MARTİN LUTHER'İN İSLAM ANLAYIŞI
Hzl: Ludwig Hagemann
(Çıkışı köhnemiş Roma
ve papalığın bünyesinde barındırdığı “Soteriology ‘kurtuluş doktrini’” ne isyan
olarak başlayan Martin Luther’in dini başkaldırısı daha sonra entrikalarla Roma
Kilisesi tarafından yönü İslâm’a düşman bir yaklaşıma dönüştürülmüştür. Yani
Roma Protestanlığın yaşama hakkını arka-planda Türk-İslâm düşmanlığına
çevirmesi karşısında kabullenmiştir. Dini ayıklanma ve reformize olarak
başlayan bu isyancı hareket, siyasallaşmıştır.
Siyasallaşan bütün
dini hareketler kuvvet bulmak ve iktidarlar için bulunmaz nimettir. İnsanların
canlarını kolayca vereceği bu hareketleri kontrol altında tutmak kolay olduğu
gibi, yönlendirilmesi ise daha da kolay ve masrafsızdır. İsrail’in
Ortadoğu’daki mücadelesinin temelinde dini unsurları barındırmasaydı, bir avuç
toprak için çok dayanıklı bir millet yapısı oluşturamazdı.
İsyancı hareketlerin
temelinde eğer din faktör aşağı sıralarda ise unutmayalım ki akıbetleri
akimdir. Neticesi iki taraflı zarardan başka bir kazancı hâsıl etmez.
Yaklaşık 35 yıl önce
İran’da İslam Cumhuriyetinin ilanı ile yeniden İslamlaşma olarak nitelendirilen
hareket başlamış oldu. Bununla beraber diğer İslam ülkelerinde
de hem sömürge dönemlerinde İslam geleneğinin baskı altına alınmasına hem de
politik bağımsızlığın elde edilmesi ile ortaya çıkan İslam'ın unutulmuşluğuna
mücadeleci tepki şeklinde ortaya çıkan ve İslam'da rönesans isteyen akımlar
artan oranda kendilerini göstermeye başladılar.
İslam dünyasının
farklı devletlerinde beliren yenilik hareketleri hakkında medya ile her gün
yayılan haberler Avrupada bir çok insanı korkutuyor. Tarihe dayalı ön yargılar,
pisikolojik olarak irdelenmemiş duygular ve Avrupa’nın yeniden uyanmış İslam
gücü ile muhtemelen etrafının çevrileceği korkusu ve dehşeti tekrar ortaya
çıktı.
Bu gelişimin sonunu
şimdiden kestirmek mümkün olmadığı için Hıristiyanlık ve İslamiyet arasındaki
tarihsel süreçte sorunlarla yüklü ilişkiyi irdelemek acil bir görevmiş gibi
gözüküyor. Gerçi son yirmi yıl içerisinde Hıristiyan kiliselerinde uzun zamanda
gelenekler sonucu çok büyük boyutlara ulaşan bu hipoteğin bilinmesi İslam’a
karşı eski polemikten vazgeçilmesi gerektiği idrakini doğurmuş ve diyalog
yolununun açılmasını sağlamıştır. Ancak hâlâ gerçek bir başarı şimdiye kadar
ortada yok. Geçmişin açtığı yaralar çok derin.
Bu geçmişin
irdelenmesi, eski önyargıları yeniden gün ışığına çıkartmak değil, bilakis bu
önyargıların ortadan kalkması anlamındadır. Bu irdelemenin amacı, tarihi
süreç içerisinde gelişmiş olan tutumları ve her zamanın kendine özgü
görüşlerini ve politik durumlarını aydınlatmak: ve bunların geleneğe ve
kültüre dayalı yapılarını ortaya çıkartmaktır. Bu bizim, eski çağların İslam
anlayışındaki ilişkileri ve birbirine bağımlılıklarını daha iyi görebilmemizi
sağlayacaktır.
İslam karşıtı polemiğin tarihinde birçok isim ve yazar
vardır. Martin Luther de onlardan biridir. Onun İslam ile olan
ilişkisi bu yazının konusudur. Bu konu Luther araştırmalarında çok az veya hiç
dile gelmediğinden bu yazımız bir başlangıç niteliğindedir. Luther'in İslam'a
bakış açısı ile ilgili mezhepler arası bir tartışma lüzumsuzdur, çünkü
mezheplerin hiçbiri “İslam ve Hıristiyanlık arasında ki çatışma tarihi” konusu
içerisinde bu reformatör üzerinde hak iddia edemez.
Martin Luther
(mevcut sebeplerden dolayı) biraz farklılık gösterse dahi kendisi bu bağlamda
tamamen İslam karşıtı Hıristiyan geleneğinde yerini alıyor.
Ludwig Hagemann
Mannheim, Ocak 1998
Mannheim, Ocak 1998
İslam’ın
başlangıcından beri Hıristiyanlık ile Müslümanlık arasındaki ilişki
sıkıntılarla doludur. Hıristiyanların Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve
sellem)in peygamber olarak gönderilmesi gerçeğini kabul etmemeleri ve ona
katılmamaları peygamberin kendi yaşadığı zamanda dahi çatışmalara yol açmıştır.
Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) gerçi uzun zaman Hıristiyanlardan
iltifatla bahsetmiş fakat sonraları İslam’ın Arap yarım adasında hüküm süren
tek din olmasını sağlamak için Hıristiyanların boyunduruk altına alınması emrini
vermiştir.
Teolojik açıdan bu
politik gelişme Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)in şu görüşlerinde
kendini göstermiştir:
1-İsa’nın
Hıristiyanların kabul ettiklerinin tersine Tanrının oğlu olmadığı konusundaki
kararında.
2-“Peygamberlerin
sonuncusu” (Kur’ân 33, 40), yani peygamberlik tarihinin bitişi ve doruk
noktası olduğu talebinde.
3-İslam’ı tek
ve gerçek din olarak nitelendirmesinde (Kur’ân 3, 19).
Hem doğudaki, hem de
batıdaki Hıristiyanlık âleminin İslam’ın bu ani yükselişine karşı tepkisi korku
dolu oldu. İbrahim’in dinini yenileme ve tamamlama talebinde olan Hz. Muhammed
sallallâhü aleyhi ve sellem, Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin yanlış
öğretilerinin etkisi altında kalan sahte peygamber olarak görüldü.
Hıristiyanlığın ve
İslam’ın çatışmalarla dolu ilişkisi yüzyıllar boyunca karşılıklı tehdit ve
savaşlarla şekillendi. İslam’la seferber olan Araplar önce İran’ın ve sonra da
Bizans İmparatorluğunun şehirlerini hemen hemen hiç yenilgi görmeksizin ele
geçirdiler, Anadolu’daki, Suriye’deki ve Mısır’daki Hıristiyan bölgelerini
fethettiler, Sicilya’daki Bizans deniz hâkimiyetini kırdılar, kuzey Afrikadan
sonra İspanya’yı dahi boyunduruk altına aldılar ve ancak 732 yılında Karl
Martell sayesinde Avrupa’nın merkez bölgelerinden uzak tu tutabildiler.
Tüm ortaçağ
döneminden şimdiki zamana kadar İslam’ın ortaya çıkardığı gerçek tehdit
Hıristiyanlarda korku ve nefreti alevlendirdi. Kıyamet senaryolarında Deccal’in
gelişinden bahsedildi.
Papa II. Urban
tarafından Clermont ruhani meclisinde 1095 yılında ilan edilen haçlı seferi
hareketi amacına ulaşamadı; Müslümanlar kutsal topraklarda sağlam şekilde
yerleşmişlerdi ve tekrar ele geçirme çabası başarısızlıkla sonuçlandı. 1453
yılında İstanbul’un Osmanlıların eline geçmesi Avrupa’yı dehşete boğdu. “O
kadar çok kan döküldü ki dereler şehrin içerisinden kan dolu aktı. Konstantin
tarafından kurulan bu asil şehir böyle gavurların eline geçti...”, diye
yazıyordu olayın etkisi altında kalan ve daha sonra Papa II. Pius olan Enea
Silvio Piccolomini Kardinal Nikolaus von Kues’e.[1]
Reformasyon
zamanında Hıristiyanlar Avrupa’da kendi aralarında çatışırlarken ve
birbirlerine kurşun sıkarken Osmanlı Sultanı Avrupa'ya darbe indirmek için bu
zamanı değerlendirdi. Belgrad 1521 yılında düştü, Rodos 1523’de ve 24 Temmuz
1526 tarihinde de Macar Kralı II. Ludwig yenildi. 1529 yılında Viyana dahi
kuşatma altında kaldı, Budapeşte nihayetinde 1541’de fethedildi. Macaristan’ın
Osmanlılar tarafından 1541 yılında ilhak edilmesinden sonra çatışmalar
Osmanlıların deniz hakimiyetini oluşturduğu Akdeniz'e kaydı. 1537-41 yıllarında
Venetiyanlar Ege’deki varlıklarını kaybettiler ve sürüldüler ve Kıbrısla
Hıristiyanlığın Akdeniz’in doğusundaki son kalesi de düşmüş oldu.
Martin Luther’in İslam’a bakışı Osmanlıların bu
politik ve askeri tehditi çerçevesinde değerlendirilmelidir. "... Çünkü
Türkler bize yaklaşıyor da ondan böyle gerekçelendiriyor[2] Martin Luther 1529
yılında “Türkler'e Karşı Savaş Hakkında” başlıklı yazısında Kont Philipp von
Hessen’e ithafında ve bununla aynı zamanda Avrupa’nın dört bucağını saran
korkuyu ifade ediyor: Türk tehlikesi korkusu.[3]
Martin Luther
zamanının politik koşullarından dolayı Türkler ile ilgili bir çok yazısında
İslam’ın politik ve askeri iktidarına karşı tavır almayı gerekli görüyordu.[4]
Türk yazıları denilen bu tür yazılar o zaman çok yoğundu; bu yazılar aynı
zamanda kendine özgü bir edebiyat türü[5]
oluşturmuşlardı. Luther’in 1529 yılında yayınlanan hem “Türkler’e karşı savaş
hakkında”[6],
hem de “Türkler'e karşı ordu vaazı”[7]
başlıklı yazıları koşullara bağlı olarak ortaya çıkmıştı. Daha 1529 yılında
“Savaşçıların cennetlik olup olmayacağı”[8]
yazısında “Türk savaşları”[9]
konusunda da birşeyler söyleme amacını belirtmişti. “Fakat Türk yine yurduna
döndüğü için ve biz Almanlar bu konu ile ilgili bir şey sormadığımız için
şimdi bir şey yazmanın zamanı değil”.[10] 1526
yılında kral II. Ludvvig Mohaks savaşında şehit düştüğünde -Luther o zaman kralın
dul eşine" [11]taziye
yazısı gönderiyor- politik bir dönemeç başlamış oldu: Şimdi Osmanlı Sultanı
Süleyman’a Viyana yolu açılmıştı. Avusturya Kralı Ferdinand’ın ona elçi ile
iyi komşuluk ilişkileri teklif etmesi sonuçsuz kaldığında Almanya’da
Osmanlıların daha da yaklaşacağı korkusu arttı. Bu gergin durum içersinde
Martin Luther 1524 yılında başlattığı Osmanlılarla askeri çatışma gayretlerini
uygulamaya geçirme kararı aldı.
Türk “Tanrının
falakası ve şeytanın hizmetçisi, buna hiç şüphe yok”.[12] Böyle
değerlendiriyor Luther 1529 yılındaki “Türkler’e karşı savaş hakkında”
yazısında. Türk tehlikesini teolojik açıdan böyle değerlendirmesi onunla Roma
arasında tartışma konusu oluyor. Daha 1518 tarihli “Resolutiones disputationum
de indulgentiarum virtute” yazısında, ki bu yazı 31 Ekim 1517 tarihindeki 95
maddelik tezinin açıklanması ve savunulması olarak kendini gösteriyor, bitiş
kısmında (Conclusio V) Osmanlı tehlikesini Tanrının bir cezası olarak yorumlamıştı.[13]
Bu görüş Papa X. Leo’nun 15 Haziran 1520 tarihli “Exsurge Domine”[14]
fermanında reddediliyor ve yanlış olarak kınanıyor.[15] Bunun
üzerine Luther kendi görüşünü 1520 yılındaki “Assertio omnium articularum D. M.
Lutheri per Bullam Leonis X. novissimam damnatorum”[16]
yazısında savunuyor. Türk tehlikesinin Tanrının cezası olduğu değerlendirmesini
tekrar vurguluyor. Martin Luther Papa’nın “Exsurge Domine” fermanına Latince
olarak verdiği cevapla hemen hemen eş zamanlı olarak aynı konu ile ilgili
Almanca[17]
bir yazı hazırlıyor: “Martin Luther’in tüm yazılarının neden ve sebepleri
Roma’nın fermanı ile haksız yere mahkûm edilmiştir”.[18] Bu
yazı 1521’de yayınlandı. Burada Martin Luther Hıristiyanların Osmanlılarla
girdikleri askeri çatışmalarda yaşamak zorunda kaldıkları acı tecrübeleri
hatırlatıyor. Roma’nın emir ve girişimi ile oluşan ve feci sonuçlar doğuran bu
askeri politikanın uygulanmasından dolayı Roma’yı şikayet ediyor.[19]
Luther tezini sonra daha da netleştiriyor: “Türkler’e karşı savaşmak, günahımızı
Türklerle cezalandıran Tanrıya karşı gelmekten başka bir şey değildir”.[20] Şöyle söylüyor: “Bu
yazımı Türkler'e karşı gelinmesin diye değil bilakis öncelikle kendimizi
düzeltelim ve merhametli bir Tanrı kendimizde oluşturalım diye yazdım”[21]
Luther için hayati önemi olan
merhametli Tanrı sorunu burada ilk defa ortaya çıkıyor. Bunun gerekçesi
ile ilgili soru ise burada önem arzediyor: “çünkü merhametsiz bir Tanrının
güdümü altında hakedilen düşmana karşı savaşmanın ne sonuçlar doğurduğunu
Tevrat’da yazılı tarihi olaylar bize gösteriyor”.[22] Askeri
mücadelenin ön koşulu ise Tanrıyı barıştırmak için gerçek dine dönüşün ve
tövbenin gerekli olduğunun idrak edilmesidir. “Ben hiç kimseyi Türkler’e karşı
savaşa çekmek veya çağırmak gibi bir koşulu burada öne sürmüyorum, bu ancak ilk
koşul yerine getirilirse ..., yani önce tövbe edilir ve Tanrı barıştırılır ise
olur”.[23]
Luther’in Türk
tehlikesini Tanrının bir cezası olarak değerlendirmesinden dua ve tövbe etme
uyarısı neticede ortaya çıktı. Sakson prensi Johann Friedrich’in emriyle 1541
yılında Martin Luther “Türkler’e karşı duaya çağrıyı” yazdı.[24]
1529 yılındaki her iki Türk yazılarında da sürekli olarak dua etme ve tövbe
etme çağrılarında bulunmuştu: “Rahip ve hatipler tüm gayretlerini göstererek
halkı tövbe ve dua için uyarmalıdır”.[25]
“Eğer biz bunu bize yazılı olarak aktarılan tarihten
öğrenmek istemezsek, Hıristiyanların başına gelmemesi gereken zararı yaşayana
kadar ve belaya karşı koyana kadar Türkler bize bunu kılıçla öğretecektir” diyor Martin Luther
1529 yılında yazdığı “Türkler’e karşı savaş hakkında” başlıklı yazısında[26]
ve böylece 1096 yılından beri İslamla çatışmada batının temel unsuru olan haçlı
seferleri politikasını onaylamıyor. Gerçi haçlı seferleri heyecanı çoktan
tarihe karışmış, onun yerini haçlı seferi bitkinliği, uyuşukluk ve ilgisizlik
almıştı. Fakat söz konusu olan “İslam’ın iktidarı” sorun olarak ortada
duruyordu. Ortada kalan başka bir şey ise Müslümanlarla çatışmada uygulanacak
olan strateji konusundaki uyuşmazlıktı. Haçlı seferleri politikasının
taraftarları ve karşıtları sürekli olarak inatla bu konuda görüş bildirmişlerdi.
Bunlar bir yandan Bemhard von Clairvaux, Joachim von Fiore, Jean Germain,
Aeneas Silvio Piccolomini gibi konuşmayı iyi beceren haçlı seferi taraftarları,
diğer yanda ise entel bir çözümün temsilcileri olan Petrus Venerabilis, Roger
Bacon, John Wiclif, Johannes von Segovia, Nikolaus von Kues gibi kişilerdi.[27]
Peki Martin
Luther’in tutumu neydi? Onun kendi ağzından dinleyelim: “... Eğer bir savaşçı olsaydım”
diyor, “ve savaş meydanında da
bir rahip görsem veya haçlı bayrağı, hatta haçın kendisi olsa dahi, şeytan
beni kovalıyormuş gibi oradan kaçardım ...” [28] İsa
adına savaş, haç işareti altında savaş, böyle diyor Luther, Mt 5 sayfa 38'de ve
onu takip eden sayfalarda ifade edilen barış gerçeği ile bağdaşmaz.[29]
Bu Türkler’e karşı her türlü savaşı ilke olarak yasaklamak ve menetmek anlamına
gelmez diyor. Fakat Luther bunun için iki vazgeçilmez koşul öne sürüyor:
1.Böyle bir savaş imparator adına, onun hükümranlığında ve onun komutasında
yapılmalıdır.
2.Böyle bir savaş ülkenin ve vatandaşlarının korunması için kendini
savunması gerekliliğinin vazgeçilmez koşulu olmalıdır.[30] Luther Türkler’e karşı böyle bir
savaşı değil bilakis “Hıristiyanlık adına Türkler’e karşı” [31]
olan savaşı reddediyor. Ona göre politik sorumluluk taşıyanlar bu tür
bir savaşı Hıristiyan olarak değil idarenin görevi olarak yapıyorlar: “...
böyle öğüt ettim ve yine de herkesin Hıristiyan olmak için gayret sarfetmesi
gerektiği, Türkler’den veya başkalarından acı çekmeye hazır olması gerektiği
öğütünde bulunuyorum. Kimse Hıristiyan olarak veya
Hıristiyanlık adı altında dövüşmemeli; bilakis bırakın dünyevi hükümranınız
savaşsın. Aynı bayrak ve ad altında gerçek hükümranına bağlı bir bedenin dünyevi
kulu olarak her şeyinle itaatkar şekilde yola koyulmalısın, Tanrı bunu istiyor
senden ...”[32]
Luther’in 1523 yılındaki “dünyevi kötülüğe ne kadar boyun eğilmesi gerekir”[33]
başlıklı yazısında ortaya koyduğu iki ayrı güç öğretisi olan ruhani ve dünyevi
gücün birbirlerinden tamamen ayrılması düşüncesi kuşkusuz haçlı seferleri
politikasını reddetmesinde belirleyici olmuştu. Bununla beraber diğer bir
motif ise teolojik açıdan Osmanlı tehditini Tanrının bir cezası olarak
değerlendirmesidir. Geriye bakarak şu söylenebilir: Martin Luther’in, haçlı
seferi stratejisinin dinsel nedenli (“ruhani”) bir savaş şeklinde olmasını
onaylamaması onun savaş karşıtlarının tarafında olduğunu gösteriyor, fakat
politik nedenli (“dünyevi”) bir savaşı politik iktidara sahip olanlara
bağlaması ile de (bununla dünyevi emirlerin bağımsızlaşması ve ileride de
serbestleşmesini istiyor) askeri bir yöntemi (fakat başka bir işaret
altında) tamamen dışlamıyor.[34]
Martin Luther dini
faktör olan İslam’la sistemli bir şekilde uğraşmadı. Kendisinin 1529 yılındaki
Türk yazıları öncelikle yine aynı zamandaki mektupları gibi politik olayları
yansıtan, siyasete dayalı fırsat buldukça yaptığı çalışmalardan ibaret. “Türkler’e
karşı savaş hakkında” başlıklı ilk yazısında Osmanlı tehlikesine karşı
stratejik tutumunu ortaya koymaya çalışmış ve haçlı seferlerini reddetmişti, ikinci
yazısı ise “Türkler’e karşı ordu vaazı” birincisinden daha da farklı olarak
Alman halkına Türk tehlikesine karşı dayanma çağrısını içeriyor. Yazının
amacı iki kısımdan oluşan içeriğinde kendini gösteriyor: “Bundan dolayı bu
vaazı iki kışıma bölmek istiyorum, önce belli şeyleri öğretmek sonra da
çatışmaya karşı uyarmak”.[35]
İlk kısım Luther’in dediği gibi “Türk’ün ne olduğunun ve kitaba göre ne
sayılması gerektiğinin bilinmesi zorunluluğu”[36]
açıklamasını vermeye yönelik. Bu kısım burada özel önem arzediyor.
Martin Luther Incil’deki kıyamet kehanetlerine
dayanarak İslam’ı teolojik açıdan kıyametin iktidarı olarak yorumlamaya
çalıştı. Bu, temelde çok da yeni birşey değildi. Müslümanların işgalinde olan 9.
yüzyıl Ispanya’sındaki Toledo Piskoposu Eulogius ve Kordobalı Paul Alvarus
İslam’ın hükümdarlığını Deccal’in kıyamete hazırlığı olarak yorumlamamış mıydı?
Ve 12. yüzyılda Joachim von Fiore bu kıyamet hayallerini kendine özgü şekilde
tekrar gündeme getirmemiş miydi? Hükümranlığını İspanya’da Almohadlar ve
Filistin’de Saladinler tarafından güçlenmiş olarak gördüğü İslam ona göre
Deccal’in aracı idi. Fakat bu da yetmedi, dahası da var: Kıyametin Deccal’i
ona göre halihazırda Roma’da yaşıyor ve Papalık tahtına çıkacak, yani
kilisenin kendi içinden ve kucağından yetişecek ve İslam da bunun ön habercisi.[37]
Martin Luther’in bu
tür değerlendirmede bulunmasının arkasında yatan nedenler Marburg’da Melanchton
ve Eisenach’da Friedrich Mykonius ile yapmış olduğu görüşmelerden çıkarılabilir.
“Onlara daha yıllar önce Damel’in karanlık kâhinliklerinde Türk sıkıntısını
önceden haber verdiğini bulan Fransisken Papazı Johannes Hilten’in garip
kehanetlerinden bahsetmişti”.[38]
Bundan etkilenen Martin
Luther de kendi açısından İslam’ı kıyametin iktidarı olarak yorumluyor:
“Çünkü şeytan, Daniel’in 7. bölümde dediği gibi, kuşkusuz sadece Hıristiyanlığın
dünya hükümranlığını değil aynı zamanda İsa’nın krallığını, onun kutsal
kullarını ve üyelerini inançdan uzaklaştırmak için vasıta olarak Türk’ü
seçiyor”.[39]
Burada artık sadece askeri güç olan İslam değil aynı zamanda dinsel güç olan
İslam söz konusu.
Luther, Daniel’in
kıyamet vizyonlarında Hıristiyan inancının düşmanlarını teşhis edebildiğini
sanıyordu: “Çünkü bu yazı bize, Hıristiyanlığı kıyamet gününde yakıp yıkacak
iki gaddar zalimden haber veriyor, biri hile, sahte ibadet ve öğreti ile gerçek
Hıristiyanlık inancına ve kitaba karşı gelecek, Daniel 11. kısımda bundan
bahsediyor, onun tüm Tanrılara ve ibadetlere karşı geleceği vs. (Dan 11, 36).
Sanct Paulus bunu Thesalon vaazının diğer kısmında (2 Thess 2, 3) son
Hıristiyan olarak nitelendiriyor. Bu yeterince bahsettiğimiz Papalık
makamındaki Papa’dır, diğeri ise kılıcıyla ve görünüşüyle çok vahşi olan,
Daniel’in 7. kısımda ve Christus Matthej’in 4. ve 20. kısımda, dünya da şimdiye
kadar görülmemiş bir acı ve ızdırabın kehanetinde bulunduğu kısımdaki (Dan 7,
25) kişi, yani Türk. Demek ki şeytan dünyanın sonu geleceği için
Hıristiyanlığa bu her iki gücü ile önce en vahşi şekilde saldıracak ve bize
cennete gitmeden önce son darbeyi vuracak”. [40]
Böylece Martin Luther Hıristiyan inancını korkunç bir dış ve sinsi bir iç
düşmanın pençesinde görüyor. Hıristiyanlık dış düşmana karşı silahlanmak için
öncelikle iç düşmandan kurtulmalıdır.[41]
Luther’e göre Papalık ve İslam aynı derecede Hıristiyanlık karşıtı bir konumda
bulunuyor: “O’da (yani Türk’de) Papacıdır, çünkü yaptıklarıyla kutsal ve mutlu
olacağını sanıyor, Hıristiyanlığı ve onun idaresini bozmayı, evliliği yok
etmeyi günah saymıyor, Türk’ün şiddet ve kılıçla yaptığı bu üç şeyi Papa da
yapıyor, fakat başka şekilde yani iki yüzlülükle”.[42] Luther
hem Papalık’ta hemde İslam’da aynı derecede Hıristiyan inancının düşmanlarını
gördüğü için ikisine de karşı durmanın gerekliliğini savunuyor.[43]
Daha 1520 yılındaki “Alman milletinin Hıristiyan soylularına Hıristiyanlığın
durumunun düzeltilmesi hususunda”[44]
başlıklı yazısında şöyle diyordu. “Türkler’e karşı savaşmak istiyorsak şimdi
onların en az olduğu yer olan buradan başlayalım ...”[45]
Luther Papalığı Hıristiyanlığın en kötü düşmanı
saydığı için Deccal’in varlığını İslam’da değil onda görüyor: “Mehmet’i Deccal
olarak görmüyorum, kendisi çok kaba ve ne inanç ne de akıl yürütebilecek
belirgin kara bir şeytana sahip, Romalılar ve dinsizlerin yaptığı gibi
dışarıdan Hıristiyanlığın peşine düşen putperest biri gibi... Fakat bizdeki
Papa gerçek Deccal, yüksek, sinsi, güzel ve parlak bir şeytanı var ve
Hıristiyanlığın tam merkezinde oturuyor ...”.[46]
Joachim von Fiore’de
buna benzer kıyamet vizyonları geliştirmemiş miydi? Deccal’in izini bulmak
ortaçağın sonlarına doğru çok tutulan bir konu idi. Wiklif,
Hus ve taraftarlarıda kendi zamanlarında Deccal’i bulmaya çalıştılar.[47]
Luther’in Papalık
ve İslam’a karşı olan saldırgan tutumunu bu tarihsel akım içerisinde
değerlendirmek gerekir. Luther’in yazılarına bakıldığında burada
tekrar ortaya çıkan paralellikler daha da belirginleşiyor: “Türk de Papa gibi
bir gün düşecek, çünkü hem Papa’nın hem de Türk’ün imparatorluğu, kehanetlerde
“sahte peygamber” ve “hayvan” olarak nitelendirildiği üzere (Apk 15, 1)
Tanrı’nın son iki öfkesi ve nefretidir, bunlar birbirlerine düşecekler ve ateşe
atılacaklardır" (Apk 19, 20).[48]
Türkler’in Avrupa
sahnesinde ortaya çıkışı Martin Luther için sadece askeri bir soran değil aynı
zamanda dinsel bir meydan okumadır.[49] Gerçi kendisi Hz. Muhammed
(sallallâhü aleyhi ve sellem)i beklenen Deccal olarak değerlendirmiyor, ancak
onda ve onun dininde kıyametin kesin gücünü görüyordu. Böylece de kıyametin
başladığından hiç şüphesi yoktu.[50]
Fakat nihayetinde Hıristiyan inancı galip geleceğinden[51]
İslam’ın politik ve dinsel gücünün de sonunun gelmesinin gerektiğini düşünüyordu.
“Türkler de dünya var olduğu sürece
kendilerini devirecek birilerini bulacaktır”.[52]
Martin Luther’in gözünde İslam, Deccal’i haber veren kıyamet gücü olduğundan
Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem ve Kur’ân’a karşı polemiği de buna
uygun olarak sert ve ağırdı.
“Fakat Papa nasıl
Deccal'in kendisi ise. Türk de gerçek şeytandır” diyor Martin Luther
“Türkler’e karşı savaş hakkında”[53]
başlıklı yazısında. Johannes’e (8, 44) dayanarak Hz. Muhammed sallallâhü
aleyhi ve sellem ile ilgili olarak “Şeytan yalancı ve katil biridir: Yalanları
ile ruhları, cinayetleri ile de bedeni öldürüyor”[54] diyor:
“Muhammed yalancı bir ruha sahip olduğundan ve şeytan da Kur’ân’ı ile ruhları
öldürdüğünden O’nun da yola koyulup kılıcını da alarak bedenleri öldürmek için
saldırması gerekiyordu ve böylece Türk inancı vaazlarla ve mucizelerle değil
bilakis kılıç ve katliamla ilerledi ...” [55]
Muhammed ve Kur’ân’a
karşı olan geleneksel polemikte bilinen iki suçlama konusunu Luther burada dile
getiriyor:
1.Şeytan Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) in fitnecisi ve Kur’ân
da onun eseri.'’[56]
Bu sayede Kur’ân’da iddia edilen Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)in
peygamber olarak gönderilmiş olması gerçeği geçersiz kılınmalı ve Kur’ân’ın
asıl sahibinin Tanrı olduğu görüşü çürütülmeli. Çünkü yalnız Tanrı Kur’ân’ın
tek yazarı olarak (İslam’ın görüşü böyle) bu türde bir eser ortaya koyabilir.
Bundan dolayı Kur’ân’dan daha üstün bir eser olamaz. Bu erişilemez olması
sadece edebi güzelliğinde, Arapça yazımında, ritim ve üslubunda değil bilakis
özellikle tanrısal kaynaktan gelmesinde yatıyor. Kur’ân Tanrının kendi sözü
olduğundan orijinalliğinin şaşmaz işaretlerini kendi içinde taşıyor.
2.İslam’ın yayılması savaşlar sonucu olmuştur. Bu tezi Hıristiyan olan
İslam karşıtı polemikçiler tekrar tekrar savunmuşlardır.[57] Martin
Luther de burada istisna yapmıyor: “... bu onların kanunlarında iyi bir
tanrısal eser olarak nitelendiriliyor, yani yağmalamaları, katletmeleri,
etraflarını yiyip bitirmeleri ve bozmaları ile Tanrıya hizmet ettiklerine
inanmaları”[58]
diye yazıyor. Luther burada İslam’ın, halk ağzında “kutsal savaş” diye
nitelendirilen cihad teorisi ve uygulamasını kastediyor. Fakat cihad kelimesi
etimolojik açıdan mümini “Tanrı yoluna” (Kur’ân böyle ifade ediyor[59])
götüren gayreti kastediyor: “Tanrı yolunda gayret sarfetmek” (al-cihad fi
sebilillah). Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin Mekke’den Medine’ye
yerleşmesinden kısa zaman sonra “Tanrı yolunda gayret sarfetmek” mümin
olmayanlarla mücadelede savaş şeklinde somutlaşıyor ve etkinleşiyor. Hz.
Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem), Mekke’den Medine’ye göçü (hicret)
sonucu soyundan ve kabilesinden kopmuş olarak Medine’de kendisi ile beraber göç
etmiş olan Mekkelileri ve yeni kazanılmış olan Medineli dindaşlarını “İslam
Cemiyetine” (umma) bağlayarak yeni bir topluluk kurmaya çalıştı. Bu cemiyet
komşu kavimlerde olduğu gibi varlığını aynı vasıtalarla güvence altına almıştı,
yani Medine’de yeni oluşturulan Müslüman topluluğu, kaçınılmaz şekilde politik
sahada savaş veren güç grubu olarak büyümüştü.
Luther’e göre İslam,
şeytanın gücü olarak sadece Hıristiyan inancını[60] yok
etmiyor aynı zamanda “onun tüm dünyevi idaresini de ortadan kaldırıyordu”[61],
bu Luther için yukarıda ifade edilen suçlamalardan çıkan mantıksal sonuç idi:
“Nasıl yalan inancın ve hakikatin manevi yapısını bozuyorsa, öldürme de
Tanrının koyduğu tüm dünya düzenini bozuyor”.[62] Luther
kendisinin ruhani ve dünyevi güç şeklindeki ayırımını ve iki ayrı idare
öğretisini haksız şekilde İslam’a da aktarıyor. Çünkü İslam kendini asıl
oluşumu itibari ile orijinal olan bir din ve aynı zamanda politik bir topluluk
olarak kabul ediyor: al-İslam din wa dawla. Dini, politik ve kültürel cemiyet
birdir. Devlet halkı Tanrı halkıdır, dini kanun (şeriat) devlet yasasıdır. Din ve
devlet ayrılmaz şekilde birbirine bağlanmıştır.[63]
İran’daki gelişmeler bu anlayışı tasdik etmektedir.
3.Luther ayrıca İslam’ın evlilik hükümlerini de eleştiriyor: “Üçüncü nokta
ise Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)in Kur’ân’nın evliliğe hürmet etmemesi
...”[64]
Kur’ân düzenli bir cinsel yaşam, evlilik ve aile yaşamı sağlamak için İslam
toplumunda evlenme çağına gelmiş tüm kadın ve erkelerin evlendirilmesini
emrediyor.[65]
Bir erkeğin aynı zamanda evlenebileceği kadın sayısını Kur’ân dörtle
sınırlandırdı",[66]
fakat bunun koşulu erkeğin kadınlarına adil davranması, ki bu Kur’ân’a göre
oldukça zor başarılabilecek bir şey.[67]
Evliliğin dışında da erkekler köleleri arasından seçtikleri metresleri ile de
cinsel ilişkiye girebilirler.[68]
Böyle bir evlilik ahlakı Luther’e göre evliliğin özünü tanımıyor, şayet
“herkes istediği kadar kadın alırsa ... böyle bir yapı evlilik değildir ve
evlilik de olamaz, çünkü hiç bir erkek Genesis 3‘de Tanrının söylediği şekilde
kadının düşüncesini almıyor ve hayat boyu kadının yanında olmayı düşünmüyor”.[69]
Luther İslam ile
teolojik çatışmada beliren ayırıcı Hıristiyan unsurları “Türkler’e karşı ordu
vaazında” özet olarak belirtiyor. Ona göre bu İsa’nın tanınması ile ilgili olan
inançta yatıyor: “Ve Tanrımızın kendi oğlu olan İsa, kutsal ruhun karşıladığı, bakire
olan Meryem Ana’dan doğma, Pontio Pilato zamanında acı çekmiş, çarmığa gerilmiş,
ölmüş ve gömülmüş, cehenneme kadar inmiş, üçüncü günde ölümden kalkmış ve
yeniden doğmuş, cennete yükselmiş, herşeye kadir Tanrı babanın sağ tarafında
oturuyor, oradan ölüleri ve dirileri yargılamak için tekrar gelecek vs.”[70]
Luther’e göre Hıristiyanlıktaki asıl ayırıcı nokta burada ortaya çıkıyor:
“Çünkü bu, bizim inancımızın bu maddesinde yatıyor, bundan dolayı adımız
İsevilerdir, aynı şekilde İncil ile bağlanmış, vaftiz edilmiş, İseviliğe kabul
edilmiş, aynı kutsal ruh tarafından günahlarımızın affı ile karşılanmış,
ölümden uyanıp yeniden doğacak olan ve ebedi hayata kavuşacak olan bizler,
çünkü bu yazı bizi Tanrının çocukları ve sonsuza kadar aynı şeyi paylaşacağımız
İsa’nın kardeşleri yapıyor”. [71]
Hıristiyan teolojisinin kalbi olan İsa’ya inanma asıl ayırt edici kıstas ve
Hıristiyan inancının “doruk noktasıdır.” Çünkü “bu noktada” diyor Luther “bizim
inancımız yeryüzündeki diğer dinsel inançlardan ayrı bir özellik gösteriyor,
çünkü Yahudiler’de, Türkler'de ve Sarakenerler'de bu yok ...” [72]İsa’ya
kelime-i şahadet getirmek Hıristiyan inancının asıl ifadesi olduğundan ve İslam
da kendi açısından bu temel inancı kabul etmediğinden Martin Luther’e göre
Hıristiyanlık ile İslam arasındaki teolojik ortaklık çok az, hatta tek bir
inanç ifadesine kadar düşüyor: “Hangi dindar Hıristiyanın kalbi İsa’nın
düşmanlarını görünce kararmaz, görüyoruz ki Türk, ölümden tekrar kalkacağımız
inancımızı da yerde koymuyor”.[73]
Luther’e göre İsa’ya
Kur’ân’da verilen öneme rağmen kendisinin Tanrının oğlu olarak kabul edilmemesi
düşündürücüdür. “... Kur’ân İsa’yı ve Meryem’i hiç günahı olmayanlar olarak
çok övüyor, fakat İsmail ve Yunus gibi kutsal bir peygamber olmasından başka
bir şey söylemiyor, Tanrının oğlu olduğunu ve gerçek Tanrı olduğunu inkar
ediyor”.[74]
Kur’ân’ın İsa’nın
Tanrı oğlu olduğunu kabul etmediği tartışma götürmez. Kur’ân’da (4, 171) şöyle
diyor: “Ey kitab ehli!
Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu
İsa (Allah’ın oğlu değil) yanlızca Allah’ın peygamberi ...” [75]
“Biz Meryem oğlu ve Allah’ın peygamberi İsa’yı öldürdük”[76] diye
iddia eden (Kur’ân’daki versiyon böyle) Yahudilere karşın Kur’ân şöyle açıklama
yapıyor: “Fakat onu (gerçekte) öldürmediler ve çarmığa da germediler ...”[77]
Martin Luther’in İslam’ı neden bu derece olumsuz değerlendirdiğinin belirleyici
asıl noktası burada yatıyor. Çünkü Luther için şahsen hayatının varlıksal
manasını ve aynı zamanda teolojisinin odak noktasını oluşturan şey, yani İsa’nın
çarmığa gerilip öldürülmesine[78]
dayalı theologia crucis, hem çarmıkta acı çekmesinin pratikte vuku bulması hem
de içeriği itibari ile babası olan Tanrıyı idrak etmeye sevk etmesinde yatan
çarmığa gerilmiş olması İsa’nın. Kur’ân bu konuda hiç bir ipucu vermedi ve
vermiyor. “İsa burada kurtarıcı değil, kral değil, günahların affı değil, ne
lütuf ne de kusal ruh”[79]
diye yakmıyor Luther. “Böylece ne baba, ne oğul, ne kutsal ruh, ne vaftiz, ne
takdis merasimi, ne İncil, ne inanç ne de tüm Hıristiyan öğretisi ve yapısı,
hiçbiri yok, çünkü Muhammed’in kendi öğretisi ve özellikle kılıç öğretisi var:
Türk inancının aslı da budur ...”[80]
Buna rağmen Martin
Luther’in İslam’dan olumlu yönler çıkarabilmesi Müslümanlarda kendisine bazı
açılardan örnek teşkil eden davranışlar bulmasında yatıyor.[81] Fakat
tüm bunlar onun açısından nihayetinde işin hakkaniyeti sahasına giriyor, “boş
görüntü ve hiç bir işe yaramaz”.[82]
“Çünkü” diyor Luther “bu sahada da Hıristiyanlığını bulamazsın. Hıristiyanlığın
dışında ve ona karşı olan böyle bir şey ne işe yarar?”[83]
Türk tehlikesinin
ortaya çıkması kuşkusuz Martin Luther’in kendisine yabancı olan İslam olayı
ile uğraşmaya başlamasına asıl neden olan vesile idi. Uzun zaman Kur’ân’ı
bizzat tanımak ve anlamak özlemi duymuştu, 13. yüzyılda yaşamış olan doğu
misyoneri Ricoldus de Monte Crucis’in “Contra legem Saracenorum” çalışmasının
1542 yılındaki çevirisinin önsözünde [84] böyle
yazıyordu Martin Luther. Daha 1530 yılında söylemişti bunu: “Alkoranum vero etiam num frustra cupio
legere”.[85]
Kendi söylediğine göre ancak oruç öncesi karnaval akşamında (21 Şubat) 1542‘de
bu noktaya gelebilmiştir: “Ancak şimdi bu karnavalda Kur’ân’ı Latince
gördüm, fakat çok kötü çevrilmişti, daha açık çevirisini arzu ederdim”. [86]Bu
da, eğer Luther’i doğru anlıyorsak, onun 1542 yılında Kur’ân’ı ilk defa Latince
yazılı olarak gördüğü ve okuduğu anlamına geliyor. Bu, onun daha da önce
Kur’ân’ın Latince müsvette veya en azından bazı kısımlarına sahip olduğu 1529
yılındaki “Türkler’e karşı savaş hakkında” başlıklı yazısından ortaya çıkıyor.
Orada şu okunuyor: “Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)in Kur’ân’nın
bazı kısımları elimde var, buna Almanca ister vaaz isterse nasihat densin,
Papa’nın Deccetal’i dendiği gibi” [87]ve
ilave ediyor: “Herkes bunun ne kadar menfur bir kitap olduğunu görsün diye
vaktim olduğunda bunu Almancaya çevireceğim”.[88] Bu
gerçekleşmemiş bir plan olarak ortada kaldı. Böylece onun niçin 1529 yılında
değil de, ancak 1542 yılında Kur’ân’ı okumaya başladığı sorusu ile
karşılaşıyoruz. Tahminen de akla şu geliyor. Kırklı yılların başında tekrar
birden ortaya çıkan Türk tehlikesi (2 Eylül 1541 yılında Budapeşte alındı)
Luther’in artık Kur’ân ile uğraşmasına vesile oldu. 11 Ekim 1541 yılında
“Türkler’e karşı duaya uyan çağrısı” yayınlandı ve 1542 yılının karnavalında
onun “şimdi” Kur’ân’ı okuduğunu öğreniyoruz. Kur’ân’ı okuması ile de Luther’in
İslam’a karşı polemiği daha da sertleşti. Kendisi Kur’ân’ı okuduktan sonra ve
“bu kardeşimiz Richard kitabını uydurarak yazmamış, bilakis tamamen doğrudur”[89]
yargısına varmış ve Ricoldus’un yukarıda ifade edilen tasvirinin hakikaten
İslam’ın gerçek yüzünü gösterip göstermediği yolundaki şüpheleri de ortadan
kalkmıştı. 1530 yılındaki değerlendirmesi çok farklı idi. O zaman yayınlamış
olduğu “Libellus de, ritu et moribus Turcorum” başlıklı yazısının önsözünden
kendisinin İslam hakkında iki yazılı eseri bildiği ortaya çıkıyor: Ricoldus’un
yazılı eseri ve Nikolaus von Kues’in “Cribratio Alkorani” (“Kur’ân’ın tasnifi”)
başlıklı eseri.[90]
Bu her iki çalışma hakkında da
çok olumsuz bir yargıda bulunuyor: Amaçları saf Hıristiyanları İslam’dan
soğutmakmış.[91]
Her iki eser de Kur’ân’ın hoş olmayan kısımlarından çıkarılmış, nefret ürünü
olan ve İslam’ı çürütecek güçte olmayan alıntılarmış.[92] Bu
suçlamaların haksız, Ricoldus ve Cusanus için isabetsiz olduğunu burada daha da
geniş şekilde ortaya koyamayız ve zaten bu da tartışma konusu değil.”[93]
Ancak göze çarpan
nokta şu: On iki yıl sonra, yani Luther Ricoldus’un yazısını Almancaya çevirme
işine koyulduğunda, bu 1542 yılının karnavalından sonra idi, daha doğrusu
kendisi Kur’ân’ı bizzat okuduktan sonra tüm bu serzenişler söz konusu olmaktan
çıkmıştı. Tam tersine: Luther daha önce Papa ile ilgili yaptığı ithamın şimdi
Kur’ân’da da tasdik edildiğini görüyor.[94]
Şimdiye kadar kimsenin “Muhammed’in inancının ne olduğunu öğrenmeye
çalışmamasına, Muhammed’in Hıristiyan inancının bir düşmanıymış gibi
gösterilmesiyle yetinilme- sine, fakat bilinmesi gereken nerede, nasıl ve hangi
kısımlarda bunun ortaya çıktığının öğrenilmeye çalışılmamasına” [95]
olan hayreti, Luther’in bu konuyu iyi bilmediğini gösteriyor.
Martin Luther’in
niçin Cusanus’un değil de Ricoldus’un eserini Almancaya çevirdiğini açıklamak
oldukça zor. Luther gerekçe olarak “Bu kitabı (daha iyisi olmadığı için)
Almancaya çevirmeye gerekli gördüm ...”[96]
diyor. Bu gerekçe konu itibariyle haklı değil. Çünkü Cusanus’un “Cribratio
Alkorani” yazısı yoğun ve detaylı Kur’ân araştırmasının neticesinde ve aynı
zamanda Hıristiyanlık ve İslam arasında bir anlayış köprüsü kurma ve Kur’ân’dan
Hıristiyan inancına yönlendirmeler (nanuductiones) yapma denemeleri şeklinde
olup, İstanbul’un düşmesinden doğan gergin durum da dikkate alındığında, kendi
polemiği ve kilisenin kendini haklı çıkarma sanatı içersinde ılımlı ve o zamanki
İslam karşıtı yazılar arasında da örnek teşkil eden bir eserdir. Luther’in
ifade ettiği[97] gibi İslam’ın “nerede ve nasıl kısım kısım”
Hıristiyan inancına baktığını öğrenmek için Cusanus’un “Kur’ân’ın tasnifi”
eseri onun İslam’a karşı daha anlayışlı ve daha dengeli bir tutum takınması
açısından kendisi için çok yararlı olurdu. Fakat politik yönden Osmanlı
tehlikesi nedeniyle Martin Luther’in de diğerleri gibi Türk düşmanlığı korosuna
katıldığı ve teolojik açıdan İslam’ı Papa türünde bir anlayışın eserdini olarak
sert şekilde eleştirerek yargıladığı için, Hıristiyanlık ve İslam arasında uyum
ve denge sağlamaya çalışan Cusanus’un yazısı gibi eserler onun hoşuna gitmezdi.
Belki de Nikolaus von Kues’den bile “Papa’nın Herkül’ü”[98]
olarak şüphe etti ve onu bundan dolayı 1542 yılında hiç zikretmedi."[99]
Luther’in Kur’ân’ı
okuduktan sonra İslam’a karşı sabitleşen antipatisi [100] onun,
1530 yılında daha da sert eleştirilen Ricoldus’un eserini artık Alman diline
çevirmesi sonucunu doğurdu. Bu girişiminin nedenini şöyle açıklıyor:
“Muhammed’(sallallâhü aleyhi ve sellem)in inancının ne kadar bozuk bir inanç
olduğunun biz Almanlar tarafından iyice anlaşılması ve kendi Hıristiyan
inancımızda daha da güçlenmemiz için”.[101] İşte bu nedenden
dolayı 1542’nin Ekim ayında, Robert von Ketton’un 1143 yılında Petrus
Venerabilis’in emri üzerine hazırlamış olduğu Latince Kur’ân çevirisinin o
zaman tartışmalı olan basımı için Bazel’deki konseye bir yazı ile başvurmuş ve
bunun için çaba sarfetmişti.[102]
“Kur’ân’larının ne kadar Tanrı belası, ne kadar bozuk, ne kadar umutsuz,
yalanlarla ve uydurma efsanelerle dolu bir kitap olduğunu Hıristiyanlara
göstermek sureti ile Muhammed’(sallallâhü aleyhi ve sellem)e ve Türkler’e
bundan daha çok can sıkacak ve daha fazla zarar verecek (tüm silahlardan da fazla)
şey olmaması beni buna sevketti.[103] Bu müdahalesi ile
de nihayetinde 11 Ocak 1543 yılında eserin basımına izin verildi.'[104]
Martin Luther’de buna bir önsöz yazdı.'[105]
Özetlemek gerekirse, Martin
Luther’in İslam ile çatışmasında başlıca iki önemli faktör ön plana çıkıyor:
1-Avrupa’nın
Müslüman olan Osmanlıların o zamanki askeri tehdidi altında bulunması.
2-Roma ile olan ve kendi mevcudiyetini belirleyen ihtilafı.
Luther’in yoğun
İslam eleştirisi kendini bu psikolojik baskılar ışığında, yani dışarıdan askeri
ve içeriden duygusal-teolojik baskıyla beliren bir yapıda gösteriyor. Joachim
von Fiore’de daha vizyon, Luther’de ise gerçek olan Papalık ile İslam
arasında direkt bağlantı kurulması kötü ve çok üzücü sonuçların çıkmasına etki
etmiştir.
Çünkü Luther bununla kendi zamanında tahrip edilen ve
bozulan Katolik inancının görüntüsünü kendine has bir şekilde tırmandırarak
İslam’a yansıtmış ve İslam’ı Papalık anlayışında olan imtiyaz mahsulü bir din
olarak küçümsemiştir.
Luther’in İslam’ı
Deccal‘in kıyamet gücü olarak yorumlaması, onun İslam’a özgü inanç temeline ve
inanç orijinalliğine bakmasını engellemiş, bakış açısı çoğunlukla İslam ile
teolojik çatışmada ayırıcı Hıristiyan unsurlar olan “theologia crucis’de”
odaklaşmıştır.
Not: Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemin isminin geçtiği yerlerde salavatlar tarafımdan
ilave edilmiştir. İhramcızâde İsmail Hakkı
ARG Archiv für
Reformationsgeschichte (Reformasyon tarihi arşivi).
CH Church History, New
York-Chicago 1932.
DH H. Denziger, P.
Hünermann: Enchiridion Symbolorum, Definitionum et Declarationum de rebus fidei
et morum. Kompendium der Glaubensbekenntnisse und kirchlichen
Lehrentscheidungen (Kelimei Şahadetin ve kilise karar ve öğretilerinin el
kitapçığı). Freiburg i. Br.-Basel-Rom-Wien. 199137.
h Heidelberger
Cusanus-Ausgabe: Nicolai de Cusa Opera omnia iussu et auctoritate Academia
Litterarum Heidelbergensis ad codicu fidem edita. Lipsiae 1932 sqq.; Hamburgi
1959 sqq.
MW The Müslim World.
Hartford. 1911. (1947‘ye kadar: The Moslem World).
NvKdÜ Schriften des
Nikolaus von Kues in deutscher Überset- zung (Nikolaus von Kues'in Almancaya
çevrilmiş eserleri). Hg. im Auftrag der Heidelberger Akademie der
Wissenschaften, Philosophisc- he Bibliothek (Heidelberg bilim akademisi
yayınları, felsefe kütüphanesi), Leipzig 1932 ve Hamburg 1949.
WA D. Martin Luthers
Werke. Gesamtausgabe (“Weimarer Ausgabe”). (Martin Luther’in eserleri.
Külliyat). Weimar 1883.
Kutsal Kitab (Tevrat
ve İncil):
Kutsal Kitab için
yapılan kısaltmalar Kudüs Kutsal Kitab'ındaki kısaltmalarının aynıdır.
Yayınlayan D. Arenhovel, A. Deissler, A. Vögtle. Freiburg-Basel-Wien 1968,
XIV-XV.
Kur’ân:
Kur’ân‘dan yapılan
alıntılar ve Kur’ân’a yapılan göndermeler Kur’ân’ın Almanca
çevirisindendir. Paret, H.: Der Koran. Übersetzung (Çeviri). Stuttgart-Berlin-Köln-Mainz
1966.
Buchanan, H.: Luther
and Turks. 1519-1529. ARG 47 (1956) 145-160.
Daniel, N.: İslam
and the West. The Making of an Image. Edinburg 19663.
Ebermann, R.: Die
Türkenfurcht. Ein Beitrag zur Geschichte der öffentlichen Meinung in
Deutschland wâhrend der Reformationszeit. Halle 1904.
Forell, G.W.: Luther
and the war against the Turks: CH XIV (1945) 256-271.
Hagemann, L.:
-
Der Kur’an in Verstandnis und Kritik bei
Nikolaus von Kues. Ein Beitrag zur Erhellung islamisch-christlicher Geschichte
(Frankfurter Theologische Studien, Bd. 21). Frankfurt 1976.
-
Nikolaus von Kues im Gesprâch mit dem
İslam (Christlich- Islamisches Institut: Abhandlungen 1). Altenberge 1983.
-
Christentunı und İslam zwischen
Konfrontation und Begegnung (Religionsv/issenschaftliche Studien, Bd. 4).
Altenberge-Würzburg 19943.
Hagenbach, K.R.:
Luther und der Koran vor dem Rathe zu Basel. Beitrâge zur vaterlândischen
Geschichte. Hg. von der historischen Gesellschaft in Basel, IX (1870) 291-326.
Khoury, A.Th.:
Polemigue Byzantine Contre l’îslam (VlIIe - XIIIe s.). Leiden. 19722.
Köhler, W.: Zu
Biblianders Koran-Ausgabe: Zwingliana 3/11 (1918) 349-350.
Lamparter, H.:
Luthers Stellung zum Türkenkrieg. München 1940.
Lind, R.: Luthers
Stellung zum Kreuz- und Türkenkrieg. GieSen 1940.
Luther, M.: D.
Martin Luthers Werke. Kritische Gesamtausgabe. Weimar 1883 (“Weimarer Ausgabe”
= WA).
Menzel, O.: Johannes
Kymeus: Des Babsts Hercules wider die Deudschen. Cusanus-Studien VI (Heidelberg
1941) 1-83.
Nikolaus von Kues:
-
Cribratio Alkorani (h VIII). Ed. L.
Hagemann. Hamburgi 1986.
-
Cribratio Alkorani - Sichtung des Korans.
Lat.-clt. Parallelausga- be. Hg. von L. Hagemann / R. Glei. (Philosophische
Bibliothek 420 a- c). Hamburg 1989-1993.
Nijenhuis, W.: Luther en de İslam.
Nederlands Theologische Tijdschrift 33 (1979) 195-210.
Pare t, R.:
-
Der Koran. Übersetzung.
Stuttgart-Berlin-Köln-Mainz. 1966.
-
Der Koran. Kommentar und Konkordanz.
Stuttgart-Berlin-Köln- Mainz. 1971.
Pfister, R.: Reformation, Türken,
İslam: Zwingliana 10 (1956) 345-375.
PreuB, H.: Die Vorstellungen
vom Antichrist im spâteren Mittelalter, bei Luther und in der konfessionellen
Polemik. Ein Beitrag zur Theologie Luthers und zur Geschichte der christlichen
Frömmigkeit. Leipzig 1906.
Ricoldus de Monte
Crucis: Contra legem Saracenorum. Th. Bibliander, Machumetis Sarracenorum principis
eiusque successorum vitae, ac doctrina ipseque Alcoran ... His adiectae sunt
sunt confuta- tiones multorum auctorum ... Haec omnia in unum volumen redacta
sunt, opera et studio Theodori Bibliandri... Basel 1543; Zürich 15502,
II, 83-165. Dt. Übersetzung; Verlegung des Alcoran Bruder Richardi, Prediger
Ordens, Anno 1300, Verdeutscht durch D. Martin Luther 1542: WA 53, 261-396.
Southern, R.W„: Das Islambild des
Mittelalters. Stuttgart-Berlin- Köln-Mainz. 1981.
Umhau Wolf,C.:
Luther and Mohammedanism: MW 31 (1941) 161-177.
Weier, R.:
-
Das Thema vom verborgeneıı Gott von
Nikolaus von Kues zu Martin Luther (Buchreihe der Cusanus-Gesellschaft Bd. 2).
Münster 1967.
-
Das Theologieverstândnis Martin Luthers
(Konfessionskundli- che und kontroverstheologische Studien, Bd. XXXVI).
Padernborn 1976.
Wolkan, R.(Hg.): Der Briefwechsel des
Eneas Silvius Piccolonıi- ni. III. Abteilung: Briefe als Bischof von Siena, Bd.
1 (Österreichische Geschichtsquellen, Zvveite Abteilung, Bd. 68). Wien 1918.
Kaynak: Ludwig Hagemann, Martin
Luther'in İslam Anlayışı, Özgün Adı: Martin Luther umd der İslam Çeviri: Dr.
Kuthan Kahramantürk, 1. Baskı: İzmir, Nisan 2000
[1] R. WoIkan (Yayınlayan).
Eneas Silviııs Piccolomini’nin mektupları. III. Kısım, Cilt (Avusturya Tarihi
Kaynaklan, İkinci Kısım, Cilt 68). Viyana 1918, 207.
[3] R. Ebermann. Die
Türkenfurcht (Türk Korkusu). Reformasyon esnasında Almanya’da kamuoyu düşüncesi
tarihi hakkında makale. Halle 1904.
[4]bkz. R. Lind. Luthers Stellung zum Kreuz-und Türkenkrieg (Harçlı
seferleri ve Türk savaşı konusunda Luther’in tutumu). Gieβen 1940; H.
Lamparter. Luthers Stellung zum Türkenkrieg (Türk savaşı konusunda Luther’in
tutumu). Münih 1940; G. W. Forell. Luther and the war against the Turks (Luther
ve Türkler’e karşı savaş): CH XIV (1945) 256-271; H. Buchanan. Luther and the
Turks (Luther ve Türkler) 1519-1529. ARG 47 (1956) 145-160; burada diğer
kaynakçalar mevcuttur.
[11] Macar
kra liçesin e dört teselli dolu İlâhi: W A 19, 5 5 2 -6 1 5 .
[13] WA 1, 535, 35-39:
“Licet plurimi nunc et iidem magni in ecclesia nihil aliud som- nient quam
bella adversus Turcam, scilicet non contra iniquitates, sed contra virgam
iniquitatis bellaturi deoque repugnaturi, qui per eam virgam sese visitare
dicit iniqui- (ates nostras, eo quod nos non visitamus eas”.
[14] DH 1484: “Proeliari adversus
Turcas est repugnare Deo visitanti iniquitanes nostras per illos”.
[21]a.g.y.
44 3 , 19-21.
[22] a.g.y.
443, 23-25; bkz. Jos 7, 11 ve Ri 20, 12.
22 [23] Türkler’e karşı savaş
hakkında, a.g.y. 129, 20-23; bkz. a.g.y. 129, 30-33: “Şimdi ne bir mucize, ne
de kendini düzeltmeyen ve Tanrının sözünü şimdiye kadar olduğundan daha doğru
şekilde saymayan Almanya üzerinde Tanrının özel bir merhametini görüyorum”. -
Türkler'e karşı duaya uyarı çağrısı (1541): WA 51, 594, 26-28: “Yani Türk de
bizim hocamız, bizi yetiştirmesi, bize Tanrıdan korkmayı ve dua etmeyi
öğretmesi gerekiyor, aksi taktirde kesinlikle şimdiye kadar olduğu gibi tamamen
günah çukurunda çürüyeceğiz”. - Dr. Martin Luther’in tüm yazılarının temel
nedeni ve sebebi, Roma’da ki Papa’nın fermanı ile haksız yere lanetlense dahi,
a.g.y., 443, 28-29: “Tanrı hiç işaretini, günah çıkarmayı, kavga etmeyi sormaz.
O iyi bir yaşam istiyor”. -Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y., 123, 16-18:
“Bundan dolayı dua edebilen dua itsin ki böyle bir dehşet bizim başımıza
hükümdar olmasın ve biz de Tanrının öfkesi olan böyle bir falaka ile
cezalandırılmayalım”: bkz. a.g.y., 124, 15-19; 129, 10-15. - Türkle’e karşı
ordu vaazı, a.g.y., 180, 14-15: “Ama Türk aynı zamanda Tanrının falakası ve
ayrıca Hıristiyanların ve Hıristiyan olmayanların ve sahte Hıristiyanların
üzerine günahlarından dolayı gönderilmiş bir felaket olduğu için ...” - bkz.
Ricoldus de Monte Crucis’in “Contra legem Saracenorum” eserinin Almanca
çevirisinde Luther’in önsözü: WA 53, 274, 15-25. - Türkler’e karşı duaya uyarı
çağrısı, a.g.y., 608, 24-32.
[24] WA 51,
577-625.
[25] 22 Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y., 117,
11-12; bkz. a.g.y., 117, 120-124. - Türkler’e karşı ordu vaazı. 185, 28-31;
“Bundan dolayıdır ki kulak ver sevgili kardeşim, seni uyaralım ve ikaz edelim
ki doğru Hiristiyan inancında kalasın ve senin günahların için ölmüş olan
sevgili efendin ve kurtarıcın İsa’yı inkâr etmeyesin ve unutmayasın”. -
XXXVIII. ve XXXIX. Capitel Hesechiel vom Gog: WA 30/2, 225, 36: “Şimdi herkez
bunu idrak etsin, Tanrıdan korksun ve Incil'e saygı göstersin ...”.
[27] krş. R. W. Southern. Das
Islambild des Mittelalters (Ortaçağın İslam anlayışı)-
Stuttgart-Berlin-Köln-Mainz 1981, 29-73; N. Daniel. İslam and West. The Making
of an İmage. Edinburg 19663.
[29] bkz. Türkler’e karşı
savaş hakkında, a.g.y. 100, 5-8; a.g.e. 111,13-28; a.g.y., 111,32 -112, 8.
[30] Martin Luther
tutumunu şöyle açıklıyor: “... Türkler’e karşı savaşmak isteniyorsa bu önce
kralın emrinde, onun sancağı altında ve onun adına yapılmalıdır. Çünkü ancak o
zaman herkes itaatla Tanrının yolunda olduğundan emin olabilir, biz biliyoruz
ki, kral bizim gerçek hükümdarımız ve reisimizdir, kim ona bu durumda itaat
ederse Tanrıya itaat etmiş olur, kim ona itaat etmezse Tanrıya itaat etmemiş
olur. Kim ona itaatkar ölürse, iyi bir durumda kefaret etmiş olarak ölmüş olur,
İsa’ya da inanırsa cennetlik olur ..., diğer yandan kralın davranışı saygılı,
adaletli ve mütevazı olmalı, işini samimi şekilde yapmaktan başka bir şey
düşünmemeli, kendi emri altındakilerin korumasındaki makam sorumluluğunu
yapmalı ve onlarda kralın simgesi altında
samimi olarak görevlerini yapmalı, itaat sorumluluğunu bilmelidir. Bu temiz
yürekli davranışı, krallar ve prensler büyük şeref ve Un elde etsinler,
topraklarını anırsınlar, öfke veya hırs gibi şeylerini tatmin etsinler diye
Türkler’e karşı savaşmak anlamında algılamamalısın. Çünkü bunlarda sadece
çıkar vardır, adalet ve itaatkarlık yoktur, bundan dolayıdır ki Türkler’e karşı
savaşta başarı bizim yanımızda olmamıştır”: Türkler’e karşı savaş hakkında,
a.g.e. 129, 35 - 130,31.
[34] Türkler'e karşı ordu vaazı,
a.g.y. 179, 15-24: “Hristiyanlar her şeyleriyle dünyevi hükümranlığa bağlı
olduklarından ve her biri hükümranı tarafından Türkler'e karşı savaşmaya
çağrıldığından, sadık ve itaatkar kullar olarak (şüphesiz her gerçek
Hristiyan’ın yapacağı gibi) davranmalılar ve severek yumruklarını havaya
kaldırmalı, gönül rahatlığıyla vurmalı, istedikleri kadar öldürmeli,
yağmalamalı, zarar vermeli, çünkü ancak bu şekilde bir damar harekete
geçirilebilir. Bu iş onların sadakat ve hizmetle sorumlu oldukları dünyevi
hükümdarının görevidir ve Tanrı bu görevi ona ölene dek yüklemiştir; Römer 13.
ve Titum 3. Bölüm”; krş. Röm 13,1 ve Tit 3,1.
[37] krş. R. W. Southern.
Das Islambild des Mittelalters (Ortaçağın İslam Anlayışı), a.g.y.22 ve devamı 32 ve devamı.
[39] a.g.e. 161, 26-29;
bkz. Dan 7, 25. - Martin Luther’in, Hesechiel’in Gog'dan bahseten
XXXVIII. ve XXXIX. bölümü ile ilgili yazısının önsözü; a.g.y. 223, 4-10: “Sanct
Johannis’in vahyi İlâhisinin XX. bölümünde (Apk 20, 8) Gog tanımlanıyor ve
Gog’un denizde kum gibi sayısız büyük bir ordu ile Hristiyanlığa karşı nasıl
savaşacağı ve nihayetinde gökten düşen bir ateşle nasıl yok edileceği
belirtiliyor. Biz Türkler’i bu Gog olarak görüyoruz ve ben de burada böyle
otururken Hesechiel’in 11. bölümünü yani XXXVII. ve XXXIX. kısımlarını
çevirmeye niyet ettim Luther bu iki bölümde Hıristiyanların (= İsrail) Türkler
(= Gog ve Magog) tarafından sıkıntılı bir duruma düşürüleceklerine ve
Türkler’in Tanrının ceza mahkemesi ile de çöküceğine işaret ediyor; bkz.
a.g.y. 224, 34. -225, 8. Bu yorumu Luther’in \VenzesIaus Linck’e 7 Mart tarihli
ve Nikolaus Hausmann’a 26 Ekim 1529 tarihinde yazmış olduğu mek- tublarda
buluyoruz: WA 30/2, 220. Dipnot 4.
[40] Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y. 162,1-14
[41] krş.
Veriegung Mart. Luther: WA 53, 396, 18-22: “Hıristiyanlığın dış düşmanı olan
Mehmet’e karşı başarılı olmak istiyorsak ilk önce Deccal olan ve şeytanın
yanında olduğu iç düşmanı dışlamamız gerekecek, bunu da pek çok tövbelerle ve
efendimiz ve kurtarıcımız olan İsa’ya gerçek ciddiyetle ve temiz kalpler ile
geri dönerek yapmalıyız
[43] a.g.e. 142, 27-30: “Şimdi
ne yapalım? Biri diğerinden daha dindar olsa bile Türkler’e karşı olduğu gibi
Papalığa karşı da savaşalım mı? Evet, ikisine karşı da savaşırsak haksızlık
olmaz, çünkü aynı günah aynı cezayı gerektirir”.
[45] a.g.e. 427, 16 ve devamı -
Luther, kendisinin Heretikler'den biri olarak nitelendirildiği Papa’nın 1521
yılında ki Evharistya fermanını Almancaya çevirirken 6. bölümde Papa’yı
Türkler’le karşılaştırmıştı. “O Türkler’e ve
Sarkenerler’e demir ve odun verilmesini lanetliyor, bununla Hıristiyanlığa
yararlı okluğu konusunda ciddi olduğunun dikkate alınmasını istiyor. Fakat eğer
İsa başımızda olsaydı ayağa kalkıp gider Türkler’e İncil’i vaaz ederdi, bunun
içinde hayatını ortaya koyardı: Bu, Türklerle
mücadele etmenin ve Hristiyanlığı yaymanın ,ve korumanın
Hıristiyanlık açısından doğru yolu olur. Çünkü
Türklerle bedensel çatışmaya girmek ne işe yarar? Türk ne kötülük yapıyor?
Ülkeleri fethediyor, ama hükümranlığı geçicidir. Türk’ün bize yapmadığını yapan
yani bizim bedenimizi ve ruhumuzu sömüren Papa’dan mı çekeceğiz! Türk herkesi kendi inancında özgür bırakıyor. Bunu Papa yapmıyor, bilakis kendi şeytani yalanlarını tüm
Hristiyanlık dünyasına empoze ediyor. Bu durumda Papa’nın ordusunun verdiği
maddi ve manevi zarar Türkler'inkinin on katıdır. Şayet kutsal kitaba göre İsa
peygamberin kendisi Deccal’i devirmez ve Türkler de silinmezse, o zaman da
Papaya yalvarılır”. Bulla Cene domini, Martin Luther
tarafından çevrilen “kutsal hükümran olan Papa”ın Evharistya fermanı. 1522: WA 8, 691-720; Alıntı: 708, 27 - 709, 8.
[47] krş. H. Preuβ. Die
Vorstellungen vom Antichrist im spateren Mittelalter, bei Lulher und in der
konfessionellen Polemik (Luther ve mezhep polemiklerinde ortaçağın son dönem
Deccal anlayışı). Hıristiyan dindarlık tarihi ve Luther’in teolojisi hakkında
makale. Leipzig 1906, 52 ve devamı.
[48] Vermanunge zum Gebet Wider
den Türcken (Türkler’e karşı duaya uyarı çağrısı), a.g.y. 620, 26-30.
[49] krş. WA 30/2, 121. krş. W. Holsten. Christentum und
nichtchristliche Religion nach der Auffassung Luthers (Luther’in görüşüne göre
Hıristiyanlık ve Hıristiyan olmayan din). (Allgemeine Missions-Studien, Sayı
13). Gütersloh 1932, özellikle s. 126-144;
W. Nijenhuis. Luther en de İslam. Nederlands Theologische
Tijdschrift 33 (1979) 195- 210; L. Hagemann. Christentum und İslam zwischen Konfrontation
und Begegnung (Hıristiyanlığın ve İslamiyetin karşılaşması ve çatışması).
(Religionswissenschaftliche Studien, Bd. 4). Altenberge 19943, 90-95. bkz. 127.
dipnotta da verilen kaynakçalar.
[50] krş. Türkler'e karşı ordu
vaazı, a.g.y. 171, 18; Türkler’e karşı duaya uyan çağrısı. a.g.y. 614, 29-33;
krş. 33. dipnot. *
[51] krş. WA 53, 394, 18: krş.
39. dipnotu R.W. Southern ile. Das Isiambild des Mittelalters (Ortaçağın İslâm
anlayışı), a.g.y. 71.
55
[55] a.g.y. 124, 12-17; krş.
yine a.g.y. 126, 10-14: “Muhammed’in Kuran’ı yalan ruhlu olduğu için Hıristiyanlığın hakikati karşısında
tutunamaz: O’nun böyle büyük ve güçlü bir katil olması ve herşeyi hakikat ve
adalet görüntüsü altında yapması başka türlü nasıl olabilirdi?”.
56
[56] Bu suçlama hem bizans
hem de latın kökenli İslam karşıtı polemiğin genelinde vardı. Bizans polemiği
için krş. A.-Th. Khoury. Polemique byzantine contre l’İslam (VlIIe - XIIIe). Leiden
19722, 345-352; Latin polemiği için krş. L. Hagemann. Der Kur’an in Verstândnis
und Kritik bei Nikolaus von Kues (Nikolaus von Kues’in Kuran anlayışı ve
eleştirisi). (Frankfurter Theologische Studien, Bd. 2J). Frankfurt 1976,
104-105. krş. latin gelenegi örneği olarak Martin Luther’in 1542 yılında
Almancaya çevirdiği Ricoldus’un “Contra legem Saracenorum" yazısı.
Ricoidus bu çalışmasının önsözünde şöyle yazıyor: “... in temporibus Heraclij
insurrexit veritati et dei ecclesiae homo quidam diabolus primogenitus sathanae
... Mahometus, qui consilio et auxilio illius, qui mendax et mendacij pater
est, iniquam et mendacij plenam, tamquam ex diuino ore prolatam legem
composuit, quam quidem legem Alcoranum nominauit...”: WA 53, 277, 16-20. Luther
bu yeri şöyle çeviriyor: “Heraklit’in krallığı zamanında bu dünyaya bir insan
geldi, bir şeytan ve şeytanın ilk çocuğu, hakikate ve Hıristiyan kilisesine
karşı ... Mehmet isminde. O bunu insanlara aşıladı, tüm yalancıların babası ve
yalancıların yardımcısı olarak bir kanun yayıyor,' yalanlarla dolu ve haksız,
fakat Tanrının ağzından çıkmış gibi gösterdi ve buna da Kuran dedi...”: WA 53,
276, 30-36.
[57] 55 Yazısının 10. Kısmında Ricoidus bu konuya
yaklaşımını şöyle açıklıyor: “Quam violenta sit lex Saracenorum”: a.g.y. 341,
1. Luther şöyle çeviriyor: Mehmet’in kanunu korkunç, gaddar ve hiddetlidir”:
a.g.e. 340, 30; krş. “Tiirkler'e karşı savaş hakkında” yazısı ile. a.g.y. 122,
8-12; a.g.y., 124, 12-15.
[62] “a.g.y.
126, 14-16.
[63] krş. L.
Hagemann. Christentum und Islam zwischen Konfrontation und Begegnung,a.g.y.
45-49.
[67] krş.
Kuran 4, 129.
[69] Türklere karşı savaş
hakkında, a.g.y. 126, 21-30; krş. Türkler’e karşı duaya uyarı çağrısı, a.g.y.
621, 17-18: “Türk, erkek ve kadını birbirinden çekip ayırıyor ve sanki inek
veya danaymış gibi kadını veriyor veya satıyor”. - “Bu hayvanlıktır ve düğün
olarak görülüyor, fakat bu evlilik değildir” diye yazıyor Luther Ricoldus’un
“Contra legem Saracenorum” yazısının çevirisindeki kenar notunda: WA 53, 320.
[72] a.g.y.
186, 15-17.
[78] “In Christo crucifixo
est vera Theologia et cognitio Del. Nemo venil ad Patrem nisi per me. Ego sum
ostium ete.”: WA 1, 362, 18 ve devamı; krş. Jo 14, 6 ve Jo 10, 9. Konu ile ilgili
olarak krş. R. Weiter. Das Theologieverstiindnis Martin Luthers (Martin
Luther’in teolojik anlayışı) (Konfessionskundliche und kontroverstheologische
Studien, Bd. XXXVI). Paderborn 1976, 22.
[79]
Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y. 120, 9-11.
[80]78 a.g.y. 122, 19-24.
[81]Martin Luther şu olumlu
özellikleri de vurguluyor: “Türklerin
diğer özellikleri arasında en esaslı olanı onların rahip ve din adamlarının
vakarlı, cesur ve titiz bir yaşam sürmeleridir. Onlara, bizim Papalıktaki din adamlarımız ve Papazlarımız
yanında melek denebilir ve bunlarla mukayese bile edilemez ... Diğer taraftan onların (Türklerin) kendi kiliselerinde
sık sık ibadet için biraraya geldiklerini, özenli bir terbiye, sessizlik ve
hoş davranışları olduğunu görürsün. Bizim kiliselerimizin hiç birinde böyle bir
terbiye ve sessizlik bulunmuyor ... Üçüncü nokta olarak da Türkler’in Hıristiyan
inancında değil Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)in inancında ölen
kendi azizlerine mukaddes ziyaretlerini ve anmalarını eksik etmediklerini,
onları ne derece saydıklarını ve överek yükselttiklerini görürsün ... Dördüncü
olarak da Türkler’de dış yaşam tarzlarına bakarak sert, cesur ve şerefli bir
varlık olduklarını görürsün: Şarap içmiyorlar, bizim gibi aşırı derecede içki
içip yemek yemiyorlar, basit ve süslü giyinmiyorlar, şaşaalı bina yapmıyorlar,
çalım satmıyorlar, öyle basit yemin edip lanet okumuyorlar, kral ve sahiplerine
karşı büyük bir itaat, terbiye ve onur gösteriyorlar ve orduları, bizim kendi
Alman topraklarımızda oluşturmayı arzu ettiğimiz şekilde sağlam ve hareketlidir
...”: Türkler’e karşı ordu
vaazı, a.g.y. 187, 1 - 190, 1.
[82] Martin
Luther. a.g.y. 393, 23.
[83]
Türkler’e karşı ordu vaazı, a.g.y. 190, 20-21.
[86]“WA53,272,
16 ve devamı.
[87]
Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y. 121, 30-31.
[88] a.g.y.
121, 31 - 122, 2.
[89] WA 53,
272, 18-19.
[90]
“Hactenus enim cum vehementer cuperem nosse religionem et mores Mahomista- rum,
nihil offerebatur quam quaedam confutatio Alkorani et item Cribratio Alkorani
N. de Cusa”: WA 30/2, 205, 4-7.
[91] “Videbatur sane tam ille
Confutator quam Cribrator pio studio Christianos sinıpliciores velle a Mahometo
absterrere et in Fide Christi retinere”: WA 30/2, 205, 8-10.
[92] “Sed dıım nimio student
quaeque turpissima et absurdissima ex Alkorano excerpere, quae ad odium faciunt
et ad invidiam novere possint vulgum, et bona, quae in eo sunt, vei transeunt
non confutata vel occulunt, factum est, ut parum fidei et autoritatis
invenerint, quasi vel odio illorum vel impotentia confutandi sua vulgarint”: WA
30/2, 205, 10-15.
[93]
Ricoldus de Monte Crucis bu çalışmasının amacını “Contra legem Saracenorum”
yazısının önsözünde şöyle veriyor: “Nunc autem est mihi intentio summa veritate
con- fidenti capita et principaiia mandacia iniquae legis huius ostendere et
aliis fratribus causam exhibere, propter quam facillius ad deum reuocare
possent huius impietatis haereticos”: WA 53, 277 ve devamı. Burada “saf
Hıristiyanları” Kuran'ın “en itici ve en saçma” yerlerinden alıntı yapılarak
İslamiyetten soğutmak ya da nefret uyandırılmak istenmesi söz konusu değil. Bu
suçlamalar “Cribratio Alkorani’nin” ön sözünde amacını açıklayan Cusanus’a da
uymuyor: intentio autem nostra est praesu- posito evangelio Christi übrum
Mahumeti cribrare et ostendere illa in ipso etiam libro haberi, per quae
evangelium, si attestatione indigeret, valde confirmaretur, et quod, ubi
dissentit, hoc ex ignorantia et consequenter ex perversitate intenti Mahumeti
evenisse Christo non suam gloriam sed dei patris et hominum salutem, Mahumeto
vero non dei gloriam et hominum salutem sed gloriam propriam quaerente”: Crib.
Alk. prol. 1 n. 10.
- “Ego ingenium applicui, ut etiam ex Alkorano evangelium verum
ostenderem”: a.g.y. 4, 8-9. - Cusanus’un amacı ile ilgili olarak krş. L.
Hagemann. Der Kur’an in Verstandnis und Kritik bei Nikolaus von Kues. a.g.y.
69-71. - “Cribratio Alkorani” Heidelberg Cusanus yayınları serisinde sekiz
ciltlik o/arak yayınlandı:
Hamburg 1986.
[94] WA 5 3
, 272, 6-19.
[95] a.g.y.
272, 12-15.
[96]a.g.y.
272,30-31.
[97] a.g.y.
272, 14-15.
[98] krş. O. Menzel, Johannes
Kymeus: Des Babsts Hercules wider die Deudschen (Almaniar'a karşı Papa'nm
Herkül’ü). Cusanus-Studien (Cusanus-Araştırmaları)VI (Heidelberg 1941) 1-83.
[99] krş. R. Weier. Das Thema
vom verborgenen Gott von Nikolaus von Kues zu Martin Luther (Nikolaus von
Kues’den Martin Luther’e gizemli Tanrı konusu). (Buchreihe
derCusanus-Gesellschaft Bd. 2) (Cusanus cemiyeti k i t ab serisi, cilt 2).
Münster 1967, 61. - “Cribratio Alkorani” (“Kuran’m tasnifi”) için dipnot 56’da
verilen çalışmamıza da bakabilirsiniz; krş. ayrıca L. Hagemarm. Nikolaus von
Kues im Gespıiich mit dem İslam (Nikolaus von Kues ile İslam konusunda mülakat)
(Christlich-lslamisches Institut “Hıristiyan-İslam Ensitüsü”: Abhandlungen
“Araştırmalar” 1). Altenberge 1983.
[100] krş. W. Nijenhuis.
Luther en de İslam, a.g.y. 195-210; krş. C. Umhau Wolf. Luther and
Mohammedanism: MW 31 (1941) 161-177; R. Pfister. Reformation, Türken, İslam:
Zwingliana 10 (1956) 345-375.
[101] WA 53,
272, 31 ve devamı.
100
[102] krş. K. R. Hagenbach.
Luîher und der Koran vor dem Rathe zu Basel (Bazel konseyi önünde Luther ve
Kuran). Beitrage zur vaterlandischen Geschichte. Hg. von der historisehen
Gesellschaft in Basel, IX (1870) 291-326.
[103] Luthers Brief an den
Rath zu Basel (Luther’in Bazel konseyine mektubu). K. R. Hagenbach. Luther und
der Koran vor dem Rathe zu Basel. a.g.y. 299.
[104] krş. WA 53, 561-569;
bkz. W. Köhler. Zu Biblianders Koran-Ausgabe. Zwingliana 3/11 (1918) 349-350.
[105]krş. WA 53, 569-572.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar