HALK KÜLTÜRÜNDE NAZAR, NAZARLIK İNANCI VE BUNLARA BAĞLI UYGULAMALAR
Yard. Doç. Dr. Nilgün ÇIBLAK[1]
Bütün toplumlarda yaygın olarak görülen nazar inancının kökeni, Neolitik
çağlara kadar uzanmaktadır. Girit’te, Aşağı Mısır’da, Malta’da, Kuzey Fransa’da
ve Britanya’da Bronz çağına ait, balta şeklinde yapılmış nazarlıklar
(amuletler) bulunmuştur. Araştırmalar sonucunda, eski dönemlerden itibaren Batı’da
ve Doğu’da büyünün ve nazarın kötü etkilerine inanma ve bunlara karşı tedbirler
alma bilgisinin köklü olduğu görülmüştür (Koşay, 1956: 86). Aynı şekilde
uğursuz gözlerden gelen fenalığı ortadan kaldırmak için Mısırlılar,
Fenikeliler, Yunanlılar ve Romalılar tarafından el şeklindeki muskaların
kullanıldığı tespit edilmiştir (Westermarck, 1961:10).
Geçmişten günümüze varlığını sürdüren bu inanış, ülkemizin hemen her
köşesinde günlük hayatın içerisinde ve bütün etkinliğiyle varlığını devam
ettirmektedir. Bugün halk arasında, nazara karşı mavi boncuk, delikli taş, nal,
yumurta kabuğu gibi çeşitli nazarlıklar kullanma, hocaya muska yazdırma, kurşun
dökme vb. çeşitli pratikler yapılmaktadır. Ancak bu tür uygulamalar, bâtıl
inançlar arasında yer alması dolayısıyla dinimizce haram kılınmıştır.
Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin “Nazar’dan Allah’a sığınınız. Çünkü göz (değmesi) gerçektir.” hadisinden de
anlaşılacağı üzere İslâm dininde nazarın varlığı kabul edilmiştir, fakat
nazardan korunmak için nazar boncuğu ya da muska taşımak vb. pratikler
uygulamak yasaktır. Bununla ilgili olarak İbn-i Mes’ud’dan alınan bir hadiste “(Ağrıları, dertleri gidermek için ne olduğu meçhul şeylerle muska yazarak)
afsun yapmak, (nazar’ı ve sair belâyı gidermek için) boncuk takmak, kadınların
kocalarına kendilerini sevdirmek için sihir yapmak şirktir.” denilmektedir. Bunun
yanı sıra Allah, insanlara Felâk (113. Sûre) ve Nâs (114. Sûre) sûrelerinde
büyücülerin kötülüklerinden, cinlerden, vesvecinin şerrinden kaçarak kendisine
sığınmayı öğütlemiştir (Çelik, 1974: 168).
Kur’an-ı Kerîm’de ve çeşitli hadislerde, nazara karşı Tanrı’ya sığınmanın
gerekliliği belirtilmesine karşılık halk arasında kem gözlerden geldiğine
inanılan kötülüklere karşı çeşitli büyüsel işlemlere başvurulmaktadır.
İnsanların, Tanrı’nın kâdir olduğuna inanmalarına rağmen tufan ve deprem gibi
felâketlerden, hastalıklardan, acılardan korunmak için büyüye ve çeşitli
nazarlıklara sarılması, halk yaşamında büyünün köklü bir yerinin olduğunu
göstermektedir. Halk, bütün yeni dinî inançlarına rağmen eski geleneklerine
bağlıdır (Çelik, 1974: 156). Diğer deyişle kökeni ilkel dönemlere uzanan eski
inanışlardan bazıları, şekil değiştirerek yeni din içerisinde varlığını devam
ettirmekte, kişilerin günlük yaşamını ve davranışlarını etkisi altına
almaktadır.
Bu çalışmada geleneksel halk kültürümüzde yaşayan ve hem sözlü gelenekten
hem de yazılı kaynaklardan tespit edilen nazar ve nazarlıkla ilgili çeşitli
inanışlar ve ilgili uygulamalar üzerinde durulacaktır.
Türkçede bakış anlamına gelen Arapça kökenli nazar kelimesi, bakışlarında
zararlı güç bulunan bazı insanların bu özellikleriyle bir kişiye, bir hayvana
ya da bir nesneye bakmakla canlı üzerinde hastalık, sakatlık, hatta ölüm; nesne
üzerinde sakatlanma, kırılma gibi olumsuz bir etkinin meydana gelmesi şeklinde
açıklanmaktadır (Boratav, 1997: 103-104). Eskilerin “isabet-i ayn” adını verdikleri nazar inancı, bugün “nazar
değmek, nazara gelmek, nazara uğramak, göze gelmek, göze uğramak, göz değmek,
kem göz” gibi deyimlerle ifade edilmektedir.
Nazarın, sağlıklı ve gürbüz çocuklara; güzellikleri ve hünerleriyle dikkati
çekenlere; akıllı, zeki olup derslerini başarıyla veren öğrencilere; mesleğinde
başarılı olanlara; yeni ev, araba alanlara; kısmeti açık olanlara; mutlu
çiftlere vb. kişilere ayrıca iyi ürün veren tarla, bağ ya da bahçeye; güzel
görünümlü, hoş kokulu bitki ve çiçeklere; iyi süt veren ineklere; herkes
tarafından beğenilen bir ev eşyasına vb. varlıklara daha çok değdiğine
inanılır. Bu tür özelliklere sahip canlı ya da cansız varlıklara karşı,
herhangi bir kimsenin kıskançlık dolu gözlerle bakması, nazarın meydana
gelmesine neden olur.
Nazarı değen kişiler, söz konusu özellikler kendilerinde bulunmadığı için
kıskançlık duygusuna kapılırlar. Bu bakımdan halk arasında, değerli varlıklarını
ellerinden alacak tehlikeli kuvvetin, kötü niyetli kişilerin bakışlarından
geleceği inancı oluşur. Öte yandan nazar, kıskançlık gibi kötü duygulardan
gelebileceği gibi kişinin yakınlarına duyduğu aşırı sevgiden de
kaynaklanabilir. Bu tür nazardan en çok çocukların etkilendiğine inanıldığı
için, anne ve babaların çocuklarına karşı aşırı sevgi göstermeleri ya da
düşkünlükleri pek hoş karşılanmaz. Bu inanış gereği halk arasında “İnsana
sevdiğinin nazarı daha çok değer” sözü yaygın olarak kullanılır.
Nazarın halk hayatındaki yerini belirlemek için, nazara inanan kaynak
kişilerin anlatılarından birkaç örnek vermek yararlı olacaktır.
“Köyde gözleri çok güzel bir kız vardı.
Bu kıza ‘Gözüne sürme mi çekmişsin?’ diyen yaşlı Emine Teyze’nin nazarı değdi. Bu
sözün ardından kızın gözleri şişti, yüzünde yaralar çıktı. Komşu kadın bunun
nazar olduğunu anlayıp Emine kadının ocağından gizlice kül aldı. Genç kız bu
külü, suyla karıştırıp gözüne, yüzüne sürünce iyileşti.” (K.6)
“Yeni ev alan komşumuza hayırlı olsun
ziyaretinde bulunduğumuz bir sırada Zeynep Abla, ev sahibine duyurmadan
‘İnsanlarda ne şans var.’ dedi. Saatinde evin üç pencere camı çatlayıp
kırıldı.” (K.5)
Uzun yıllar çocuğu olmayan komşumuz
Zehra’nın çok güzel ve çok sağlıklı bir kızı oldu. Hastaneye gelen eltisi,
çocuğu çok beğenmiş, çok sevmiş. Kadının bu aşırı sevgisinden çocuğa nazar
değmiş. Çocuk ertesi gün hiçbir şey yokken aniden ölmüş.” (K.5)
“Bizim 15 tane ineğimiz vardı.
İçlerinden birisi çok güzel ve büyüktü, çok fazla da süt veriyordu. Kaynanamın
eniştesi bu ineği gördüğünde ‘Bu ne güzel inek’ deyip yemesi için ineğin önüne
armut döktü. İneğimiz armutları yerken içlerinden birisi boğazında kaldı ve
oracıkta öldü. İneğimize eniştenin nazarı değdi.” (K.11)
“Babamın teyzesinin bahçesinde çok güzel
ve çok meyve veren bir kayısı ağacı vardı. Birgün komşu kadınlardan birisi,
teyzemi ziyaret etmiş ve bu ağaca uzun uzun bakmış. Teyzemler, ertesi sabah
ağacı ikiye ayrılmış bir şekilde bulmuşlar.” (K.11)
“Yeni aldığım çay fincanı, daha ilk
kullanışımda kırıldı. Bu durum, o an odamda bulunan bir arkadaşımın nazarı
sonucu meydana geldi. Çünkü kendisinin, fincanıma hayran hayran baktığını
gördüm.” (K.24)
Bu anlatılardan da anlaşılacağı üzere inanışa göre; kişi, kendisinde
bulunmayan bazı özellikleri ya da mal-mülk gibi zenginlik unsurlarını
gördüğünde başkalarına gıptayla karışık kıskançlık duygularıyla bakmakta,
dolayısıyla bu kişilerin gerek kendilerine gerekse sahip oldukları ev,
bağ-bahçe, hayvan gibi değerli mal varlıklarına ya da küçük eşyalarına zarar
verebilmektedir. Bunun yanı sıra III. anlatıda olduğu gibi, insanlar bazen
kendilerinin veya yakınlarının çocuklarına karşı besledikleri sevgilerini
aşırıya varan davranışlarla göstermeleri sonucunda da nazar değdirebilmektedir.
Nazarla ilgili anlatıların sayısını arttırmak mümkündür. Bu anlatılar göz
önünde bulundurulduğunda; nazarın genellikle kırsal çevrelerde ve yoksul
insanlar arasında yaygın olduğu görülür. Bu insanlar arasında çok değer taşıyan
at, inek, ev, bahçe gibi unsurları ya da çok sevdiği çocuklarını kaybetme
korkusu, sürekli bir tedirginlik yaratmakta ve kötü gözlü kişilerin bakışlarına
karşı önlemler almaya sevk etmektedir. Öte yandan öğrenim durumu yüksek olup da
ekonomik açıdan daha iyi şartlara sahip kişiler arasında da, yoksul kesim kadar
olmasa da, nazar inancının bulunduğu dikkati çekmektedir. Üniversitede
araştırma görevlisi olan bir kaynak kişiden derlenen son anlatı, bu duruma
güzel bir örnektir.
Üniversitede ya da lisede okuyan gençlerle yaptığımız görüşmeler sonucunda
ise; bunlardan bir kısmının nazara inandığını bir kısmının da bu tür olayları
boş şeyler olarak gördüğünü tespit ettik. Nazara inanmayan gençler, olayların
asıl nedeninin başka sorunlardan kaynaklanmakla beraber halkın bunları nazarla
açıkladığını ifade etmektedir.
İncelemelerimizden yola çıkarak nazara en çok kadınların inandığını, bunu
erkeklerin ve gençlerin takip ettiğini söyleyebiliriz. Kadınların da özellikle
ekonomik, sosyal ve kültürel yönden alt seviyede olanları ile yaşlı kesimi
arasında nazarın yaygın olduğu görülmektedir. Bu insanlar, felâketlerle,
hastalıklarla, herhangi acı bir olayla karşılaştıklarında yoksulluktan
kaynaklanan çaresizlik nedeniyle nazara ve nazarla ilgili büyüsel işlemlere
sarılmaktadır.
Kaynak kişilerden edinilen bilgilere göre; nazar, gözle ya da sözle olmak
üzere iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Gözle nazar, kişinin karşısındaki canlı
ya da cansız herhangi bir varlığa kem gözle bakmasıyla meydana gelir. Sözle
nazarda ise kişinin beğenisini ya da imrenmesini sözle ifade etmesi gerekir.
Buna göre yukarıda verilen I, II ve IV no.lu anlatıda nazar sözle; V ve VI
no.lu anlatılarda ise gözle değmiştir. Dolayısıyla nazarın gözle mi yoksa sözle
mi meydana geldiği, ancak kişinin dikkatli bakışı veya hayranlık dolu sözleri
tespit edilebildiğinde anlaşılır.
Halk arasında özellikle mavi gözlü ya da gök gözlü insanların nazar gücünün
daha kuvvetli olduğuna inanılır. Ancak yeşil gözlü veya çakır gözlü kişilerin
nazarının değdiği de söylenir. Bunların yanı sıra Şanlıurfa’da uzun çeneli
insanların; Mardin’de ise kısa boyluların nazarı da yaygındır. Kendisinde nazar
gücü bulunanların; kötü niyetli, aç gözlü, kıskanç, görünümü saf ancak içi
kötü, gözü başkalarında olan kişiler olduğu belirtilir.
Kaynak kişilerden ve yazılı kaynaklardan edindiğimiz bilgilerden yola
çıkarak Türkiye’de nazarla ilgili pratikleri; “nazar değmeden önce yapılan
uygulamalar” ve “nazar değdikten sonra yapılan uygulamalar” olmak üzere iki ana
başlıkta toplayabiliriz.
Halk arasında nazar değmeden önce gerek canlı gerekse cansız varlıkları
nazardan korumak amacıyla çeşitli uygulamalar bulunmaktadır. Bunları şu şekilde
sıralayabiliriz:
Küçük çocukları ya da yetişkinleri nazardan korumak için alınan
tedbirlerden birisi; hocaya ya da bir din adamına “nazar muskası”
hazırlatmaktır. Kur’an’ın bir veya birkaç suresi yahut çeşitli duaların bir
kâğıda yazıldıktan sonra bunun üçgen şekline getirilip yedi kat muşambaya
sarılmasıyla yapılan muska, bir bez kılıf içerisinde omuzda, boyunda ya da koyunda
taşınır. Yatarken kullanılan yastığın altına konulduğu da olur. Bazı kaynak
kişiler ise, muskanın özellikle vücudun sağ tarafında taşınması gerektiğini
belirtir. Diğer taraftan muskayı hazırlayan hocaya emeğinin karşılığı olarak
kişinin ekonomik durumuna göre bir miktar para ya da buğday, arpa, un gibi
yiyecek türünden hediye vermek de âdettir.
Kaynak kişilerden alınan bilgilere göre; Kahramanmaraş, Adana, Mersin,
Elazığ ve Mardin’de hayvanlar için de nazar muskası yapılmakta ve bu muska,
hayvanın boynuna, boynuzuna ya da barındığı yerin uygun bir köşesine
asılmaktadır. Yine Kahramanmaraş’ta mahsulü bereketli olan tarlanın ortasındaki
ya da kenarındaki bir ağaca muska bağlandığı da görülmektedir.
Nazar muskasının yedi kat muşambaya sarılması; muskanın dış faktörlere
maruz kalmasını engelleyerek etkisini ya da gücünü zayıflatmamak için gerekli
bir uygulamadır. Bu işlemin yedi kez yapılması da dikkate değerdir. 3, 5, 7 gibi sayılar, gerek İslâmiyet
öncesi gerekse İslâmiyet sonrası dönemlerde kutlu ve uğurlu kabul edilmiş,
kendilerine birtakım mistik anlamlar yüklenmiştir. Burada da muskayı daha
etkili kılmak amacıyla söz konusu sayının kutsal mistik özelliğinden
yararlanıldığı görülmektedir.
Muskanın, vücudun sağ tarafında taşınmasına dikkat edilmesi ise; dinle
ilgili olup halk arasında kişinin sağ omzunda iyi amelleri yazan sol omzunda
ise kötü amelleri yazan meleklerin bulunduğuna, dolayısıyla sağ tarafın iyi sol
tarafın kötü güçlerin etkisinde kaldığına inanılmasıyla ilgilidir.
İslâm dininin büyü, fal, boncuk, muska gibi şeyleri yasaklamasına karşılık
Kur’an’ın ve herhangi bir bölümünün nazardan, hatta diğer bazı kötülüklerden
korunmak amacıyla kullanılmasının çeşitli nedenleri vardır. Bunları sırasıyla;
Kur’an’ın, Tanrı buyruğu olarak, doğaüstü kudretin sözü (kelâmı) olarak kabul
edilmesi; kendilerini hem dinin hem de büyünün etkisinden kurtaramayan
kişilerin, büyüyü dinî inançlarla karıştırarak kullanmaları; bu inanış gereği
Müslüman, Hıristiyan ya da Yahudi toplumlarında, büyücülükle uğraşan insanların
Kur’an, İncil ve Tevrat gibi kutsal kitapların sözlerini, Tanrı, melek,
peygamber vb. adları büyü sırasında kullanmakta herhangi bir sakınca
görmemeleri; bu işten maddî kazanç sağlayanların bu tür inançları
desteklemeleri şeklinde olmak üzere dört grupta toplayabiliriz (Çelik, 1974:
167-169).
Halk arasında herhangi bir özelliğiyle göze batan bir kişinin, bitkinin,
çiçeğin, hayvanın kısacası canlı cansız varlıkların hayranlıkla övülmesinin
ardından, nazar değme olayının meydana gelmemesi için, “maşallah”, “Nazar
değmez inşallah” gibi sözlerin söylenmesi istenir.
Bu konuyla ilgili olarak; “Balıkesir’de yeni doğan bebeği görmeye
gelenlerin “maşallah” dememesi halinde, bebeğe nazar değmesinden korkularak
misafirlerin bu konuda uyarılmaları, bazen bununla ilgili küçük çekişmelerin
yaşanması” olayı örnek gösterilebilir (Çelik, 1974: 173).
Bunun sözle ifade edilmesinin yanı sıra bazı kişilerin, maşallah yazılı
altın veya gümüş takıları, çocuklarının omzuna iliştirdikleri, boyunlarına ya
da bileklerine taktıkları görülür. Hatta yeni iş yeri açanlar, ev alanlar, yeni
evli çiftler, nazardan korunmak için, maşallah yazılı bir levhayı, resmi ya da
bir süs eşyasını gelenlerin rahatlıkla görebileceği bir yere asarlar.
Geçimlerini kamyon, minibüs şoförlüğü yaparak sağlayan bazı kişilerin de
araçlarının arkasında, camlarında nazar sonucu gelebilecek herhangi bir kazaya
uğramamak için maşallah levhasına ya da yazısına rastlamak mümkündür.
Bu yolla maşallah kelimesinin, beğenme duygusunu yansıtmakla birlikte
kıskançlıktan kaynaklanan nazara karşı kişileri ve diğer varlıkları koruduğuna
inanılır.
Nazarlık, nazarı uzaklaştırdığına ve etkisiz kıldığına inanılan mavi
boncuk, yedi delikli boncuk, kendiliğinden delinmiş taş, sarımsak, kartal
pençesi, hurma çekirdeği, yumurta kabuğu, kurban gözü, geyik boynuzu, çörek
otu, kuru karanfil, üzerlik vb. nesnelere verilen genel addır (Akalın, 1993:
247). Bunlardan bir kısmı üstte taşınmakta bir kısmı hayvanlara bağlanmakta,
bazısı da evlere veya bağ-bahçeye, tarlaya asılmakmaktadır.
Nazar Boncuğu
Halk arasında kıskançlık dolu ya da kötü niyetli bir bakışın etkisini
ortadan kaldırmak için yaygın olarak “nazar boncuğu”nun kullanıldığı görülür.
Mavi renkli olup üzerinde göz resimleri ya da çeşitli göz şekilleri bulunan bu
boncuk, çocukların kundağına, omzuna, yastığına iliştirilir; büyüklerin de
isteğe bağlı olarak boyunlarına, bileklerine hatta yüzük şeklinde olmak üzere
parmaklarına ya da kıyafetlerinin görünecek bir yerine takılabilir.
Nazar boncuğu sadece kişilere değil evlerin girişine; otomobil, kamyon,
otobüs gibi taşıtlara; hayvanların boyunlarına, boynuzlarına, alınlarına ya da
barınaklarına; bitki ve çiçeklere hatta
iyi mahsul veren bağ-bahçenin bir köşesine de asılabilir. Nazar değmesi
durumunda nazar boncuğunun kem gözleri üzerine çekerek çatladığına inanılır.
Aşağıdaki anlatı nazara karşı, nazar boncuğunun etkisini göstermesi
bakımından güzel bir örnektir:
“Kısa bir süre önce oturma odamızın takımlarını değiştirmiştik. Üst kat
komşularım hem hayırlı olsun hem de sohbet etmek için bana gelmişlerdi. Herkes
yeni takımları çok beğendiğini söyledi, sohbetler edildi, yemekler yenildi. Bir
süre sonra komşum Necmiye Hanım eşinin erken geleceğini söyleyip kalktı. Onu
diğer misafirlerimle birlikte kapıdan uğurladıktan sonra içeri girerken top
patlaması gibi bir ses duyduk. Salona girince sehpanın üstündeki mermerin ikiye
bölündüğünü vitrinin içindeki nazar boncuğunun da paramparça olduğunu gördük.”
(Çobanoğlu, 2003: 198).
Boncuğun özellikle göz şeklinde olması; J. Frazer’in büyü kanunlarından
biri olan “benzeşim kanunu” ile açıklanabilir. İlkel insanların birbirine
benzer şeylerin aynı olduğunu düşünüp korunma çareleri olarak kötü şeylerin
aynısını ya da benzerini kullanmaları, eşyanın veya canlıların benzerine
yapılan bir şeyin aslı üzerinde de aynı etkiyi bırakacağına inanmaları,
büyücülüğün benzeşim kanunu olarak tanımlanabilir. Kötü gözlerin tehlikesinden
korunmak için göze benzeyen nazarlıkların kullanılması da aynı düşünceden
kaynaklanmaktadır (Çelik, 1974: 177).
Nazar boncuğunun rengi mavidir, bu rengin etkili ve güçlü bakışa sahip gök
gözlü kişilerin gözlerinden gelen ışınları kendine doğru çekerek nazarı etkisiz
hale getirdiğine inanılır.
Diyarbakır ve çevresinde mavi renkli nazar boncuklarının yanı sıra
gösterişli, parlak boncuklardan yapılmış kolyelerin, bileziklerin de nazara
karşı kullanıldığı görülür (K.13). Bunlar dikkati kendilerine çektiği için kem
gözlülerin bakışından kişiyi korumaktadır.
Nazara karşı mavi boncuk kullanma, Türklerin eskiden beri uyguladıkları bir
yöntemdir. Eski Türkler “boncuk-moncuk” adını verdikleri değerli ve tılsımlı
taşı, kişinin veya atın boynuna, hatta sancağın tepesine takarak kötü ruhlardan
ya da kötü gözlerden korunmak istemişlerdir. Bu koruyucu boncuğun mavi olması;
Türkler arasında mavi gözlü kişilere çok seyrek rastlanması ve mavi gözlerin
olağanüstü güce sahip olduğuna inanılmasıyla ilgilidir. Bu inanış gereği
özellikle çocuklarını mavi gözlü kişilerden saklama gereği duymuşlardır (İnan,
1963: 3138). Böylelikle mavi gözlerden gelebilecek herhangi zararlı etkilerden
korunmaya çalışmışlardır. Günümüzde de mavi gözlülerden çekinme ve onların kem
bakışlarını etkisiz kılmak için mavi boncuk kullanma eskiden olduğu gibi yaygın
bir şekilde varlığını devam ettirmektedir.
El Şekli
Halk arasında madenden yapılmış el şeklindeki nesneler de nazarlık olarak
kullanılmaktadır. Mersin ilinde evlerin hemen girişine, üzerine insan gözü
çizilen ya da mavi göz boncuğu yapıştırılan, bakırdan yapılmış bir elin
asıldığı görülür.
Beş parmağı açılmış el resminin nazara karşı bir korunma aracı olarak
kullanılması, dünyanın çeşitli yerlerinde görülen yaygın bir gelenektir.
Ülkemizin birçok köşesinde de köy evlerinin duvarlarında el resimlerine
rastlanmaktadır. Bununla “elemtere fiş, kem gözlere şiş”, “beş parmağım gözüne”
sözleriyle de anlam kazandığı üzere, kötülük getirmesi ihtimali olan gözleri,
oyma tehdidi ile korkutmak ve eli, nazara uğrayacak kişi ile zarar verecek
kişinin bakışı arasına koyarak bir engel oluşturmak istenmiştir. (Boratav,
1997: 122). Göze yöneltilen sivri şeylerle kötü bakışlara karşı çıkılmak
hedeflenmiştir.
Nal
Tokat’ın köylerinde nazarlık olarak at ve eşek nalı sıkça kullanılır. Nalın
bulunmadığı durumlarda nal şeklindeki madenlerden ya da üzerine mavi boncuk
yapıştırılmış plastik nallardan yararlanılır. Bunlar genellikle evlere,
arabalara asılır. Asıl eşek veya at nalları da birkaç boncukla beraber
hayvanların boyunlarına takılır (Çelik, 1974: 182).
Adana, Mersin, Hatay, Şanlıurfa ve Gaziantep illerinde de evlere at nalının
asıldığı görülür.
Nazarlık olarak kullanılan nal, şekil bakımından kimi zaman kaşlarla
beraber bir göze benzetilir (Çelik, 1974: 183). Dolayısıyla kem gözlerin
bakışını kendi üzerine çekerek nazarı önlediğine inanılır.
Kaplumbağa Kabuğu
Gaziantep, Kahramanmaraş, Elazığ ve Mersin’de evlerin bahçesinde herkesin
görebileceği bir yere kaplumbağa kabuğu asılır. Aynı şekilde Mersin ve
Osmaniye’de bağ-bahçedeki mahsulleri nazardan korumak için buralara da
kaplumbağa kabuğunun asıldığı görülür .
Kaplumbağa kabuğunun şekil bakımından göze benzemesi nazarlık olarak
kullanılmasında etkili olmuş olabilir (Boratav, 1997: 121).
Hayvan Kafatası
Mersin, Hatay ve Diyarbakır’da mahsulleri nazardan korumak için bağ-bahçe
ya da tarlanın içine bir sırık üzerinde at, eşek, koyun, inek, köpek gibi
hayvanlardan birinin kafatası dikilir . Elazığ’da ekinler için bir hayvan
kafatası ya da bunun yerine insan kılığındaki bir korkuluğun kullanıldığı
görülür . Osmaniye’de ise tarlanın içinde kafatasıyla beraber bir de dikenli
çalı asılır.
İskelet halindeki hayvan kafatası ile insan şeklindeki korkuluk, dikkati
kendi üzerlerine çekerek nazarı etkisiz hale getirmektedir. Bunların yanında
bir de dikenli çalının kullanılması, el şeklindeki nazarlık örneğinde olduğu
gibi, kötü gözlere sivri şeyler yönelterek tehlikeli bakışlara karşı koymak
düşüncesiyle ilgili görünmektedir.
Kaynaklardan edinilen bilgiye göre; eski Türklerin de bostanlarını nazardan
korumak için bağ-bahçelerine bostanlık korkuluğu ya da kazıklara geçirilmiş at
kafatası diktikleri tespit edilmiştir. Kuzey Kafkas Türkleri, mahsullerini
yetiştirdikleri alanlara, sırıklara geçirilmiş at kafası dikmiştir. Yine
Türkistan’da Kazak-Kırgızlarda, Başkurtlarda nazar ve kötü ruhlara karşı
korunma tılsımı olarak at kafası kullanılmıştır. Başkurtlar özellikle arı
kovanlarının bulunduğu yerlere bunlardan koymuşlardır. Çuvaş Türkleri de bağ ve
bostanlarına at kafası asmıştır. Kurban edilen hayvanların kafataslarını asma
geleneği, Göktürklerde de 8. yüzyılda görülmüştür (İnan, 1963: 3138).
Türkiye’de bu geleneğin bugün de, İslâmiyet öncesi dönemlerde olduğu gibi,
nazardan korunma amacıyla çeşitli yerlerde kullanıldığı dikkati çekmektedir.
Koç Boynuzu
Mersin’de evlerin
kapısına nazara karşı koç boynuzu asılır .
Koç boynuzunun sivri uçları, tehlikeli bakışlara karşı koyması bakımından
önem taşımaktadır.
Çan
Diyarbakır’da
hayvanları nazardan korumak için boyunlarına çan bağlanır .
Boyuna asılan çan, ses çıkardıkça dikkati kendi üzerine çekecek ve bu yolla
hayvanı kötü bakışlardan koruyacaktır.
Delikli Taş
Mersin’de ortası delik bir taş bulunup boyuna asılırsa, o kişiye nazar
değmez; bu taş eve asıldığında hem o evde yaşayanlar hem de ev nazardan
korunmuş olur . Gaziantep ve Kahramanmaraş’ta da özellikle yeni evlerin önüne
kendiliğinden delinmiş taşlar asılır .
Delikli taş da
dikkati üzerine çeken nazarlıklardan biridir.
Civa
Hatay’da bazı kişiler nazardan korunmak için yanlarında civa taşır. Nazar
değmesi durumunda civanın karardığına ve bu yolla kişiyi nazardan koruduğuna
inanılır .
Çukurova yöresinde ise civa küçük bir şişeye konularak üstte taşınır. Eğer
civayı taşıyan kişi göze gelirse, şişe kendiliğinden patlar ve civa dağılır
(Tosunbaş, 1976: 7807).
Kem gözlerin bakışını üzerine çeken civanın kararması ya da içinde
bulunduğu şişeden dağılması, kişinin nazardan korunmuş olduğuna işarettir.
Şap (Seğe)
Şap da kötü bakışları kendisine çeken nazarlıklardan biridir. Adana, Mersin
ve Hatay’da, şap bir beze sarılarak üstte taşınır ya da evin bir köşesine
asılır. Şap kötü niyetli bakışlara maruz kaldıkça kendiliğinden erir .
Yumurta Kabuğu
Yumurta kabuğu, özellikle çiçekleri ve bitkileri nazardan korur. Adana,
Mersin, Hatay ve Mardin’de bir yumurtanın içi boşaltılıp kabuğu çiçeklerin ya
da bitkilerin dalına asılır. Bazen bu kabuğun yanına mavi boncukların
bağlandığı da olur .
Yumurta kabuğu da
kötü bakışları üzerinde toplayan bir nazarlık çeşididir.
Çeşitli Bitki, Ağaç Dalı, Yiyecek ve Birtakım Nesnelerden Yapılan
Nazarlıklar
Adana’da karaçalı adı
verilen bitki, iğde dalı ve sarımsak başı, bezin içine sarılır ve üstte taşınır
.
Osmaniye ve Afyon’da iğde
ağacının dalından ve çekirdeğinden bilezik ya da kolye yapılıp takılır .
Kahramanmaraş’ta iğde
ağacının dalı kesilir, çentiklerle süslenip içi delinerek ipe dizilir ve bitki
ya da çiçeğe asılır .
Gaziantep ve Mersin’de
üzerlik (yüzerlik) otunun taneleri ipe dizilerek boyuna ya da bileğe takılır .
Hatay’da bir miktar
zencefil, sarımsak, soğan ve tuz beze sarılarak üstte taşınır .
Gaziantep’te soğan,
sarımsak kabukları ile üzerlik otu bir bezin içinde sarılı olarak üstte taşınır
.
Çorum’da cepte bir miktar
çörek otu taşınır .
Diyarbakır’da dikenli bir
ot evin duvarına asılır .
Afyon’da ham incir
koparılır ve iki üç tane mavi boncukla beraber bir ipe dizilip çocukların
omzuna asılır .
Mersin’de evlerin kapısına
buğday başağı asılır .
Diyarbakır’da evin giriş
kapısının üstüne buğday ve arpadan bir tutam yapılıp asılır .
Kahramanmaraş’ta bir miktar
çörek otu ile sarımsak beze sarılarak hayvanların boynuna asılır .
Mersin’de tuz, soğan ve
sarımsak kabuğu ile tavuk pisliği bir beze sarılarak üstte taşınır .
Mardin’de diken, iğne,
iplik ve hayvan pisliği bir beze sarılıp nazar boncuğu ile beraber evin dış
kapısına asılır .
Osmaniye’de tavuk ya da
güvercin pisliği bir beze sarılarak eve asılır . Kaynak kişilerin eskiden beri
büyüklerinden gördükleri şekilde uyguladıklarını
söyledikleri bu yöntemler,
kötü bakışa karşı gelmek ya da nazarı çektiğine inanılan nesnelerle nazarı
önlemek amacıyla başvurulan büyüsel pratikler arasındadır.
Halk arasında bazı kişilerin gerek kendilerini gerekse hayvanlarını
nazardan korumak için birtakım davranışlarda bulundukları görülmektedir.
Bunlardan bazıları şu şekilde sıralanabilir:
•
Mersin’de güzel çocukların yüzüne is
sürülür .
•
Gaziantep’te gösterişli çocukların yüzüne
kül sürülür .
•
Diyarbakır’da killi toprak sulandırılarak
çamur haline getirilir ve hayvanların alınlarına sürülür .
•
Kahramanmaraş, Hatay ve Mersin’de nazar
değmemesi için iç çamaşır ters giyilir .
•
Hatay’da giysi altına çengelli iğne
takılır .
•
Mersin’de nazar değdireceğinden korkulan
kişi ile karşılaşıldığında konuşmaya ondan önce başlanır .
•
Hatay’da nazarından korkulan kişilerin
sözleri ya da bakışlarından sonra el parmakları çıtlatılır veya
hissettirilmeden kalça kaşınır .
•
Kahramanmaraş’ta nazarı kuvvetli kişilerin
oturduğu yere kendisi gittikten sonra tükürülür .
•
Diyarbakır’da nazarı kuvvetli olan
misafirlerin ayakkabı ölçüleri gizlice bir iple alınır ve onlar gittikten sonra
bu ip yakılarak kokusu evin her köşesine gezdirilir .
Bu ve buna benzer büyüsel işlemlerin temelinde aslında belirli nedenler
bulunmaktadır. Buna göre gösterişli ve güzel çocukların yüzlerine is ya da kül
ile boyama, aynı şekilde hayvanların alınlarına çamur sürme; onlara pis, çirkin
veya korkutucu bir görünüm vererek kötü gözlü kişilerin bakışından korumak için
yapılmaktadır. Bazı kişilerin iç çamaşırlarını ters giymesi ise büyük ihtimalle
nazar değme durumunu tersine çevirmek bir başka deyişle kötü bakışları sahibine
yöneltmek içindir. Çengelli iğnenin de, civa ya da şap gibi, nazarı kendisine
çektiğine, sivri ucuyla da kötü bakışlara karşı geldiğine inanılmaktadır. Nazar
değdireceğinden şüphe edilen kişiyle karşılaşıldığında ondan önce konuşmaya
başlamak da aslında yine bu bakışlara karşı gösterilen bir savunmadır. Nazarı
kuvvetli kişilerin oturduğu yeri tükürme de bu kişilerin gücünü pisleme,
kötüleme, aşağılama ile yok etme isteğinden kaynaklanmış olmalıdır. Nazarı
güçlü kişilerin ayakkabısını ölçmede kullanılan ipin yakılıp kokusunun evde
dolaştırılmasıyla da hem nazar değdirebilecek kişinin bu gücünü ortadan kaldırmak
hem de evin içinde gizlenmesi mümkün kötülükleri kovmak istenmektedir.
Halk arasında neşeli ve sağlıklı çocukların birdenbire hastalanması,
sürekli ağlaması, iştahtan kesilmesi; bazı kişilerin baş ağrısı, vücut
kırgınlığı, halsizlik, iç sıkıntısı gibi şikâyetlerde bulunması; evli çiftler
arasında sık sık kavgaların yaşanması; yeni alınan bir aracın kaza yapması;
beklenmeyen ölüm olaylarının gerçekleşmesi; evdeki herhangi bir eşyanın
kırılması ya da bozulması; tarla, bağ ve bahçedeki ürünün her zamankinden daha
az olması; çiçeklerin sararıp solması, bazen kuruması; hayvanların huysuzluk
yapması, eğer süt veriyorsa sütünün azalması, aniden hastalanması ya da ölmesi
vb. çeşitli olaylar, nedeni her ne olursa olsun, nazar değmesi olarak
açıklanır. Bu gibi olayları engellemek için çeşitli nazarlıkların
kullanılmasının yanı sıra özellikle insanlarda ve hayvanlarda meydana gelen söz
konusu olumsuzluklardan kurtulmak, bir başka deyişle onları iyileştirmek için
birçok büyüsel işlem de yapılır.
Nazar değmesi durumunda birtakım büyüsel işlemlerin niçin yapıldığı sorusu
kaynak kişilere yöneltildiğinde; bunları atalarından, büyüklerinden
öğrendikleri, nazara iyi geldiği görüldüğü için kendilerinin de kullandıkları
cevabı alınmıştır. Bu işlemlere rağmen insan ya da hayvanın iyileşmemesi ya da
ölmesi sonucunda ise nazarın çok kuvvetli olduğu, söz konusu canlı varlığın
içine kadar işlediği için artık herhangi bir şeyin yapılamayacağı, bunların
vadelerinin yetmiş olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla gerçekleştirilen büyüsel
işlemlerin yetersizliğiyle ilgili herhangi bir inanış söz konusu değildir.
Türkiye’de nazar değmesi sonucunda yapılan bu büyüsel işlemleri şu şekilde
sıralayabiliriz:
KURŞUN DÖKME
Nazara karşı kurşun dökme, halk arasında yaygın olarak uygulanan bir
gelenektir. Bu işi her köyde ocak adı verilen ve hastalığı (burada nazarı)
tedavi etme gücüne sahip kişiler yapmaktadır. Ocak, anadan kıza “el vermek”
suretiyle aktarılabilmektedir.
Kurşun dökme işi, farklı yerlerde birbirine benzer şekillerde
yapılmaktadır. Kurşun, bir kepçenin ya da küçük bir tavanın içine konup ateşte
eritilir. Diğer taraftan hasta dizüstü oturtulur ve başına bir tülbent örtülür.
Eritilen kurşun, birtakım dualar ya da çeşitli sözler eşliğinde, hastanın başının
üstünde tutulan içi su dolu kaba boşaltılır. Kurşunun suyun içinde aldığı
şekillere bakılarak nazarı değdirenin cinsiyeti, fiziksel özellikleri vb.
hakkında yorumlarda bulunulur. Kurşunun ateşte eritilip suya dökülmesi işi, üç
kez tekrarlanır. Daha sonra kaptaki suyla hastanın yüzü üç kez yıkanır ve bu su
ayak basılmayan bir yere dökülür. Nazar ocağına, emeğinin karşılığı olarak bir
miktar para verilir.
Gaziantep’te kurşunun eritildiği ateşin üstüne üzerlik otu, soğan kabuğu ve
bir miktar tuz da atılır, bunların kokusu bütün odayı kaplar. Kurşunun
döküldüğü sudan hastaya içirilir, ellerine ayaklarına da sürülür. Kalan su, bir
dört yol ağzına dökülür ve suyu döken kişi arkasına bakmadan geri döner. Kurşun
dökme işi, genellikle çarşamba, perşembe ve cuma olmak üzere üç gün arka arkaya
yinelenir .
Şanlıurfa’da ise bu
işlem bir kez o da kutsal kabul edilen cuma günleri yapılır .
Siirt’te kurşunun suyun içinde aldığı şekle bakarak nazar değdiren kişi
bulunmaya çalışılır. Eğer bulunabilirse bu kişinin saç teli gizlice alınıp
yakılarak kokusu nazar değenin içine çektirilir, bunun nazara iyi geleceğine
inanılır. İçine kurşun dökülen su, üç yol ağzına dökülür. Kurşun dökme işlemi,
üç çarşamba arka arkaya yinelenir .
Diyarbakır’da ise kurşunun dökülmesi sırasında “Elemtere fiş kem gözlere
şiş”, “Nazarı çürüsün”, “Nazarı değenlerin gözü çıksın” şeklinde sözler
söylenir. Kurşunun suda patlama sesleri çıkarması ise nazarın çok şiddetli
olmasına yorulur .
Tekirdağ’da bir tasın içine üç parça kömür, birkaç ekmek parçası, biraz su
konur. Bu tas hastanın başı üzerinde tutulur, eritilmiş kurşun da “Benim elim
değil Ayşa Fatma Anamızın eli” denilip besmele çekilerek içine dökülür. Kurşun
parçaları, kömürün üzerinde şekil alırsa hastalık tehlikeli, ekmeğin üzerinde
olursa hafif demektir. Suya dökülen kurşun tek parça halinde kalmaz, dağılarak
parça parça şekil alır. Eğer ince ince iğne gibi olursa hastanın sancısı,
ağrısı şiddetli; dağınık halde olursa hastalık hafif geçer. Bazen kurşunun bir
tabut halinde ya da hepsi bir arada top halinde görüldüğü de olur. Böyle
durumlarda hastalığın çok ağır olduğu anlaşılır. Kurşun üç kez baş, üç kez
karın, üç kez de dizlerin üstünde dökülür. Kurşun dökme işi tamamlanınca
hastaya bu sudan üç yudum içirilir. Ardından hastanın başından kaşık atılır.
Kaşığın açık tarafı yukarı doğru gelecek şekilde düşmesi hastanın
iyileşeceğine, ters düşmesi ise ağırlaşacağına işarettir. Daha sonra bu tas
dışarı çıkarılır, içindeki ekmek kedi veya köpeğe yedirilir, suyu da yine
bunların üzerine dökülür. Tas, birkaç gün dışarıda bırakılır. Kurşun ise bir
beze sarılarak üç gün hastanın yastığının altında tutulur, bu süreden sonra
denize veya dereye atılır (İşçiler, 1962: 2718). Halk arasında suyun bütün
kötülükleri, pislikleri alıp götürdüğü inancı yaygındır.
Mersin’de kaptaki suyun içine bir miktar demir para, üç dört tane demir
kaşık ile biraz da tuz konur. Buradaki para daha sonra ocaklıya verilir.
Kurşunun suyun içinde aldığı şekil sala (tabuta) benzerse hastanın öleceğine
inanılır. Kaptaki su daha sonra ayak değmeyen bir yere dökülür ve arkaya
bakılmadan geri gelinir .
Kaptaki suyun ayak değmedik yerlere dökülmesi, üzerinde dualar ya da
çeşitli büyüsel sözler söylendiği için kutsal kabul edilmiş olmasından
kaynaklanabilir. Yine bu suyun üç ya da dört yol ağzına dökülmesi, hastaya bu
yollardan geleceğine inanılan şifa, güç ve enerji beklentisidir. Suyu dökenin
arkasına bakmasının yasaklanması ise hastalığın geri gelip tekrar kişiye
geçmesini engellemek için yapılan bir uygulamadır.
Kurşun dökme sırasında bazı pratiklerin üç kez yinelenmesi ise, halk
arasında 3, 5, 7 vb. sayılara yüklenen kutsal ve mistik anlamla ilgilidir. 3
sayısı inanışa göre; yapılan işlemin etkisini ve gücünü arttıracaktır.
KÖZ SÖNDÜRME
Köz söndürme, kimin nazar değdirdiğini bulmak amacıyla hastanın annesi,
ablası, teyzesi gibi yakınları tarafından yapılan bir uygulamadır. Nazar
değdiren kişinin bu yolla tespit edilmesi, kimi zaman hastayı iyileştirme
amaçlı bazı büyüsel işlemleri de beraberinde getirmektedir.
Trabzon’da genişçe bir kap, su ile doldurulur, ocaktan alınan közler, o gün
eve gelen ve kendisinden şüphe edilen misafirlerin isimleri tek tek söylenip
“Nazar ettiyse batsın” denilerek suya atılır. Her bir misafir için ayrı ayrı
suya atılan köz parçalarından hangisi “cızzz” diye ses çıkarır ya da kömür
halinde suyun dibine batarsa o kişinin nazar değdirdiğine inanılır. Nazar
değdirenler birden çok ise en çok ses çıkaran ve en dibe inen köz sahibi,
keskin nazarcı olarak kabul edilir. Bu işlemler sırasında kömürlerin birbirine
karıştırılmamasına özen gösterilir. Bu yolla nazar değdiren bulunduktan sonra
onun hakkında nazarcıdır yargısına varılıp kendisinden sakınılmaya başlanır.
Kaptaki közler, iyice söndükten sonra içindeki suyun bir kısmı hastaya, üç
sabah aç karnına içirilir, sonra yüzüne gözüne sürülür, ağrıyan yerleri
yıkanır. Üçüncü günün sonunda kalan su, içindeki kömürle beraber hasta
tarafından, dışarıda aşağı doğru eğilip yanlarına açtığı bacakları arasından
arkaya bakmadan geriye doğru savrulur. Nazarın bu su ile savrulup gittiğine
inanılır (Yılmaz, 1968: 5010).
Adana’da suya atılan her köz için bir isim söylenir. Közün suyun üstünde
kalması ismi söylenen kişinin nazarının değmediğine, dibine batması ise nazar
değdirdiğine işarettir.
Mersin’de ise hangi isim söylendiğinde suya atılan közden güçlü bir cızırtı
sesi gelmişse o kişinin nazar değdirdiğine inanılır. Bu işlemin ardından
kaptaki sudan hastaya içirilir, vücuduna serpilir ..
Közün suya atılmasıyla ortaya çıkan seslerle, nazarın bozulacağına ve kem
gözlerin patlayacağına inanılır.
TÜTSÜLEME
Halk arasında nazar değen kişileri iyileştirmede kullanılan bir başka
yöntem tütsü yakmaktır. Tütsü için genellikle üzerlik otu, bunun yanı sıra
çörek otu, tuz, kuru karanfil vb. kullanılabilir.
Osmaniye’de bir tavanın içine biraz köz, bunun da üzerine üzerlik konur.
Üzerlikten çıkan duman hastaya koklatılır, ardından evin içinde dolaştırılır .
Adana’da içine üzerlik konulan bir tava ağzı kapalı olarak ateşte tutulur.
Üzerlik patlamaya başlayınca tava ocaktan indirilip kapağı açılır ve böylece
çıkan dumanın nazara uğramış kişiye doğrudan yönelmesi sağlanır. Bebekler,
küçük çocuklar, tütsünün üzerinden geçirilir veya tütsü kabı onların etrafında
dolaştırılır. Daha sonra bu kap evin içinde gezdirilerek kalan son dumanla ev
tütsülenir. Evin tütsülenmesiyle nazarın ortadan kaldırılmasının yanı sıra bir
köşede saklanmış olan cinlerin de üzerlik tütsüsü sayesinde evden kaçacağına
inanılır (Akalın, 1993: 257).
Ali Rıza Yalman’dan edinilen bilgiye göre Tarsus’ta (Mersin) en az yedi
tane üzerlik, üç tane çörek otu, üç tane kekik otu ve üç tane tuz parçası
alınıp bir miktar balmumu ile iyice ezilip hamur haline getirilir, ardından
ateşe atılarak buğusu çıkartılır. Bu buğu ile hastalar, nazara uğramış, cine
periye tutulmuş kişiler tütsülenerek iyileştirilmeye çalışılır (Yalman, 1977:
495).
Yine Mersin’de bir miktar közün üstüne üzerlik ve nazar değdiren kişinin
elbisesinden gizlice alınan bir parça atılır ve bunların dumanı hastaya
koklatılır, birazı evin içinde gezdirilir (K.12).
Gaziantep’te üzerlik ve bir miktar tuz bir kabın içinde ateşe konur. Kimi
zaman üzerlik otu ve tuzun yanında soğan ve sarımsak kabukları da tütsülemede
kullanılır (K.7).
İstanbul’da üzerlik, çörek otu, kuru karanfil, kâbe süpürgesi, günlük hepsi
bir arada tütsü için kullanılır (Bayrı, 1955: 1107).
Diyarbakır’da ise siyah susam ateşte kavrulur ve kokusu hastaya koklatılır,
ardından evin içinde dalaştırılır .
Afyon’da üzerlikle yapılan tütsünün nazar değen hayvanların
iyileştirilmesinde de kullanıldığı görülür. Burada tütsü üç defa hayvanın
etrafında gezdirilir, altından geçirilir .
Tütsü için genellikle üzerliğin kullanılması, dumanının bol olması ve
tohumlarının yanarken çatlayıp ses çıkarmasından dolayıdır. Çıkan bu seslerle
nazarı değen kişinin nazarının bozulacağına ve gözlerinin patlayacağına
inanılmaktadır. Bu inancın tütsüleme sırasında söylenen; “Azara bozara / Kem
gözler karara” ya da “Hazara huzara / Öküz gelmiş pazara / ...’ye nazar edenin
/ İki gözü bozara” vb. tekerlemelerde de ifade edildiği görülmektedir (Akalın,
1993: 257).
Tütsü, Türk topluluklarında eskiden beri tedavi ve büyü, nazar gibi çeşitli
tehlikelerden korunma amacıyla uygulanan bir gelenektir. Nitekim Aksu şehrinde
bir şaman ayinini izleyen S. Malov, bu ayini yöneten bakşının yaptığı tütsü ile
kötü ruhları kovarak hastayı iyileştirmeye çalıştığını belirtmiştir (İnan,
1986: 111-112). Bugün de özellikle kırsal çevrelerde çeşitli bitkilerin
tütsüleme yoluyla nazarın tedavisinde ya da evin içindeki kötü ruhların
kovulmasında kullanıldığı görülmektedir.
TUZ DOLANDIRMA
Nazara uğrayanların
iyileştirilmesinde uygulanan bir başka yöntem tuz dolandırmadır.
Aydın’da kendisine nazar değen kişinin annesi, kız kardeşi vb. bir yakını
ya da akrabası, avucunun içine bir tutam tuz alır, bu tuza bir kez “Fâtiha” üç
kez de “İhlâs” sûresini okur, ardından tuzu hastanın başının etrafında üç kez
dolandırıp ocaktaki ateşe atar. Ateşe atılmadan önce ise başta hasta olmak
üzere orada bulunanlara bu tuzdan birer kez yalatılır. Ocakta yanan tuzdan
çıtırtı sesleri gelir (K.19).
Kahramanmaraş ve Elazığ’da bu işi yörenin yaşlı kişisi yapar ve tuz ateşe
atılırken “Gözü değenin gözleri yansın” denilir (K.3, K.10).
Sivas’ta ise tuz
ateşe atılmadan önce üç kişiye yalatılır (K.17).
Burada da üzerlik otunun ateşte “pat pat” ses çıkarmasında olduğu gibi,
tuzun da çıtırtı sesleriyle yanması, nazar değirenin gözlerinin yandığına
işarettir. Bazı yörelerde tuzun okunması, dinî ve büyüsel işlemlerin bir arada
uygulandığını göstermesi bakımından önemlidir.
DİĞERLERİ
•
Gaziantep, Malatya ve Hatay’da nazar
değdiren kişinin ocağının külünden gizlice alınır, bu kül suyla karıştırılıp
nazara uğrayana içirilir.
•
Adana, Mersin, Osmaniye, Malatya ve
Diyarbakır’da nazar değdirenin elbisesinden gizlice bir parça alınıp yakılır,
bunun dumanı hastaya koklatılır .
•
Malatya’da nazar değdiren kişinin haberi
olmadan kapısından bir kıymık alınıp yakılır, bunun kokusu hastaya koklatılır .
•
Gaziantep ve Mersin’de nazarcı kişinin
bastığı topraktan alınıp nazara uğrayana yalatılır .
•
Mersin’de nazarcı kişinin evinden gizlice
tuz alınıp ateşte yakılır (K.18). Yine bu ilde, nazar değdiren kişinin abdest
aldığı su, habersizce alınır, nazara uğramış olanın üzerine serpilir .
•
Sivas’ta nazar değdiren belli ise,
ocağından gizlice kül alınır ve nazara gelen hayvanın içtiği suya atılır .
•
Mersin’de nazara gelen hayvanlar, bir
ırmaktan üç kez geçirilir .
Nazar değdiren
kişinin haberi olmadan ocağındaki külünden, evindeki tuzundan,
üstüne bastığı topraktan, kapısından veya elbisesinden bir parça alınıp
yakılması, dumanıyla hastanın tütsülenmesi ya da abdest alınan sudan üstüne
serpilmesi; J. Frazer’in ortaya koyduğu büyünün “temas kanunu”yla
açıklanabilir. Bir defalığına da olsa bir kere birbirleriyle temas etmiş
şeylerin uzakta olsalar dahi yine temas halinde düşünülmesi olayı büyücülükte
bu kanunla açıklanabilir (Çelik, 1974: 178). Bu kanuna uygun olarak nazara
uğramış olan kişinin iyileştirilebilmesi için nazarcının herhangi bir
eşyasından yararlanılmaktadır.
Nazara gelmiş hayvanların ırmaktan geçirilmesi de, daha evvel de
değinildiği üzere, halk arasında suyun temizleyicilik, arındırıcılık
özelliğinin bulunduğuna inanılmasıyla ilgilidir.
İnsanoğlu, eski dönemlerden günümüze kaza, hastalık, ölüm ya da herhangi
olumsuz bir etki yarattığına inandığı nazardan korunmak için çeşitli yöntemlere
başvurmuştur. Bununla ilgili olarak halkımız tarafından da nazara karşı koymak
için “koruyucu” özelliği bulunan çeşitli nazarlıkların yanı sıra “iyileştirici,
tedavi edici” birtakım büyüsel işlemler yapılmaktadır. Söz konusu nazarlık ve
büyüsel işlemler, kimi zaman dinî unsurların etkisinde uygulanmasına karşılık
genellikle eski geleneklere bağlıdır. Bir başka deyişle kökü eski inanışlara
dayanmakta olup yüzyıllardır ataların uyguladıkları, onlardan görünüp
öğrenildiği şekliyle sürdürülmekte ve bunların tartışmasız nazara iyi geldiğine
inanılmaktadır.
Günümüzde nazar inancının ekonomik, sosyal ve kültürel yönden az gelişmiş
kesimlerde yaygın olarak varlığını sürdürdüğü görülmektedir. Öte yandan öğrenim
durumu yüksek ve ekonomik açıdan daha iyi durumda olanlar, günlük yaşamlarında
geleneksel yani kırsal çevrelere oranla daha akılcı yolu benimsemiş olsalar da,
nazara inanmakta, günlük eylem, davranış ve tutumlarında, çok yoğun olmasa da,
bu inancın etkisini taşımaktadırlar. Dolayısıyla nazar ve nazarlık inancı, hemen
her kesimde yaygın olarak geçerliliğini korumaktadır.
Akalın (Şükrü Halûk), 1993, “Üzerlik”, II. Uluslararası Karacaoğlan ve
Çukurova Halk Kültürü Sempozyumu 20-22 Kasım 1991 Adana, Bildiriler, Adana,
Çukurova Üniversitesi Basımevi, s.247-260.
Bayrı (Mehmet Halit), 1955, “İstanbul Folkloru: Nazar ve Nazarlık”, Türk
Folklor Araştırmaları, Y.6, C.3, S.70, Mayıs, s.1107-1108.
Boratav (Pertev
Naili), 1997, 100 Soruda Türk Folkloru, 4. b., İstanbul, Gerçek
Yayınevi. Çelik (İsmail), 1974, “Nazar, Nazarlık ve İlgili Büyüsel İşlemler”, B.Ü.F.K.,
Boğaziçi Üniversitesi Halkbilimi Yıllığı 1974, s.155-184.
Çobanoğlu (Özkul), 2003, Türk Halk Kültüründe Memoratlar ve Halk
İnançları, Ankara, Akçağ Yayınları.
İnan (Abdülkadir), 1963, “Nazarlıklar”, Türk Folklor Araştırmaları,
Y.15, C.8, S.169, Ağustos, s.3138.
İnan (Abdülkadir),
1986, Tarihte ve Bugün Şamanizm, III. b., Ankara, TTK Yayınları.
İşçiler (Salim Sami), 1962, “Tekirdağ’ında İnanışlar: Kurşun Dökme, Nazar
Okuma, Yakı”, Türk Folklor Araştırmaları, Y.13, C.7, S.154, Mayıs,
s.2718.
Koşay (H. Z.), 1956, “Etnoğrafya Müzesindeki
Nazarlık, Muska ve Hamailler”, Türk Etnografya Dergisi, S.1.
Örnek (S. Veyis),
1966, Sivas ve Çevresinde Hayatın Çeşitli Safhalarıyla İlgili Batıl
İnançların ve Büyüsel İşlemlerin Etnolojik Tetkiki, Ankara, A.Ü. DTCF
Yayınları. Tosunbaş (Müyesser), 1976, “Çukurova’da Nazardan Korunma
Pratikleri”, Türk Folklor Araştırmaları, Y.28, C.17, S.328, Kasım,
s.7807-7809.
Westermack (Edward), 1961, Nazar Değmesi İnancı, Ankara,
Yeni Matbaa.
Yalman (Ali Rıza),
1977, Cenup’ta Türkmen Oymakları, II, Haz. Sabahat Emir, Ankara, KB
Yayınları.
Yılmaz (Salih),
1968, “Akçaköy Folkloru: Gözalmak ve Közsöndürmek”, Türk Foklor
Araştırmaları, Y.19, C.11, S.228, Temmuz, s.5009-5010.
Sözlü kaynakların
künye bilgisi, “adı-soyadı, doğum tarihi ve yeri, öğrenim durumu, mesleği”
şeklinde sıralanmıştır.
K.1: Kamuran Taylan,
1955, Viranşehir / Şanlıurfa, ilkokul, ev hanımı.
K.2: Cemile Yağız,
1940, Gaziantep, yok, ev hanımı.
K.3: Döne Cacık,
1948, Çınarlı Köyü / Pazarcık / Kahramanmaraş, yok, ev hanımı.
K.4: Yurdagül
Özsaraç, 1952, Çorum, ortaokul, ev hanımı.
K.5: Nurcan Teker,
1960, Hatay, lise, ev hanımı.
K.6: Vesile Girgin,
1930, Siirt, yok, ev hanımı.
K.7: Nevin Akgöz,
1964, Adana, lise, ev hanımı.
K.8:Aybeniz Teker,
1969, Mersin, lise, ev hanımı.
K.9: Behiye Demir,
1946, Midyat / Mardin, yok, ev hanımı.
K.10: Nedime Şenci,
1944, Elazığ, yok, ev hanımı.
K.11: Gülay
Hiçyakmazer, 1963, Malatya, lise, ev hanımı.
K.12: Atiye İlik,
1937, Silifke / Mersin, ilkokul, ev hanımı.
K.13: Habibe Bayram,
1947, Diyarbakır, ilkokul, ev hanımı.
K.14: Emine Kara,
1950, Toprakkale / Osmaniye, ilkokul, ev hanımı.
K.15: Ali Şanlı,
1940, Mersin, lise, memur.
K.16: Mehmet Ali
Horoz, 1927, Hatay, ilkokul, emekli.
K.17: Fatma Korkmaz,
1923, Sivas, ilkokul, emekli.
K.18: Ayşe Karcı,
1922, Sıraköy / Tarsus / Mersin, var, çiftçi.
K.19: Ayşe Akıcan,
1966, Aydın, ilkokul, ev hanımı.
K.20: Emine Özdoğan,
1965, Mersin, ilkokul, ev hanımı.
K.21: Sevim
Abdioğlu, 1956, Batman, ilkokul, ev hanımı.
K.22: Fadime Ersoy,
1968, Dinar / Afyon, ilkokul, ev hanımı.
K.23: Fadik Madcan,
1935, Gülşehir / Nevşehir, yok, ev hanımı.
K.24: Filiz Yaşar,
1979, Mersin, üniversite, arş. gör.
Kaynak: Nilgün ÇIBLAK, (2004), “Halk Kültüründe Nazar, Nazarlık İnancı ve
Bunlara Bağlı Uygulamalar”, Türklük Bilimi Araştırmaları (TÜBAR), S.15,
ss.103-125.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar