.

[149] el-Fâhûrî, el-Mûcez, IV, 516.

[150] Dayf, el-Edebu ’l- Arabî, 101.

[151] Hüseyin Yazıcı, “Hâfız İbrâhim”, DİA, İstanbul 1997, XV, 91-92; el-Fâhûrî, el-Mûcez, IV, 372.

[152] Savran, 101.

[153] Dayf, el-Edebu'l-‘Arabî,           102.

[154] ez-Zeyyât, Târîhu ’l-Edeb, s.372; el-Fâhûrî , el-Mûcez, IV, 516.

[155] el-Fâhûrî, el-Mûcez, IV, 516; Yıldız, Hafız İbrahim’in şiirlerinde Türk İmajı, 198.

[156] Emin, Dîvânu Hâfız, 64.

[157] Emin, Dîvânu Hâfız, 64.

[158] Emin, Dîvânu Hâfız, 64.

[159] Emin, Dîvânu Hâfız, 54.

[160] el-Fâhûn, el-Mûcez, IV, 516.

[161] Yıldız, 198; Dayf, el-Edebu ’l- 'Arabi, 101.

[162] Hüseyin Yazıcı, “Hâfız İbrahim”, DİA, İstanbul 1997, XV, 91.

[163] Dayf, el-Edebu ’l- Arabî, 102.

[164] Savran, 102.

[165] el-Fâhûrî, el-Mûcez, IV, 516; Yıldız, 199.

[166] ez-Zeyyât, 372, 373

[167] Yıldız, 199; Emin, Dîvânu Hâfız, 55.

[168] el-Fâhûrî, el-Mûcez, IV, 517.

[169] Emin, Dîvânu Hâfız, 55.

[170] Emin, Dîvânu Hâfız, 65.

[171] Dayf, el-Edebu ’l- Arabî, 103.

[172] Savran,s. 102.

[173] Savran, 103.

[174] Emin, Dîvânu Hâfız, 65.

[175] Emin, Dîvânu Hâfız, 66.

[176] Emin, Dîvânu Hâfız, 66.

[177] Yıldız, 199.

[178] Kânî, Dîvânu Hâfız, 10.

[179] Kânî, Dîvânu Hâfız, 19.

[180]  Savran, 103.

[181]  Emin, Dîvânu Hâfız, 66.

[182]  Emin, Dîvânu Hâfız, 66- 67.

[183] Hüseyin Yazıcı, “Hâfızİbrâhim”, DİA, İstanbul 1997, XV, 91-92.

[184] Savran, 104.

[185] Savran, 104.

[186] Hüseyin Yazıcı, “Hâfızİbrahim”, DİA, İstanbul 1997, XV, 91-92.

[187] Savran, 105.

[188] Savran, 105.

[189]  Jacob M. Landau, Modern Arap Edebiyatı Tarihi, Türkçe’ye Çev., Bedrettin Aytaç, Gündoğan Yayınları, Ankara 2002, 45.

[190] Savran, 105.

[191] Savran, 105.

[192] Hüseyin Yazıcı, “Hâfız İbrâhim”, DİA, İstanbul 1997, XV, 91-92.

[193] Savran, 105.

[194] Yazıcı, 91.

[195] Savran, 106.

[196] Hüseyin Yazıcı, “Hâfız İbrâhim”, DİA, İstanbul 1997, XV, 91-92.

[197] Savran, 106.

[198] Savran, 106.

[199]   Soyer Senem, Mısırlı Nevâl es-Sa‘dâvî ile Duygu Asena’nın Eserleri ve Edebi Kişiliklerinin Karşılaştırılması, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 2013, 44.

[200]   Gülfem Kurt, Kasım Emin ve Kadınların Özgürlüğü Bağlamında Eğitimle İlgili Görüşleri, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Ağustos, 2014, 1.

[201] Serpil Çakır, 1908 ’in Kadınlar Açısından Anlamı, İstanbul 2008.

[202] Bülent, Korkmaz, “Modern Arap Edebiyatında Kadın Yazarların Doğuşu”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 54(1), Ankara 2014, 64-65.

[203] Port Said, Süveyş Kanalı’nın ağzında yer alan Mısır’ın ikinci büyük liman şehri. Ayrıntılı bilgi için bkz; Hilal Görgün, “PORT SAİD”, DİA, 2007, XXVI, 326.

[204] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 282.

[205] Muhsin Haji Azeez Babila, “Eski Mısır’da Kadın”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, 13(1), 2016, 138.

[206]  Öncel, “Kasım Emin’e Göre Kadının Özgürleştirilmesi”, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi Sayı 57, Aralık, 2016, 53.

[207] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hâfız, 282-283.

[208] Öncel, 53.

[209] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 273.

[210]  Mehmet Fatih Nas, Bölgesel Ve Küresel Dinamikler Bağlamında Ortadoğu’daki Kadın Hareketi, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları Anabilim Dalı, Ankara 2007, 7.

[211] Nas, 7.

[212] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 264.

[213] Abu-Lughod, Peçeli Duygular, Çev. Suat Ertüzün, İstanbul, 2004, 23

[214] Ali Özek, “Kur’an’da Kadınlara Ait Hükümler, Haklar- Vecibeler”, Sosyal Hayatta Kadın, İslâmi Araştırma Vakfı Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi 21, İstanbul, Ensar Neşriyat, 1996, 19.

[215] Hâfız İbrâhim, Dîvânu Hafız, 282.

[216] Öncel, 59.

[217] Hâfız İbrâhim, Dîvanu Hafız, 283.

[218] Asıl ismi Melek bint Hifnî Nâsıf ‘dır. Mısırlı yazar, hatip ve kadın hakları savunucusudur. Ayrıntılı bilgi için bkz., Ali Şakir Ergin, “BÂHİSETÜLBÂDİYE”, DİA, IV, 488.

[219] Hâfız İbrâhim, Dîvânu Hafız, 509.

[220] A.N. Amir, A. O. Shuriye, A.F. Ismail, “Muhammed Abduh’un Moderniteye Katkısı” , çev. Osman Şahin, Birey ve Toplum, Güz 2013, 3(6), 223- 241.

[221] Aslında söz konusu beyitler şairin divanında bulunmayıp Miladi 1901 yılı Şubat ayında yayınlanmış olan “el-Câmi’atü’l Usmaniyye” adlı derginin 640. Sayfası ile Apollo adlı derginin 1933 yılı Temmuz ayında yayınlanan 1425. Sayfasında yayınlanmıştı. Bakınız; ‘Adil Ebû ‘Ameşe, Gazaya limraetin fiş- şa ’iril-arabiyyil-hadis fi Mısr min 1798-1945, Daru’l cîl, 1. Baskı, Beyrut 1987, 180.

[222] Bülent Korkmaz, “Modern Arap Edebiyatında Kadın Yazarların Doğuşu”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 54(1), Ankara 2014, 63.

[223] Kurt, 4.

[224] Korkmaz, 63.

[225] Öncel, Arap Edebiyatında Feminizm, , 8.

[226] Korkmaz, 65.

[227] Soyer, Mısırlı Nevâl es-Sa ‘dâvî ile Duygu Asena ’nın Eserleri ve Edebi Kişiliklerinin Karşılaştırılması,

102.

[228] Âdil Ebû ‘Ameşe, 239.

[229] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 279.

[230] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 282.

[231] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 282.

[232] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 282.

[233] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 283.

[234]Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 312.

[235] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 312.

[236] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 312.

[237] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 314.

[238]Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 314.

[239] Korkmaz, 68.

[240] Sedef Bulut, Miray Vurmay Güzel, “Ortadoğulu Kadın Gözünden Atatürk Döneminde Kadın Hakları: “Mısır Örneği”, DTCF Dergisi, Yıl:2017, 57(1), 1-49.

[241] Öncel, 152.

[242]  Bulut ve Vurmay Güzel, Ortdoğulu Kadın Gözünden Atatürk Döneminde Kadın Hakları: “Mısır Örneği”, 1-49.

[243] Soyer, 101.

[244]  Namık Sinan Turan, “Modernleşmeyi Semboller Üzerinden Okumak: Son Dönem Osmanlı Kadın Kıyafetinde Değişim ve Toplumsal Tartışmalar”, Kadın Araştırmaları Dergisi, Yıl: 2013, Sayı: 12, 106.

[245]  Aksu Bora, “Ortadoğu’da Kadın Hareketleri: Farklı Yollar, Farklı Stratejiler”, İ. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No:39, Ekim, 2008, 59.

[246] Nas, 65.

[247] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hâfız, 131.

[248] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 131.

[249] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 131.

[250] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 132.

[251] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 401.

[252] Murat Aktaş, “Arap Baharı ve Kadın Haklan”, Ekev Akademisi Dergisi, Yıl:16, Sayı:52, 2012, 37.

[253] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 401.

[254] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 401.

[255] Asıl ismi Sa‘d (Sa‘dullah) Bâşâ b. İbrâhîm Zağlûl 1857-1927 yılları arasında yaşamış Mısırlı devlet adamıdır. Daha geniş bilgi için bkz., TDVİslam Ansiklopedisi, 2008, XXXV, 378-379.

[256] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 401.

[257] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 401.

[258] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 401.

[259] Hafız İbrahim, Dîvânu Hafız, 401.

[260]  Paul Von Hindenburg (1847-1934) Alman komutan ve devlet başkanı. Daha geniş bilgi için bkz., Rehber Ansiklopedisi, 9.

[261] Hafız İbrahim, Dîvanu Hafız, 402.

[262] Korkmaz, 69.

[263] Korkmaz, 68.

[264] Hâfız İbrahim, Dîvanu Hafız, 311.

[265] Hafız İbrahim, Dîvânu Hafız, 310.

[266] Öncel, 51-61

[267] Hafız İbrahim, Dîvanu Hafız, 310.

[268] Hafız İbrahim, Dîvânu Hafız, 310.

[269] Hafız İbrahim, Dîvanu Hafız, 310.

[270] Hafız İbrahim, Dîvanu Hafız, 310-311.

[271] Hafız İbrahim, Dîvânu Hafız, 311.

[272] Aktaş, 37.

[273] Hâfız İbrahim, 279-283.

[274] Port Said, Süveyş Kanalı’nın ağzında yer alan Mısır’ın ikinci büyük liman şehri. Ayrıntılı bilgi için bkz; Hilal Görgün, “PORT SAİD”, DİA, 2007, XXXV, 326.

[275] Hâfız İbrahim, 312-313-314.

[276]Hâfız İbrahim, Dîvânu Hafız, 312.

[277] Hâfız İbrahim, 401-402.

[278]  Bulut, Vurmay Güzel, Ortadoğulu Kadın Gözünden Atatürk Döneminde Kadın Hakları: “Mısır Örneği”, 13.

[279] Hâfız İbrahim, Dîvânu Hâfız, 401.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar