IŞIK KİTABI
Yeni yüzyıl yaklaşırken, büyük bir biyomedikal
başarının -zamanın fizyolojisinin pratik bir şekilde ele alınması- eşiğindeyiz.
Bu başarı bizim yaşama alışkanlıklarımızın ve çevremizin yapısını oluşturduğumuz
tarzı değiştirecek. Kadim kültüre rağmen, beynin iç zaman ayarlayıcı sisteminin
ana prensiplerini ve onun dış dünyadan gelen ışık verisine karşı özel hassasiyetini
ortaya çıkarmak, bir nesil boyunca zorlu hayvani ve insani laboratuvar
deneylerini gerektirdi.
Bu bilgi bir saniye bile erken gelmedi: kentleşmiş
hayat tarzları ve kapalı alan çalışma faaliyetleri, basit bir faktör olan güneş
ışığından yoksun kalmaya bağlı çok sayıda probleme yol açtı. Şimdi görüyoruz ki
biyolojik saatimiz hassastır. Bu hassasiyetini uyku düzensizlikleri, bitkinlik
dalgaları, bilinç bozuklukları, iştah değişiklikleri, kiloyu korumada
zorluklar, depresyonlu ruh hali ve bunun gibi çeşitli tetikleyici semptomlarla
göstermektedir.
Çoğumuzun yaşadığı ekvatora yakın bölgelerdeki
ısının içinde, doğa bile gün ışığından yoksunluk sendromu yaşamaktadır.
Bedenimizin biyolojik saati gün ve gece uzunluğunun mevsimsel değişimlerine karşı
hassas olduğundan, bazen kış depresyonu ciddi sonuçlar doğurur. Yeni klinik
araştırmaları Amerika Birleşik Devletlerinin orta kısımları ile kuzeyi arasında
yaşayan nüfusun yüzde beş ile onunun, gecelerin daha uzun olduğu Aralık ve
Şubat ayları arasında ciddi olarak rahatsızlandığını ortaya çıkarmıştır. Bu
rahatsızlığın semptomları arasında durgunluk, uyanmakta zorlanma,
karbonhidratlara düşkünlük, psikolojik mutsuzluk işaretleri, toplumsal
dışlanma, cinsel isteklerde azalma ve işyerinde rahatsızlık yer almaktadır. Bu
sorun hastane nüfusunun çok daha ilerisine uzanmaktadır. Dış ışık-karanlık
devri daiminin yıl boyunca daha az değiştiği güney bölgelerinde, çok sayıda
insan bu mevsimsel değişimleri daha yumuşak fakat hala rahatsız edici “kış
efkarları” şeklinde yaşamaktadır.
Geçen on yılın kayda değer uygulama başarılarından
birisi suni parlak ışık tedavisinin geliştirilmesiydi. Bu parlak ışık beyni
kandırarak onu yaz modunda çalışmaya başlatmakta ve semptomları birkaç gün
içinde azaltmaktadır. Bu sonucun herhangi bir ilaç ya da psikoterapiden
yararlanmadan -ve bu kadar kısa bir tedaviden sonra - alınabilmesi, bizim dış
aydınlanma çevresine psikolojik olarak ne kadar yakın bir bağlılık içinde
olduğumuzu göstermektedir. İnanıyorum ki bu teknik hem iç mekân aydınlatma
dizaynı hem de ruh sağlığı teknolojisinde devrimlerin habercisi olacaktır.
Bu kitapta, Jane W. Hyman bu ve benzeri
keşifleri, fotobiyoloji ve onun kronobiyoloji, psikiyatri, iç
hastalıkları, jinekoloji, pediatri, geriatri, kardiyoloji, onkoloji,
dermatoloji ve oftalmoloji ile kesişen kısımlarının müstesna ve hassas bir
entegrasyonunu listelemektedir. Hyman doğrudan bilim adamlarına ulaştığı için
onların ortak zeminlerini araştırmalarının özünü tanımlayabilmektedir. Hyman
biyomedikal bilimin öncesindeki, bizi bu yeniliklere gebe noktaya taşıyan
tarihi trendleri, sanatsal bir şekilde anlatmaktadır. Ve büyük bir
hassasiyetle gün ışığı yoksunluğundan muzdarip insanların kendi tecrübelerini
ve çözümlerini tarif etmelerine izin vermektedir. Bu kitap muhtemelen sizin
davranışlarınızı değiştirecek bir eserdir.
Michael Tertnan, Ph.D.
New York Devlet Psikiyatri Enstitüsü
Kolombiya Üniversitesi
Mart 1990
Güneş
ışığının çok yönlü etkileri konusunda daha fazla bilinçli hale geldikçe, günümüzün
büyük bir kısmını iç mekânlarda geçirmenin sağlık yönünden etkileri hakkında
düşünmeye başlayabiliriz. İşe arabamızla ya da toplu taşıma araçlarıyla
gideriz. Genellikle erken sabah güneşi altında yürüme ya da bisiklet sürmenin
nimetlerinden faydalanma imkânımız yoktur. İç mekânlarda çalışır ve uyanık olduğumuz
saatlerin büyük bir kısmını pencerelerden ya da lambalardan gelen ışıkla yaşarız.
Çoğu zaman penceresiz odalarda ve sıklıkla karanlık vaktine kadar, bütün gün
kapalı kalırız. Muhtemelen bu kalıplar bir çok endüstrileşmiş ülkelerin
insanları arasında ortaktır.
Ancak
bizim iç mekanlardaki hayatımızı eski çağlardaki atalarımızın dışarıda
geçirdiği zaman miktarıyla kıyaslamamız yanıltıcı olabilir. Bizleri güneşin
zararından koruyacak deri renklerine -çok açık tenliler İskandinavya ve
Britanya Adaları gibi serin ve bulutlu bölgelerde ve koyu tenliler Hindistan
ve Afrika gibi sıcak ve ışık yoğun bölgelerde yaşar. Milenyum boyunca
insanların göçleri nedeniyle, deri rengimize uygun bölgelerde yaşamıyoruz. Bu
durum vücudumuzun güneş ışığına ihtiyacı ile bizim onu tolere edebilme gücümüz
arasında bir çatışmaya neden olmaktadır. Örneğin Kelt kökenine sahip bir
Teksaslı sağlıksız faaliyetleri nedeniyle ağır cilt hasarı çekebilir.
Yine
de güneş ışığının parlaklığı altında dışarıda geçirdiğimiz zamanın insan
oğlunun içinde tekâmül geçirdiği şartlardan oldukça farklı olduğu açıktır.
Dışarıda güneş ışığının yoğunluğu, enlem, günün vakti, mevsim ve havaya bağlı
olarak, 80.000 lüx’ün üzerinde olabilir. Bu durum ev ya da ofis
pencerelerinden ve geleneksel suni ışık yoluyla temas ettiğimiz yaklaşık 10 ile
750 Lüx’lük ışıktan çok farklıdır. Boston, Mas- sachusetts enleminde, şafak alacakaranlığı
(saat 06.00), muhtemelen günün biyolojik bakımdan en etkili ışığıdır. Bu ışık
kış gündönümünde yaklaşık 0,001 lüx’ten, ilkbahar gündönümünde yaklaşık 10.000
lüx’e kadar değişmektedir. Buna karşın bizim sabahın erken saatlerinde pencereler
aracılığıyla aldığımız iç aydınlanma herhangi bir mevsimde hatta suni ışıkla
birleştiği zaman bile 750 lüx’ü nadiren aşar. Bu nedenle iç mekanlarda yaşama
alışkanlıklarımız yüzünden yoğun ışık alma tecrübemiz ve bu tecrübenin mevsime
bağlı olarak artışı büyük ölçüde azalmıştır.
İki
araştırma iç mekanlarda çalışanların günlük yalnızca ortalama 1,5 saat 2.000
lüx’ten güçlü ışık aldığını göstermektedir. Bu ortalamaya penceresiz ofislerde
tam gün çalışanlar, evde çalışanlar ve part-time çalışanlar da dahildir. Bu
araştırmalar kişiden kişiye büyük farklılıklar olduğunu göstermektedir.
Part-time çalışanlar en fazla parlak ışıkla temas ederken, bazı kişiler 24
saatlerinin 23 saatinden fazlasını 1000 lüx’ten az ışık altında geçirmektedir.
Bu araştırmalara göre, yaşlılar arasında, erkeklere (günde 75 dakika) kıyasla,
kadınlar dışarıda üçte birden daha az oranda (günde 20 dakika) vakit geçirmektedir.
Bu araştırmalar İlkbahar ve yazın sonlarında San Diego ve Kaliforniya’da yapılmıştır.
Daha bulutlu, havası kirli, metropolitan ya da kuzeyde bulunan bölgelerde yaşayanlar
bilhassa kış aylarında muhtemelen daha az tam gün ışığı alabilirler. Bu durum
bilhassa hasta, güçsüz, özürlü ya da hapiste olanlar için daha da geçerlidir.
Bu
istatistiklerin sağlığımız için ne anlam ifade ettiği hala bilinmiyor, ancak
bazı araştırmacılar bizim yaptığımız gibi iç mekanlarda yaşamanın vücudun
güneş ışığı tarafından sağlanan optimal senkronizasyonunu bozacağını ve bizi
ritim bozukluklarına karşı dirençsiz bırakacağını düşünmektedirler. Bu tür potansiyel bozukluklar
ışığa karşı belirgin şekilde hassas olanlarda daha kolay ortaya çıkabilir. Ancak,
olağanüstü parlak ışıkların genel sağlık için kullanımı konusundaki araştırmalar
birbiriyle çatışmakta olup, bu araştırmalardan birisi moral değişikliğine
aşırı parlak ışığın hiç etkisi olmadığını göstermiştir. Bu araştırmalar
muhtemelen moral ve davranışlarında ışık bağlantılı güçlü değişimler gösteren
kişilerin ayrıca parlak ışığa da güçlü ve tercih edici bir şekilde cevap
vermesinden kaynaklanmaktadır.
Mevsime
bağlı etki bozukluğu olan 42 yaşında bir kadın diyor ki;
İşyerlerinin
doğru aydınlatıldığını sanmıyorum. İşyerlerine kendinizi daha iyi hissetmeniz
için parlak ışıklar koyabileceklerini duydum. Sanıyorum işverenler bunun
gerçekten verimli bir uygulama olduğunu düşünmüyorlar. Sanırım düşünmeliler.
Kendi tecrübelerimi çok aşıyorum ama insanların daha iyi hissettikleri zaman,
olağanüstü derecede verimli olduklarını düşünüyorum.
Parlak
ışıktan faydalanacağımızı düşünenlerimiz, yaşam kalitemizi dışarda geçirdiğimiz
vakti artırarak, ışığı geçiren pencere pancurları ya da pencereleri kullanarak,
güneşli odalarda çalışarak ya da ışık terapisinde kullanılanlara benzer
ışıklar monte ederek artırabilirler. Bu tip hayat tarzı değişimler sağlarken
gözler ve cilt için gerekli tedbirlerin alınması sağlanmalıdır.
Işığın
sağlığımızı etkileyebileceğine dair artan bilgiler, gelecekte mimari ve şehir
planlamasını etkileyebilir. Akıl sağlığı uzmanları, mimarlar ve şehir
plancıları şimdiden, uzak kuzey bölgelerinde şehir dizaynında ışığın etkilerini
tartışmak için toplanan bir Uluslararası Kış Şehirleri Organizasyonu kurdular.
Amerikalı ve Kanadalı araştırmacılar ayrıca Sovyetler Birliğinden
meslektaşlarla kutup kasabaları ve şehirlerinde uzun kış geceleri boyunca
parlak ışıkların pratik kullanımını tartışmak için bir araya gelmektedirler.
Işığın
sağlık ve hastalıkla ilişkisi ilgimizi çekmeye devam edecektir. Dünyanın her yerinde Hükümetler
şimdi stratosferdeki ozon tabakasında meydana gelen ve yeryüzüne ulaşan güneş
ışınlarının gücünü değiştiren hasarın etkilerinin farkındadırlar.
Biyolojik Ritimler Üzerinde Araştırmalar Derneği, Uluslararası Kronobiyoloji
Derneği ve Işık Tedavisi ve Biyolojik Ritimler Derneği gibi toplulukları
oluşturan araştırmacıların çalışması psikoloji ve tıbbın araştırma ve
uygulamalarını artan ölçüde etkilemektedir. Üstelik Amerika Birleşik
Devletleri, Sovyetler Birliği ve diğer ülkelerin uzay programları güneş ışığı
olmaksızın yaşamanın etkileri ile çok ilgilenmektedirler. Daha ileri uzay
yolculukları ve diğer gezegenlerde sabit istasyonlar kurmak için yapılan
planlar zamanla gerçekleştirilebilir ve aşılabilir. Eğer bu yapılırsa gelecek
nesiller, insanlığın içinde tekâmül ettiği günlük, aylık ve mevsimsel ışık
devridaimleri olmadığı zaman vücudun zamanla nasıl değişeceğini bizzat denemek
suretiyle öğrenecekler.(s.189-192)
Kaynak:
Jane. W.
HYMAN. Işık Kitabı, İnsan Yay. 2001, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar