HAVÂSSU’L-KUR’ÂN-HAVÂSSU’L-QORAN
Hikmet KOÇYİĞİT
Journal of Islamic Research 2012;23(2):55-72
Havâs ilmi elit bir disiplindir ve
tarihsel süreçte önemli değişimler geçirmiştir. Kur’ân ilimlerinden birisi olan
Havâssu’l-Kur’ân da Havâs ilminin bir şubesi sayılır. Kur’ân’ın, kendisini bir
bereket ve şifa kaynağı olarak takdim etmesi, bu minvalde Hz. Peygamber’den
nakledilen hadisler ve birçok seçkin insanın, Kur’ân’ın manevî tesirine dair
yaşayıp aktarmış oldukları tecrübe Havâssu’l-Kur’ân’ın özünü teşkil eder.
Akademik gündeme pek getirilmeyen Havâssu’l-Kur’ân, Kur’ân’ı yoğun biçimde
okuma çabalarının sürdüğü çağdaş dünyada, Kur’ân’ı çok boyutlu tefsir etmeye
ciddi katkıları olacak bir ilimdir. İşte bu çalışmada Tefsir gibi yoruma dayalı
ilimlerde Havâssu’lKur’ân’dan faydalanabilmenin imkânı irdelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kur’ân;
Havâssu’l-Kur’ân; Havâs ilmi; âlim
Havâs science is an elit science
and it had many changes in historical time period. Havâssu’l Qoran being one of
the branches of Kur’ân Sciences may be thought to be a branch of Havâs science.
The main sturucture of Havâssu’l-Qoran depends on the presentation of Kur’an to
be the source of health, the hadiths listened to Hz. Mohammed on this subject,
the experiences of some privillaged persons living with Qoran’s effective
spiritual climate. Havâs’ul Qoran not carried into academic world may have some
more effection and uses to interpret Qoran having many dimensions in the
contemporary world including a lot of persons trying to read Qoran. Here in
this study was examined the opportunity to take advantage of Havâssu’lQur’an in
sciences that based on interpretation such as commentary.
Key Words: Qoran; Havâssu’l Qoran;
Havâs science; scholar
Kur’ân’ı anlama sadece haricî
yöntemlerle yapılacak bir çabalar manzumesi değildir. Bizzat Kur’ân’ın kendisi
de Kur’ân’ı anlama ve onu tefsir etmede ciddi bir misyonu yüklenmiştir. Bu
bağlamda Kur’ân ayetlerinin bir birini tefsir etmesi bir yana, onun manevî
atmosferi de ayrı bir tefsir aracıdır. Bu manevî atmosferin teşekkülünde en
önemli umdelerden birisi ona samimiyetle yaklaşmaktır. Ebû Hureyre’den gelen
rivayete göre Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Cenâbı Hak buyurdu ki: “Ben
kulumun beni bildiği üzereyim. Beni zikrettiğinde onunla beraberim. Eğer beni
kendi içinden anarsa ben de onu kendi içimden anarım. Eğer beni bir topluluk
için de anarsa ben de onu daha hayırlı bir toplulukta anarım. Bana bir karış
yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. Eğerbana bir arşın yaklaşırsa, ben de
ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim.”
Aslında Cenâbı Hakkın kitabı olan Kur’ân da böyledir. Ona yürüyerek gidene
Kur’ân koşarak gelir. İşte bu husus Kur’ân’ın bir havâssıdır.
Klasik İslam kaynaklarında Kur’ân’ı
anlama noktasında Havâssu’l-Kur’ân’dan nasıl yararlanılabileceği tavzih
edilmemiş sadece muhtelif örnekler verilmekle iktifâ edilmiştir. Biz bu
çalışmada Havâssu’l-Kur’ân’dan insanın düşünce, idrak, yorum ve hayal gücünü
artıracak minvalde istifade edilebileceğini gündeme getireceğiz. Mevzuyu
işlerken Hz. Peygamber’den nakledilen hadisler başta olmak üzere İslam
büyüklerinin tecrübe ve tavsiyelerine ve İslam dünyasında Havâs ilmi sahasında
yetkin olan âlimlerin eserlerine müracaat edeceğiz. Bu eserlerin bir kısmı
ağırlıklı olarak Kur’ân’ın havâssına muteallik iken bir kısmı da Havâs ilminin
konularıyla iç içedir. Başvuracağımız klasik kaynaklardan birisi İmam Yâfî’nin
(ö.768/1367) Türkçe’ye Kur’ân-ı Kerîmin Havâs ve Esrârı adıyla tercüme edilen
ve piyasada rahatlıkla ulaşılabilecek olan “ed-Durru’n-Nazîm fî Havâssı
l-Kur’ân ’ilAzîm”isimli kitabıdır. İmam Yâfî bu kitabını Kâdı Ebû Bekr
el-Gassanî’nin telif ettiği “el-Berku’lLâmi ve’l-Gaysu’l-Hâmi”isimli eserle,
Ebû Hamid Muhammed Gazâlî’nin (ö.505/1111) Kur’ân-ı Kerîm’in Havâssı’na dair
telif ettiği çok mühim iki eserden faydalanarak yazmıştır. Dolayısıyla bu kaynak mezkûr iki âlimin de
görüşlerini tazammun etmektedir. Öte yandan Havâs ilminin otorite isimlerinden
birisi olan Ahmed el-Bûnî’nin (ö.622/1225) Şemsu’l-Maârifi’l-Kübrâ adlı
kitabına şumullü ve sahasının başyapıtlarından birisi olması hasebiyle müracaat
edeceğiz. Ayrıca seçme-derleme niteliğinde olan ve hem önemli havâs
numu-nelerini hem de tenkide müsait bilgileri ihtiva eden Seyyid Süleymân el-Huseynî’nin
Kenzu’l-Havâs ve Kenzu l Esrâr adlı kitaplarıyla; daha çok Kur’ân’ın havâssına
yönelik kaleme alınmış olan Seyyid Muhammed Hakkı’nın Hazinetu’l-Esrâr adlı
kitabından istifade edeceğiz. Klasik kaynaklara ilaveten günümüzde yapılan çok
sınırlı sayıdaki akademik araştırmalardan da maksadın husulu için faydalanmaya
çalışacağız.
İnsanlara dünya ve ahirette mutlu
olmanın yollarını gösteren Kur’ân, indirildiği dönemden itibaren üzerinde en
çok araştırma yapılan kitap olmuş; hatta doğrudan Kur’ân’ın anlaşılması için
“Kur’ân İlimleri” denilen ilimler tesis edilmiştir. Kur’ân ilimleri, çeşitli
açılardan Kur’ân’ı araştıran, Kur’ân metnine hizmet eden ya da Kur’ân metnine
istinad eden her ilmi içine almaktadır. Istılahî anlamda Kur’ân’a dayanan ve
araştırmacının Kur’ân’ı doğru bir şekilde anlamasını kolaylaştıran ilimlerin
tamamına ıtlak edilmektedir. Kur’ân
ilimleri denilince en çok bahsi geçen ilimler Resm-i Osmanî, Tefsir, Kıraat,
Mekkî-Medenî, Esbâb-ı Nüzûl, Nâsıh-Mensûh, İ’câzu’l-Kur’ân, İ’râbu’l-Kur’ân ve
lügat ilimleridir. Suyûtî (ö. 911/1505) Kur’ân ilimlerinin çeşitliliğini
genişleterek astronomi, hendese, tıp vb bunlara dâhil ederken Ebû Bekr
İbnu’l-Arabî (ö.543/1148) Kur’ân kelimelerinin zâhir, bâtın, had ve matla’
olmak üzere dört veche sahip olduğu anlayışına dayanarak Kur’ân ilimlerinin
sayısını yetmiş yedi bin dört yüz elli olarak belirler. Bu tür yaklaşımlar Kur’ân’ı anlamada
faydalanılabilecek ilimlerde esnek olunabileceğini akla getirse de Kur’ân ilimlerinin
tedvinini göz önünde tuttuğumuzda erken dönemlerde telif edilen eserlerin aynı
zamanda birinci dereceden Kur’ân ilimlerinin neler olduğunu bize
göstermektedir. Buna göre birinci derecede Kur’ân ilimleri Kur’ân’ın Nüzûlu,
Cem’i, İstinsahı ile Tefsir, Kıraat, Garîbu’l-Kur’ân, Nâsıh-Mensûh, Esbâb-ı
Nüzûl, Mekkî-Medenî, Müşkilu’l-Kur’ân, İ’râbu’l-Kur’ân, İ’câzu’l-Kur’ân ve
Meâni’l-Kur’ân gibi ilimlerdir. Havâssu’l-Kur’ân ise telif bakımından çok da
geç tarihlere rastlamayan Kur’ân ilimlerinden birisidir. Çünkü en eski kaynak
olarak Cafer es-Sâdık’a (Ö.148/765) atfedilen “Havâssu'l-Kur'ân” adlı bir
eserden bahsedilmektedir.
Havâssu'l-Kur'ân bir izafet
terkibidir. Bu terkibi oluşturan “Havâs” sözcüğü, “hassa” kelimesinin
çoğuludur. “Hassa” genelin zıddı olup
özellik ve kişiye özel
anlamlarını taşır. Buna göre Havâssu'l-Kur'ân, Kur'ân'a özgü manevî
özellikleri içeren bir disiplini ifade etmektedir. “Havâs” kelimesi insanlar
için kullanıldığında ise “sıra dışı, üstün, seçkin kişiler” anlamına
gelmektedir.
Kur'ân ilimlerinden biri olarak
zikredilen Havâssu'l-Kur'ân ne var ki diğer Kur'ân ilimleri kadar ilgi görmemiş
ve hatta birçok Ulûmu'l-Kur'ân kitâbında adından dahi söz edilmemiştir. Bu
menfî tavır günümüz akademik çevrelerinde de sürdürülmektedir. Bunda Havâssu'l-Kur'ân
konusunun Havâs ilmiyle bağlantısının bulunmasının yanı sıra Kur'ân'ı anlamaya
çok bariz katkısının olmadığının düşünülmesi de önemli bir etken olmuştur
denebilir. Her ne kadar Zerkeşî (ö.794/1391) ve Suyûtî gibi Kur'ân ilimleri
sahasında üstâd olan âlimler Havâssu'l-Kur'ân konusuna yer vermişlerse de
birinci dereceden bir Kur'ân ilmi olmadığı sezilmektedir. Ayrıca tarif
noktasında bir karışıklığın olduğu da göze çarpmaktadır. Çünkü klasik dönemde
âlimler Havâssu'l-Kur'ân'ın tanımını Havâs ilminin tarifi olarak
zikretmektedirler. Sözgelimi Kâtip Çelebi (ö.1067/1657) “Havâs ilmi Allah'ın
güzel isimlerinin (Esmâ-i Hüsnâ), indirdiği kitaplarının ve duâların belli bir
tertib üzerine okunmasının özelliklerinden bahseden bir ilimdir. Belli bir tertiple
okunan bütün bu isimlerin ve duâların kendince bir özelliği vardır” şeklinde bir tanım yapmaktadır.
Öte yandan Havâssu'l-Kur'ân'ın,
bazı âlimler tarafından “vehbî ilimler” kategorisinde zikredilmesi bu konuyu
Kur'ân ilimleri sahasında daha özel bir konuma getirmiştir. Örneğin Şah
Veliyullah edDehlevî (ö.1176/1762), Havâssu'l-Kur'ân'ı doğrudan “vehbî ilimler”
arasında saymaktadır. Dehlevî'ye göre, Havâssu'l-Kur'ân vehbî ilimlerdendir.
Öncekilerden bir grup Havâssu'l-Kur'ân'ı iki açıdan değerlendirmiştir. Bir
açıdan duâya benzetmişler diğer açıdan ise sihre benzetmişlerdir. Sihre
benzetmekten Allah'a sığınırım. Ancak Allah Teâlâ bu fakire bir keresinde
Havâssu'l-Kur'ân hakkında nakledilenlerin iç yüzü hakkında bir kapı açtı.
Esmâ-i Hüsnâ, yüce ayetler, mübârek duâlarla ilgili şeyler öğretti. Ve dedi ki:
“Bu sana tasarrufta bulunma ile ilgili bir ihsânımızdır.” Fakat her
ayet, isim ve duâ belli şartlarla kayıtlanmış olup ele geçirilmesi bir kaideye
bağlıdır. Bunun kaidesi de gayb âlemini gözlemektir. Tıpkı istiharede olduğu
gibi. Öyle ki kişi hangi ayet veya ismin kendisine gayb âlemini işaret ettiğini
mütalaa eder sonra da bu branşın uzmanları nezdinde bilinen metotlardan birine
göre ayet veya ismi okumaya koyulur.
Suyûtî ise müfessirin taşıması gereken şartlar içerisinde son maddede
ilmi mevhibeye yer vermektedir. Ona göre ilmi mevhibe Allah'ın, ilmiyle amel
eden kişiyi ilme varis kılmasıdır. Buna “Kim bildiğiyle amel ederse Allah
ona bilmediğini öğretir” hadisinde işaret edilmiştir. Belki “ilmi
mevhibe insan kudretini aşan bir durumdur” şeklinde bir itirazın olabilir.
Fakat mesele zannettiğin gibi değildir. Çünkü ilmi mevhibeyi elde etmeye
yarayacak amel ve zühd gibi sebepler vardır.
Bu ifadeler ışığında öznel
tecrübelere müstenid olarak, müfessirlerin kendi istidatları doğrultusunda
Kur'ân'ı anlamalarında manevî bir yöntem olarak Havâssu'l-Kur'ân'dan
faydalanabileceklerini söyleyebiliriz. Zira bazı âlimlerin de işaret ettiği
gibi “ilâhî kudret, maneviyyât âleminde de nihayetsiz şuûne vucûd vermektedir.
Bu manevî şuûnun tecelliyâtı hususunda ise Kur'ân ayetlerinin pek latif
te'sirleri vardır ki bu da Kur'ânı Kerîm'e Allahu Teâlâ tarafından mevdu‘
bulunan hassalardan, meziyyetlerden ibarettir. Bu cihetledir ki, bir kısım
hastalıkların, rûhî hadiselerin zevâl ve inkişafı babında Kur’ân ayetlerini
okumanın pek muciz te’sirleri görülmektedir.”
Buna benzer biçimde tefsir ilminde daha orijinal yorumların
yapılabilmesi ve Kur’ân’ın cezbedici güzelliklerinin insanlığa gösterilebilmesi
için Kur’ân’ın havâssından faydalanmak mümkündür.
Havâssu’l-Kur’ân Havâs ilminin bir
şubesi olarak teşekkül ettiği için öncelikle Havâs ilminden bahsetmek gerekir.
Yapılan bir tanıma göre Havâs ilmi “nesnelerin gizli özelliklerini tanıma ve bu
özelliklerden faydalanmayı amaçlayan bilgi dalıdır.” Taşköprülü’nün (ö.968/1560) tarifine göre ise
“İlm-i Havâs Zebûr, İncil ve Kur’ân’dan Allah’ın isimlerinin belli bir
düzene göre okunması veya yazılmasından ve bu isim ve duâların kendisiyle
münasebetinden kaynaklanan özelliklerini araştıran bir ilimdir. Kişi indirilmiş
kitaplarda yer alan Esmâ ve duâlarla iştigal ederek kutsî bir tarafa yönelir ve
kendini meşgûl eden şeylerden boşanır. Bu kutsî yöneliş ve arınma ile üzerine
bir takım eserler ve nurlar yayılır. İşte zikredilen bu işlerle meşgûl olma
sebebiyle bir istidat kazanmış olur.”
Bu tarif Havâs ilmini daha çok ilâhî kitaplar müvâcehesinde ele
almaktadır. Bu yüzden bu tarifin biraz daha özel tarif olduğu hatta aslında
bunun Havâssu’l-Kur’ân’ın tarifi olduğu söylenebilir. Çünkü Havâs ilmi eski
dönemlerin tıp, botanik, sihir, simya gibi birçok uğraşılarını bünyesinde
barındıran elit bir ilimdir. Bu nedenle “gelenekte Havâs ilmi denilince
harf, rakam, isim ve duâların hassalarından istifade etmek sûretiyle yapılan
işlemler akla gelmekteyse de gerçekte durum bundan farklıdır ve bu ilmin
nesnelerdeki itibarî hâssalardan çok hakiki hâssalara dayandığı görülür. Bu
yönüyle Havâs ilminin fizik, kimya, biyoloji gibi müsbet ilimlerin gelişmesine
olumlu katkıda bulunduğu söylenebilir.”
Bu çerçevede Havâs ilmiyle uğraşmış
olanlar bugünkü bilim adamlarının bir nevi ataları sayılabilir. Nitekim Ronan
(1920-1995) buna işaret etmektedir. Ronan’a göre mesela büyücü çeşitli maddeler
hakkında deneye ve gözleme dayalı bir takım bilgilerin toplamasını sağlamıştır.
Zamanla başarılar veya başarısızlıklar hangilerinin gerçekten etkili,
hangilerinin etkisiz olduğunu göstermiştir. Pratik bilgiler bir araya
toplanmış, bu bilgiler tecrübenin ışığı altında kullanılmış ve yorumlanmıştır.
Öyle ki zamanla, büyücü deney yapan araştırmacıların soyunda ilk sırayı almış
ve modern bilim adamının atası olmuştur.
Bazı İslâm âlimlerinin telif ettiği
kitaplarda başta tıp olmak üzere birçok ilim dalının Havâs ilmiyle iç içe
girmiş olması da Havâs ilminin şümûlü hakkında bir ipucu vermektedir. Söz
gelimi Kemâleddîn ed-Demirî (ö.808/1405) Hayâtu’l-Hayevân adlı eserinde
zooloji, folklor, tıp, rüya tabiri, fıkıh, hadis, tefsir, kasas ve Havâs ilmini
birlikte işlemiştir.
Havâs ilmi insanın varlığa ve
tabiata hâkim olma isteğinin diğer bir deyimle “güç istencinin” araştırma
boyutudur. Havâs ilminde insanın bazı meçhûl korkularından emin olma ve eşya
üzerinde hâkim olma isteği mündemiçtir. Büyük bir ihtimalle Havâs ilminin ilk
nüveleri insanın tabiatla ve tabiat güçleriyle çok fazla iç içe olduğu, tabiatı
ilâhî bir simge şeklinde telakki ettiği dönemlerde tabiatı içten kavramının bir
metodu olarak kendisini göstermiştir. İnsan tabiata egemen olmaya başladıkça ve
haricî teknolojiyi geliştirdikçe bu defa tabiatı anlamak yerine onu dıştan
muhasara etmeye çalışmış ve Havâs ilmi de büyük ölçüde kenara itilmiştir.
Aslında bazı ayetler: “Yedi gök, arz ve bunların içinde bulunanlar, Onu tesbih
ederler. Onu övgü ile teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur, ama siz onların
teşbihlerini anlamazsınız. O, halimdir, çok bağışlayandır (17/İsra,44) ve bazı
sûreler mesela “Müsebbihât” adıyla bilinen sebbehe sûre grubu, her şeyin
Allah’ı tesbih ettiğini söyler. Bütün bunlar bize tabiatın içten kavranması
gerektiğini iç mantığını anlamak gerektiğini ima eder. Dolayısıyla Havâs ilmi,
insanın kendisini, tabiatı, kâinâtı kısaca varlığı kozmik düzenin ayrılmaz
unsurları olarak görmenin bir yansımasıdır.
Havâs ilmi, okuma, sihir, hurûf,
simya, cifir, cin, rûhânî varlıklar, gaybî konular, tıp, duâ vb. konuları
bünyesinde taşıyan bir ilim olduğundan dolayı İslâm dini açısından konunun
berraklaşması ve işin iç yüzünün aydınlanması için açıklama yapmak gerekmiştir.
Bu bağlamda İslâm âlimleri de değişik açılardan konuyu açıklığa kavuşturmak
için gayret sarf etmişlerdir. Bu âlimlerden birisi olan İbn Nedim’e (ö.385/995)
göre, okuyup üfleme yapanlarla sihirbazlara şeytânlar, cinler ve rûhlar itaat
ve hizmet edebilir, onlar şeytânlar, cinler ve rûhları emir ve yasakları
doğrultusunda kullanabilirler. Hastalığa okuyup üfleyenler Allah’ın yüce ismine
itaat etmek, ona yalvarmak, Allah’ın rûhları ve şeytânları emir altına almaya
tahsis edilen isimlerini zikretmek, arzuları terk edip ibadete yapışmak gibi
bir takım kuralları benimseyerek cin ve şeytânların kendilerine boyun eğmesini
sağlayabilirler. Cin ve şeytânların boyun eğmesi ise ya Allah’ın o konuyla
ilgili ismine itaat etmeleri ya da ondan korkmaları nedeniyle meydana gelir.
Çünkü Allah’ın isimlerinde onları hüküm altına alıp boyun eğdirecek öyle bir
özellik vardır. Sihirbazlar ise kurbanlarla, namaz ve orucu terk etmek, kan
akıtmak ve nikâhı câiz olmayanları helal saymak gibi şeriata uygun olmayan,
Allah’a karşı asî olunacak günahları irtikâp ederek şeytânları kullanırlar.
Dolayısıyla Havâs ilminin İslâm dini açısından hoş karşılananı olduğu gibi
uygun görülmeyeni de vardır. Nitekim İslâm dünyasında Havâs ilminin öncülüğünü
yapan “İbn Hilâl’in (Hilâl b. Vasıf) hayret verici filleri, güzel işleri ve
tecrübe edilmiş sonuçları vardır. Yine Allah’ın isimlerini kullanarak hastalığa
okuyuculardan olan İbn İmam’ın yöntemi de zemmedilen değil benimsenen bir
usûldür. Ayrıca Abdullah b. Hilâl, Sâlih el-Müdirebi, Ukbetü’lEzrai’, Ebû Hâlid
Horasanî de beğenilen tarzda bir usûl benimsemişlerdir. Onların çok büyük ve
seçkin işleri vardır.”
Kökleri Eski Mısır’a uzanan Havâs
ilminin, özünde belli bir gerçekliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü havâs
kitaplarında kadim ve muhdes birçok fırkanın ortak noktalarda buluştuğunu
sıklıkla görmekteyiz. Mesela İsmâiliye’nin “her harfin, âlemde bir ağırlığı
kendine has tabiatı ve bu hassasından (özelliğinden) dolayı nefislere bir
tesiri vardır” tarzındaki düşüncesi hem
antik medeniyetlerde hem de Bâtınî ve Sünnî çevrelerde aynen dillendirilmiştir.
Ne var ki Havâs ilminin içine zamanla birçok hurafe türünden bilgiler karışmış
ve özellikle siyasî istismarlarla mesele bulanık hale gelmiştir.
Bazı ilim dallarının inceleme
sahasında zaman içerisinde değişimler yaşandığı gibi Havâs ilminin bünyesinde
de yaşanmıştır. Hatta Havâs ilmi en olumsuz şekliyle bu değişimden nasibini
almıştır. Çünkü “halk arasında yaygın şöhrete sahip eserlerde daha çok
harflerin, kelimelerin, isimlerin, duâların ve feleklerin kendilerine özgü
hassalarının bulunduğu, bu hassaları bilen kişilerin söz konusu bilgiyi
kullanmak sûretiyle duyular ötesinden haber verebildikleri ve nesnelere
hükmettikleri ileri sürülmüş, böylece Havâs ilmi tek boyutlu hale
getirilmiştir. Bu haliyle Havâs ilminin amacı eşyanın hakikatini araştırma
olmaktan çıkıp hasmın yenilmesi, gizli hazinelerin bulunması, insanlar arasında
sevgi veya nefret duygularının geliştirilmesi, şifâ dağıtılması gibi hususlara
ve büyücülüğe dönüşmüştür. Bu anlayış zaman zaman savaşa iştirak eden padişah
ve kumandanları, korunmak amacıyla üzerine bazı âyet ve vefkler yazılı
gömlekler (tılsımlı gömlek) giymeye, üzerinde çeşitli yazı ve şekiller bulunan
madalyon, yüzük ve metal muskalar taşımaya sevk etmiştir.” Kuşkusuz Havâs ilminin geçirmiş olduğu bu
evrimde bazı bilimlerin müstakil bir hale gelmesi ve araştırma alanlarını
genişletmesi etkili olmuştur. Bu bilimlerin başında ise Fizik ve Kimya yer
almaktadır.
Öteden beri gizli tutulan ve bu
yüzden “Gizli İlimler” adı da verilen Havâs ilmi, bu yönüyle kendisine
ayrı bir cazibe kazandırmıştır. Havâs ilminin gizli tutulmasının çeşitli
sebepleri vardır. Bu sebeplerden birisi bilgiye ulaşmanın güçlüğüdür. Ayrıca
ilk dönem bilim adamlarının din adamlarından olması ilme bir kutsallık da
kazandırmıştır. Buna ilaveten bilimsel verilerin toplum yönetim ve denetiminde
etkinliği bilgilerin saklanmasını da gündeme getirmiştir. Örneğin Eski Mısır'da
olduğu gibi, bilim birçok ülkede takvim ve tarım yılı ile sıkı sıkıya
bağlantılıydı. Bu tip bilgiyi elde bulundurmak, yönetmelikler ve denetlemeler
vasıtasıyla toplum üzerinde güç sahibi olmak demekti. Öyle ki bazı bilim
dallarına -örneğin astronomi- ait bilgiler, devlet sırrı gibi, çok sıkı
saklanırdı.
Bir kısım araştırmacılara göre “İslâmî
dönemde Havâs ilmine ilk defa ilgi duyan ve onu yaygın bir şekilde
kullananların başında Şiîler ve mutasavvıflar gelmektedir. Şiîler'in bu
ilgisinin temelini, Ehl-i Beyt'e mensup kişilerin diğer insanlardan imtiyazlı
oldukları inancı ile Hz. Âdem'e Esmânın öğretilmesiyle başlatıp bütün
peygamberlerde devam ettirdikleri hurûf ilminin Hz. Muhammed'de en üst noktaya
ulaştığı, ondan Hz. Ali'ye (ö.40/661) ve ondan da imamlara geçtiği yolundaki
telakkileri oluşturmaktadır.” Havâs ilminin İslâm dünyasına özellikle Şia
kanalıyla girmesi tesadüf değildir. Kanaatimizce bunun müntesipler üzerinde
otoriteyi meşrulaştırıcı bir tarafı vardır. Şia öteden beri Hz. Ali ve Cafer b.
Sâdık'a (ö. 148/765) ait cefr gibi bazı gizli belgelerden ve ilimden söz
etmektedir. “Hâlbuki güvenilir hiçbir kaynakta Hz. Ali'nin Cefr, Câmia' veya
daha başka bir eser yazdığından söz edilmediği gibi Şerif er-Radî (ö.359/969)
tarafından derlenen bazı hitabe ve mektuplarının otantisitesi hakkında da ciddi
itirazlarda bulunulmuştur.” Fakat
Hz. Ali ve onun soyundan gelen imamların gizli öğretilere vakıf oldukları
iddiası, müntesiplerini en azından psikolojik olarak tatmin etmekte ve
otoriteye karşı bir itaat olgusu geliştirmektedir. Aynı zamanda bu özellik
diğer İslâmî fırkalara karşı kendilerinin dosdoğru yolda bulunduklarının da
garantisi olmaktadır.
Havâs ilminin Şia'da çok rahat
kabul görmesi Şianın belli bir geleneğin içinden gelmesiyle de alakalıdır. Zira
Şia, köklü Pers medeniyetinden gelen bir fırkadır ve mensubu olduğu medeniyette
de okultismin derin izleri vardır. Nitekim İbn Nedim'in (ö.385/995) söylediğine
göre cin ve şeytânları hizmetinde ilk kez kullanan bir görüşe göre Hz. Süleymân
bir rivâyete göre ise İranlı Cemşid'dir.”
Bütün bunlara ilaveten Şia'nın gizli ilimlere ehemmiyet vermesi
Arap-Fars rekabetinin bir neticesi olarak Şia'nın karizmatik lider çıkarmada
yaşadığı bir krizin etkisinin olduğu da iddia edilebilir. Hz. Peygamber'in Arap
olması Araplara siyâsî anlamda belli bir prestij kazandırmıştır. Şia, Arapların
doğu toplumlarındaki liderliği karşısında Hz Ali'nin ve onun soyundan gelen
imamların karizmasını kullanmayı tercih etmiş ve kendine göre bir rota
belirlemiştir. Asırlar sonra İran
coğrafyasında zuhûr eden Hurûfîlik gibi akımların liderlerinde de Araplara
karşı İran'ın üstünlüğünü dile getirenlerin olması bu hususta önemli bir
veridir. Mesela Hurûfî önderlerinden sayılan Mahmûd-i Merdud, İran kültürünün
hâkimiyetini savunduğundan Fazlullah'a (ö.796/1394) ters düşmüştür. Ona göre
Arap devri bitmiş, Acem devri başlamıştır.
Öteden beri Havâs ilmine ilgi duyan
gruplardan birisi de filozoflar olmuştur. Bunların arasında Hz. Süleymân
zamanında yaşadığı, yaptığı riyazetle gök cisimlerinin hışırtısını duyma
noktasına geldiği ve melek makamına ulaştığı iddia edilen Pisagor (M.Ö.570-495) ile Platon (M.Ö.427-347) ve
Philo (M.Ö. 25-M.S. 50) akla ilk gelenlerdendir. İslâm âleminde de bir kısım
filozofun bu ilme alaka duyduğu eserlerinden anlaşılmaktadır. İhvân-ı Safâ bu
gruptandır. Sayıbilime önem veren İhvân-ı Safâ'ya göre sayıbilim, her şeyin
temelini oluşturan birlik ilkesini anlamanın bir yoludur. Her ne kadar yukarda değindiğimiz belli başlı
grupların Havâs ilmiyle iştigal ettiğini söylesek de özellikle harf ve sayı
spekülasyonlarına dayalı yorumlar, İslâm tefsir tarihinde sadece belli
çevrelerin tekelinde kalmamış, aksine Kur'ân'ı anlama ve yorumlama faaliyetinde
beyânî bilgi sistemini esas alan müfessirler dahi tefsir adına bu tür garip
yorumlar üretmekten kendilerini alamamışlardır.
Bu durum Havâs ilminin son derece büyüleyici bir yapıya sahip olduğunu
göstermektedir.
Günümüzde ise Havâs ilmi daha çok
halk kitlelerinden ilgi görmektedir. Bu ilgiyi iletişim araçları vasıtasıyla
gözlemek mümkündür. Yayın ve iletişim sektörünün gelişmesi ile beraber bilgiye
erişim ucuzlamış fakat Havâs ilmi bundan olumsuz biçimde etkilenmiştir. Çünkü
Havâs ilmiyle ilgili birçok tercüme ve derleme kitap piyasaya sunulmuş,
bunlardan sathî okumalar yapan bazı kişiler kendilerini kolayca medyum ilan
edebilmişlerdir. Bunun sonucunda Havâs ilmiyle iştigal eden ve hatta garantili
havâs işlerinin yapıldığı iddia edilen pek çok internet sitesi boy göstermiş ve
iş tamamen ticarî bir hal almıştır. Bütün bunlara rağmen Havâs ilminin toplum
nezdinde bir boşluğu doldurduğu anlaşılmaktadır. O halde suistimallerin önüne
geçmek adına bu ilme ehil olanların mesuliyetten kaçmamaları icap etmektedir.
İslâm dünyasında yazılmış olan
havâs kitaplarında burçlar, vakitler, harfler, sayılar, madenler, taşlar gibi
Havâs ilminin genel konularının yanı sıra Esmâ-i Hüsnâ ve Kur’ân’ın çeşitli
usûllerde okunması ve yazılması iç içe anlatılmıştır. İşte bu durum havâs
ki-taplarında Kur’ân’ın özüyle bağdaşmayan türden bazı bilgilerin ve çeşitli
uygulamaların bulunmasına yol açmıştır. Mesela “Kenzu’l-Havâs adlı kitapta
yer yer sihir görünümü veren duâ ve uygulamalara rastlanmaktadır. İnsanların ve
hayvanların teshiri, cinleri davet gibi hususlar İslâm’ın asla tasvip
etmeyeceği uygulamalardır. Müellif her ne kadar kitâbının hayır yönünde
kullanılmasını salık veriyor olsa da, eserin içindeki bazı uygulamaların iyi
niyetli ve İslâm’a uygun olduğunu söylemek mümkün değildir.” Ayrıca İbn Haldun’un da işaret ettiği
gibi Mesleme Macritî (ö.397/1007) “el-Gâye” adlı eserinde, Bûnî ise “Enmât”
adlı eserinde tılsımcılarla aynı prensiblerden hareket ederek kabul edilemez
biçimde Kur’ân’ın sûre ve ayetlerini çeşitli kısımlara ayırma yoluna
gitmişlerdir.
Havâs kitaplarına sihir izlenimi
veren bilgilerin girmiş olması daha önce değindiğimiz gibi Havâs ilminin, bugün
artık müstakil hale gelmiş birçok bilimi bünyesinde taşımasından ileri
gelmektedir. Fakat Esmâ-i Hüsnâ ve Kur’ân’ın havâssının yanında sihir ve büyü
cinsinden bilgilerin yer alması insanların zihninde sihir ve büyünün meşru
görülmesi riskini oluşturmaktadır. Bu sebepten dolayı Havâssu’l-Kur’ân
konusunun müstakil bir başlık halinde ve Havâs ilminin genel konularından
tecrid edilerek, Kur’ân’ın rûhuna uygun düşecek biçimde kitaplaştırılması daha
sağlıklı gözükmektedir. Çünkü gerçekten de havâs kitaplarında sorgulanması
gereken enteresan bilgiler yer almaktadır. Bu tür bilgilerin bulunmasını genel
olarak İslâm âlimlerinin her bilgiyi kaybolmaması için kaydetmelerine bağlamak
mümkündür. Ne var ki bilgilerin eleştiri süzgecinden geçirilmeden aktarıldığı
havâs kitaplarının, toplumda birçok hurafe ve batıl inancın yayılmasında
kendince bir etkisi olmuştur.
Bununla beraber havâs kitaplarının
kimisi daha çok hadislerde Fedâiline sıkça değinilen Esmâ, sûre ve ayetleri ele
almıştır. Bu bağlamda Havâssu’l-Kur’ân konusunun biraz daha özenle işlendiği
türden kitapların mevcut olduğu söylenebilir. Mesela Hazinetu’l-Esrâr adlı
kitapta en çok Besmele, Bakara Sûresi’nin son üç ayeti, Hz. Yunus’un duâsı,
Haşir Sûresi’nin son kısmı, Ayete’l-Kürsî, Fâtiha, İhlâs, Yâsîn, Fetih, Vâkıa,
Mülk, Amme, Duhâ, İnşirâh, Kadir, Kevser ve Muavvizeteyn Sûreleri işlenmiş ve
müellif tarafından İslâm âlimlerinin “Kur’ân harflerini ters çevirip yerlerini
değiştirmenin küfür olduğunu ve böyle şeyler yapmaktan Allah’a
sığındıkları dile getirilmiştir. Bununla
beraber bu kitaplar da Havâs ilminin genel usûllerinden vareste değildir.
Havâs kitaplarının “içindekiler”
kısmı incelendiğinde derde deva her alandan formüllerin zikredildiğini
görebilmekteyiz. Doğal olarak bu durum okuyucuyu hemen celb etmektedir. Bu
kitaplarda sayısal olarak en çok tıpla ilgili reçetelerin yer aldığı gözden
kaçmamaktadır. Bunlar arasında sağırlık, sara, zekâ geriliği, veba, kolera,
nefes darlığı, pelteklik, romatizma, halsizlik, felç, akıl hastalıkları, baş
ağrısı, ateşli hastalıklar, kısırlık, humma, sivilceler, yanıklar, kabızlık,
kan kaybı, göz hastalıkları, diş ağrısı, kolay doğum vb rahatsızlıklar için
reçeteler önerilmektedir. Bunun yanı sıra şöhret, mutluluk, zengin olmak, zor
işleri başarmak, iş bulmak, kısmet açmak, şeref ve itibar kazanmak, huzur
bulmak, hapisten kurtulmak, cesaret sahibi olmak, müşteri çekmek, ekin ve
mahsullerde bereket elde etmek, hırsızlardan korunmak vb birçok konuda çözümler
sunulmaktadır.
Elbette ki bunların sorgulanması
gerekir. Zaten bu tür kitapların bazısına daha yazıldıkları dönemde çeşitli
eleştirilerin yapıldığı mukaddimelerinden anlaşılmaktadır. Örneğin Seyyid
Süleymân el-Hüseynî eserine yapılan tenkitleri şöyle değerlendirmektedir: “Bu
hususda uzun uzadıya bast-ı makala bizi sevk eden şey bazı erbab-ı inkarın
“Kenzu'l-Havassı” neşr ile halkı kesalet ve batalete sevk eylediğimize dair
yükselttikleri sada-yı itiraza cevab vermekle beraber karilerimizden -pek az
ise debazı zevatın yanlış anladıklarını -müracaatları üzerineanladığımızdır....
Hiçbir hususda Havas, insanı teşebbüsden vareste kılamaz. Mesela bir maksadın
husulü için Havas okuyan kimse anın esbab-ı zahiriyesine de tevessül ve
teşebbüs etmelidir ki muvaffakiyet hasıl olsun.”
Fakat havâs kitaplarında zikredilen
malumâtın imkânsızlığını ileri sürerek bunları bir çırpıda yok etmek ilmî bir
tutum olamaz. Ayrıca bu kitaplarda yer alan bazı bilgiler kanaatimizce
bilimkurgu türünden insanının ufkunu açmaya yarayacak bilgilerdir. Mesela
Kartal veya Akbabayı itaat altına alıp onlarla uçmak, görünmez hale gelmek,
sudan zeytinyağı veya devlet parası yapmak,
kâğıdı altın ve gümüşe çevirmek gibi formüller birer absürd gibi
algılanmamalıdır. Bilakis bunlar muhtemel keşif ve icatlar için birer ilham
kaynağı telakki edilmelidir.
İslâm dünyasında Havâs ilminin
otoritelerinden birisi olan el-Bûnî konunun hassasiyetinden olsa gerek,
Şemsu’l-Maârif adlı kitâbının girişinde bu ilimlerden sadece nasibi olanların
faydalanması için niyazda bulunmaktadır. Ardından bu kitâbı kötü niyetle
kullanmak isteyenleri kendince inzâr etmekte ve: “Ehlinden gayrı kimselere ve
usûl ve tavsiyem dışında kullananlara bu kitâbım haram olsun derim. Zira bu
kitâbımı kötüye kullananlardan her türlü hayır ve bereket kalkmış olur. Hak
Teâlâ bu türlü davrananları kötü duruma sokar. Kitâbımdan faydalanacak kimseler
tam abdest ve tahâret üzerine ve Allah'ın adını anarak kitâbımı ellerine
almalıdır. Böylece Allah'ın rızâsını kazanarak bu kitaptaki başarıya
kavuşabilirsin. Ve yine bu kitâbı Allah'ın rızâsı olan yönde kullanmaya
bakmalısın. Çünkü bu kitâbı ben sâlih, ârif, itaatli, amel sahibi Allah'a
maddeten ve manen bağlı müridler için yazmış bulunuyorum. Bu kitâbım bu gibiler
içindir. Bu kitaptan ne az ne de çok isteklerde bulunma” şeklinde
tenbihlemektedir.
Bizim toplumumuzda oldukça meşhur
olan ve yazarının dediğine göre tecrübe edilmiş havâsdan derlenerek telif
edilen Kenzu’l-Havâs adlı kitapta da müellif, okuyucularına biraz daha uyarıcı
tenbihlerde bulunarak şunları kaydetmektedir: “Bu havassı hayr ve meşru
hususatta istimal etmelerini bi'l-hassa rica eyleriz. Çünkü havass-ı celileyi
mahallinin gayrinde istimal günah-ı azimdir. El ve silahıyla ızrar, dil ve
kalemiyle ızrarın aynıdır. havass-ı celile ile amal-ı nefsaniyeye hizmet
edenlerin mutazarrır oldukları görülmüştür.” Müelliflerin bu ikazları bir
bakıma bir kaygıyı da içermektedir. Çünkü bu tür kitaplarda zikredilen Havâs ilmine
ait sonuçlar belki birçok kişi tarafından elde edilemeyebilir veya elde edilen
netice şer yönde kullanılabilir. Bu durumda o kişilerde Kur'ân'a karşı menfî
bir tutum gelişebilir. Burada en büyük yanılgı bu ilmin muhataplarının kimler
olduğunu bilmemektir. Çünkü bu ilim belli bir yaşam tarzı, daha doğrusu dinin
en ince şekliyle yaşanmasını gaye edinen havâssa özgü bir ilimken, avamdan
insanlar sadece bir takım vird ve zikirlerle neticeye kestirme biçimde
ulaşacaklarını zannederler. Oysaki bu ilim bir yaşam tarzının meydana getirdiği
tecrübe ve algıyla ilgilidir. Havâs kelimesi zaten özel bir alanı işaret eder.
O genelin değil özelin ilmidir. Herkesin fıtratı bu ilme müsait değildir.
Bazı âlimlerin tarifine göre “Havâssu’l-Kur’ân,
Kur’ân’dan bazı kelime, âyet ve sûrelerin belli bir tertibe göre okunması veya
yazılması halinde niyet ve maksada uygun sonuçlar veren tesir ve
özelliklerinden bahseden bir disiplini ve bunun literatürünü ifade eder.” Havâssu’l-Kur’ân ilmi, rivâyete dayanan ilimlerden
biridir. Kur’ân-ı Kerîm’in bazı özelliklerine dair sahabe ve tabiundan çok
sayıda rivâyet gelmiştir. Bu yönüyle bu ilmin Peygamber (s.a.v) devrine kadar
dayandığını söyleyebiliriz.
Havâssu’l-Kur’ân, Müslümanların Kur’ân’a olan derin imanları ve onu
hayatın merkezinde görmelerinden neşet etmiştir. Bu inanca sahip âlimlerden
birisi olan İbn Kayyim (ö.751/1350) Kur’ân’ın çeşitli hassalara sahip olduğunu
şöyle dile getirmektedir: “Bir takım kelâmın havâs ve faydalarının tecrübe
edildiği bilinmektedir. Âlemlerin Rabbi Allah, yarattıklarından daha üstün
olduğu gibi kelâmı da diğer sözlerden üstündür. Dolayısıyla tam bir şifâ,
faydalı bir koruma, hidâyete götüren bir ışık ve “eğer bir dağın üzerine
indirilseydi azametinden dolayı dağı paramparça ederdi” buyurduğu Kur’ân’ın,
kuşatıcı bir rahmet olmadığı düşünülemez.”
Taşköprüzâde’nin (ö.968/1560)
belirttiği gibi, Havâs ilminin hem Esmâ-i Hüsnâya dayalı pozitif bir türü hem
de sihre dayalı negatif türü vardır. Bu
açıdan bakıldığında Havâssu’l-Kur’ân merkeze Kur’ân’ın gücünü koyarak sihir,
simya vb. şeylerden ayrılmaktadır. Dolayısıyla bu havâs sihir ilminin alt
dallarından değil Kur’ân ilimlerinin alt dallarındandır.
Havâssu’l-Kur’ân ile ilgili
rivâyetler Hz. Peygamber zamanında başlamış ve erken dönemlerden itibaren
bununla alakalı uygulamaların meşruiyeti seçkin âlimler arasında tartışmaya
açılmıştır. Söz gelimi Hasan Basrî, Mücâhid, Ebû Kulâbe ve Evzâî, su kabının
içine Kur’ân’ın yazılıp onunla hastanın yıkanmasında ve ondan içmesinde bir
sakınca olmadığını söylerken; Nehaî bunu mekrûh görmüştür. Kadı Hüseyin, Bağavî
vd ise Kur’ân’ın tatlı ve yemeklere yazılıp yenmesinde sakınca olmadığını
söylemişlerdir.
Havâssu’l-Kur’ân’da üzerinde en çok
durulan konular Hz Peygamber tarafından önemine dikkat çekilen Besmele, Lafza-i
Celâl, İsm-i A’zam, Fâtiha, Ayete’l-Kürsî, Bakara Sûresi’nin son üç ayeti,
İhlâs, Muavvizeteyn, Yâsîn, Mülk, Hâmîmler gibi Esmâ, ayet ve sûrelerdir. Bu
bağlamda besmelenin havâssı ile ilgili birçok bilgi aktarılmıştır. Bu
bilgilerden birisine göre “her gün beş vakit namazı müteakib yirmi bir defa
besmele-i şerife okumak itiyad eden kimse her bir hususta mazhar-ı lütf-u Huda
ve nail i inayet-i Kübra olur. Cenab-ı Hakkın Rahman ve Rahîm Esma-i
Kudsiyyesinin bereketiyle her türlü bela ve afetten fakr ve sefaletten, mevt-i
fec’iden, haps ve esir olmaktan emjn ve mahfuz bulunur.” Kanaatimizce bu tür havâs bilgileri
Müslümanların Kur’ân’ı daha çok önemsemelerine ve besmele gibi ulvî bir kelamı
gündelik hayatta daha faal biçimde kullanmalarına vesile olmaktadır.
Havâssu’l-Kur’ân’ın en birinci
istinadgâhı Kur’ân-ı Azîm’dir. Nitekim Hz. Peygamber bir kısım had-islerinde
çeşitli sûrelerin havâssına ait beyanâtta bulunmuştur. Mesela “Her kim evine
girdiği zaman Kul huvallahu ehadi okursa, hem kendi ev halkından hem de
komşularından fakirliği savmış olur.’
Veya “Herkim Cumadan sonra el-Hamdu’yü (Fâtihayı), Muavvizeteyni ve
İhlâsı yedişer defa okursa diğer bir cumaya kadar korunmuş olur’” ya da “Kim
Yâsîni yazar sonra onu içerse içine bin nur, bin bereket ve bin şifâ girer ve
ondan bin tane dert çıkar gider’
buyurmuştur. İbn Mesud’un naklettiği bir
hadiste ise Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kim geceleyin Bakara Sûresinin
sonundan iki ayeti okursa o ona kifâyet eder. ” Bu hadisin son kısmında zikredilen “ona
kifâyet eder” ifadesi geniş bir anlam yelpazesinde açıklanmıştır. Şarihlere
göre “Bakara Sûresi’nin sonundan iki ayetin okunması” her türlü kötülüğe
ve şeytanın şerrine karşı yeterli olacağı gibi, insan ve cinnin kötülüğünü
uzaklaştırmaya, bütün geceyi ibadetle geçirmeye de kifâyet eder.
Öte yandan Kur’ân’ın kendisini
açıkça “şifâ” olarak nitelemesi dikkat çekmektedir. Bu meyanda “Kur’ân-ı
Kerîm’in sûre ve âyetlerinin kendilerine özgü havâssının bulunduğunu ileri süren
müfessirler, bu görüşlerine delil olarak onun şifâ olduğunu bildiren âyetleri
göstermektedirler. Bazı âyetlerde Kur’ân’ın bir şifâ olduğu bildirilirse de bu
âyetlerde şifâ kelimesinin iman, mev’iza, rahmet ve hidâyet kelimeleriyle
birlikte kullanılması (bk. Yûnus 10/57; el-İsrâ 17/82; Fussilet 41/44),
özellikle Yûnus sûresinin 57. âyetinde “gönüllerdekine şifâ” açıklamasının yer
alması, Kur’ân-ı Kerîm’in ahlâkî ve manevî hastalıkları tedavi edici rolünü
göstermekte, ayrıca cismanî hastalıkları iyileştirici bir tesire sahip olduğuna
dair bir âyet bulunmamaktadır.” Fakat
psikolojik rahatlığın insan biyo-kimyâsı üzerindeki müspet etkileri göz önüne
alındığında manevî tedavinin boyutunun genişlediği düşünülebilir.
Hz. Peygamber’in Fedâilul-Kur’ân ve
duâ gibi konuların yanı sıra özellikle tıpla alakalı bazı hadisleri
Havâssu’l-Kur’ân’ın ikinci dayanağı olmuştur. Hz. Peygamber’in tedavi amaçlı en
çok kullandığı sûrelerden birisi Muavvizâttır (İhlâs, Felak ve Nas). Hz.
Aişe’den gelen rivayette şöyle denilmektedir. “Hz. Peygamber şikâyeti
olduğunda Muavvizât’ı okur ve kendisine üflerdi. Ağrısı şiddetlendiğinde ben
okur ve bereketini umarak onun eliyle vücudu meshederdim. ’ Meşhur hadis şarihlerinden İbn Battâl
(ö.449/1057) konuyla ilgili şu açıklamayı yapmaktadır: “Muavvizeteynle rukye
yapmada bütün yaratılmışların, sihir yapıp üfleyenlerin, hased edenlerin,
şeytânın ve onun verdiği vesvesenin şerrinden Allah’a sığınmak vardır.
Muavvizeteyn ekseriyetle istenmeyen şeylerin hepsini kapsayıcı bir duâdır. Bu
nedenle Hz. Peygamber Muavvizeteyn ile rukye yapardı. İlgili hadis sadece
Allah’ın kitâbı, isimleri ve sıfatıyla rukye yapılacağını gösteren
asıldır. Bu tür tedavi “tıbb-ı
rûhânî”dir. Bu anlamda Muavvizeteyn ve Allah’ın diğer isimleriyle rukye yapmak
tıbb-ı rûhânîdir. İyi insanların diliyle yapıldığı zaman Allahın izniyle şifâ
meydana gelir. Ancak bu da nadir bulunduğu için insanlar cismanî tıbba
yönelmişler” ve tıbb-ı rûhânî adeta
Havâs ilmine tevdi’ edilmiştir. Esasen Hz. Peygamber’in fiili olarak tedavi
amacıyla okuma şeklinde Kur’ân’dan faydalandığı bilinen bir husustur. İbn
Battâl’a göre Allah’ın kitâbıyla okuyup üflemek hastalıklara bir şifâdır. Kim
böyle yaparsa isâbet etmiş ve bu fiilinde Allah’ın elçisine uymuştur. İbn Hacer’in (ö.852/1448) kaydettiğine göre
âlimler şu üç şartın yerine getirilmesi halinde rukye yapmanın caiz olduğunda
icma‘ etmişlerdir. Birincisi rukyenin Allah’ın kelamıyla ya da isim ve
sıfatlarıyla yapılması; ikincisi Arapçayla veya manası bilinen başka bir
lisanla yapılması; üçüncüsü ortaya çıkacak tesirin rukyenin kendisiyle değil
bilakis Allah’ın iradesiyle olduğuna inanılması.
Tıbb-ı Nebevî’yi tamamen inanca
dayandıran İbn Haldun (ö.808/1406) ise şerî kaynaklarda nak-ledilen tıbbın
vahiyle bir ilgisinin bulunmadığını, bunların Araplar arasında bilinen şeyler
olduğunu ve Hz. Peygamberin beşer olmasından kaynaklandığını belirtir. Çünkü
Hz. Peygamber dinî hükümleri öğretmek için gönderilmiştir, tıp ya da diğer
ilimleri öğretmek için gönderilmemiştir. Bu nedenle Hz. Peygamberden nakledilen
tıpla ilgili rivâyetler sadece teberrük amacıyla, bir inanç olarak tatbik
edilebilir ve bunun iyi netice almada etkisi de görülür. Fakat bu etki tıbtan
değil inançtan ileri gelir. Tıpkı balın, karın ağrısını tedavi etmesinde olduğu
gibi. Bu açıdan bakıldığında Havâssu'l
Kur'ân'ın bir nevi duâ etmenin adâbı ve ihlâsla duâ etmenin sonuçları üzerine
kurulmuş olduğu söylenebilir. Zaten Hz. Peygamber de duânın bu yönüne dikkat
çekmiştir: “Siz gerçekten icabet edileceğine inanarak duâ ediniz. Biliniz ki
Allah gaflet içinde meşgûl bir kalbin duâsını kabul etmez.”, Havâssu'l-Kur'ân'ın
dayanakları arasında en koyu müteşabihlerden olan hurûf-ı mukattaanın her çeşit
sırrın menbaı olarak telakki edilmesinin de rolü olmuştur. Nitekim İmam
Yâfî'nin (ö.768/1367) dediğine göre Gazâlî'nin (ö.505/1111) telif ettiği
“Havâssu'l-Kur'ân” sûre başlarındaki şifreleri ele almıştır. Taşköprüzâde ise “İlmu Havâssi'l-Hurûf'
başlığı altında hurûf-ı mukattaanın havâssına atfen: “Bil ki sûrelerin başlangıçlarında
zikredilen harflerin ve mutlak anlamda harflerin çok büyük havâssı faydaları
vardır. Bunu ancak ehli olanlar bilir”
der. İşte bu ifadeler hurûf-ı mukattaanın Havâssu'l-Kur'ân konusunda
önemli rol oynadığını göstermektedir. Hurûf-ı mukattaa daha sonra ayetleri
meydana getiren harflere de teşmil edilmiştir. Şemsu’l-Maârifte konuyla ilgili
şöyle denilir: “Ey kardeşim şunu bil ki, ayetlerdeki harflerin özellikleri
çok şaşırtıcı ve hayret vericidir. Bunların faydaları da kezâ böyledir. Bunları
ancak Ârif kimselerin pek azı anlar ve bilir.”
Bazı âlimler ise bu görüşe paralel
biçimde “harfler ve isimlerle tasarrufta bulunmak şerefli bir ilim olup buna
ancak o harflerin ve isimlerin özelliklerine uygun olan belli riyâzet
şartlarına riayet etmekle ulaşılabilir”
demektedirler. Ancak iş harflerle sınırlı kalmayıp sayılarla
ilişkilendirilmiştir. Harflerle sayıların birbiriyle sıkı bir ilişkiye
sokulması muhtemelen sayıların varlıktaki düzeni anlama; harflerin ise bunu
ifadeye vesile olmasından kaynaklanmaktadır. Bununla beraber harfler ile sayılar
arasındaki münasebet anlaşılması güç bir iştir.
Çünkü bu, ilimler ve kıyaslamalar
cinsinden bir şey değildir. Bu işle uğraşanların dayanağı zevk ve keşiftir.
Havâssu'l-Kur'ân'ın teşekkülünde
önemli bir yeri olduğu anlaşılan diğer bir etken Esmâ-i Hüsnâ yani Allah'ın
güzel isimleridir. Bazı âlimlere göre Esmâ-i Hüsnâ ilmi ne şeriatçe ne de aklen
inkâr edilemez ilimlerin en büyük sırlarından birisidir. Şunu belirtmek gerekir ki özellikle
Tasavvufta çeşitli Esmâ'nın tesirleri tecrübe edilmiş ve mürşidin müridini
irşad etmesinde en önemli umdelerden biri olarak yerini almıştır. Çünkü sûfî
eğitiminde isimler sayıları belirli oranlarda anılmak sûretiyle kişide bir nur
oluşturmaya başlarlar.
Tasavvufta zikrin temelini
umumiyetle Esmâ-i Hüsnâ oluşturmaktadır. Bazı mürşidler zikrin önemine atfen
şöyle derler: “Tarikatın sırlarından birini tatmak isteyen, hakikatin
nevilerinden birini kalp gözüyle görmek isteyen, Allah'ın huzurunda bulunma
şuuruna ermiş bir kalple, mükemmel bir edeble, içten bir yönelme ile Allah'ı
zikretmeğe devam etsin”. Böylece edebe riayet etmek şartıyla bu sırrın
bizzat tecrübe edilebileceği ifade edilmektedir.
Esmâ-i Hüsnâ içerisinde bilhassa
İsm-i A'zam'ın ayrı bir yeri vardır. Sıddık Hasan Hân (ö.1307/1890)
Ebcedu’l-Ulûm adlı kitâbında “İsmi A'zamla tasarrufta bulunma ilmi” başlığı
altında şunları söyler: “Ebû'l-Hayr (ö.440/1049) bu ilmin tefsirin alt
dallarından birisi olduğunu, Peygamber ve evliyâ dışında bu ilme insanlardan
çok az kişinin ulaştığını belirtmektedir. Bu yüzden bu ismin belirlenmesi
hakkında kimse eser yazmamıştır. Çünkü âlemin fesada uğraması ve insanların
düzeninin bozulmasına sebep olacağı için İsm-i A'zam'ın insanlara açıklanması
asla uygun değildir. Bu konuda İmam Yâfî ve diğer bazı âlimler her ne kadar
soru soranlara bir cevap olarak kıymetli kitap yazmışlarsa da bu kitaplara da
güvenilemez. Zira bu ilim peygamberlere has kılınmış bir ilimdir.”
Söylendiğine göre İslâm dünyasında
Havâs ilminin öncüsü sayılan Hz. Ali, Fâtiha Sûresi’nin Kur’ân’ın başı, direği
ve zirvesi olmasını da içerisinde İsm-i A’zam’ın bulunmasına bağlamıştır.” İsm-i A’zam telakkisi gerek
İsmailiyye gerekse İmamiyye Şiasında da önemli bir yer tutmakta ve bu
çevrelerde de telaffuz edilmesi halinde olağanüstü işleri başarma imkânı
sağlayan ilâhî bir güç gibi algılanmaktadır.
Bazı sûrelerin çok sayıda melek
tarafından indirildiği bildirilmektedir. Mesela En’âm Sûresi’nin “Mekke’de bir
gecede topyekûn biçimde yetmiş bin meleğin tesbihiyle indirildiği”
nakledilmektedir. İşte bu tür ifadeler,
her sûrenin, her ayetin ve hatta her harfin bir melekle ilgisi olduğu
anlayışını pe-kiştirmiştir. Bu nedenle havâs kitaplarında her ismin hizmet
meleğinden bahsedilir ve bazen o meleğin ismi de zikredilir. Bu isimler
Cebrâil, Mikâil İsrâfil ve Azrâil adlarında olduğu gibi ekseriyetle “il” ekiyle
bitmektedir. Örneğin “el-Melik” isminin hizmet meleği “Heyhelil”,
“el-Cebbâr” İsminin “Recfeyâil”, “er-Rezzâk” isminin “Hehreyâil”dir. Aslında tabiat olaylarında da en küçük bir
olayın mesela bir kar tanesinin ilgili melek tarafından indirilmesi, aynı
zamanda kozmolojik bir birlikteliği harflere de aksettirmenin sonucudur.
Havâssu’l-Kur’ân öznel bir
tecrübenin eseri olarak vücut bulmuş ve en etkin dayanaklarından birisi İslâm
büyüklerinin söz ve tecrübelerinin aktarılması olmuştur. Nitekim bazı İslâm
bilginleri de Havâssu’l-Kur’ân’ın sâlih kişilerin tecrübelerine ve bu hususta
varid olan hadislere dayandığını belirtmektedirler. Havâssu’l-Kur’ân uygulamaya dayanan bir ilim
olması hasebiyle İslâm büyüklerinden nakledilen tecrübeler bu ilmin itibar
görmesinde başat bir rol oynamıştır. Rivâyetler incelendiğinde isimleri İslâm
dünyasında hürmet gören birçok zatın Havâssu’l-Kur’ân ile ilgili yazma, okuma,
suyunu içme şeklinde tecrübeler yaşadığı ve bunları başkalarına aktardığı müşahade
edilmektedir. Örneğin sahabenin büyüklerinden Abdurrahmân b. Avf ın (ö.32/652)
muhafaza edilmesini istediği mal ve eşyanın üzerine sûre başlarındaki harfleri
(hurûf-ı mukattaa) yazdığı bu vesileyle onları koruduğu söylenmiştir. Benzer
biçimde meşhur Şâfî fakihlerinden el-Kiyeherrasî’nin (ö.504/1110) seyahata
çıktığında sûre başlarındaki hurûf-ı mukattaayı okuduğu ve bunun sebebi
kendisine sorulduğunda bu harflerin bulunduğu ve yazıldığı malın korunduğu ve
kişinin telef olup boğulmaktan emniyete çıktığını söylemiştir. Anlatıldığına
göre İmam Şâfî (ö.204/819) göz iltihabından şikâyet eden bir adama içinde
(50/Kâf,22) ve (41/Fussilet,44) ayetlerini bir kâğıt parçasına yazmış, şikâyeti
olan kişi de bunu üzerine asmış ve iyileşmiştir. İmam Gazâlî ise Isfahân’da
sâlihlerden birisinin küçük abdestini bozmada sıkıntıya düştüğünü bunun üzerine
bir sayfaya besmeleyi ve ardından (56/Vakıa,5-6) (69/Hakka,14) ve (89/Fecr,21)
ayetlerini yazıp onu bir suyun içine attığı ve bu suyu içtikten sonra kolayca
bevlettiğini nakletmektedir. Bu nedenle
Havâssu’l-Kur’ân ile ilgili ortaya konan tecrübelerin Hz. Peygamber’in
Fedâilu’lKur’ân, duâ ve tıp gibi konularda beyan buyurduklarının genişletilmiş
uygulamaları olduğu söylenebilir.
Kanaatimizce Havâssu’l-Kur’ân
konusu Kur’ân’a atfedilen kutsallığın doğal bir sonucudur. Çünkü kutsal sayılan
her şeyde bir olağanüstülük ve gizem tabi olarak vardır ve insanlar her zaman
kutsal saydıkları değerlerden olağanüstü şeyler beklemişlerdir. İşte
Havâssu’l-Kur’ân konusunun şekillenmesinde bunun da bir tesiri olmuştur.
Özellikle halkın havâs kitaplarına ilgi duymasında bunun etkisi vardır. Bazı
araştırmacılara göre “avam dediğimiz halk tabakasını Havâssu’l-Kur’ân
konusuyla ilgilenmeye sevk eden sebepler: a) Maddî sıkıntılar b) Manevî sıkıntılar
c) Sosyal etkenler d) Devası tıbben bulunamayan hastalıklar e) Diğer dinlerin
etkisidir.” Özellikle şifâ bulma
umuduyla havâs kitaplarına bir teveccüh olduğu görülmektedir. Fakat bu işe
tevessül etmeden önce “şifânın nihaî kaynağı; devası araştırılmalı, maddî
bir arızânın maddî bir devaya bağlı olduğu unutulmamalıdır. Bu aslında herkesçe
bilinmesine rağmen, modern Tıp uygulamalarında insanın manevî-rûhî cephesinin
göz ardı edilmesi, dinî kanaatler, sosyo-kültürel saikler ve tıbbî tedavinin
pahalı olması gibi etkenler insanları bu tür ‘kolaycılık'lara itmektedir.” Hâlbuki Hz. Peygamber de duâ okuyarak
tedavi olmanın sınırlarını bazı hadislerinde tayin etmektedir. Mesela bir
hadis-i şerifte: “Rukye, sadece göz değmesi ve zehirli hayvan ısırmasında
olur’” buyurmaktadır. Hadis
yorumcularına göre elbette ki “rukye bunların dışındakiler için câiz değildir
anlamına gelmez. Fakat rukye en çok bu iki alanda faydalıdır ve bu iki alanda
uygulanması daha uygundur” mânâsına gelir.”
Aslına bakılırsa insan, menfaatine
düşkün pragmatik bir varlıktır. Bu cihetle Havâssu'lKur'ân ile ilgili
tecrübeler insanın pragmatik yüzünü gösterir ve bu zaviyeden onu teşvik eder.
Kur'ân okumanın ve onunla meşgûl olmanın en etkili yollarından birisi belki de
bu tür hassalardan bahsetmektir. Nitekim bazı âlimler bu hususu
değerlendirmişlerdir. Mesela Kureyşizâde Muhammed Fevzi Efendi (ö.1318/1900)
“Vâkıa‘ Sûresi” ile ilgili yazdığı müstakil tefsirininin girişinde okuyucuyu
teşvik etmek için bu sûre hakkında varid olan hadis-i şerifler ışığında
havâssına değinmektedir. Ona göre “Hazret-i Kur'ân'ın her bir sûre, her bir
ayet, her bir kelime ve her bir harfinde hazine-i zer ve cevher gibi her türlü
faide ve men-faat murad olunur ise de bazısının bazı hasse-i mah-susası olduğu
musarrah ve mansusadır. Ez cümle sûre-i Kur'âniyyenin elli altıncısı olan Sûrei
Vakıayı her kim devam üzre vakt-i mahsusada kıraat ederse ol kimse asla ömründe
fakru fakaya giriftar olmaz.” Fakat
sadece fakirlikten ya da hastalıklardan kurtulmak için Kur'ân'ın havâssından
yararlanmaya kalkışmak ise Kur'ân'ı basit şeylere alet etmenin bir başka şekli
olur. Bu yüzden Havâssu'l-Kur'ân'dan faydalanmada niyetin mevkii belirleyici
bir faktördür.
Bilinmesi gereken ilk husus
Havâssu'l-Kur'ân ile uğraşan kişinin fıtratının bu işe ne denli elverişli
olduğudur. Bu ilmin otoritelerine göre “şu iyi bilinmelidir ki; gizlilikler
Ehlinin yolunda yürüyen bir kimse bu işi başarabilir. Rastgele bir insan bu işi
başaramaz.” Ayrıca
Havâssu'l-Kur'ân'dan ciddi boyutlarda faydalanmak için bu ilim yetkin
hocalardan veya sağlam kaynaklardan alınmalıdır. Nitekim İmam Ahmed el-Bûnî
(ö.622/1225) kitâbının sonunda ayrıntılı olarak hocalarını zikrederek80 ilminin
kaynağını işaret etmekte ve böylece bu alanda hoca-talebe ilişkisinin önemine
atıfta bulunmaktadır.
Havâs kitaplarında yer alan
bilgilerin uygulanmasında önemli esasların olduğu satır aralarından
okunmaktadır. Hatta avamın da okuyabileceği düşünülerek havâs bahsinde
öncelikle bilinmesi gereken hususlar bazı kitapların medhalinde arz
edilmiştir. Çünkü Havâssu'l-Kur'ân
konusunda Havâs ilminin bir takım kaideleri uygulanmaya çalışılmıştır. Mesela
Esmânın zikrinde sayı, belli vakitlerde okuma, koku sürünme, yazılacak duâlarda
zaferan, misk veya gülsuyu karışımlı mürekkep kullanma, temizliğe özen gösterme
bu kaidelerden bir kaçıdır. Zira manevî hastalıklar için alınan ilaçlarda
teşhis, ölçü, zaman, mekân, fazlalık ve noksanlıktan kaçınmak gibi hususlara
kesinlikle riayet etmek esastır. Aksi takdirde ya netice alınamaz, yahutta
fayda yerine zarar görülür.82 Kanaatimizce havâs âlimlerinin riayet edilmesini
ısrarla vurguladıkları hususlar kişinin tamamen yapacağı duâya odaklanmasına,
onu önemsemesine ve böylece duânın kabul edilecek bir atmosfere girmesine zemin
hazırlamaktadır.
Riayet edilmesi gereken kaidelerden
birisi vakitlerdir. Havâs âlimlerine göre “havass-ı şerife ve ezkar-ı celile
okumak için en münasip vakit gece yarısından sonra herkesin derin uykuda olduğu
ve cihanı bir amik sükût ve sukûnet kapladığı zamandır. Bazı havass-ı şerife
vardır ki okunması için vakt ve zaman-ı mahsus vardır. Bi’ttabî bunlar kendi
zamanlarında okunur.” Esasen vakitlerin önemine Kur’ân da değinmektedir.
Örneğin seher vaktinin ehemmiyetine binaen şöyle buyrulmaktadır: “Onlar
sabreden, doğru olan, gönülden kulluk eden, iyilik için harcamada bulunan ve
seher vakitlerinde Allah ’tan bağışlanma dileyen kimselerdir” (3/Al-i
İmrân,17). Duâların kabul görmesi için de vakitlerin gözetildiği dikkat
çekmektedir: “Ya’kub, “Rabbimden sizin bağışlanmanızı dileyeceğim. Şüphesiz
O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” dedi (12/Yusuf,98).
Müfessirlere göre bu ayette Hz. Ya’kub duâsını icabet görsün diye seher vaktine
veya gece namazı veya Cuma gecesine ertelemiştir.84
Vaktin gözetilmesinin yanı sıra
sayılara da dikkat edilmekte ve her zikrin ve Esmâ’nın çekilmesi gereken aded
üzerinde önemle durulmaktadır. Mesela “kim Ayete’l-Kürsî’yi üç yüz on üç defa
(313) okursa kendisine ölçülemeyecek kadar hayır hâsıl olur, kendisine hayır
kapılarını açar. O bunu okumaya devam ettikçe bu kapılar kapanmaz. Bu sayıda
yani 313 sayısında bir mücahid grubu savaşacak olursa mağlup olmaz. Çünkü
Talut’un yaranlarının sayısı 313 idi. Bedir Savaşına iştirak edenler de üç yüz
on küsur (313) idi. Görüldüğü üzere
Ayete’l-Kürsî’nin üç yüz on üç kere okunmasının sebebi Talut’un taraftarlarının
ve Bedir Ashabı’nın sayısıyla bağlantı kurularak önerilmiştir.
Bir başka örnekte ise Fâtiha, yedi
ayetinden her birinin haftanın bir gününe denk geldiği düşünülerek gündeme
getirilmiştir. Bu anlayışa göre o günlerde tasarruf edecek ulvî ve suflî
âlemden olan rûhânîlerle beraber günlerin isimleri ve harfleri de
yerleştirilmiştir. Bunu iyi anla ta ki Allah sana kapısını açmış ola. Havâs kitaplarında en çok üzerinde durulan
sayıların başında “yedi” gelmektedir. Bu sayı İbn Kayyım el-Cevziyye’nin de
dikkatini çekmiş olacak ki yedinin özelliği hakkında çeşitli yönlerden bağlantı
kurarak açıklama getirmektedir. Ona göre bu sayı hem ölçü hem de şerî bakımdan
yer almaktadır. Çünkü Allah gökleri, yeri ve günleri yedi olarak yaratmış,
insanı yedi aşamada tekâmül ettirmiş, yedi defa tavaf etmeyi, Safa ile Merve
arasında yürüyüş yapmayı ve şeytân taşlamada yedişer taş atmayı ve bayram
namazına giderken yedi kere tekbir getirilmesini kullarına meşru kılmış, bir
rivâyete göre çocuk yedi yaşına gelince anne veya babasından birini seçmede
muhayyer bırakılmış, Allah, rüzgârı yedi gece Ad kavminin üzerine musallat
etmiş, Hz. Peygamber tıpkı Hz. Yusuf gibi kavmine karşı Allah’dan yardımda
bulunması için yedi kere duâ etmiş, Allah Teâlâ sadaka verenlerin mükâfatını
yedi başak bitiren taneye benzetmiş, Hz. Yusuf’un efendisi rüyasında yedi başak
görmüş ve onlar peş peşe yedi yıl ürün ekmişlerdir. Sadakaların karşılığı yedi
yüze ve daha fazlasına kadar çoğalır, bu ümmetten yetmiş bin kişi sorgusuz
cennete girer. Şüphesiz yedi sayısında diğer sayılarda olmayan bir özellik
vardır. Yedi sayısı diğer bütün sayıların anlamlarını ve hassalarını kendisinde
toplamıştır.
Esasen bir kısım ibadetlerde
sayılara dikkat edilmesi bütün dinlerde ve tabii olarak İslâm’da da görülen
uygulamalardandır. Bunlar evrensel arketiplerdir. Söz gelimi namazların
ardından otuz üçer defa tesbih, tahmid ve tekbir etmek Hz. Peygamber tarafından
adedi bildirilmiş bir olaydır ve bunda bir hikmet vardır. Bu mânâda
Peygamberimizin rakamları vardır, sayıları vardır. Rakamlar bizim hayatımızda
çok önemli bir yer işgal eder. Aslında bu isimlerin sayılarının aşağıya doğru
inişi antik dünyada matematiğin başlangıcı olarak görülür. Sayıların Havâs ilminde ve doğal olarak
Havâssu’l-Kur’ân alanında önemli bir unsur olarak yer alması varlığın her
safhasının bir düzen içerisinde olması ve bu düzenin de ölçüye diğer bir
deyişle matematiğe dayalı olmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim medeniyet
tarihinde sayıların önemsenmesinde büyük pay sahibi olan Pisagor’da da
(M.Ö.570-495) düzen fikrinin etkili olduğu anla-şılmaktadır. Çünkü Pisagor’un
düşüncesinin temeli düzen fikridir: Müziksel düzen, matematiksel düzen ve en
sonunda etnik ve toplumsal düzen.”89 Benzer şekilde Yahudilik, kutsal kitâbı
hurûf ilminin yöntemleriyle yorumlamanın meşruiyetini Kitâb-ı Mukaddesteki
Tanrı’nın her şeyi belli düzene dayalı olarak yarattığı (İşaya, XL/26; Eyub,
XXVIII/25) tezine oturtma eğilimindedir.
Havâs kitaplarında, herhangi bir
hacet için yapılacak duâ vb şeylerde öncelikle helal lokma yemeye, temizliğe ve
riyazete dikkat edilmesi vurgulanmaktadır. Örneğin “kim ilm-i kimyâya sahip
olmayı isterse veya cifrin derin sırlarını kavramak dilerse, o kimse önce tam
ve kâmil mânâda gusül abdesti alır. Peşpeşe ve hiç ara vermeden (40) kırk gün
oruç tutar. Bu süre zarfında da yediğinin, içtiğinin helal olmasına azami
derecede dikkat etmelidir. Yine bu süre zarfında her akşam uyumak üzere
yatağına uzandığında “Şems, Duhâ ve İnşirâh” Sûrelerini (7) yedişer defa
okumalı, daha sonra Ali İmrân Sûresinin (26) yirmi altıncı ayetini (7) yedi
defa okumalıdır. Bu yönüyle
Havâssu’l-Kur’ân’dan faydalanma sürecinde bu ilmin insanda helal yeme ve temiz
olma bilinci oluşturduğu söylenebilir.
Ayrıca Havâssu’l-Kur’ân’dan
faydalanmanın mârifetullah ile çok sıkı bağlantısı olduğu da bu işin
otoriterlerince belirtilmektedir. Örneğin rivâyete göre, bir gün dostlarından
bazıları Cafer-i Sâdık (r.a) hazretlerine, yaptıkları duâların niçin kabul
olunmayıp hep reddolunduğunu sorarlar. O büyük veli de dostlarına aynen şöyle
der: “Sevgili dostlarım! Sizler tanımadığınız bir kimseden istiyorsunuz.
Gerçekten de O’nu tanımıyorsunuz. O’nu hakkıyla tanıyan kimsenin duâsı asla
reddolunmaz.”
Öte yandan okunması tavsiye edilen
ayet, Esmâ veya duânın anlamlarının ilgili konuyla örtüştüğü dikkat
çekmektedir. Havâs ulemâsına göre Esmâ-i Hüsnâ’da mânâsına göre hassa bulunduğu
muttefekun aleyh bir husustur. Mesela “geceleyin
uykusu gelmeyen kimse “ve cealna nevmeküm sübata” (78/Nebe, 9) ayetini
okuyup tekrarladığında arzusu yerine gelir. Çünkü bu çok defalar tecrübe
edilmiştir.” Bu
ayette uykunun bir dinlenme kılındığı belirtilmektedir ve havâs ulemâsı bu
ayeti uykusuzluktan muzdarip olan kişilere tavsiye etmektedir. Keza yüksek
mertebelere erişmek isteyenler Hakk Teâlânın “el-Aliy” isminin anılmasında bir
gizlilik bulunduğunu bilmelidirler.
Burada da Esmâ-i Hüsnâ’dan “yüce” anlamına gelen “elAliyy” ile “yüksek
mertebe” arasında anlamca bir ilişki vardır. Benzer biçimde dargın
bulunan karıkocanın arasını düzeltmek için “Öyle insanlar vardır ki, Allah’tan
başkasını Allah’a denk tutar, tıpkı Allah ’ı severcesine onları severler.
Müminlerin Allah a olan sevgileri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir”
(2/Bakara, 165) ayeti ile “Onların kalplerini kaynaştıran da O’dur. Sen,
yeryüzündeki her şeyi bağışlasaydın, onların kalplerini yine de
kaynaştıramazdın; Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı. Çünkü O,
daima üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir” (8/Enfal, 63) ayetini
perşembe günü dörtgenli bir vefkin çevresine yazıp temiz bir kabın içine koyup
üzerine temiz içme suyu doldurduktan sonra silinen yazının suyunu dargın karı
ve kocaya veya herhangi birine içirecek olursa Hak Teâlâ o kimselerin kalplerini
birleştirerek aralarında sevgi ve yakınlaşma yolunu açmış olur.” Burada birinci ayetten çok ikinci ayetin
anlamıyla, önerilen işin mahiyeti daha çok bağdaşmaktadır.
Havâs ilminin bazı usûllerinin
Havâssu’lKur’ân’a uygulanması hidâyet ve mutluluk kaynağı olan Kur’ân’ın şer
işlerde kullanılmasına kapı araladığı müşahede edilmektedir. Çünkü dikkatli
davranılmadığında Havâssu’l-Kur’ân, işin içine şirk karıştırma ihtimali yüksek
bir konudur. Bu nedenle Hz. Peygamber de Havâssu’l-Kur’ân türünden uygulamalarda
şirk karışıp karışmadığına dikkat çekmiştir. Avf b. Mâlik (ö.73/692) diyor ki:
“Biz cahiliye döneminde rukye yapıyorduk. Hz. Peygamber’e: ‘Bu konuda ne
dersiniz’ dedim. Buyurdu ki: “İçinde şirk olmadıkça rukye yapmanızda bir
sakınca yoktur. ’” Bazı şârihlere göre bu hadis Allah’ın isimleri ve
kelâmıyla olmasa bile anlaşılır olduğu takdirde -çünkü ne demek istediği
anlaşılmayan şeyin içinde şirk olup olmadığına inanılamazrukye ve tedavi
yapmanın şerî açıdan câiz olduğuna, bir zararının ve yasağının bulunmadığına
delildir.”
Burada özellikle Tefsir gibi yoruma
dayalı sahalarda ilim ehlinin faydalanabileceği birkaç Havâssu’l-Kur’ân
örneğini aktarmak istiyoruz. Bu örneklerden birisi Esmâ-i Hüsnâ ile ilgilidir.
Ahmed el-Bûnî’ye göre “el-Musavvir”
ismini çokça anan bir kimseye, hizmet meleği inerek o kimsenin durumuna göre,
vehim, düşünce ve hayal gücünü güçlendireceği gibi, ruhânî gizlikleri de o
kimsenin önünde açmış ve göstermiş olur. Bir kimsenin bu duruma varabilmesi
için tam tahârete ve uzun süren riyazâta, helalden yiyip içmeye ve içini temiz
tutmaya devam etmelidir.
Diğer bir Havâssu’l-Kur’ân örneği
bazı Kur’ân ayetleriyle ilgilidir. İmam Yâfî’nin dediğine göre Kur’ân okumayı,
ilim tahsil etmeyi ve herhangi bir şeyi unutmamak üzere aklında tutmayı,
herhangi bir şeyin esasını anlayıp kavramayı, isabetli hüküm vermeyi ve güzel
konuşmayı isteyenler Hûd Sûresi 1-4. ayetlerini yeşil kalkas otu yaprağı
üzerine misk, zağferan ve gül karışımı bir mayi ile yazıp bunu temiz bir suyun
içerisine bırakmalı ve bu sudan akşam sabah olmak üzere dört gün müddetle
içmeye devam etmelidirler. Bundan sonra bu kişilerin kalbi ve kafası her
duyduğunu anlar ve ezberler. İlimde nelere kadar ulaşmak istiyorsa ulaşır. İmam
Yâfî’nin bir başka önerisi Alak Sûresi ile ilgilidir. Bir kimse Alak Sûresi’nin
1-5. ayetlerini ılgın ağacından yapılmış yeni bir kap içerisine, oruçlu ve
abdestli olarak, çelik bir kalemle yazar ve bu kabın içerisini güneş görmeden
yerinden alınan tatlı bir su ile doldurur ve aç karına içerse, beklenenin
üstünde bir zekâya ve engin görüşlülüğe sahip olur.100 Elbetteki bu havâs
önerileri diğerleri gibi neticede onu uygulayacak kişinin karakterine bağlı
olması hasebiyle subjektif bir değere sahiptir. Fakat yine de bundan
faydalanmak imkân dairesindedir ve tecrübe edilebilir.
Havâssu’l-Kur’ân’ın vücud
bulmasında elbetteki olumlu sonuçların elde edilmesi en büyük âmil olmuştur.
Nitekim Hz. Peygamberin önerdiği bazı uygulamaların sahabe tarafından tecrübe
edilip, eşe dosta da tavsiye edildiği görülmektedir. Osman b. Ebi’l-As şöyle
naklediyor: “Nerdeyse beni helak edecek bir ağrım vardı. Hz. Peygamber bana
dedi ki: “Ağrıyan yerini sağ elinle yedi kere meshet ve “yakalandığım şeyin
şerrinden Allah’ın izzet ve kudretine sığınırım” de.” Ben de bunu yaptım.
Allah da benden bu sıkıntıyı giderdi. Bunun üzerine ben de her zaman aileme ve
başkalarına da bunu yapmalarını söyledim.”101 İşte bu ve benzeri hadislerin
içeriği bir kısım sâlih kişilerin tecrübesiyle daha da genişletilmiş ve
Havâssu’l-Kur’ân başlı başına bir disiplin olmuştur.
Ancak Havâssu’l-Kur’ân’ın her zaman
müspet neticeyi vermeyeceği unutulmamalıdır. Çünkü Havâssu’l-Kur’ân’a hem
referans hem de örnek olarak Hz. Peygamber'den aktarılan bazı rivâyetlerde her
zaman müspet netice alınamadığı anlaşılmaktadır. Bunlardan birine göre “Allah'ın Rasulü (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
muharebelere çıkarken sahabelerine Fussılet Sûresi'nin başından itibaren 16.
ayetine kadar okumalarını tavsiyeyi adet haline getirmişlerdi.” Hz.
Peygamber döneminde gerçekleşen muharebelerde umumiyetle muzaffer olunduğu
bilinmektedir. Ancak İslâm tarihinde önemli yeri bulunan Uhud Savaşı'nda
istenen netice alınamamıştır. Eğer Allah'ın Rasulü (s.a.v) muharebelere
çıkarken sahabelerine Fussılet Sûresi'nin başından itibaren 16. ayetine kadar
okumalarını tavsiyeyi adet haline getirmişlerdi ise muhtemelen Uhud Savaşı
öncesinde de aynı şey yapılmıştır. Fakat istenen sonuç alınmadığına göre her
şeyin ilâhî meşiet çerçevesinde işlediği ve bu tür pratiklerde son kertede
ilâhî meşiete dikkat edilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Havâs ilmi tarihî süreç içerisinde
anlam sahası değişik mecralara kaymış elit bir ilimdir. Genel itibariyle Havâs
ilminin İslâm dini açısından hem tasvib edilen hem de tasvib edilmeyen yönleri
bulunmaktadır. Bu nedenle bazı İslam âlimleri konuyu vuzuha kavuşturmak için
çeşitli açıklamalar yapmışlardır. Havâs ilminin birçok alt disiplini vardır.
Bunlardan birisi de Havâssu'l-Kur'ân olup Kur'ân ilimlerinden kabul edilmiş
ancak Havâs ilmi ile Havâssu'l-Kur'ân'ın tarifleri klasik eserlerde aynı
ilimler gibi tanımlanmıştır. Oysaki Havâssu'l-Kur'ân, merkeze Kur'ân'ı aldığı
için Havâs ilminden ayrı bir konuma sahiptir.
Havâs kitaplarına göz atıldığında insanları
cezbeden ilginç bilgilerle karşılaşılmaktadır. Bu bilgiler elbette eleştiri
süzgecinden geçirilmelidir. Ancak bu bilgileri tamamen absürd kabul edip bir
kenara bırakmak da ilmî bir tutum olamaz. Çünkü bunların içinde ufuk açıcı ve
ilham verici bilgiler de mevcuttur.
Havâssu'l-Kur'ân'ın Kur'ân ilimleri
arasında gereken ilgiyi gördüğü söylenemez. Bunun sebepleri arasında bazı
âlimlerin Havâssu'l-Kur'ân'ı vehbî ilimlerden sayması ve Havâssu'l-Kur'ân'ın
özel bir ilgi, riyazet ve yetenek gerektirmesi zikredilebilir. Havâssu'l-Kur'ân
ilminin teşekkülünde en başta Kur'ân'ın kendisi büyük bir yol gösterici
olmuştur. Diğer dayanakları ise Hz. Peygamber'in Fedâilu'lKur'ân, tıp ve duâ
ile ilgili hadisleri ile sahabeden başlamak üzere sâlih kişilerin tecrübeleridir.
Ancak Hz. Peygamber'in konuyla ilgili sınırlı sayıdaki beyânları daha sonra
tecrübe sahasına dökülerek genişletilmiş ve Havâssu'l-Kur'ân adıyla özerk bir
disiplin meydana gelmiştir. Bu disiplinin teşekkülünde Şia ve mutasavvıflar
önemli rol oynamıştır.
Havâssu'l-Kur'ân, Müslümanların
Kur'ân'ın manevî bereketine inanmalarının ve Kur'ân'ı şifâ telakki etmelerinin
eseridir. Fakat havâs kitaplarında Kur'ân'ın ve Esma-ı Hüsnâ'nın havâssının
Havâs ilminin genel konuları ile iç içe anlatılması okuyucu nezdinde sihir vb
şeylerin meşru imiş gibi algılanmasına sebebiyet vermektedir. Bu yüzden
Havâssu'l-Kur'ân temalarının Havâs ilminin genel konularından tecrit edilmiş,
müstakil biçimde ele alınması daha uygun olacaktır. Havâssu'l-Kur'ân
bilgilerinin uygulanmasında helal yemek, temizlik, riyazet, vakit ve sayılara
riayet etmek gibi hususlar havâs âlimlerinin ısrarla vurguladığı noktalardır.
Bu yönüyle Havâssu'l-Kur'ân'ın kişide helal yeme, temizliğe dikkat etme ve
Kur'ân'a saygı gösterme bilinci oluşturduğu söylenebilir. Ayrıca bu bilgilerin
subjektifliği akılda tutularak herkesin aynı neticeye ulaşamayabileceği
bilinmelidir. Çünkü herkesin niyeti, samimiyeti, fıtratı farklı farklıdır ve
Havâssu'lKur'ân inanca dayalı öznel bir tecrübedir.
Havâs kitaplarında Havâssu'l-Kur'ân
ile ilgili senetsiz birçok haber nakledildiği için, Havâssu'lKur'ân'dan bir
Kur'ân ilmi olarak faydalanmada özellikle tecrübe edildiği vurgulanan hususlara
odaklanılmalıdır. Tefsir ilmi gibi yorum üzerine bina edilen ilimlerde
müfessirin başarısı onun idrak yeteneği ile sıkı irtibat içindedir. Dolayısıyla
tefsir sahasında özgün ve kayda değer çalışmalar yapmak için
Havâssu'l-Kur'ân'dan faydalanmak mümkündür. Üstelik Kur'ân'ı daha iyi tefsir
etmek için Havâssu'l-Kur'ân'dan yararlanmak dünyevî değil ulvî bir keyfiyettir.
Faydalanılabilecek havâs örnekleri, ilgili kişiler tarafından muteber havâs
kitaplarından öğrenilip tatbik edilebilir.
Kaynakça
Abadî, Ebû’t-Tayyib Muhammed
Şemsu’l-Hakk Azîm. Avnu’l-Ma’bûd Şerhu Sunen-i Ebî Dâvûd. Mektebetu’s-Selefiyye.
Medine: 1969. Abdullah b. Alevi el-Haddad. Dervişin Edebi. Çev: Ali Hüsrevoğlu.
Erkam Yayınları. İstanbul: 2008.
Akbıyık, Huriye. Kur’ân
İlimlerinden Biri Olarak Havâssu’l-Kur’ân, Marmara Ünv. Sosyal Bilimler
Enstitüsü, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) İstanbul: 2007.
Aksu, Hüsamettin. Hurûfîlik. DİA.
XVIII. Cilt. İstanbul: 1998.
Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn
b. Ali b.
Musa. Kitâbu Da’vâti’l-Kebîr.
Kuveyt: 1993. Bilmen, Ömer Nasuhi. Büyük Tefsîr Tarihi. Bilmen Yayınevi.
İstanbul: 1973.
Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b.
İsmail. elCâmiu’s-Sahih. el-Mektebetu’s-Selefiyye. Kâhire:1400.
Bûnî, İmam Ahmed b. Ali. Büyük
Bilgiler Güneşi (Şemsu-l-Maârifi’l Kübrâ). Çev: Selahattin Alpay. Alioğlu
Yayınevi. İstanbul:1995.
Çelebi, İlyas. Havâs İlmi. DİA.
XVI. Cilt. İstanbul: 1997.
Dehlevî, Veliyullah Ahmed b.
Abdirrahîm. elFevzu’l-Kebîr fi Usûli’t-Tefsîr, Arapçaya Çev: Selmân Hüseynî
en-Nedvî. Dâru’l-Beşâiri’lİslâmî. Beyrût: 1987.
Dureysî, Ebû Abdillah Muhammed b.
Eyyûb. Fedâilu’l-Kur’ân. Thk: Urve Bedir. Dâru’l-Fikr. Dımeşk: 1987.
Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-Eşas
es-Sicistânî.
Sünen. Mektebetu’l-Mearif. Riyâd:
1424. el-Hindî, Alâuddîn Ali el Muttakî b. Hüsâmeddîn. Kenzu’l-Ummâl fî
Suneni’l-Ekvâl ve’l-Ef’âl, Müessetu’r-Risâle. Beyrût: ts.
Eroğlu, Muhammed. Havâssu’lKur’ân.
DİA. XVI.
Cilt. İstanbul: 1997.
Isfahânî, Ebû’l-Kâsım el-Huseyn b.
Muhammed Râgıb. el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân. Thk:
Muhammed Seyyid Geylânî.
Dâru’l-Ma’rife, Beyrût: ts.
İbn Battâl, Ebû’l-Hasan Ali b.
Halef b. Abdülmelik. Şerhu Sahihi’l-Buhârî. Mektebetu’r-Rüşd. Riyâd: ts.
İbn Hacer, Ahmed b. Ali
el-Askalânî, Fethu’l-Bârî Şerhu Sahihi’l-Buhârî. Riyâd: 1421.
İbn Haldun, Mukaddime. Mısır: 1327.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Şemsuddîn
Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr ez-Zer’i ed-Dımeşkî. Zâdu’l-Meâd fî Hedyi
Hayri’l-İbâd, Muessetu’rRisâle. Beyrût: 1998.
İbn Mâce, Ebû Abdillah Muhammed b.
Yezid elKazvinî. Sünenu İbn Mâce. Mektebetu’lMeârif. Riyâd: ts.
İbn Manzûr. Lisânu’l-Arab.
Dâru’l-Meârif. ts.
İbn Nedim, Ebû’l-Ferec Muhammed b.
Ebî Ya’kûb. el-Fihrist. Tahran: 1971.
İmam Yafî. Kur’ân-ı Kerîm’in Havâs
ve Esrârı. Çev: Rahmi Serin. Pamuk Yayıncılık. İstanbul: 2011.
Kâtip Çelebi, Mustafa b. Abdillah
Hacı Halife. Keşfu’z-Zunûn an Esâmi’l-Kutub ve’l-Funûn. Dâru
İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî. Beyrût: ts.
Kılıç, Mahmut Erol. Tasavvufa
Giriş. Sûfî Kitap. İstanbul: 2012.
Kureyşizâde Muhammed Fevzi Efendi.
elHavâss’un-Nâfia’ fi Tefsîr-i Sûreti’l-Vâkıa’. İstanbul: ts.
Muhammed Safa Şeyh İbrahim Hakkı.
Ulûmu’lKur’ân min Hilâli Mukaddemâti’t-Tefâsîr, Müessetu’r-Risâle. Beyrût:
2004.
Mübârekfurî, Ebû’l-Ali Muhammed
Abdurrahmân b. Abdirrahîm. Tuhfetu’l-Ahvazî bi Şerhi Câmii’tTirmizî.
Dâru’l-Fikr. ts.
Öztürk, Mustafa. Tefsîr Tarihi
Araştırmaları. Ankara Okulu Yayınları. Ankara: 2005.
Öztürk, Mustafa. Kur’ân ve Aşırı
Yorum. Kitâbiyat. Ankara: 2003.
Ronan, Colın A. Bilim Tarihi, Çev:
Ekmeleddin İhsanoğlu vd., 4.bsk. Tübitak. Ankara: 2005.
Schımmel, Annemarıe. Sayıların
Gizemi. Çev: Mustafa Küpüşoğlu. Kabalcı Yayınevi. İstanbul: 2000.
Seyyid Muhammed Hakkı. Sırlar
Hazinesi (Hazinetu’l-Esrâr). Çev: Celal Yıldırım. Demir Kitâbevi. İstanbul:
2005.
Seyyid Süleymân el-Hüseynî.
Kenzu’l-Esrâr fi’lHavâss ve’l-Ezkâr. İstikbal Matbaası. İstanbul: 1344.
Seyyid Süleymân el-Hüseynî.
Kenzu’l-Havâs. Cemiyet Kütüphanesi. İstanbul: 1340.
Seyyid Süleymân el-Hüseynî.
Kenzu’l-Havâs. Cemiyet Kütüphanesi. İstanbul: 1332.
Sezer, Baykan. Toplum
Farklılaşmaları ve Din Olayı. Kitâbevi. İstanbul:2011.
Sıddık Hasan Hân. Ebcedu’l-Ulûm.
Dımeşk: 1978. Suyûtî, Celâleddîn Abdurrahmân Ebû Bekr. el-Itkân fi Ulûmi’l-Kur’ân.
Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye. Beyrût: ts.
Suyûtî. ed-Durru’l-Mensûr
fî’t-Tefsîr bi’l-Me’sûr. Thk:. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Turkî. Kahire: 2003.
Sülün, Murat. Kur’ân Kılavuzu.
Ensar Neşriyat. İstanbul: 2011.
Şehristanî, Ebûl-Feth Muhammed b.
Abdilkerîm. elMilel ve’n-Nihel. Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye. Beyrût: 1992.
Taşköprizâde, Ahmed b. Mustafa.
Miftâhu’s-Saâde ve Mesâbîhu’s Seyâde fi Mevzûâti’l Ulûm.
Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye. Beyrût: 1985. Zemahşerî, Ebû’l-Kâsım Cârullah Mahmûd
b. Ömer b. Ahmed. Esâsu’l-Belâğa. Dâru’l-Kutubi’lİlmiyye. Beyrût: 1998.
Zerkânî, Muhammed Abdulazîm.
Menâhilu’l-İrfân fi Ulûmi’l-Kur’ân, Dâru’l-Kitâbi’l-A’rabî, Beyrût: 1995.
Zerkeşî, Bedruddîn Muhammed
Abdullah. elBurhân fî Ulûmi’l-Kur’ân. Dâru’l-Fîkr. Beyrût: 1988.
Hikmet
KOÇYİĞİT
Temel
İslam Bilimleri Tefsir AD, Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Kars
Ge I
iş Tarihi/Received: 05.11.2012 Kabul TarihiMccepled; 21.02.2013
Yazışma
Adresi/Correspondence: Hikmet KOÇYİĞİT
Kafkas
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri Tefsir AD, Kars,
TÜRKİYE/TURKEY hikmet_0216@hotmail.com
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar