Print Friendly and PDF

MARTİN LUTHER'İN İSLAM ANLAYIŞI

Bunlarada Bakarsınız


Hzl: Ludwig Hagemann
(Çıkışı köhnemiş Roma ve papalığın bünyesinde barındırdığı “Soteriology ‘kurtuluş doktrini’” ne isyan olarak başlayan Martin Luther’in dini başkaldırısı daha sonra entrikalarla Roma Kilisesi tarafından yönü İslâm’a düşman bir yaklaşıma dönüştürülmüştür. Yani Roma Protestanlığın yaşama hakkını arka-planda Türk-İslâm düşmanlığına çevirmesi karşısında kabullenmiştir. Dini ayıklanma ve reformize olarak başlayan bu isyancı hareket, siyasallaşmıştır.
Siyasallaşan bütün dini hareketler kuvvet bulmak ve iktidarlar için bulunmaz nimettir. İnsanların canlarını kolayca vereceği bu hareketleri kontrol altında tutmak kolay olduğu gibi, yönlendirilmesi ise daha da kolay ve masrafsızdır. İsrail’in Ortadoğu’daki mücadelesinin temelinde dini unsurları barındırmasaydı, bir avuç toprak için çok dayanıklı bir millet yapısı oluşturamazdı.
İsyancı hareketlerin temelinde eğer din faktör aşağı sıralarda ise unutmayalım ki akıbetleri akimdir. Neticesi iki taraflı zarardan başka bir kazancı hâsıl etmez.
Yaklaşık 35 yıl önce İran’da İslam Cumhuriyetinin ilanı ile yeniden İslamlaşma olarak nitelendirilen hareket başlamış oldu. Bununla beraber diğer İslam ülkelerinde de hem sömürge dönem­lerinde İslam geleneğinin baskı altına alınmasına hem de politik bağımsızlığın elde edilmesi ile ortaya çıkan İslam'ın unutulmuşluğuna mücadeleci tepki şeklinde ortaya çıkan ve İslam'da rönesans isteyen akımlar artan oranda kendilerini göstermeye başladılar.
İslam dünyasının farklı devletlerinde beliren yenilik hareketleri hakkında medya ile her gün yayılan haberler Avrupada bir çok insanı korkutuyor. Tarihe dayalı ön yargılar, pisikolojik olarak irdelenmemiş duygular ve Avrupa’nın yeniden uyanmış İslam gücü ile muhtemelen etrafının çevrileceği korkusu ve dehşeti tekrar ortaya çıktı.
Bu gelişimin sonunu şimdiden kestirmek mümkün olmadığı için Hıristiyanlık ve İslamiyet arasındaki tarihsel süreçte sorunlarla yüklü ilişkiyi irdelemek acil bir görevmiş gibi gözüküyor. Gerçi son yirmi yıl içerisinde Hıristiyan kiliselerinde uzun zamanda gelenekler sonucu çok büyük boyutlara ulaşan bu hipoteğin bilinmesi İslam’a karşı eski polemikten vazgeçilmesi gerektiği idrakini doğurmuş ve diyalog yolununun açılmasını sağlamıştır. Ancak hâlâ gerçek bir başarı şimdiye kadar ortada yok. Geçmişin açtığı yaralar çok derin.
Bu geçmişin irdelenmesi, eski önyargıları yeniden gün ışığına çı­kartmak değil, bilakis bu önyargıların ortadan kalkması anlamındadır. Bu irdelemenin amacı, tarihi süreç içerisinde gelişmiş olan tutumları ve her zamanın kendine özgü görüşlerini ve politik durumlarını aydın­latmak: ve bunların geleneğe ve kültüre dayalı yapılarını ortaya çıkart­maktır. Bu bizim, eski çağların İslam anlayışındaki ilişkileri ve birbiri­ne bağımlılıklarını daha iyi görebilmemizi sağlayacaktır.
İslam karşıtı polemiğin tarihinde birçok isim ve yazar vardır. Martin Luther de onlardan biridir. Onun İslam ile olan ilişkisi bu yazının konusudur. Bu konu Luther araştırmalarında çok az veya hiç dile gelmediğinden bu yazımız bir başlangıç niteliğindedir. Luther'in İslam'a bakış açısı ile ilgili mezhepler arası bir tartışma lüzumsuzdur, çünkü mezheplerin hiçbiri “İslam ve Hıristiyanlık arasında ki çatışma tarihi” konusu içerisinde bu reformatör üzerinde hak iddia edemez.
Martin Luther (mevcut sebeplerden dolayı) biraz farklılık gösterse dahi kendisi bu bağlamda tamamen İslam karşıtı Hıristiyan geleneğinde yerini alıyor.
Ludwig Hagemann
Mannheim, Ocak 1998
İslam’ın başlangıcından beri Hıristiyanlık ile Müslümanlık arasın­daki ilişki sıkıntılarla doludur. Hıristiyanların Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)in peygam­ber olarak gönderilmesi gerçeğini kabul etmemeleri ve ona katılmama­ları peygamberin kendi yaşadığı zamanda dahi çatışmalara yol açmış­tır. Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) gerçi uzun zaman Hıristiyanlardan iltifatla bahsetmiş fakat sonraları İslam’ın Arap yarım adasında hüküm süren tek din ol­masını sağlamak için Hıristiyanların boyunduruk altına alınması emri­ni vermiştir.
Teolojik açıdan bu politik gelişme Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)in şu görüşlerinde kendini göstermiştir:
1-İsa’nın Hıristiyanların kabul ettiklerinin tersine Tanrının oğlu olmadığı konusundaki kararında.
2-“Peygamberlerin sonuncusu” (Kur’ân 33, 40), yani peygamber­lik tarihinin bitişi ve doruk noktası olduğu talebinde.
3-İslam’ı tek ve gerçek din olarak nitelendirmesinde (Kur’ân 3, 19).
Hem doğudaki, hem de batıdaki Hıristiyanlık âleminin İslam’ın bu ani yükselişine karşı tepkisi korku dolu oldu. İbrahim’in dinini yenileme ve tamamlama talebinde olan Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem, Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin yanlış öğretilerinin etkisi altında kalan sahte peygamber olarak görüldü.
Hıristiyanlığın ve İslam’ın çatışmalarla dolu ilişkisi yüzyıllar bo­yunca karşılıklı tehdit ve savaşlarla şekillendi. İslam’la seferber olan Araplar önce İran’ın ve sonra da Bizans İmparatorluğunun şehirlerini hemen hemen hiç yenilgi görmeksizin ele geçirdiler, Anadolu’daki, Suriye’deki ve Mısır’daki Hıristiyan bölgelerini fethettiler, Sicil­ya’daki Bizans deniz hâkimiyetini kırdılar, kuzey Afrikadan sonra İs­panya’yı dahi boyunduruk altına aldılar ve ancak 732 yılında Karl Martell sayesinde Avrupa’nın merkez bölgelerinden uzak tu tutabildiler.
Tüm ortaçağ döneminden şimdiki zamana kadar İslam’ın ortaya çıkardığı gerçek tehdit Hıristiyanlarda korku ve nefreti alevlendirdi. Kıyamet senaryolarında Deccal’in gelişinden bahsedildi.
Papa II. Urban tarafından Clermont ruhani meclisinde 1095 yılın­da ilan edilen haçlı seferi hareketi amacına ulaşamadı; Müslümanlar kutsal topraklarda sağlam şekilde yerleşmişlerdi ve tekrar ele geçirme çabası başarısızlıkla sonuçlandı. 1453 yılında İstanbul’un Osmanlıların eline geçmesi Avrupa’yı dehşete boğdu. “O kadar çok kan döküldü ki dereler şehrin içerisinden kan dolu aktı. Konstantin tarafından kuru­lan bu asil şehir böyle gavurların eline geçti...”, diye yazıyordu olayın etkisi altında kalan ve daha sonra Papa II. Pius olan Enea Silvio Piccolomini Kardinal Nikolaus von Kues’e.[1]
Reformasyon zamanında Hıristiyanlar Avrupa’da kendi aralarında çatışırlarken ve birbirlerine kurşun sıkarken Osmanlı Sultanı Avrupa'ya darbe indirmek için bu zamanı değerlendirdi. Belgrad 1521 yılında düştü, Rodos 1523’de ve 24 Temmuz 1526 tari­hinde de Macar Kralı II. Ludwig yenildi. 1529 yılında Viyana dahi kuşatma altında kaldı, Budapeşte nihayetinde 1541’de fethedildi. Macaristan’ın Osmanlılar tarafından 1541 yılında ilhak edilmesinden sonra çatışmalar Osmanlıların deniz hakimiyetini oluşturduğu Akdeniz'e kaydı. 1537-41 yıllarında Venetiyanlar Ege’deki varlıklarını kaybettiler ve sürüldüler ve Kıbrısla Hıristiyanlığın Akdeniz’in doğusundaki son kalesi de düşmüş oldu.
Martin Luther’in İslam’a bakışı Osmanlıların bu politik ve askeri tehditi çerçevesinde değerlendirilmelidir. "... Çünkü Türkler bize yaklaşıyor da ondan böyle gerekçelendiriyor[2] Martin Luther 1529 yılında “Türkler'e Karşı Savaş Hakkında” başlıklı yazısında Kont Philipp von Hessen’e ithafında ve bununla aynı zamanda Avrupa’nın dört bucağını saran korkuyu ifade ediyor: Türk tehlikesi korkusu.[3]
Martin Luther zamanının politik koşullarından dolayı Türkler ile ilgili bir çok yazısında İslam’ın politik ve askeri iktidarına karşı tavır almayı gerekli görüyordu.[4] Türk yazıları denilen bu tür yazılar o zaman çok yoğundu; bu yazılar aynı zamanda kendine özgü bir edebiyat türü[5] oluşturmuşlardı. Luther’in 1529 yılında yayınlanan hem “Türkler’e karşı savaş hakkında”[6], hem de “Türkler'e karşı ordu vaazı”[7] başlıklı yazıları koşullara bağlı olarak ortaya çıkmıştı. Daha 1529 yılında “Savaşçıların cennetlik olup olmayacağı”[8] yazısında “Türk savaşları”[9] ko­nusunda da birşeyler söyleme amacını belirtmişti. “Fakat Türk yine yurduna döndüğü için ve biz Almanlar bu konu ile ilgili bir şey sorma­dığımız için şimdi bir şey yazmanın zamanı değil”.[10] 1526 yılında kral II. Ludvvig Mohaks savaşında şehit düştüğünde -Luther o zaman kra­lın dul eşine" [11]taziye yazısı gönderiyor- politik bir dönemeç başlamış oldu: Şimdi Osmanlı Sultanı Süleyman’a Viyana yolu açılmıştı. Avus­turya Kralı Ferdinand’ın ona elçi ile iyi komşuluk ilişkileri teklif etme­si sonuçsuz kaldığında Almanya’da Osmanlıların daha da yaklaşacağı korkusu arttı. Bu gergin durum içersinde Martin Luther 1524 yılında başlattığı Osmanlılarla askeri çatışma gayretlerini uygulamaya geçir­me kararı aldı.
Türk “Tanrının falakası ve şeytanın hizmetçisi, buna hiç şüphe yok”.[12] Böyle değerlendiriyor Luther 1529 yılındaki “Türkler’e karşı savaş hakkında” yazısında. Türk tehlikesini teolojik açıdan böyle değerlendirmesi onunla Roma arasında tartışma konusu oluyor. Daha 1518 tarihli “Resolutiones disputationum de indulgentiarum virtute” yazısında, ki bu yazı 31 Ekim 1517 tarihindeki 95 maddelik tezinin açıklanması ve savunulması olarak kendini gösteriyor, bitiş kısmında (Conclusio V) Osmanlı tehlikesini Tanrının bir cezası olarak yorum­lamıştı.[13] Bu görüş Papa X. Leo’nun 15 Haziran 1520 tarihli “Exsurge Domine”[14] fermanında reddediliyor ve yanlış olarak kınanıyor.[15] Bunun üzerine Luther kendi görüşünü 1520 yılındaki “Assertio omnium articularum D. M. Lutheri per Bullam Leonis X. novissimam damnatorum”[16] yazısında savunuyor. Türk tehlikesinin Tanrının cezası olduğu değerlendirmesini tekrar vurguluyor. Martin Luther Papa’nın “Exsurge Domine” fermanına Latince olarak verdiği cevapla hemen hemen eş zamanlı olarak aynı konu ile ilgili Almanca[17] bir yazı hazırlıyor: “Martin Luther’in tüm yazılarının neden ve sebepleri Roma’nın fer­manı ile haksız yere mahkûm edilmiştir”.[18] Bu yazı 1521’de yayınlandı. Burada Martin Luther Hıristiyanların Osmanlılarla girdik­leri askeri çatışmalarda yaşamak zorunda kaldıkları acı tecrübeleri hatırlatıyor. Roma’nın emir ve girişimi ile oluşan ve feci sonuçlar doğuran bu askeri politikanın uygulanmasından dolayı Roma’yı şikayet ediyor.[19] Luther tezini sonra daha da netleştiriyor: “Türkler’e karşı savaşmak, günahımızı Türklerle cezalandıran Tanrıya karşı gelmekten başka bir şey değildir”.[20] Şöyle söylüyor: “Bu yazımı Türkler'e karşı gelinmesin diye değil bilakis öncelikle kendimizi düzeltelim ve merhametli bir Tanrı kendimizde oluşturalım diye yazdım”[21] Luther için hayati önemi olan merhametli Tanrı sorunu burada ilk defa ortaya çıkıyor. Bunun gerekçesi ile ilgili soru ise bura­da önem arzediyor: “çünkü merhametsiz bir Tanrının güdümü altında hakedilen düşmana karşı savaşmanın ne sonuçlar doğurduğunu Tevrat’da yazılı tarihi olaylar bize gösteriyor”.[22] Askeri mücadelenin ön koşulu ise Tanrıyı barıştırmak için gerçek dine dönüşün ve tövbenin gerekli olduğunun idrak edilmesidir. “Ben hiç kimseyi Türkler’e karşı savaşa çekmek veya çağırmak gibi bir koşulu burada öne sürmüyorum, bu ancak ilk koşul yerine getirilirse ..., yani önce tövbe edilir ve Tanrı barıştırılır ise olur”.[23]
Luther’in Türk tehlikesini Tanrının bir cezası olarak değerlendir­mesinden dua ve tövbe etme uyarısı neticede ortaya çıktı. Sakson pren­si Johann Friedrich’in emriyle 1541 yılında Martin Luther “Türkler’e karşı duaya çağrıyı” yazdı.[24] 1529 yılındaki her iki Türk yazılarında da sürekli olarak dua etme ve tövbe etme çağrılarında bulunmuştu: “Ra­hip ve hatipler tüm gayretlerini göstererek halkı tövbe ve dua için uyar­malıdır”.[25]
“Eğer biz bunu bize yazılı olarak aktarılan tarihten öğrenmek iste­mezsek, Hıristiyanların başına gelmemesi gereken zararı yaşayana kadar ve belaya karşı koyana kadar Türkler bize bunu kılıçla öğrete­cektir” diyor Martin Luther 1529 yılında yazdığı “Türkler’e karşı savaş hakkında” başlıklı yazısında[26] ve böylece 1096 yılından beri İslamla çatışmada batının temel unsuru olan haçlı seferleri politikasını onaylamıyor. Gerçi haçlı seferleri heyecanı çoktan tarihe karışmış, onun yerini haçlı seferi bitkinliği, uyuşukluk ve ilgisizlik almıştı. Fakat söz konusu olan “İslam’ın iktidarı” sorun olarak ortada duruyordu. Ortada kalan başka bir şey ise Müslümanlarla çatışmada uygulanacak olan strateji konusundaki uyuşmazlıktı. Haçlı seferleri politikasının taraftarları ve karşıtları sürekli olarak inatla bu konuda görüş bildir­mişlerdi. Bunlar bir yandan Bemhard von Clairvaux, Joachim von Fiore, Jean Germain, Aeneas Silvio Piccolomini gibi konuşmayı iyi beceren haçlı seferi taraftarları, diğer yanda ise entel bir çözümün temsilcileri olan Petrus Venerabilis, Roger Bacon, John Wiclif, Johannes von Segovia, Nikolaus von Kues gibi kişilerdi.[27]
Peki Martin Luther’in tutumu neydi? Onun kendi ağzından dinle­yelim: “... Eğer bir savaşçı olsaydım” diyor, “ve savaş meydanında da bir rahip görsem veya haçlı bayrağı, hatta haçın kendisi olsa dahi, şey­tan beni kovalıyormuş gibi oradan kaçardım ...” [28] İsa adına savaş, haç işareti altında savaş, böyle diyor Luther, Mt 5 sayfa 38'de ve onu takip eden sayfalarda ifade edilen barış gerçeği ile bağdaşmaz.[29] Bu Türk­ler’e karşı her türlü savaşı ilke olarak yasaklamak ve menetmek anla­mına gelmez diyor. Fakat Luther bunun için iki vazgeçilmez koşul öne sürüyor:
1.Böyle bir savaş imparator adına, onun hükümranlığında ve onun komutasında yapılmalıdır.
2.Böyle bir savaş ülkenin ve vatandaşlarının korunması için ken­dini savunması gerekliliğinin vazgeçilmez koşulu olmalıdır.[30] Luther Türkler’e karşı böyle bir savaşı değil bilakis “Hıristiyanlık adına Türkler’e karşı” [31] olan savaşı reddediyor. Ona göre politik sorumluluk taşıyanlar bu tür bir savaşı Hıristiyan olarak değil idarenin görevi olarak yapıyorlar: “... böyle öğüt ettim ve yine de herkesin Hıristiyan olmak için gayret sarfetmesi gerektiği, Türkler’den veya başkalarından acı çekmeye hazır olması gerektiği öğütünde bulunuyorum. Kimse Hıristiyan olarak veya Hıristiyanlık adı altında dövüşmemeli; bilakis bırakın dünyevi hükümranınız savaşsın. Aynı bayrak ve ad altında gerçek hükümranına bağlı bir bedenin dünyevi kulu olarak her şeyinle itaatkar şekilde yola koyulmalısın, Tanrı bunu istiyor senden ...”[32] Luther’in 1523 yılındaki “dünyevi kötülüğe ne kadar boyun eğilmesi gerekir”[33] başlıklı yazısında ortaya koyduğu iki ayrı güç öğretisi olan ruhani ve dünyevi gücün birbirlerinden tamamen ayrılması düşüncesi kuşkusuz haçlı seferleri politikasını reddetmesinde belirleyici olmuştu. Bununla beraber diğer bir motif ise teolojik açıdan Osmanlı tehditini Tanrının bir cezası olarak değerlendirmesidir. Geriye bakarak şu söylenebilir: Martin Luther’in, haçlı seferi stratejisinin dinsel nedenli (“ruhani”) bir savaş şeklinde olmasını onaylamaması onun savaş karşıtlarının tarafında olduğunu gösteriyor, fakat politik nedenli (“dünyevi”) bir savaşı politik iktidara sahip olanlara bağlaması ile de (bununla dünyevi emirlerin bağımsızlaşması ve ileride de serbestleşmesini istiyor) askeri bir yöntemi (fakat başka bir işaret altında) tamamen dışlamıyor.[34]
Martin Luther dini faktör olan İslam’la sistemli bir şekilde uğraşmadı. Kendisinin 1529 yılındaki Türk yazıları öncelikle yine aynı zamandaki mektupları gibi politik olayları yansıtan, siyasete dayalı fırsat buldukça yaptığı çalışmalardan ibaret. “Türkler’e karşı savaş hakkında” başlıklı ilk yazısında Osmanlı tehlikesine karşı stratejik tutumunu ortaya koymaya çalışmış ve haçlı seferlerini reddetmişti, ikinci yazısı ise “Türkler’e karşı ordu vaazı” birincisinden daha da farklı olarak Alman halkına Türk tehlikesine karşı dayanma çağrısını içeriyor. Yazının amacı iki kısımdan oluşan içeriğinde kendini gös­teriyor: “Bundan dolayı bu vaazı iki kışıma bölmek istiyorum, önce belli şeyleri öğretmek sonra da çatışmaya karşı uyarmak”.[35] İlk kısım Luther’in dediği gibi “Türk’ün ne olduğunun ve kitaba göre ne sayılması gerektiğinin bilinmesi zorunluluğu”[36] açıklamasını vermeye yönelik. Bu kısım burada özel önem arzediyor.
Martin Luther Incil’deki kıyamet kehanetlerine dayanarak İslam’ı teolojik açıdan kıyametin iktidarı olarak yorumlamaya çalıştı. Bu, temelde çok da yeni birşey değildi. Müslümanların işgalinde olan 9. yüzyıl Ispanya’sındaki Toledo Piskoposu Eulogius ve Kordobalı Paul Alvarus İslam’ın hükümdarlığını Deccal’in kıyamete hazırlığı olarak yorumlamamış mıydı? Ve 12. yüzyılda Joachim von Fiore bu kıyamet hayallerini kendine özgü şekilde tekrar gündeme getirmemiş miydi? Hükümranlığını İspanya’da Almohadlar ve Filistin’de Saladinler tara­fından güçlenmiş olarak gördüğü İslam ona göre Deccal’in aracı idi. Fakat bu da yetmedi, dahası da var: Kıyametin Deccal’i ona göre ha­lihazırda Roma’da yaşıyor ve Papalık tahtına çıkacak, yani kilisenin kendi içinden ve kucağından yetişecek ve İslam da bunun ön haberci­si.[37]
Martin Luther’in bu tür değerlendirmede bulunmasının arkasında yatan nedenler Marburg’da Melanchton ve Eisenach’da Friedrich Mykonius ile yapmış olduğu görüşmelerden çıkarılabilir. “Onlara da­ha yıllar önce Damel’in karanlık kâhinliklerinde Türk sıkıntısını önce­den haber verdiğini bulan Fransisken Papazı Johannes Hilten’in garip kehanetlerinden bahsetmişti”.[38] Bundan etkilenen Martin Luther de kendi açısından İslam’ı kıyametin iktidarı olarak yorumluyor: “Çünkü şeytan, Daniel’in 7. bölümde dediği gibi, kuşkusuz sadece Hıristiyan­lığın dünya hükümranlığını değil aynı zamanda İsa’nın krallığını, onun kutsal kullarını ve üyelerini inançdan uzaklaştırmak için vasıta olarak Türk’ü seçiyor”.[39] Burada artık sadece askeri güç olan İslam değil ay­nı zamanda dinsel güç olan İslam söz konusu.
Luther, Daniel’in kıyamet vizyonlarında Hıristiyan inancının düşmanlarını teşhis edebildiğini sanıyordu: “Çünkü bu yazı bize, Hıristiyanlığı kıyamet gününde yakıp yıkacak iki gaddar zalimden haber veriyor, biri hile, sahte ibadet ve öğreti ile gerçek Hıristiyanlık inancına ve kitaba karşı gelecek, Daniel 11. kısımda bundan bahsedi­yor, onun tüm Tanrılara ve ibadetlere karşı geleceği vs. (Dan 11, 36). Sanct Paulus bunu Thesalon vaazının diğer kısmında (2 Thess 2, 3) son Hıristiyan olarak nitelendiriyor. Bu yeterince bahsettiğimiz Papalık makamındaki Papa’dır, diğeri ise kılıcıyla ve görünüşüyle çok vahşi olan, Daniel’in 7. kısımda ve Christus Matthej’in 4. ve 20. kısımda, dünya da şimdiye kadar görülmemiş bir acı ve ızdırabın kehanetinde bulunduğu kısımdaki (Dan 7, 25) kişi, yani Türk. Demek ki şeytan dünyanın sonu geleceği için Hıristiyanlığa bu her iki gücü ile önce en vahşi şekilde saldıracak ve bize cennete gitmeden önce son darbeyi vuracak”. [40] Böylece Martin Luther Hıristiyan inancını korkunç bir dış ve sinsi bir iç düşmanın pençesinde görüyor. Hıristiyanlık dış düşmana karşı silahlanmak için öncelikle iç düşmandan kurtulmalıdır.[41] Luther’e göre Papalık ve İslam aynı derecede Hıris­tiyanlık karşıtı bir konumda bulunuyor: “O’da (yani Türk’de) Papacıdır, çünkü yaptıklarıyla kutsal ve mutlu olacağını sanıyor, Hıris­tiyanlığı ve onun idaresini bozmayı, evliliği yok etmeyi günah saymıyor, Türk’ün şiddet ve kılıçla yaptığı bu üç şeyi Papa da yapıyor, fakat başka şekilde yani iki yüzlülükle”.[42] Luther hem Papalık’ta hemde İslam’da aynı derecede Hıristiyan inancının düşmanlarını gördüğü için ikisine de karşı durmanın gerekliliğini savunuyor.[43] Daha 1520 yılındaki “Alman milletinin Hıristiyan soylularına Hıristiyanlığın durumunun düzeltilmesi hususunda”[44] başlıklı yazısında şöyle diyordu. “Türkler’e karşı savaşmak istiyorsak şimdi onların en az olduğu yer olan buradan başlayalım ...”[45]
Luther Papalığı Hıristiyanlığın en kötü düşmanı saydığı için Deccal’in varlığını İslam’da değil onda görüyor: “Mehmet’i Deccal olarak görmüyorum, kendisi çok kaba ve ne inanç ne de akıl yürütebilecek belirgin kara bir şeytana sahip, Romalılar ve dinsizlerin yaptığı gibi dışarıdan Hıristiyanlığın peşine düşen putperest biri gibi... Fakat bizdeki Papa gerçek Deccal, yüksek, sinsi, güzel ve parlak bir şeytanı var ve Hıristiyanlığın tam merkezinde oturuyor ...”.[46]
Joachim von Fiore’de buna benzer kıyamet vizyonları geliştirme­miş miydi? Deccal’in izini bulmak ortaçağın sonlarına doğru çok tutu­lan bir konu idi. Wiklif, Hus ve taraftarlarıda kendi zamanlarında Deccal’i bulmaya çalıştılar.[47]
Luther’in Papalık ve İslam’a karşı olan saldırgan tutumunu bu tarihsel akım içerisinde değerlendirmek gerekir. Luther’in yazılarına bakıldığında burada tekrar ortaya çıkan paralellik­ler daha da belirginleşiyor: “Türk de Papa gibi bir gün düşecek, çünkü hem Papa’nın hem de Türk’ün imparatorluğu, kehanetlerde “sahte peygamber” ve “hayvan” olarak nitelendirildiği üzere (Apk 15, 1) Tanrı’nın son iki öfkesi ve nefretidir, bunlar birbirlerine düşecekler ve ate­şe atılacaklardır" (Apk 19, 20).[48]
Türkler’in Avrupa sahnesinde ortaya çıkışı Martin Luther için sa­dece askeri bir soran değil aynı zamanda dinsel bir meydan okumadır.[49] Gerçi kendisi Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)i beklenen Deccal olarak değerlendirmiyor, ancak onda ve onun dininde kıyametin kesin gücünü görüyordu. Böylece de kıyametin başladığından hiç şüphesi yoktu.[50] Fakat nihayetinde Hıristiyan inancı galip geleceğinden[51] İslam’ın politik ve dinsel gücü­nün de sonunun gelmesinin gerektiğini düşünüyordu. “Türkler de dün­ya var olduğu sürece kendilerini devirecek birilerini bulacaktır”.[52] Mar­tin Luther’in gözünde İslam, Deccal’i haber veren kıyamet gücü oldu­ğundan Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem ve Kur’ân’a karşı polemiği de buna uygun olarak sert ve ağırdı.
“Fakat Papa nasıl Deccal'in kendisi ise. Türk de gerçek şeytandır” diyor Martin Luther “Türkler’e karşı savaş hakkında”[53] başlıklı yazı­sında. Johannes’e (8, 44) dayanarak Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem ile ilgili olarak “Şey­tan yalancı ve katil biridir: Yalanları ile ruhları, cinayetleri ile de bede­ni öldürüyor”[54] diyor: “Muhammed yalancı bir ruha sahip olduğundan ve şeytan da Kur’ân’ı ile ruhları öldürdüğünden O’nun da yola koyulup kılıcını da alarak bedenleri öldürmek için saldırması gerekiyordu ve böylece Türk inancı vaazlarla ve mucizelerle değil bilakis kılıç ve kat­liamla ilerledi ...” [55]
Muhammed ve Kur’ân’a karşı olan geleneksel polemikte bilinen iki suçlama konusunu Luther burada dile getiriyor:
1.Şeytan Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) in fitnecisi ve Kur’ân da onun eseri.'’[56] Bu sayede Kur’ân’da iddia edilen Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)in peygamber olarak gön­derilmiş olması gerçeği geçersiz kılınmalı ve Kur’ân’ın asıl sahibinin Tanrı olduğu görüşü çürütülmeli. Çünkü yalnız Tanrı Kur’ân’ın tek yazarı olarak (İslam’ın görüşü böyle) bu türde bir eser ortaya koyabilir. Bundan dolayı Kur’ân’dan daha üstün bir eser olamaz. Bu erişilemez olması sadece edebi güzelliğinde, Arapça yazımında, ritim ve üslubun­da değil bilakis özellikle tanrısal kaynaktan gelmesinde yatıyor. Kur’ân Tanrının kendi sözü olduğundan orijinalliğinin şaşmaz işaretlerini kendi içinde taşıyor.
2.İslam’ın yayılması savaşlar sonucu olmuştur. Bu tezi Hıristiyan olan İslam karşıtı polemikçiler tekrar tekrar savunmuşlardır.[57] Martin Luther de burada istisna yapmıyor: “... bu onların kanunlarında iyi bir tanrısal eser olarak nitelendiriliyor, yani yağmalamaları, katletmeleri, etraflarını yiyip bitirmeleri ve bozmaları ile Tanrıya hizmet ettiklerine inanmaları”[58] diye yazıyor. Luther burada İslam’ın, halk ağzında “kut­sal savaş” diye nitelendirilen cihad teorisi ve uygulamasını kastediyor. Fakat cihad kelimesi etimolojik açıdan mümini “Tanrı yoluna” (Kur’ân böyle ifade ediyor[59]) götüren gayreti kastediyor: “Tanrı yolunda gayret sarfetmek” (al-cihad fi sebilillah). Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemin Mekke’den Medi­ne’ye yerleşmesinden kısa zaman sonra “Tanrı yolunda gayret sarfetmek” mümin olmayanlarla mücadelede savaş şeklinde somutlaşıyor ve etkinleşiyor. Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem), Mekke’den Medine’ye göçü (hicret) sonucu soyundan ve kabilesinden kopmuş olarak Medine’de kendisi ile beraber göç etmiş olan Mekkelileri ve yeni kazanılmış olan Medineli din­daşlarını “İslam Cemiyetine” (umma) bağlayarak yeni bir topluluk kurmaya çalıştı. Bu cemiyet komşu kavimlerde olduğu gibi varlığını aynı vasıtalarla güvence altına almıştı, yani Medine’de yeni oluşturu­lan Müslüman topluluğu, kaçınılmaz şekilde politik sahada savaş veren güç grubu olarak büyümüştü.
Luther’e göre İslam, şeytanın gücü olarak sadece Hıristiyan inancını[60] yok etmiyor aynı zamanda “onun tüm dünyevi idaresini de ortadan kaldırıyordu”[61], bu Luther için yukarıda ifade edilen suçla­malardan çıkan mantıksal sonuç idi: “Nasıl yalan inancın ve hakikatin manevi yapısını bozuyorsa, öldürme de Tanrının koyduğu tüm dünya düzenini bozuyor”.[62] Luther kendisinin ruhani ve dünyevi güç şeklin­deki ayırımını ve iki ayrı idare öğretisini haksız şekilde İslam’a da aktarıyor. Çünkü İslam kendini asıl oluşumu itibari ile orijinal olan bir din ve aynı zamanda politik bir topluluk olarak kabul ediyor: al-İslam din wa dawla. Dini, politik ve kültürel cemiyet birdir. Devlet halkı Tanrı halkıdır, dini kanun (şeriat) devlet yasasıdır. Din ve devlet ayrılmaz şekilde birbirine bağlanmıştır.[63] İran’daki gelişmeler bu anlayışı tasdik etmektedir.
3.Luther ayrıca İslam’ın evlilik hükümlerini de eleştiriyor: “Üçüncü nokta ise Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)in Kur’ân’nın evliliğe hürmet etmeme­si ...”[64] Kur’ân düzenli bir cinsel yaşam, evlilik ve aile yaşamı sağlamak için İslam toplumunda evlenme çağına gelmiş tüm kadın ve erkelerin evlendirilmesini emrediyor.[65] Bir erkeğin aynı zamanda evlenebileceği kadın sayısını Kur’ân dörtle sınırlandırdı",[66] fakat bunun koşulu erkeğin kadınlarına adil davranması, ki bu Kur’ân’a göre oldukça zor başarıla­bilecek bir şey.[67] Evliliğin dışında da erkekler köleleri arasından seçtik­leri metresleri ile de cinsel ilişkiye girebilirler.[68] Böyle bir evlilik ahla­kı Luther’e göre evliliğin özünü tanımıyor, şayet “herkes istediği ka­dar kadın alırsa ... böyle bir yapı evlilik değildir ve evlilik de olamaz, çünkü hiç bir erkek Genesis 3‘de Tanrının söylediği şekilde kadının düşüncesini almıyor ve hayat boyu kadının yanında olmayı düşünmü­yor”.[69]
Luther İslam ile teolojik çatışmada beliren ayırıcı Hıristiyan unsurları “Türkler’e karşı ordu vaazında” özet olarak belirtiyor. Ona göre bu İsa’nın tanınması ile ilgili olan inançta yatıyor: “Ve Tanrımızın kendi oğlu olan İsa, kutsal ruhun karşıladığı, bakire olan Meryem Ana’dan doğma, Pontio Pilato zamanında acı çekmiş, çarmığa geril­miş, ölmüş ve gömülmüş, cehenneme kadar inmiş, üçüncü günde ölümden kalkmış ve yeniden doğmuş, cennete yükselmiş, herşeye kadir Tanrı babanın sağ tarafında oturuyor, oradan ölüleri ve dirileri yargılamak için tekrar gelecek vs.”[70] Luther’e göre Hıristiyanlıktaki asıl ayırıcı nokta burada ortaya çıkıyor: “Çünkü bu, bizim inancımızın bu maddesinde yatıyor, bundan dolayı adımız İsevilerdir, aynı şekilde İncil ile bağlanmış, vaftiz edilmiş, İseviliğe kabul edilmiş, aynı kutsal ruh tarafından günahlarımızın affı ile karşılanmış, ölümden uyanıp yeniden doğacak olan ve ebedi hayata kavuşacak olan bizler, çünkü bu yazı bizi Tanrının çocukları ve sonsuza kadar aynı şeyi paylaşacağımız İsa’nın kardeşleri yapıyor”. [71] Hıristiyan teolojisinin kalbi olan İsa’ya inanma asıl ayırt edici kıstas ve Hıristiyan inancının “doruk noktasıdır.” Çünkü “bu noktada” diyor Luther “bizim inancımız yeryüzündeki diğer dinsel inançlardan ayrı bir özellik gösteriyor, çünkü Yahudiler’de, Türkler'de ve Sarakenerler'de bu yok ...” [72]İsa’ya kelime-i şahadet getirmek Hıristiyan inancının asıl ifadesi olduğundan ve İslam da kendi açısından bu temel inancı kabul etmediğinden Martin Luther’e göre Hıristiyanlık ile İslam arasındaki teolojik ortaklık çok az, hatta tek bir inanç ifadesine kadar düşüyor: “Hangi dindar Hıristiyanın kalbi İsa’nın düşmanlarını görünce kararmaz, görüyoruz ki Türk, ölümden tekrar kalkacağımız inancımızı da yerde koymuyor”.[73]
Luther’e göre İsa’ya Kur’ân’da verilen öneme rağmen kendisinin Tanrının oğlu olarak kabul edilmemesi düşündürücüdür. “... Kur’ân İsa’yı ve Meryem’i hiç günahı olmayanlar olarak çok övüyor, fakat İsmail ve Yunus gibi kutsal bir peygamber olmasından başka bir şey söylemiyor, Tanrının oğlu olduğunu ve gerçek Tanrı olduğunu inkar ediyor”.[74]
Kur’ân’ın İsa’nın Tanrı oğlu olduğunu kabul etmediği tartışma götürmez. Kur’ân’da (4, 171) şöyle diyor: “Ey kitab ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa (Allah’ın oğlu değil) yanlızca Allah’ın peygamberi ...” [75] “Biz Meryem oğlu ve Allah’ın peygamberi İsa’yı öldürdük”[76] diye iddia eden (Kur’ân’daki versiyon böyle) Yahudilere karşın Kur’ân şöyle açıklama yapıyor: “Fakat onu (gerçekte) öldürmediler ve çarmığa da germediler ...”[77] Martin Luther’in İslam’ı neden bu derece olumsuz değerlendirdiğinin belirleyici asıl noktası burada yatıyor. Çünkü Luther için şahsen hayatının varlıksal manasını ve aynı zamanda teolo­jisinin odak noktasını oluşturan şey, yani İsa’nın çarmığa gerilip öldürülmesine[78] dayalı theologia crucis, hem çarmıkta acı çekmesinin pratikte vuku bulması hem de içeriği itibari ile babası olan Tanrıyı idrak etmeye sevk etmesinde yatan çarmığa gerilmiş olması İsa’nın. Kur’ân bu konuda hiç bir ipucu vermedi ve vermiyor. “İsa burada kurtarıcı değil, kral değil, günahların affı değil, ne lütuf ne de kusal ruh”[79] diye yakmıyor Luther. “Böylece ne baba, ne oğul, ne kutsal ruh, ne vaftiz, ne takdis merasimi, ne İncil, ne inanç ne de tüm Hıristiyan öğretisi ve yapısı, hiçbiri yok, çünkü Muhammed’in kendi öğretisi ve özellikle kılıç öğretisi var: Türk inancının aslı da budur ...”[80]
Buna rağmen Martin Luther’in İslam’dan olumlu yönler çıkara­bilmesi Müslümanlarda kendisine bazı açılardan örnek teşkil eden davranışlar bulmasında yatıyor.[81] Fakat tüm bunlar onun açısından nihayetinde işin hakkaniyeti sahasına giriyor, “boş görüntü ve hiç bir işe yaramaz”.[82] “Çünkü” diyor Luther “bu sahada da Hıristiyanlığını bulamazsın. Hıristiyanlığın dışında ve ona karşı olan böyle bir şey ne işe yarar?”[83]
Türk tehlikesinin ortaya çıkması kuşkusuz Martin Luther’in ken­disine yabancı olan İslam olayı ile uğraşmaya başlamasına asıl neden olan vesile idi. Uzun zaman Kur’ân’ı bizzat tanımak ve anlamak özle­mi duymuştu, 13. yüzyılda yaşamış olan doğu misyoneri Ricoldus de Monte Crucis’in “Contra legem Saracenorum” çalışmasının 1542 yılındaki çevirisinin önsözünde [84] böyle yazıyordu Martin Luther. Daha 1530 yılında söylemişti bunu: “Alkoranum vero etiam num frustra cupio legere”.[85] Kendi söylediğine göre ancak oruç öncesi karnaval akşamında (21 Şubat) 1542‘de bu noktaya gelebilmiştir: “Ancak şimdi bu karnavalda Kur’ân’ı Latince gördüm, fakat çok kötü çevrilmişti, daha açık çevirisini arzu ederdim”. [86]Bu da, eğer Luther’i doğru anlıyorsak, onun 1542 yılında Kur’ân’ı ilk defa Latince yazılı olarak gördüğü ve okuduğu anlamına geliyor. Bu, onun daha da önce Kur’ân’ın Latince müsvette veya en azından bazı kısımlarına sahip olduğu 1529 yılındaki “Türkler’e karşı savaş hakkında” başlıklı yazısından ortaya çıkıyor. Orada şu okunuyor: “Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)in Kur’ân’nın bazı kısımları elimde var, buna Almanca ister vaaz isterse nasihat densin, Papa’nın Deccetal’i dendiği gibi” [87]ve ilave ediyor: “Herkes bunun ne kadar menfur bir kitap olduğunu görsün diye vak­tim olduğunda bunu Almancaya çevireceğim”.[88] Bu gerçekleşmemiş bir plan olarak ortada kaldı. Böylece onun niçin 1529 yılında değil de, ancak 1542 yılında Kur’ân’ı okumaya başladığı sorusu ile karşılaşıyoruz. Tahminen de akla şu geliyor. Kırklı yılların başında tekrar birden ortaya çıkan Türk tehlikesi (2 Eylül 1541 yılında Budapeşte alındı) Luther’in artık Kur’ân ile uğraşmasına vesile oldu. 11 Ekim 1541 yılında “Türkler’e karşı duaya uyan çağrısı” yayınlandı ve 1542 yılının karnavalında onun “şimdi” Kur’ân’ı okuduğunu öğreniy­oruz. Kur’ân’ı okuması ile de Luther’in İslam’a karşı polemiği daha da sertleşti. Kendisi Kur’ân’ı okuduktan sonra ve “bu kardeşimiz Richard kitabını uydurarak yazmamış, bilakis tamamen doğrudur”[89] yargısına varmış ve Ricoldus’un yukarıda ifade edilen tasvirinin hakikaten İslam’ın gerçek yüzünü gösterip göstermediği yolundaki şüpheleri de ortadan kalkmıştı. 1530 yılındaki değerlendirmesi çok farklı idi. O zaman yayınlamış olduğu “Libellus de, ritu et moribus Turcorum” başlıklı yazısının önsözünden kendisinin İslam hakkında iki yazılı eseri bildiği ortaya çıkıyor: Ricoldus’un yazılı eseri ve Nikolaus von Kues’in “Cribratio Alkorani” (“Kur’ân’ın tasnifi”) başlıklı eseri.[90] Bu her iki çalışma hakkında da çok olumsuz bir yargıda bulunuyor: Amaçları saf Hıristiyanları İslam’dan soğutmakmış.[91] Her iki eser de Kur’ân’ın hoş olmayan kısımlarından çıkarılmış, nefret ürünü olan ve İslam’ı çürütecek güçte olmayan alıntılarmış.[92] Bu suçlamaların haksız, Ricoldus ve Cusanus için isabetsiz olduğunu burada daha da geniş şekilde ortaya koyamayız ve zaten bu da tartışma konusu değil.”[93]
Ancak göze çarpan nokta şu: On iki yıl sonra, yani Luther Ricoldus’un yazısını Almancaya çevirme işine koyulduğunda, bu 1542 yılının kar­navalından sonra idi, daha doğrusu kendisi Kur’ân’ı bizzat okuduktan sonra tüm bu serzenişler söz konusu olmaktan çıkmıştı. Tam tersine: Luther daha önce Papa ile ilgili yaptığı ithamın şimdi Kur’ân’da da tas­dik edildiğini görüyor.[94] Şimdiye kadar kimsenin “Muhammed’in inancının ne olduğunu öğrenmeye çalışmamasına, Muhammed’in Hıristiyan inancının bir düşmanıymış gibi gösterilmesiyle yetinilme- sine, fakat bilinmesi gereken nerede, nasıl ve hangi kısımlarda bunun ortaya çıktığının öğrenilmeye çalışılmamasına” [95] olan hayreti, Luther’in bu konuyu iyi bilmediğini gösteriyor.
Martin Luther’in niçin Cusanus’un değil de Ricoldus’un eserini Almancaya çevirdiğini açıklamak oldukça zor. Luther gerekçe olarak “Bu kitabı (daha iyisi olmadığı için) Almancaya çevirmeye gerekli gördüm ...”[96] diyor. Bu gerekçe konu itibariyle haklı değil. Çünkü Cusanus’un “Cribratio Alkorani” yazısı yoğun ve detaylı Kur’ân araştırmasının neticesinde ve aynı zamanda Hıristiyanlık ve İslam arasında bir anlayış köprüsü kurma ve Kur’ân’dan Hıristiyan inancına yönlendirmeler (nanuductiones) yapma denemeleri şeklinde olup, İstanbul’un düşmesinden doğan gergin durum da dikkate alındığında, kendi polemiği ve kilisenin kendini haklı çıkarma sanatı içersinde ılımlı ve o zamanki İslam karşıtı yazılar arasında da örnek teşkil eden bir eserdir. Luther’in ifade ettiği[97]  gibi İslam’ın “nerede ve nasıl kısım kısım” Hıristiyan inancına baktığını öğrenmek için Cusanus’un “Kur’ân’ın tasnifi” eseri onun İslam’a karşı daha anlayışlı ve daha den­geli bir tutum takınması açısından kendisi için çok yararlı olurdu. Fakat politik yönden Osmanlı tehlikesi nedeniyle Martin Luther’in de diğerleri gibi Türk düşmanlığı korosuna katıldığı ve teolojik açıdan İslam’ı Papa türünde bir anlayışın eserdini olarak sert şekilde eleştirerek yargıladığı için, Hıristiyanlık ve İslam arasında uyum ve denge sağlamaya çalışan Cusanus’un yazısı gibi eserler onun hoşuna gitmez­di. Belki de Nikolaus von Kues’den bile “Papa’nın Herkül’ü”[98] olarak şüphe etti ve onu bundan dolayı 1542 yılında hiç zikretmedi."[99]
Luther’in Kur’ân’ı okuduktan sonra İslam’a karşı sabitleşen antipatisi [100] onun, 1530 yılında daha da sert eleştirilen Ricoldus’un eserini artık Alman diline çevirmesi sonucunu doğurdu. Bu girişiminin nedenini şöyle açıklıyor: “Muhammed’(sallallâhü aleyhi ve sellem)in inancının ne kadar bozuk bir inanç olduğunun biz Almanlar tarafından iyice anlaşılması ve kendi Hıristiyan inancımızda daha da güçlenmemiz için”.[101] İşte bu nedenden dolayı 1542’nin Ekim ayında, Robert von Ketton’un 1143 yılında Petrus Venerabilis’in emri üzerine hazırlamış olduğu Latince Kur’ân çevirisinin o zaman tartışmalı olan basımı için Bazel’deki konseye bir yazı ile başvurmuş ve bunun için çaba sarfetmişti.[102] “Kur’ân’larının ne kadar Tanrı belası, ne kadar bozuk, ne kadar umutsuz, yalanlarla ve uydurma efsanelerle dolu bir kitap olduğunu Hıristiyanlara göstermek sureti ile Muhammed’(sallallâhü aleyhi ve sellem)e ve Türkler’e bundan daha çok can sıkacak ve daha fazla zarar verecek (tüm silahlardan da fazla) şey olmaması beni buna sevketti.[103] Bu müdahalesi ile de nihayetinde 11 Ocak 1543 yılında eserin basımına izin verildi.'[104] Martin Luther’de buna bir önsöz yazdı.'[105]
Özetlemek gerekirse, Martin Luther’in İslam ile çatışmasında başlıca iki önemli faktör ön plana çıkıyor:
1-Avrupa’nın Müslüman olan Osmanlıların o zamanki askeri tehdidi altında bulunması.
2-Roma ile olan ve kendi mevcudiyetini belirleyen ihtilafı.
Luther’in yoğun İslam eleştirisi kendini bu psikolojik baskılar ışığında, yani dışarıdan askeri ve içeriden duygusal-teolojik baskıyla beliren bir yapıda gösteriyor. Joachim von Fiore’de daha vizyon, Luther’de ise gerçek olan Papalık ile İslam arasında direkt bağlantı kurulması kötü ve çok üzücü sonuçların çıkmasına etki etmiştir.
Çünkü Luther bununla kendi zamanında tahrip edilen ve bozulan Katolik inancının görüntüsünü kendine has bir şekilde tırmandırarak İslam’a yansıtmış ve İslam’ı Papalık anlayışında olan imtiyaz mahsulü bir din olarak küçümsemiştir.
Luther’in İslam’ı Deccal‘in kıyamet gücü olarak yorumlaması, onun İslam’a özgü inanç temeline ve inanç orijinalliğine bakmasını engellemiş, bakış açısı çoğunlukla İslam ile teolojik çatışmada ayırıcı Hıristiyan unsurlar olan “theologia crucis’de” odaklaşmıştır.
Not: Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin isminin geçtiği yerlerde salavatlar tarafımdan ilave edilmiştir. İhramcızâde İsmail Hakkı
ARG Archiv für Reformationsgeschichte (Reformasyon tarihi ar­şivi).
CH Church History, New York-Chicago 1932.
DH H. Denziger, P. Hünermann: Enchiridion Symbolorum, Definitionum et Declarationum de rebus fidei et morum. Kompendium der Glaubensbekenntnisse und kirchlichen Lehrentscheidungen (Kelimei Şahadetin ve kilise karar ve öğretilerinin el kitapçığı). Freiburg i. Br.-Basel-Rom-Wien. 199137.
h Heidelberger Cusanus-Ausgabe: Nicolai de Cusa Opera omnia iussu et auctoritate Academia Litterarum Heidelbergensis ad codicu fidem edita. Lipsiae 1932 sqq.; Hamburgi 1959 sqq.
MW The Müslim World. Hartford. 1911. (1947‘ye kadar: The Moslem World).
NvKdÜ Schriften des Nikolaus von Kues in deutscher Überset- zung (Nikolaus von Kues'in Almancaya çevrilmiş eserleri). Hg. im Auftrag der Heidelberger Akademie der Wissenschaften, Philosophisc- he Bibliothek (Heidelberg bilim akademisi yayınları, felsefe kütüpha­nesi), Leipzig 1932 ve Hamburg 1949.
WA D. Martin Luthers Werke. Gesamtausgabe (“Weimarer Ausgabe”). (Martin Luther’in eserleri. Külliyat). Weimar 1883.
Kutsal Kitab (Tevrat ve İncil):
Kutsal Kitab için yapılan kısaltmalar Kudüs Kutsal Kitab'ındaki kısaltmalarının aynıdır. Yayınlayan D. Arenhovel, A. Deissler, A. Vögtle. Freiburg-Basel-Wien 1968, XIV-XV.
Kur’ân:
Kur’ân‘dan yapılan alıntılar ve Kur’âna yapılan göndermeler Kur’ân’ın Almanca çevirisindendir. Paret, H.: Der Koran. Übersetzung (Çeviri). Stuttgart-Berlin-Köln-Mainz 1966.
Buchanan, H.: Luther and Turks. 1519-1529. ARG 47 (1956) 145-160.
Daniel, N.: İslam and the West. The Making of an Image. Edinburg 19663.
Ebermann, R.: Die Türkenfurcht. Ein Beitrag zur Geschichte der öffentlichen Meinung in Deutschland wâhrend der Reformationszeit. Halle 1904.
Forell, G.W.: Luther and the war against the Turks: CH XIV (1945) 256-271.
Hagemann, L.:
-              Der Kur’an in Verstandnis und Kritik bei Nikolaus von Kues. Ein Beitrag zur Erhellung islamisch-christlicher Geschichte (Frankfur­ter Theologische Studien, Bd. 21). Frankfurt 1976.
-               Nikolaus von Kues im Gesprâch mit dem İslam (Christlich- Islamisches Institut: Abhandlungen 1). Altenberge 1983.
-              Christentunı und İslam zwischen Konfrontation und Begegnung (Religionsv/issenschaftliche Studien, Bd. 4). Altenberge-Würzburg 19943.
Hagenbach, K.R.: Luther und der Koran vor dem Rathe zu Basel. Beitrâge zur vaterlândischen Geschichte. Hg. von der historischen Gesellschaft in Basel, IX (1870) 291-326.
Khoury, A.Th.: Polemigue Byzantine Contre l’îslam (VlIIe - XIIIe s.). Leiden. 19722.
Köhler, W.: Zu Biblianders Koran-Ausgabe: Zwingliana 3/11 (1918) 349-350.
Lamparter, H.: Luthers Stellung zum Türkenkrieg. München 1940.
Lind, R.: Luthers Stellung zum Kreuz- und Türkenkrieg. GieSen 1940.
Luther, M.: D. Martin Luthers Werke. Kritische Gesamtausgabe. Weimar 1883 (“Weimarer Ausgabe” = WA).
Menzel, O.: Johannes Kymeus: Des Babsts Hercules wider die Deudschen. Cusanus-Studien VI (Heidelberg 1941) 1-83.

Nikolaus von Kues:
-              Cribratio Alkorani (h VIII). Ed. L. Hagemann. Hamburgi 1986.
-             Cribratio Alkorani - Sichtung des Korans. Lat.-clt. Parallelausga- be. Hg. von L. Hagemann / R. Glei. (Philosophische Bibliothek 420 a- c). Hamburg 1989-1993.
Nijenhuis, W.: Luther en de İslam. Nederlands Theologische Tijdschrift 33 (1979) 195-210.
Pare t, R.:
-              Der Koran. Übersetzung. Stuttgart-Berlin-Köln-Mainz. 1966.
-             Der Koran. Kommentar und Konkordanz. Stuttgart-Berlin-Köln- Mainz. 1971.
Pfister, R.: Reformation, Türken, İslam: Zwingliana 10 (1956) 345-375.
PreuB, H.: Die Vorstellungen vom Antichrist im spâteren Mittelalter, bei Luther und in der konfessionellen Polemik. Ein Beitrag zur Theologie Luthers und zur Geschichte der christlichen Frömmigkeit. Leipzig 1906.
Ricoldus de Monte Crucis: Contra legem Saracenorum. Th. Bibliander, Machumetis Sarracenorum principis eiusque successorum vitae, ac doctrina ipseque Alcoran ... His adiectae sunt sunt confuta- tiones multorum auctorum ... Haec omnia in unum volumen redacta sunt, opera et studio Theodori Bibliandri... Basel 1543; Zürich 15502,
II,    83-165. Dt. Übersetzung; Verlegung des Alcoran Bruder Richardi, Prediger Ordens, Anno 1300, Verdeutscht durch D. Martin Luther 1542: WA 53, 261-396.
Southern, R.W„: Das Islambild des Mittelalters. Stuttgart-Berlin- Köln-Mainz. 1981.
Umhau Wolf,C.: Luther and Mohammedanism: MW 31 (1941) 161-177.
Weier, R.:
-              Das Thema vom verborgeneıı Gott von Nikolaus von Kues zu Martin Luther (Buchreihe der Cusanus-Gesellschaft Bd. 2). Münster 1967.
-              Das Theologieverstândnis Martin Luthers (Konfessionskundli- che und kontroverstheologische Studien, Bd. XXXVI). Padernborn 1976.
Wolkan, R.(Hg.): Der Briefwechsel des Eneas Silvius Piccolonıi- ni. III. Abteilung: Briefe als Bischof von Siena, Bd. 1 (Österreichische Geschichtsquellen, Zvveite Abteilung, Bd. 68). Wien 1918.

Kaynak: Ludwig Hagemann, Martin Luther'in İslam Anlayışı, Özgün Adı: Martin Luther umd der İslam Çeviri: Dr. Kuthan Kahramantürk, 1. Baskı: İzmir, Nisan 2000


[1] R. WoIkan (Yayınlayan). Eneas Silviııs Piccolomini’nin mektupları. III. Kısım, Cilt (Avusturya Tarihi Kaynaklan, İkinci Kısım, Cilt 68). Viyana 1918, 207.
[2] WA 30/2, 107, 9.
[3] R. Ebermann. Die Türkenfurcht (Türk Korkusu). Reformasyon esnasında Almanya’da kamuoyu düşüncesi tarihi hakkında makale. Halle 1904.
[4]bkz. R. Lind. Luthers Stellung zum Kreuz-und Türkenkrieg (Harçlı seferleri ve Türk savaşı konusunda Luther’in tutumu). Gieβen 1940; H. Lamparter. Luthers Stellung zum Türkenkrieg (Türk savaşı konusunda Luther’in tutumu). Münih 1940; G. W. Forell. Luther and the war against the Turks (Luther ve Türkler’e karşı savaş): CH XIV (1945) 256-271; H. Buchanan. Luther and the Turks (Luther ve Türkler) 1519-1529. ARG 47 (1956) 145-160; burada diğer kaynakçalar mevcuttur.
[5]bkz. WA 30/2, 82; bkz. yine 3. Dipnot
[6] WA 30/2, 107-148.
[7]          a.g.y. 160-197.
[8] WA 19, 623-662.
[9] a.g.y. 662, 9.
[10] WA 19, 622, 15-16.
[11] Macar kra liçesin e dört teselli dolu İlâhi: W A 19, 5 5 2 -6 1 5 .
[12] Türkler'e karşı savaş hakkında, a.g.y. 116, 16-17.
[13]         WA 1, 535, 35-39: “Licet plurimi nunc et iidem magni in ecclesia nihil aliud som- nient quam bella adversus Turcam, scilicet non contra iniquitates, sed contra virgam iniquitatis bellaturi deoque repugnaturi, qui per eam virgam sese visitare dicit iniqui- (ates nostras, eo quod nos non visitamus eas”.
[14] DH 1484: “Proeliari adversus Turcas est repugnare Deo visitanti iniquitanes nostras per illos”.
[15] WA 7, 94-151.
[16] a.g.y. 140, 18- 141,25.
[17] bkz. a.g.y., 299.
[18]         a.g.y. 308-457.
[19]         bkz. a.g.y. 443,7-18.
[20] a.g.y. 443, 5-6.
[21]a.g.y. 44 3 , 19-21.
[22] a.g.y. 443, 23-25; bkz. Jos 7, 11 ve Ri 20, 12.
22    [23] Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y. 129, 20-23; bkz. a.g.y. 129, 30-33: “Şimdi ne bir mucize, ne de kendini düzeltmeyen ve Tanrının sözünü şimdiye kadar olduğundan daha doğru şekilde saymayan Almanya üzerinde Tanrının özel bir merhametini görü­yorum”. - Türkler'e karşı duaya uyarı çağrısı (1541): WA 51, 594, 26-28: “Yani Türk de bizim hocamız, bizi yetiştirmesi, bize Tanrıdan korkmayı ve dua etmeyi öğretmesi gerekiyor, aksi taktirde kesinlikle şimdiye kadar olduğu gibi tamamen günah çuku­runda çürüyeceğiz”. - Dr. Martin Luther’in tüm yazılarının temel nedeni ve sebebi, Roma’da ki Papa’nın fermanı ile haksız yere lanetlense dahi, a.g.y., 443, 28-29: “Tanrı hiç işaretini, günah çıkarmayı, kavga etmeyi sormaz. O iyi bir yaşam istiyor”. -Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y., 123, 16-18: “Bundan dolayı dua edebilen dua itsin ki böyle bir dehşet bizim başımıza hükümdar olmasın ve biz de Tanrının öfkesi olan böyle bir falaka ile cezalandırılmayalım”: bkz. a.g.y., 124, 15-19; 129, 10-15. - Türkle’e karşı ordu vaazı, a.g.y., 180, 14-15: “Ama Türk aynı zamanda Tanrının falakası ve ayrıca Hıristiyanların ve Hıristiyan olmayanların ve sahte Hıristiyanların üzerine günahlarından dolayı gönderilmiş bir felaket olduğu için ...” - bkz. Ricoldus de Monte Crucis’in “Contra legem Saracenorum” eserinin Almanca çevirisinde Luther’in önsözü: WA 53, 274, 15-25. - Türkler’e karşı duaya uyarı çağrısı, a.g.y., 608, 24-32.
[24] WA 51, 577-625.
[25] 22    Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y., 117, 11-12; bkz. a.g.y., 117, 120-124. - Türkler’e karşı ordu vaazı. 185, 28-31; “Bundan dolayıdır ki kulak ver sevgili kardeşim, seni uyaralım ve ikaz edelim ki doğru Hiristiyan inancında kalasın ve senin günahların için ölmüş olan sevgili efendin ve kurtarıcın İsa’yı inkâr etmeyesin ve unutmayasın”. - XXXVIII. ve XXXIX. Capitel Hesechiel vom Gog: WA 30/2, 225, 36: “Şimdi herkez bunu idrak etsin, Tanrıdan korksun ve Incil'e saygı göstersin ...”.
[26]         WA 30/2, 113, 16-18.
[27] krş. R. W. Southern. Das Islambild des Mittelalters (Ortaçağın İslam anlayışı)- Stuttgart-Berlin-Köln-Mainz 1981, 29-73; N. Daniel. İslam and West. The Making of an İmage. Edinburg 19663.
[28] WA 30/2, 115, 1-3.
[29]         bkz. Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y. 100, 5-8; a.g.e. 111,13-28; a.g.y., 111,32 -112, 8.
[30]         Martin Luther tutumunu şöyle açıklıyor: “... Türkler’e karşı savaşmak isteniyorsa bu önce kralın emrinde, onun sancağı altında ve onun adına yapılmalıdır. Çünkü ancak o zaman herkes itaatla Tanrının yolunda olduğundan emin olabilir, biz biliyoruz ki, kral bizim gerçek hükümdarımız ve reisimizdir, kim ona bu durumda itaat ederse Tanrıya itaat etmiş olur, kim ona itaat etmezse Tanrıya itaat etmemiş olur. Kim ona itaatkar ölürse, iyi bir durumda kefaret etmiş olarak ölmüş olur, İsa’ya da inanırsa cennetlik olur ..., diğer yandan kralın davranışı saygılı, adaletli ve mütevazı olmalı, işini sami­mi şekilde yapmaktan başka bir şey düşünmemeli, kendi emri altındakilerin koru­masındaki makam sorumluluğunu yapmalı ve onlarda kralın simgesi altında samimi olarak görevlerini yapmalı, itaat sorumluluğunu bilmelidir. Bu temiz yürekli davranışı, krallar ve prensler büyük şeref ve Un elde etsinler, topraklarını anırsınlar, öfke veya hırs gibi şeylerini tatmin etsinler diye Türkler’e karşı savaşmak anlamında algılamamalısın. Çünkü bunlarda sadece çıkar vardır, adalet ve itaatkarlık yoktur, bundan dolayıdır ki Türkler’e karşı savaşta başarı bizim yanımızda olmamıştır”: Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.e. 129, 35 - 130,31.
[31]         a.g.e. 111, 1314.
[32]         Türkler’e karşı ordu vaazı.^rg.y. 173,29 - 174, 2.
[33]         WA 11, 245-281.
[34] Türkler'e karşı ordu vaazı, a.g.y. 179, 15-24: “Hristiyanlar her şeyleriyle dünyevi hükümranlığa bağlı olduklarından ve her biri hükümranı tarafından Türkler'e karşı savaşmaya çağrıldığından, sadık ve itaatkar kullar olarak (şüphesiz her gerçek Hristiyan’ın yapacağı gibi) davranmalılar ve severek yumruklarını havaya kaldırmalı, gönül rahatlığıyla vurmalı, istedikleri kadar öldürmeli, yağmalamalı, zarar vermeli, çünkü ancak bu şekilde bir damar harekete geçirilebilir. Bu iş onların sadakat ve hizmetle sorumlu oldukları dünyevi hükümdarının görevidir ve Tanrı bu görevi ona ölene dek yüklemiştir; Römer 13. ve Titum 3. Bölüm”; krş. Röm 13,1 ve Tit 3,1.
[35]         Türkler'e karşı ordu vaazı, a.g.y. 161, 29-31.
[36]         a.g.e. 161,32- 162, 1.
[37]         krş. R. W. Southern. Das Islambild des Mittelalters (Ortaçağın İslam Anlayışı), a.g.y.22 ve devamı 32 ve devamı.
[38]         WA 30/2, 149.
[39]         a.g.e. 161, 26-29; bkz. Dan 7, 25. - Martin Luther’in, Hesechiel’in Gog'dan bahseten XXXVIII. ve XXXIX. bölümü ile ilgili yazısının önsözü; a.g.y. 223, 4-10: “Sanct Johannis’in vahyi İlâhisinin XX. bölümünde (Apk 20, 8) Gog tanımlanıyor ve Gog’un denizde kum gibi sayısız büyük bir ordu ile Hristiyanlığa karşı nasıl savaşacağı ve nihayetinde gökten düşen bir ateşle nasıl yok edileceği belirtiliyor. Biz Türkler’i bu Gog olarak görüyoruz ve ben de burada böyle otururken Hesechiel’in 11. bölümünü yani XXXVII. ve XXXIX. kısımlarını çevirmeye niyet ettim Luther bu iki bölümde Hıristiyanların (= İsrail) Türkler (= Gog ve Magog) tarafından sıkıntılı bir duruma düşürüleceklerine ve Türkler’in Tanrının ceza mahkemesi ile de çöküceğine işaret ediyor; bkz. a.g.y. 224, 34. -225, 8. Bu yorumu Luther’in \VenzesIaus Linck’e 7 Mart tarihli ve Nikolaus Hausmann’a 26 Ekim 1529 tarihinde yazmış olduğu mek- tublarda buluyoruz: WA 30/2, 220. Dipnot 4.
[40] Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y. 162,1-14
[41] krş. Veriegung Mart. Luther: WA 53, 396, 18-22: “Hıristiyanlığın dış düşmanı olan Mehmet’e karşı başarılı olmak istiyorsak ilk önce Deccal olan ve şeytanın yanında olduğu iç düşmanı dışlamamız gerekecek, bunu da pek çok tövbelerle ve efendimiz ve kurtarıcımız olan İsa’ya gerçek ciddiyetle ve temiz kalpler ile geri dönerek yapmalıyız
[42]         Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y. 129, 1-5.
[43] a.g.e. 142, 27-30: “Şimdi ne yapalım? Biri diğerinden daha dindar olsa bile Türkler’e karşı olduğu gibi Papalığa karşı da savaşalım mı? Evet, ikisine karşı da savaşırsak haksızlık olmaz, çünkü aynı günah aynı cezayı gerektirir”.
[44] \VA 6, 404-469.
[45] a.g.e. 427, 16 ve devamı - Luther, kendisinin Heretikler'den biri olarak nitelendiril­diği Papa’nın 1521 yılında ki Evharistya fermanını Almancaya çevirirken 6. bölümde Papa’yı Türkler’le karşılaştırmıştı. “O Türkler’e ve Sarkenerler’e demir ve odun veril­mesini lanetliyor, bununla Hıristiyanlığa yararlı okluğu konusunda ciddi olduğunun dikkate alınmasını istiyor. Fakat eğer İsa başımızda olsaydı ayağa kalkıp gider Türk­ler’e İncil’i vaaz ederdi, bunun içinde hayatını ortaya koyardı: Bu, Türklerle mücade­le etmenin ve Hristiyanlığı yaymanın ,ve korumanın Hıristiyanlık açısından doğru yo­lu olur. Çünkü Türklerle bedensel çatışmaya girmek ne işe yarar? Türk ne kötülük ya­pıyor? Ülkeleri fethediyor, ama hükümranlığı geçicidir. Türk’ün bize yapmadığını ya­pan yani bizim bedenimizi ve ruhumuzu sömüren Papa’dan mı çekeceğiz! Türk herke­si kendi inancında özgür bırakıyor. Bunu Papa yapmıyor, bilakis kendi şeytani yalan­larını tüm Hristiyanlık dünyasına empoze ediyor. Bu durumda Papa’nın ordusunun verdiği maddi ve manevi zarar Türkler'inkinin on katıdır. Şayet kutsal kitaba göre İsa peygamberin kendisi Deccal’i devirmez ve Türkler de silinmezse, o zaman da Papaya yalvarılır”. Bulla Cene domini, Martin Luther tarafından çevrilen “kutsal hükümran olan Papa”ın Evharistya fermanı. 1522: WA 8, 691-720; Alıntı: 708, 27 - 709, 8.
[46] Verlegung Martin Luther. a.g.y. 394, 31 - 395, 5.
[47] krş. H. Preuβ. Die Vorstellungen vom Antichrist im spateren Mittelalter, bei Lulher und in der konfessionellen Polemik (Luther ve mezhep polemiklerinde ortaçağın son dönem Deccal anlayışı). Hıristiyan dindarlık tarihi ve Luther’in teolojisi hakkında makale. Leipzig 1906, 52 ve devamı.
[48] Vermanunge zum Gebet Wider den Türcken (Türkler’e karşı duaya uyarı çağrısı), a.g.y. 620, 26-30.
[49] krş. WA 30/2, 121. krş. W. Holsten. Christentum und nichtchristliche Religion nach der Auffassung Luthers (Luther’in görüşüne göre Hıristiyanlık ve Hıristiyan olmayan din). (Allgemeine Missions-Studien, Sayı 13). Gütersloh 1932, özellikle s. 126-144;
W. Nijenhuis. Luther en de İslam. Nederlands Theologische Tijdschrift 33 (1979) 195- 210; L. Hagemann. Christentum und İslam zwischen Konfrontation und Begegnung (Hıristiyanlığın ve İslamiyetin karşılaşması ve çatışması). (Religionswissenschaftliche Studien, Bd. 4). Altenberge 19943, 90-95. bkz. 127. dipnotta da verilen kaynakçalar.
[50] krş. Türkler'e karşı ordu vaazı, a.g.y. 171, 18; Türkler’e karşı duaya uyan çağrısı. a.g.y. 614, 29-33; krş. 33. dipnot.      *
[51] krş. WA 53, 394, 18: krş. 39. dipnotu R.W. Southern ile. Das Isiambild des Mittelalters (Ortaçağın İslâm anlayışı), a.g.y. 71.
[52]         Peygamber Habakuk (1526): WA 19, 360, 16-17.
[53]         Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y. 126, 1-2.
[54] a.g.y. 124,9-11.
55    [55] a.g.y. 124, 12-17; krş. yine a.g.y. 126, 10-14: “Muhammed’in Kuran’ı yalan ruhlu olduğu için Hıristiyanlığın hakikati karşısında tutunamaz: O’nun böyle büyük ve güçlü bir katil olması ve herşeyi hakikat ve adalet görüntüsü altında yapması başka türlü nasıl olabilirdi?”.

56     [56] Bu suçlama hem bizans hem de latın kökenli İslam karşıtı polemiğin genelinde vardı. Bizans polemiği için krş. A.-Th. Khoury. Polemique byzantine contre l’İslam (VlIIe - XIIIe). Leiden 19722, 345-352; Latin polemiği için krş. L. Hagemann. Der Kur’an in Verstândnis und Kritik bei Nikolaus von Kues (Nikolaus von Kues’in Kuran anlayışı ve eleştirisi). (Frankfurter Theologische Studien, Bd. 2J). Frankfurt 1976, 104-105. krş. latin gelenegi örneği olarak Martin Luther’in 1542 yılında Almancaya çevirdiği Ricoldus’un “Contra legem Saracenorum" yazısı. Ricoidus bu çalışmasının önsözünde şöyle yazıyor: “... in temporibus Heraclij insurrexit veritati et dei ecclesiae homo quidam diabolus primogenitus sathanae ... Mahometus, qui consilio et auxilio illius, qui mendax et mendacij pater est, iniquam et mendacij plenam, tamquam ex diuino ore prolatam legem composuit, quam quidem legem Alcoranum nominauit...”: WA 53, 277, 16-20. Luther bu yeri şöyle çeviriyor: “Heraklit’in krallığı zamanında bu dünyaya bir insan geldi, bir şeytan ve şeytanın ilk çocuğu, hakikate ve Hıristiyan kilis­esine karşı ... Mehmet isminde. O bunu insanlara aşıladı, tüm yalancıların babası ve yalancıların yardımcısı olarak bir kanun yayıyor,' yalanlarla dolu ve haksız, fakat Tanrının ağzından çıkmış gibi gösterdi ve buna da Kuran dedi...”: WA 53, 276, 30-36.
[57] 55    Yazısının 10. Kısmında Ricoidus bu konuya yaklaşımını şöyle açıklıyor: “Quam violenta sit lex Saracenorum”: a.g.y. 341, 1. Luther şöyle çeviriyor: Mehmet’in kanunu korkunç, gaddar ve hiddetlidir”: a.g.e. 340, 30; krş. “Tiirkler'e karşı savaş hakkında” yazısı ile. a.g.y. 122, 8-12; a.g.y., 124, 12-15.
[58]Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y. 123, 31-34.
[59]         krş. Koran 61, 11; 9, 41.
[60]         krş. Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y. 123, 7 ve devamı; a.g.y. 126, 10-14.
[61]         a.g.y. 123, 20.
[62] “a.g.y. 126, 14-16.
[63] krş. L. Hagemann. Christentum und Islam zwischen Konfrontation und Begegnung,a.g.y. 45-49.
[64]         Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y. 126, 21 ve devamı.
[65] krş. Kuran 24, 32.
[66] krş. Kuran 4, 3
[67] krş. Kuran 4, 129.
[68]         krş. Kuran 70, 29 ve devamı; 23, 5 ve devamı.
[69] Türklere karşı savaş hakkında, a.g.y. 126, 21-30; krş. Türkler’e karşı duaya uyarı çağrısı, a.g.y. 621, 17-18: “Türk, erkek ve kadını birbirinden çekip ayırıyor ve sanki inek veya danaymış gibi kadını veriyor veya satıyor”. - “Bu hayvanlıktır ve düğün olarak görülüyor, fakat bu evlilik değildir” diye yazıyor Luther Ricoldus’un “Contra legem Saracenorum” yazısının çevirisindeki kenar notunda: WA 53, 320.
[70]         Türkler’e karşı ordu vaazı, a.g.y. 186, 3-8.
[71]         a.g.y. 186, 15-17.
[72] a.g.y. 186, 15-17.
[73]         Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y. 123, 7-9.
[74]         a.g.y. 122, 2-5; krş. Türkler’e karşı ordu vaazı, a.g.y. 168, 20.
[75] krş. Kuran 43, 59; 4, 172; 19,30.93; 5,17.72.116-117. Kuran 4, 157.
[76]         Kuran 4, 157.
V M
[78] “In Christo crucifixo est vera Theologia et cognitio Del. Nemo venil ad Patrem nisi per me. Ego sum ostium ete.”: WA 1, 362, 18 ve devamı; krş. Jo 14, 6 ve Jo 10, 9. Ko­nu ile ilgili olarak krş. R. Weiter. Das Theologieverstiindnis Martin Luthers (Martin Luther’in teolojik anlayışı) (Konfessionskundliche und kontroverstheologische Studien, Bd. XXXVI). Paderborn 1976, 22.
[79] Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y. 120, 9-11.
[80]78     a.g.y. 122, 19-24.
[81]Martin Luther şu olumlu özellikleri de vurguluyor: “Türklerin diğer özellikleri arasında en esaslı olanı onların rahip ve din adamlarının vakarlı, cesur ve titiz bir yaşam sürmeleridir. Onlara, bizim Papalıktaki din adamlarımız ve Papazlarımız yanında melek denebilir ve bunlarla mukayese bile edilemez ... Diğer taraftan onların (Türklerin) kendi kiliselerinde sık sık ibadet için biraraya geldiklerini, özenli bir ter­biye, sessizlik ve hoş davranışları olduğunu görürsün. Bizim kiliselerimizin hiç birinde böyle bir terbiye ve sessizlik bulunmuyor ... Üçüncü nokta olarak da Türkler’in Hıris­tiyan inancında değil Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)in inancında ölen kendi azizlerine mukaddes ziyaretlerini ve anmalarını eksik etmediklerini, onları ne derece saydıklarını ve överek yükselttiklerini görürsün ... Dördüncü olarak da Türkler’de dış yaşam tarzlarına bakarak sert, cesur ve şerefli bir varlık olduklarını görürsün: Şarap içmiyorlar, bizim gibi aşırı derecede içki içip yemek yemiyorlar, basit ve süslü giyinmiyorlar, şaşaalı bina yapmıyorlar, çalım satmıyorlar, öyle basit yemin edip lanet okumuyorlar, kral ve sahiplerine karşı büyük bir itaat, terbiye ve onur gösteriyorlar ve orduları, bizim kendi Alman topraklarımızda oluşturmayı arzu ettiğimiz şekilde sağlam ve hareketlidir ...”: Türkler’e karşı ordu vaazı, a.g.y. 187, 1 - 190, 1.

[82] Martin Luther. a.g.y. 393, 23.
[83] Türkler’e karşı ordu vaazı, a.g.y. 190, 20-21.
[84] WA 53, 272, 9 ve devamı.
[85] “Libellus de ritu et.moribus Turcorum” yazısının önsözü: WA 30/2, 205, 8.
[86]“WA53,272, 16 ve devamı.
[87] Türkler’e karşı savaş hakkında, a.g.y. 121, 30-31.
[88] a.g.y. 121, 31 - 122, 2.
[89] WA 53, 272, 18-19.
[90] “Hactenus enim cum vehementer cuperem nosse religionem et mores Mahomista- rum, nihil offerebatur quam quaedam confutatio Alkorani et item Cribratio Alkorani N. de Cusa”: WA 30/2, 205, 4-7.
[91] “Videbatur sane tam ille Confutator quam Cribrator pio studio Christianos sinıpliciores velle a Mahometo absterrere et in Fide Christi retinere”: WA 30/2, 205, 8-10.
[92] “Sed dıım nimio student quaeque turpissima et absurdissima ex Alkorano excerpere, quae ad odium faciunt et ad invidiam novere possint vulgum, et bona, quae in eo sunt, vei transeunt non confutata vel occulunt, factum est, ut parum fidei et autoritatis invenerint, quasi vel odio illorum vel impotentia confutandi sua vulgarint”: WA 30/2, 205, 10-15.
[93] Ricoldus de Monte Crucis bu çalışmasının amacını “Contra legem Saracenorum” yazısının önsözünde şöyle veriyor: “Nunc autem est mihi intentio summa veritate con- fidenti capita et principaiia mandacia iniquae legis huius ostendere et aliis fratribus causam exhibere, propter quam facillius ad deum reuocare possent huius impietatis haereticos”: WA 53, 277 ve devamı. Burada “saf Hıristiyanları” Kuran'ın “en itici ve en saçma” yerlerinden alıntı yapılarak İslamiyetten soğutmak ya da nefret uyandırılmak istenmesi söz konusu değil. Bu suçlamalar “Cribratio Alkorani’nin” ön sözünde amacını açıklayan Cusanus’a da uymuyor: intentio autem nostra est praesu- posito evangelio Christi übrum Mahumeti cribrare et ostendere illa in ipso etiam libro haberi, per quae evangelium, si attestatione indigeret, valde confirmaretur, et quod, ubi dissentit, hoc ex ignorantia et consequenter ex perversitate intenti Mahumeti evenisse Christo non suam gloriam sed dei patris et hominum salutem, Mahumeto vero non dei gloriam et hominum salutem sed gloriam propriam quaerente”: Crib. Alk. prol. 1 n. 10.
- “Ego ingenium applicui, ut etiam ex Alkorano evangelium verum ostenderem”: a.g.y. 4, 8-9. - Cusanus’un amacı ile ilgili olarak krş. L. Hagemann. Der Kur’an in Verstandnis und Kritik bei Nikolaus von Kues. a.g.y. 69-71. - “Cribratio Alkorani” Heidelberg Cusanus yayınları serisinde sekiz ciltlik o/arak yayınlandı: Hamburg 1986.
[94] WA 5 3 , 272, 6-19.
[95] a.g.y. 272, 12-15.
[96]a.g.y. 272,30-31.
[97] a.g.y. 272, 14-15.
[98] krş. O. Menzel, Johannes Kymeus: Des Babsts Hercules wider die Deudschen (Almaniar'a karşı Papa'nm Herkül’ü). Cusanus-Studien (Cusanus-Araştırmaları)VI (Heidelberg 1941) 1-83.
[99] krş. R. Weier. Das Thema vom verborgenen Gott von Nikolaus von Kues zu Martin Luther (Nikolaus von Kues’den Martin Luther’e gizemli Tanrı konusu). (Buchreihe derCusanus-Gesellschaft Bd. 2) (Cusanus cemiyeti k i t ab serisi, cilt 2). Münster 1967, 61. - “Cribratio Alkorani” (“Kuran’m tasnifi”) için dipnot 56’da verilen çalışmamıza da bakabilirsiniz; krş. ayrıca L. Hagemarm. Nikolaus von Kues im Gespıiich mit dem İslam (Nikolaus von Kues ile İslam konusunda mülakat) (Christlich-lslamisches Institut “Hıristiyan-İslam Ensitüsü”: Abhandlungen “Araştırmalar” 1). Altenberge 1983.
[100] krş. W. Nijenhuis. Luther en de İslam, a.g.y. 195-210; krş. C. Umhau Wolf. Luther and Mohammedanism: MW 31 (1941) 161-177; R. Pfister. Reformation, Türken, İslam: Zwingliana 10 (1956) 345-375.

[101] WA 53, 272, 31 ve devamı.
100    [102] krş. K. R. Hagenbach. Luîher und der Koran vor dem Rathe zu Basel (Bazel kon­seyi önünde Luther ve Kuran). Beitrage zur vaterlandischen Geschichte. Hg. von der historisehen Gesellschaft in Basel, IX (1870) 291-326.
[103] Luthers Brief an den Rath zu Basel (Luther’in Bazel konseyine mektubu). K. R. Hagenbach. Luther und der Koran vor dem Rathe zu Basel. a.g.y. 299.
[104] krş. WA 53, 561-569; bkz. W. Köhler. Zu Biblianders Koran-Ausgabe. Zwingliana 3/11 (1918) 349-350.
[105]krş. WA 53, 569-572.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar