Print Friendly and PDF

ISTILÂHÂT-I EHL-İ TASAVVUF


Şeyh Fahreddin İbrahim b. Şehriyar
Irâkî Hemedânî (610-688/1213-1288)
 
Tercüme:
Nurettin BAYBURTLUGİL
Şeyh Fahreddin İbrahim b. Şehriyâr[1] Irâkî Hemedânî VII. h. asrın ünlü mutasavvıf ve şâirlerindendir. 610 h. de Hemedân’ın Kûncân kazâsında dünyaya gelen Irâkî 5 yaşında mektebe başlamış, dokuz ay so­nunda Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemişti. Gençliğinin başlangıcı edebiyat ve çeşitli ilimlerin tahsili ile geçti. 17 yaşında Hindistan’ın Multân şehrine gidip, buranın şeyhlerinin ulularından olan, Şeyh Bahâeddin Zekeriyâ Multâhî’nin hizmetinde sülûke başladı. 25 yıl hizmet sonunda şeyhinin vefâtı üzerine hac farizasını yerine getirmek için Arabistan’a gitti. Son­ra Anadolu’ya gelerek Muhyiddin Arabi’nin muakkiplerinden, Şeyh Sadreddin Konevî’ye intisab etti. Kitâb-ı Leme’ât’ını, Fusûsu’l-Hikem’in et­kisi ile burada yazdı. Sonra Mısır ve Suriye’ye gitti. 688 h. yılında Şam’ da vefat edince, Muhyiddin Arabi’nin kabri yanına defnedildi.
6000 beyittik, kaside, gazel, terkib, tercî’, kıt’a ve rubâîlerden mey­dana gelen Dîvân’ından başka, 1065 beyitlik mesnevî ve gazellerden müteşekkil Şemseddin Muhammed adına yazmış olduğu Uşşâknâme’si,
Dehnâme adıyla da anılmaktadır[2]. Kitâb-ı Leme’ât’ı ve tercümesini sun­duğumuz Istîlâhât-ı Ehl-i Tasavvuf adlı risalesi mevcutur[3].
Bu risalenin tam olabilmesi için, Süleymani Kütüphanesi Hoca Efen­di kısmı 1300 no.lu mecmuanın 41b-48b varaklarını işgal eden yazma nüshayla, Tahran’da 1338 (hicri şehsî) yılında düzeltmeler ve geniş bir önsöz ile bastırılan Külliyât’ın 410-426. sayfalarını işgal eden ve «Min Istılâhât-ı Fahreddin İrâkî» başlığını taşıyan, ıstılâhları karşılaştırarak, müşterek olanları olduğu gibi mânâları birbirini tutmayanların ayrı ma­nalarını bir ıstılâhın karşısında, birinde olmayıp, diğerinde mevcut olan ıstılâhları da sıralarını bozmadan alarak, her iki nüshayı da sunmak fırsatını bulduk.
Bahsettiğimiz her iki nüshada diziliş sırasını bozmadık. Farklılık­ları göstermek için Süleymaniye nüshasını (S), matbu külliyâtı’nda yer alan nüshayı da (M), olarak gösterdik. Istılahların kelime mânâları verilirken, en yaygın mânâsını kullandık. Basım güçlüğü sebebiyle, ıstılâhların arab harfleri ile yazılışlarını veremediğimiz için özür dileriz.
 Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla
«Kendi nûrunu zuhûruyla eşyanın «ayn»larını nurlandıran O bir tek Varklık’a hamd ve şükürler olsun. O «Allah göklerin ve yerin nurudur.» (Nûr 35) Âşıklık ve ma’şukluk ülkesine aşk bayrağını dikti. O Allah «On­ları sever ve onlar da O’nu severler.» (Mâide/54) Varlık memleketinden mâsivâ eserini aksettiren «Allah’la beraber, başka bir Tanrı mı var.» (Neml/60). Sonsuz salâ peygamberlerin en faziletlisi ve yolların en mü­kemmeline sahip Hz. Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve selleme, Ehl-i beyti ve ashâbına (radiyallâhü anhüm) olsun.» (M)
«Süsleyici kudret eliyle, âlem ülkesinin güzelliklerinin güzelliğinin şaşaasını, Âdem zürriyetinin sevgili evlâtlarından, muhabbet denizinde mihnet çekenlerinin ve sevgi çölünde meşakkate uğrayanlarının gönül aynasında tecelli ettiren, o bir tek Pâdişah’a şükürler olsun. Sükûnet bulan safâlı canların sükûnet bulduğu yer, yâni Hz. Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellemin nur­lu Ravza’sına, ve vuslat ka’besine müştak olan kâfilenin başkanı ve ebedî şevk denizinin sermestlerinin meclisini süsleyene, o peygambere salât ve selâmlar olsun.»(S)
Ma’şukun isimleri hakkında:
Meyl (yönelme) : Aslından ve gayesinden habersiz ve şuursuzca, kendi aslına dönüşe derler. Meselâ cansızlar irâdesiz olarak asılları olan 4 unsura mâyildirler.
Arzu : Bazılarının biraz ilim ve şuur ile kendi asıl ve maksadına meyletmeleridir.
Mihr (şefkat) : Maksadı anlayıp lezzet bularak, mevcut ilim ve şuur­la, kendi aslına meyildir. (S)
Dostî (Dostluk) : Hakk Subhâne ve Tealâ ile sebepsiz, menfaatsiz ve karşılıksız dostluğa derler. (M)
Muhabbet (Sevgi) : Hakk Tealâ ile hakîkî dostluğa derler. Daha ge­niş anlamda ona yaklaşmak istemek demektir, yoksa muhabbet ol­maz. (S)
Muhibb (Seven) : Hakk Tealâ ile dostluktan müstağni oldukları za­man, Hakk’a yaklaşmayı isteyen muhabbet sâhibine derler. Kayıtsız­lıkla Hakk’ın dostluğundan müstağni oldukları zaman Hakk için kullanır­lar. (M)
Mahbub (Sevgili) : Ekseriyâ sevenler tarafından Hakk için kullanır. Bu kulluk ve ibâdetten ileri gelir.
Tâlib (îsteyen) : Hakk’ı arayana derler. Bir kısmı sevdiğinden, bir kısmı da abdiyet ve ma’bûdiyet ilişkisi ile bu işi yapar.
Matlûb (istenen) : Hakk Teâlâ’ya derler. Zirâ Hakk’ın dostluğuna mensup olmakta aczi olan kimse Hakk’ı arayıcıdır.
Işk (aşk) : Aşırı sevgiye derler.
Âşık : Bütün sevgi ve gayreti ile Hakk’ı arayana derler. (S)
Ma’şûk : Hakk Tealâ’ya derler. Tam bir ciddiyetle, bütün yönlerden Hakk’ın dostluğuna müstehak olan kimselerin 'Hakk’ı talep ettikleri va­kit kullanılır. (S)
Sır : İlâhtı cezbeye denir. Bazan sülûkden önce, bazen o sülûkden sonra bulunur. (M)
Pîr (yaşlı) : Hakk Tealâ’nın dostu olan kişi. Taleb en mükemmele ulaşınca, bu kişi her yönden dostluğa müstehak olur. (M)
Şevk (Aşırı istek) : Ma’şûku talebde, onu bulmaktan ve sonra onu kaybetmekten doğan kararsızlığa denir. Ma’şûku bulmazsa kararsızlık (in’izâe) sükûnet bulabileceği gibi, sabit de kalabilir. Devamlı talebde kararsızlık azalabilir, fakat, aşkta artma olabilir.
İştiyâk (Fazla meyli olmak) : Gönlün âramsızlığının kemâline denir. Herşeyi ile arzulama, tamamen istek kesilme ve devamlı aşk demektir. Hangi yolla olursa olsun Ma’şûk’u bul, bulma aynidir. Bulunsa azal­maz, bulunmasa fazlalaşmaz, belki ebediyete kadar sürecek bir haldir. Bu bir makamdır, ne müşahedeyle kavuşma ne de mücahede ile ayrıl­maktır.
Hüsn (Güzellik) : Bir zatta bulunan olgunluklara denir. Bu sıfat Hakk Tealâ’dan başkası için kullanılmaz. (M)
Tebeddül (Değişme) : Kemâlatm tamamına denir. Aşığın taleb ve rağbeti çoğalması sebebiyle sevginin kemâlatını açığa vurmaktır. Bu da Hakk Tealâ’dan başkası değildir.
Cemâl (Güzellik) : Bir zatta kemâllerin toplanmasına derler ki, bu Hakk’tan başkası olamaz (S). Âşığın istek ve rağbetinin ziyâdeliği ba­kımından Ma’şûk’un kemâllerini izhar etmesidir.
Celâl (Büyüklük) : Ma’şûkun âşıktan müstağni olması, âşığın gurûrunu yok etmesi ve âşığın bîçâreliğini ispat etmesi yönünden, bü­yüklüğünü izhâr etmesidir.
Bozurgî (Büyüklük) : Ma’şûkun güzelliğinin şaşaasına, âşığın ya'kîn sâhibi olmasıyla ma’şûkun zuhûruna derler. (S)
Lika (yüz) : Ma’şûkun kendini göstermesidir. Fakat âşığm bu zuhûr edenin ma’şûk olduğundan hiç şüphe etmemesi gerekir. (M)
Şekl (Şekil) : Hakk Tealâ’ınn vücûduna denir.
Lütuf : Ün siy et ve muvâtfakat ile, (S), müşâhede ve murakabe yo­luyla (M), Ma’şûkun âşığı terbiye etmesidir.
Melâhat (tatlılık) : İlâh! kemâllerin nihâyetsizliğine derler. Hiç kim­se mutmain olacak şekilde ona ulaşamaz.
Zarâfet (S) Zuhur (M) : Maddeden mücerret, müşâ'hede yoluyla Onun nurlarının görünmesidir.
Teşneğî (Susuzluk) : Allah’dan gelen nurların maddede doğma: (tavâli‘) ve parıldaması (levâmf) hükümleridir.
Şîve (işve) : Güzelliklere ve yüceliklere derler. (M) Sâlikin hâlinde vuku bulan birazcık İlâhî cezbeye derler. Fakat bazan olur bazan olmaz. Sâlik bu sebeble mağrur veya mağlub olur. (S)
Şemâyil (İyi huylar) : Güzelliklerin ve yüceliklerin imtizacına der­ler. (S)
Mekr (Hile) : Ma’şûkun âşığa gurur vermesidir. Bu bazan lütuf, bazan ihsan yolu ile olur.
Ferîb (aldatma) : İlâhî istidrâca denir.
Vefâ (Sadâkat) : Hayırlı ameli olmaksızın, serden kaçınmayı sağ­layan ezelî yardıma denir.
Cefâ (eziyet) : Sâlikin gönlünün irfan ve müşâhadelere kapatılma­sına derler.
Cevr (Zulüm) : Sâlikin yükselmesine engel olmağa denir.
Nâz : Ma’şûkun âşığa kuvvet vermesidir. (S) Ma’şûkun âşığı aldat­masıdır. (M)
Hışrn (öfke) : Kahır sıfatlarından birinin ortaya çıkmasıdır,
Kîn : Kahır sıfatlarının galip gelmesidir.
Ceng : Zâhiri ve bâtınî çeşitli belâlarla, Îlâhî imtihana derler.
Sulh : Yakmlaşma vâsıtası olan amel ve ibadetlerin kabul buyurulmasıdır.
Perde : Ma’şuk yönünden tarîkatin şartlarından olan, âşıkla Ma’şuk arasında bulunan engeldir.
Hicâb (örtü) Âşığın gözünde türlü sebeblerle bulunan, âşığı ma’şûktan ayıran mâniadır.
Nikâb (Perde, örtü) : Ma’şûkun irâdesi ile, âşığı ma’şûktan uzak­laştıran engel.
Bâm (çatı) : Tecellîlerin zuhûr ettiği yerdir. (M)
Bâm-ı Mihen (Sıkıntılar çatısı) : Tecellîlere derler. (S)
Hâne : Varlığın gaybetinde,. diğerlerinin zâtına denir. (M) Benliğin kendisine derler ki varlığın aynidir. (S)
Mestûrî (Kapalılık) : Bütün dünyalıların, hattâ velî ve nebilerin id­rak edemeyecekleri Yüce Allah’ın mâhiyetinin tamâmına denir.
Tîzî (Çabukluk, sivrilik) : Kulun amellerinin reddedilmesine der­ler.
Tondî (ağır hareket etme) : Sebeblerin îcâbı olmaksızın, Allah’ın irâdesiyle âşığın kahhar sıfatına denir.
Serkeşi (isyankârlık) : Sâlikin irâde ve arzûsunun, İlâhî irâdenin hükmüne muhalefet etmesidir.
Sultan : Ahval ve amellerin cereyânına derler. (S)
Emin (Emirlik) : Sâlikin irâdesini, bütün hareketlerinin önüne ge­çirmesidir.
Hâkimî (Hâkimlik) : Sâlikin üzerinde her an yürürlükte olan şer’î emirlere derler.
Tuvânî (İktidar sâhibi olma) : İhtiyar sâhibinin faaliyet sıfatına derler.
Tuvangerî (Zenginlik) : Kemâl sıfatlarının tamamının elde edilme­sine denir.
Destgâh (Tezgâh) : Varlığın kudretiyle, bütün sıfatlarda kemâle ulaşmadır.
Terktâz (Hücûm) : İlâhî cezbedir. Sülûkun başlangıcında çok çalış­ma ve sıkıntı ile bir merhale katedildiği an, sâlik ansızın cezbeye tutu­lur, yaptıkları kabul edilmiş demektir. Onu bütün çalışmaları ve dav­ranışları bu maksada ulaştırır.
Gâret (Yağma) : Emirlere ve amellere devam etse bile, maksadına ulaştığı zaman, sâlikin mağrur olması sebebiyle, vâsıtasız olarak amel ve sülûkuna tekaddüm eden İlâhî cezbeye derler.
Tevârî ('Dağılmak, gözden kaybolmak) : İlâhî istilâ ve ihâtaya de­nir. (M)
Tdhten (Koşmak) : İlâhî bağışlara derler. (M)
Târâc (çapul, yağma) : Zahirî ve bâtınî bütün hal ve amellerinde sâlikin irâdesinin ortadan kalkmasına derler.
Âşinâî (Tanıdıklık) : Hâlikiyetin mahlûkiyete olan ilgisi gibi, Rabb’in bütün yaratıklarla olan murâkabe ve irtibâtma denir.
Bîgânegi (Yabancılık) : Hiç kusûru bulunmayan, eşi ve benzeri bu­lunmayan uluhiyet âlemi ile meşgul olmaktır.
Tekebbür (Büyüklenme) : Rab'bin, sâlikin amellerine ihtiyâcı olma­masıdır. (M)
Şehr '(Şehir) : Vücûd-ı Mutlak’a denir.
Dih (Köy) : Vücûd-ı müsteâra (insan ve mahlûka ta) denir.
Kûy (Köy) : Kulluk makamının adıdır.
Mahalle : Kemâl sıfatları ile vasıflanmaya derler.
Âsitan (eşik) : Amellere ve ibâdetlere denir.
Der (kapı) : Emre itaat demektir.
Yâr (Dost, Sevgili) : Yaratıkların tamamının suretlerini ihtiva eden Hakk Tealâ’nın bir sıfatıdır. Salik hitap için bundan daha uygun bir ke­lime bulamaz. Çünkü bu isimde kelime-i tevhidde mevcuttur.
Gamhorî (Azap çekme) : Hakk Tealâ’nm hususiyeti olan 'Rahîm sıfa­tına derler.
Gamgusâr (Azap çeken) : Allah’ın genel ve şumullü Rahman sıfa­tına derler.
Mihriban (Müşfik) : Hakk’ın Rubûbiyet sıfatıdır.
Dildâr (Sevilen) : Gönüle sevinç ve muhabbet veren bast sıfatına derler.
Dilber (Güzel, Sevgili) : Gönüldeki muhabbeti kederle gideren gabz sıfatına denir.
Dilguşâ (Gönlü açan) : Gönülde ünsiyet makamı anında, Hakk’ın Fettah’lık sıfatına derler. (S)
Cânân (Sevgili) : Bütün yaratıklarının varlıklarının sebebi ölan Hakk’ın Kayyûm sıfatıdır. Eğer O bir an yaratıklarla birlikte olmasa hiçbir şey varlığını koruyamaz, sonsuzluk da olmazdı.
Cânî (Rûhî) : Fenâmn ulaşamadığı ebedî Bekâ sıfatıdır. (M)
Efzây (Artma) : Fâniliğin yol bulamadığı ebedî Bâkî’lik sıfatı­dır. (S)
TJstuvâr (Sağlamlık) : Sâlikin sevgisini Alalh’ın istilâ etmesidir. (M)
Dost : Muhabbet-i İlâhî’nin sâlikin muhabbetini aşmasıdır. (S)
Kad (Boy) : İstiva-yı İlâhî’ye derler. (S)
Kâmet (Boy) : Allah’dan başka hiç kimsenin ibadete lâyık olma­masına; derler.
Zülf : Hiç kimsenin anlamasına izin verilmeyen Allah’ın gaybî hü­viyetine denir.
Mûy (Saç) : Allah’ın zahirî hüviyeti yani varlığıdır. Herkes O’nun varlığını ilimle anlayabilir. Fakat daha ilerisi için izin yoktur.
Gîsû (Saç) : Taleb yolunun adıdır.
Piç-i Zülf (Zülüf kıvrımı) : İlâhî müşkillere denir.
Tâb-ı Zülf (Zülfün parıldaması) : İlâhî sırlara denir.
Ferk (Baş, tepe) : Hakk tealâ’nm Hayat sıfatına derler.
Ser (Baş) : Allah’ın İrâde sıfatıdır.
Ebrû (Kaş) : Sâlikin yaptığı kusur ve ihmal neticesinde, derecele­rinde meydana gelen düşmeye denir.
Pîşânî (Alın) : İlâhî sırların ortaya çıkışıdır.
Kad-ı Rast (Uzun boy) : Sâlikin sevgisinde, İlâhî sevginin önceli­ğine denir. (M)
Keman Ebrû (Keman kaş) : Kusur sebebiyle sâlikin derece ve ma­kamından düşmesini arzetmesi. Cezbe ve Allah’ın inâyeti ile bulunduğu makam ve derecesine tekrar ulaşmasıdır. (M)
Tâk-ı Ebrû (Kaşın kemeri) : Sâlikin kusur sebebiyle, derece ve ma­kamının düşmesinde ihmal göstererek, onu bulunduğu yerde bırakma­sıdır.
Ebrû Hofte (Çatık kaş) : Bir kusurundan dolayı sâlikin derece ve makamından düşmesi, inâyet hükmü ile derecesinin de düşürülmesi­dir. (S)
Müje (Kirpik) : İlâhî hikmet hükmüyle, sâlikin amellerini ihmal et­mesidir.
Tir-i Müje (Kirpik oku) : Gizli veya açık olarak, sâlikin ihmalde bu­lunmasıdır.
Çeşm (Göz) : Allah’ın Basar sıfatına derler.
Dîde (Göz) : Hayır ve şer, Alalh’ın bütün hallerden haberdar ol­masıdır.
Çeşm-i Mest (Mahmûr göz) : Sâlikin ve diğerlerinin günahlarını kimsenin bilmemesi, affedilmek üzere Allah'ın örtmesidir.
Çeşm-i Humâr (Mahmûr göz) : Sâlikin kusurlarını sâlikten gizlemesidir. Fakat kendisinden kâmil ve yüce olan onu keşfedince, bazan söyler bazan bilmemezliğe gelir.
Çeşm-i Âhûvâne (Ceylan gözlü) : Hakk Tealâ’nm sâlikin kusûrunu diğer sâlikten gizleyerek, kendisini işlemiş olduğu kusurdan haberdar etmesidir. Hakikatte bu sâliğin günahtan sakınması ve bu hususta te­darikli olması için Allah’ın inâyetinin en son noktasıdır.
Aşık ve ma’şuk arasında kullanılan isimler. Ekseriyetle özeliği ol­mayan bu isimler, mânâ yönünden bazan özellik taşır, bazan taşımaz.
Ânât ve Evkât (Zamanlar) : Hakk Teâlâ ile hazır bulunmaya der­ler. (M)
Meclis : Huzur ve firkat işâretlerinin ve vakitlerinin tamamına derler. (S)
İşret ; Sürurlu ve şuurlu olarak, Hakk Teâlâ ile yakınlığın lezzetidir.
Iyş (Yaşama) : Hakk’ın yakınlığından, şuur ve hafızanın aldığı lez­zettir. (S)
Tarab (neş’e) : Allah ile ünsiyettir. (M)
Sürür (Sevinç) : Gönülde huzûrun devamlı yaşaması ve feragat göstermedir. (M)
Şarâb : Sülûkun en son noktasına ulaşmış ululardan ehl-i kemâl sâhibi kişinin, melâmete lâyık amellerle aşka galip gelmesidir.
Şarâb-t Hum (Küp şarabı) (S) —Şarab-î Fem (Kırmızı şarap) (M) : Karışık yaşayışa yani kulluğa yakm olmaya denir.
Şarâb-ı Puhte (Kaynamış şarap) : Maddeden arınmış, halis a:şka derler.
Mey (Şarap) : Selâmete yakın amellerin mevcûdiyeti ile aşkın coş­kunluğuna derler. Bu sülûkun ortalarında olan, kemâl sahibi has kişile­re mahsustur.
Meyhane : Âlem-i Lâhût’a derler.
Meygede (Meyhâne) : Münâcâtın başlangıcına denir.
Humhâne (Meyhâne) : Aşkın zaferlerinin indiği kalp âlemidir.
Bâde (Şarap) : Zayıf kalbin aşkına derler. Sülûkun başlangıcında ve avamda olur.
Sâkî (Şarap dağıtan) : Ma’şûka denir.
Kadeh : Zamana denir.
Câm (bardak) : Hallere ve davranışlara denir.
Surâhî : Makama denir.
Hum (küp) : Durulan yere denir. (S)
Cur’a (Yudum) : Sülük esnasında sâliğin takındığı sıftaların ve hal­lerin isimlerine denir.
Cur’a-i Esrar (Sırların yudumu) : Sülük esnasında, sâlikden gizli kalan ve makamlara denir.
Mestî (Sarhoşluk) : Aşkın görünen ve görünmeyen sıfatlarının ta­mamını ihata etmeye denir. Bu sarhoşluğun başlangıcıdır.
Mest-i Harab (Sarhoş ve bitkin) : Hiçbir şeyden haberi olmadan kendinden geçmeye derler.
Nîm Mestî (Yarı sarhoşluk) : Kendinden geçtiğinin farkında olup, kendini bu halde seyretmektir.
Harâbât (Meyhâne, Tekke) : Harap olmaya denir. (S)
Huşyârî (ayıklık, aklı başında olma) : İç ve dış sıfatlara aşkın ga­lebesinden doğan afetlerdir. Sarhoşluğun bertaraf edilmesinin başlan­gıcıdır.
Humâr (Sarhoşlukta sızma) : Kesinti olmaksızın, vusûl makamın­dan kahren dönüşe denir.
Rindî (Rindlik) : İbâdette bir kısım amellerden yüz çevirmektir.
Kallâşî (Başıboşluk) : Hallerin en sonu olan amellerle içli dışlı ol­ma.
Evbaşî (Eşkiyalık) : Muhabbetin galebesiyle itâat etmeği ve gü­nahtan kaçınmayı terkederek, sevaptan mahrum olmaktır.
Lâubâli : Önüne çıkan, söylenen, yapılan herşeyden korkusuzluktur.
Şem’ (mum) : Allah’ın nûruna denir.
Şâhid (Güzel) : Tecellîye derler.
Kebâb : Tecelliyât esnâsmda gönlün terbiye edilmesidir.
Sâbuhî (Sabahleyin içilen şarap) : Karşılıklı konuşmaya denir.
Ğabûkî (Gece içilen şarap) : Yüzyüze konuşmadır. (M)
Nakl (nakletme) : Mânâların ve sırların keşfine denir. (M)
Subh (Sabah) : Hallerin ve sözlerin doğuşuna denir. (S)
Bâmdâd (Kuşluk vakti) : Halleri ve sözleri öldürmek makamı­dır. (S)
Rûz (Gündüz, gün) : Nurların birbirine tâbi olmasıdır. (M)
Şeb (Gece) : Gayb âleminin ismidir. Ceberût âlemine de denildiği olur. Bu âlem, âlem-i halk ve âlem-i rubûbiyet arasında yer alır. Şebangâh (Gece vakti) : Hallerin mülk edinilmesine denir.
Tetâbu (birbirine bağlanma) : Hallere denir. (S)
Şeb-i Kadr (Kadir gecesi) : Hakk Tealâ’nın varlığında sâlikin beka bulmasına derler.
Şeb-i Yeldâ (En uzun gece) : Nurların renklerinin nihayetine denir ki «sevâd-ı a’zam»dır.
Iyd (Bayram) : Cem‘ makamına derler.
Nevrûz (İran takviminin ilk günü 21 mart) : «Tefrika» makamına denir.
Küfr (inkar etme, doğruyu gizleme) : Tefrika âleminin karanlığına denir.
Kâfir : Amelleri karışık olana denir.
Tersâ (Hıristiyan) : Çok ince elenip, sık dokunan mânâlara ve hakîkatlara denir.
Deyr (Mecûsî mabedi) : İnsanlık âlemine derler. Kilise Kilise : Hayvanlar âlemine derler.
Çelîpa (Haç, dar ağacı) : Tabiatlar âlemine denir.
Nâkûs (Çan) : Tefrika makamını hatırlama ve zikretmeye derler. But (put) : Maksûd ve matlûba derler.
Tevbe : Nâkıs şeylerden vazgeçerek, Yüce Kâmil’e yönelmeye de­nir.
İman : Hakk Teâlâ hakkında bir miktar bilgiye denir. (M)
İslâm : Amellere ve (şeriate) tâbi olmaya derler.
Dîn : Tefrika makamından ortaya çıkan inanca derler.
Zühd : Nefsin dünyadan zevk aldığı an, dünya malından ve boş ko­nuşmaktan yüz çevirmektir.
İbâdet : Sâlikin çalışmasına derler.
Zekât : Nefsi tasfiyeye, kendinden geçmeye denildiği gibi, gam çekmeye de derler.
Ka’be : Vuslat makamına derler.
Hac : Allah’a sülûke derler.
Beyâban (Çöl) : Tarîkatte ilerlemeye denir.
Sâmân (Zenginlik, mal mülk) : Tarikte vuku bulan olaylara der­ler. (S)
Tâmât (Büyük belâlar, asılsız sözler) : «Marifet»lere derler.
Hırka : Salâhiyete derler. Sûretin alâmetlerine de denir.
Seccade : Sedd-i bâtına denir. Bu da gönülde bulunan herşeydir.
Foruhten (Satmak) : Allah Teâlâ ile tedbir ve ictihâdı terketmektir. (M)
Vâm (borç) : Takdir edilenlerin ihtiyar dâhilinde olmamasıdır.
Grov Kerden (Rehin bırakmak) : Kendi ihtiyârıyla, miktarlarm hük­münce, tedbir ve gayreti terk, vücûdu teslim etmektir. (M)
Bedel kerden (Değiştirmek) : Birşeyi bir şeyde araştırmaktan ve garazlardan vazgeçmektir. (M)
Der bahten (Kaybetmek) : Görülen ve yaşanan olayları, mahvet­mektir. (M)
Terk Kerden (Terk etmek) : Birşeyden arzûyu kesmektir. (M)
Reften (gitmek) : Âlem-i beşeriyetten, âlem-i ervâha yükselmeye denir. (M)
Ber Hasten (Ayağa kalkmak) : Kasıd ve azimete denir. (M)
Nişesten (Oturmak) : Sükûnet bulmaya denir. (M)
Âmeden (gelmek) : Âlem-i ervâhtan âlem-i istiğrak ve sekre kadar âlem-i beşeriyete dönmeye denir. (M)
Derûn (iç) : Melekût âlemine derler.
Bîrûn (dış) : Mülk âlemine derler.
Akl (Akıl) : Hayır ve şer, iyi ve kötü arasında temyiz âletidir
Fehm (Anlama) : Anlamak âletine denir.
Bahâr : İlim makamına denir.
Tâbistân (Yaz) : Mârifet makamının adıdır. (M)
Pâyiz (Sonbahar) : Soğukluk makamına derler. (M)
Zemistan (Kış) : Keşf makamına derler. (M)
Gülzâr (Bül bahçesi) : Mutlak olarak açıklığa derler. Kendisine ne izâfe edilirse edilsin yine ayni isimle anılır.
Bostan (Gül bahçesi) : Birşeye tahsis edilsin edilmesin, genellikle açıldık yerlere verilen isimdir.
Gül : Gönülde açığa çıkan ilmin neticesine derler. (S)
Lâle : Müşâhede edilen maârifin neticesine denir. (S)
Nergis : Sevinç ve ferahlıktan amelin artmasına, amelde ortaya çı­kan ilmin neticesine denir. (S)
Şukûfe (Çiçek) : Ulvî mertebeye derler. (S)
Benefşe (Menekşe) : Kuvvetinin kendine etki etmediği mertebeye denir. (S)
Sebze : Bizâtihi mârifete derler.
Reyhan (Fesleğen) : Tasfiye ve riyazet neticesinde hâsıl olan nûra derler. (S)
Neşv (Büyüme) : Terakkiye derler.
Nemâ (Serpilme) : Rubûbiyetin terbiye edişiyle izzet bulmaktır. (S)
Zerdî (Sarılık) : Sâlikin zaafma derler. (S)
Surhî Kuvvet (Kuvvetin kırmızılığı) : Sülûke derler. (S)
Sebzî (Yeşillik) : Mutlak kemâle derler. (S)
Ebr (Bulut) : Çalışma vâsıtasıyla vusûle sebeb olan güce derler. (S)
Bâr ân (Yağmur) : Rahmetin inişine derler. (S)
Cuybâr (Irmak) : Kulluğun mecrasına girmesine derler. (S)
Âb-ı Revân (Akarsu) : Gönül ferahlığma denir.
Sel : Huzur ve ferahlıktan doğan hallerin galebesine denir. (S)
Nesîm (Esinti) : İnâyeti hatırlamağa derler. (S)
Buy (Güzel koku) : İster Cem’-i evvel makamında bulunsun ve ister henüz tefrika makamına düşmüş olsun gönlün aslında var olan, alâka ve bağlılıktan haberdar olmasına derler.
Mutrıb (Çalgı çalan) : Bilgili kılana derler.
Ney : Mahbûbun haberine denir. (S)
Def : Âşığın ma'şûku talebidir. (S)
Terane : Muhabbet âyinine derler.
Nâle-i zır (Alçak inilti) : Bizâtihi muhabbete derler. (M)
Semâ (îşitme, mûsiki dinleme) : Meclise derler.
Pay Küften (raksetmek) : Çeng, rebab ve benzeri sazları muhâfaza ve murâkabeye derler. Koruma ve bekleme anlamında da kullanılmıştır.
Çeşm-i Şehlâ (Şehlâ göz) : Sâlikin hallerinin, kemâlâtınm ve yüce mertebesinin kendine zâhir olmasıdır.
Çeşm-i Terek (Yırtılmış göz) : Sâlikin zâtından ve diğerlerinden, sâlikin halerini ve kemâlâtını gizlemesidir. Bunu Allah’tan başkası bil­mez.
Çeşm-i Nergis (Nergis gözlü) : Sâlikin hallerinin, kemâlâtının ve yüce mertebesinin kendinden gizlenmesidir. Fakat halk bunu bilir. (S)
Rûy (Yüz) : Tecelliyât aynasına derler,
Mahrûy (Ay yüzlü) : Kendinde bulunmadığı ve şuursuzluk durumu olan uyku hâlinde, maddedeki tecellîlere denir.
Çehre : Sâlikin keyfiyetini bildiği, ilm-i bekâda meydana gelen te­cellîlere derler.
Ruh (Yüz, yanak) : Hâlis tecellîlere denir.
Çehre-i Gülgün (Gül renkli yüz) : Uyku veya kendinden geçtiği hal­lerde, maddenin dışındaki tecellîlere derler.
Eâl-i Siyah (Siyah ben) : Gayb âlemine derler.
Hat (Bıyık) : Berzah âlemine derler.
Leb (Dudak) : Konuşmaya derler.
Leb-i la’l (Al dudak) : Sözün bâtın mânâsına derler.
Leb-i Şekerî (Tatlı dudak) : Vâsıta ile inen kelâma derler. Peygam­berlere melek, velîlere tasfiye vâsıtasıyla iner.
Leb-i şîrîn (Tatlı dudak) : İdrak ve şuur şartma bağlı vasıtasız inen kelâma derler.
Dehan (Ağız) : Zâhiren konuşma sıfatına derler.
Dehân-ı Kûçek (Küçük ağız) : Takdis yoluyla, İnsanî fehim ve vehim­den hâsıl olan konuşma sıfatıdır. (M)
Şuhan (Söz) : Mutlak olarak İlâhî intibah ve işaretlere denir.
Suhan-ı Şirin (Tatlı söz) : Nebilere vahiy, velilere ilham vasıtasıyla gelen İlâhî işarete denir.
Per-i Sühan (Sözün kapısı) : Maddede ve madde dışında, hissedilen ve düşünülen, mükâşefelere, İlâhî sırlara ve işâretlere derler. (M)
Suhan çûn der (Kapı gibi söz) : Maddede ve madde hâricinde, his­sedilen ve düşünülen açık işâretlere denir. (M)
Gamze (Yan bakış) : îdrak edilen işâretlerdir. (M)
Zebân (Dil) : Sırlara derler.
Zebân-ı §îrîn : Tedbîre muvâfık bir işe derler. (S)
Zebân-ı Telh : Sâiikin yaratılışına uygun olmayan iştir. (S) Takdîre muvâfık emre denir. (M)
Zekan (Çene) : Muhafaza mahalline derler. (S) Sâiikin yaratılmasına muvafık emre derler. (M)
Zenah (Çene) : Lezzet mahalline denir.
Sîb-i Zenah (Çene) : Müşahedenin ortaya çıktığı lezzetin işâretine derler. (S)
Çâh-ı Zenah (Çene çukuru) : Müşâhedelerde sırların zorluklarına denir.
Had (Yüz, yanak) : Düşünce mahalline denir. (M)
Gabgab (Gerdan) : îşâretin lezzetine derler. (S)
Bunâgûş (Kulak tozu) : «Dakîka»ya denir. (M)
Silsile (Zincir) : Umûmî yol ile yaratıkların Allah’a sığınması­dır. (M)
Dûş (Omuz) : Hakk Teâlâ’nın Kibriyâlık sıfatına derler.
Sîne : İlâhî âlemin sıfatıdır.
Miyân (Bel) : Seyir, makam, hicab ve diğerlerinden tâlib ile matlub arasında cereyan eden bir olaydır.
Ber çûn sîm (Gümüş gibi göğüs) : Terbiye, sâlikin huyuna uygun olduğu an, sâliki terbiye etmektir. (M)
Mû-miyan (İncecik bel) : Sâlikin kendinden ve diğerlerinden per­deleri ortadan kaldıran bakışma denir. (S)
Miyan-ı bârîk (ince bel) : Başka hicab olmadığı zaman, sâlikin vü­cûdunun teşkil ettiği örtüye denir.
Dest (El) : Kudret sıfatına denir.
Sâ’id (Kol) : Kuvvet sıfatma denir.
Enguşt (Parmak) : İhata ve irâde sıfatına derler.
Bâzû (Kol) : îstek ve irâde sıfatına derler.
Hediye : Nübüvvet ve velâyete derler.
Bi’set (Gönderilme) : Açık ilhamla gelen vahye derler. (M)
Selâm ; övülmeye derler.
Peyâm (Haber) : Farzlar mâhiyetinde olan, yaratıkların amel et­tikleri emir ve nehiylere denü\
Bazıları ma’şûku ilgilendirse de, âşığa mahsus ve onun hallerini an­latan kelimeler.
Visâl (Kavuşma) : Gizli ve açık olarak, Allah’la birlikte olunan Vahdaniyet makiamma derler.
Kenâr der yaft (Kuçaklaşma) : Murâkabenin sırlarına ve devâmına derler.
Firâk (Ayrılık) : Vahdet makammdan uzak kalmaya denir.
Hicran (Ayrılık) : Hakk’dan başkasına iltifat etmek, içi ve dışı üzün­tü kaplamaktır.
Bûs (Öpme) : Îlmî, amelî, sûrî, ve mânevi kelâmın keyfiyetini an­lama kabiliyetine derler. (M)
Gam : Ma’şûku talebe ihtimam göstermeye denir, (M)
İhtimam : Ma’şûku talebe derler. (S)
Enduh (Keder) : Bir işteki şaşkınlığa denir.
Vecd u Fİkdân u Havf (Kendinden geçme, yokluk ve korku) : Murâkabeden sonra, gönülde ortaya çıkan hallerdir.
Külübe-yi Ahzân (Üzüntüler kulubesi) : Üzüntü ânma denir.
Gamgede (Üzüntü yeri) : Gizlilik makamına derler. (S)
Gamguzâr (Üzüntü veren) : Bir isti’dâdlının makamına derler.
Mihnet (Sıkıntı) : Ma’şûk tarafından âşığa ulaşan zahmet ve elem­lere denir.
Meydân : Şöhret makamına denir.
ÇeVgân (Top oynamaya mahsus ucu kıvrık sopa) : Cebir ve kahır yoluyla büitün işlerin takdirine derler.
Guy (Top) : Takdirin hükmünce, mecburiyete ve mazlumiyete de­nir.
Tazallüm (Zulümden şikâyet etme) : Nefis şeytanından ve kendi ku­surundan dolayı Allah’a yalvarma ve yardım dilemedir.
Nâle (înleme) : Münâcâta derler.
Feryâd : Açık zikre denir.
Âlâ (Nimetler) : Aşkın işaretlerine derler. (S)
Vâleh (Şaşkın) : Mecâz üzere olmayıp, belki mecbûriyetin en son noktasında, dilin ifâdede kusur ettiği aşığın kemâl alâmetine denir. (M)
Figân : Iç halleri açığa vurmaktır.
Rene (Sıkıntı) : Gönlün irâdesi hilâfına olan bir işin varlığına derler. Berd : Mahbûbdan ortaya çıkıp, muhibbin taşıyamadığı bir haldir. Bîmâr (Hasta) : Telaş ve huzursuzluğa derler. (M)
Bimârî (Hastalık) : Derûnî kopukluğa derler. (S)
Murden (Ölmek) : Hakk’ın huzûrundan uzaklaştırılmaya ve emirle­rini yerine getirmekten aciz kalmaktır.
Rahat : Gönlün isteğine uygun bir emrin mevcûdiyetine derler.
Zindegî (Hayat, canlılık) : Hakk Teâlâ tarafından kabul ve ikbâle denir. Bu derece derece ebedî olur.
Tendurustî (Sıhhatlıhk) : Gönlün iç ve dış güçlerinin karar üzere kalmasına derler.
Nâtuvânî (Kudretsizlik) : Murad ve maksûd olan herşeye gücün yetmemesine ve elin ulaşmamasına denir.
Üftâdegi (Düşkünlük) : Hakk’a lâyık kulluk etmekte, kudretsizlik hâlinin ortaya çıkmasına derler.
Harâbî (Harablık) : Tam yönelme ve teslim ile aklın tedbir ve ta­sarruflarının kesilmesi.
Bihûsî (Baygınlık) : Sıfatların mahvolduğu belirsizlik makamına derler.
Bâhûşî (Akıllılık) : Aşk ve divânelikte, zâhir ve bâtın hürriyete derler. (M)
Medhûşî (Şaşkınlık) : Aşfcda zâhir ve bâtının yok edilmesidir. (S)
Divâne gî (Delilik) : Amellerde, âşığın sıfatlarına aşkın hükümlerinin muzaffer olmasına derler. (S)
Tuğrâ : Âşığın amellerinde gizlenmiş olan sıfatlarına ve aşkın ka­nunlarına derler. (M)
Bende gî (Kulluk) : Mükellefiyet makamına denir.
Âzâdî (Hürlük) : Hayret makamına denir.
Fakîrî (Yoksulluk) : İlim ve ameli kendisinden alman kişinin ihti­yar sızlığına denir.
Seâdet : Ezelîyi zikretmeye denir.
Şekavet (İsyankârlık) : Ezelîyi gözden uzak tutmaya derler. (S)
Dûrî (Uzaklık) : Tefrika âleminin keyfiyetlerine ve bilginin şuûruna varmaya denir. (M)
Dûrî şuûr (Şuûrun uzaklığı) : Alemin keyfiyetlerindeki bilginin par­ça parça olmasına denir. (S)
Nezdikî (Yakınlık) : İsimlerin, sıfatların, fiillerin ve mutlak emr-i İlâhînin şuûruna varmağa derler. (M)
Nezdikî Şuûr (Şuûrun yakınlığı) : İlâhî isimlerin, sıfatların ve fiil­lerin bilgisine denir. (S)
Kâhilî (Tembellik) : Seyirde geri kalmaya derler.
Şitâb (Koşma) : Seyirde sürate derler. Şuursuz olarak makamların inceliklerinin bilgisine ulaşma, bu seyir bazan cezbe hükmü ile, bazan da sâlikin çalışması, riyazeti, ibâdetleri ve tasfiyesi sâyesinde olur.
Pakbâzî (Herşeyini kaybetme) : Amellerinde sevab ve yüce merte­be istemeksizin sâdece Allah için, hulûsî kalp ile Allah’a yönelmedir.
Huzûr : Vuslat makamına denir.
Gaybet ; Ünsiyet makamına derler.
Germî (Sıcaklık) : Muhabbetin harâretine derler.
Serdî (Soğukluk) : Nefsin soğukluğuna denir. Bu muhabbet maka­mının nihâyetidir.
Hâb (Uyuma, uyku) : Beşeriyetin fiillerinde ihtiyârın yok olması demektir.
Bîdârî (Uyanık olma) : Ubudiyet yönünden, âlem-i mahva derler.
Şütur (Deve) : İnsaniyete derler. (M)
Katâr : Nev’iyete denir. (M)
Mahmil : Teklifin sükûnet bulduğu yere denir.
Alef (Yem, ot) : Nefsin zevk aldığı şehvetlere ve iştihâlara, ayrıca yol göstericiye derler.
Zer (Altın) : Riyâzet ve mücâhedeye derler.
Sîm (Gümüş) : Zâhirî ve bâtınî tasfiyeye denir.
Gevher (Cevher) : Allah’ın sıfatlarının mânâlarına denir.
Cust u cûy (Arama) : Her ne yönden olursa olsun uzağı görmeyip, herkesi tenkid etmektir. (S)
Şust u şûy (Yıkama) : Kusurdan doğan veya âşık ile me'şu’kun zevkten dolayı düşünceyi kaldırmaları. (M)
Guft u gûy : (Konuşma, dedi kodu) : Muhabbet karışan lutfa denir. «Doğrusunu Allah bilir. Dönüş onadır, sığmak O’dur.» (S)
«18. nüshanın sonu, Bu şerefli nüsha Melik ve latif olan Allah’ın yardımıyla, kulların ve hakîrî, mahlukatın en az değerlisi, Gani Allah’ın rahmetine muhtaç olan İbn-i Ceâleddin el-Dercezinî Bahaeddin —Allah her ikisinin de günâhlarını affedip, ayıplarını setretsin— Hicret-i nebe­vi 1097 senesi Zilhicce ayının başında Salavatın ekmeli selâmların en güzeli ona olsun. Arkadaşım, hizmetinde bulunduğum, Nedr Muhammed Bey Mirzabaşı emri mucibince (Allah ömrünü ve ikbalini ziyade eyle­sin) tamamlandı Muvaffakiyet ve yardım Allah’tandır.
Kaynak: MARMARA ÜNİVERSİTESİ İLÂHİYAT FAKÜLTESİ DERGİSİ-SAYI: 3— 1985, İstanbul


[1] Sa’îd Nefîsî ve Zebîhullah Safâ, Müstevfi’nin Târih-i Güzide’sine dayanarak, adının İbrahim, lakabının Fahreddin, bababasının adı­nın Buzurgmehr, dedesinin ise Abdu’l-Gaffâr olduğunu söylemek­tedirler.
Bk. Sa’îd Nefisi, Külliyât4 Irâkî, Tahran 1338 hş., Önsöz s. 3; Zebîhullah Safâ, Târîh-i Edebiyat der İdân, Tahran 1346 hş., c. III, s. 567      
[2] 10 mesnevi ve gazeli ihtiva eden bu eserden sonra, Fars edebiya­tında dehnâme yazmak gelenek haline gelmiştir.
[3] Şeyh Fahreddin Irâkî’nin eserleri Sa’îd Nefisi tarafından, «Külli­yât-ı Irâkî» ismi altında geniş bir önsözle Tahrân’da ilk defa 1335 hş.de ve elimizdeki IV. baskı da 1338 hş.de basılmış ve münderecatı aşağıda gösterilmiştir.
Önsöz (Dibace)  .......................................  3-45
Mukaddime-i Divan  .. . .. .. .. .. .. .. .. ... .. . .. . .. .. .. . .  46-65
Divan  . .. . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . .. .. .. .. .. . . . .. . . . . . .. ..  66-326
Uşşakname ya Dehname ...........................  327-374
Min Istılhatat-ı Fahreddin Iraki  ...............  410-426

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar