MAKALÂT, (KONUŞMALAR) --ŞEMS-İ TEBRİZİ (Kaddesa’llâhu sırrahû ve efâza aleynâ birrehû ve ihsânehû)
Hacamatçı,
küçük çocuklardan kan almak için onlara nasıl ceviz, kuru üzüm gibi yemişler
vererek önce avutur ve duyacakları acıyı unutturmak için okşar, sonra neşterini
saplarsa; ululuğu en yüce olan Allah da kulunu bu türlü işlerle uğraştırarak
önce cemâlini gösterir sonra aynayı kırar. O zaman, gönül ehli erenler Hak ehli
olurlar; garip bir şaşkınlık içinde kalırlar.
Makâl
[Söz] ,95, c. I, sh: 221
Mevlânâ,
Hak yolunu arıyordu. Bir kadına veya bir gence âşık olan kimse, bir gün
dükkânını, tezgâhını terk eder; işini gücünü bırakır. Öyle bir insana, «Seni
asacaklar,» deseler, «Zaten ben de onu arıyorum, asın beni,» der.
Âşıkta can korkusu yoktur, malın mülkün de değeri yoktur. O, bekası olmayan
fâni bir sevgili için ölür; her ikisi birlikte toprağın altına giderler. Şu
halde başlangıcı ve sonu olmayan her türlü eksiklerden arı, tertemiz ulu Allah
Teâlâ’nın âşıkı olun, onu sevin ki, o ölümsüzdür.
Makâl, 11, c. I, sh: 54
Lâkin
biliyorum ki, bende de bir hal var. Ben buna bakmıyorum ve bizi kınayanlara
karşı asla aldırış etmem. Bu bencilliktir. Şüphesiz ben bunu söyleyince sen
de aynı şeyi söylüyorsun, ikimiz de bu konuda birleşiyoruz. Ama bana gelince,
daha söylemediğim şeyler kat kat fazladır. Bu noktadaki kuşkularım sonsuzdur.
Bundan dolayı sözü çok özetliyorum, konu dışına da çıkamıyorum. Bazen vaz
geçiyorum, söze yalvarıyorum. Beni şüpheli duruma düşürme diyorum. Allah’ı
arayanlardan hiç bir talip yoktur ki, aradığı yolda olgunlaşmış olmasın.
Talip isteğinde kemale ermiş, aranılan sevgili sevilmek bahsinde henüz
olgunlaşmamış ise, o kararsızdır. Ama sevgili, sevilmek bahsinde olgun hale
gelmişse, her ikisi birbirleriyle anlaşmış ve kaynaşmış demektir. Bu bakıma
göre, ariften daha üstün bir şey yoktur. Ama (diğer bakıma göre) ondan da üstün
bir şey vardır.'
Diyelim
ki, bir vezir vardır. Sultanın her halinden anlar. Huyunu, mizacını,
öfkelendiği ve hoşlandığı şeyleri bilir. Bunu kimseye sormadan kavramıştır. Ama
o vezir bütün bu yakınlığı ile beraber canından güvenli değildir'. Çünkü nice
vezirlerin boynu vurulmuştur.
Makal: 71,
c.I, sh: 182
Allah,
"Göklerim ve yerim beni kapsayamadı, ama
imanlı bir kulumun gönlüne sığdım," (Kutsal
hadis) buyurmuştur. Ahmed'den Ahad'e kadar açık bir mimden fazla bir şey
yoktur. Bu mim ise mânanın perdesidir.
Mısra:
Sen aradan kalkan o mimi cihan farzet!
Adem
oğlu ne kutludur!
Yedi
iklime, bütün varlıklara değer. Hele Âdemoğullarından Muhammed salla’llâhu
aleyhi ve sellem ümmeti olanlara ne mutlu!
Muhammed'in
gözü Muhammed değil mi?
Muhammed'in
gözü aydın ki, sen ona ümmet oldun. Ona ümmet olunca, Hak Peygamber seninle
iftihar eder, elini tutar. Musa'ya, İsa'ya göstererek seninle öğünür; bu
adam benim ümmetimdir, der.
Hazreti
Resul, o geniş yenleri ile, Arş üzerinde ve Arş sakinlerine göstererek,
bakınız, görünüz der. Bir aralık ansızın bir Sütun gözüne erişir, sonra
görünmez olur. Kayıplara karışır. Tertip ehli erenler, gitmeyi düşünürler ve
o zamanı korurlar. Onun etrafında toplanarak birlikte yürümek isterler.
Makal, 250, c.II, sh: 51
Bu
gün acaba neden onun bütün sözleri böcek üstünedir. Onun [Fahri Razî] bütün
kitapları, eserleri hep böcektir.
Elif,
herkesçe bilinir ki, Eliftir; onu başka harflerle tanımlamaya gerek yoktur. Ama
başka bilinmeyen harfleri açıklamak gerektir.
B
harfi ile beraber bütün Ebced harflerini yorumlamak ister. Başkaları bunu
anlamaz. Kur'an'a da yorum gerektir:
Elif
harfi bağımsızdır. Allah kelimesinin başına oturmuştur.
B
harfi gönlünde onun sevgisini taşır, onun ayağına baş koymuştur.
Şimdi
sen insaf et!
Böyle
bir yaşantıya kimin gücü yeter?
Birine
alçakgönüllülük gösterdim mi benden ürküyor; düşmanca dışarı fırlıyor.
Makal,
232, c: II, sh: 230
Not: Bu hikmete binaen kızlarımıza Elif ismi koymak sakıncalı
görünüyor.
Yaratılmış olan kimse Allah
olamaz, ister Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem) olsun, ister Muhammed'den
başkası.
Makal, 355, cII, sh: 155
Sana önce çok
kuvvetli bir ilgim, sevgim vardı. Ancak başlangıçta görüyordum ki, o zaman
işaret yolu ile söylemek mümkün değildi. Eğer söyleseydim beni mazur görmezdin.
Bu saatte de zararlı çıkardık. O zaman bu hal yok idi.
Bana diyorlar
ki: Bir topluluk senin hakkında o bidatçıdır,
yapmacık şeylerle uğraşıyor diye
beni ayıplamaya başlamış.
Ben de, «Doğru söylüyorlar, dedim. «Bidatçıyım. Şimdi sen bana söyle bakayım, bu namazın
hakikati, içyüzü nedir?»
Önce
felsefecilerden bazıları. «Başını yere koymak,
vücudunu ayakta tutmak ayıptır, eksikliktir,» derler. Yüzüstü düştü ki, benim de maksadım bu idi, bunu
istiyordum zaten. Maksadım ne idi? Felsefecilerden naklederek anlattım ki,
onlar imanlı kişilerden değildirler. Şimdi müsaade et de bir söz daha
söyleyeyim. Hazreti Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem) bile, «Bırak ne söylüyor dinliyeyim,» buyuruyor. Yersiz bir laf söylerse onu bilirsin.
Asıl söz eri, benim maksadım bu idi diyebilen kişidir. Bugün mademki o kişi
sensin bu da sana yaraşır. Ben hiç kimse için, «O
fasıktır, günahkârdır,» diyemem.
Hiç kimseyi ne
kötü işlerle ilgili görürüm, ne de kötülük düşünürüm. Yarlıganmayı da, ancak
kötü düşüncelerin içimden temizlenmesi için Allah’dan dilemekteyim.
Ben diyorum
ki, marifet kaynağı bu şeytanın getirdikleridir. Senin istediğin ve aradığın şeye de engel olur.
Sana, içini o marifetten boşaltmak gerekir. Öyle ki, o marifetin üzerinde hiç
bir şey olmasın. O zaman zaman bizi gerçekler; gözünde yaş birikir, külah
ister. Zaman zaman da, «Bize bir
eşek kadar değer vermiyorsun, hiçe sayıyorsun,» der. Biz seni bilgin bir müftü
tanıyoruz. …
….
Beni cennetin kapısına götürseler, önce
kapıdan bakarım. O orada mıdır? Orada yoksa, nerede diye sorarım. Hayır onu
gözümle görmeliyim. Böylece birlikte olalım. Eğer cennette bulamazsam cehenneme
koşarım. Cehennem benden sorar. Kaç kerre görmüşüz?
Açık
konuşalım: Benim seninle işim yok. Onu bana ver. Sen bilirsin, bundan sonra her
ne söyleyecekse o bilir. Benim onunla görülecek başka işim yok. Bunu söyleyince
gitti. Onun tarafından da böyle yapmak gerekirdi. İçi boş ise, tekrar içeriye
uğrar, iman getirir. O kimseler ki içerden
değildir, onlara yüz binlerce mucize göstersen iman etmezler. Hazreti
Ebubekr, (Allah ondan razı olsun) hiç mucize istemiyordu. Diyordu ki: «Peygamber ne söyİedi ise inandık ve gerçekledik.»
Bana para verdi. On beş gün sonra tekrar gel o zaman gidelim. Bu gün beni
bırakmazlar ki, gideyim. Beni niçin serbest bırakıyorsun? Dostlar elden gider, halk da bizim sözümüzü anlamazlar,
anlamak da istemezler. O ihtiyara, «Bu adama niçin eğri gözle
bakıyor?» diye sor. Halk
Yahudilere bile, selâm verirken bugün bizi sormuyor. Biz onu yüz türlü kurnazlıkla
nâz ve niyazlarla elde ediyoruz. Sen onun teveccühüne layık olduk mu
sanıyorsun?
Efendi! Halk,
her şeyi kendi kuvvetleri ölçüsünde görür.
Makal, 174- 175, c.I, sh: 330-332
Bunları eğer
şehirde bir topluluğa söyleseydim bana yüz binlerce saygı gösterir, (M. 302)
büyük bir halk kümesi bana mürid olurlardı.
Bir zümre de
birbirinin saçlarını yolarak kavga çıkarırlardı; tatlı canlarını, sevgili
mallarını bağışlarlardı. Halbuki sende hiç bir iz bırakmadı, sanki taş veya
ondan daha katı dedikleri gibi, kalbin yumuşamadı. Bir yumuşak huyluluktan
bahsederler ki, o gerçekte yumuşaklık değildir. Ancak o bir eşeklik sayılır.
Yoksa öğüt, insanda iz bırakır.
Makal,
302, c.II, sh; 104
Beyit:
Senin
güzelliğin belâ tuzağında bizi avlayan bir danedir.
O öyle
bir mumdur ki, hep bizim pervanemizi yakar.
Ey
sevgili senin zülfünün zencirini şundan dolayı seviyorum ki
O
bizim divane gönlümüzün ayağına yaraşır.
Tozlar yatışınca altındaki at mıdır, eşek midir göreceksin.
Makal, 320, c.II, sh: 122
Kaynak:
Şems-i Tebrizi, Makalât, (Konuşmalar), Çeviri: Mehmed Nuri GENÇOSMAN, Hürriyet Yayınları,
1974, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar