MEKASID-I SALİKIN- SEYYİD AHMED HÜSAMEDDİN kaddesellâhü sırrahu’l âli
1264 senesi Rebîu’l-evvelinde
(Şubat-Mart 1848) Ban vilâyeti’nin - Dâğistân’da - Rukkâl şehrinde zînet-sâz-ı
âlem-i şuhûd olmuştur. Pederleri Seyyid Saîd b. Seyyid Sefer b. Seyyid Haydar
b. Seyyid Hasan b. Seyyid Kâsım b. Seyyid Muhammed b. Seyyid Dâvûd b. Seyyid Ca’feri
es-sâlis b. Seyyid Muhammed Zâhid b. Seyyid Mûsâ Kâzım es-sânî b. Seyyid
İbrâhîm b. Seyyid İsmâîl b. Seyyid Mustafa el-Ahrâr b. Seyyid Ahmed-i Bağdâdî
b. Seyyid Süleymân b. Seyyid Îsâ el-Ahrâr b. Seyyid Abdullâh Tâhir b. Seyyidinâ
Hz. Pîr İbrâhîm ed-Dessûkî b. Seyyid Ebu’l-Mecd b. Seyyid Kureyş b. Seyyid
Muhammed et-Tayyib b. Seyyid Ebu’n-Nücâ b. Seyyid Ali Zeynelâbidîn b. Seyyid
Abdülhâlık b. Seyyid Muhammed b. Seyyid Muhammed Ebu’t-Tayyib b. Seyyid
Abdülkâtim b. Seyyid Abdülhâlık b. Seyyid Ebu’l-Kâsım b. Seyyid Ca’fer el-Mehdî
b. Seyyid Ali el-Hâdî b. Seyyid Muhammed el-Cevâd b. Seyyid Mûsâ el-Kâzım b.
Seyyid İmâm Ca’fer es-Sâdık b. Seyyid Muhammed el-Bâkır b. Seyyid Ali
Zeynelâbidîn b. Hz. İmâm Hüseyin b. Hz. Alî (kerrema'llâhu vechehû ve
radıya'llâhu anhum).
İsm-i âlîleri, Ahmed; künyeleri,
Ebu’l-Haydar; lakab-ı şerîfleri, Sefer, Hüsâmeddîn, Tevfîk, Hamdî ve
Abdulgafûr’dur. Nakş-ı hâtem-i siyâdetleri, "Ni'me’r-refîk Ahmed-i
Tevfîk"tır. Vâlidelerinin ismi, Şerîfe binti Abdullâh’dır.
Mehâdim-i kirâmından Seyyid Ali
Rızâ Efendi, Mevâlid-i Ehl-i Beyt nâmıyla
bir eser te’lîf edip, pederlerinin ve ecdâdının tercüme-i hâlini bunda
yazmıştır. Mütâlaaya şâyân bir kitâbdır. Bunda yazıldığına göre,
1277/(1860-61)’de, berây-ı hacc-ı şerîf âzimi Mekke-i Mükerreme olan pederiyle
birlikde bulunup, pederlerinin Mekke’de irtihâli üzerine Medîne-i Münevvere'ye
gitmiştir. Bir müddet sonra İstanbul'a gelip pederlerinin vasiyeti üzerine
Denizli’de, Şeyh Hacı Hasan Feyzî Efendi’ye mülâkî olduktan sonra, Uluborlu’da,
pederlerinin mürîdânından Şeyh Hacı Mustafa Efendi merhûmun nezdine azîmetle
zamân-ı mev’ûdun hulûlüne kadar tedrîs-i ulûm ile iştigâl etmiştir. Hacı
Mustafa Efendi müşârünileyhe baldızı hanımı tezvîc eylemiştir.
1300/(1883) târîhinde, işâret-i
ma’neviyye üzerine Sivrihisâr’a azîmetle neşr-i envâr-ı irfân eylediler.
Şöhretini istirkâb edenlerin ağrâzı neticesi Ankara’da ikâmete me’mûr olup,
Vâli Âbidîn Paşa merhûmun hürmetini celb ile, 1305/(1888) senesinde Bursa’ya /136/
azîmet ve ihtiyâr-ı ikâmet eylemiştir. Maksem civârında, Ahmediyye nâmıyla bir
medrese, bir mescid ve bir de hâne yaptırıp, 1313/(1895) târîhine kadar tedrîs
ve ta’lîm ile meşgûl olmuştur. Burada da ashâb-ı ağrâzın ta’rîzına dûçâr olup,
Sultân Abdülhamîd Hân’ın emriyle Trablusgarb’da ikâmete me’mûr edildiler.
Burada da zamânlarını te’lîf-i âsâra hasr ile Tefsîr-i Kebîr ve Muşahhasât-ı Suver-ı Kur’âniyye nâm
eserlerini yazdılar.
1324/(1908) senesinde inkılâb-ı
hükûmet vâki’ olunca, vâli Receb Paşa merhûmla İstanbul’a gelerek, Bursa’daki
mescid ve medreselerinin ta’mîrine şitâbân oldular. Bir buçuk sene Bursa’da
kalarak İstanbul’a avdetle, Çapa civârında Ârifî Paşa merhûmun konağını iştirâ
ile 1324/(1908) sonuna kadar ikâmet buyurdular. 1331/(1915)’de Sivrihisâr’a
gidip iki sene kaldılar. 1334/(1918)’de İzmir’e azîmetle yirmi gün misâfir
oldular. İstanbul’a avdetlerinde, harîk-ı kebîrde konakları yandı. Burada
âsâr-ı aliyyelerinden yüz cildden fazlası yanmıştır. Ba’dehû Bursa’ya nakl-i
hâne ettiler. Balıkesir-Bandırma’ya gittiler. Şubat 1337/(1921)’de İstanbul’a
avdetle Hz. Sünbül civârında, Çınar Karakolu’na yakın “Voyvoda Konağı” denilen
ikâmet-gâhda bulundular. Ahîren Beşiktaş’da bir hâneye nakledip, son günlerde
Cerrâhpaşa civârında iştirâ buyurdukları hâneyi mesken ittihâz eylediler.
Nakşıbendî, Kâdirî, Çeşti ve
Sühreverdî tarîklarının ve daha doğrusu tarîk-ı hikmet ü irfânın câmiü’l-esrârı
bulunuyorlar.
Nakşî Silsilesi:
es-Seyyid eş-Şeyh Ahmed Efendi,
eş-Şeyh Muhammed Saîd, eş-Şeyh Abdullâh Gulâm Ali, eş-Şeyh Şemseddîn Habîbullâh
Hân, eş-Şeyh es-Seyyid Nûr Muhammed el-Bedvânî, eş-Şeyh Seyfeddîn, eş-Şeyh
Muhammed el-Ma’sûm, eş-Şeyh Ahmed-i Fârûkî es-Serhendî, eş-Şeyh Muhammed
el-Bâkî, eş-Şeyh Hâce Emkinekî, eş-Şeyh Dervîş Muhammed, eş-Şeyh Muhammed-i
Zâhid, eş-Şeyh Hâce Ahrâr-ı Ubeydullâh, eş-Şeyh Muhammed el-Attâr, eş-Şeyh
kutbu’t-tarîka Muhammed Bahâeddîn Şâh-ı Nakşıbend. (Kaddesa'llâhu esrârahum)
Kâdirî Silsilesi:
es-Seyyid Ahmed Bahâeddîn,
eş-Şeyh Muhammed Saîd, eş-Şeyh Abdullâh-ı Dehlevî, eş-Şeyh Mîrzâ Cân-ı Cânân,
eş-Şeyh Şemseddîn Habîbullâh, eş-Şeyh Muhammed el-Âbid, /137/ eş-Şeyh
Abdülahad, eş-Şeyh Muhammed Saîd, eş-Şeyh Ahmed-i Fârûkî, eş-Şeyh Seyyid
İskenderî, eş-Şeyh Seyyid Kemâleddîn-i Kengî, eş-Şeyh Abdurrâhmân-ı Sânî,
eş-Şeyh Fuzayl, eş-Şeyh Abdurrâhmân-ı evvel, eş-Şeyh Ebu’l-Hasan, eş-Şeyh
Şemseddîn-i Sahrâî, eş-Şeyh Seyyid Ukeyl, eş-Şeyh Abdülvehhâb, eş-Şeyh
Bahâeddîn, eş-Şeyh Şerefeddîn, eş-Şeyh Abdürrezzâk, eş-Şeyh kutbu’l-hakîka
Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî. (Kaddesa'llâhu esrârahum)
Ahmed Efendi hazretleri ilm-i tevhîdde ferîdü’l-asr olduklan
gibi hakîkaten gavvâs-ı deryâ-yı Kur’ân’dır. Esrâr-ı maânî-i Hz. Kur’ân’a
vâsıl, sâhib-i te’vîlât u makâmât bir pîr-i kâmildir. Mislini asırlar idrâk edememiş denilecek derecede, te’vîl-i ma’nâ-i
Kur’ân’da vahîd-i zamândır.
Hakk-ı âlîlerinde mu’teriz olan zevât vardır. "Ebcedci" ve
"Hurûfî" diye hakîkat-i mesleklerinden haber-dâr olamayarak söz
söyleyenler eksik değildir.
Bir gün huzûr-ı âlîlerinde
bulundum. Esteîzü bi’llâh, (عَمَّ يَتَسَاءلُونَ، عَنِ النَّبَإِ الْعَظِيمِ)[2][2] âyet-i kerîmesinde yalnız, (عمَ) üzerindeki
tedkîkâtı bir sâatten ziyâde sürmüştür. Hakâyık-ı beyâniyyeleri karşısında
mütehayyir kaldık. Derece-i irfânı yüksektir. Fakat avâm için imkân-ı istifâde
görünmez. Meclis-i zikrden ziyâde neş’eleri sohbette görünür.
Harîm-i
ismet-i ma’nâ-i Kur’ân’dır Hüsâmeddîn
Nedîm-i
Hazret-i cânân-ı irfândır Hüsâmeddîn
Hakâyık
âleminde mürşid-i âlî-tebâr oldu
Hakîm-i
sırr-ı insân mağz-ı Kur’ân’dır Hüsâmeddîn
Nübû’-ı
hikmet olmuş kalb-i âlîsi serâirden
Vücûdu
mülk-i aşka ayn-ı ihsândır Hüsâmeddîn
Uluvv-i
kadrine eyler şehâdet bunca âsârı
Tecellî-gâh-ı
feyz-i kudsi sübhândır Hüsâmeddîn
Muhibb-i
kemter-i Vassâf'ı istişfâ ider her ân
Muhakkak
bilmeli yektâ-yı devrândır Hüsâmeddîn
Şemâili :
Boyları mu’tedil, omuzlarının
arası geniş, başları büyük, renkleri beyâz ise de humreti gâlib, gözleri
büyücek, sakalı mutavassıt ve beyâz olup, kâl ü hâlleriyle herkesi kendilerine
müsahhar kılarlar, /138/ hilmi gâlib, tab’ı mülâyim, mükrim ve
fukarâ-perverdirler. Mâ-lâya’nî ile iştigâl buyurmazlar, dâimâ mebâhis-i
Kur’âniyye’den zevk alırlar. Az şehlâ bakışlı olup, hâfızaları pek kuvvetlidir.
Âsâr-ı
Aliyyeleri :
--
Muşahhasât-ı Suveri’l-Kur’âniyye’den :
- Hakâyıku’t-Tecrîd fî
Menâzili’t-Tevhîd. Arabçadır, matbû'dur.
- Esrâr-ı Ceberûtı'l-A'lâ.
Matbû'dır, çok mühimdir.
- Muşahhasât-ı Suver-i
Kur’âniyye,
- Rûhu’l-hikem, Muşahhasât-ı Sûre-i
Meryem. Matbû'dur.
- Hikmetü’l-Envâr, Muşahhasât-ı Sûre-i
Kehf. Matbû'dur.
- Nûru’l-hüdâ, Muşahhasât-ı Sûre-i
Tâhâ. Matbû'dur.
- Huccetü’l-Hucec, Muşahhasât-ı Sûre-i
Hac. Matbû'dur.
- Burhânu’l-Asfiyâ, Muşahhasât-ı Sûre-i
Enbiyâ. Matbû'dur.
- Huccetü’l-Melei’l-A’lâ, Muşahhasât-ı Sûre-i
Abese. Matbû'dur.
- Mezâhirü’l-Vücûd alâ
Menâbiri’ş-Şuhûd.
Türkçe’dir. Kısmen matbû'dur.
- Makâsıd-ı Sâlikîn. Matbû'dur
- Mevâridü’t-Tenzîl fî Tercümeti
Kur’âni’l-Celîl.
Tefsîru’l-Kur’ân. Gayr-i matbû'dur.
- Lem’atü’l-Âfâk fi’z-Zuhûri
ve’l-İşrâk. Gayr-i
matbû'dur.
- Zübdetü’l-Makâl fi’l-Kevni
ve’l-Hayâl. Gayr-i
matbû'dur.
- Niyyetü’l-Hurûf alâ
Cedveli’l-Ma’rûf. Gayr-i
matbû'dur.
- Zübdetü’l-Merâtib. Türkçedir, gayr-i matbû'dur.
Hakk-ı âlîlerinde Tunus kadısı
şu yolda kelimât-ı ta’zîmiyyede bulunmuştur:
الهمام الفاضل والإمام البارع، البالغ أقصى الفضائل، الشيخ الكامل المتورع والمرشد الواصل المتشرع أستاذنا وأستاذ الأساتذة الكاملين وصاحب الشفقة على عباد الله أجمعين السيد السند مولانا أحمد حسام الدين الداغستانى النقشبندى الحسينى صاحب مفسر القرآن الكريم بإذن من جده الخلق العظيم عليه أفضل الصلوة وأزكى التسليم أدام الله إجلاله وزاد فى الخلق فضله وكماله ونفع بمعارفه المسلمين ونظمنا ببركاته فى سلك أهل الصدق واليقين.[3][3]
Seyyid İsmet, Seyyid Ali Rıza, Seyyid Mahmûd Müctebâ ve Seyyid Mûsa
Kâzım nâmında dört evlâdı vardır. İsmet ve Rıza Efendiler Mevâlid-i Ehl-i
Beyt’i yazmışlar, neşr etmişlerdir.
Hz. Şeyh’in hangi bir eseri
mütâlâa olunsa, tarîk-ı te’vîldeki rüsûhuna hayrân olmamak kâbil değildir. /139/
İlm-i hey’et, tabakâtu’l-arz, nebâtât, hayvânât, tıb ve fünûn-ı mütenevviaya
dâir olan mebâhiste henüz fennen ma'lûm ve mekşûf olmayan bir çok noktalara
tesâdüf edilir.
Bursa’da ekâbir-i urefâ ve
evliyâ-yı asfiyâdan Kâdî Hân merhûmun şeref-i sohbetlerine mazhar olduğum zamân
müşârünileyh Ahmed Efendi hazretlerinin kutb-ı memleket olduğunu lisân-ı ta’zîm
ile söylemişlerdi. Kâdî Hân, Buhârâlı olup, eâzımdan idi. (Kuddise sırruhû)
Ahmed Efendi’nin
tekkeleri yoktur. Haftada bir gün nezd-i âlîlerinde ictimâ’ eden erbâb-ı aşk u
muhabbet, hazîne-i ârifânelerinden müstefîd olurlar. Mürîdlerinden ve urefâdan Hilmi Bey: “Bir gün,
azîzimin huzûrunda idim. Mübâhase-i dakîka cereyân ediyordu. Biri, (أنا مدينة العلم وعلى بابها)[4][4] hadîs-i şerîfini okudu. Hz. Şeyh
gözlerinden meserret yaşları dökerek, (وأنا مفتاحها)[5][5] buyurdular.” diye nakl etmiştir.
Mezâhiru’l-Vücûd nâm eserlerinden:
“Cenâb-ı Hakk’ın umûm
beşeriyyete inzâl buyurduğu Kur’ân-ı Azîmü’ş-şân, her biri birer levh-i mahfûz
olan bütün eşyâyı muhît ve ulûm u fünûnu câmi’dir. (وَاللَّهُ مِن وَرَائِهِم مُّحِيطٌ، بَلْ هُوَ قُرْآنٌ مَّجِيدٌ، فِي لَوْحٍ مَّحْفُوظٍ)[6][6] Kur’ân’ın Levh-ı mahfûzu insândır. Mevcûdat,
şuûnat, ma’kûlât, mahsûsât, ma’nâ-yı Kurân’dır. Şu cihânda meşhûdumuz olan
saltanat u azamet-i ilâhiyye, ma’nâ-yı Kur’ân’la tecellî eder. Ma’nâ-yı Kur’ân,
envâr-ı risâlettir. Kime verilmiş ise, vâris-i nebî ve İmâm-ı vakt olur.
Vâris-i nebî olan zât, tercümeye sağmayan Kur’ân’ın ma’nâsını söyler ve halkı
hakâyık-ı kevniyyeye âgâh eder.
Tevrât, Zebûr ve İncîl,
Kur’ân’da nasıl mevcûd ise, Kur’ân dahi insân-ı kâmilin isti’dâdında mevcûddur.
Yoksa Kur’ân-ı Kerîm’in elfâz-ı şerîfesine bakılıp da, ma’nâ verilemez. İnsân-ı
kâmil, avâlim-i ilâhiyye vü kevniyyeyi câmi’dir.”
Hulefâsı:
- Seyyid Abdülkerîm Efendi. Mekke-i Mükerremede, reîsü’l-müsevvidîndir.
- Dağıstânî Abdülkerim Efendi. İlm-i Kelâm mütehâssısı ve müellefât-ı adîde sâhibi
olup, Medîne-i Münevvere’dedir.
- Müftü Hasan Efendi. Sivrihisâr’dadır.
- Bilâl-zâde Mustafa Efendi.
Sivrihisâr'dadır.
- Sûfî Muhammed Efendi. Sivrihisâr’dadır.
/140/ - Müderris Muhammed Efendi. Ankara’dadır.
- Müderris İbrâhîm Efendi. Ankara’dadır.
- Sâlih Efendi. Ankara’dadır.
- Hacı Kara Yûsuf Efendi. Sâbık reîsü’l-müsevvidîn, Bursa’dadır.
- Hacı Mustafa Efendi, Dağistânî.
Bursa'dadır.
- Hacı Sâdık Efendi, Bağavî-zâde. Sâbık reîsü’l-müderrisîn, Bursa’dadır.
- Mustafa Efendi. İçelli, Bursa’dadır.
- Şeyh Bekir Efendi. Eğinli Müftü-zâde, İzmir’dedir.
- Hacı Alımed Efendi. Tireli, İzmir’dedir.
- Hacı Muhammed Efendi. İzmir’dedir.
- Hâfız Edhem Efendi. Rodos’tadır.
- Müftü Ahmed Kemâleddîn Efendi. Bandırma’dadır.
- Hâfız Mustafa Efendi. Bandırma’dadır.
- Ulemâdan Hacı Muhammed Efendi. Bandırma’dadır.
- Sefer Efendi. Manyas’ta.
- Hacı Abdülkerîm Efendi. Karacabey’dedir.
- Hacı Ömer Efendi. Gönen’dedir.
- Hacı İsmâîl Efendi. Edincik’tedir.
- Hacı Muhammed Efendi. Yozgâdî, Bandırma’dadır.
- Tevfîk Efendi. Bandırma’dadır.
- Mustafa Efendi. Bandırma’dadır.
- Halîl Efendi. Hacı Kâmûsî-zâde, Karesi’dedir.
- Hâlid Efendi. Karesi’dedir.
- Halîl Efendi. Karesi’dedir.
- Şeyh Şa’bân Efendi. Kirmastı’da.
- Hacı Abdurrahmân el-Mücâhid. Antep’dedir.
- Muhammed Mübârek Efendi.
Şam’dadır. Tarîk-ı Halvetî’de ilk bey’at aldığım şeyhimdir.
- Müftü Hacı İbrâhîm Efendi. Gelibolu’dadır.
- Müderris Süleymân Efendi. Fatsa’dadır.
- Müderris Seyfeddîn Efendi. İstanbul’dadır.
/141/ - Müderris Hacı Ya’kûb Efendi.
Rizeli, İstanbul’dadır.
- Muhaddis Hacı Ömer Efendi. Eğinli, İstanbul’dadır.
- Hâfız Muhammed Efendi. Filibeli, İstanbul’dadır.
- Hacı Muhammed Efendi. Siverekli, İstanbul’dadır.
- Hacı Saîd Efendi. “Beytü’l-ilm” denilmekle ma’rûf,
Dağıstan’dadır.
- Seyyid Kâzım Efendi. Müderris ve kadı, Dağıstan’dadır.
- Abdülkâdir Efendi. Dağıstan’dadır.
- Şeyh Şa’bân Efendi. Dağıstan’dadır.
- Hacı Muhammed el-Kerûkî. Müderris, Dağıstan’dadır.
- Muhammed el-Mihrâkî. kadı, Dağıstan’dadır.
- Hacı Mîkâîl. Dağıstan’dadır.
- Pîr Muhammed. Kadı, Dağıstan’dadır.
- Necmeddîn-i Avârî. Ulemâdan, Dağıstan’dadır.
- Şeyh Ali Süğûrî. Dağıstan’dadır.
- Hacı Nasrullâh-ı Kûbâdî. Dağıstan’dadır.
- Hacı Abdurrahmân. Ejderhânî, Dağıstan’dadır.
- Abdülkâdir. Ulemâdan, Kaşgar’da.
- Seyyid Tâhir. Çin vâizi.
- Abdüllatîf et-Tarakânî. Türkistân-ı Çinî’de.
- Saîd-i Niyâzî. Âhûn’da.
- Şeyh el-Hâc Şâkir. Semerkand’da.
- Hacı Abdülbârî. Lökçin’de.
- Sâdık-ı Hıttânî. Lökçin’de.
- Şeyh Abdurrahmân. Hârbîn’de.
- Şeyh Ahmed Efendi. Mûk’da.
- Seyyid Müctebâ Hân. Râmpur hâkimi, Hindistan’da.
- Şeyh İsmâîl es-Safâyî. Muhaddisîn-i kirâmdan, ulemâ-yı benâmdan, Tunus
kadısı.
- Şeyh Hasan el-Uveydân. Trablusgarb’da.
- Şeyh Ahmed. Fas’da.
/142/ - Şeyh Hacı Muhammed-i Şenkîtî. Fas’da.
İrtihâli
:
Şeyh-i müşârünileyh ile târîh-i
irtihâllerinden bir buçuk ay mukaddem müşerref olmuş idim. Ser-â-pâ nûr-ı
mücessem bir mürşid-i mükerrem olmuş gördüm. Fuyûzât-ı ârifânelerinden müstefîd
oldum. Ser-â-pâ deryâ-yı aşk u ma’rifete müstağrak olup, hep hakâyık-ı
Kur’âniyye’den bahs buyurdular.
Birkaç gün hafîf
bir hastalığı müteâkib 1343 senesi şehr-i Ramazânının onsekizinci (11 Nisan
1925) Cumartesi günü alaturka sâat yedi buçuk (sabâh 03.00) râddelerinde “Hû” ism-i şerîfine muvâzıb oldukları hâlde irtihâl-i dâr-ı cemâl
eylemişlerdir. (Kaddesa'llâhu
sırrahû)
Na’ş-ı mübâreklerini halîfelerinden Dersiâm Hacı Ömer
Efendi gasl edip Fâtih Câmi'-i şerîfine ertesi Pazar günü cenâzeleri eyâdî-i
ihtirâmda nakl edilerek öğle namâzını müteâkib salât-ı cenâzeyi yine mûmâileyh
Ömer Efendi kıldırmış ve oradan Edirnekapısı hâricindeki, İbn Kemâl merhûmun
kabrinin karşısındaki mezârlıkda defîn-i hâk-i gufrân kılınmıştır. (Rahmetu'llâhi aleyhi rahmeten
vâsia)
Cenâzelerinde tekellüfât ihtiyâr
olunmamasını ve fukarâ-yı müslimîn mezârlığına defnini vasiyyet buyurmuşlardır.
İrtihâllerinden evvelce
haber-dâr olamadığımdan, cenâzelerinde bulunamadığıma çok müteessirim. Evrâk-ı
havâdisde bi'l-âhare görülen i’lân nüsha-i matbûası bir hâtıra olarak telsîk
edildi :
“İrtihâl
Sâdât-ı Hüseyniyye’den ve
meşâyıh-ı Nakşıbendiyye’den Dağıstânî Ahmed Hüsâmeddîn er-Rükkâlî hazretleri
irtihâl-ı dâr-ı bakâ eylemişlerdir. Bu gün Davutpaşa civârındaki hânelerinden
kaldırılarak, ikindi vakti Fâtih Câmi'-i şerîfinden namâzı ba’de’l-edâ Edirnekapı’daki
makber-i mahsûsuna defîn-i hâk-i gufrân kılınacaktır (Rahmetu'llâhi aleyh).”
Müşârünileyhin irtihâli âlem-i
irfân için azîm bir zıyâ’dır, Cenâb-ı Hak bizleri mazhar-ı şefâati buyursun.
Âmîn.
Şeyh Muhammed Şehrî-i Gülşenî
onun vefâtı üzerine şu târîhi söylemiştir:
هو شمس بعد الألف بل هو مدارها
إختفى عنا واها سيدى حسام الدين
اعلم سره مفرقات وارفع فهمه
وكان شمس الهدى سيدى حسام الدين
سيد رجال القوم وأكمل الورى
أمين علوم الورى سيدى حسام الدين
مفتاح باب العلوم فريد عصره
فاق أماثله سيدى حسام الدين
ولن يبلغ الواصف مدة عمره
إذ العصر لم ير مثله سيدى حسام الدين
فهم العجز شهريا لوصفه
إلهام من الله سيدى حسام الدين
إمام الهدى شمس وبها تاريخه
هكذا عرفنى سيدى حسام الدين
هاتف علمنى تاريخ خفائه
Hânedân-ı ehl-i beyte ben
dahilem tâ ezel
İtmezem (..........) güft ü gûsundan
hazer
Şemsi-i Mısrî mükerrer itdi
sizden iktibâs
Feyzinizden oldu ma’nen kâm-yâb
u kâm-ver
25 Muharrem 1343-26 Ağustos
1341/(1924)
Şeyh-i müşârünileyhin
hulefâsından Süleymân Sâmi Efendi, Rehber-i
Talibîn nâm eserinde azîzin Türkçe na’t ve nutuklarını derc etmiştir:
Enâm
olmuş risâletde ukûs-ı vechine mir’ât
Enâmdan
ism-i pâkin pür-ayândır Yâ Rasûla’llâh
Ehad
isminde zâid olsa bir mîm’-i nübüvvet kim
Ehad
mîm-i muhabbetde nihândır Yâ Rasûla’llâh
* * *
Şemsim
bu vücûdum virür ecsâda zılâli
Nutkum
bu şuhûdum virür ekbâda hayâli
Efrâd-ı
şuhûdumla bu heb hâver-i güftâr
Subhum
ki berâzıhda tutan rûz u leyâli
Deryâ
gibi emvâca takıl eyleme nefret
Kesretde
müşâhid olasın tâ O Cemâl’i
* * *
Sâilim
kapuna geldim eyle ihsân Yâ Rasûl
Tut
elim kurtar beni hâlim perîşân Yâ Rasûl
Sîne
mecrûh dîde giryân âh u efgân eylerim
Aşkının
bîmârıyım kıl derde dermân Yâ Rasûl
Hz. Şeyh’in Sultân Muhammed
Reşâd Hân merhûma muhabbeti var idi. Hz. Pâdişâh da ona dâimâ seccâdecisi Zekeriyyâ Bey’i
gönderirdi. Bu arîzayı ârzû-yı pâdişâhî üzerine yazmış, Zekeriyyâ Bey
vâsıtasıyla takdîm etmiş idi. Bir nüshası elime geçti, aynen nakl olundu:
“Mübesmelen
bi’smihî teâlâ!
Hâmil-i
livâ-yı hilâfet selâtin-i izâm hazarâtının kalb-i hümâyûnlarını mevrid-i ilhâm,
zikr u ibâdet-i âhâddan efdal olan fikr-i şâhâneleri sebeb-i intifâ’-ı enâm
olduğundan, selef-i sâlihîn, kendilerini meşgûl edecek derecede evrâd ve ezkâr
ta'lîmini tecvîz etmeyerek, yalnız teberrük için mutalsam hırka ve gömlek ihdâ
ve hâssası müsbet ve müberhen vird ü esmâ ta’lîm ve i’tâsında bir be’s
görmemişlerdir.
Evrâd
u ezkâr, menfaat-ı husûsiyyeyi celb ve istishâbdan, efkâr-ı hilâfet-penâhî ise,
umûm-ı müslimîn ü reâyânın hukûk u menâfiini muhâfaza ve isticlâbdan ibâret
olup, husûs üzerine bi-tarîkı’l-evlâ, umûmun fevâid ü menfaatini ihtiyâr,
dâreynde hâiz-i şeref ü i’tibârdır.
Muktezâ-yı
beşeriyyet, telâtum-ı efkâr ve tevârüd-i şuûn u âsâr ile kalb-i hümâyûna teâküs
edecek hümûm u gumûmun zuhûru evânında, Hz. Cibrîl’in melekûtu’l-arz ile
münâsebâtını müeyyed bulunan hazerât-ı hamsede mutasarrıf, mâddeten vecîz,
ma’nen bütün maâliyyâtı şâmil şu, (سبوح قدوس ربنا ورب الملائكة والروح)[8][8] elfâz-ı celîleyi günde yedi def'a kırâatla
me’zûniyyet i’tâ ve âcizâne ihdâ ettim. Her gün yedi def'a
kırâatına devâm ile kalb-i hümâyûnda bir inşirâh-ı tâm husûle geldiği gibi,
avârız-ı mezkûrenin dahi ânen-fe-ânen mübeddel-i neşât u sürûr olduğu bi’l-fi’l
müşâhede olunur. Hilâfet bir emr-i azîmdir. Makâm-ı muallâ-yı hilâfete kalb ü
cân ile merbûtiyyet esâsına ibtinâen uhde-dâr olduğumuz vazâifden biri de
selâmet-i mülk ü millet ve teâlî-i şân u şevket ve tezâyüd-i ömr ü âfiyet-i
hilâfet-penâhîye gece ve gündüz hayr duâdır.
Hâdimü’l-fukarâ
min Âl-i Abâ
Seyyid Ahmed Hüsâmeddîn.”
Seyyid Ahmed Hüsâmeddîn.”
SEYYİD
AHMED HÜSAMÜ’D-DIN HAZRETLERİ’NİN ÂSÂRI’NDAN
MEKÂSID-I SÂLİKlN
MEKÂSID-I SÂLİKlN
Tasavvuf, Kur’ân ve Sünnet’ten doğmuş bir disiplindir. Amacı, ferdin
sürekli olarak Allah’ı hatırlaması ve kendini O’nun rızasına uygun işleri
yapmaya sevk etmesi olan tasavvuf, Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)
ve arkadaşlarının yaşadığı zühd hayatıyla önce ferdî, sonradan ictimaî bir
disiplin hâlini aldı. Bu disiplin başlangıcından yüzyıllar sonra çeşitli yanlış
yorumlamalar ve sahte şeyhlerin anlayışlarındaki sakatlıklardan dolayı
istikâmetinden sapmışsa da Kur’ân ve Sünnet’in dışına çıkmadan ve İslâm’ın
özünü bozmadan bu geleneği devam ettirenler daha çoğunluktadır. Bunlardan biri
de “Mekâsıd-ı Sâlikîn” müellifi Şeyh Ahmed Hüsâmeddîn-i Dağıstânî’dir.
19. asır sonlarında ve 20. asır başlarında yaşamış olan ve tasavvuf
geleneğini devam ettiren; manevî kemâli, güzel ahlâkı, yazdığı eserleri,
sohbetleri ve onlarca halîfesi ve de kendisine intisâb eden binlerce müridiyle;
büyük mutasavvıflardan ve kıymetli şahsiyetlerden biri olan Şeyh Ahmed
Hüsâmeddîn-i Dağıstânî’yi tanıtması, alanına katkı sağlaması ve yeni
çalışmalara da kaynaklık etmesi yönüyle önem arz ettiği kanaatindeyiz.
MEKÂSID-I SÂLİKlN eserinden şu sonuçları çıkarılabiliriz.
1. Tasavvuf, İslâm dâiresi
içinde; kökü ve kaynağı, Kur’ân ve Sünnet olan bir disiplindir.
2. Kur’ân-ı Kerîm’in hem zâhirî
hem bâtınî mânâları vardır. Herkes bâtın mânâsını anlamaya ehliyetli değildir.
Aynı zamanda herkese bâtın mânâsını bilmek vâcip de değildir. Ancak herkes
zâhir mânâsını bilip ona uymakla mükelleftir.
3. Müellif, şerî’atsız tarîkat
olamayacağını kat’î şekilde belirtmiş ve ehl-i sünnet dışında yorum ve açıklama
getiren anlayışları yanlış görmüştür.
4. Rûh ve nefs insanın iki
farklı yanını oluşturmaktadır. Her fert, tüm cesedi kaplayan ve devamlı olarak
kötülüğü emreden nefsi tasavvuf terbiyesi ve disipliniyle terbiye ve tezkiye
etmelidir.
5. Müellife göre tarîk, önce
Cenâb-ı Hakk’a kisb-i ma’rifet; sonra eşyâya ma’rifet tarîkıdır.
6. İ’tikâd doğru olmadan,
amellerin bir fâidesi yoktur. Böyle bir kimse için manevî makâm yoktur.
7. Abdestsiz kimsenin namazı
kabul olmayacağı gibi, bir kimse için sülûk olmadan seyr olmaz. Yani ahlâkî
eğitim olmadan Hakk’a ulaşılamaz.
8. Tarîkatta şeyh,
Hakk ve mürid arasında “râbıta”dır. Aynı denizin bir yakasından diğer yakasına
geçmek isteyen yolcu için geminin vâsıta olması gibi. Ve râbıta, Ehl-i Beyt’e
vâsıl olan silsileden olmakla sahîh olur. Böyle olmayan râbıta için irtibât
yoktur.
9. İnsan âlem-i emr olan kalb,
rûh, sırr, hafâ, ahfâ ve âlem-i halk olan ateş, su, toprak, hava, nefstir.
Bunlardan evvelkisi nûrânî, ikincisi zulmânîdir.
10. Müellif tasavvufî olan bu
eserinin önemli bir kısmını Kelime-i Tevhîd’e ve Sûre-i İhlâs’a ayırmıştır.
11. Karâmita, Dürûz ve Melâmiyye
tâifelerinden bazıları eşyâ, Allah’ın vücûdunun gölgesidir derler. Müellif bunu
ilhâd ve şirk olarak görür. Zira yaratanla yaratılanın vücûdu bir arada olmaz.
Nasıl ki güneş doğunca gecenin karanlığından eser kalmıyorsa.
12. Kur’ân’da her ilim
vardır. Herkes nasibi miktarınca alır. İlm-i ma’rifet ve ilm-i hakîkat, ilm-i
şerî’at ayrı ayrı ilimler ve zevklerdir. Ancak bunlar bir birlerine muhalif de
değillerdir. Nasıl ki ilm-i hendese, ilm-i mantık’a muvâfık değilse de kimse
ilm-i hendeseye ilm değildir diyemeyeceği gibi. İlm-i hakîkati tahsil için
şartlar vardır. Abdesti olmayan kişinin namazı sahîh ve câiz olmadığı gibi,
şerî’ti bilmeyen, tarîkate, tarîkati bilmeyen ma’rifete, ma’rifeti bilmeyen de
hakîkate ulaşamaz.
Kaynak: Zahir
SÜSLÜ, Mekasıd-ı Salikın (Metin-İnceleme), T.C. Trakya Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Türk Dili Ve Edebiyatı Anabilim Dalı Türk Edebiyatı Bilim
Dalı Yüksek Lisans Tezi, Edirne, 2011
[1][1] Not: Hayatı Hakındaki Bilgi kısmı [Sefîne-i Evliyâ,
Osmânzâde Hüseyin Vassaf, Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, İstanbul 2006, cilt II,
s.266-277] kısımdan alıntılanmıştır.
[3][3] “Fazîletli ve himmet sâhibi, mümtâz bir
insan, fazîletin en ileri derecesine ulaşmış, Allah’a karşı gelmekten son
derece sakınan kâmil bir şeyh, Allah’ın emrettiklerine bağlı kalarak vuslata
erişmiş bir mürşid, kâmil, hocaların hocası, Allah’ın bütün kullarına karşı
şefkatli, hocamız Mevlânâ Seyyid Ahmed Hüsâmeddîn-i Dağıstânî en-Nakşıbendî
el-Hüseynî, dedesinden icâzetli bir Kur’ân müfessiri idi. En güzel salât ve en
temiz selâm ona olsun. Cenâb-ı onun derecesini artırsın, ilmini ve fazîletini
yüceltsin. Marifetinden bütün Müslümanlar faydalansın. Bereketiyle, bizim
doğruların ve gerçek iman sahiplerinin yolunda dosdoğru gitmemizi nasibetsin.”
(H)
[6][6] “Allah
onları arkalarından çepeçevre kuşatmaktadır. Doğrusu bu yüce Kur’ân’dır. Levh-i
mahfûz’da yazılıdır.” Burûc sûresi, 20, 21, 22. (H).
[7][7] “O,
(hicrî) bin senesinden sonra güneş (gibi)dir, hattâ güneşin medârı sayılır.
Bizden seyyidim Hüsâmeddîn gizlendi.
Furkân
(K. Kerîm)in sırrını en iyi bilen ve onu en yüksek derecede anlayandır. Hidâyet
güneşinin dükkânı seyyidim Hüsâmeddîn:
Milletin
dayanağı ve işlerinin en üstünü, vâris ilimlerinin üstâdı seyyidim Hüsâmeddîn
İlim
kapısının anahtarı, asrının seçkini, emsâllerine üstün geldi seyyidim
Hüsâmeddîn
Onu
tanımlayacak olanın ömrü bu işe yetmeyecektir. Asır benzerini görmedi. Dînin
yardımcısıdır.
Onu
tanımlamada acizlik anlaşıldı. Allah’tan ilhamdır ve seyyiddir.
Hidâyet
imâmı bir güneştir. Onunla târîhi bilinir. Seyyidim böylece bildirdi.
Hatiften
bir ses bana onun gizlenişinin târîhini öğretti: Zamânının kutbu seyyid
Hüsâmeddin vefât etti.” (H)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar