NECİP FAZIL KISAKÜREK ve ŞİİRİNDE KOMÜNİST BAUDELAİRE ETKİSİ
Orhan
Seyfi Orhon, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç, Enis Behiç Koryürek ve
Faruk Nafiz Çamlıbel’den oluşan hecenin beş şairi içinde şiire ağırlığını
yalnız Faruk Nafiz koyabildi. Diğer şairler doğa, aşk ve özlemin yanı sıra en
çok Türklüğü öven “soycu” bir şiiri yazdılar. Yalnızca kullandıkları
ölçü ulusaldı. Ziya Paşa ve Ziya Gökalp’in önerdiği anlamda, geleneksel kültür
birikimlerini işleyen gerçekten ulusal bir şiiri onlar da üretemedi. Ne var ki
günümüz sade dilinin kurucuları oldular, bazılarının Fransızca bilmelerine
rağmen (Halit Fahri, Enis Behiç) şiire Fransız şiirini sokmadılar, Avrupalılık
taslamadılar.
Ahmet
Haşim’in öğrencileri Hulusi Koray (düzyazar), Muammer Lütfi Bahşi, Sabri Esat
Siyavuşgil, Yaşar Nabi Nayır, Vasfi Mahir Kocatürk, Cevdet Kudret ve Ziya Osman
Saba, Yusuf Ziya’nın Meşale dergisinde yazmaya başladılar. Hececilerin
ürünlerini renksiz ve yetersiz bularak şiire yeniden Baudelaire, Verlaine ve
Mallarmé gibi Fransız şairlerini soktular. Çoğu edebiyatı ve şiiri bıraktı. Yalnız
Ziya Osman şiiri sürdürdü ve 1940 kuşağı içinde verdiği yapıtlarla tanındı.
Bir
varlık gösteremeyen “Yedi Meşaleciler” bir yana bırakılırsa, Cumhuriyet Şiiri
Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek, Cahit Sıtkı
Tarancı ve Ahmet Muhip Dıranas’la yeniden Fransız şiirine döndü. Bu şairler
Gerard de Nerval, Baudelaire, Verlaine, Rimbaud ve Mallarmé gibi ondokuzuncu
yüzyıl şairlerinden esinlendiler.
Servet-i
Fünun’cular ve Fecr-i Atici'ler Fransız Sembolistlerinin özgür dizesini
şiirimize soktular ve özgür dizeli serbest şiir “Serbest Nazım” adıyla sonraki
şairlerimizce de sürdürüdü. Ancak, ölçünün atılmasına rağmen uyak sürüyordu.
Fransa’da Sembolistlerin başlattığı özgür dize, Apollinaire ile, dada’cı Tristan
Tzara’yla, Breton, Eluard, Aragon ve Soupault gibi gerçeküstücülerle uyaktan da
kurtuldu. Garipçiler denilen Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rıfat bu dadacı
ve gerçeküstücü (bazıları sonradan gerçekçi) Fransız şairlerini ve onların
serbest şiirini Türk şiirine soktular. Yaptıkları Fransa’da eskiyeni sadece
aktarmak olduğu halde, yenilik taşımayan bu şiire Yeni Şiir adı verildi. İkinci
Yeni’ye gelince ona aslında İkinci Eski demek daha doğrudur. Çünkü uyağa ve
biçim’e, bir anlamda Yahya Kemal, Ahmet Hamdi, Ahmet Muhip ve Necip Fazıl
şiirine, Fransız Sembolistleri ve Parnasse’cılarına yeniden dönüştür. Bu
şairler Nerval, Baudelaire, Verlaine, Rimbaud ve Mallarmé gibi ondokuzuncu
yüzyıl şairlerinin yanı sıra Apollinaire, Aragon, Max Jacob, Tzara gibi yirminci
yüzyıl Fransız şairlerine, Ezra Pound ve T.S. Elliot gibi Amerikan şairlerine
de el attılar.
Çağdaş
Türk şiirine giderek İspanyol Lorca’lar, Şilili Neruda’lar ve Yunan Ritsos’lar
da girdi.
Batı’dan
esinlenen şairlerimizin tutumları değişiktir. Yahya Kemal yalnızca yöntem
arayıp “okul” dediği Batı’dan ülke’ye yöneldi. Attila İlhan ballade’larla
kurduğu şiirine geleneksel şiir kalıtımızı işledi. Salah Birsel ironik, alaycı
bir dille Batı’yı Çelebileştirdi. Ama kimileri de esinlenmekle kalmayıp
Fransız şairlerinin dizelerini de sahiplendiler, yabancı bir şairin alın
terini, bazen olduğu gibi, bazen küçük değişikliklerle kendi şiirlerine
aktardılar.
Sh:440-441
Necip
Fazıl Kısakürek’te İngiliz Shakespeare ile birlikte Fransız Baudelaire’in
etkisini buluruz.
“Batının
Pırtıkları”
Necip Fazıl, Kâbus şiirinde:
Ve
evlerde baş köşe
Batının
pırtıkları
Görünmezi
görmeye
Eremez
mantıkları
diyor
ve Batılı yazarları, Batı’dan esinlenen Türk yazarlarını, şairlerini
küçümsüyor, ama kendisi de Batı’yı öykünmekten geri kalmıyor. Dörtlüğünde
yer alan
“Görünmezi
görmeğe
Eremez mantıkların
Eremez mantıkların
sözlerinin
bile gerçek sahibi kendi değil, Arthur Rimbaud’dur. Rimbaud Paul Demeney’ye
yazdığı mektubunda eski ve mevcut bazı şairlerin bilici (voyant) olamadığını
söylüyor ve şöyle diyordu: “Bilici (voyant) olmak, görünmezi görmek gerekir.
Kendini araştırır şair, bütün ağuları kendinde tüketir ve özünü alıkor. ”
Necip Fazıl'ın, şiir üstüne
görüşlerini içeren Poetika’da bazı Fransız şairlerinden söz ettiği
görülüyor:
“Bodler müsbet ilim keşifleri önünde
bütün dayanak ve tahakküm hakkını kaybetmiş ve malihülyaya düşmüş bedbin
münevverlerin sesiydi... Rembo bu sesi, buhran ve maraziliklerle daha ileriye
götürdü. Valeri ise aynı sesi, şiire sonsuz bir tecrid mizacı aşılamak yoluyla
muvazeneye kavuşturmak istedi. Fakat kimse, müsbet ilimlerin atlı karıncasında sarhoş
hale gelen insanın beklediği yeni ümit şarkısını besteleyemedi.”
Demek ki Baudelaire, Rimbaud ve
Valery gibi bazı şairleri okumuş. Okumakla da kalmamış, “pırtıkların”
imgelerini, sözcüklerini, şiirlerinin içeriklerini kendi şiirlerine, şiir
üstüne görüşlerini ise kendi “Poetika ”sına aktarmış.
Necip Fazıl, Çile’nin önsözünde
şunları yazar:
“Şiirlerim yemişin içini, şiir
hakkında düşündüklerim de kabuğunu gösteriyor. Demek ki, ben, sadece şiir
dokumakla kalmıyorum; frenkçeden Türkçeleştirilmiş tabiriyle (Poetika)mı, şiir
sanatı üzerindeki fikirlerimi de örgüleştirmiş bulunuyorum. Yaptığım işin
değerini bilmem ama, böyle bir işin ananemizde şimdiye kadar mevcut olmadığını
belirtmek hakkımdır. ”
Örneklerle göreceğiz, Necip Fazıl’ın
şiir sanatı üstüne ileri sürdüğü fikirlerin çoğu kendinin değil, başta
Baudelaire ve Rimbaud olmak üzere Fransız şairlerinin, Fransız sembolistleri ve
romantiklerinin fikirleri. O halde yaptığı işin değeri de
yabancı ozanların, kendi deyimiyle “Batının pırtıkları ”nın
düşüncelerini aktarmaktan öteye gitmiyor. Mal yabancı olduğuna göre Türk şiir
geleneğinin bir parçası da sayılamaz.
Şimdi
Necip Fazıl'ın Poetikadaki şiir görüşlerini alıp Baudelaire, Rimbaud ve
sembolistlerin görüşleriyle karşılaştıralım:
Necip Fazıl: “Şair, his
cephesinden, daha ilk nefeste vecd Çözülüşleriyle yere seriliveren bir afyon
tiryakisi; fikir cephesinden de, bu afyonu esrarlı havalarda hazırlayan ve tek
miligramının tek hücre üzerindeki tesirini hesaplayan bir simyacı.” Afyon
ve simyacı sözcüklerinin altlarını çizelim. Firengi ve mide sancıları çeken
Baudelaire hem bu acıları dindirmek hem de yapay yoldan vecd halini yakalamak
için afyon yutar, şiir ve sanat tanımlarında da bu sözcüğü sık sık kullanırdı.
Hatta bu konuda Paradis Artificiels (Yapay Cennetler) başlığı altında bir dizi
yazı kaleme aldı. Wagner’in müziğini överken Necip Fazıl’inkine benzer bir
karşılaştırma yapar:
Baudelaire: “Wagner
müziğini dinlerken insan afyon içmiş gibi hayal ve vecd içinde kendinden geçer.
”
Simya’ya değgin
örneği de Rimbaud’dan verelim.
Rimbaud: Söz simyamda şiirsel
eskiliğin haylice yeri vardı (Sözün Simyası).”
Necip Fazıl Aristo ve Valery'in şiir
tanımlarını yeriyor ve “Bu tariflerin başında ve sonunda, şiiri
merkezileştiren haysiyetli bir muhit ile, şiir muhitini kuran ulvi merkezden
bir eser yoktur” diyor. Şiirde merkezileşme düşünü Baudelaire’indir:
“Benin buharlaşması ve
merkezileşmesi. Sorun burda (Moncoeur mis â nu-Soyunmuş yüreğim, I).”
Devam
edelim.
Necip Fazıl: “Bizce şiir (...)
eşya ve hadiselerin en mahrem (...) nahiyesini tutarak ve nisbetlerini bularak
mutlak hakikati arama işi. ”
Nisbet (oran) sözcüğünün altını
çizelim.
Baudelaire: “Zevk
sahibi bir insanı rahatsız eden şiirin oransızlığıdır (...) Yeryüzünü ve görünümlerini
Tanrının görünümleri ve iletişimi gibi algılamamızı sağlayan Güzelliğin
tapılası ve ölümsüz içgüdüsüdür.”
Görülüyor ki Necip Fazıl’ın şiir
tanımındaki salt gerçek (mutlak hakikat-Tanrı) ve oran (nisbet) kavramları
Baudelaire kökenli.
Necip Fazıl: “Şiir sırdaşlık ve
laubalilikte en verimli ve en pervasız, kaba fayda ve kuru akılda da en boynu
bükük ve en korkak cehd ve onun usulü...”
Laübalilik (abartma) ve fayda
sözcüklerinin altını çizelim Necip Fazıl şiir gizliye, gizemliye yönelen
abartmalı bir anlatım sanatıdır, amacı fayda sağlamak ve akıl vermek, öğretmek
değildir diyor. Baudelaire de aynı şeyleri söyler.
Baudelaire: “Lirik
söyleme tarzının en çok sevdiği dil (anlatım) biçimleri abartmalı biçimlerdir
(Theodore de Banville üstüne).”
“Şiirin amacının şunu ya da bunu
öğretmek olduğunu düşünen bir yığın insan var, şiir gelenekleri
yetkinleştirmeliymiş, şiir bilinci güçlendirmeliymiş, hasılı şiir yararlı olanı
göstermeliymiş (...) Şiirin şiirden başka amacı olamaz. Yalnız ve yalnız bir
şiir yazma zevki uğruna kaleme alınmış şiirden daha büyük, daha soylu, şiir
adını gerçekten taşımaya değer başka şiir olamaz (Theophil Gautier üstüne). ”
Necip Fazıl: “Şair, belki de, ilk
şairden beri bir tarafıyla dev adam, bir tarafıyla da hafif ve maskara bir havai
ve ilcai bilinir.”
Dev ve maskara sözcüklerinin altını
çizelim.
Baudelaire:
“Şair, ey bulutlardan toprağa sürgün
ece
Oklara göğüs geren, dostu fırtınaların
Yuhlarlar yeryüzünde seni de gündüz, gece
Uçmana engel olur ağır, dev
kanatların. (Albatros).”
“Paris Sıkıntısı adlı yapıtımda
ürkünç olanla maskaralığı, sevgiyle kini birleştireceğim (Annesine mektubu).”
Benzeşimler, alıntılar hayli çok. İç
şekil konusundaki tanımı görelim.
Necip Fazıl: Şiirde iç şekil, ruh
gibi, bütün katı şiir maddelerinin, incele incele, gittikçe latiften latife
geçe geçe en esîri latif haline gelmiş, can özü...
Esîrî sözcüğünün altını çizelim.
Ondokuzuncu yüzyıl yazarlarından Madame de Stael, “lirik
şiirin gerçek büyüklüğünü duyumsamak için esîrî (çok hafif-eterli) bölgelerde
hayal içinde uçmak ve kutsal uyumu dinleyerek yeryüzünün gürültüsünü unutmak
gerekir” diyordu. Baudelaire de şair Theodore
de Banville’le ilgili yazısında benzer sözü yineler: “Ruh
lirik izlenimlerle aydınlanır, ışığa kavuşur, esîrî (eterli-daha hafif) bir
bölgeye ulaşmak istercesine, hafifleyip genleşir, kanatlanır. ” Necip
Fazıl “Batının pırtıklarımın söylediklerini bir daha söylemekten öteye
gidemediği halde Poetikasının Türk şiir geleneğinde ilk örnek olduğunu ileri
sürüyor. Devam edelim.
Necip Fazıl da Baudelaire gibi
teknolojik gelişime karşıdır.
Necip Fazıl: “Ondokuzuncu Asırın
ikinci yansından itibaren başlayan büyük ruh ve fikir buhranı, başını alıp dolu
dizgin boşanan müsbet ilim buluşlarının şiir ve fikirle payandalaş bulamayışından
doğdu'
Baudelaire: "Sanayi
ve gelişim her tür şiirin en zorba düşmanlarıdır... (Th. Gautier üstüne).”
Necip Fazıl Poetika’sındaki şiir
tanımlarında Sembolistlerin ve Romantiklerin sözlerini yineler. Yazıyı
uzatmamak için örnekler vermiyorum. Bir araştırma yapmak isteyenler Necip
Fazıl’ın Çile betiğinin sonundaki Poetika'yla Sembolizm adlı kitabımda
yazdıklarımı karşılaştırabilirler. [Sembolizm, Erdoğan Alkan, Deyiş Yayınları.]
Bahriye Mektebinde, İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde okuyan Necip Fazıl Kısakürek
1925 yılında Milli Eğitim Bakanlığınca Paris’e gönderilir, ancak, öğrenimini
yarım bırakıp döner. Fransızcayı ne kadar öğrendi, Fransız şairlerini Fransızcasıyla
ne kadar okudu? Baudelaire’in yapıtlarını aslından mı, çevirilerden mi izledi? Bu
sorulara tam karşılık bulamasak da Necip Fazıl’ın şiirlerinde, gençliğinden son
yıllarına dek Baudelaire izlerinin sürüp gittiğini görüyoruz.
Baudelaire’in şiirlerinde renk,
koku, ses ve uyum sözcük ve kavramlarına sık sık rastlarsınız. Bazı örnekler
verelim:
Aydınlık gibi geniş ve gece gibi
kara
O derin birlik içinde, sesler, kokular ve renk
Uzaktan uzağa karışan yankılara denk
Birbirlerini işte böyle yanıtlamakta
(Correspondances-Iletişimler).”,
“Akşamda kokular, sesler dönüyor
Hüzünlü vals, öldüren başdönmesi
(Akşamın
Uyumu)”,
“Güneşin okşadığı kokulu ülkedeydim
(Sömürgeli
bir kadına).”,
“Yuvarlayıp
göklerin resimlerini, çalkantı
Katıyordu
saltanatla, dağdağayla, gizemle
Zengin
ezgilerin o güçlü uyumlarını
Batan güneşin gözlerimdeki renk cümbüşüne
(Önceki Yaşam.),
“Takıların
alaycı sesinde raks ederken
Madenler ve taşlarla ışıklanan şu dünya
Coşturur yüreğimi, dehşetli düşkünüm ben
Sesin
ışıkla hemhal olduğu eşyalara
(Takılar).”,
“Sıcak
bir güz akşamı, kapalı iki gözüm
Solurken kokusunu baygın göğüslerinin
(Alıp
Götüren Koku).”,
“Ve
başında kokulu bir şapkaydı saçları”, “Bu odada her şey uyumun yeterli
aydınlığına ve tatlı karanlığına sahip. Uykulu bir zihnin, sıcak bir
limonluktaymış gibi sallandığı bu ortamda (...) usul bir koku yüzüyor
(İki
Oda).”
Örnekleri uzatmayalım ve Necip Fazıl
şiirindeki renk, koku, ses ve uyumları (ahenk) araştıralım:
“Nasıl kaynaştırılmış renkler,
sesler, hacimler
(Mimari)”,
“Göz kaptırdığım renkten, kulak
verdiğim sesten
(Affet)”,
“Ölçüden, ahenkten daha güzeller
(Sonsuzluk Kervanı)”,
“Biter, her şey biter; ses, şekil ve
renk
Kokular biter
(Biter)”,
“Bu dünyada renk, nakış, lezzet, ne
varsa küsüm
(Tebessüm),
“Renkte, seste, ışıkta, her şeyde
bir ihtizaz
(İhtizaz)”,
“Solmaz, solmaz; bu bir renk...
Ölmez, ölmez; bir ahenk
(Onun ümmetinden ol)”,
“Versem gözlerimi bu sonsuz renge
Kapansam içimden gelen ahenge
(Geceye şiir)”,
“Renk renk dertlerimi gözümde besle
(Gurbet)”,
“Pırıltılar, nağmeler
Renklerle eriyorum
(Yalnızlık)”,
“Renk, koku, ses ve şekil, ötelerden
haberci
(Visal)”.
Doğu düşüncesine büyük ilgi gösteren
Nerval’e göre insan Yazgısıyla yıldızların yürüyüşü, burçlar arasında simgesel
bir bağ var. Nerval’in, bir tür uzun şiir de diyebileceğimiz Aurelia adlı
gerçeküstücü öyküsünde şu satırlarla karşılaşıyoruz: “Bir
akşam, gece yarısına doğru, oturduğum mahalleye çıkarken gözlerimi rastgele
kaldırdım; aydınlıktı, sokak lambasının ışığı vuruyordu; evin numarası
dikkatimi çekti. Yaşımın sayısı Başımı, eğer eğez solgun tenli, çukur gözlü,
yüz çizgiler, Aurelia nın çizgilerine benzeyen bir kadın gördüm önümde. Bu ya
onun ölümü ya da öleceğim bildiriliyor bana, dedim kendi kendime. ” “Akşam, o
öleceğim saate yakın anlarda, iki dostla bir masada, resim ve müzik üstüne
konuşuyor ve renklerin soyu ve sayıların anlamı konusunda görüşümü açıklıyordum
(...) yerini bildiğime inandığım yıldızı aramaya koyuldum gökyüzünde. ” “Bana
göre sayıların genel sıralamasına bir hata karışmıştı ve insanlığın başına
gelen tüm yıkımlar, kötülükler bundan kaynaklanıyordu. ”
Sayıların simgesel gücüne inanç
Nerval’den, bir Nerval hayranı olan Baudelaire’e de geçer. Çukur şiirindeki şu
ilginç dizeleri okuyalım:
Başım
inatçı ağrılarla dolu, dönüyor Yürek hiçliğe özlemle tutuşup yanıyor ‘Ah,
çıkmamak Sayılar, Varlıklar evreninden!"
Sayıların gizemine çeşitli yazılarında değinir Baudelaire:
Kalabalıkta
olmak arzusu sayının çarpımından duyulan kıvancın gizemli anlatımıdır. Her şey
sayıdır. Birey sayıdır. Esriklik bir sayıdır. (Füzeler,
I)”
“Fizikte
olduğu kadar aktörede de çukur duygusunu içimde taşıdım hep, yalnız uykunun
çukurunu değil, eylemin, düş’ün, anı’nm, arzunun, özlemin, pişmanlıkların,
güzelin, sayının v.b.g. çukurunun
(Soyunmuş
Yüreğim, LXXXVII) "
Baudelaire’in
Çukur şiirindeki “Ah, çıkmamak Sayılar, Varlıklar evreninden” dizesi
üstüne Fransız düşünür ve yazarları çeşitli yorumlar yaptılar. Bu
yorumların birleştiği nokta şöyle:
Dizedeki
merkezi düşünce Bir ile çok arasındaki, hiç yitmeyecek olan temel Birlik’le bu
Birlikken doğmuş çoklukların gittikçe artsın yayılışı arasındaki
zıtlıktır. Demokratik ve sosyal gelişim hızlandıkça insanın insan olarak
değeri düşer, zira artık niceliğin (kemmiyet), istatistiğin saltanatı başlamıştır.
Kişisel nitelik (keyfiyet) geçerli değildir, kitle içinde, çokluk için yoğunluğundan
kaybeder. [Baudelaire, Gerard Conio, Oeuvres
Majeures, s: 26-27.]
Şimdi Necip Fazıl Kısakürek’in
sayılardan söz ettiği ve sayıları yorumladığı dizeleri görelim:
“Sayılarda çoğalmak, niçin, ne olmak
için
Bir tek hiçbir çarpısı kırk milyona
bir hiçin
(Hiç mi Hiç) ”
*
“Bu Çözülmez bilmece
Hep sayı, harf ve hece
(Ne ileri, ne geri)”.
“Sayılar yalnız Bir’in kendi
dalgalanışı
Sayılar kemmiyetin keyfiyeti anışı
(Sayılar).”
Sayılara eğilen Necip Fazıl yeni bir
şey mi söylüyor, yoksa Baudelaire’in söylediklerini ve bu konudaki yorumları mı
yineliyor? Sorunun yanıtını okur kolaylıkla kendisi bulabilir. Bir saptama
yapıp şunu da ekleyelim. Kimileri “Necip
Fazıl tasavvuf felsefesinden, Tanrının birliğinden, vahdet-i vücuttan söz
ediyor” diyebilir. Bu tür yaklaşımlar sonucu
değiştirmez, kaynak ve model Baudelaire’dir.
Baudelaire şiirlerini günah, azap ve
pişmanlık kavramlarıyla örer. Bazı örnekler verelim:
“Besliyoruz sevimli azaplarımızı
(Okura),
“Günahlarımız dikbaşlı,
pişmanlıklarımız alçak
(Okura).”
“Kıvançlı
Melek, bilir misin, acı denen şeyi
Nedir utanç ve azap, göz yaşı, iç sıkıntısı. ”
Örnekleri çoğaltmamıza gerek yok.
Aynı kavramları Necip Fazıl’ın da işlediğini görüyoruz:
“Başı görünmez hayâl, sonu gelmez
nedamet
(Ruh),
“Kalmadı eşya ile aramda hiçbir uyum
Nefes alırken bile inkisar ve pişmanlık
(Halim).”
“Annesi azabın
Sonsuzluk şarkısı
Annesi azabın
Cinnetin tıpkısı
(Zaman).”,
“Azap, saçlarıma ak
yüzüme çizgi serdi
(Azap).”
Mezardaki kurtlar ve böcekleri bol
bol işler Baudelaire:
“Ey kurtlar! Gözsüz, kulaksız kara
yoldaşlar
Size gelen özgür, kıvançlı bir ölü var
Obur filozoflar, pisliğin oğullar
” (Kıvançlı Ölü)”,
“Dindirebilir miyiz eski, uzun Azabı
Kımıldayıp kıvranır, yaşar içimizde
Kurt nasıl ölülerle, tırtıl nasıl meşeyle
Beslenirse öyle beslenir bizle
Dindirebilir iniyiz bu onulmaz azabı?”,
“Besliyoruz sevimli
pişmanlıklarımızı
Dilenciler böceklerini beslerse nasıl. ”
Şimdi de Necip Fazıl’ın dizelerini
okuyalım:
“Koklarken küllerimi mezarımda bir
böcek
(Ruh).”,
“Bir kurdum ki sizi hep diş diş
yerim
Ve gezerim her gün elbisenizde
(Nefs)”,
“Ağzıma soğuk kurtlar dolacak,
gözüme kum
(Dipsiz Kuyu).”,
“Ufak böcekler gibi
Gezer onların kalbi
Üstünde döşemenin
(Takvimdeki deniz)”.
Ölüm ve tabut elbette şairlerin
demirbaş konusu. Ancak dizelerdeki benzerlikler yineleme olmamalı. Baudelaire
Güz Şarkısı şiirinde:
Tekdüze
vuruşlarla salınan bir tabut var
Sanırım, çivilenen, bilmediğim bir yerde
Ölen
kim? -Dün yazdı, bugün sonbahar
Çınlar
bir yolculuk gibi bu ses yüreklerde
diyor.
Cahit Sıtkı aynı dizeleri şiirine şöyle aktarır:
“Nerden
çıktı bu cenaze, ölen kim?”
Baudelaire’in
bu dizeleri Necip Fazıl şiirine de şöyle girer:
“Tabut
değildir bu, bir tahta kundak
Bu
ağır hediye kime gidecek
Çakılır
çakılmaz üstüne kapak. ”
(Tabut
şiiri)
Bir şair başka bir şairin imge ve
deyişlerini kıyaslama yoluyla da kendi şiirine aktarabilir. Baudelaire Vampir
şiirine şunları yazmış:
Nasıl
kumarbaz kumara
Nasıl
şişesine sarhoş
Nasıl
kurtlarına bir leş
Bağlandıysa-Lanet, sana
Ben
de bağlandım o kadar
Şimdi
de Necip Fazıl’ın Beklenen şiirindeki dörtlüğünü okuyalım:
Ne
hasta bekler sabahı
Ne
taze ölüyü mezar
Ne
de şeytan bir günahı
Seni
beklediğim kadar.
Necip Fazıl en azından “Ne taze
ölüyü mezar” dizesiyle kendini ele veriyor. Bu dizenin kökende,
Baudelaire’in “Nasıl kurtlarına bir leş" dizesiyle farklı bir yanı yok.
Farklı olan sözcükler.
Baudelaire’in bir şiiri
“Heautontimoroumenos” adını taşır. Anlamı Kendini Cezalandıran Kişi. Şair
kendini cezalandırarak günahlarından, suçluluk duygusundan arınmaya çalışır.
Peki Kısakürek Aynalar Yolumu Kesti şiirinde ne söylemiş: “Benim işim
kendime en büyük ceza ” demiş.
Baudelaire’in şiir adından bir başka
şiirinde de yine dize üretiyor Necip Fazıl. Yolculuğa Davet şiirini yazmış
Baudelaire. Şu iki dize de Necip Fazıl’dan:
Yolculuk,
her zaman düşündüm onu
İçimde bu azgın davet ne demek?
(Yolculuk
şiirinden)
Baudelaire
Akşamın Uyumu şiirinde:
Her
çiçek dalında buğulanıyor
Kemanda
üzgün bir kalp titremesi;
Hüzünlü
vals, öldüren kaşdönmesi
Bir
tapınak gibi gök dinleniyor
demiş.
Necip Fazıl’ın İhtizaz (Titreşim) şiirinden iki dize:
Renkte,
seste, ışıkta, her şeyde bir ihtizaz
Her
şeyde bir titreşim, zikir, fikir ve niyaz
Renk, ses ve titreşim Baudelaire’e
ait, bunu yazmıştık, peki bu iki dizede Necip Fazıl’a ait ne kalıyor: Zikir,
fikir ve niyaz.
Baudelaire’in ana temalarından biri
de şehvet. Birkaç örnek verelim:
“Durgun şehvetler içinde eskiden
orda yaşadım
(Önceki Yaşam)”,
“Orda her şey düzen ve güzellik
Lüks, durgunluk ve şehvet”,
“Derin sonsuzluklarda kıvançla
uçuyorsun
Tarifsiz ve erkeksi bir şehvetle
(Elevation).
Necip Fazıl, şiirinin bütününe ters
düştüğü, yama gibi durduğu halde, salt Baudelaire özentisi yüzünden şehvete de
yer vermiş:
“Yeşil asmalarda depreniş, şehvet
(Çile)”,
"Bela, bela bende yakıcı şehvet
(Yüzkarası)”.
Yeri gelmişken Necip Fazıl
şiirindeki bu "‘Bela” sözcüğünün kökenini araştıralım. Baudelaire’in şiir
kitabının adı Les Fleurs du Mal. Gerçek anlamı ise Kötülük Çiçekleri. Ancak
Baudelaire üstüne köklü bir araştırma yapmayan bazı çevirmenlerimiz le mal 'in gerçek
anlamını yanlış yorumladılar. Bu sözcük kötülük’ün yanı sıra acı, bela, şer
gibi anlamlara da geliyor. Les Fleurs du Mal'i
kitap olarak yayınlayan Vasfi Mahir Kocatürk, yanlış bir yorumla, kitaba
Elem Çiçekleri adını verdi. Yanılgı yakın zamanlara dek sürdü. Cemal Süreya da
aynı hataya düştü. Görülüyor ki, yanılanlardan biri de Necip Fazıl:
“Bela... Bela bende yakıcı şehvet”,
“Ne var, ne var alemde bela kadar
çekici
(Bela)”
diyor.
Necip Fazıl’ın şiirlerinde zaman
zaman maden sözcüğuyle karşılaşıyoruz:
“Ülfet, kara yalnızlık madeninde bir
yaldız
"Ey gönül madenin ne kadar
yufka
(Orada)”
gibi. Bu sözcük Baudelaire’in şiir
sözlüğünden. Hayli örnekleri var Baudelaire’de:
uVe
irademizin zengin madeni
O bilge simyacı tarafından
buharlaştırılır
(Okur’a)”,
“Bilinmeyen madenler, denizin
incileri
(Benediction)”,
“Bu parlayan maden ve taş dünyası
(Takılar)”,
“Cilalı gözleri sevimli madenlerden
yapılmış. ”
Baudelaire Çaresiz (Irremediable)
şiirinde
“Bir
Fikir, bir Şekil, bir Varlık
Gökten
hareket edip düşmüş
Çamurlu
ve kurşunlu Styx Irmağının
Diplerdeki
karanlığına”
diyor.
Necip Fazıl da buna benzer bir dize düşürüyor:
“Ben
başı ağır gelmiş boşlukta düşen fikir”
(Ben)
Necip Fazıl şiiriyle Baudelaire
şiiri arasında daha pek çok benzerlikler var. Kısakürek’in şu dizelerinin
benzerlerini bir araştırmacı her zaman Baudelaire’de bulabilir:
“Cinnet, korku, şüphe benim eserim
Sıcak kalbinizde
gizlidir yerim
(Nefs)”,
"Göğsü
yakut ve safir
Karşımda bir masif ir
Sordum: Kimsin, nesin sen
Dedi: Şeytandan sefir
(Hep Nefs)”,
“Bir tatlı vehim gibi içimi
bayıltacak
(Ruh).”
Akla şöyle bir soru gelebilir: Necip
Fazıl şiiriyle Baudelaire şiiri arasındaki bu benzerlikler, esinler,
etkilenmeler, örtüşümler bir rastlantı mı?
Bu soruya rahatça “hayır” yanıtını
verebilirim. Dil bilen bazı şairlerimizde, özellikle Fransız şairlerinden,
dize, kavram, imge aktarmak bir alışkanlık halini almış, Fransız şiirinden bir
havuz oluşturulmuş ve bu ortak kaynaktan çoğu yararlanmaya kalkmış. Nitekim
Necip Fazıl’da sanıyorum daha çok dolaylı olarak, Ahmet Hamdi Tanpınar
kanalıyla Nerval de yer alıyor. Nerval’in Aurelia öyküsünden bir bölüm:
“Açık seçik belirgin, canhıraş, acı
dolu bir kadın çığlığıyla sıçrayıp uyandım (...) Gecede böyle acı acı çınlayan
o ses neydi? Rüyanın içinden değildi (...) Penceremi açtım (...) Bana göre bu
dünyanın olayları görünmeyen dünyanın olaylarına bağlıydı (...) garip
bağlantılardan biriydi bu ses. ”
Şimdi de Nerval’i hem
düzyazılarıyla, hem şiirleriyle yağmalayan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Abdullah
Efendi’nin Rüyası öyküsünden alıntı yapalım:
“Ne oluyor diye başını kaldırdığı
zaman tavanın tepesinden uçmuş olduğunu (...) gördü (...) Ses asırlar içinden
geliyor gibi boğuktu. ”
Ve Necip Fazıl’ın Çile şiirine bir
göz atalım:
“Göklerden
bir ses geldi: Bu adam
Gezdirsin
boşluğu ense kökünde
Ve
uçtu tepemde birdenbire dam
Gök
devrildi, künde üstüne künde...
Pencereye
koştum: Kızıl kıyamet! (..)
Al
sana hakikat, al sana rüya. ”
Bu benzerliklere rastlantı diyebilir
miyiz? Göklerden bir ses geliyor, evin tavanı uçuyor, şair pencereye koşuyor ve
bütün bunlar bir rüya ya da bir hayâl halinde oluyor. Necip Fazıl, Nerval ile
Ahmet Hamdi Tanpınar’ı özetlemiş.
Necip Fazıl’da Rimbaud’yu da
bulabiliyoruz. Arthur Rimbaud “Tümceler” şiirinde
‘İpler çektim çankulesinden
çankulesine, kordelalar pencereden pencereye, yıldızdan yıldıza altın zincirler
çektim ve dans ediyorum ” diyor. Necip Fazıl’ın şu
dizesine bakalım:
İki yıldız arası göğe asılı hamak
(Uyumak İstiyorum)
Şairimiz yıldızdan yıldıza ip çekip
gökte hamak kurmuş Rimbaud’nun imgesini yinelemekten öteye gitmiyor.
Necip Fazıl’ın başka dizeleri,
örneğin Açıklarda şiiri hem Rimbaud, hem Mallarme etkilerini taşıyor.
Sonuç olarak diyebiliriz ki Necip Fazıl
en çok Baudelaire’den etkilenip Baudelaire’i baş tacı etmiş.
Sh:506-519
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar