Print Friendly and PDF

KUTB-I CİHAN MEHMET ŞAKİR EFENDİ’NİN ŞEYHİ “ŞİRANLI ŞEYH HACI MUSTAFA EFENDİ”



Hzl: Ethem Erkoç

Çocukluğu ve Gençliği

Mustafa Efendi, aslen Bayburtlu bir aileye mensuptur. Ailesi 1829 yılında Ruslar tarafından Bayburt’un işgali üzerine Şiran’a göç etmişlerdir. Günümüzde Gümüşhane’nin bir ilçesi olan Şiran’ın Sarıcalar Köyü’nde 1254/1838 tarihinde Mustafa Efendi dünyaya gelmiştir. Annesinin adı Havva, babasınınki ise Ömer’dir. Şiran’da doğduğu için Şiranî, Hz. Ömer soyundan geldiği için Faruk-ı Şiranî diye anılmıştır.
Mustafa Efendi, dindar bir aileye mensuptu. Dört yaşında babasından ilk dersleri alarak okumaya başladı. On yaşlarında Trabzon’da medreseye kaydoldu. Burada temel ilimlerden icazet aldıktan sonra tahsilini ilerletmek için Tokat medreselerine gitti. Burada dört yıl kaldı. Zekâ ve kabiliyetiyle dikkat çeken Mustafa Efendi, hocalarının da delaletiyle Uşak’a gönderildi. Orada iki yıl kadar kaldı. Birçok dersten icazet aldı. Dini ilimlerde belli bir düzeye geldi. Ancak kendinde manevi bir boşluk hissediyordu. Arkadaşlarına “Heybenin bir gözünü doldurduk, öbür gözü boş kaldı” diyerek bunu dile getiriyordu. Onun tasavvufa meylini bilen hocası, ona hacca gitmesini tavsiye etti ve orada aradığı kişiyi bulabileceğini söyledi.

İlk Hac Ziyareti ve Mürşidini Buluşu

Hocasının tavsiyesi üzerine Mustafa Efendi, yirmi yaşlarında iken hac farizasını yerine getirmek üzere yola çıkar. Uzun ve çileli bir yolculuktan sonra Mekke’ye ulaşır. Kalacak yeri olmadığı için mezarlıklarda kaldığı rivayet edilir. Mualla kabristanında uykuya daldığı bir sırada bir sufi onu uyandırır. O zat, Nakşibendiyye tarikatının Halidiyye koluna mensup Abdullah Erzincani’nin halifesi Yahya Dağıstani’ye mensupmuş; Mustafa Efendi’yi ona götürür.
Mustafa Efendi, hocasının işaret ettiği zatı bulmuştur. Ancak Yahya Efendi, müritlerinin çokluğu nedeniyle onunla ilgilenmemiştir. Kim olduğu, nereden geldiği bile sorulmamıştır. Sonra Yemenli bir arkadaşının delaletiyle Yahya Efendi’nin huzuruna çıkmıştır. İntisap, bu buluşmada gerçekleşmiştir. Derhal seyr-i sülük ve riyazata başlamıştır. Takvasının gereği olarak tekkedeki yemekleri bile yemeyip dağlardaki otlarla karnını doyurmuştur. Buradaki nefis terbiyesi, yedi yıl kadar sürmüştür. Manevi mertebesi yükselmiş ve kalp gözü açılmıştır. Tasavvuf terbiyesinin sonunda irşatla görevlendirilme zamanı gelmiştir.
Yahya Efendi’nin dergâhında mürşid seviyesine ulaşmış üç Mustafa vardır. Biri Şiranlı, biri Yemenli, diğeri de Pakistanlıdır.
Bunlardan sadece birisi Medine’de kalabilecek, diğerleri gönderileceği yerlere gideceklerdir. Yahya Efendi, kendisi bir tercihte bulunmak istememiş. Üçünün de eline birer kâğıt verip Medine’ye göndermiş. Üç arkadaş Medine’ye gelip Ravza-ı Mutahhara’ya varmışlar ve boş kâğıtları oraya bırakıp sabahı beklemeye başlamışlar. Sabah ezanıyla birlikte Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin kabrinin başına vardıklarında Pakistanlının kâğıdına Hindistan, Yemenlinin kâğıdına Medine yazıldığını görmüşlerdir. Şiranlı Şeyh Hacı Mustafa Efendi’nin kâğıdında ise Anadolu/Çorum yazısı bulunmaktadır.

Anadolu’ya Hareket

Mustafa Efendi, görev yeri belli olmasına rağmen bir türlü Medine’den ayrılmak istemez. Ama verilen göreve, gösterilen yere gitmek zorunda olduğunun da bilincindedir. Günlerce Mescid-i Nebevi’ye gider, Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin kabri başında gözyaşı döker. Bir gün huzuruna kabil edileceğine dair manevi işaret aldıktan sonra Medine’den ayrılır.
İstanbul’a gitmek için Cidde limanına gider. Ancak yanında yol parası yoktur. Fakir bir derviş olarak gemiye biner. Kontrol esnasında biletsiz olduğu için gemiden indirilir. Kaptan limandan ayrılmak için bütün hazırlıkları tamamlamıştır ama gemiyi bir türlü hareket ettiremez. Makine akşamı elden geçirilir, bir arızaya rastlanmaz. Hikmeti araştırılırken bileti olmadığı için indirilen yolcu gelir akıllarına. Şehrin her yerinde o dervişi ararlar. Sonunda bir mescitte namaz kılarken bulurlar. Ona yalvarıp gemiye binmeye razı ederler. Artık manevi bir engel kalmamıştır. Gemi normalden daha hızlı yol alır ve beklenenden önce İstanbul’a varır.
Gemiyi durduran Kara Şeyhin kerameti, kısa zamanda tüm İstanbul’da yankılanır. Bu olay o kadar çok meşhur olur ki devrin padişahına kadar ulaşır. Sultan II. Abdülhamit Han, şeyhülislamın başkanlığında İstanbul’un tanınmış âlimlerini toplar. Şiranlı Şeyh Hacı Mustafa Efendi’nin de katıldığı birçok mesele tartışılır. Mustafa Efendi, manevi ve ilmi ağırlığıyla dikkatleri üzerine toplar. Padişah, Şeyh Efendi’den çok etkilenir ve sarayda kalmasını teklif eder. Ancak Mustafa Efendi, Şeyh Yahya Dağıstani’nin görevlendirdiği yere gitmek arzusundadır. Bu nedenle teklifi kabul etmez. Kendisine verilen atiyyeleri de hâzineye bağışlayarak maddi bağımlılık altına girmekten kurtulur.

Şiran’dan Çorum’a

İstanbul’dan ayrılışında vatan hasreti ağır basar. Görev mahalli olan Çorum’a gitmeden önce Şiran’a gider. Orada babasının ısrarıyla kendi köyünden Güllü Hanım’la evlenir ve bir süre Şiran’da kalmaya karar verir. Orada tekke kurarak irşat faaliyetlerine başlar. Ancak Şiran’ın nüfuzlu ailelerinden Telli sülalesine mensup Ali Çavuş ile arası açılır. Tartışmalardan canı sıkılan Mustafa Efendi, Şiran’dan ayrılır. Önce Niksar’a, oradan da bazı müritleri ve akrabalarıyla birlikte Medine’de işaret edilen Çorum’a gelir.
Mustafa Efendi Çorum’a gelince Mekke’deyken tanıştığı bir zengin tarafından kendisine Kellegöz Camiinin kıble tarafında bir ev tahsis edilir.
Şeyh Efendi buranın üst katını ev olarak, alt katını da tekke olarak kullanır. Bir bağ ve bir de tarla alır. Çiftçilikle hayatını devam ettirmeye çalışır. Tekkede de manevi ağırlıklı sohbetler yapar. Çorum’a yerleşince İskilipli Emine Hanım’la evlenir.
Hacı Mustafa Efendi’nin irşat halkası, Tokat’tan Afyon’a kadar uzanmıştır. Tokat’ta zengin bir hanımla evlendiği ve bu hanımın tüm servetini, onun rızasını alarak ilim ve irşat hizmetlerinde harcadığı rivayeti de yaygındır.
Şiranlı Şeyh Efendi, bir ara Kayseri’ye gider. Bir Cuma günü Kayseri uleması arasında seçkin yeri bulunan Hacı Torun Efendi’nin bir sohbet meclisine dinleyici olarak katılır. Mecliste sözü edilen konunun yeterince halledilmemesi üzerine izin ister ve doyurucu malumat verir. Hacı Torun Efendi, onu kucaklar ve “Allah bu ülkeden sizin gibilerini eksik etmesin!” diye dua eder.

Gurbet ve Hasret

Çorum’da irşat faaliyetlerini yürütürken zaman zaman doğduğu yer olan Şiran’a hasreti depreşir ama ayrılış sebebini unutamadığı için Çorum’da kalmaya kararlıdır. Bu duygularını mısralara döker.

Yeter artık bu hasretlik
Aşk ile olan halvetim
Sana gelmektir gayretim
Daha dönmem ben Şiran ’a
Burada tamam olsun ömrüm
Vuslat olsun hem bu günüm
Sultanıma gider gönlüm
Daha dönmem ben Şiran ’a
Bu can cananı arzu eder
Garip kulun niyaz eder
Ümmet Muhammed ’e gider
Daha dönmem ben Şiran ’a

On beş kıtadan oluşan bu şiirinde ilahi aşkın cazibesine kapılıp irşatla meşgul olduğu için artık Şiran’a gitmesine gerek kalmadığını apaçık ortaya koymaktadır.

İlahi Aşk ve Yakarış

Tasavvuf yolunu seçmiş ve dünya sevdasından vazgeçmiş insanlar, Allah ve Resulünün aşkıyla yanıp tutuşur. İlahi aşka dalan derviş, ondan başka bir şeyden manevi haz duymaz.
Maşukumun güldür teni,
ben gülzarı neylerem
Aşkın çölü makber bana,
başka mezar neylerem
Bülbül niçin verdin gönül
rengin sola bir goncaya
Solmaz benim gonca gülüm,
fani baharı neylerem
Tek hücreli evdir gönül,
sığmaz ona bin bir emel
Tek dilbere verdim gönül,
başka nigârı neylerem
Bu şiirin tamamı on iki kıtadır. Şeyh Mustafa Efendi, bu şiirinde Allah aşkı ve Peygamber sevgisinden başka hiçbir şeyin gönlünde mekân tutamayacağını ifade etmektedir. Aynı temayı şu münacatında da terennüm etmektedir:

Seherde kölendir bu erdi arif
Halleri sana malum, istemez tarif
Dertlere dermandır İhlâs-ı Şerif
Hürmetine bizi affeyle Allah ’ım!
Günahım çoktur eyleme tazir
Şiranlı hacıyım, cevherim hazır
Güm dükkânım açtım, pirimdir
Hızır Hürmetine bizi affeyle Allah ’ım!

 

İrşat Faaliyetleri ve Halifeleri

Çorumlu Pir diye de bilinen Şiranlı Şeyh Hacı Mustafa Efendi, Çorum’daki dergâhından hareketle İskilip, Tokat, Niksar, Sivas, Alucra, Samsun, Amasya, Darende, Afyon gibi belli başlı merkezlerde irşat faaliyetlerinde bulunmuştur. Bu nedenle talebe ve müritlerinin sayısı bilinemiyor.
 366 tane halifesinin olduğu söyleniyor.
Bayburtlu Ahmet (Amcasının oğlu),
Tokatlı Hacı Salih Efendi,
 Darendeli Mahmut Efendi,
Alacalı Ahmet Efendi,
Tokatlı Mustafa Haki,
Niksarlı Ahmet Efendi,
Sivaslı Mustafa Taki,
Başçiftlikli İnce İmamzade Hasan Efendi,
Mesudiyeli Sarıalizade Ahmet Efendi,
İskilipli Ömer Efendi,
Tosya Çeviklili Mehmet Gülşen,
Torullu Hacı Osman,
Çalganlı Osman,
Alucralı Hacı Hasan,
kendi oğlu Hacı Faik Efendi
Dedikhasanlılı Mehmet Şakir Efendi en çok tanınanlarıdır.
Şeyh Mustafa Efendi’nin ilk eşi Güllü Hanımdan iki oğlu bir kızı olmuştur. Kızı Çorum’un meşhur müderrislerinden Kürt Hacı Mustafa Efendi ile evlenmiştir. İskilipli Emine Hanımdan Faik ve Hilmi Efendiler dünyaya gelmiştir. Faik Efendi, babasının halifesi Niksarlı Ahmet Efendi’den tasavvuf! eğitimini tamamlayarak Nakşibendî silsilesini devam ettirmiştir.
Şiranlı Hacı Mustafa Efendi, müritlerine görev verirken usulüne uygun yapmalarını ve gereken fedakârlığı göstermelerini tembih edermiş. Bir gün civar kazalardan ziyaretine gelen bir müridine memleketine dönmek için izin vermiş. Ertesi gün aynı zatın çarşıda vasıta aradığını görünce.. “ Ya... Vesait de mi aranırmış. Biz Mekke vadilerinde yalın ayak mürşid-i kâmil arayıp gezdiğimizde ayaklarımızın yarıklarına çekirgeler gizlenirdi. Şimdi siz kolay buldunuz da kıymetini bilmiyorsunuz” diyerek uyarmış ve tasavvuf yolunun çileli olduğuna işaret etmiş. Bunun üzerine o zat memleketine yürüyerek dönmek zorunda kalmış.

Yaşayışta Örnek olmak

Şeyh Hacı Mustafa Efendi, irşadı söz ile değil, örnek yaşayışla olacağına inananlardandır. Bir başka ifadeyle irşat, kâl ile değil hâl iledir. Onun tasavvuf terbiyesinde sükût/sessizlik hâli çok önemlidir. Zira sükût, derûnî tefekkürdür. Bir kişinin hâli, bin kinin sözünden daha tesirlidir. Hem günlük ferdi zikirde, hem de hatme-i hacegân denilen toplu zikirde bunu titizlikle uygular.
Bir gün Mustafa Efendi’nin tekkesine medrese tahsili görmüş bir kişi geldi. Şeyhin halkasına oturdu. Şeyh Efendi, sükût halindeydi. Beklemekten sıkıldı.
-Efendi, böyle sükût etmek yerine burada toplanan insanlarla sohbet etseniz ve onlara İslam’dan bir şeyler öğretseniz daha iyi olmaz mı?
Mustafa Efendi hiç cevap vermedi. Adam çıkıp gitti. Olayı izleyen müritlerden biri:
-Efendim, adam sizi azarlar gibi konuştu. Niye cevap vermediniz? Deyince Mustafa Efendi,
-Sükûtumuzu anlamayan sözümüzü hiç anlamaz, diyerek sükût halini kavramanın önemine işaret etmiştir.

Hattata Saygı

Şiranlı Şeyh Efendi, maneviyatı güçlü bir insandı. Allah aşkı ve Peygamber sevgisiyle birlikte Kur’an-ı Kerim’e büyük bir saygısı vardı. Onu okuyan ve yazana da elbette hürmet ederdi. Kazancızade Hacı Osman Efendi iyi bir hattattı. Geçimini Kur’an-ı Kerim yazarak sağlardı. Yazdığı Kur’an-ı Kerim sayısı kırkı geçmişti. 1877 Osmanlı-Rus Savaşı, diğer adıyla 93 Harbi sırasında memlekette kıtlık hüküm sürüyordu. Osman Efendi de ailece üç gün aç kalmışlardı.
Osman Efendi, bir sabah Kellegöz Camii’nde namazı kılıp aceleyle evine yönelir. Yazmakta olduğu Kur’an-ı Kerim’in kalan cüzünü tamamlamak niyetindedir. Onu yazıp teslim edecek ve ailesinin geçimini temin için üç beş kuruş alacaktır. Fakat ardından kendisine seslenildiğini duyar. Dönüp bakar ki Şiranlı Şeyh Efendi’dir. Eliyle gelmesini işaret eder. Gitmeze olmaz. İçinden, “Be mübarek, senin yanına gelinceye kadar ben iki sayfa daha yazardım” diye geçirir. Şeyh Efendi ısrarla içeri girmesini ister. Osman Efendi de aynı şeyleri içinden geçirmeye devam eder. Şeyh Efendi, “Hoca, bırak şu iki sayfa derdini. Sen bunun şevkiyle iki Kur’an daha yazacaksın” derken kapının arkasındaki un çuvalını gösterir. Onu alıp götürmesini, afiyetle yemelerini söyler. Hattat Hacı Osman Efendi ömrü boyunca bu iyiliği unutmaz.

Mesnevi Sohbetleri

Şiranlı Şeyh Hacı Mustafa Efendi, tekkesinde manevi ağırlıklı sohbetlerine devam ederdi. Zaman zaman Mevlana Celalettin Rumi’nin Mesnevi Şerifini okutur ve açıklamalarda bulunurdu. Bu sayede ilim erbabından bazı kişiler de sohbetlere katılırdı.
O günlerde Çorum’a yeni gelmiş ve talebe okutmaya başlamış olan Kürt Hacı Mustafa Efendi de bunu öğrenmişti. Şeyhin ilmi seviyesini tespit etmek amacıyla bir akşam tekkeye gitmişti. O anda Mesnevi’den Miraç bahsi okunuyordu. Şeyh Efendi, dinleyenlere yönelerek “Keşke aramızda ilim erbabından bir zat bulunsa da bize bu konuyu açıklasa” dedi. Herkes Kürt Hoca’yı işaret etti. Şeyh Efendi de “Evladım, şöyle buyur! Bize Mirac-ı Nebi’yi anlat!” dedi. 
Ünlü âlim Kürt Hacı Mustafa Efendi, sohbet meclisinin manevi ağırlığından olacak ki konuyu bir türlü toparlayıp anlatamaz. Hazırlıklı olmadığını beyan ederek süre ister. Şeyh Efendi de ona yirmi günlük süre verir. Hoca Efendi çalışır, hazırlanır ancak bir türlü anlatacak cesareti kendinde bulamaz. Bir süre tekkeye gitmeyerek konuyu geçiştirmek ve unutturmak ister. Fakat rüyasında birkaç defa ihtar edilir. Sonunda tekkeye gitmeye karar verir. Şeyh Efendi onu görünce hürmet edip yer gösterir. Konuyu sunmasını bekler. Ama Kürt Hoca bir türlü konuya başlayamaz. Aslında Miraç onun çabukça hazırlanabileceği ve çok iyi anlatabileceği bir konudur. Oradaki manevi ortamda bunu bir türlü toparlayıp anlatamaz. Özür dileyerek, “Efendim, buyurun siz anlatın biz dinleyelim” demek zorunda kalır.
Şeyh Efendi konuyu ayrıntılarıyla anlatır, bir takım manevi işaretlere temas eder. Bu esnada Kürt Hoca baygınlık geçirir. Sohbetin bitiminde ayıldığı esnada yanında sadece Şeyh Efendi vardır. Elini yüzünü yıkattırır. Şöyle bir dolaşalım, diye dışarı çıkarlar. Geze geze Hıdırlık mezarlığına gelirler. Kürt Hoca’nın bileğinden tutar. “Evladım, zaman zaman ibret almak için buraya gelmek istiyorum. Ama buradaki mevtaya zahmet verdiğim için utanıyorum” der.
Kürt Hacı Mustafa Efendi bu ziyareti şöyle anlatır: “Şeyh Efendi bileğimden tuttuğu zaman gözümün perdesi sıyrıldı. Baktım ki Kabristan’da ne kadar cenaze varsa dimdik ayakta. Şeyh Efendi’ye karşı el pençe divan durmuşlardı. Bileğimi bıraktığı zaman perde kapandı. Mezar taşlarından başka bir şey göremez oldum.”
Aslında Şiranlı Şeyh Efendi, Kürt Hoca’yı mahcup etmek niyetinde değildir. Onun “ene”den kaynaklanan gururunu kırarak “ben” duygusundan sıyrılmasını sağlamaktı. Bu olaylar zinciri hedefine ulaştı. İleride Kürt Hoca Şeyh Efendi’nin damadı oldu.

Ruh, Nefis, Âlem ve Ubudiyet

Şiranlı Şeyh Hacı Mustafa Efendi, altı yedi defa hacca gitmiştir. 1303/1886 yılındaki hac ziyaretinden dönerken meşakkatli olan yolu seçmiştir. Niyeti Şam’ı ziyaret etmektir. Şam’a vardığında onu ulema ve meşayıhtan müteşekkil bir heyet karşılamıştır. Bu heyetin içinde Aşçı İbrahim Dede de bulunmaktadır.
Aşçı İbrahim Dede hatıratında Şeyh Efendi ile ilgili izlenimlerini uzun uzun anlattıktan sonra onun ruh, nefis, âlem ve ubudiyetle ilgili sohbetlerinden bazı örnekler verir:
“Ruh ikidir. Birincisi, ruh-ı hayattır. İşte bu ruh, emr-i Rabbani olan ruhtur. Diğeri, melekler âlemine gidip gelen ruh-ı revanidir. ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ hitabında ‘evet’ diyen ruh budur. Bu ruh, cism-i latiftir ve hakikat-i insandır. ‘Nefis denilen şey, bir cevher-i latiftir. Ruh ile kalp arasında bir vasıtadır. Ruhtan feyz-i Rabbaniyi alıp kalbe döker. Bu nefis, hakikate karşı ve Cenab-ı Hakk’a asi değildir. Bu nefse sövmek ve lanet etmek caiz değildir. Bu nefis, daima ruh tarafına meyleder. Ancak buna nefs-i emarelik ve sair sıfat-ı mezmume insan tarafından gelir ve nefse arız olur. Nefis, daima seni Hakk’a ulaştırmaya çalışır. Sen onun muhalifi olan şeyleri ona teklif etmekle onu yoldan çıkarırsın. ‘Nefsini tanıyan, Rabbini tanır’ hadis-i şerifi bunu beyan eder.”
“Süluk-ı afakiden ilerisi süluk-ı enfıisidir. İşte burada Cenab-ı Hakk’ın esma ve sıfat-ı ilahiyyesine sülük vardır. Burada nefis tekmil-i meratip edip Cenab-ı Hakk’a mir’at (ayna) olur. Yani ilahi isim ve sıfatlar aynaya tecelli eder.”
“Âlem de ikidir: Âlem-i mülk ve âlem-i melekût vardır. Âlem-i mülk bu dünyadır, her şeyin zahiridir. Âlem-i melekût ise semavattır, her şeyin batınıdır. Bu dünya onun gölgesi gibidir. Zira her şey batınıyla kaimdir. Yani her şeyin zahiri olduğu gibi batını da vardır. Ona, onun hakikati sabitesi derler.”
“Lailaheillah” kelime-i tevhidindeki lam elif, yazılış itibarıyla makas gibidir. Nasıl makas bir şeyi kesip iki parça ederse lam elif de masivallahı kestiği için ona işaret olarak makas biçiminde yazılmıştır. Ancak, “La mevcud” mülahazasında “Masivallah yoktur” deyip keser atarsan o zaman bu gerçekleşir. Burada maksat, onun yok ve Allah’ın var olduğunu ispat etmektir. İnsan da lam elife benzer. Başını aşağı, ayaklarını yukarı çevirdiğimizde lam elif gibi olur. Bu da insanın fani olduğuna bir işarettir. Bu remizler ancak aşk ile kavranır.
“Sünnet namazlarına gelince, farzlardan önce kılınır ki Cenab-ı Hakk’ın huzuruna varmadan önce insan kendini ibadete hazırlamış olur. Fatihanın evvelinde Cenab-ı Hakk’a hitap yoktur. “Yalnız sana ibadet ederiz” ayetine kadar kul kendini Cenab-ı Hakk’ın huzurunda olmaya hazır eder. “Yalnız sana ibaret ederiz” ayetinden itibaren kul, Mevla’sının huzurunda olduğunun şuuruna varır ve ona göre namaza devam eder.”
Aşçı İbrahim Dede, Şiranlı Şeyh Mustafa Efendi’nin zahir ile batını birleştiren derin tetkiklerini hayranlıkla dinlemiştir. Hatırında kalanlardan bazılarını böylece nakletmiştir. Biz de sadeleştirerek ve özetleyerek buraya alabildik.

Bir Hac Dönüşü

Şiranlı Şeyh Mustafa Efendi’nin o dönemin zor şartlarına rağmen altı- yedi defa hacca gittiğini belirtmiştik. Bir defasında müritleriyle birlikte deniz yoluyla hacca gitmek için İstanbul’a uğramıştı. Bu esnada Hacı Hasan Paşa’nın delaletiyle saraya davet edilmişti. Yemekler yendikten sonra padişah, Hicaz’a gidecek yolculara “surre” adı altında bağış ve ihsanda bulunmuştu. Herkes bu ihsanı kabul etmesine rağmen Şeyh Efendi verilen hediyeyi kabul etmemiştir. Sebebini açıklama babında kendi kendisine “Bi’se’l-ulema fi-babi’l-ümera.” Yani “alimlerin kötüsü emirlerin kapısında bulunur” demiştir. Yavaş sesle söylemesine rağmen padişah bunu duymuş ve şeyhe gücenmiştir. Ancak Şeyh Efendi Hasan Paşa’nın himmetiyle saraydan kurtulabilmiştir.

Hıdırlık Tutkusu

Hoca Kamil (Yöney)’in anlattığına göre, Şeyh Hacı Mustafa Efendi, Hıdırlık’a on beş günde bir gider ziyarette bulunurmuş. Ancak şadırvandan ileri gitmez ve türbelere çıkmazmış. Ziyaretlerini türbenin kıble tarafındaki pencereden yaparmış. Sebebini soran bir müridine “Mescidin girişinde iki mübarek şehit daha yatıyor. Nasıl olur da ben çiğneyerek sahabelerin kabirlerini ziyarete gidebilirim?” diye cevap vermiş. Yıllar sonra cami ve türbenin bugünkü şekliyle inşası için temel kazılırken Şeyh Efendi’nin işaret ettiği noktada mumyalaşarak hiç bozulmadan kalabilmiş çok eskiye ait iki ceset bulunmuş. O zaman Şeyh Hacı Mustafa Efendi’nin kerameti anlaşılabilmiştir. İhsan Sabuncuoğlu o mezarların günümüzdeki çifte merdivenin altında kalmış olduğunu belirtir.

Çorum Hıdırlık Camii

Şeyh Efendi, Hıdırlık Şeyhi namıyla tanınan Abbas Efendi’yi de yanma alıp bir gün Suheyb-i Rumi türbesini ziyarete gider. Âdeti hilafına bu defa türbeye girip o mübarek sahabe kabirlerini ziyaret eder. Türbeden ayrılmadan önce Abbas Efendi’ye vasiyet niteliğinde şöyle der: “Ben alemdar-ı Resul Hz. Suheyb-i Rumi’yi rüyamda gördüm. Onun işaretiyle Çorum’a gelip yerleştim. Hicaz’da ölmek isterim. Şayet Çorum’da ölürsem beni Suheyb-i Rumi’nin eşiğine defnedin!”
Bu Şeyh Hacı Mustafa Efendi’nin Hıdırlık’a son ziyareti olmuştur.

Son Haccı ve Vefatı

Hıdırlık’ı son kez ziyaret ettiği sene yedinci haccını yapmak üzere Tokatlı hanımı ve dört oğlu ile birlikte yola çıkmıştır. Deniz yoluyla önce Cidde, ardından kara yoluyla Mekke’ye giderek Hac görevini tamamladıktan sonra Medine’ye varıp Ravza-ı Mutahhara’da Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)’i ziyaret etmek arzusundadır.
Şiranlı Şeyh Hacı Mustafa Efendi, niyetini gerçekleştirmiştir ama orda doyasıya kalamamıştır. Hastalığı nedeniyle fazla ziyarette bulunamamıştır. Ama Hicaz’da kalmak ve o topraklarda vefat etmek arzusundaydı. Bu niyeti ve duası Allah indinde makbul olmuş olmalı ki orada vefat etmiştir. Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme komşu olmak istiyordu. Arzusuna uygun olarak Baki kabristanında Hz. Osman (radiyallâhü anh)’ın kabri yanına defnedilmiştir.
Servetini eşine teslim eden, irşat hizmetlerinde harcamasından hoşnut olan gönlü zengin Tokatlı eşi de üç gün sonra Medine’de vefat etmiştir.
Vasiyeti üzerine Baki Mezarlığındaki eşi Şiranlı Şeyh Hacı Mustafa Efendi’nin yanına defnedilmiştir.
Şiranlı Şeyh Hacı Mustafa Efendi’nin vefat tarihi konusunda iki farklı tarih vardır. İhsan Sabuncuoğlu, Şeyh Efendi’nin torunu Hakkı Akyol’un beyanına dayanarak Rumi 1315/1899 tarihini vermektedir. Hamdi Ertekin de 1886 doğumlu olan oğlu Hacı Faik Efendi’nin o tarihlerde 20 yaşında olduğuna istinaden Şiranlı Şeyh Hacı Mustafa Efendi’nin vefat tarihinin 1906 yılı olduğunu iddia etmektedir. Bunun bir yazım hatası olduğunu tahmin ediyoruz. Zira aynı eserin birinci basımında 1899 yılında vefat ettiğini kaydetmiştir.
Şeyh Efendi’nin Medine’de vefatından sonra görevi, oğlu Hacı Faik Efendi’ye intikal etmiştir. O da 1925 yılında tekkelerin kapatılmasına kadar vazifesine devam etmiştir.
Şeyh Hacı Mustafa Efendi, zahiri ve Bâtıni ilimlerde derinleşmiş kâmil mürşitlerdendir. Keşif ve kerameti açık bir derviştir. Çok konuşmak yerine yaşamıyla insanlara İslam’ı anlatmayı tercih etmiş bir gönül insanıdır. Allah rahmet eylesin!
Sh: 52-65
Kaynak: Yozgat - Sorgun - Dedikhasanlılı Kutb-ı Cihan Mehmet Şakir Efendi- (1853-1937) Yozgat Yenigün Gazetesi 2. BASKI KASIM 2014, YOZGAT


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar