Print Friendly and PDF

HASTALIĞIN ÜSTESİNDEN GELMEK



PAUL W. EWALD
Hastalığa ne yol açar?
Sorunun basitliği, modern teknolojinin gelişkinliği ve uzmanların güvenle saçtığı umutlar karşısında, dışarıdan bakan bir kişi hastalıkların temelindeki sebeplerin gayet iyi anlaşıldığım sanabilir. Oy­sa öyle değil. Tıbbın sebeplerini kavramak için hâlâ uğraştı­ğı birçok yıkıcı kronik bozukluk var:
Kalp krizi, inme, Alz­heimer hastalığı, şizofreni, kanser ve diyabet.
Önümüzdeki elli yılda hayatımızın kalitesi bu kronik hastalıkları ne ölçü­de denetim altına aldığımıza bağlı olacak.
Bütün biyolojik fenomenlerde olduğu gibi, nedensellik mekanik anlamıyla (“Hastalığı doğuran etkenler nelerdir?”) ve evrim anlamıyla (“Hastalıkla sonuçlanan seçici baskılar nelerdir?”) ele alınabilir. Mekanik anlamda, mevcut tıp ders kitaplarında sayılan hastalıkların ancak yarısı için bir ne­densellik mutabakatı vardır.
Mekanik sebepler üç kategori altında toplanabilir:
Genetik yapı, parazitler (enfeksiyon dahil) ve radyasyon, belirli kimyasalların çok fazla ya da çok az alınması gibi parazitsel olmayan ortam etkileri.
Sağlık bilimlerindeki çoğu uzmanlar nedensellik sorunu­na bir yapıtaşı yaklaşımını savunur. Çözümlerin zamanla ortaya çıkacağı umuduyla, hastalığın işleyişini hücresel ve biyokimyasal düzeylerde anlamaya çalışır. Bu cazip bir fikir olmakla birlikte, öyle büyük tıp başarıları sağlamış değildir henüz —büyük başarıdan kastım yama vurma işlerinden zi­yade kesin çözümlerdir. Lewis Thomas’ın otuz yıl önce “Tıp Teknolojisi” makalesinde yazdığı şey bugün hâlâ geçerlidir: Organ nakli ve baypas cerrahisinden çoğu kanser terapisine kadar, hekimlik büyük ölçüde yama çözümlere ya da marjinal yarara sahip destekleyici bakıma yöneliktir. Uz­manlar bugünkü hastalıkların geçmiştekilere oranla daha çetin olduğunu ve yama vurma işlerinin belki de bekleyebi­leceğimiz en iyi sonuç olduğunu belirtiyor. Oysa kayıtlar tam tersini işaret ediyor. Yakın dönemde çetin sayılan has­talıklar için kesin çözümler bulma yönündeki gidişat sürü­yor. Genellikle böyle çözümler enfeksiyona bağlı sebeplerin anlaşılmasıyla ortaya çıkıyor; örneğin, son yirmi yılda hepatit B ve C virüslerine dönük kan örneği taraması ile hepatit B aşısı sayesinde binlerce karaciğer kanseri ve hepatit vaka­sı önlenmiştir. Peptik ülserler ve mide kanseri artık antibi­yotiklerle iyileştirilebiliyor.
Ne var ki, enfeksiyon hastalıkları açısından bile, temel başarılar yapıtaşı tümevarım yaklaşımından ziyade tümden­gelim atılımlarının test edilmesi yoluyla ortaya çıkmıştır. Edward Jenner iki yüz yılı aşkın bir süre önce modern aşı yöntemini bulduğunda, virüslerden haberi yoktu. John Snow ve Ignaz Semmelweis ondan yarım yüzyıl kadar son­ra, enfeksiyon hastalıklarının nasıl bulaştığını ve bulaşma yolunu kesmekle nasıl önlenebileceğini göstererek modern epidemiyolojiyi kurduklarında, bakterileri hiç görmemişler­di. Joseph Lister cerrahi donanımı sterilize etmenin yararını ortaya koyduğunda da aynı durum söz konusuydu. Paul Ehrlich ve Alexander Fleming antibiyotik tedavisi anlayışı ve uygulamasını getirdiklerinde, bakteri büyümesini kimya­sal yoldan önleyen mekanizmalar konusunda neredeyse hiç­bir şey bilmiyorlardı. Bu tarihsel gerçekler kesin çözüm öbekleri doğurabilecek kavramsal içgörüleri hesaba katmak açısından, modern tıbbi araştırmalara yön veren yapıtaşı yaklaşımının ötesine bakmanın yararını vurguluyor. Bu yaklaşımın bir örneği hastalık nedenselliğini evrimci bir perspektifle değerlendirmektir.
Evrimci açıklamalar sonuçta genetik nedenselliğe daya­nır. Dolayısıyla evrim tıbbının insan hastalıklarını büyük ölçüde insanın genetik yapısı bağlamında açıklayacağı sanılabilir. Evrim tıbbı gerçekten de böyle açıklamalar sunar. Örneğin, kronik hastalıklar yaşlanma teorisiyle açıklanmış­tır: Vücudun çökmesinin sebebi, doğal seçilimin bireylere gençlik yıllarında yarar sağlayan, ama yaşlandıkları ve do­ğal seçilimin etkisizleştiği dönemde bir bedel ödeten özellik­leri yeğ tutmasıdır. Alternatif bir açıklama olarak, kronik hastalıklar şimdiki ortamlar ile insan genlerinin şekillenme­sinde büyük ölçüde rol oynayan geçmişteki ortamlar arasın­da var olan bir uyumsuzluktan kaynaklanıyor olabilir. Öne çıkan üçüncü bir alternatif ise enfeksiyon nedenselliğidir: Kronik hastalıklar gizlice doku hasarına yol açan enfeksi­yon etkenlerinin bir sonucu olabilir; böyle bir hasar zaman­la kalp krizi, kanser ya da Alzheimer gibi ciddi hastalıklar­da kendisini belli eder. Bu son alternatif evrimci açıklama­ları sonuçta genlerin bağlamına oturtmanın yararını yadsı­maz; ama kronik hastalıkların nedenselliğine ilişkin hipo­tezleri insan genleriyle sınırlamamak gerektiğini vurgular. Parazitlerin genlerini de göz önünde tutmamız gerekir.
Meslektaşım Gregory Cochran ve ben, hasar yaratıcı yaygın kronik hastalıklar açısından, evrim ilkeleri ışığında ele alman bulguların enfeksiyonu işin içine kattığını vurgu­lamış bulunuyoruz. Eğer bu hastalıklar kusurlu alellere bağ­lı olsaydı, mutasyon oranlarının genellikle hastalıkları göz­lemlenen sıklıklarda tutacak şekilde düşük olması gerekirdi. İnsanlarda kalımlılık ve hastalık kalıpları yaşlanma ödünlemesi modeline uymamaktadır. Ortama bağlı yeni faktörle­rin ilke olarak akla yakın ve sigaraya bağlı akciğer kanseri gibi bazı vakalarda önemli görünmesine karşın, ortaya atı­lan enfeksiyon dışı ortam sebepleri hastalık kalıplarını baş­lı başına açıklamada genellikle yetersizdir. İşin içine enfek­siyon nedenselliğini katmak olsa olsa belgelenmiş epidemiyolojik kalıpları açıklayabilir ve bunu da ancak evrim ilke­lerine uygun olarak yapabilir; çünkü patojen ile konak ara­sındaki genetik çıkar çatışması zaman içinde hastalık du­rumlarını süresiz olarak kalıcılaştırabilir. Kısa vadede doğal seçilim belirli bir patojene genetik duyarlılığı aşağı yukarı bir kötü gen kadar yeğ tutmama eğilimi gösterir. Ama kötü genlerden farklı bir özellik olarak, enfeksiyon hastalıkları karşısındaki genetik duyarlılıklar uzun vadede bir birlikte evrimci satranç oyununda sürekli değişir. Bir patojene gene­tik duyarlılığa karşı seçilim, patojene yönelik karşı-önlemler geliştirmiş olan bir konak topluluğunu bir kalıt olarak bıra­kır. Bu karşı-önlemler ise patojen topluluğunda karşı-önlemlere dönük önlemlerin evrimini kolaylaştırır ve süreç böyle sürüp gider.
Evrimci biyolojideki sorunların çoğu yavaş çözülür; çün­kü sorunlar karmaşıktır, testler zordur ve sağlanan kaynak­lar kıttır. Buna karşılık, kronik hastalıkların nedenselliği muhtemelen görece çabuk çözülecek —geleneksel olarak sı­nırlarla ayrılmış sağlık bilimi disiplinlerindeki araştırmacı­ların konuyu evrim ışığında canla başla ele alacak olmala­rından dolayı değil, kronik hastalıkların enfeksiyon neden­selliğini artık tartışıyor ve gayretle araştırıyor olmalarından dolayı. Evrim teorisinin sonuçları, tıbbi araştırmaların iler­leyişi ve biriken bulgular göz önünde tutulduğunda, yaygın ve son derece hasar verici kronik hastalıklara —ateroskleroz, diyabet, Alzheimer hastalığı, kanserlerin çoğu ve doğurgan­lık sorunlarının çoğu— enfeksiyonun yol açtığı görüşünün önümüzdeki elli yılda kabul edilmesini bekliyorum.
Fakat bu oldukça omurgasız bir tahmin; değerlendirile­bileceği zaman geldiğinde, yanlışlığından dolayı eleştirilmek için ortalıkta olmayacağım muhtemelen. Hastalık nedensel­liğine evrimci yaklaşım gerçek bir değer taşıyorsa, önümüz­deki birkaç on yılda enfeksiyon nedenselliğinin kabul edile­ceği hastalıkları belirlemede daha riskli bir sınava girişebilmeliyiz. İzleyen sayfadaki tabloda, enfeksiyondan kaynak­landığının kabul edileceğini tahmin ettiğim tarihlerle birlik­te, en önemli kronik hastalıklardan bazıları yer alıyor. Bu tahminleri teste elverişli hale getirmek açısından, “kabul” için şu ölçütü öneriyorum: Önceki beş yılda yayımlanan tıp metinlerinin en az dörtte üçünde hastalığın enfeksiyondan kaynaklandığının belirtilmiş olması.
Enfeksiyon nedenselliğini kabul etmenin esas olarak bul­guların niteliğine bağlı olduğunu öngörmek, nesnel değer­lendirmeye gereğinden fazla ağırlık vermektir. Uygun hipo­tezler yelpazesi test edildiği sürece, düzenli biriken bulgular gerçekten yardımcı olur. Ama enfeksiyon nedenselliği için üstelemeye direnen türden bulgulara muhtemelen hiç var­mayacağız; çünkü enfeksiyonun yol açtığı öbür kronik has­talıkların çoğu için enfeksiyon nedenselliğinin mutlak kanı­tı muhtemelen elde edilemeyecek. Örneğin, son çeyrek yüz­yılda tıp camiası insana özgü herpes virüsü 8’i Kaposi sarko­munun sebebi ve HTLV-l’i yetişkin T-hücre lösemisinin sebebi olarak kabul etmiştir. Ama aynı korelasyona bağlı bul­gu niteliği ateroskleroz için kabul edilmeyecektir; başlıca se­bebi ise hastalık üzerinde yıllarca yürütülen araştırmaların ve oluşan uzman görüşlerinin çok çeşitli yerleşik çıkarlar yaratması ve bunun kabul etme hızı önünde bir ayak bağı oluşturmasıdır. Böyle bir ayak bağından kurtulmak zaman alır. Burada Charles Darwin, Max Planck ve Thomas Kuhn’un kavrayışları geçerlidir: Uzman görüşü dengesinin değişmesi için, tutucuların yeterli bir kısmının emekliye ay­rılması ya da öbür dünyaya göçmesi ve yerleşik çıkarlara sa­hip olmaksızın alana giren yeterli sayıda genç kişinin olgun­laşıp etkili konumlara gelmesi gerekecektir. Benim tahmi­nim ateroskleroz ve Alzheimer hastalığı açısından bu nokta­ya 2015’e doğru varılacağı yönünde. Burada biraz kara iro­ni var: Nedensel organizmalar kendilerini yok sayanları tahttan indirerek sürece katkıda bulunuyor.
Tablo 1. Çeşitli kronik hastalıkların enfeksiyon nedenselliğinin kabul edilişine ilişkin tahmini yıllar (Bu bilgiler 2007 yılı itibarıyla verilmiştir.)
Hastalık
Aday patojenler
Enfeksiyon nedenselliğinin kabul edileceği yıl
muttipl skleroz
Chlamydia pneummorıiae, insana özgü herpes 6
2010
tip 2 diyabet
hepatit C virüsü Iminör sebep]
2010
tip 2 diyabet
bilinmiyor (majör sebep)
2025
baş ve boyun kanserleri
insana özgü papilom virüsü
2010
burun-boğaz kanseri
Epstein Barr virüsü IEBV)
2010
çocuk lösemisi
bilinmiyor
2015
meme kanseri
fare meme tümörü virüsü (EBV)
2015
ateroskleroz
C. pneummoniae, Porphyromonas gingivatis, sitomegalo virüs, Actinobacillus actinomycetocomitans
2015
Alzheimer
herpes simpleks 1, C. pneummoniae
2015
şizofreni
T. gondii, herpes simpleks 2, endojen retrovirüs, borna hastalığı virüsü (BDV)
2020
çift kutuplu depresyon
BDV
2025
prostat kanseri
bilinmeyen retrovirüs
2025

Bu tablodaki tahminlerde önceki geçiş süreleri bir rehber olarak kullanılıyor; ama inandırıcı bulguların ilk ortaya çı­kışı ile kabulü arasındaki sürenin sabit olduğu gibi basit bir varsayım esas alınmıyor. Göz önünde tutulan başka bir hu­sus, enfeksiyondan kaynaklanmanın halihazırda kabul edi­len düzeyinden ileriye doğru atılımın büyüklüğüdür. Bazı baş ve boyun kanserlerinin enfeksiyon nedenselliğinin aterosklerozun enfeksiyon nedenselliğinden önce kabul edil­mesini bekliyorum —üstelik, ilkine ilişkin bulguların şu anda daha eksik olmasına karşın. Başlıca sebep önceliktir. Aday patojen olan insana özgü papilom virüsünün rahim boynu kanserinin bir sebebi olduğu daha şimdiden kabul edilmiş­tir; dahası, bu kanserler için nedensel açıklamaları (sözgeli­mi yetişkin T-hücre lösemisine ve Kaposi sarkomuna ilişkin açıklamaları) dengeli biçimde göz önünde tutmanın güçlü yerleşik çıkarların ayak bağına takılması söz konusu değil­dir. Benzer şekilde, Cblamydia pneumoniae rol oynadığı başlıca kronik hastalıklardan birinin —ateroskleroz, inme, Alzheimer hastalığı ve multipl skleroz— sebeplerinden biri olarak kabul edilirse, geri kalan hastalıkların bir sebebi ola­rak kabul edilmesinin önündeki direnç domino taşları gibi yıkılacaktır herhalde. Ama bu durumda, benzerlik noktası doku türü değil, ortak bir genetik yatkınlıktır -C. pneumoniae'ye duyarlılığın artmasıyla ilişkili olduğu saptanmış olan epsilon-4 aleli.
Kanserin enfeksiyon nedenselliğine genel muhalefet özel­likle köklü görünüyor. Eldeki bulgular temelinde düşünü­lünce, bu direnç şaşırtıcıdır. Çünkü tıp araştırmacıları insan kanserlerinin yaklaşık yüzde 15-20’si için enfeksiyon sebep­lerini daha şimdiden kabul ediyor; yirmi beş yıl önce yüzde 1’in altında olan orana göre büyük bir yükseliş bu. Enfeksi­yon olasılığının yok sayılabileceği insan kanseri örnekleri ise çok az, yüzde 5’in bile altında. İnsan kanserinin enfeksi­yon nedenselliği konusundaki savaş, Peyton Rous’un virüs­lerin tavuklarda kansere yol açabileceğini ortaya koyduğu 1910’dan beri sürüyor. En ateşli anti-enfeksiyon savunucu­ları 1970’lerin sonlarında onkojenlerin ve enfeksiyon dışı karsinojenlerin katkısının doğrulanması ve böylece akla ya­kın bir mekanizmanın belirlenmesi üzerine zafer ilan ettiler. Yıldan yıla adım adım geri çekilmelerine karşın, zafer ka­zanmış olma edasını sürdürüyorlar. Bu çevrelerin mantık sürçmesi, katkıda bulunan bir mekanizmanın lehindeki bul­guları (karşılıklı olarak bağdaşır) başka bir mekanizmanın katkıları aleyhindeki bulgularla karıştırmaya dayanıyor. Oysa hastalık nedenselliğinin her üç kategorisi de çoğu kez birlikte etki gösterir.
Ateroskleroz ve kanserde olduğu gibi, şizofreni ve manik-depresif bozukluk gibi ağır zihinsel rahatsızlıkların en­feksiyon nedenselliğinin kabul edilmesi de uzmanların yer­leşik çıkarlarından dolayı kaçınılmaz olarak gecikecektir. Bu ayak bağına eklenen bir etken, zihinsel rahatsızlıkların insanlara özgü oluşunun enfeksiyon nedenselliğini deneysel yolla göstermenin güçlüğüdür. Bir farenin sanrılı, parano­yak, depresif ya da manik olduğu nasıl anlaşılabilir ki? Bu sava karşı çıkmak için, frengiye bağlı cinnetin ilk saptanışı­na işaret edilebilir. Ama frengiye bağlı cinnetin enfeksiyon nedenselliğinin kolayca kabul edilmesinin sebebi, araştır­macıların bu cinnetin frengiyle bağlantısını zaten belirlemiş olmalarıydı. Uzmanlar frengiye enfeksiyonun yol açtığını kabul ettikten sonra, frengiye bağlı cinnete enfeksiyonun yol açtığı görüşünü de kabul etmeye hazırdı. Frengiye bağlı cinnet daha sonra zihinsel rahatsızlıklar çerçevesindeki ayrı bir nedensellik alanına rahatça kapatıldı. Günümüzün bilin­meyen sebeplere bağlı zihinsel rahatsızlıklarının akut hasta­lıklarla bağlantısı açıkça belirlenmiş değildir; bu anlamda, frengiye bağlı cinnetten çok yetişkin T-hücre lösemisine ve Kaposi sarkomuna benzerler. O halde şizofreninin enfeksi­yon nedenselliğinin yakın kabul edileceği konusunda niçin iyimserim? Epidemiyolojik kalıp enfeksiyon nedenselliğinin bu işe karıştığına dair güçlü veriler sunmaktadır. Örneğin, şizofrenikler genelde kış sonlarında veya ilkbahar başların­da doğmuş kişilerdir; şizofreninin kış sonlarında ve ilkbahar başlarında doruğa çıkan doğum öncesi enfeksiyonlardan ya da bebek enfeksiyonlarından kaynaklanıyor olabileceğini gösteren bir ipucudur bu. Aday patojenlerle önemli ilintile­rin bulunması da enfeksiyon nedenselliğini işin içine katı­yor. Örneğin, yakın dönemdeki bir inceleme, beyin paraziti Toxoplasma gondii’ye pozitif tepkinin şizofrenik hastalar­da yüzde 42, sağlıklı kontrol deneklerinde ise ancak yüzde 11 olduğunu göstermiştir. Şizofreninin enfeksiyon nedensel­liği on yıl önce böyle bir fikri savmış olacak uzmanlarca şimdi ciddi olarak ele alınıyor ve çeşitli laboratuvarlar bu olasılığı aktif olarak araştırıyor. Bütün bunlar şizofreninin enfeksiyon nedenselliğini kabul etmenin büyük ölçüde emeklilik-göçüş faktörüyle, on ila on beş yıl içinde görüş dengesini herhalde değiştirecek bu olguyla sağlanacağını düşündürtüyor bana.
Önümüzdeki elli yılda, enfeksiyona bağlı kronik hasta­lıklara karşı aşıların geliştirilmesi nedensel etkenleri bulma sürecimizi yakından izleyecektir herhalde. Bir patojenin özellikle mutasyona elverişli olmadığı durumlarda, aşılar özellikle etkili olabilir. Dolayısıyla insana özgü papilom vi­rüsü gibi DNA virüslerini aşılarla denetim altına almanın HIV gibi RNA virüslerine oranla daha kolay olmasını bek­leyebiliriz. Gelecekte hastalığın üstesinden gelmek için te­melde yeni teknolojik ilerlemelere gerek yok. Doğru aşıların hastalığı önleyeceğini zaten biliyoruz. Doğru anti-enfeksiyon etkenler hastalıkları iyileştirebilir ve enfeksiyonların hasar verici durumlara ilerlemesini önleyebilir. Bulaşma zincirini kırmanın bir bireyde enfeksiyonu önleyebileceğini ve bazen bunun bütün bir toplumda sağlanabileceğini zaten biliyoruz. Ve de yeni saptanan enfeksiyon etkenleri için böy­le çözümler geliştirme açısından tıbbi izleme sicili çok iyi.
Enfeksiyon hastalıklarında evrim nedenselliği büyük öl­çüde tehlikeliliğin evrimiyle ilgilidir: Bazı parazitlerin iyi huyluluğa, öldürücülüğe ya da ikisi arasında bir noktaya doğru evrim göstermesine yol açan şey nedir? Bu soruya ve­rilen cevaplar enfeksiyon hastalığını denetim altına almaya önemli bir üçüncü yaklaşım umudunu veriyor; yani, enfek­siyonu iyileştirmenin ve yayılmasını denetim altına almanın yanısıra, patojenin evrimini denetim altına almayı ve böylece yaşamı tehdit eden düşmanları birlikte yaşanılabilir iyi huylu varlıklara dönüştürmeyi başarmamız gerekir. Başlıca hastalık kategorilerinin her biri açısından, teori ve mevcut bulgular bu hedefe ulaşabilecek en azından bir müdahale bi­çimi olduğuna işaret ediyor. Önümüzdeki çeyrek yüzyılda, muhtemelen aşıları akıllıca kullanma ya da yoksul ülkeler­de ishal patojenlerinin suyoluyla bulaşmasını engelleme yo­luyla bu evrim başarısı öykülerinin ilk örneğinin sergilen­mesini bekliyorum. Dengede duran bir konu da antibiyotik direncinin denetim altına alınması: Daha iyi huylu patojen­ler, daha seyrek antibiyotik kullanımı ve böylece antibiyotik direncinde daha sınırlı evrim. Tehlikeliliğin evrimini dene­tim altına alabilirsek, buna bağlı olarak antibiyotik direnci­nin evrimini de denetim altına alabileceğiz herhalde.
Tıp tarihi bir gösterge sayılırsa, ilk başarı öyküsü öbür hastalıklara aynı yaklaşımı teşvik edecektir -tıpkı aşılarda, antibiyotiklerde ve hijyenik iyileşmelerde olduğu gibi. Ne var ki, ilk başarının zamanlamasını kestirmenin güç olması nedeniyle, bu zincirleme tepkinin zamanlamasını da kestir­mek güçtür. Yüzyılın ortalarına gelindiğinde, hasar yaratıcı ishal hastalıkları gibi birkaç hastalıkta tehlikelilikten iyi huyluluğa gerçekleşecek evrimsel geçişi muhtemelen başar­mış olacağız; ama geri kalanların çoğunda hâlâ test sürecin­de olacağız.
Önümüzdeki elli yılda neler olmayacak?
Kesin denetim çabalarımızı köstekleyen bazı etkenlere çatmamız kaçınıl­maz. Örneğin, etkisizleştirmek için temelde yeni bir önlem bulmadığımız sürece, HIV yama vurma işleriyle -yani virü­sü kısıtlayan, ama kesin olarak denetim altına almayan anti-viral ilaçlarla ve aşılarla bastırılmış, ama çözülmemiş bir sorun olarak kalacak. Bu ürkütücü olasılığın sebebi virüsün genetik esnekliğidir: HIV anti-viral ilaçlara karşı kolayca di­renç kazanabiliyor ve aşılamanın deli gömleklerinden kur­tulması beklenebilir. Son birkaç yılda olduğu gibi, anti-viral ilaç kombinasyonlarının akıllıca kullanılması tıbba bir avantaj sunabilir; ama bir çare sağlamayacaktır. En iyi umut zaman kazanmaktır —AIDS’ten uzak yaşam için antiviral ilaçların sağlayacağı on küsur yıl, enfeksiyondan he­men sonra verilen tedavi aşılarının sağlayacağı belki on kü­sur yıl ve tehlikelilik evrimini denetim altına almanın sağla­yacağı belki on küsur yıl. Toplam olarak bu süre bile tıbbın difteri, çiçek hastalığı, boğmaca, kızamık ve çocuk felci gibi hastalıklar üzerinde kurduğuna benzer bir kesin denetimi sağlamayacaktı -özellikle anti-viral bileşikleri uzun süreli kullanmayla ilintili yan etkiler göz önünde tutulduğunda.
Yerküreyi saracak yeni korkunç hastalıkların ortaya çı­kacağına dair mevcut endişelere rağmen, makul bir yakla­şımla önümüzdeki yarım yüzyılda AIDS gibi yıkıcı yeni sal­gın sayısının sıfır ya da bir —muhtemelen sıfır— düzeyinde kalacağına emin olabiliriz. Zira yüzyılı epey aşkın bir süre­den beri gittikçe hızlanan ve gittikçe daha uzak bölgeleri içi­ne alan bir küresel insan karışımı yaşanıyor. Bu karışım şimdiye kadar bizi neredeyse dünyanın her kesiminden pa­tojenlere maruz bırakmış olmalı. Böyle bir karışıma rağ­men, (bildiğimiz kadarıyla) coğrafi bakımdan dar bir alan­dan yayılarak yıkıcı bir küresel salgına yol açan tek bir yeni patojen var:
HIV-1. AIDS salgınını bir örnek olarak göste­ren bilimciler ve bilim dünyası dışından kişiler, başka pato­jenlerin benzer tehditler yaratabileceği uyarısında bulun­muştur. Aşina olduğumuz adaylar şunlar: Ebola ve Marburg gibi egzotik kanamalı virüsler; sivrisinek kökenli Batı Nil virüsü; hanta virüsü (ABD’nin Güneybatı bölgesinde ya­kın dönemde ortaya çıkan “dört köşe” hastalığının faili); deli dana hastalığına ve insandaki dengi yeni Creutzfeld Jakob varyantına yol açan priyon. Ancak endişeler yersiz. Bu patojenler hasta ettikleri kişiler için feci sonuçlar doğur­makla birlikte, küresel facia tehlikesini barındırmıyorlar. Düpedüz uygun özelliklere sahip değiller. Batı Nil virüsü­nün insanlardan sivrisineklere geçmesi mümkün değil. Ebo­la virüsünün dış ortamdaki dayanıklılığı öldürücü insan enfeksiyonu döngülerini sürdürecek ölçüde değil. Priyonlar ancak yamyamlık ve kornea nakli gibi olağandışı ve denet­lenebilir durumlarda insandan insana bulaşıyor.
[PrionViral hastalıklarda toksin üretiminden sorumlu, kendi kendini eşleyebilen ve enfekte proteinlerin yapımını sağlayan izole bir proteindir. Ne virüs, ne bakteri olan, sinir sistemi hücrelerinde doğal olarak üretilen normal proteinlerin, değişerek oluşturduğu, izole, bulaşıcı, patojen ve infekte etme yetisine sahip proteinlerdir. İnsanlarda görülen Deli dana hastalığı, koyunlarda görülen Scrapie hastalığı bu tür hastalıklardandır.]
Asıl tehdit halen aramızda dolaşan ve bizi öldüren ya da evrimle öldürme gücünü arttırabilecek olan patojenlerden geliyor. Enfeksiyon nedenselliğinin oynadığı role ilişkin mevcut bulgular doğruysa, kalp krizi, inme, Alzheimer has­talığı ve kanser gibi feci küresel salgınlardan zaten ölmekte­yiz —öldürücü olan, ama dikkate alınmayan enfeksiyon et­kenlerinin yol açtığı salgınlardır bunlar. Leoparlar sinsice peşimizde dolaşırken, birkaç başıboş kedi yüzünden telaşla­nıyoruz. Önümüzdeki yarım yüzyılda, leoparları sonunda tanıyacağız ve en azından bazılarını köşeye sıkıştıracak ön­lemler alacağız.
Patojen, hastalığa neden olan her türlü organizma ve madde. Bu terim çoğunlukla çok hücreli organizmaların işleyişini ve hücre bütünlüğünü bozan yapılar için kullanılır; ancak bunun yanında, tek hücrelileri etkileyen patojenler de vardır. Patojen kelimesi, eski Yunanca´daki “pathos” (acı) ve “genesis” (oluşma) kelimelerinin birleşimidir.
PAUL W. EWALD
Amherst College’da biyoloji profesörüdür. Kurulu­şuna katkıda bulunduğu ve dünyanın çeşitli yerlerindeki üniversite kam­puslarında, seminerlerde ve sempozyumlarda üzerine kapsamlı konfe­ranslar verdiği bir disiplin olan evrimci tıp alanındaki uzmanlardan biri­dir. Bu disiplinin ortaya çıkışında dönüm noktası sayılan Evolution of lnfectious Disease’in [Bulaşıcı Hastalığın Evrimi] yanısıra Plague Time: How Stealth Infections Are Causing Cancers, Heart Disease, and Other Deadly Ailments [Veba Zamanı: Gizli Enfeksiyonlar Kansere, Kalp Kri­zine ve Diğer Ölümcül Hastalıklara Nasıl Yol Açıyor] kitapları vardır.

Kaynak:
Editör: Jhon Brockman, trc: Nurettin Elhüseyni, NTV Yayınları, 8. Baskı: Temmuz 2008, İstanbul, s.323-335

KANSERDE KORKUNÇ İDDİA


Etyen Mahçupyan, Amerika'da 1965 yılından beri yapılmakta olan kanser aşısının, araştırma fonlarının kesilmemesi için ilaç endüstrisi tarafından baskı altında tutulduğunu ileri sürdü.
Gazeteci -yazar Etyen Mahçupyan'ın, her yıl 7 milyon insanın ölümüne neden olan kanser hastalığının tedavisi üzerine ortaya attığı bir iddia, tıp camiasını ve ilaç endüstrisini büyük bir zan altına soktu. Mahçupyan, kansere karşı geliştirilen ve Amerika'daki Livingston Kliniği'nde 1965 yılından beri yapılan kanser aşısının ilaç ve tedavi endüstrisi tarafından baskı altında tutulduğunu iddia etti.
Yüzyılın skandalı olarak dile getirdiği konuyu, sütununda art arda yazdığı yazılarla masaya yatıran Mahçupyan, bir çıkar çetesinin olduğunu işaret ediyor. Mahçupyan'ın iddiasına göre, başını Amerika'daki kanser kuruluşlarının ve ilaç sanayiinin çektiği bu çıkar çetesi, kanser tedavisinden kazandıkları para uğruna kansere karşı geliştirilen aşının kullanımını engelliyor. 'İlaç endüstrisi tarafından kanserle ilgili bilimsel araştırmalar yapan bilim adamlarına verilen fonların ilaç endüstrisinin hoşuna gitmeyen bulgular elde edildiğinde kesildiğini' anlatan Etyen Mahçupyan, “Hoşlanmadıkları bulgular ortaya çıkınca, birdenbire o noktadan sonra çok net bir şekilde o fonları kesmişler. Bu insanların kariyerleri engellenmiş, gelecekleri pozisyonlara da gelmemeye başlamışlar. Başka fonlara ulaşamamışlar. Yani yeni araştırmalar yapmak için maddi kaynak bulamamışlar.” şeklinde ifadelere yer verdi. Livingston Kliniği'nde geliştirilen kanser aşısını kendisinin de yaptırdığını kaydeden Mahçupyan, 'bu aşının kanser türlerine göre yüzde 75 ile yüzde 95 arasında başarı sağladığını' ileri sürdü.
Roche tepki gösterdi
Bu arada kanser araştırmasına katılan tıp dünyası ise iddialara daha temkinli yaklaşırken; özellikle kanser hastalarının en küçük bir bulgu karşısında umutlandığını belirterek, iddiaların umut tacirliğine dönüşmesinden korkuyorlar. Dünyanın önde gelen ilaç firmalarından Roche Grubu ürünleri pazarlama ve satış direktörü Dr. Gökhan Demir, söz konusu iddianın mantıkla çeliştiğini söyledi. Demir, ilaç firmalarının araştırma ve geliştirme harcamalarının yüzde 80'ini kanser hastalıklarına yönlendirdiğini kaydederek, “Milyonlarca dolar harcama yapılıyor, ilaç endüstrisi için böyle bir şey anlamlı olamaz. İlaç sektöründe yüzlerce firma var ve hemen hepsindeki araştırmalar kanser alanına kaydırılıyor. Eğer kanserin tedavisi veya aşısı bilinen bir şey olsaydı ilaç firmaları neden bu kadar para harcayarak araştırma yapsın” diye konuştu.
TÜRKİYE'NİN KANSER TABLOSU
Latincede “yengeç” anlamına gelen kanser, teknoloji ve kent yaşamıyla birlikte artış göstermeye devam ediyor. 100'den fazla çeşidi bulunan kanserin Türkiye'de en sık görülen kanser çeşitleri ise akciğer, meme, sindirim sistemi, mide, rahim, prostat, mesane ve kan kanseri. Erkeklerde en çok akciğer kanseri görülürken kadınlarda en sık rastlanan kanser çeşitleri meme ve rahim kanseri olarak biliniyor.
Kanserin bölgelere göre dağılımı
(1998): Marmara yüz binde 67
Ege yüz binde 38
Karadeniz yüz binde 26
İç Anadolu yüz binde 24
Doğu Anadolu yüz binde 13,5
Akdeniz yüz binde 13
Güneydoğu Anadolu yüz binde 8 (Abdullah DİRİCAN)

Not:
Bahsedilen mevzuyla  ilgili Etyen Mahçupyan’ın dile getirdiği “Neden bizim üniversitelerimizde, kütüphanelerimizde Dr. Livingston'ın makaleleri yok?” diye aşı hakkındaki uyarıların dikkate alınmaması ve bazılarının bu bilgiyi kabul etmediği gibi çürütme türündeki düşüncelerini görmeniz için diğer makalelerede göz atmanız salık veriyorum.
Konu üzerindeki spekülasyonlar ile en ucuz tedavi yöntemi olan “aşı meselesi”nin gözardı edildiği hissini uyandırmaktadır. Belki birleri insanların sırtından para musluklarının önünün kesileceğini mi düşünüyorlar diye düşünüyoruz.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar