MAKYAVELİZMİN DOĞUŞU Ve İLKELERİ
Makyavelizm,
bir diplomat ve aynı zamanda bir siyaset felsefesi düşünürü olan Niccoló
Machiavelli’nin (1469-1527) ortaya attığı bir siyaset ve devlet anlayışının
adıdır.
Machiavelli
siyaset konusunu gerçekçi bir yaklaşımla ele alıp irdelediği için modern
siyaset biliminin kurucusu olarak kabul edilmektedir. Zira Ortaçağın devlet
anlayışına karşı çıkmıştır. Ortaçağın anlayışına göre, siyasal güç iki kurumun
elindeydi. Kilise ve imparatorluk. Bu iki kurum Tanrı'nın gücünü ayrı
ayrı yeryüzünde temsil etmekteydi. Ancak bu ikisinden hangisinin diğerine üstün
olduğu konusuydu tartışmalara yol açan. Makyavelli'ye göre ise devlet kutsal
adaletin, üstün iyiliğin, herhangi bir amaç veya ülkünün aracı olamazdı. Çünkü devletin
kendisi başlı başına bir amaçtı, devlet, devlet için vardı, devlet egemen olmak
için vardı. Makyavelizm, yani Makyavelli'nin siyaset öğretisinin başlıca
ilkeleri şunlardır:
1-Devlet bağımsız ve egemen olmalıdır.
2-Siyasetin kendine özgü bir yasası vardır ve bu, toplumun ahlak
yasasından ayrı tutulmalıdır.
3-Siyaset, talih ile güç tutkusu, yönetmek tutkusu arasındaki bir
mücadeledir. Kişinin hırslı ve güçlü bir iradeye sahip olması başarılı bir
siyaset hayatının en önemli koşulundur.
4-Genellikle insan doğası kötüdür.
BU
SİYASET ANLAYIŞINA GÖRE AMAÇ, DEVLETİN EGEMENLİĞİDİR VE BU AMACIN GERÇEKLEŞMESİ
İÇİN HER ŞEY BİR ARAÇ OLARAK KULLANILABİLİR. örneğin din ve ahlâk, devletin egemenliğine,
üstünlüğüne hizmet ediyorsa bir değeri vardır.
Hükümdar,
ülkesinde egemenliğini koruyabilmek için her türlü aracı ahlakî olsun veya
olmasın kullanabilir.
Görüldüğü
üzere, siyaseti ahlâk ve dinden soyutlayarak ele alan bu öğretide devletin egemenliği
uğruna her şey geçerli sayılmakta, kişinin yönetimin başına geçmek tutkusuyla
hareket ederken, ilerde Hükümdar (Prens) isimli eserinde görüleceği
gibi,
yasal
olan veya olmayan her araçtan yararlanması,
hükümdarın
egemenliğini sürdürebilmesi için ayıp ya da suç sayılabilecek hile, şiddet,
ikiyüzlülük gibi yollara da başvurması son derece doğal karşılanmakta, hatta
öğütlenmektedir.
“
Çünkü insanlar genellikle kötüdür.”
“Hükümdarın
onlara dürüst davranması aptallık olur”
MAKYAVELİZMDE
HÜKÜMDAR BÜTÜN BU ARAÇLARI KENDİ KİŞİSEL ÇIKARLARI İÇİN DEĞİL, DEVLETİN
GÜVENLİK VE ESENLİĞİ GİBİ YÜKSEK BİR AMACA HİZMET ETMEK İÇİN KULLANMAKLA
YÜKÜMLÜ TUTULMUŞTUR. Fakat bu nokta gözden kaçırıldığı için Makyavelizm
sadece dürüstlükten yoksun bir siyaset biçimini değil, sahtekârlığı, ikiyüzlülüğü,
zorbalığı da ifade eden bir sözcük olmuştur. Bu sözcükten türetilen 'makyavelist'
sıfatı ise dalavereci, acımasız, ikiyüzlü, kötü ruhlu insanları ve
dürüstlükle yapılmayan işleri nitelemek için kullanılmıştır.
Makyavelizmi en geniş ve en ayrıntılı biçimde ele alan, 1513'te
yazıldığı halde yayınlanmasına ancak 1532'de izin verilen ve Machiavelli'ye
kötü bir şöhret sağlayan Hükümdar (Prens)’i daha yakından tanıyalım.
Hükümdar, siyaset ahlâkı üzerine yazılmış bir kitap olup, başlıca iki bölüm halinde
ele alınabilir.
Birinci bölümde hükümdar olmanın yasal olan ve
olmayan yolları anlatıdır.
Bunlardan yasal ve kolay olanı veraset yoludur. Bu yolla hükümdar olan bir kişinin yapacağı tek şey
atalarının kurduğu düzeni korumak, bu düzenin dışına çıkmamaktır (Hükümdar,II).
Hükümdar olmanın diğer bir yolu talihten geçer. Talihin ve başkalarının yardımıyla hükümdar olabilir
insan. Fakat sadece talihe güvenmekle hükümdarlık sürdürülemez. Çünkü talih
oynaktır ve talihi kötüye giden bir hükümdar çok akıllı ve yetenekli değilse
yıkılmaktan kendini kurtaramaz. Örneğin, Cesare Borgia [1]babasının o sırada papa
olmasından ötürü, yani talihin yardımıyla hükümdar olmuş ve kişisel
yeteneklerini kullanarak hükümdarlığını sürdürebilmişti. Geleceğini güvence
altına almak için dostlar edinmiş, gerektiği zaman şiddete, zorbalığa,
sahtekârlığa başvurmuş, halkını hem korkutmuş hem de ona kendini sevdirmiş,
düşmanlarına karşı güçlü bir ordu bulundurmuş, kötülük beklediği kişileri
ortadan kaldırmış, güçlü kralların desteğini sağlayarak gerektiğinde onlardan
yardım almıştı.(Hükümdar, VII).
Diğer taraftan halkın desteğiyle hükümdar olmak,
talihin ya da yabancı güçlerin yardımıyla hükümdar olmaktan çok daha iyidir.
Bu durumda hükümdara düşen görev, halkını ezmemek, halkını hoşnut etmektir.
Kötü günlerinde çaresiz kalmak istemiyorsa halkının sevgisini kazanmaya
çalışmalı, halkını kendine bağlamasını bilmelidir. (Hükümdar.IX).
Ayrıca alelade bir insan kendi yeteneklerini
kullanarak hükümdarlığa kadar yükselebilir. Kişisel yeteneklerini kullanarak
yönetimi ele geçiren hükümdarlar bulundukları yere güçlükleri yenerek gelir,
fakat hükümdarlıklarını sürdürmekte o kadar zorluk çekmezler. Bu hükümdarları
bekleyen en büyük tehlike yeni bir düzen kurmakta kendini gösterebilir; zira
yeni bir yönetim modeli uygulamanın başarı şansı oldukça azdır. Bütün bu
zorlukları aşmak yine hükümdarın çok güçlü ve yetenekli olmasına
bağlıdır.(Hükümdar,VI).
Hükümdar olmanın diğer bir yolu zor kullanmak, ya da
cinayet işlemektir. Sıradan bir vatandaş hiç bir yeteneğe ve
talihe sahip olmadan bu yolla hükümdarlığı eline geçirebilir. Bu konuda
Machiavelli şöyle diyor :
Vatandaşlarını öldürmek, dostlarına ihanet etmek,
imansız, merhametsiz ve dinsiz olmak fazilet değilse ve insana onur vermese
de, insanı iktidara getirebilir.(Hükümdar.VIII.46)
Bu yola başvuran bir kişi yapmayı tasarladığı
kötülükleri bir anda yapmalıdır ki daha az acı versin, daha çabuk unutulsun.
İyilikler ise azar azar yapılmalıdır ki halk tadına varabilsin. Hükümdar yaptığı
kötülükleri iyi işlerle dengelemesini bilmelidir.
Machiavelli Hükümdar’da sadece iktidara
gelmenin belli başlı yollarını belirtmekle kalmaz; kazanılan bir iktidarın
nasıl elde tutulması gerektiğine ilişkin bazı kurallar da ileri sürer.
Bunlardan bir kısmı normal kurallardır.
Örneğin sağlam bir iktidar her şeyden önce güçlü bir
orduyu gerektirir, Machiavelli, bir tahtı ele geçirmenin kolay, fakat onu elde
tutmanın zor olduğunu, başkalarının gücüne gerek duyan ve yeterli askerî güce
sahip olmayan hükümdarların tahtlarını kaybetmeye mahkûm olduklarını ifade
eder. Dış güçlerin desteğine güvenen hükümdarlar, iktidarlarını talihe bırakmış
sayılırlar ki, bu da güvenilir bir yol değildir. Bir hükümdarın başlıca uğraşı
askerlik olmalıdır. Hükümdarın görevi her an savaşa hazır bir ordu bulundurmak
olmalıdır. Askerlik sanatını iyi bilmeyen ve askerlik sanatına gereken
önemi vermeyen, eğlenceye aşırı düşkün olan hükümdarlar iktidarlarını
kolaylıkla kaybederler. Bu yüzden hükümdar askerlik sanatını iyi bilmeli,
bu sanattan uzak kalmamalı, boş zamanlarında bu sanatla ilgilenmelidir.
Hükümdar sadece askerlik sanatının teorik yönünü değil, pratik yönünü de
bilmelidir. Bunun yanı sıra geniş tarih bilgisine sahip olması, geçmişte büyük
başarılar elde etmiş devlet adamlarının yolunu izlemesi, tarihte yapılan büyük
hatalardan ve başarılardan ders alması gereklidir. Akıllı hükümdar kötü
günlerde doğabilecek güçlüklerin üstesinden gelmek için hazırlıklı olan
hükümdardır. (Hükümdar. XIV).
Machiavelli, hükümdarın halkına nasıl davranması
gerektiği konusunda şu görüşlere yer verir:
BÜTÜN İNSANLAR GİBİ HÜKÜMDARLAR DA NE SADECE İYİ, NE
DE SADECE KÖTÜ NİTELİKLERE; BUNLARIN HER İKİSİNE BİRDEN SAHİPTİRLER. Sadece iyi niteliklere sahip olmaları övgüye değer
bir şey olurdu. Fakat böyle bir şey insan doğasına aykırıdır.
O halde yapılacak şey, iyi ve kötü nitelikler arasında
bir denge sağlamaktır. Bir hükümdar tüm faziletlere sahip olsa bile bu onun
için yararlı değil zararlı olabilir. Fakat bu faziletlere sahipmiş gibi
görünmenin pek zararı dokunmaz. Çünkü bazı özellikler vardır ki, her biri tek
başına bir fazilet gibi görünebilir ama hükümdarın yıkımına yol açabilir. Bazı
özellikleri de vardır ki, kusur gibi göründüğü halde devlete, halka refah ve
mutluluk getirir. (Hükümdar.XV).
Machiavelli, cimrilik ve cömertlik konusunda ise,
cömertliğin bir hükümdarı yoksul ve zavallı bir duruma düşürebileceği görüşündedir.
Cömertlik bir hükümdara yarar değil, zarar getirebilir, hatta bazı
durumlarda onu tahtından bile uzaklaştırabilir. Fakat genellikle
hükümdarın halkına cömert görünmesinin pek zararı yoktur. Savaşta elde edilen
ganimetleri halka dağıtmak hükümdara ün kazandırır. Ancak hükümdar
kendisine ve halkına ait olan mallarda savurganlık yapmamalıdır. Eğer
bir hükümdar adını iyiye çıkarmak istiyorsa ve kendi servetine dokunmaksızın
cömertlik yapamayacaksa cimri tanınmaktan çekinmemelidir. Tarihte cimri
olarak tanınan hükümdarların büyük işler başardıkları görülmüştür. Bir hükümdar
halkını soymadığı, ülkesini savunabildiği, yoksulluk ve itibarsızlığa
düşmediği sürece cimri diye tanınmaktan fazlaca yüksünmemelidir.(Hükümdar, XVI)
Machiavelli, hükümdarı nefret edilmekten, hor
görülmekten kaşınması konusunda da uyarır. Bir hükümdar halkının malına ve
ırzına dokunmadığı sürece kolay kolay onun nefretini kazanmaz.
Döneklik, hafiflik, korkaklık, kararsızlık da halkın
nefretine yol açabilir. Bunlardan tehlikeden kaçar gibi uzak durmak gerekir.
Hükümdarın davranışlarında büyüklük, yüreklilik, ölçülülük görünmelidir. Hükümdar
düşmanlara karşı ülkesini savunması için kendisini halkına sevdirmek
zorundadır; en güvenli kalesi halkın sevgisidir. Bu yüzden hükümdar halkın
nefretini uyandıracak işleri başkalarına yaptırmalıdır. Kendisi sadece halkın
sevgisini kazanacak işlerle uğraşmalıdır. (Hükümdar. XIX).
Ayrıca, eski Roma İmparatorluğuna hayran olan
Machiavelli, Roma imparatorlarının yaptığı gibi hükümdara yılın belirli
günlerinde halkını çeşitli tören, eğlence ve gösterilerle eğlendirmesini
öğütler.(Hükümdar. XXI).
Machiavelli, hükümdarlığın sürdürülmesine ilişkin daha
başka kurallar da ileri sürer. Fakat bunlar din ve ahlâka aykırı oldukları
için büyük bir skandal yaratmış, Machiavelli’nin kötü bir ün yapmasına neden
olmuşlardır.
Şimdi bu kurallara göz atalım.
Hükümdarın, halkını birlik, beraberlik içinde tutmak
ve kendisine bağlı kalmasını sağlamak için başvuracağı silahlardan biri zorbalıktır.
Devlet yönetiminde hükümdarın sert olması, halkı arasında hem sevilen, hem
korkulan bir hükümdar olması gerekmektedir. Fakat Machiavelli, bazen
korkulmanın sevilmekten daha iyi sonuçlar verdiğini belirtir.
Korkulan bir insan olmaktansa sevilen bir insan olmak
mı, yoksa sevilen bir insan olmaktansa korkulan bir insan olmak mı daha
iyidir?
Buna cevap olarak, hem sevilen hem de korkulan bir
insan olmak gerekir, derim. Fakat bu iki özelliği bir arada bulundurmak güç
olduğundan birisinden vazgeçmek gerekirse korkulan bir insan olmak daha
iyidir, derim. Hükümdar.XVII. 80.
Hükümdarın devlet yönetiminde beceriksiz ve yumuşak
olması ona ve halkına zarar getirebilir. Hükümdarın şiddete başvurması halinde
toplumun ufak bir kesimi zarar görebilir. Ne var ki, onun yumuşak davranması
tüm ülke halkına zarar verebilir. Machiavelli, insanların genellikle doğuştan
kötü, nankör, çıkarcı, ikiyüzlü olduklarını ve ortak çıkarlar söz konusu
olmadıkça aralarında sağlam bağların kurulamayacağını, oysa korku altında
tutulan insanların cezalandırılma endişesiyle yaşadıkları için hükümdardan
kopamayacaklarını ileri sürer. Ama bu korku hiçbir zaman nefrete
dönüştürülmemelidir.
...İnsanlar, genellikle nankör, değişken, ikiyüzlü,
tehlikeden kaçan, çıkarlarında hasis yaratılıştadırlar. Kendilerine iyilik
yaptıkça sizinle olurlar.(...) İnsanlar sevilen kişilerin şiddetinden çok korkulan
kişilerin şiddetinden çekinirler. Çünkü insanlar, yaratılıştan kötü oldukları
için bir çıkar karşısında sevgi bağlan yok olur. Oysa korkuyla bağlanmış in
sanlar ceza tehdidi altında oldukları için bu bağlar hiçbir zaman onların
yakasına bırakmaz. Hükümdar. XVII,80-81.
Hükümdarın en çok tartışılan, en çok eleştirilen
bölümü "Hükümdarlar Sözlerini Nasıl Tutmalıdırlar" başlığını taşıyan
bölümdür. 'Makyavelist' sözcüğünün yaptığı bütün kötü çağrışımlar daha çok bu
bölümden kaynaklanmıştır. Maciavelli bu bölümde, devlet yönetiminde
dürüstlüğün övgüye değer olduğunu kabul eder ama siyasal iktidarın
korunabilmesi için yalan yere yemin etmeyi, dalaverelere, entrikalara
başvurmayı, ikiyüzlü davranmayı da gerekli görür. Devlet yönetiminde
hükümdarların, gerektiğinde verdikleri
sözden dönerek halkı ustalıkla aldatmak yoluna gitmelerini Öğütler:
...ihtiyatlı bir hükümdar, kendine zararı dokunuyorsa
verdiği sözü tutmaz. Söz vermesini gerektiren şartlar değişmişse yine sözünde
durmasına gerek yoktur, insanlar iyi olsalardı bu davranış biçimi kötü olurdu.
Fakat insanlar kötü olduklarına ve onlar verdikleri sözde durmadıklarına göre
siz de verdiğiniz sözde durmak zorunda değilsiniz. Hükümdar. XVIII, 84
Machiavelli, ayrıca ideal hükümdarın diğer
özelliklerinden söz ederken onun gerektiği yerde tilki kadar kurnaz, gerektiği
yerde aslan kadar güçlü olmasının önemi üzerinde durur.
En iyi tilki olabilen hükümdar en iyi sonuca
ulaşmıştır. Hükümdarın rolünü çok iyi oynaması, gerçek amaçlan konusunda açık
vermemesi gerekmektedir. İnsanlar o kadar basit ve şartların gereklerine uymaya
o kadar alışkındırlar ki aldatmak isteyen biri mutlaka aldanacak birini
bulur. Hükümdar. XVIII, 84.
Bir hükümdarın sadece aslan kadar güçlü veya tilki
kadar kurnaz olması yetmez. Onun hem çok kurnaz, hem de çok güçlü olması
gerekir. Çünkü aslan kendisini tuzaklardan koruyamaz, tilki de kurtlara karşı
kendini savunamaz. Aslanda insan doğası kötü olduğuna göre hükümdarın bütün
insanlara dürüst ve iyi davranması sadece akılsızlık olur.
Hükümdar, bağımsız bir İtalyan devletini gerçekleştirecek güçlü bir lidere büyük
bir özlem duyan ve bunun en kısa zamanda gerçekleşmesini dileyen
Machiavelli'nin vatanseverlik duygularını dile getiren bir bölümle son bulur.(Hükümdar.
XXVI).
Hükümdar kadar büyük gürültüler koparan, tepkilere yol açan, yüzyıllar boyunca
tartışılan, yerden yere vurulan eserlerin sayısı herhalde çok azdır. Kuşkusuz
bütün bu tepkiler Makyavelizmin ne kadar etkili olduğunun bir delilidir.
Machiavelli, özellikle ilk zamanlar şiddetli saldırılara hedef olmuş, kilise
tarafından dinsiz ilân edilmiş, eserlerinin basılması uzun bir süre yasaklanmış
ve saldırılar giderek anti-makyavelist bir cephenin oluşmasına yol açmıştır.
17. ve 16. yüzyıllarda önem kazanan mutlakiyet yönetimi Makyavelizmin ne kadar
geçerli olduğunu göstermiş, ulusçuluk hareketlerinin başladığı, ulusal birlik
ve ulusal devlet gibi ülkülerin önem kazandığı 19. yüzyılda Machiavelli,
özellikle İtalya ve Almanya'da ulusal devlet kavramını savunan ilk düşünür
olarak saygı görmüş, diğer taraftan Hükümdar, diktatör ruhlu
yöneticilerin ellerinden düşürmedikleri bir el kitabı olmuştur.
Siyaset felsefesi tarihinin büyük düşünürlerinden biri
olan Niccolo Maohiavelli daha çok Hükümdar adlı eseriyle büyük tepkiler
uyandırmıştır. Parçalanmış durumda bulunan İtalya'yı ulusal birlik ve bütünlüğe
kavuşturacak lidere devlet siyasetinde başarılı olmanın yollarını göstermek
amacıyla yazılan bu kitap siyasi düşünce tarihine yepyeni bir görüş
getiriyordu:
"AMAÇ, ARACI GEÇERLİ KILAR."
Amaç ulusal birliğini sağlamış, güçlü bir devletin
kurulması ve yaşatılmasıydı. Ulusal toplumun yararına yönelik bu amacın
gerçekleştirilebilmesi için hükümdarın çok güçlü, çok akıllı, çok yetenekli ve
becerikli olması gerekiyordu; çok faziletli olması değildi. Hükümdar gerektiği
zaman adam öldürmekten veya öldürtmekten çekinmemeliydi. Ayrıca, yalan
söylemesini, yalan yeminler etmesini, yalan vaadlerle insanları kandırmasını,
vs. bilmeliydi. Fakat suç yahut günah olarak nitelendirilebilecek bütün bu
davranışlardan sonra bir melek kadar suçsuz ve faziletli olduğuna herkesi
inandırabilmeliydi; yani ikiyüzlü olmayı becerebilmeliydi.
CHRISTOPHER
MARLOWE’DAN MAKYAVELİST BİR OYUN; THE JEW OF MALTA,
Siyasetin yasaları din ve ahlâktan soyutlanarak ele alındığı
için Hükümdar(Prens) büyük bir şok yarattı ve bu şok bir takım yanlış
yorumlara ve tepkilere yol açtı. En başta, Machiavellinin yaptığı bu öğütlerin
sadece hükümdar için değil, diğer bütün insanlar için de geçerli olduğuna
inanıldı. Hükümdar'da ileri sürülen görüşe göre, mademki insanlar
genellikle yaratılıştan bencil, açgözlü, yırtıcı ve nankördü, o halde böyle
insanlarla dolu bir toplumda aslan kadar güçlü ve tilki kadar kurnaz olmak
gerekiyordu; bunu başaramayanlar yıkılmayı, ezilmeyi göze almak zorundaydı. Yapılan
yorumlara göre Machiavelli insandaki yükselme tutkusunu kamçılıyor ve
insana bu tutkusunu gerçekleştirebilmesi için her yola başvurmasını, bu arada
ahlâk ve din yasalarını engel olarak tanımamasını öğütlüyordu. Kilisenin
gözünde ise büyük tutkular peşinde koşmak, bu tutkular uğruna Hristiyanlığın
öğretilerini ve Tanrı'nın yarattığı evrensel düzeni hiçe saymak en büyük günah
işlemek anlamına geliyordu. Bu yüzden Machiavelli kilise tarafından dinsiz
ilan edildi, şeytanla bir tutuldu, eserleri bir süre yasak kitaplar listesinde
yer aldı. Protestan bir ülke olan İngiltere'de ise Roma Katolik Kilisesi'ne
duyulan düşmanlık, Protestan-Katolik çekişmeleri Makyavelizmin ve hem Katolik
hem İtalyan olan Machiavelli'nin orada daha da kötü tanınmasına yol açtı. Zaten
Avrupa'da, başta Gentillet olmak üzere, Machiavelli'ye saldıran yazarlar
gerçeklerden uzak bir 'Machiavelli efsanesi' yaratmış bulunuyorlardı.
Machiavelli ve öğretisine yakıştırılan olumsuz
niteliklerin tümü Elizabeth tiyatrosunun oyun yazarları için, karakter yaratma
konusunda, 'taze kan' yerine geçti. Tiyatroda kötülük ve öç teması, kötü
adam tipi ve kötülüğü simgeleyen her bir karakter (Ortaçağ ahlâk oyunlarındaki
'Vice', Şeytan, Zenginlik, Şehvet,vs. ve Seneca trajedilerinin zorba hükümdar
tipi) İngiliz seyircisinin öteden beri ilgisini çekmekteydi. Machiavelli
efsanesinin getirdiği nitelikler tiyatrodaki kötü adam tipini daha da ilginç
duruma getirebilirdi.
İşte Christopher Marlowe bunu oyunlarında deneyen ilk
İngiliz oyun yazarlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Marlowe'yu,
Makyavelizme çeken şey, en başta, Rönesans'ın bireyciliği oldu. Machiavelli
bir Rönesans düşünürü olarak insanı, Ortaçağ'da olduğu gibi, kişiliği söz
konusu olmayan, toplumun ufacık bir parçası olarak görmüyor, onun büyük işler
başarabilecek potansiyeli üzerinde duruyordu. Christopher Marlowe da bir
Elizabeth çağı aydını olarak bireye önem veriyor, insanın, dinin baskılarından
kurtulduğu ölçüde aklı, iradesi ve yetenekleri sayesinde yüce amaçlarına
erişebileceğine inanıyordu. Marlowe'nun, düşünce ve davranışları kısıtlayıcı
hiç bir kuralı sevmeyen ruhu yeni düşüncelerin özgürce tartışıldığı Cambridge
Üniversitesi ve daha sonra girdiği entellektüel çevrenin de etkisiyle ateizme
yöneldi. Marlowe'nun gerçekten Tanrı'yı yadsıyıp yadsımadığı bilinmiyor; zira
yazmış olduğu ileri sürülen din aleyhindeki yazılarının hiç biri bulunamamıştır.
Ama hakkındaki suçlamalara bakılırsa dini bir safsata olarak görmüş, kutsal
kitaplara dil uzatmış, peygamberlerin kutsallığını alaya almış, gerek
konuşmalarıyla, gerekse yazılarıyla ateizmin propogandasını yapmıştır. Bu
durumda, Marlove'nun, Kilise'nin öğretilerini hiçe sayan Makyavelizme ilgi
duymasını ve bu ilginin ürünü olarak oyunlarında etkileyici birtakım
makyavelist karakterler yaratmasını, hatta sadece yaratmakla kalmayıp çoğu kez
onları oyunlarının başkişisi durumuna getirmesini, doğal karşılamak gerekir,
'Makyavelist’tip'in özelliklerini ise şöyle
sıralayabiliriz:
Bencil bir tutkunun peşinde hiç yılmadan, yorulmadan
koşmak, bu tutkuyu gerçekleştirmek için hiç bir engel tanımamak, en dehşet
verici yollara başvurmaktan çekinmemek, ikiyüzlü davranmak, soğukkanlılığı
asla elden bırakmamak, yeni koşullara hemen ayak uydurabilmek, hızlı düşünmek
ve yerinde kararlar alıp hemen eyleme geçmek. Marlovre, The Jew of Malta'da
'makyavelist tip'in en güzel örneklerini sunmaktadır bize. 'Örneklerini'
diyoruz, zira burada sadece oyunun baş kişisi Barabas değil, hemen hemen
bütün karakterler makyavelist birer tip olarak çıkıyor karşımıza. Bunlardan Barabas'ın
tutkusu paradır, mutluluğun tek kaynağıdır para. Amacı servetine servet katmak,
torbalar dolusu altınlarına yenilerini eklemektir. İlk servetini alnının
teriyle değil, korkunç bir komisyonculuk ve tefecilikle, yani 'makyavelist'
yollarla kazanmıştır. Bütün dünya yok olsun, yeter ki ben yaşayayım,
diyecek kadar bencilliğin doruğuna ulaşan Barabas'ın yüreğinde, başlangıçta
kızı Abigail'e karşı beslediği sıcak duygular dışında, hiç bir insan
sevgisinin izine rastlanmaz. Oyunun ilk iki perdesinden sonra, servetini
elinden alan Malta valisinden öç almak amacıyla valinin oğlu Lodowick'in,
bir entrika çevirerek arkadaşıyla birlikte öldürülmesini sağlaması onun
gittikçe insanlıktan uzaklaşmasına yol açacaktır. Çünkü iş bu cinayetle
bitmeyecektir, öcünü almıştır. Fakat artık önemli olan bu cinayetlerin gizli
kalmasıdır. Bunun için Machiavelli'nin öğütlerine uyarak her yola başvurur,
çeşit çeşit ikiyüzlülüklerden tüyler ürpertici cinayetlere kadar. Gerçekten
öyle akıl almaz yollara başvurur ve her şey birbiri ardına öylesine bir hızla
gelişir ki oyun melodram olmaktan çıkarak farsa (kaba güldürü, maskaralık,
saçmalık) dönüşür. Bu arada Barabas da şeytanca plân ve eylemleriyle seyircide
hem dehşet uyandıran ., hem de onu güldüren 'grotesk'[2] bir karakter niteliği
kazanır.
Oyunun ikinci önemli karakteri Ferneze'nin
tutkusu ise Malta'nın yönetimini elinde tutmaktır. Barabas'ın ifadesine bakılırsa
hükmetmek sadece Ferneze'nin değil, Hristiyanların ortak tutkusudur. Ferneze'nin
diğer önemli tutkusu paradır. Sürekli belli etmemeğe çalıştığı bu iki büyük
tutku oyun boyunca onun tüm davranışlarına egemen olur. Ferneze,
Machiavelli'nin ideal hükümdarı gibi, girdiği her rolü başarıyla oynar. Her
zaman çıkarını düşündüğü için Türklerle yaptığı anlaşmayı bozmaktan, eski düşmanı
Barabas ile işbirliği yapmaktan ve sonunda onu işkenceli bir ölüme göndermekten
asla çekinmez. Kısacası önüne çıkan her fırsatı, dine ve ahlâka aykırı olup
olmadığına aldırmaksızın, değerlendirmeye çalışır. İyi bir Hristiyan gibi
davranmadığı halde konuşmalarında dindar ve faziletli bir kişiymiş gibi görünmeye
çalışır. Böylece Fernaze gerek çıkarcılığıyla, gerekse ikiyüzlülüğü ve
kurnazlığıyla 'makyavelist tip'in en güzel bir örneğini sunar bize.
Öte yandan Türkleri de Akdeniz'de önemli ticaret
yollarının kesiştiği ve stratejik bakımdan önemli bir üs olan Malta'ya getiren
para tutkusudur. Papaz Barnardine ve Papaz Jacomo'ya din adamı
olduklarını unutturan yine bu para tutkusudur. Barabas'ın işlediği ilk iki
cinayeti bildikleri halde onu adalete teslim etmeleri gerekirken, Yahudi’yi
Hristiyanlaştırmak ve servetine konmak için birbiriyle, seyirciyi kahkahalarla
güldüren bir yarışın içine giren açgözlü bu iki papazın karakterinde Marlowe
aslında tüm katolik hristiyan din adamlarının çıkarcılığını ve ikiyüzlülüğünü
ortaya koymaktadır.
Para tutkusu toplumun üst kesimlerini -yöneticiler,
din adamları, tüccarlar olduğu kadar alt kesimlerini de sarmış bulunmaktadır. Türklerin
Malta'ya gelmesinden sonra işlerinin azaldığından yakınan Bellamira
fahişelik, dostu Pilia-Borza de yankesicilik yaparak geçimlerini
sağlarlar. Para kokusunu alınca Ithamore gibi dilenci kılıklı bir
köleye tatlı diller döküp, cilveler yaparak onu kendine bağlayan ve sonra da
şantaj yoluyla Barabas'dan para çekmeğe teşvik eden Bellamira'nın çıkarcılık ve
ikiyüzlülükte diğer karakterlerden geri kalmadığı görülmektedir. Böylece
ikiyüzlülük oyundaki karakterlerin ortak özelliği olarak çıkıyor karşımıza.
Başka bir deyişle, insanların sözleriyle davranışları arasındaki tutarsızlık
Marlowe'nun The Jew of Malta'da vurgulamak istediği bir temadır,
diyebiliriz. Her karakterde ayrı bir biçimde kendini gösteren ikiyüzlülük,
unutmayalım ki, Makyavelizmin en önemli niteliğidir.
Görüldüğü üzere, Marlowe-The Jew of Malta'da
materyalist bir dünyayı gerçekçi bir yaklaşımla gözler önüne sermektedir. Türkleri
Malta adasına getiren 'altın sevgisi', Hristiyan olsun Yahudi olsun, tüm ada
halkının yüreğindedir. Böyle bir toplumda kişisel çıkarlar her şeyin üstündedir
ve amaç, bu çıkarların her ne pahasına olursa olsun, korunmasıdır. Tabii ki
böyle bir toplumda sevgi, acıma duygusu gibi insancıl duygulara yer yoktur.
Abigail bencil, ikiyüzlü, açgözlü, acımasız insanların oluşturduğu topluma
yabancı olan tek karakterdir. Çok geçmeden kurtların arasında kalmış bir kuzu
gibi yem olur anlara.
The Jew of Malta'nın Elizabeth tiyatrosunda coşturu yaratacak bir oyun olarak kaleme
alındığı anlaşılıyor. Bunun için Marlowe oyununu Machiavelli'nin bir
konuşmasıyla açmak ve karakterlerini yaratırken Makyavelizmin efsaneleşen
özelliklerinden yararlanmakla kalmamış, başkişisini bir Yahudi yaparak ona Yahudilerin İngiliz
halkı arasında efsaneleşen korkunç niteliklerini de eklemiştir. Bu arada Barabas'ın karakterine, Ortaçağdan
beri İngiliz tiyatrosunda seyircinin pek çok ilgisini çeken 'Vice'dan da
birşeyler katmayı unutmamıştır. Seyircinin ilgisini çekecek daha başka
unsurlara da yer vermiştir. Örneğin, olay örgüsü çok çarpıtılmış da olsa, The
Jew of Malta Türklerin Malta kuşatması üzerine kurulmuştur. Çünkü Marlowe
Ortadoğu'da gittikçe büyüyen Osmanlı İmparatorluğunun, Doğu Akdeniz'deki zafer
ve yenilgilerini Amerika ve Asya ile denizaşırı ticarete başlayan İngilizlerin
büyük bir ilgiyle izlediklerini biliyordu. Ayraca Doğu ülkelerinin
zenginliğini yansıtan canlı tasvirler seyirciyi etkilemenin bir başka yolu
olabilirdi. Marlowe'nun The Jew of Malta'yı yazarken bazı öykülere,
oyunlara ve tarih kitaplarındaki ilginç olaylara da başvurmuş olması onun
Machiavelli efsanesinden hareket ettiğini, fakat bununla yetinmeyip yukarıda
belirtilen diğer kaynaklara da uzandığını, böylece Elizabeth seyircisinin son
derece beğenisini kazanacak, ilgisini çekecek bir oyun yazmayı amaçladığını
göstermektedir.
Kaynak:
İbrahim
YEREBAKAN, Makyavelizm Ve Chrıstopher Marlowe’dan Makyavelist Bir Oyun ; The
Jew Of Malta, Atatürk Üniversitesi ,Sosyal Bilimler Enstitüsü Batı Dilleri ve
Edebiyatları Anabilim Dalı, 3394-Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 1988
[1] Cesare
Borgia: Acımasız ve kurnaz bir kumandan ve siyaset
adamı olarak ün yapan Cesare Borgia (1475-1507), Papa Alessandro VI.'nın
oğluydu Genç yaşta kardinalliğe getirilmiş, fakat daha sonra sivil hayata
geçerek babasının nüfuz ve servetini kullanarak, çeşitli entrikalara başvurarak
ve Fransa kralının yardımını sağlayarak Orta İtalya'yı Papalığa bağlamıştı.
İtalya'nın korkulu rüyası haline gelen Borgia'nin parlak saltanatı babasının
ölümüyle son bulmuş, düşmanları ile başa çıkamadığı için İtalya'dan kaçmış,
sonunda yabancı bir ülkede savaşırken ölmüştü. Cesare Borgia'nin, yarattığı
efsanedeki kadar kurnaz ve cesur olmadığı, başarılarını düşmanlarının
zayıflığına ve hatalarına olduğu kadar babasının mevki ve taktiklerine de
borçlu olduğu anlaşılmaktadır. (Randolph
Starn, "Cesare Borgia" , The Encyclopedia Americana (1970),IV ,273.
[2] Grotesk:
isim Fransızca grotesque
1 . Eski Çağ Roma yapılarında bulunan tuhaf,
gülünç figürlerden oluşmuş süsleme üslûbu.
2 . Tiyatro, Kaba gülünçlüklerden, tuhaf ve
olmayacak şakalaşmalardan yararlanan, karşıt görüntüleri, bağdaşmaz durumları
şaşırtıcı biçimde birleştiren güldürü biçimi.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar