İZZEDDİN HÜMÂYÎ ELÇİOĞLU (1875-1950)
hzl:
Ünzile ÇUHADAR
İzzeddin Hümâyî Elçioğlu 1875 yılında İstanbul Fâtih'de Nişanca
Mahallesi'nde doğdu[1]. Babası aynı semtteki Bülbülcüzâde Tekkesi Şeyhlerinden Hâfiz Şemseddin
Efendi, annesi Kamer Hanım, gene o tekkenin evvelki şeyhi Şemseddin
Efendi'nin kayınbabası Halim Efendi'nin kızıdır[2]. Saadettin Nüzhet Ergun, Hâfiz Şemseddin Efendi'nin Nişanca Kâdirî Tekkesi
şeyhi olduğunu söylemekte[3], bu da bize, Bülbülcüzâde Tekkesinin bir Kâdirî Tekkesi olduğunu
düşündürmektedir. Nitekim, kendisiyle görüştüğümüz Şemseddin Efendi'nin
kardeşinin torunu Osman Elçioğlu, bize ailesinin Kâdirî kökenli olduğunu söylemekte ve şecerelerinin Abdülkâdir Geylânî
Hazretlerine kadar uzandığını bildirmektedir. Bu geleneğin devamı
olarak İzzeddin Hümâyî Bey'in ağabeyi Bahâeddin Efendi'nin de, babasından
intikâlen bir Kâdirî Şeyhi olduğunu ilave etmeliyiz. Her ne kadar edindiğimiz
bilgilere göre bu âile kan yoluyla Kâdirî ise de, Saadettin. Nüzhet. Ergun'un,
İzzeddin Bey'in dedesinin Yanbolu'da bir Rifâî şeyhi olduğunu ifâde etmesi, bu
ailenin bir yandan da Rifâîlik'le ilgisi bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Rifâîlik'e olan bu alâka, İzzeddin Hümâyî Bey'in, Ken'an Rifâî Hazretlerine
intisâb etmesiyle de devam etmiş, bestekârımız en önemli eserlerinin Rifâî
tekkesinde okunmak üzere bu yolda bestelemiştir[4].
İzzeddin Hümâyî Bey'in dedesi, Rifâî Şeyhi Mustafa Efendi Yanbolu'ludur.
Biz Yanbolu'nun bugün hangi il veya ülke sınırlan içinde bulunduğunu tespit
edemedik.
Ancak bestekârımızın hayatı ile ilgili bize önemli bir kaynak olan Osman
Elçioğhı'nun ifâdesine göre, Âile, önceleri Osmanlı sınırları içinde bulunan
Bulgaristan'dan İstanbul'a göçmüştür. Bu bilgilere göre Yanbolu'nun
Bulgaristan'a bağlı bir belde olduğunu düşünebiliriz.
İzzeddin Hümâyî Bey, ilk öğreniminden sonra girdiği Hırkâ-i Şerifteki Altay
Rüştiyesi'ni (bugünki ortaokul) bitirerek, Çemberlitaş İdâdîsi'ne (lise) devam
etti. Çemberlitaş İdâdîsi'nden mezun olduktan sonra, Dâhiliye Nezâreti Mektebi
Kalemi'nde göreve başladı. Bu arada Adliye Nezâretin'de de çalışan İzzeddin Bey,
yirmi yıl Bâb-ı âli'de görev yaptıktan sonra muallimlik mesleğinde karar kıldı.
Uzun yıllar Üsküdar, Kabataş, Davutpaşa ve Gelenbevî Liseleriyle diğer bazı
orta öğretim kurumlanıl da çalıştıktan sonra, On altıncı İlk Mektep mûsikî
muallimi iken[5] geçirdiği felç sonucu elli yaşından sonra mâlûlen emekliye ayrıldı. İsmâil
Hakkı Bey'in Şehzâdebaşı Feyziye Kıraathanesi üstündeki Mûsıkî-i Osmânî
Mektebi'nde muallim olarak göreve başlayan İzzeddin Bey, hocasının bulunmadığı
zamanlarda oranın müdür muavinliğini de üstlendi[6]. Bundan sonraki bahsimizde daha detaylı olarak bahsedeceğimiz gibi, pek
çok kıymetli musikişinasın yetişmesinde büyük payı oldu. Talebeleri arasında
Yesâri Âsim Arsoy'u ve Hayri Yenigün'ü bilhassa zikretmek gerekir[7].
Ud ve tanbur icrâsının yanında, tabîi bir ses güzelliğine de sahip olan
İzzeddin Bey, mevlîdhanhğı ile de tanınmıştır. Dînî mûsikîye olan alâkası,
intisâb ettiği Hırka-i Şerifteki Ken'an Rifâî Tekkesindeki Zâkirbaşı'lık görevi
ile de pekişmiştir.[8] Tekkelerin kapatılmasından sonra nüzûllü haline rağmen Nişanca’da, babası,
Şemseddin Efendi ve ağabeyi Bahâeddin Efendi'nin şeyhlik yaptığı Kâdirî
Tekkesi'nin yanındaki camide, büyük bir şevkle talebelerine mûsikî meşkettiğini
kıymetli kudümzen Necdet Tanlak'tan öğrenmekteyiz.
İzzeddin Bey, doğup büyüdüğü semt olan Nişanca’da, Çarşamba asfaltına yakın
bulunan sokak üzerinde ahşap bir evde otururmuş. Oldukça eski, iki katlı bu
ahşap evi, yeğeni Osman Bey bir çocukluk hatırası olarak bize nakletmektedir.
Evin alt katında küçük bir oda, odanın arka tarafında bir taşlık, taşlıktan
sonra da mutfak varmış. Üst kata ahşap merdivenlerden çıkılır, merdivenlerin
sonunda da cumbalı bir oturma odasına gelinirmiş. Evin üst katında oturma
odasından başka, arka tarafta bir de küçük oda bulunurmuş. Bu evde, Nişanca
Dâhi Grubu adı altında, İzzeddin Bey'in, Necdet Tanlak'ın da aralarında
bulunduğu talebelerine dînî mûsiki meşkettiğini yine Osman Bey'den
naklediyoruz.
İzzeddin Bey Suat Hanım'la evlenerek Selma, Belkis ve Nimet adlarında, üç
kız sahibi olmuştur, İzzeddin Bey'in büyük kızı Selma Hanım, babası gibi
öğretmenliği tercih etmiş ve bu alandaki hizmet yılı sonunda emekliye
ayrılmıştır, İzzeddin Bey, Selma Hanım'dan biri kız biri oğlan, iki torun
sahibi olmuştur, ikinci kızı Belkis Hanım, babasından mûsıkişinalığı devralmış
ve iyi bir ud sâzendesi olarak yetişmiştir. Hatta Cumhuriyet öncesi kurulan
Hünkar Kadınlar Topluluğu'na uzun zaman udu ile iştirak etmiştir. Belkis
Hanım'ın da Fahrettin ve Akgün adında iki oğlu olmuş, her ikisi de müzik
alanında iyi yetişmişlerdir. Ancak, gerek anneleri Belkis Hanım, gerek dedeleri
İzzeddin Bey gibi klâsik mûsikîmize hizmet yerine Batı müziği alanında
ilerlemeyi tercih etmişlerdir. Fahrettin Özguç violensel sanatçısı olarak
konservatuarda görev yapmış, Akgün Özgüç ise Devlet Opera Sanatçısı olarak
temsillerde rol almıştır. İzzeddin Bey'in küçük kıyı Nimet Hanım ise
Sirkeci'deki Sansaryan Han'da sivil polis olarak görev yapmış, biri kız biri
erkek iki evladı olmuştur.[9]
Mûsıkişinaslığının yanında aynı zamanda Ken'an Rifâî Dergahı'na intisabıyla
da derviş olan İzzeddin Hümâyî Bey, 3 Ekim 1950 târihinde Sarıgüzel'de kızının
evinde vefat etmiş, ailesi, talebeleri ve arkadaşları tarafından Edirnekapı
surları dışında kalan Edirnekapı Mezarlığına defnedilmiştir.[10]
Daha ziyâde besteleri ve yetiştirdiği öğrencileri ile tanınan İzzeddin
Hümâyî Bey, daha küçük yaşta iken, san'at aşkına uyarak mûsikî meşkine
başlamış, aşın istek ve kabiliyeti onu, zamanın değerli hocalarından meşketmeye
sevk etmiştir.[11]
İlk mûsikî bilgilerini babası Şemseddin Efendi'den alan İzzeddin Bey,
Eyüp'lü Şeyh Mehmet Efendi'den İlâhi, Bahriye imamlarından Hâfiz Mehmet
Efendi'den Mevlevî âyinleri meşkettiği gibi, diğer bazı hocalardan da Batı
Müziği öğrenmiştir, mûsikîde en çok faydalandığı kişi ise şüphesiz Muallim
İsmâil Hakkı Bey olmuştur.[12]
Kâtip olarak yirmi yıl Bâb-ı âli'de görev yapan İzzeddin Bey, daha sonra
muallimlik mesleğine geçmiş, uzun yıllar Üsküdar, Kabataş Liseleri gibi, daha
önce adım saydığımız pek çok okulda müzik hocası olarak vazife yapmıştır. Orta
öğretim kuramlarında bu çok sevdiği mesleği hakkıyla îfa etmiş daima iyi bir
hoca olarak anılmıştır. Nitekim, Çalışkan Mektepli Marşı “Biz çalışkan
mektepliyiz”, Çalış Yavrum Marşı “Hiç bir zaman boş durmayız”, Tayyare
Marşı “Ufuklarda gezen bir hayal gibi”, Sancak Marşı “Şanlı bayrak, Şanlı
bayrak”, Arş ileri Marşı “Arş ileri, arş ileri, isteğimiz ilerlemek” gibi,
yeni müzik tedrisâtında yer alan otuz’a yakın okul marşı bestelemiştir.[13] Aynca Ethem Rûhi Üngör, “Türk Marşları” isimli araştırmasında, İzzeddin
Hümâyî Bey'in, İstiklâl Marşı bestesini seçmek üzere açılan yarışmaya da
katıldığım tahmin ile şunları söylemektedir: “Beste yarışması, güfte yarışması
kadar ilgi görmedi. Bu da, memleketin o zamanki mûsikî durumunu kolayca
göstermektedir. Beste yarışmasına ancak yirmi dört besteci katılmıştı Bunlardan
tesbit edebildiklerim şunlardır: Ahmet Cemâlettin Çinkılınç, Ahmet Yekta
Madran, Ah Rıfat Çağatay, Asım Bey (Giriftzen), Bedri Zabaç, Haşan Basri
Çantay, H. Saadettin Arel, İsmâil Hakkı Bey, İsmâil Zühtü, Kazım Uz, Lem’i
Atlı, Mehmet Baha Pars, Mustafa Sunar, Rauf Yekta, Saadettin Kaynak, Zati Arca,
Zeki Üngör. Bu on yedi bestekârdan başka, yedi bestekârın da bunlar arasında
olduğunu kuvvetle tahmin ediyorum: Ahmet Muhtar Ataman, Bimen Şen, İsmail Fenni
Ertuğrul, İzzeddin Hümâyî Elçioğlu, Leyla Saz, Muhlis Sebahattin, Musa Süreyya
Bey, Mustafa Nezihi Albayrak, O. Şevki Uludağ, Santûri Ethem Efendi, Sedat
Öztoprak, Suphi Ezgi.
Uzun araştırmalarıma rağmen, henüz bunları elde edemediğimi esefle
kaydederim”. Araştırmacımız yukarıda zikredilen bestekârların İstiklal Marşı
bestelerinin elimizde bulunmayışını şu sebebe bağlamaktadır. “Güfte yarışması
sonuçlandırıldıktan sonra, Anadolu'daki savaş iyice kızıştığı sıralarda, beste
yarışması ilgisini tabiî olarak kaybetmiştir. Buna rağmen muhiti olan
bestekârlar, faâliyetten geri durmamışlar ve kendi bestelerini yaymaya
uğraşmışlardır.”[14]
İzzeddin Hümâyî Bey'in bu faâliyetlerine, mehter repertuarına ek olarak
bestelediği güzel marşları da ilâve edebiliriz. Bizce onun marş besteciliği,
eğitimciliğinin yanında, milli hislerinin de kuvvetini ortaya koymaktadır.
Bugün sevilerek çalınan ve Mehter Marşları arasında seçkin bir yere sahip olan
“Ertuğrul'un Ocağında Marşı” bunun güzel bir örneğidir: -
Ertuğrul'un ocağında
uyandın
Şehitlerin kanlarıyla
boyandın
Nice düşman kal'asına
uzandın
Sana selâm ey Osmanlı
Bayrağı
Çırpınarak dalgalanır
kanadın
Gökyüzüne çıkmak mıdır
muradın
Gölgende can vermek
ister evladın
İzzeddin Bey'in Mehter Marşı bestelemesi ile gösterdiği çalışkanlık, bizce,
bugün dahi bestekârlarımıza örnek olacak bir harekettir. Çünkü bilindiği gibi
1826'da mehterin lağvedilmesinden itibaren, maalesef mehter repertuarımız;
neredeyse büsbütün unutulmuştur. Bu repertuara katkıda bulunmak üzere gerek,
Muallim İsmâil Hakkı Bey, gerek İzzeddin Hümâyî Bey'in bestelediği marşlar,
mehter mûsikîmizin yeniden nefes almasını sağlamıştır diyebiliriz, İzzeddin
Bey'in, Mehter Marşı besteleme konusunda, hocası İsmâil Hakkı Bey'in tesirinde
kaldığını, ya da en azandan onun teşvikini gördüğünü söylemek mümkündür.
İzzeddin Hümâyî ve hocası İsmâil Hakkı Bey'in hayatlarım incelediğimizde
görüyoruz ki, onların münâsebeti, öğrenci-öğretmen diyalogunu aşarak, önce bir
ağabey kardeş, soma iyi bir mesâi arkadaşlığına dönüşebilmiştir. Eski tabirle
muallimlik yani öğretmenlik ve mûsikî, her iki dost içinde hayatm vazgeçilmez
unsurları olmuştur. Bu mûsikî aşkı ve öğretme şevkiyle, o günün konservatuarı
mahiyetinde olan Mûsıkî-i Osmânî Mektebi’ni kuran İsmâil Hakkı Bey, kendisiyle
aynı hisleri ve düşünceleri paylaşan, aynı çalışma azmi içinde bulunan dostunu
yanında görmek istemiş, bu sebeple de İzzeddin Bey, Mûsıkî-i Osmânî Mektebi'nde
müdür muâvini olarak da görev yapmıştır.[16] Aynca mûsikî meclislerinde birlikte bulundukları zamanlarda İsmâil Hakkı
Bey'in, topluluğu yönetmesi için defi İzzeddin Bey'e uzattığım da, Necdet
Tanlak hikâye etmektedir.[17]
Gençliğinde iyi ud ve tanbur icracısı olduğunu bildiğimiz İzzeddin Hümâyî
Bey, devrinin tanınmış mûsıkîşinaslan arasında yer almış, pek çok musikişinasın
yetişmesine katkıda bulunmuştur. Mûsıkî-i Osmânî Mektebi'ndeki çalışmaları
bunun en güzel delilidir. Bununla birlikte İzzeddin Hümâyî Bey'in öğrencilerinden
en çok bilinen iki ismi burada vermek isteriz. Bunlardan birincisi, ileride
biyografisini de takdim edeceğimiz Yesâri Asım Arsoy'dur ki, bestekâr olarak
eserleriyle mûsikîmizin en önemli isimlerinden biridir. Hayri Yenigün ise yine
hocası İzzeddin Hümâyî Bey'le birlikte anılan bir şahsiyetimizdir. Mûsikî
meselelerimiz ve mûsikî târihimizle ilgili yazdığı yazılar bugün hâlâ istifâde
etmeye değer fikirler taşımaktadır. İsimlerim bulabildiğimiz diğer
öğrencilerinden bir kaçı, Fatih Müezzin başısı Aziz Mahmud Efendi, Tabak
Yunuslu Kemâl Efendi, Büyük Hâfiz Kemâl Efendi, Süleymâniye Camii Müezzinbaşı
Hâfiz Şevket Efendi’dir. Son devirlerde kendisine inen nüzûl dolayısıyla
mecbûren emekliye ayrılan İzzeddin Bey'in, daha sonra da, öğrecilerine meşki
bırakmadığı anlaşılmaktadır. Onun bu son dönemlerinin şahidi olan kıymetli
öğrencisi Kudümzen Necdet Tanlak Beyfendi’yi ve adım bilmediğimiz nice
kıymetleri burada anmak isteriz.
Güzel bir ses ve iyi bir üslûba sahip olan İzzeddin Bey'in, aynı zamanda
devrin meşhur bir mevlîdhanı olduğunu'da vurgulamamız gerekir.18
Eminiz ki bu vasfim hocalığı ile birleştirerek iyi mevlîdhanlar da
yetiştirmiştir. Kendisinden istifâde ettiğimiz Osman Elçioğlu'nun da büyük
amcası İzzeddin Hümâyî Bey gibi, üslûbu dahilinde mevlîd okuyacak kadar
mevlîdhanhk kültürüne sahip olması, bize onun bu şifâhî kültürü ailesinden
aldığını düşündürmektedir. İzzeddin Bey'in âileden gelen bu mevlîdhanhğı
ilerletmesinde, önce babası Şeyh Şemseddin Efendi, daha sonra da Bahriye
İmamlarından Hâfiz Mehmed Efendi ve Eyüplü Şeyh Mehmed Efendi'nin payı vardır.
Yeğeni Osman Bey'in ifâdesine göre; İzzeddin Bey, eş dost meclislerine
mevlîd okumak üzere çağırıldığında, bu davetlere samimiyetle icabet eder,
mevlîdhanlık vazifesini îfâ edermiş. Günümüzde, mevlîd okuma geleneğindeki
bozulma düşünülürse, İzzeddin Bey gibi iyi bir bestekâr ve musikişinasın hiç
yüksünmeden çeşitli meclislerde mevlîd okumasının, dînî mûsikî kültürümüz
açısından ne büyük bir hizmet olduğunu takdir edersiniz. Nitekim bu kuvvetli
bestekârımızın mevlîd okuma geleneğine katkısı büyük olmuştur. Kendisi mevlîd
bahirleri arasında okunmaya müsâit, Müsemmen, Devr-i Hindi usûlünün
kullanıldığı İlâhîler besteliyerek, câmi mûsikîmize bu usûllerin kullanıldığı
yeni eserler kazandırmıştır. Bu gün mevlîd aralarında en çok okunan İlâhîler
arasında Müsemmen usûlünde ve Sabâ Zemzeme makamında olan, “Ey habıbî muhterem, lûtf et şefaat kıl
bize” mısralı İlâhîsini en başta sayabiliriz. Bestekârımızın, elimizdeki
İlâhîlerini incelediğimizde, zikir temposunu ifâde eden Sofyan ve Düyek
usûllerinin dışında, ilâhî formunda pek sık rastlamadığımız Müsemmen usûlünü
kullanması dikkat çekicidir. Zikir temposunun dışında kalan bu İlâhîleri
zannediyoruz ki, bestekârımız mevlîd aralarında okunmak üzere bestelemiştir.
Nitekim Müsemmen usûlü, Hacı Arif Bey'in şarkılarıyla tanıttığı yeni bir
kalıptır.19 Bunu göz önüne alırsak, bu usûlü İlâhîde kullanmanın da
bir yenilik olduğunu görmemiz gerekir.
İzzeddin Hümâyî Bey'i, rahatsızlığından sonra tanıyarak öğrencisi olan
Necdet Tanlak Bey, bestekârımız hakkında şunları söylemektedir: “İzzeddin Bey,
oldukça iyi tanbur ve ud icrâcısı idi. Ancak geçirdiği hastalık sebebiyle sol
tarafı tutmadığından, bize, eserleri geçerken, bilhassa usûl üzerinde durur ve
notasız olarak hâfizamıza yerleştirmeye çalışırdı. Hocamızın hastalığı, rahat
hareket etmesine, yürümesine, hatta istediği gibi konuşmasına mânî olduğu
halde, eserleri gâyet güzel okurdu. Bu da ondaki mûsikî aşkının,
rahatsızlığının üzerine çıkacak kadar kuvvetli olduğunu gösterir.
Türk mûsikîsinin Türk Milleti'ne yasak edildiği ve tekkelerin kapatıldığı
sıralarda İzzeddin Bey, benim de içinde bulunduğum talebelerine gizlice mûsikî
meşkederdi. Hatta kışın en soğuk günlerinde bile, bu işten vazgeçmeyerek, fırından
alınan közü tenekenin içine koymak suretiyle ısnııp, meşke devam ederdik. Bütün
bu zor şartlara rağmen mûsikî meşketmek, bizim için en büyük zevki idi.”
Mûsikîmizin ma’rûz bırakıldığı zor şartlara rağmen, İzzeddin Hümâyî Bey,
yüksek mânevî değerlerinin verdiği güçle, mûsikîmize hizmet etmekten bir an
dahî geri durmamıştır. Kabul etmeliyiz ki, mûsikîmizin bugün hâlâ dimdik ayakta
kalması, İzzeddin Hümâyî Bey benzeri kültür askerlerinin ibâdet anlayışıyla,
mûsikîmize verdikleri hizmetler sâyesinde olabilmiştir.
İzzeddin Hümâyî Bey, mûsikî hocalığının yanında velûd bir bestekârdı.
Yaptığımız araştırmalara göre hemen hemen bestelemediği hiç bir form ve tarz
kalmamıştır. Yaklaşık olarak üç bini bulan bu eserlerden günümüze ancak yüze
yakını ulaşabilmiştir. Bestekârımız velûd yâni kolay ve çok eser vücûda
getirebilecek kabiliyette olduğunu söylemiştik. Bunu, yine Necdet Tanlak'tan
dinlediğimiz bir hâtıra ile pekiştirmek isteriz. “Miraç Kandili'nin yaklaştığı
zamanlarda Büyük Hâfiz Kemâl Bey, hocası İzzeddin Bey'den kandil dolayısıyla bir
ilâhî bestelemesini istemiş. Bu talepten hemen sonra eve dönen İzzeddin Bey,
mutfakta iken, güftesi ve bestesi kendisine ait olan Devr-i Hindî usûlünde ve
Hüzzam makamındaki İlâhîsini bestelemiştir”.
Bugün mi'râc-ı pâk-i
Mustafadır.
Bugün sertâç-ı nûri istifâdır
Bugün halvet serâ-i
kibriyâdır
Muhammed bir Resûİ-i
müçtebâdır
Ol sultâna bütün
canlar fedadır.
Necdet Tanlak, bu eseri bizzat İzzeddin Hümâyî Bey'den meşkederek notaya
almak süretiyle dînî mûsikî, repertuarımıza kazandırmıştır.
Mûsikî tasavvurlarım rahatlıkla besteye dönüştürebilen İzzeddin Bey'in,
elimize ulaşan eserlerinin azlığı doğrusu esef vericidir. Çünkü, bestelerindeki
yol açıcı, değişik, orijinal yaklaşımlar mûsikîmiz için önemli birer katkı
olarak mütalâa edilmelidir. Meselâ, o dönemlerde, çoktan târihe karışmış
bulunan Nevruz, Rast-ı Cedîd gibi makamları kullanması, yukarıda bahsettiğimiz
gibi Müsemmen usûlünde ilâhî bestelemesi dikkat çekicidir. Bunun yanında
İzzeddin Bey'in Batı müziği tahsili görmüş olmasının da, eserlerine yansıyan, fakat
rahatsız etmeyen, özümsenmiş, yeni unsurlar olarak kendini gösterdiğini
söyleyebiliriz.
Her çeşit formda eser bestelediğini bildiğimiz İzzeddin Bey'in, lâdini
mûsikîmize ait sadece şarkıları günümüze gelebilmiştir. İsimlerini tesbit
ettiğimiz on altı şarkısı içinde, Aksak usûlünde ve Evc makâmında “Saf-be
saff-olsun, dizilsin meclise mehpâreler” ile Müsemmen usûlünde ve yine Eve
makamında olan, “Hâl-i perîşânıma merhamet et ey perî” eserleri, önce, İcrâ
Heyeti, sonra Radyo repertuarında en çok okunan eserler olarak mûsikî severlere
sunulmuştur.
Şarkı, marş gibi din dışı bir çok eseri bulunan İzzeddin Hümâyî Bey, dînî
mûsikî formunda da güzel eserler meydana getirmiş, bestelediği âyin, tevşih ve
İlâhîlerle mûsikîmizin her türünde kendini göstermiştir. Bestelemiş olduğu
İlâhîlerinin büyük bir kısmı, Yusuf Ömürlü ve Dinçer Dalkılıç'ın hazırladığı
İlâhîyât- ı Ken'an adlı İlâhî mecmuasında[18] toplanmış olmasına rağmen âyin-i şerifinin notasını elde edemedik.
Yukarıda bahsettiğimiz İlâhîyât-ı Ken’an adlı İlâhî mecmuâsında İzzeddin Hümâyî
Bey kendisine terakkinin kapılarını açan mürşidi Ken’an Rifâî Hazretlerinin
hikmet dolu veciz şiirlerim İlâhî olarak bestelemiştir. Nitekim elimizdeki
İlâhîlerinin güfteleri Ken’an Rifâî’ye aittir. Bu, şeyhinin kendi üzerindeki tesirin
en büyük göstergesi sayılmalıdır. İleride hayatından kısaca bahsedeceğimiz
Ken’an Rifâî neyzen ve bestekârdır. Kendilerinin şiirleri, bu şiirlerin
besteleriyle birlikte ilk olarak 1922/1341'de eski harflerle basılmış ve bu
eser bizzat İzzeddin Bey tarafından tertib edilerek hazırlanmıştır[19]. Daha sonra bu eser yeni Türkçeye çevrilerek ilâveler yapılmıştır.
Sesinin güzelliğini, mûsikî bilgisine katarak Rifâî dergâhının Zâkirbaşısı
olan İzzeddin Bey, zikir aralarında okunmak üzere, Evsat usûlünde cumhur
İlâhîleri de bestelemiştir.[20] Yukarıda da bahsettiğimiz gibi İzzeddin Bey, Ken’an Rifâî Hazretlerine
intisâbıyla, Zâkirbaşılık vazifesini üstlenmiş, sol tarafının tutmamasına
rağmen bu görevini başarı ile sürdürmüştür.[21] Aynı zamanda İzzeddin Hümâyî Bey'in iyi bir idareci olduğunu, Zâkirbaşı
olarak üstlendiği vazifeden anlıyoruz. Nitekim ritim duygusu kuvvetli olmayan
birinin zâkirbaşı olması beklenemez. Daha önce de zikrettiğimiz gibi, mûsikî
meclislerinde, İsmâil Hakkı Bey'in, topluluğu idare etmesi için defi İzzeddin
Bey1 e vermesi, bestekârlarımızın gerçekte kuvvetli bir ritim
duygusuna sahip olduğunu, dolayısıyla, mûsıkîşinaslar arasında iyi bir idareci
olarak tanındığını göstermektedir.
Bütün bu özelliklerinin yanında aynı zamanda iyi bir notist olan İzzeddin
Hümâyî Bey, yaptığı şarkı, marş ve İlâhîlerini* notaya alarak günümüze kadar
gelmesini sağlamıştır. Notaya almış olduğu eserlerinin otuz tanesini üâhiyât-ı
Ken'an adlı eserde toplamış, hayatında önemli bir yere sahip olan mürşidi
Ken'an Rifâî Hazretleri’nin de bestelediği İlâhîleri notaya almak suretiyle
unutulmasına, mânî olmuştur. Bugün büyük bir zevkle okuduğumuz bu İlâhîler,
İzzeddin Hümâyî Bey sayesinde, dînî mûsikî repertuarına girmiştir.
Bestekârlığı, hocalığı, icrâcılığı ve mevlîdhanlığı ile tanınan İzzeddin
Hümâyî Bey, Türk Mûsikîsinin ayakta durmaya çalıştığı zor dönemlerinde büyük
hizmetler îfa etmiştir. Zira, İzzeddin Bey mûsikîmiz ve kültürümüze hor bakılan
bir devrin mûsıkîşinası olarak, insanların ümitsizliğe düştüğü dönemlerde,
sıhhatinin bütün elverişsizliğine rağmen, son günlerine kadar mûsikîden ve
mûsikîmize hizmet etmekten geri durmamıştır. Bu vasıflarıyla, İzzeddin Hümâyî
Bey, yeni yetişen genç nesle örnek teşkil edecek bir şahsiyettir.
1867'de Selanik'te dünyaya gelen Ken'an Rifâî, Filibe hanedanından Hacı
Haşan Bey'in oğlu Abdülhalim Bey'le, Hatice Cenan Hanım'm çocuklarıdır. Oğluna
manevi dünyanın, Allah Teâlâ yolunun kapılarını açan annesi Hatice Cenan Hanım
daha sonra, onu kendi mürşidi Şeyh Ethem Efendi'ye teslim etmiş, bu suretle
Ken'an Rifaî'nin manevi şahsiyeti bu müstesna kaynaklardan bestelenecek kıvamım
bulma yoluna girmiştir.
İstanbul'da Galatasaray Sultânîsi'ne devam edip bu mektebi bitirdikten
sonra Bâb-ı âli Hariciye Kalemi'nde vazife almış, Acem Mektebi'nde verilen
tabiat muallimliğini yaparken Posta-Telgraf Nezâreti’nde Alman müşâvir Groll’un
muâvinliğine getirilmiş, bu arada da Hukuk Fakültesi'ne devam etmiştir.
İç ve dış irfanı et-tımak bilen Ken'an Rifâî, günün birinde kendini Maarif
çatısı altında bularak sırasıyla Balıkesir İdâdîsi, Adana, Manastır, Üsküp,
Trabzon Maarif Müdürlükleri, daha sonra Numûne-i Terakki ve Medîne-i Münevvere
İdâdî-i Hamidî Müdürlükleri yapmış, bu vazifeler esnâsında Medine'de Şeyhü'l-
Meşâyih Hamza Rifâî'den icâzet almıştır. Tekrar İstanbul'a döndükten sonra
Erkek Muallim Mektebi Fransızca hocalığı, Tedkikat-ı ilmiye Encümen Azâhğı,
Dârüşşafaka Müdürlüğü ve Meclis-i Maarif Azâlığı vazifelerinde bulunmuş,
emekliliğinden sonra da onüç sene Fener Rum Lisesi Türkçe hocalığı yapmış, 1950
senesinde dünyâ hayâtına vedâ etmiştir.
Eserleri: Muktezâ-yı Hayat, Camille Flammarion'dan tercüme Dünyânın inkılâbı,
Rehber-i Sâlikin, Tuhfe-i Ken'an, Ahmede'r-Rifâî, İlâhiyât-ı Ken'an ve bir cilt
şerhli Mesnevî-i Şerif.
Fakat Ken'an Rifaî'nin asıl eseri insanlardır. Bütün ömrünce ve bütün
samimiyeti ile acz ve yokluk bâbında kalmış, faili, mevcûdu Hak bilip
etrâfindakileri de bu tevhid cennetinin birlik ve huzûruna dâvet etmiştir.
Nitekim ululuğun, rehberliğin şanı insanoğluna hakikati göstermek doğruyu
söylemek, birliğe ve gerçeklere çağırmak değil midir?
Esasen, bu ulular olmasaydı beşeriyet, bütün varlık ve ihtişâmına rağmen ne
kadar yoksul ve fakir kalacaktı. İnsanlık, ancak onların, hayâtın içine karışıp
yayılmış rahmeti ile şifalandığı nisbette îman, aşk ve selâmete ererek hayâtın
şuuruna doğru yol alabilecektir.[22]
Asım Arsoy, Drama'da Namazgah Mahallesi’nde doğmuştur. (Kim Kimdir de doğum
târihi 1892, 20. yy. Türk Mûsıkîsi'nde ise 1898 olarak verilmiştir).
Babası Berkofçalı Ömer Lutfi Efendi, Konya'nın Bozkır kasabasından göçüp,
Kosova'da Prizrin'e yerleşmiş ve kendi adıyla anılan bir tekke kurmuş olan Şeyh
Ömer Efendi'nin torunudur. Annesi Zübeyde Hanım, Büyüktürkoğlu ailesinden Ahmed
Ağa ile Emine Hamm'ın kızıdır.
Asım Arsoy, solak olduğu ve solak elle ud çaldığı için “Yesâri” diye
tanınmıştır. Drama İdadisi’ni bitirdikten sonra pek gençken bu şehirde
müezzinlik yapıp Kur'an okumuştur. Son derece hassas, şâir ruhlu ve derviş
meşreblidir.
1917'de Drama'dan Adapazan'na göçüp, bir müddet Antalya'da çalıştıktan
sonra tekrar Adapazarı'na dönmüştür. 1920 sonlamda ailesi ile beraber
İstanbul'a yerleşen Arsoy, İzzeddin Hümâyî'den mûsikî öğrenmiştir. Bir buçuk
yıl İzmit'te kaldıktan sonra Fehmi Tokay ve Zeki Arif Ataergin'den faydalanmış,
İzmir ve İstanbul'da çeşitli işlerde çalışmıştır. 1929'dan itibaren şarkı
bestelemeye başlamış, 1930'dan itibaren hemen bütün eserlerini plağa okumakla,
milletin malı haline getirmeği tercih etmiştir. O yıl Konya, Adana, Tarsus ve
Mersin'de konserler vermiş, 1949'da Zehra Hanım'la evlenip 1954'te ayrılmıştır.[23]
Yesâri Asım'ın eserlerine gelince.... Bu eserlerin, şarkı ve bestelerin
başlıca vasfi, büyük bir hassasiyeti aksettirebilmeleridir. Şeklen tamamen Türk
Mûsikîsi hususiyetlerine bağlı kaldığı halde; zevk, ahenk ve akış, kısacası
üslûp itibariyle batı müziği intibaını uyandırdığından, her iki kültüre sahip
dinleyiciyi de aynı zamanda tatmin etmiştir.[24]
1956'ya kadar ikiyüz on bir şarkı ve fantezi bestelemiş, bu târihten sonra
da aynı işe devâm etmişse de bir kaç yıl sonra bu sayı ikiyüz elli üçe çıkmıştır.
Yesâri Asım Arsoy, kullandığı makamlar gibi, üslûbu da yeknesak ve
mahduttur. Devrin modasına uygun çok tutulmuş parçaları olup, kendisine mahsus
bir okuyuş tarzı vardır.[25]
1895 yılında, İstanbul'da Kumkapı Nişanca Mahallesi'nde dünyaya gelmiştir.
İlk ve orta tahsilini Tefeyyüz Rüştiyesi'nde, idâdî tahsilini Kumkapı Fransız
Mektebi'nde, yüksek tahsilini de İstanbul Yüksek Ticaret Okulu'nda yapmıştır.[26]
Rüştiyenin ilk sınıfında, Zekâi Dede'nin talebesinden Salâhaddin Bey'den
ders alarak mûsikîye başlamış, üç yıl ondan nota, solfej öğrenip saz ve söz
eserleri meşketmiştir. Oniki yaşında kemana başlayan Hayri Bey, bir yıl Aris
Şahinyan'dan, daha sonra Kemânî Memdûh'tan keman öğrenmiş, bahriye
subaylarından Şehâbeddin Bey'den usûl vurarak fasıl şarkıları geçmiştir.[27]
Hayri Bey Frasız Mektebine devam sırasında, mektebin Alafranga korusuna
iştirak etmiş, hocaları olan Per Jak ve Per Anatol'dan da Garp mûsikîsi
öğrenmiştir.
1912'de Yüksek Ticaret Okulu'na devam ettiği sırada, Muallim Ismâil Hakkı Bey'in
Lâleli'de bulunan Mûsikî mektebine devam ederek burada Kanûni Âmâ Nâzun, Vital,
Kemânî Necâbettin, Eyüplü Mustafa, Serkis, Udi Şevki, Mahyeci Nûri, Neyzen Ali
Rıza, Şevket Gavsi, Kahveci İhsan, Tanbûrî Şişman Ahmed ve İzzeddin Hümâyî,
Hanende Nezih, Hâfiz Yaşar, Hâfiz Yâkup, Sadrettin, Piyanist Ahmed Dede ve
zamanın diğer kiymetli mûsıkîşinaslarından istifâde etmiş, bilâhare bunların
arasına karışıp, pek çok konsere katılmıştır.
Balkan Harbi sıralarında İran'a giden Hayri Bey, Tahran'ı tanımış ve orada
bulunduğu iki buçuk yıl zarfında İran mûsikîsi hakkında bir hayli mâlûmat ve
eserler elde etmiştir.
Rusya yoluyla Avrupa'ya geçen Hayri Bey, İstanbul'a gelince yedek subay
olarak Makedonya ve Filistin Cepheleri'nde bulunup, Filistin'de Bisan'da
İngilizler'e esir düşmüştür. Esir kampında İngiliz subaylarının, çavuşlarının
ve müzisyen esir Türk subaylarının katıldığı orkestrada Batı müziği parçaları
çalan Hayri Bey, birçok faydalar sağlamıştır.
Mütârekeden sonra serbest bırakılan Hayri Bey, beş ay Kâhire‘de kalarak
Arap mûsikîsini öğrenmiştir. Kâhire’den İstanbul'a döndüğünde Gümrük Muhâfaza
Müfettişi olmuş, bir müddet sonra da memuriyet sebebiyle Berlin'e gitmiş,
tekrar İstanbul'a döndükten sonra İzmir Sanayi ve Mesâi Müdürlüğü'ne tayin
edilmiştir. 1940'a kadar İzmir'de onyedi yıl belediye ve maliye memurluklarında
çalışarak kalan Hayri Bey, 1940-47 arasında Tokat'a tahvil edilmiştir. Burada
kaldığı yedi yıl zarfında yeniden talebeler yetiştirmiştir.
1947 yılında Ankara'ya tahvil edildikten üç yıl sonra Kemânî Cevdet Çağla
ile birlikte Türk Mûsikîsi Derneği'nde solfej dersleri vermekte iken, henüz pek
küçük ve biricik kızı Hâver’in zatürreden vefâtıyla, cismen ve ruhen pek büyük
sarsıntılar karşısında kalınca, mûsıldyi de, mûsikî toplantılarını da tamamen terk
etmiş ve münzevî bir hayat yaşamaya başlamıştır.[28]
Hayri Bey, 1952 yılı Şubat'ında emekliye ayrılmış olmakla beraber Devlet Su
İşleri Proje Dairesi'nde ücretli olarak çalışmıştır.
Fehime Yenigün ile evli olup, Hurşit adında bir de oğulları vardır.
Son zamanlarda münzevî bir hayat süren Hayri Bey 8-10 yıldan beri hiç bir
eser bestelememiştir. Evvelce yapmış olduğu eserlerin miktarı 150'den fazladır.
Bunlardan mühim bir kısmının notaları basılmış olduğu gibi, hayli miktarda
Münir Nûrettin Selçuk, Bedriye, Süheyla, Fikriye Hanımlar gibi devrin kıymetli
okuyucuları tarafından plaklara okunmuştur.
MukâUid ve nüktedan olarak da tanınan Hayri Bey, 1930'da Sahibinin Sesi1he
4 monolog plâk doldurmuştur. 1919'de İnci Mecmuâsı’na “İran'da Mûsikî”
makalesini yazmış, sonradan Yeni Asır (İzmir); Dünya Gazetesi ile Türk Mûsikîsi
Dergisi ve Mûsikî Mecmuası'nda mûsikî üzerinde epey yazısı çıkmış, bilhassa
klâsik bestekârları tanıtan yazılar yazmıştır. Üslûp sahibi olmuş, güzel
şarkılar bestelemiştir.[29]
İzzeddin Hümâyî Elçioğlu'nun Bestelediği Marşların Listesi:
Fâtih Marşı
Rast Sancak Marşı
“Ertuğrul'un ocağında uyandın”
Nihâvend Türk oğlu
Marşı “Türk oğluyum, ölmek isterim”
Mahur İzci Marşı
“Haydi İzciler, yurdun erleri”
Rûhnüvaz Kafkasya
Marşı “Kafkasya dağlarında çiçekler açar”
Güzel İzmir Marşı
“Güzel İzmir, duman vardır başında”
Millet Marşı
(Güftesiz)
Türk azmi Marşı “Türk
azmini kıldın ayân”
Spor Marşı “Sıra ol,
sıra ol, bacakları iyi ger”
Arş ileri Marşı “Arş
ileri, Arş ileri, isteğimiz ilerlemek”
Bekleriz Marşı “Kahr-ı
â'da etmiye bir kerre ruhsat bekleriz”
Cehle Karşı Marşı “Biz
çalışmaktan usanmaz, muhterem kardeşleriz”
Çalışkan Mektepli
Marşı “Biz çalışkan mektepliyiz”
Sancak Marşı “Güneş
gibi parıldayan, şu verimli güzel bayrak”
Sancak Marşı “Şanlı
bayrak, şanlı bayrak”
Mustafa Kemâl Paşa
Marşı “Vâr olup nâmın ilâ- yevmi'l kıyâm olsun medid”
Tayyâre Marşı “Göklere
kanatlan ki yere sürünmiyesin”
Tayyâre Marşı
“Kartalların adı var, Türklerin kanadı var”
Kemâl Paşa Marşı “Ufaklarda
gezen bir hayâl gibi”
İsmet Paşa Marşı
“Candan hürmet sana”
Muhterem
Kumandanlarımız Marşı “Hepsi imanlıdır, hepsi kahraman”
İşçi Marşı “Güneş
doğarken işçiler”
Çalışmak Eğlencedir
Marşı “Çalış gündüz hem gece”
Çalış Yavrum Marşı
“Hiç bir zaman boş durmayız”
Gayret Marşı “Geceyi
uykuda işsiz geçiren”
Çiftçi Marşı “Ne hoş
yaşar şu çiftçiler”
Çalış Türk Yavrusu
Marşı “Çalış ey Türk yavrusu, tembellikle yaşama”
Çalışmaya andımız
Marşı (“Hiç bir zaman boş durmayız”)
İzzeddin Hümâyî Elçioğlu'nun Bestelediği Şarkıların
Listesi:
Eve- Aksak “Saf-be saff-olsun, dizilsiıı meclise
mehpâreler”
Eve- Müsemmen “Hâl-i perîşânıma merhamet et ey peri”
Dügâh- Ağır Aksak “Gel ey mihr-i vefa-kânm, mükedder
dil-i zânm”
Dügâh-Semâi “Zannetme müebbed bu fenâ-gâh olacaktır”
Nevruz-Aksak “Neş’e buldum hâlet-i sevdâ.-fezây-î
nağmeden müseddes”
Nevruz-Sengin Semâi “Kaldı yine nâlende gönül kûşe-i
gamda”
Nevruz-Devr-i Hindî “Geldi cânânm hayâli gönlüme”
Acemaşiran-Curcuna “Üzme dil-i bîçâremi çevrinle,
yazıktır”
Hicaz-Aksak “Bana hemdem olacak yâr-i vefâ-dâr ararım”
Mahûr-Sengin Semâi “Yaktı yine aşkın beni cânâ“
Muhayyer
Sünbüle-Yürük Semâi “O yâr-i şive-kâr ağlar benimçün”
Şehnâz-Curcuna “Neden küstün, aman söyle”
Şevk-Efza-Devr-i Hindî “Çeşm-i fettânınla oldum
serseri”
Uşşak-Aksak “Ne kaçarsın gözüm nûru efendim”
Yegâh-Türk Aksağı “Sevdim seni ey gül-beden”
İzzeddin Hümâyî Elçioğlu’nun Bestelediği Dînî Eserlerin Listesi:
Âyin-i Şerîf
Hüzzam, Devr-i Hindi
İlâhi “Bugün mir'ac-ı pâk-i Mustafa’dır”
Mahur, Düyek İlâhî
“Kadem bastı bugün rûy-i zemine server-i âlem”[30]
Rast, Sofyan İlâhî “Neye beyhûde emekler, neye bu sây’ü emel”
Rast-ı Cedid, Müsemmen
İlâhî “Yâ şefia'l müznibîn, şemsü'l hüda şahım meded” Mahur, Sofyan İlâhî ‘Yâ
Resûlâllah bana, sensin penâh”
Mâhur, Düyek İlâhî
“Cenâb-ı Hakk'a hamd olsun”
Büzürg, Düyek İlâhî
“Sen bilki müsemmâsı münezzehtir Hüdâ'nın”
ZâviL, Düyek İlâhî
“Bahr-i vahdet kaplamıştır kâffe-i mahlûka bak”
Sûznak, Sofyan ilâhî
“Şükredelim Hakkâ ki Allah Allah Allah diyoruz” Hicazkâr, Sofyan ilâhî “Ten-i
âdemdeki cân bil kî edebdir”
Hicazkâr, Sofyan ilâhî
“Bir nokta idim kıldı beni kâmet-i Tubâ”
Nihâvend, Evsat ilâhî
“Hasbihâl ettim bütün şeb, âh-ı sûzânımla ben”
Uşşak, M. Devr-i Revân
İlâhi “Ey habîb-i muhterem, yâ emnete'l emnil-emân” Uşşak, Düyek İlâhi “Elâ ey
pâdişahlar pâdişâhı”
Uşşak, Sofyan ilâhî
“Yâr-i cânı bulmak istersen yürü var aşkı bul”
Uşşak, Sofyan ilâhî
“Şâh iken lâhutta ey aşk semigûn ettin beni”
Hüseyni, Düyek ilâhî
“Neden şekvâ bu nefsinden revâ mı bilmemek kıymet”
Hicaz, Devr-i Hindi
ilâhi “Öyle bir mahbûba verdim gönlümü almak muhâl”
Şerefnümâ, Düyek ilâhî
“Mücrim ü âsi, günahkâr bir kötü âvereyim”
Ferahfeza, Devr-i
Hindi ilâhî “Kalbimin levhinde ancak kâmet-i yâr elfi var”
Şed-Araban, Düyek
ilâhî “Lafza-î ism-i Celâl'in kalbi âh”
Acemaşiran, Müsemmen
ilâhî ‘Yâ Rifâî ben seninle ahd-ü peymân eyledim”
Acemaşiran, Sofyan
ilâhî “Ben ben isem canda değil”
Sabâ-Zemzeme, Müsemmen
ilâhî “Ey habîb-i muhterem lûtf et şefaat kıl bize”
Bestenigâr, Düyek
ilâhî “Aşkı yoktur kimsede târife kudretle mecâl”
Irak, Devr-i Hindi
ilâhî “Aşkla kâim cümle âlem cevher-î ervâhdır aşk”
Eve, Evsat ilâhî
“Kelîme-î tayyibe ki tevhîd-i Rabb-i Kibriyâ”
Segah, Düyek ilâhî
“Arkadaş at kıyl ü kâli”
Hüzzam, Düyek ilâhî
“Nâmımız yokken âdemde var eden kimdir bizi”
Tâhir Buselik, Evsat
ilâhî “Ehl-i aşkın nây-ı cisminde demâdem müncelî”
Tâhir Buselik, Sofyan
ilâhî “Allah demek Allah, ne büyük lûtf-ı Hûda'dır Uşşaka gıdadır”[31]
Şehnaz, Düyek ilâhî
“Gubâr-ı pâyine almam cilıânı Yâ Resûlâllah”[32]
Bugün mi'râc-ı pak-i Mustafâdır
Bugün sertâc-ı nûr-ı istifadır
Bugün halvet serâ-yi kibriyâdır
Muhammed bir Resûl-i müctebâdır
Ol sultâna bütün canlar fedadır.
Kadem bastı bugün rüy-i zemine Server-i âlem,
Zulâm-ı şirki isyandan rehâ buldu beni âdem,
irişti nûr-i sübhânî, kapandı cehl-ü zûlmânî,
Kudümün Fahr-i âleme bütün dünyâ olur hürre.[33]
Zulâm-ı şirki isyandan rehâ buldu beni âdem,
irişti nûr-i sübhânî, kapandı cehl-ü zûlmânî,
Kudümün Fahr-i âleme bütün dünyâ olur hürre.[33]
**
Kadem bastı bugün rûy-i zemine Server-i âlem
Zulâm-ı şirki isyandan rehâ buldu beni âdem
İrişti nûr-i sübhânî, kapandı cehl-ü zûlmânî
Kudümün Fahr-i âleme bütün dünyâ olur hürre[34]
Zulâm-ı şirki isyandan rehâ buldu beni âdem
İrişti nûr-i sübhânî, kapandı cehl-ü zûlmânî
Kudümün Fahr-i âleme bütün dünyâ olur hürre[34]
************
Yâ şefîa’l-müznibîn, şemsü’l-hüdâ şâhım meded
Hiç azâd etmem kabul, kurbânınım şâhım meded
Aşık-ı meftununum bezm-i elestten ben senin
Şem:i aşkınla yanar pervânenim şâhım meded
Zulmet-i isyân ile kapkare olduysa yüzüm
Şems-i lutfun nûru, nûr eyler beni şâhım meded
Cümleden geçtim büründüm yokluğun ihrâmma
Kâbe-i vechin tavâf etmekteyim şâhım meded
Bir avuç toprak vücûdum girdi bahr-i lutfuna
Merhamet, şefkat, inayet senden ey şâhım meded
Afvına lâyık değil gerçi vücûd-i pür-zünûb
Rahmetin deryâsı hadsizdir, ulu şâhım meded
Derdimin dermânı ancak aşk u nûrundur benim
Dest-gîrimsin efendim, şâh ü sultânım meded
Sen inâyet kılmasan yer gök kabûl etmez beni
Melce ü âmân-ı cânımsın benim şâhım meded
Her tarafda vechini görmekte cânım dâimâ
Cümle âlem sensin ancak, gayrı yok şâhım meded
Tâib ü müstağfirim ben cürmüm efzûn ise de
Dergehinden dönmem aslâ lutfu bol şâhım meded
Kuldan isyân u hatâ, Şehden mürüvvetle atâ
Sen gibi Sultâna kulda yok fütûr, şâhım meded
Hakk’a makbûl bir işim yok, ben zebûn-i nefsim âh
Dîn ü îmânım emânettir sana şâhım meded
Yâ Resûlallah Cenân, Ken’ân da, can da hep senin
Vuslatından etme mahrûm el-meded şâhım meded
Cenâb-ı Hakk’a hamd
olsun
Edip ihsân-ı lâ-tuhsâ
Muhammed ümmeti kıldı
Bizi, şükrân-ı bî-hemtâ
*
İbâdetten asıl maksad
Heman Allâh’ı sevmektir
Edeple aşk u îmânı
Bu yolda rehber etmektir
*
Değil makbûl Hudâ’ya hiç
Demek benlikle İllallah
Eğer vermez ise kudret
Muhâl Allah demek Allah
*
Güzel dinle sözüm bil ki,
Büyük nimet saâdettir
Bugün Allâh'ı zikr etmek
Ulu devlet, inayettir
*
İbâdet yüz kısım olsa
Biri tâat onun ancak
Kalan doksan dokuz kısmı
Hudâ’dan bil hayâ elhak
*
Güvenme ilmine, et sen
Âmânı kendine terfik
Eder bir anda Allah bu
Nice sıddîkları zındık
**
Sen bil ki müsemmâsı münezzehdir
Huda’nın
Farz eylediğinden de muazzam ve
müberrâ
Halk oldu beşer görmek için kendi
cemâlin
Etti onu mevcûda bütün, şâh-ı muallâ
--
Âdem var iken bilmeyen. Allâh’ını
bilmez
Maksad ne imiş âleme gelmekten o
bilmez
--
Nefsinde hem eşyâda Hudâ'yı
göremezsen
‘Ulâike ke’l-en’âm”[35]
hitâbını alırsın
Hâlin ne olur fırsatı burda
bilemezsen
Mehcûr-i lika dûzah-ı hicranda
kalırsın
--
Abdest-i şerîatle girip bâğ-ı tarîka
Hayretlere dal kendini sal bahr-i
amîka
--
Vechinle bütün uzvunu yuğ, kalmasın
hiç kir
Gaflet ile cehl hem de sivâ olmasın
hemrâh
Ağyarı fikir eyleme aşk bahrine dal
gir
Göz. cümlede Allah'ı görüp olmaya
gümrâh
--
Abdestini kim böyle alır
kurtulacaktır
Tür'unda tenin Allah ile
söyleşecektir
--
Bir nurdan Huda nuru ile nur-ı
Nluhammed
Zâhir sıfatı zâtta onun zâtı sıfatta
Zât ism-i Hudâ. hem de sıfat ism-i
Muhammed
Melfüz-ı hurûf aynıdır hem her
ikisinde
--
Vech-i beşere bunları yazmış ulu
Mevlâ
Tâhir olana zâhir olur âyet-i kübrâ
--
İslâm dininin cümle binâsında ne
varsa
Âdemdedir hep cümle maânî ve meâlî
Allâh’ını ister isen at sende ne
varsa
Tut dâmen-i Pîr’i ki odur Şâh-ı
Rifâî
--
Gaflet bürümüş gözlerini artık ol
âgâh
Ken’ân gözün aç ki göresin “Bâkî
hüv-Allâh”[36]
**
Ehl-i
aşkın nây-ı cisminde demâdem müncelî
Feyz-i envâr-ı Muhammed nûr-ı esrâr-ı Alî
Feyz-i envâr-ı Muhammed nûr-ı esrâr-ı Alî
Nefh-i
cânânla bu naydan her çıkan âhdan celî
Sırr-ı esrâr-ı belî hem nûr-ı cewâl-i Alî
Sırr-ı esrâr-ı belî hem nûr-ı cewâl-i Alî
Bâ-i
Bismillah Muhammed, nokta-i bâ’dır Alî
Şehr-i ilmin şâhı Ahmed, bâbıdır mevlâ Alî
Şehr-i ilmin şâhı Ahmed, bâbıdır mevlâ Alî
Yâ Resûlallah dedi Ken’ân yanıp aşkınla hep
Canda cânânım Muhammed, tende öz cânım Alî
Canda cânânım Muhammed, tende öz cânım Alî
Hazırlayan:
Ünzile ÇUHADAR, İzzeddin Hümâyî Elçioğlu’nun Hayatı Ve Eserleri T. C. İstanbul
Teknik Üniversitesi Türk Mûsikîsi Devlet Konservatuarı Temel Bilimler Bölümü,
(Bitirme Ödevi), 1995, İstanbul
*Osman
Elçioğlu, İzzeddin Hümâyî Elçioğlu’nun amcasının torunudur. İ.Ü. İktisat
Fakültesi 1956 mezûnu ve Halk Bankası müdürlüğünden emeklidir. Hâlen İst. Fetih
Cemiyeti İdâre Müdürüdür.
*Izzeddin
Hümâyî Elçioğlu’nun öğrencisidir. Yüksek Ticâret mezûnu ve banka memurluğundan
emekli olan Necdet Tanlak amatör olarak mûsikî ile ilgilenmektedir.
[9] Osman Elçioğlu.
[17] Necdet Tanlak
1341/1922.
[20] Yusuf Ömürlü, mülakat, Mayıs 1995
*Güzel
Sanatlar Akademisi’nden yüksek mîmar olarak mezûn olan Yusuf Ömürlü hâlen
mûsikîmize, san’at yönetmenliğini yaptığı sesli yayınlar, neşrettiği dînî ve
dindışı nota neşriyatı ve yetiştirdiği yüzlerce talebeyle, en fazla hizmet
etmiş şahsiyetlerdendir. Kendisi mâlûlen emeklidir ve şu anda Kubbealtı Kültür
ve San’at Vakfi Mûsikî Bölümü Şefliğini yapmaktadır.
[30] Osman Elçioğlu
[32] Necdet Tanlak
[33] Osman Elçioğlu.
[34] Osman Elçioğlu.
[35] "... işte bunlar
hayvanlar gibidirler... “A'raf. 129.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar