MOLLA CAMİDE MEVLANA HAYRANLIĞI
Dr. Mehmet Önder
Islâm âleminin büyük düşünür,
mutasavvıf ve şairi Mevlânâ Celâleddin Rûmî, hayattayken ünü yaşadığı şehirden
ötelere taşmış ve döneminin önemli şahsiyetlerinin pek çoğuyla görüşmüş ve
mektuplaşmıştır. Bunlar arasında Attar Nişaburî ve Sâdî Şirazî de vardır.
Mevlânâ’yı ziyaret için Şiraz’dan, İsfahan’dan, Buhâra’dan, Semerkant’tan pek
çok bilgin ve mutasavvıf Konya’ya geliyordu. Mevlânâ’nın ölümünden sonra da
onun türbesini ziyaret için Konya’ya geleceklerdi.
Meşhur Iran şairi, bilgini
Nureddin Abdurrahman Molla Câmî’nin de Mevlânâ’nın türbesini ziyaret amacıyla
Konya’ya geldiği kitaplara geçmiştir. Döneminin devlet adamları tarafından
büyük saygı gören ve hatta Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a gelmesi için
elçilerini yanına gönderdiği Molla Câmi’nin Konya’yı ve Mevlânâ Türbesi’ni
ziyareti hakkında Mevlevî dervişleri arasında pek çok rivayet nakledilmektedir.
Bazı kaynaklarca Molla Câmî’ nin Fatih Sultan Mehmed ve Sultan Bayezid II.
tarafından İstanbul’da misafir edildiği ifade edilirse de, biz bu görüşmelerin
mümkün olmadığı kanısındayız ancak, Câmî nin kendi isteğiyle Anadolu’ya geçerek
mânen mürşidi saydığı Mevlânâ Celâleddin’in Konya’daki Türbesini de ziyaret
etmiş olması düşünülebilir. Mevlevî kaynaklarının bu konuda verdiği bilgilerde
de yıllar yılı dilden düşmeyen söylentilerde de bir gerçek payı aramak
gerekmektedir.
Büyük düşünür, büyük sûfî, büyük şair, Mevlânâ
Celaleddin’in sağlığında şöhreti, yaşadığı şehir Konya’dan çok ötelere taşmış,
Anadolu Selçuklu Devletinin sınırlarını aşarak, İran’a, Hind’e kadar uzanmıştı.
Mevlânâ, çağdaşı olan İslâm mutasavvıflarının çoğu ile görüşmüş, ya da
haberleşmişti. Babası Sultan’ül-Ulema Bahaüddin Veled’le birlikte, Belh
şehrinden Anadolu’ya yolcu oldukları sırada, Nişabur’a uğrayarak orada büyük
İran şairi Ferideddin Attar’la görüştüklerini, Attar’ın çocuk yaştaki
Mevlânâ’nın bilgi ve zekasından çok hoşlandığını ve Mevlânâ’ya “Esrarnâme” adlı
meşhur eserinin bir nüshasını hediye ettiğini Mevlevî kaynakları duyurur. Hatta
Attar’ın Mevlânâ’nın babasına :
- Umarım ki
senin bu oğlun âlemde yanacak gönülleri yakın zamanda ateşleyecektir. dediği
oldu, Babasının ardından yürüyen Mevlânâ’yı kastederek :
-
Hayret... Bir
ırmak, koca bir ummanı peşine takmış sürükleyip gidiyor... diyerek, Mevlânâ’yı
ummana benzettiği rivayeti günümüze kadar gelmiş, kitaplara geçmiştir.
Başta, Sipehsâlâr Mecdeddin Feridun’un Farsça “Menâkıb-ı
Hüdâvendigâr”ı, Ahmet Eflâki’nin “Menâkib’ül-Ârifin - Ariflerin Menkıbeleri”
adlı eserleri olmak üzere çeşitli Mevlevî kaynaklarının verdikleri bilgilere
göre, Mevlânâ sağlığında Muhyiddin-i Arabî, Fahreddin-i Irakî, Sıraceddin-i
Ürmevî, Necmeddin-i Dâye, İranlı bilginlerden Tuslu Bahaeddin-i Kaanî,
Kutbeddin-i Şirazî, Hace Hümameddin-i Tebrizî ve daha başkaları ile şahsen
görüştükleri, bu arada çağdaşı, Şeyh Sâdî Şirazî (1212-1292) ile
haberleştikleri hatta bir rivayete göre, Konya’da buluştukları
kaydedilmektedir. Şöyle ki :
Eflâkî’nin kaydettiği bir rivayete göre, Fars eyaleti
emirlerinden Şemseddin, Sâdî’den beğendiği bir gazeli göndermesini istemiş,
Sâdî de Mevlânâ’nın :
Her nefes avaz-ı aflk miresed ez çep-u rast.
Her nefes sağdan soldan aşk sesleri geliyor diye başlayan
yeni bir gazelini sunmuştu. Gazelin sonuna da :
-
Anadolu
ülkesinde büyük bir zat zuhur etmiştir. Bu gazel ondan gelen hoş bir kokudur.
Bundan daha güzeli ne söylenir, ne de yazılır. En büyük arzum, Diyar-ı Rum’a
giderek, onu ziyaret etmektir.
diye bir not koymuştu. Emir Şemseddin, gazelden çok
hoşlanmış, Şeyh Sâdî’ye de onun Konya’ya gitmesini sağlayacak kadar dünyalık
vermişti.
Sâdî böylece Konya yoluna düşmüştü.1
Mûcem’ül-Buldan adlı esere göre, Şeyh Sâdî Şirazî,
Konya’ya Mevlânâ’yı ziyarete giderken yolda, Mevlânâ üslûbunda bir gazel
yazmayı düşünmüş ve :
Sermest eger der ây-i âlem be hem ber âyed
Eğer sarhoş
olarak içeri girersen, alem birbirine karışır diye bir mısra söylemiş, fakat
arkasını getirememişti. Konya’ya ulaştığı gün, doğruca Mevlânâ’nın medresesine
koşmuş, daha kapıdan girer girmez, Mevlânâ :
Hâk-ı vücud-ı mera gerd-ez adem ber âyed
Bizim vücudumuzun toprağı yokluk tozundan meydana gelir
diyerek ikinci mısra’ı söylemiş, beyiti böylece tamamlamış, bununla da
kalmayarak bu beyitle başlayan uzun gazelini okumuştu.
Yine çok bilinen ve Mevlevî dervişleri arasında söylenen
bir hikayeye göre, Şirazlı Şeyh Sâdî, “Gülistan” adlı eserini yazdıktan sonra
Konya’ya gelmiş, Mevlânâ’yı ziyaret ederek, eserinin bir nüshasını takdim
eylemişti. Ertesi günü Şeyh Sâdî eseri hakkında Mevlânâ’nın fikrini sormuş,
Mevlânâ da:
Yani «tuzsuz» demişti. Sâdî’nin yüzünde bir hüzün
belirmiş, «Nasıl olur?» der gibi yaşlı gözlerle Mevlânâ’ya bakmıştı. Mevlânâ
sözüne bir kelime daha eklemiş:
Yani «helvadır» demiş, helva gibi tatlı, helvaya tuz
atılmaz, demek istemişlerdi.
Bu söylentilerin birleştiği nokta, Şeyh Sâdî Şirazî’nin
Mevlânâ’yı ziyaret maksadı ile Konya’ya gelmiş olduğudur. Ömrünün otuz yılını
seyahatle geçiren ve birçok memleketleri dolaşan Şeyh Sâdî’nin, Mevlânâ’nın
sağlığında Konya’ya gelmesi ve O’nu ziyaret etmesi, hiç de uzak bir ihtimal
değildir. Ne var ki bu söylentilerin ışığı altında konuyu derinliğine incelemek
gerekir.
Mevlânâ’yı ziyaret için Şiraz’dan, İsfahan’dan, Buhâra’dan,
Semerkant’tan pek çok bilgin ve mutasavvıf Konya’ya geliyordu. Mevlânâ’dan
sonra da onun türbesini ziyaret için Konya’ya geleceklerdi.
Ve Mevlânâ’nın
ölümünden iki yüz yıla yakın bir süre sonra tanınmış İran şairi, bilgini
Nureddin Abdurrahman
Molla
Câmî’nin, Mevlânâ’nın türbesini ziyaret amacıyla Konya’ya geldiği kitaplara
geçti.
Nureddin Abdurrahman Molla Câmî, İran’ın, Hayyam, Sâdî,
Attar, Şirazlı Hâfız gibi klasik şair ve sûfîlerinin devamı, bir görüşle
sonuncusudur. 1414 yılında Herat ile Havav arasındaki Harcird kasabasında
doğmuştur. Harcird’in tâbî olduğu “Gam” şehrine nisbetle “Câmî” mahlası aldığı
söylenir. Babası Nizameddin Ahmet, Herat’ta, Nizamiye medresesinde müderris
iken babasının derslerine devam etmiş, daha sonra Herat’ın tanınmış
müderrislerinden ders almıştır. Sonraları Molla Abdurrahman Câmî’nin Uluğ Bey
zamanında Semerkant’a geldiğini burada meşhur Türk bilgini Bursalı Kadızâde
Rûmî’nin «riyaziye» derslerini izlediğini, Herat’ta da Türk bilginlerinden Ali
Kuşçu ile tanıştığını görüyoruz.
Câmî’nin yaşadığı çağda Herat, Timuroğulları Devleti’nin
merkeziydi. Özellikle hükümdar Hüseyin Baykara’nın devrinde Herat, bir ilim ve
edebiyat şehri olarak ün yapmıştı. Devrin tanınmış bilginlerinden çoğu Herat’ta
toplanıyordu. Bu durum Molla Câmî’nin yetişmesinde büyük etken olmuştur.
Semerkant’ta tahsilini tamamlayarak tekrar Herat’a döndüğü zaman genç fakat
yetişkin bir müderristi.
Herat’ta
evlendi. Hüseyin Baykara ve onun veziri şair Ali Şir Nevâî ile yakın dostluk
kurmuş, bu sırada Nakşibendiye tarikatına girmişti. Onun tasavvufla
uğraşmasını, bu alanda derinleşmesini, geçirdiği bir aşk macerasına yoranlar
varsa da bunda devrinin ve çevresinin büyük etkisi olduğu kuşkusuzdur. Câmî,
tasavvuf ve şiir vadisinde aralıksız eserler verirken kısa sürede şöhreti tüm
İslâm ülkelerine yayılmıştı. Hüseyin Baykara’nın Câmî için yaptırdığı medrese
kendisini ziyaret edenlerle dolup taşıyordu. Bu arada ünü, Osmanlı ülkesine de
yayılmış, devrin tanınmış bilginlerini İstanbul’a toplayarak onlar için yüksek
medreseler açan Fatih Sultan Mehmed, Câmî ile ilgilenmeye, hatta mektuplaşmaya
başlamıştı. 1472 yılında Câmî, Hac ziyaretini yapmak üzere Mekke ve Medine’ye
gitmiş, Hac dönüşü Halep’e uğramıştı. Bunu öğrenen Fatih Sultan Mehmet, Câmî’yi
yakından tanıyan Hoca Ataullah Kirmanî’ye 500 altın vererek, Câmî’yi İstanbul’a
davet etmek üzere onu Halep’e göndermişti.
Ne var ki Hoca Ataullah Kirmanî Halep’e geldiği sırada,
Câmî’nin Halep’ten Diyarbakır’a geçtiğini öğrenmiş, hediyeleri veremeden geri
dönmüştü. Câmî ise Diyarbakır’dan Tebriz’e dönmüştü.
Câmî eser verme yönünden İran’ın en verimli şair ve düşünürlerindendir.
Üç ciltlik divân, yedi mesnevîden meydana gelen “Heft Evren” adındaki manzum
hikâyeler külliyatı, sûfîlerin ve bazı Nakşibendî şeyhlerinin hayatı ve
fikirlerinden bahseden “Nefahat’ül-Üns” aldı biyografik eseri, Sâdî’nin
Gülistan’ına benzeyen manzûm-mensûr Baharistan’ı, Salaman ve Absal, Yusuf ile
Züleyha gibi tasavvufî görüşlerle işlenmiş hikayeleri, edebî ve tasavvufî
risâleleri, şerhleri, gramer, musikî üzerine yazılan, tamamı 43 eser, Câmî
külliyatını tamamlar. Câmî özellikle ömrünün son 20 yılında Mevlânâ
Celâleddin’e büyük bir aşkla bağlanmış, onun sınırsız etkisinde kalmış, 6
ciltlik Mesnevî’yi ezberleyecek kadar üzerinde durmuştur. Divân-ı Kebir’deki
sayısız gazeller Câmî’nin ezberindedir. Onu özleyiş içinde yanıp tutuşmaktadır.
Nefahat’ül-Üns adlı eserinde, Mevlânâ ve hayatı hakkında verdiği ayrıntılı
bilgiler, daha sonraları Mevlânâ için yazılan pek çok esere kaynak olmuştur.
Ayrıca Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin ilk iki beyti olan :
Bişnov in nay çün
şikayet mikuned
Ez cudayıha hikâyet
mikuned
K’ez neyistan ta mera
biburideend
Ez-nefirem merd-ü zen
nalide end
Dinle bu ney nasıl şikayet ediyor,
Ayrılıklardan hikâyet ediyor.
Koptuğumdan beri kamışlıktan ben
Ağlar kadın-erkek inleyişimden.
beyitlerini Şerh-i
du Beyt ez-Mesnevî; Mesnevî’den İki Beytin Şerhi adıyla koca bir cilt
olarak şerhetmiş, bu şerh 1934 yılında Tahran’da 463 sayfa olarak
yayınlanmıştır.
Feridun Bey Münşeatındaki mektup suretlerinden de
anlaşılacağı üzere, Molla Abdurrahman Câmî, Osmanlı Padişahı Fatih Sultan
Mehmed’le, O’nun ölümünden sonra da, oğlu İkinci Beyazıd’la mektuplaşmıştır.
Şiirlerinde Fatih’i metheden Molla Câmî’nin bir keresinde, Hac dönüşü Fatih’in
davetine icabet edemediğini az önce söylemiştik. Fatih’in hocası Ak
Şemseddin’in Menâkıb’ını içeren Menâkıb-ı Ak Şemseddin adlı eserde Molla
Câmî’nin, Fatih’in daveti üzerine mütenekkiren İstanbul’a geldiği yazılırsa da,
kanımızca Câmî, bu ziyareti hiçbir zaman yapamamıştır. Câmî hakkında yazılan
eserlerde de, özellikle Ali Asgar Hikmet’in Tahran’da yayınlanan “Câmî” adlı
geniş incelemesinde, ayrıca Asaf Halet Çelebi’nin İstanbul’da yayınlanan “Molla
Câmî” adlı eserinde, bu ziyaretle ilgili olarak hiçbir bilgi verilmemektedir.
Ne var ki pek çok Mevlevî kaynaklan, bu arada Konya’daki
Mevlânâ dergâhında yüzyıllar boyu dilden dile yaşatılan söylentiler, hatta
Mevlânâ türbesi ve dergâhında Molla Câmî’nin anılarını, şiirlerini taşıyan
eserler, O’nun, Fatih’in ölümünden kısa bir süre önce (3 Mayıs 1481) yakın
dostlan ile birlikte Mevlânâ'nın türbesini ziyaret etmek üzere Konya’ya
geldiğini, Konya’da Mevlânâ Dergâhı’nda, Dergâh postnişîni Cemaleddin
Çelebi’nin birkaç gün misafiri olduğunu daha sonra İstanbul’a gitmek üzere
Kütahya’ya geldiği sırada Fatih’in ölüm haberini alarak geri döndüğünü ve
Herat’a gittiğini ifade ederler.
Mesnevî
kaynaklarına dayanarak Şemseddin Sami “Kamus’ul- Alam”adlı büyük eserinin
ikinci cildindeki “Câmî” maddesinde bu ziyaretin yapıldığını ifade eder.2
Ayrıca Mevlevî şeyhi Hüseyin Fahreddin Dede’nin bugün İstanbul’da Rusuhi
Baykara’nın özel kütüphanesindeki “Mecmuasında Molla Câmî’nin Konya’da Mevlânâ
türbesi ve dergahını ziyareti konusunda geniş bilgiler verdikten sonra,
Câmî’nin Konya’da Divâne Hüsam adında bir derviş ile sohbet ettikleri sırada,
namaz vakti yaklaşınca, divâne Hüsam’ın imamet ettiği, iki rekat namaz
kıldıkları kayıtlıdır. Divâne Hüsam, ilk rekatta, Fâtiha’yı okuduktan sonra
Mevlânâ'nın :
Hiç midani çi mikerdî
dil-i efgâr-ı men
Rûy binmudiy-u şed
ateş peresti kâr-ı men
Benim yaralı gönlüme
ne yaptığını hiç biliyor musun?
Yüzünü gösterdin de
işim ateşe tapmak oldu.
beytini, ikinci rekatta da yine Mevlânâ’nın:
Ey kebûter ger perî
ber bâm-ı kasr-ı on peri
Minüvisem nameî ez
hîn-ı dil ancâ beri
Ey güvercin, eğer o perinin köşkünün damı üstünden uçup geçeceksen,
Gönül-kanıyla mektup yazıyorum, onu oraya götür.
beytini okuduğunu, kendinden geçmiş olan Molla Câmî’nin
de buna uyduğunu kaydeder. Üstad Abdülbaki Gölpınarlı, Hüseyin Fahreddin
Dede’nin Mecmua’sına dayanarak bu bilgileri Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik adlı
eserinde vermiş ve Molla Câmî’nin inancı ve anlayışına göre bu namaz olayının
kuşkulu olduğu kanısına varmıştır.3
Mevlânâ ve Mesnevî üzerine, Molla Abdurrahman Câmî’ye ait
olduğu söylenen Mesnevîlerin kapağına yazılan aşağıdaki beyitlerin Câmî
tarafından Konya’da yazıldığı yine Mevlevî kaynaklarında ifade edilmektedir.
Her ki haned Mesnevî
ra subh-u şam
Ateş-i duzah ber o
bâda haram
Mesnevî-i Manevî-i
Movlevî Hest
Kur’an der zebân-ı
Pehlevi
An feridun-ı Cihan-ı
Manevi
Bes buved burhan-ı
kadreş Mesnevî
Men çi gûyem vasf-ı
ân âlicenab
Nist peygamber veli
dared kitab
Kim ki, sabah-akşam
Mesnevî okursa, cehennem ateşi ondan uzak, ona haram olur.
Mevlânâ’nın manevî
Mesnevîsi,
Pehlevi dilinde
yazılmış Kur’an’dır.
Manevî Cihanın sultam olan
Mevlânanın
Yüceliğine Mesnevî bir delildir.
Ben o yüksek zâtın vasfı için ne
söyleyebilirim.
O peygamber değildir ama kitabı vardır.
Bir Mevlevî dervişi son kıt’ayı mealen Türkçeleştirmiş ve
aslının Câmî’ye ait olduğu kaydıyla, sülüs bir yazı ile yazılan bir levhası
Mevlânâ’nın türbesine asılmıştır. Bu kıt’a şöyledir:
Âlemi mânây-ı feyzin ol ulu sultam kim
Mesnevî dünya değer bir hücceti yandır ona
Kendisi sahib-i kitab gerçi peygamber değil
Vasfı bahsinde o şahin söz düşer mi hiç bana
Ayrıca Mevlânâ Dergâhı’nın Türbe Kapısı dış alınlığı,
yine Tilavet odasında Türbe’ye açılan Gümüş Kapısı üzerinde, ta’lik yazı ile
iki levha vardır. Her iki levha üzerindeki şu beytin Molla Câmî’ye ait olduğu,
Konya’yı ziyareti sırasında yazıldığı yıllar yılı Mevlevîlerce söylenmiş,
kitaplara yazılmıştır:
Kâbe tül-uşşak bâşed in makam
Her ki nâkıs âmed inca şud tamam
Bu makam âşıkların kâbesi oldu.
Buraya noksan gelen tamamlandı.
Bu çok tanınan ve bilinen beyit, ifadesinden de
anlaşılacağı üzere, herhalde yerinde yazılmış olmalıdır. Bu kadar güzel bir
beyti de ancak güçlü bir şair, diyelim ki Molla Abdurrahman Câmî
söyleyebilir.
Nitekim, Konya Mevlânâ Müzesi İhtisas Kütüphanesi’nde,
2179 numarada kayıtlı 16. yüzyılda yazıldığı sanılan yazma bir “Mecmua”nın
163/a sayfasında bu beytin Molla Abdurrahman
Câmî’ye
ait olduğu ve Konya’da Mevlânâ’yı ziyareti günlerinde söylediği kayıtlıdır.4
Yine Mevlânâ
Türbesinde, Mevlânâ’nın sandukasının karşısında ta’lik yazı ile bir levhadaki
şu beytin de Molla Câmî’ye ait olduğu ve Konya’yı ziyareti günlerinde
teberrüken yazıldığı Mevlevîlerce söylenmektedir:
Yek tavaf merkad-i Mevlânây-ı mâ
Heft hezar-u heft sad-u heftad Hacc-ı ekberest
Mevlânâ’mızın
merkadini bir kere ziyaret, yedibin yediyüz yetmiş büyük Hacdır.
Molla Abdurrahman Câmî’nin Konya’da kaldığı sürece gece
gündüz başını Mesnevî’den kaldırmadığı, gözüne uyku girmediği, hatta o zaman
Fatih’in oğlu Sultan Cem’in Konya Valisi olduğu, Cem’in Câmî’ye büyük saygı
gösterdiği, Cem oldu Konya’da Câm-u Cem tabirinin de o zaman için
söylendiği rivayeti yaygındır.
Molla Abdurrahman Câmî, bilindiği gibi aynı anda musikî
bilginidir. Besteleri vardır. Mevlevî ayinlerinde icra edilen “Beste-i Kadim”
adlı bazı bestelerin Molla Câmî’ye ait olduğu söylene gelmektedir.
Molla Câmî’nin :
Çün cemâl-i hod hem
ender hod temâşâ kerd ışk
Nat-u nâm-ı âşık-u
maşuk peyda kerd ışk
Bûd âşık bâtın-u
maşuk zahir şod be aks
Sır-rı bâtınrâ çü der
zahir huveydâ kerd ışk
Kıt’ası da vezin ve kafiye aynen korunarak şöyle tercüme
edilmiş, âyin bestesi yapılmıştır.
Kendüyi kendinde
kendi çün temaşa etti ışk
Âşık-u maşukluk
nâmını peyda etti ışk
Âşık etti zahirine
batınî aks oldu hâl
Batın-î sırrını
zahirde hüveyda etti ışk
9 Kasım 1492 günü Herat’ta ölen Molla Aburrahman Câmî’nin
güfte ve bestelerinin Mevlevîlerce hemen benimsenmesinde, Onun Konya’yı
ziyareti gibi bir neden aramak gerekir herhalde.
Bu mülahazalara bakarak gerçekten Molla Abdurrahman Câmî,
Konya’ya gelmiş midir? Her ne kadar tanınmış müsteşrik Baron Carre de Vaux “Les Penseurs de L’Islam” adlı eserinde (V, 331),
Câmî’nin Fatih Sultan Mehmed ve Sultan Bayezid II. tarafından İstanbul’da
misafir edildiği ifade edilirse de, biz bu görüşmelerin mümkün olmadığı
kanısındayız.
Ancak, Câmî’nin kendi isteğiyle Anadolu’ya geçerek mânen
mürşidi saydığı Mevlânâ Celâleddin’in Konya’daki Türbesi’ni de ziyaret etmiş
olması düşünülebilir. Mevlevî kaynaklarının bu konuda verdiği bilgilerde de
yıllar yılı dilden düşmeyen söylentilerde de bir gerçek payı aramak
gerekmektedir.
1-Eflâkî,
Ariflerin Menkıbeleri, I, 292, İst. 1953
2-Şemseddin Sami, Kamus’ul-Alam, II, 225, İst. 1292.
3- Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan sonra Mevlevîlik, s. 218, İst.
1953.
4-Mecmua’nın tavsifi için bak. A. Gölpınarlı, Mevlânâ
Müzesi Yazmalar Kataloğu, s. 229, Ankara 1971.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar