İHLÂS SÛRESİ- CEMAL HALVETÎ kaddesellâhü sırrahu’l âlî
قُلْ هُوَ
اللهُ أَحَدٌ
1
De ki:
O, Allah birdir.
(قُلْ De ki:)
Ehlullah yanında birleşmenin aslını (cem)i mazharını açıklayıcı olmak üzere
gelen bir emirdir.
هُوَ
Sırf hakikâti ehadiyyedir. Yani
Allah Teâlâ’nın kendisinden başka bilmediği sıfatlarına da itibar etmeksizin
(saymaya gerek duymadan) “Bizâtihi
kendisidir” demektir.
“De ki:
O,” sözü Allah Teâlâ’yı inkâr edip yok diyene cevaptır.
هُوَ
sözünde şu hikmete işaret edilmiştir. Mevcut varlığın ilki ve sonu
O’dur. Çünkü هـ (he)
harfi boğazın en altından çıkan ilk harftir. Çıkış yerlerinin sonudur. و(vav) harfi çıkış yerlerinin ilkidir. Bunu anlamak gerekir.
اللهُ Allah ismi هُوَ nin bedeli (karşılığı)dır.
Çünkü Allah ismi bütün sıfatları toplayan zât ismidir. Allah isminin bedel
olmasından sıfatların zatından zaid olmayıp aynî olduğu anlaşıldı. Sıfatla zat
arasında fark başka bir şekilde olmayıp ancak akılladır. (Yani insanın anlaması
yönünde çok müşkiller zuhur eder, demektir.)[1] bu sureye “İhlâs Sûresi”
denilmeside bu nedenledir. Çünkü ihlâs, hakikâtı ehadiyyeyi kesret (çokluk)
şaibelerinden kurtarmak demektir. Nitekim Emîru’l Mü’minîn Hz. Ali kerremallâhü
veche buyurdu ki;
“İhlâsın
kemâli, sıfatları nefyetmekle olur.” Şöyleki; her sıfat
mevsufun (sıfatlanan), her mevsuf sıfatın başka olduğuna şehadet eder. (ne
aynıdır, ne gayrıdır)
أَحَدٌ
Müptedanın haberidir.[2]
“Yaratıcı
ikidir” veya “nurun yaratıcısı ve zulmetin yaratıcısı başkadır” diyene
cevaptır.
“Ehad”
ile “Vahid” arasında fark vardır.
Ehad,
sıfatlara itibar edilmeden zâtın kendisidir. Vahid ise, bütün sıfatları yani
bütün ilâhi isimler ile dahi zâtın birliğidir.
اللهُ lafzı “Hüve” ve “Ehad” arasında oluşu ile “Celâl
ve Cemâl” e açıklamaya işarettir.
Bu ayet tevhidi
zâtiye işaret etmektedir.
Allah
sameddir.
“Allah,
yer içer” diyene cevaptır.
Bütün
yaratılmış şeylerin ihtiyaçlı olmaları nedeniyele mutlak mecburî sığınağı Allah
Teâlâ’dır. Allah Teâlâ ise zengin ve hiçbir şeye muhtaç olmayandır.
Bu ayet tevhidi
sıfatiye işaret eder.
3 لَمْ يَلِدْ
وَلَمْ يُولَدْ
O,
doğurmamış ve doğmamıştır.
“Melekler
Allah’ın kızlarıdır, Üzeyir oğludur” a cevaptır.
لَمْ يَلِدْ Zatında ortağı yoktur.
وَلَمْ يُولَدْ Sıfatlarının çıkması için hiçbir şeye muhtaç değildir.
Bu ayet tevhidi
ef’âle işaret eder.
وَلَمْ يَكُن
لَّهُ كُفُوًا أَحَدٌ 4
Onun
hiçbir dengi yoktur.
Hiçbir
şey benzeri olamamıştır.
Müşebbihe (Allahı insana benzeten sapık
görüş) ve mücessime (Allahı bir cisim gibi tasavvur eden sapık) mezheplerine
cevaptır.
Allah Teâlâ zalimlerin
sözlerinden münezzehtir. O yücedir, büyüktür.
Kaynak: Çelebi
Halîfe Cemâl-i Halvetî hakkında 1998 yılında yüksek lisans tezi hazırlanmıştır.[3] Bu nedenle Atatürk
Kütüphanesinde bulunan Fatiha sûresi ile ve'd-Duha'dan Kur’ân'ın sonuna
kadar olan surelerin tefsiri [4] ni mütercimi bilinmeyen[5] nüsha yardımı ile Türkçeye çevirerek
kardeşlerimize faydalı olmayı düşündük.
[1] Ehl-i
sünnet itikadına göre sıfat-ı İlahiyye zatının aynısı olmadığı gibi gayrısı da
değildir. Nasıl ki güneşin ışınları güneştendir, ancak güneş değildir.
Bunun gibi Allah'ın sıfatları da onun zatındandır. Ancak zatının kendisi
değildir.
Allah Teâlâ, zati sıfatlarının bütününün bir
araya gelmesinden meydana gelmiş bir mahiyet değildir. Başka bir deyişle onun
zatı, sıfatının gereği ve sonucu değil, sıfatları zatının gereği ve sonucudur.
Sıfatın gerçek mânası da budur. Onun varlığı bizatihi vacip olduğu gibi,
sıfatları da başka türlü değil, zatıyla vaciptir. Teşbihte hata olmasın,
Güneşin ışıklarının kaynağı güneş olduğu gibi Allah'ın sıfatlarının kaynağı da
zatındandır.
OTUZSEKİZİNCİ MEKTÛB
Bu mektûb, Muhammed Çetrîye yazılmışdır.
Zât-i teâlâya muhabbeti ve fenâ mertebelerini
bildirmekdedir.
Mektûb-i şerîfiniz gelerek, fakîri çok
sevindirdi. Allahü teâlâ, her zemân kendi ile berâber bulundursun! Bir ân bile,
başkası ile bırakmasın! Zât-i ilâhîden başka her şeye gayr denir. Onun ismleri
ve sıfatları da gayrdır. İlm-i kelâm âlimleri, (Sıfatları, kendinin aynı da
değildir, gayrı da değildir) buyurmuş ise de, gayrı kelimesinin kelâm ilmindeki
ma'nâsına göre, böyle demişlerdir. Yoksa, lügat ma'nâsına göre dememişlerdir.
Sıfatlar kelâm ilmindeki ma'nâsına göre (Gayrı) değil ise de, umûmî ma'nâya
göre, Onun gayrıdır.
Allah Teâlâ, ancak selb sıfatları ile
anlatılabilir. Onu, herhangi bir sıfat ile anlatmak, ilhâd olur. Onu anlatan en iyi kelime, en geniş ibâre,
Şûrâ sûresinin (Ona benziyen birşey yokdur) meâlindeki, onbirinci âyetidir ki,
buna fârisî dilinde (bîçûn ve bî-çigûne) denir. Hiçbir ilm, hiçbir şühûd,
hiçbir ma'rifet, Allahü teâlâyı bulamaz. Bilinen, görülen ve tanınan herşey O
değildir. Bunları ma'bûd bilmek, gayra tapınmak olur. (Lâ ilâhe) derken,
bunların hepsini nefy etmek, yok bilmek, (İllallah) derken de; O, birşeye
benzemiyen, bir ma'bûdu var bilmek lâzımdır. Bu, önce taklîd ile yanî öğrenip
yapmakla olur. Sonraları, kendiliğinden yapılır.
Sona varmamış olan tesavvuf yolcuları, başka
şeyleri, O sanarak tanır, görür. Taklîd eden mü'minler, böyle tesavvufculardan,
katkat iyidir. Çünki bunlar, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden gelen
bilgilere uymakdadır. Bu bilgilerde hatâ, yanlışlık olamaz. Yarı yoldaki
tesavvufcular ise, kendi gördüklerine, anladıklarına uymakdadır. Bu hareketleri
ile Zât-i ilâhîye inanmamış oluyorlar. Zât-i ilâhîyi görüyoruz, Onun sevgisi
içinde yüzüyoruz diyorlarsa da, Zât-i ilâhîye olan böyle îmânları, hakîkatde,
inkâr demekdir.
Müslümânların büyük imâmı, imâm-ı a'zam Ebû
Hanîfe 'rahmetullahi aleyh', (Sana lâyık ibâdeti yapamadığımız, fekat, iyi
tanıdığımız, Allahımız! Sende hiçbir kusûr, noksânlık yokdur!) buyurdu. Ona
lâyık ibâdet yapılamıyacağını herkes bilir. Fakat iyi tanıdığımız buyurması, (Hiçbirşeye
benzemediğini, hiçbir yoldan tanınamıyacağını iyi anladık) demekdir. Allahü
teâlâyı, herkes bu sûretle tanıyamaz. Ma'rifet, ya'nî tanımak başkadır. İlm,
ya'nî bilmek başkadır. Herkes, ilm sâhibi olabilir. Ma'rifet ise, fenâ
mertebesi ile şereflenenlerde bulunur. Fânî olmıyana nasîb olmaz. (İmam Rabbânî
Mektubat)
[2] Nahiv
kurallarına göre, "huvellahu ehad" için birçok izahlar yapılmıştır.
Bana göre bunun en uygun izahı, "huve" mupteda, "Allah"
onun haberi, "ehad" ise ikinci haberidir. İkinci haber bakımından
cümlenin anlamı: O (O'nun hakkında Resulullah'a soruyorsunuz) Allah'tır,
birdir, şeklindedir. Diğer bir anlam da şöyle olabilir ve dil bakımından da
yanlış olmaz: "O Allah birdir." Burada şu iyice anlaşılmalıdır: Bu
cümlede "Allah" için, "ehad" kelimesi kullanılmıştır.
[3] Çelebi Halife Cemal-i Halveti ve
tefsiru’l-fatiha ve’d-duha adlı eseri. / Nazif Yılmaz. --1998. 99, 47 y. ; 28
cm. Tez (Yüksek lisans).--Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel
İslam Bilimleri Anabilim Dalı
[4] Atatürk Kütüphanesi-İstanbul, /297.234 -Osman Ergin Yazmaları -
OE_Yz_000914/01
[5] Atatürk Kütüphanesi-İstanbul, 297.212- Osman Ergin Yazmaları -
OE_Yz_000299/0
Diğer bir nüsha:
Atatürk Kütüphanesi-İstanbul, Çelebi
Halife 297.234 - Osman Ergin Yazmaları - OE_Yz_000071
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar